Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - marsli

Sayfa: [1]
1
Düşler Limanı / Kıyamet Yakındır
« : 27 Kasım 2012, 00:34:09 »
Altınlar verdi, külçe külçe
Şimdi değerli mi peki? Ayar ayar
Değeri aldılar önce elimizden,
Aslında biz sunduk...

Aşklar vardı, sevdalılar.
Ferhat-Şirin, Leyla Mecnunlar,
Tüm bunlar hala var, gırla
Kaçı gerçek ya? Hiçi...

Şairlerimiz vardı, ozanlarımız, aşıklarımız.
Her yer ozan doldu,
Metrekare başına kaç ozan var sanırsınız?
Bence hiç!

Gururumuz vardı bizim, tükenmez dediğimiz?
Şimdi gurursuz yok buralarda?
Peki ya bu şerefsizlikleri kim yapıyor dersiniz?
Küfürleri kim hak ediyor, kimler yiyiyor?
Herkes tok olduğuna göre, biz zenginleştik...

Toprağımız vardı bizim, karış karış...
Kaybettik biz onu.
Bir avuçta yaşıyoruz,
Şimdi birlik bile olamadan,
Parmak aralarından kumlar döküyoruz...

Şeriatımız vardı bizim, namı arşa ulaşan,
Padişahımız vardı bizim, dinimiz!
Elhamdülillah müslümanız,
Kaçımız müslüman, kaçımız dinsiz?
Ölümüne ateistiz...

Araştırmalarımız vardı bizim, meraklıydık.
Dedikodularımız var şimdi,
Sosyaliz biz, sosyal medyayız hepimiz,
Kulaktan dolma yer olduk,
Hepimizin karnı tok değil mi, bu yalanlara?
Kulaktan kulağa...

Bir Orhan Veli' miz vardı bizim!
Önce ezdik biçtik, şarap ettik,
Suyunu çıkardık içiyoruz,
Hepimiz "İstanbul'u dinliyorum. (ruz)"
Hepimizin gözleri kedi gibi açık.
Ve üstsüz fahişeleri görmeyen yok aramızda...

Solcularımız vardı bizim,
Uğur Mumcu'larımız...
-Türkiye ruhunu kaybetti-
Biz hala anlamadık en değersizimizi, biz hala ruhsuzuz...

Ruhu katacak olanlar,
Yaşatılmıyor...
Akl-i Selim insanlar yetiştirelim ki,
Modern dünyaya ayak uydurabilsinler...

Biz duygularımızı kaybettik,
Birer birer yada bir anda,
Ne fark eder...

Ve biz şimdilerde kendimizi kaybetmişiz...
Görebilir miyiz?
Dinliyoruz gözlerimiz kapalı...
Duygularımızı sömürüyorlar şimdilerde...
Onlar her yerde...
Duygularımızı, duyularımızı sömürüyorlar,
İçmişiz, sarhoşuz...

Altın gibi mirasımız vardı bizim,
Şimdi o mirası bırakanlara bile saygı duymadan,
Onları anlatıyoruz, herkes anlatıyor, herkeste dinliyor!
Herkes Profesör oldu, herkes aptal,
Herkes zengin, herkes fakir!

Yalan olduk biz!
Biz var mıyız?
Biz kimiz?

27/11/2012
MARSLI
Cehalete karşı koymak, cahile öğretmektir, onu öğretmen tayin etmek değil! Tereciye tere satan bol, ders verme zamanı geçmek üzere, Tereciler iş başına!

2
Kurgu İskelesi / Şapka
« : 18 Kasım 2012, 18:28:54 »


ŞAPKA

Şapka sitemkardı bu kadar hor görülmesinden. Şapka sessizdi, çoğu zaman… Şapka sakindi, tıpkı kediler gibi. Ve onlar şapkayı anlamıyorlardı. Ve onlar şapkayı tanımıyorlardı, bilmiyorlardı. Ve onlar mahkumlardı şapkanın kinine…
Şapkanın babası ölmüştü yıllar önce. Onu tasarlayan onu diken, biçen adam ölmüştü. Şimdi babasının en sevmediği insanların elinde dolanıyordu canlı şapka. Onlar bilmiyorlardı babanın gazabını, bilmiyorlardı bu basit gördükleri şapkayı… Baba öldüğü gün canlanmıştı şapka. Ve bunu birkaç insan biliyordu… Güneş doğmak üzere… Katiller savulun Şapka’nın intikamı başlamak üzere…

