Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Cubor

Sayfa: [1]
1
Oyunlar / Star Wars: The Old republic ve HUN'lar
« : 27 Temmuz 2011, 19:49:35 »
Öncelikle bu bölüme gelip de niye öykü koyuyorsun diyenlere, bu aslında bir öykü değil, bir duyuru!

SWtOR sonunda önsiparişe açıldı ve daha önce pek çok oyunda bir arada oynamış olan The HUN Empire guildi tüm gücüyle SITH'in zaferi için hazırlanıyor.
Duyurudur... :)

                                                GERİ DÖNÜŞ
“Safkan ilk Sith’lerin bildiği ama bizim bilmediğimiz bir şey olmalı” diye diretti Maruk’h Adar.

Neekar’ın gözlerindeki dalgın bakış, güç rahibinin sadece benliğinin küçük bir kısmının onunla birikte olduğunu anlatıyordu. Ama Maruk’h tüm gözlerden uzaktaki Güç Tapınağı’nda geçirdiği uzun yıllarda bu duruma çoktan alışmıştı.

Yaklaşık on yıl önce Hydian Koridor’undaki Mandalore’lilerin  ablukasından sıyrılıp Korriban’a ulaştığında, geleceği Güç yolunda aydınlık tarafı araştıran bir jedi padawanınkinden farklı değildi. Ama sonra Güç rahipleri ona, gerçek gücün karanlık veya aydınlık taraf diye ayrılamaycağını öğretmişlerdi.

“Safkan ilk Sith’erin bildiği ama bizim bilmediğimiz o kadar çok şey var ki, eğer bunların onda birini biliyor olsaydık ne bu tapınağa ne de rahiplerine ihtiyacımız olmazdı sevgili yamağım.”

Kelimeler bir fısıltıdan daha yüksek sesle söylenmemişti, Güç eğitimi olmayan biri belki de bu sözcükleri duyamazdı bile.

Neekar’ın Duros ırkına özgü patlak kırmızı gözleri ilgiyle genç yamağın üzerine çevrildi. Maruk’h bu bakışlar altında kendini rahatsız hissederek, farkında olmadan zihnini Güçle birleştirip, özel bir  meditasyon haline getirdi.

Neekar gülmezdi, aslında genç insan yamak, Duros ırkının gülümseme yeteneğine sahip olup olmadığından bile emin değildi. Ama Neekar gülmezdi. Şu anda gözlerindeki ifade ise, onu tanıyan biri için gülmeye en yakın ifade olarak adlandırılabilirdi. Kırmızı patlak gözleri yüzyılların yaşlandırıp kırıştırdığı, artık koyu bir ton almış yeşil derili yüzünde kısılıp, bir tanesi hafifçe yukarı kalkmıştı.

“Anlat yamak!” dedi aniden.

Maruk’h neyi anlatması gerektiğini çok iyi biliyordu.
“Binyüzondördüncü deney”dedi sakin bir sesle.
“Ahhhh” diye iç çekti Neekar, “toplamları evrenin kanunlarını anlatan bir asal sayı. İçinde bir neşe seziyorum yamak.”

“Aslında evet usta, ama tam sonuçlar birkaç dakika sonra belli olacak. Bu sefer gerçekten umutluyım, hücre dokusu son safhaya kadar bozulmadı, beyin hücreleri ve midi-chlorin sayaçları sınırların dışında ve....”

Neekar bir el hareketiyle onu susturdu.

“Güç dilerse!” dedi derinden gelen sesiyle ve gözlerini klonlama kabinine çevirdi.

Kabinin üzerindeki göstergeler, bundan önce hiçbir deney sırasında olmadığı kadar umut vaadediyordu. Ama Güç’ün başrahibi umuda inanmazdı. Şansa da inanmazdı, kaderlerin bozulabileceğini, geleceğin değiştirilebileceğini bilirdi. Güç’ün mutlak kudreti ile herşeyin mümkün olabileceğini bilirdi.