Babanın yeğeni, şapkanın kuzeni yangından bu yana her gün olduğu gibi günün ilk ışıklarıyla uyandı. Komidinin üzerindeki şapkayı aldı. Kitapları hazır çantasında, dolapta bir şeyler vardı yolda atıştırmak için. Sabahın serinliğinde yürümesi güzel oluyordu. Bir saat yolculuk onu sıkmıyor, aksine hoşuna gidiyordu. Kulağında güzel şarkılar olduğu sürece sonsuza kadar yürüyebilirdi. Dolaptan malzemeleri çıkartıp hızlıca bir sandviç hazırladı. Evden çıkmak üzereyken çalan alarmlı radyosunu kapattı. Okula doğru yol aldı. Okula doğru giderken daha önce geçmediği bir ara sokaktan geçmek istediği bir sokaktan geçmek istedi, gezmiş olmak için. Sokağın ortalarına gelmişti ki; pişman olmuştu bu yola girdiğinden. Çok kötü kokuyordu, yerler çöple doluydu. Bir kuytudan iki adam fırladı karşısına birden. Birinin elinde sopa diğerinde koca bir kama.
“Para ver lan bize!” Korkudan geri döndü ve kaçmaya başladı. Hızlı koştuğu için arayı açabileceğini umuyordu. Ama yerdeki çöplerden birine bastı ve…
“Kimden kaçıyorsun lan!” Adamlardan biri ceplerini yokladı, cebindeki üç beş kuruş parayı aldı. Diğeri ellerine basıyordu. Ceplerini yoklayan işini bitirdiğinde, sırtına sopa ile sert bir darbe yedi.
“Şapkan ne kadar güzelmiş.” Dedi ve şapkasını aldı, ayaklarına basan adam.
“O şapka dedemden yadigar, takmanı hiç tavsiye etmem.” Dedi çocuk.
“Öyle mi, takarsam ne olacak?” Üstüne üstüne geliyordu adam. Sırtüstü yerde sürünerek geri geri gidiyordu. Adam uyarının farkında değildi, kabadayılık lafı sanmıştı.
“O şapka can-ca-canlı!” Diye Bağırdı. Ayağına bir tekme yedi. Adamlar geri döndü, kahkahalar atarak uzaklaştılar. Çocuk bitaptı, ayağa kalkmaya çalışırken o da gülmeye başladı.
“Nasılsa zararlı olan siz olacaksınız…”

Kapkaççılar gece yarısı uyumak için yataklarındaydılar. Kafasında şapka olan diğerine:
“Ha! Çocuk şapkanın canlı olduğunu söylemişti, ben şu şapka ile beraber uyuyayım lan. Hiç canlı bir şapka ile uyumamıştım!” Şapkayı gözlerini kapatacak şekilde geçirdi kafasına ve uykuya dalmadan önce homurdanarak konuşmaya devam ettiler.
Gece iki saatlerinde şapka havalanmaya başladı. Tavanla arasında az bir mesafe kala durdu ve havada asılı kaldı. Pencereden içeriye beyaz dumanlar süzüldü. Şapka nefes çekiyordu… Sertçe adamın kafasına indi şapka. Adam gözlerini açtı. Korkarak bağırdı.
Çıkan gürültüden diğer adam uyandı. Şapkalı olan umursamaz bir şekilde, diğer odaya yöneldi. Güvenlikleri için sakladıkları bir tabanca vardı çekmecede. Çekmeceyi açtı ve silahı aldı. Silahın içinde birkaç mermi olmalıydı. Mermiyi namluya aldı. Hızlıca diğer odaya yöneldi. Diğer adam tekrar uykuya dalmak üzereydi ki; elinde silahla giren diğerine bakakaldı. Şaşkınlıkla:
“No-Noldu?” Şapkalı olan karşılık vermedi. Silahı ona yöneltti. Arkadaşının çığlıklarını umursamıyordu. Biraz bekledi ve ateş etti. Adam ölürken şaşkınlık içindeydi. Arkadaşı ateş ederken yüzünde nefret, kızgınlık, sevinç gibi hiçbir ifade yoktu. Buz gibi bakışları vardı. Kafasında hala o şapka… O an anlamıştı, ölürken… Çocuk gerçekten doğru söylemişti. Şapka’nın rengi parlaklaşmıştı. Şapka gülüyordu. Adam işini bitirir bitirmez evden çıktı. Evleri barların arka kapılarının açıldığı bir sokaktaydı. Varoş sokakta ilerledi bir süre soğuk adımlarıyla. Sonra karşısına bir kadını pataklayan, ona tecavüz etmeye çalışan bir adam çıktı. Sarı saçlı kadın çırpınıyordu, ayyaş adam ise kuduruyordu… Şapkalı tereddütsüz silahını kaldırdı. Birkaç saniye sonra adamın kafasına bir el ateş etti. Tam o anda arkasında polisler bağırarak geliyorlardı. Geriye döndü tam ateş edecekti ki, polis üstüne atladı. Adamı polis merkezine götürdüler. Ceplerindeki eşyalarla beraber kafasındaki şapkayı da aldılar.
“Hayır ben yapmadım, ben işlemedim o cinayetleri. O silahı ben ateşlemedim. Her şeyi o yaptı.” O dakikaya kadar sessizce hiçbir şeye itiraz etmeyen adam yalvarıyordu. Ağlayarak sızlanmaya başlamıştı bir anda. Gece nöbetindeki polislerden biri gülerek sordu.
“O sensin be adam gözümüzün önünde vurdun adamı, ev arkadaşında ölü. Sen sen değil misin?”
“Her şeyi o şapka yaptı. İnanmayacaksınız ama bu doğru, o şapka canlı!”
Odadaki polislerle birlikte nezaretteki fahişlerde kahkahalar atmaya başladı. Dakikalarca kahkahalar yankılandı polis merkezinin alt katında. Dakikalar sonra fahişeler uyumaya başladı. Adam korkudan uyuyamıyordu, Şapka’nın onu kontrol etmiş olmasına inanamıyordu. Polis sırf onun gönlü olsun diye masasının üstüne bırakmıştı Şapka’yı. Koridorda iki polis vardı. Masadaki uyuklamaya başlamıştı. Sabah olmak üzereydi. Ama henüz aydınlanmaya başlayan gün polis merkezinin alt katına ulaşmamıştı. Ayakta olan polis kahve almaya çıkıyordu dışarı. Adam korkudan ölmek üzereydi, Şapka havalanıyordu. Adamın dili tutuldu, sesi çıkmıyordu. Olduğu yerde sinmiş kalmıştı. Sonra beyaz bir duman geldi merdivenlerden koridora… Şapkanın rengi parlaklaştı. Yüzeyinde bir çift kırmızı göz ve belli belirsiz şeytani bir gülüş belirdi. Şapka birden parmaklıklara doğru ilerledi, aynı hızla adamı çekiyordu. Adam parmaklıkları tutuyordu, sanki ruhu çekiliyordu. Ölüyordu…
Kahve almaya çıkan polis geri döndü kafasını parmaklıklara çevirdiği anda ölü adamı gördü. Hemen diğerini uyandırdı.
“Kalk lan kalk, ölmüş lan bu.”


Çoçuk alarmla birlikte uyandı uykusundan. Komidinin üzerindeydi şapka. Ters dönüktü, içi para doluydu. Bir kez daha o sokaktan geçmeyecekti.Çocuk okula gitmek için hazırlanmaya başladı…

SON

4
Duyurular / Dergi Birlik
« : 20 Kasım 2011, 02:45:15 »
İlk sayısını Ocak 2012'de çıkaracak olan Birlik Aylık Kültür Sanat ve Edebiyat e-Dergisinin ilk sayısında "Türkçe" dosya konulu deneme ve makaleler yer alacaktır. Yazılar, tarzına uygun özellikleri barındırmalı ve gönderilecek yazıların, en azından basılı bir dergide yer alabilecek kadar uzun ve nitelikli olmasına dikkat edilmelidir. Bunun yanında çalışmalar daha önce başka bir oluşumda yayımlanmamış olursa bu bizim için ayrıca onur verici bir durum olacaktır.
Dosya çalışmalarının dışında dergiye öykü, şiir, serbest konulu deneme ve makaleler ve her türlü edebi yazının yanında çeşitli sanatsal eserler de gönderilebilecektir. Önceki sayılarda duyuracağımız daha sonraki sayının dosya konusuyla ilgili çizimler de gönderirseniz bunlardan birini o ayki sayının kapağı olarak kullanacağızdır. Bu çizimlerin, her ay görsel bi karmaşa yaratmaması için siyah beyaz olmasını rica ediyoruz.
Çalışmalarınızı, 16 Aralık 2011 tarihine kadar editor.dergibirlik@gmail.com adresine word dosyası olarak göndermenizi bekliyoruz.