Ama Jedi’lar Güç’ün yalnızca aydınlık tarafını araştırmışlardı. Karanlık taraftan özenle kaçınmışlardı. Safkan olmayan Sith’ler özellikle karanlık tarafı çalışmışlar, aydınlık tarafı küçümsemişlerdi.

Gözleri tapınağın, bir klonlama laboratuarı haline getirilmiş geniş salonunda gezindi. En yüksek noktada, sadece odayı değil adeta bakanların içini aydınlatır gibi parlayan, kristal bir kalıp içinde etkileşimsiz bir Güç kalkanında duran Exar Kun’un işaret parmağı kemiği duruyordu.

Exar Kun jedi eğitimi aldığı halde karanlık tarafı araştırmaktan korkmamış ve bunun mutlak gücüne ulaşmış son sith idi. Eğer bağnaz sith lordlarının Güç içindeki yansımaları ona gereken desteği vermiş olsalardı, bugün en dış halkadan, en içtekine kadar galaksinin sınırları bambaşka bir şekilde çizilmiş olurdu.

Neekar neredeyse 350 yıl önce ölmüş bu sith ustasının genlerini kullanark aydınlık ya da karanlık tarafa bağlı kalmayacak gerçek güç kullanıcısını canlandırmak istiyordu. Yeniden safkan Sith ırkına kavuşmak istiyordu. Güç’ün tamamının araştırılması için bir zamanlar, Güç’ün beşiği olan Korriban gezegenini ve onun eski sahiplerinin mirasını seçmişti. Ve tabii Exar Kun’un mirasını da.

Klonlama tankı durdu. Kabinin kapısı açılırken, içindeki canlı hareketsiz bir şekilde bacta borularına bağlı olarak duruyordu.

“Bir Zabrak!” diye gözlemledi Başrahip.

İkinci klonlama tankı da açılınca, yarım kalmış gibi duran cümlesini tamamladı,

“Ve bir insan.”

“Farklı ırkların genlerini ana genle karıştırmak zorunda kaldık efendim” diye açıklamaya girişti Maruk’h.
“Her klonlama tankına, sith geni, Usta Kun’un geni, farklı ırklardan gelen özel bir karışım ve tabii ki katalizör geni kullandık. Zaten baştan beri herşeyi karıştıran katalizör geni idi.”
“Bu tankta kullanılan katalizör geni nerden geldi?”

Maruk’h, başrahibin çevresinde garip bir Güç aurorasının belirmeye başladığını hissdiyordu. Yaşlı Güç rahibi, bir kandırmaca arıyordu. Vücutsal algıları kendini kapatmış, Güç’e uzanmış, yamağının ve laboratuarda çalışan diğer rahiplerin zihinlerini tek tek araştırıyordu.

Genç yamak, bildiği her meditasyon tekniğini kullanarak kendini Güç’ün içinde gizledi.

İki tanktan çıkan bir zabrak ve bir insan erkeği, bacta kablolarının serbest bırakılmasıyla gözlerini açtılar. Keskin bakışları odayı tararken, elleri çıplak bedenlerinin üzerinde silah olabilecek birşeyler arayışındaydı ama kısa bir süre sonra buna ihtiyaçları olmadığını kavramışçasına vazgeçtiler.

Zabrak elini havada gezdirerek, çevresini bir ağ gibi saran bacta kabloalarını, Güç’ü kullanarak iki tarafa fırlattı. Yavaş ama kendinden emin adımlarla ileriye doğru bir adım attı.

“Katalizör geni??” diye haykırdı Neekar. Güç onu bu sefer başarısız etmişti aradığını bulamamıştı ve yeniden bedensel algılarına geri dönmüştü.

Maruk’h başı önde diz çöküp,
“Sol, adı verilen bir sistemdeki tarihi bir gezegenden Usta,” dedi, “Çoğunu anlamadığımız bazı yazıtlarda, bir zamanlar orada savaşçılıkta eşi benzeri olmayan vahşi bir ırkın yaşadığından sözediliyordu ve biz de düşündük ki....”