Ayrıca sosyal paylaşım alanları twitter ve facebook'ta da dergi sayfalarını takip edebilirsiniz:
facebook.com/dergibirlik
twitter.com/dergibirlik

Teşekkürler.
Dergi Birlik ekibi.

5
Şişedeki Mısralar / Resimli Şiirler(im)
« : 04 Eylül 2011, 23:49:15 »
Benim ve dostlarımın şiirlerine yaptığım resimlendirmelerim.

6
Şişedeki Mısralar / BN CN/MARSLI ŞİİRLER
« : 04 Eylül 2011, 23:36:19 »
Şiirlerim...

7
Kurgu İskelesi / HIRSIZz...
« : 04 Eylül 2011, 23:10:15 »
HIRSIZz…
 
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yaşıyoruz bedava
ORHAN VELİ KANIK
 
SABAH
            Şehrin dağlara çıkan ucuna yakın bir parkta uyumuştu akşam, Onlardan kaçmıştı. Onlar uyandırmadan tatlı bir uyku çekecekti işte. Onlar dayak atıyorlardı İsimsize… Hırsızlıklar yaptırıyorlardı, dilendiriyorlardı. O kadar para geçiyordu eline ama hep onlar alıyorlardı. Buralardan kaçmak istiyordu. Birkaç kez denemişti, ama yakalanmış ve karşılığında ağzı, burnu dağılmıştı. Bu gün gerçekten kaçtığını hissetmişti. İlk kez uykusundan geç bir saatte, kendi kendine uyanmıştı. Güneşin sıcaklığı onu uyandırmıştı. Sabahın dokuzunda mis gibi kokan parkta uyanmıştı. İçinde bir hüzün vardı. Ama neye hüzünlendiğini bilemiyordu. Şeytanı düşündü İsimsiz. Onlar Şeytan’a tapıyorlardı. İsimsiz de için için seviyordu Şeytan’ı… Ona tapınmıyordu belki ama Şeytan ona yakındı işte. Sanki hep yardım ediyordu İsimsiz’e…
            Güneş içini ısıtıyordu. Çorabı aklına geldi. Onların bir hafta önce verdikleri, en yeni çorabı. Kim bilir hangi çöplükten bulmuşlardı? Arada bir acırlardı İsimsiz’e… Ayakları sıcaktı bir haftadır. Çorabının alt kısmında birkaç gündür sakladığı bir miktar para vardı. Aklına geldi. Sağ ayağını çıkardı ayakkabısından ve ayağındaki çorabı. Ayakkabıları uçlarındaki taban uzantıları yapışkanından çıkmış bir çift siyah eski kunduralar… Kundura sevmezdi İsimsiz. Hayat bu işte her zaman istediklerin olmuyor. İsimsizin istedikleri ise nadiren olurdu. O yetinmeyi öğrenmişti.
             Parkta keşfettiği yarı uyanıklık hali çok hoşuna gitmişti. Pek çok düşüncelere dalmıştı, çorabından çıkardığı paraya bakarken. Açlık geldi aklına sonra… Açlık onun için pek önemli bir duyu değildi. Açlığını duyumsamazlıktan gelirdi hep. Şimdi ise açlık farklı bir duyu olmuştu. Özgür gibi hissediyordu kendini. Parası da vardı. Şimdi karnını doyurmalıydı. Oturduğu bankta etrafını süzmeye başladı. Arka tarafına baktığında bir simit fırını gördü. Güzel ve temiz bir yerdi. Böyle pis elbiselerle içeri girmek ne kadar abes ise şu an açlığını giderme hissi de o kadar abes geliyordu. En sonunda dayanamadı, hislerine yenik düştü. Simitçiye doğru adım atmaya başladı. Bir şeyler değişiyordu bugün, ama neler? Bunu henüz çözebilmiş değildi. Bugün hiç olmadığı kadar pozitifdi…
 
“İki simit verebilir misiniz?”
Adam fırından yeni çıkardığı sıcak simitlerden iki tanesini kesekağıdına koydu. İsimsiz parayı uzattı, on lira. Adam elini cebine attı. Para destesini karıştırmaya başladı. Destenin ortalarından iki yüzlük bir banknot çıkardı adam. İki yüzlük banknotu uzattı…
“Paramın üzeri bu kadar fazla değil.” dedi İsimsiz.
“Az bile…” dedi adam neredeyse kısık sesle. İsimsiz bakakaldı adamın yüzüne. Adamdan bir şey dilenmemişti. Mavi gözleri vardı adamın, sıska vücudu terliyordu. Beyaz bir önlüğü vardı. Birkaç hamur lekesinden başka iz yoktu. Adamın paraları cebine koyuşunu izledi. Bir kapı vardı adamın arkasında. Adam kapıdan içeri girerken tekrar konuştu.
“Lütfen oradan kendine sıcak bir çay kat.”
            Şaşkındı, hiç böyle iyimser insanlarla birlikte yaşamamıştı. Dilenirken bile ters bakardı insanlar ona. Çok nadiren iyimser davranırlardı, o da saniyeler sürerdi hep. Çay makinesine yöneldi. Pet bardaklar vardı yanında. Bir tane aldı, çayını doldurdu, üç şeker kattı, plastik karıştırıcılardan aldı. Adam tekrar göründü. Elinde beyaz bir gömlek vardı.
“Otur hadi, kahvaltını yap.”
            İsimsiz emir alır gibiydi. Adamın nazik konuşmasına itaat ediyordu. En yakınındaki masanın dört tarafında bulunan taburelerden birine oturdu. Simit ve çayı masaya bıraktı. Çayını karıştırdı yavaşça. Adam geldi karşısına oturdu. O simidini ısırırken adam bakıyordu. Sıcak çaydan yudumladı.
“Lütfen bunu da kabul et. Bir pantolon ve ayakkabı bulamadım. Bu gömlek senin olsun.”
            O sırada simitçiden içeri bir müşteri girdi. Adam müşteri ile ilgilendi. Sonrasında bir çift geldi masalardan birine oturdu. Adam onlarla da ilgilendi. İki simidi de yemişti. Çayı bitmişti. Adam tekrar geldi.
“Her şey için çok teşekkür ederim ama ben gitmeliyim.”
“Allah yardımcın olsun.”
“Bu iyiliğinizi unutmayacağım.”
            Adamın yüzüne gülümseme yerleşti. Tekrar parka doğru yöneldi. Ama parka varmadan içinden bir his köşeyi dönmesini söyledi. Döndü…
 
ARAMA
 
            İsimsiz köşeyi döndüğünde Üç serseri bir alt sokaktan dönmüşlerdi. Uzun boylu olanı sızlanıyordu. Daha kısa boylu olan diğer ikisi ise somurtkan yüz ifadeleri ile ilerliyorlardı. Sokaktaki tek açık dükkân simitçiye girdiler. Hepsi siyah giyimliydi. Siyah deri montu olan sordu soruyu. İki kaşını yukarı kaldırarak.
“Buralarda üstü başı yırtık esmer sıska birini gördün mü?”
            Serserinin sert üslubu fırıncının yüzündeki gülümsemeyi aldı. Fırıncı iki elini önlüğünün cebine attı. Fırıncının içindeki ses suskun kalmasını söylüyordu. Serseriler onun hakkında hiç iyi düşüncelere sahip değillerdi anlaşılan.
“Hayır.” Dedi fırıncı kafasını sallayarak.Serseri de kafasını salladı. Uzun olan kolundan tuttu, liderliğini benimsetmiş kısaya. Kısa kolunu kurtardıktan sonra, burnunu çekercesine üst dudağını ve burnunu oynattı.
“Tamam o zaman, gidelim hadi.”
            Önce liderleri sonra diğer ikisi döndü.Dışarı çıktılar tekrar. Liderleri yola devam edecekken, uzun olan tekrar kolundan tuttu.
“Anlamıyor musun burada değil.”
“Peki nerede, neden bulamıyoruz?” Cevap verdi diğer kısa:
“Dün akşam Şeytan’ı kızdırmış olmalıyız…”
“Nasıl?”
“Baksana onu bulamıyoruz.”
“Nasılsa bulacağız.”
“Daha önce böyle zorlanmış mıydık?”
“Bu sefer de zor olmayacak.”
“Dostum anlasana Şeytan’ı kızdırdık, o bize verdiği mücevheri geri aldı.”
“Ahh!”