İkinci tabuttaki insan da kendini bacta kablolarından kurtarmıştı. Şimdi her iki klon da, gözlerini üçüncü  tanka dikmişlerdi.

Üçüncü klon tankının kapağı patlarcasına dışarı doğru açıldı. Alnının üstünde yönetici kasta ait olduğunu gösteren mor çizgileri, alnının ortasından başlayıp ensesine doğru giden boynuzsu uzantıları ve gözlerindeki  delici eflatun bakışlarıyla bir zabrak erkeği kendini saran kabloları kopartırcasına büyük salona adım attı.

Yüzünde şaşırtıcı bir şekilde hem şefkat, hem öfke vardı, hem yalnızlık, hem de onbinlerin sırdaşlığı, hem anlayış, hem de küçümseme....

Hem razı oluş, hem de delicesine bir isyan vardı.

İlk iki tanktan çıkan zabrak ve insan tek dizlerinin üzerine eğilerek aynı anda selamladılar sonradan geleni.

“Yüce Usta!”


Yüce Usta ne çıplak olduğuna ne de nerde olduğuna aldırmadı.

“HUN nerede?” diye gürledi. Güç çevresinde dans ediyordu. Odadaki herşey, rahibi, ustası, kablosu, hatta yerdeki taş ve duvardaki sarmaşıklar, varlığını ona ilan ediyordu. Önce kilometrelerce, sonra çok daha uzaklara ulaştı. Yaşayan güç, evrenin dört bir yanından onun doğuşunu kutluyordu sanki.

Maruk’h korkuyla başı önde odada biriken gücü hissetti, ustasının üstünlük için çağırdığı kudreti ve bunun ne denli yetersiz kaldığını hissetti. Güç’ün muhteşem kullanıcısını yaratmıştı. Ama safkan Sith geninin içine bir başka gen daha katıldığını bir tek o biliyordu. Hun geninin yetmediği yerde aydınlık tarafın jedi’larının geni eklenmişti.

O Exar Kun’du, o safkan sith idi, o binlerce farklı ırkın en seçme özellikleri ile donatılmış bir savaş aracı idi. O HUN idi...

O gücün hem karanlık tarafının hem de aydınlık tarafının karışımıydı.
Jedi’lar için karanlık bir çağ başlıyor, Sith’ler için ise yeni bir düzen geliyordu.

HUN geliyordu...




http://www.swtor.com/guilds/27739/hun-empire

 8) 8) 8) 8) 8) 8)

2
Çizgi Roman & Manga / Şemsiye Akademisi
« : 06 Temmuz 2011, 14:16:06 »
Sevgili arkadaşlar,

Her ne kadar künyemde İthaki Editörü yazsa da, aynı zamanda LucasArts'ın Türkiye çizgi roman editörü olarak JBC yayıncılık için de çalışıyorum.

Çok yakında JBC yayıncılıktan ünlü Umbrella Academy serisinin ilk çizgiromanı çıkacak.

Problem şu: İlk kitabın orjinal adı, Apocalypse Suite. Burdaki "Suite" , Türkçede de suit olarak geçiyor ve TDK nın sitesindeki büyük sözlükte "a. 1. müz. Aynı tonda yazılmış şarkı biçimindeki dans müziği." olarak karşılığı geliyor. Ama, dağıtıcımız bu ismin, oda anlamına gelen suit ile karıştırılacağını ve  kitabın adının
KIYAMET SUİTİ yerine
KIYAMET SENFONİSİ olması gerektiğini savunuyor.

Ben oyumu suit yönünde kullandım ama, bu soruyu sorduğumuz pek çok kişiden de farklı cevap geldi.

Şimdi de ben size soruyorum. Sizce, "Kıyamet Suiti" anlaşılmaz bir isim mi, ve "Kıyamet Senfonisi" olarak değiştirilmeli mi? Yoksa aynen kalmalı mı?

Fikirlerinizi bekliyorum :)

Sayfa: [1]