 
DUA
 
            Nereye gittiğini bilmeden ilerledi saatlerce. Kuytu bir köşede yırtık tişörtü çıkardı ve fırıncının verdiği gömleği giydi. Boş bir inşaat gördü. On onbeş katlı binanın en tepesine çıktı. Güneşte kalmak istiyordu bu gün. Bir alt katta bulduğu yorgan eskisini serdi yere sonra uzandı saatlerce baktı güneşe. Güneş tenini ısıttıkça derin düşüncelere daldı. Geçmişinin acı izleri onun düşüncelerini boğmaktaydı. Düşüncelerini duraklattı ve dua etmek istedi.
“Artık onlardan kurtulduysam, bana güç ver, şans ver, yol ver. Ve bir gün onlardan intikam alma şansı ver. Bana bir isim ver!”
            Onların bile isimleri vardı. ‘Demir, Sarp ve Fehim’ Bağırarak duasını sona erdirdi.
“Bu şehirden kaçmama izin ver!”
 
GÜÇ
 
            Özgürlük şimdi damarlarında dolanıyordu sanki. Terk edilmiş inşaatın tepesinde güneşin sıcağında daldığı kısa uykusundan uyanmıştı. Artık Onlar’ dan kurtulduğunu hissedebiliyordu. Onca zamanın yorgunluğu üzerinde tepinmesine rağmen, özgürlük hissi ona hayatı boyunca sahip olmadığı miktarda enerji bahşetmişti. Yine de üşengeç davranıyordu. Üşengeçlik te özgürlüğün hediyesi idi. Onlar bir şeylere koştururlardı İsimsiz’ i… Üşengeçlikle betonun bittiği noktaya emeklercesine vücudunu taşıdı. İnşaattan aşağıya baktı. Kısa boylu güzel bir kız gördü. Yüreği küt küt atıyordu, damarlarındaki kan ateşlendi. Beş kat aşağıda yolda ilerleyen kızın güzelliğini kuşbakışı görmesi bile onu fena etkilemişti. “Hahh!” sesini engelleyemedi: Kız bir anda kafasını yukarıya çevirince. Hemen kafasını geri çekti. Yorganına döndü, güneşe baktı korkuyla…
            Dakikalar geçti aradan alt kattan ayak sesleri geliyordu. İsimsiz Onlar’ın geldiğini düşünerek merdivenin üstündeki yokuş yapının arka tarafındaki ufak açıklığa saklandı. Ayak sesleri netleşti. İsimsiz nefesini tuttu…
            Ona bakıyordu kız, eliyle koymuş gibi bulmuştu ve şimdi yüzüne bakıyordu tatlı gülümsemesiyle. Kalbi deli gibi atıyordu. Esmer teni kumral denecek seviyeye ulaşmıştı. Kıkırtılı kahkahası ile İsimsize zararsız olduğunu göstermek için elini uzattı kız. İsimsiz’in teni kızıla çalıyordu şimdi. Utana sıkıla narin pamuksu elden tuttu…
            İçine bir şeyler akıyordu sanki. Kızın elinden bedenine akan bir şeyler vardı. Enerji akıyordu sanki. Ayağa kalktığı saniyeler saate dönüşmüştü. Kız elini bıraktığında içinde bulunan güce öyle güveniyordu ki; inşaattan atlasa aşağıya, bir şey olmamış gibi ilerleyeceğinden emindi. Karşısındakinin konuşmaya hala cesaret bulamadığını gören kız konuştu:
“Ne yapıyorsun burada?” İsimsiz cevap vermedi. Bir süre sonra kız tekrar konuştu.
“Merhaba ben Eyşan.”
“Ben ben adımı bilmiyorum.”
“Peki burada ne yapıyorsun?”
“Bilmiyorum?” Kız gülümsedi.
Kız evine götürdü İsimsiz’ i. Ona bir kahve yaptı. Duş almasını sağladı, Üzerine temiz elbiseler ayarladı. Bir süre sonra rahatlayan İsimsiz. Kızın ısrarları üzerine hikayesini anlatmaya başladı.
            Hikaye bittiğinde ikisi de fark etmeden el ele tutuşmuşlardı. Kız tek elini bıraktı ayağa kalktı. Yatak odasına götürdü onu. Elleri ile soydu onu. Onun da kendisini soymasını sağladı. Yatağa bıraktı onu. İsimsiz ne yaptığının farkında değildi. Kendini bırakmıştı, kısa boylu sarışın kıza. Kızın yüzü beyazdı onun zıttına. İki zıt kutup olmuşlardı, birbirini çeken. İsimsizin aklından gitmişti her şey sadece kıza bakıyor, onu düşünüyordu. Kızın ona her dokunuşu, okşayışı, teninin en hassas yerlerini ıslatışı, o güne kadar gizlenerek yaptığı mastürbasyonların hepsinden daha fazla haz veriyordu. Kalbi çılgına dönmüştü, damarları bedeninde bir görünüyor, bir gizleniyordu. Erkekliği hiç olmadığı kadar sertleşmişti. Bunu fark eden kız sert uzvu ıslattı, onu boşalttı. Sonra tekrar aynı kıvama gelmesi için tekrar bedeninde dolandı. Göğüslerine dokunmasını sağladı…
            Gece çok uzun olmuştu ikisi içinde. Uyku onları öğlene doğru terk etti. İlk önce kız uyandı. Erkeğini göremedi. Kendisinin bile zor duyduğu yalvarma tonlu bir sesle “Nerdesin?” dedi. İsimsiz uyandı uykusundan, yorganı attı üzerinden yarı ayık bir şekilde. Kıza baktı, sonra o güzel yüzden öptü. Kız olduğu yerde kaldı. Kısık sesle soru sormayan bir tonlama ile “Sen görünmezsin.” Dedi. İsimsiz bunun farkına varmamıştı henüz. Kızın yüzünde şaşkınlık ifadesinden fazla sinsice bir gülümseme vardı.
“Sen ne dedin, anlayamadım.”
“Seni göremiyorum, bedenini göremiyorum!” Şifonyer aynasını işaret etti ona. Aynaya bakakalan İsimsiz:
“Ben gözük-mü-yo-rum…”
 
KEŞİF
            Şaşkınlık içindeydi İsimsiz! Görünmez olmak derin düşünceler kazandırmıştı ona bir anda. İçinde koca bir intikam ateşi yanıyordu.  Demir, Sarp ve Fehim için işkence hayalleri kurmaya başlamıştı, daha şimdiden. İçinde aşırı derece enerji birikmişti. Ve bu enerji Eyşan’ la birlikte olduğu süre boyunca artıyordu. Duşa girdi, duşta görünmezlikten kurtulmak istedi bir an. O andan itibaren görünür olmuştu.
“Eyşaaaan!”
“Efendim?”
“Artık görünüyorum.”
“Şimdi görünmezlik dile.”
“Nasıl?” dedi çıplak bedeninin merkez noktasını elleri ile kapatırken. Gece birlikte olduğu halde utanıyordu kızdan.
“Sen sadece düşün.” İsimsiz görünmezliği hayal etti yeniden. Görünmezdi artık! Bunun tadını çıkardı, bedenini gizlemekten vazgeçti. Eyşan:
“Ben görüyorum.”
“Nasıl?”
“Öğreneceğin çok şey var.” Dedi Eyşan, ardından kapıyı kapatıp çıktı banyodan.
            Aklındaki düşünceler karmaşık bir sarmaşık olsaydı göğe rahatlıkla ulaşırdı. Özgürlüğün verdiği duygular, sonrasında enerji, görünmezlik ve Eyşan’ ın gizemli sözleri. Düşünceleri artık çok karmaşık bir hal almıştı. Karmaşık düşünceler eşliğinde suyun altında dakikalar geçirdi. Sonra görünür hale geldi. Mutfaktan gelen yumurta kokusunu takip etti. Mutfakta çok güzel bir kahvaltı masası vardı. Eyşan yanına geldi, dudağına öpücük kondurdu. Sonra masaya iki kupa koydu, çayları doldurdu. İsimsiz üzerine bir şeyler giyinmeyi düşündü. Eyşan ise düşünceleri okumuşçasına yanına geldi. Bornozun kumaş kemerini arkasından yakaladı. Yüzünü çevirdi erkeğinin. Şehvetli öpüşme sunarken erkeğine, bornozun kemerini bağladı. Kafasını tavana kaldırdı Eyşan. İsimsiz geri adım attı. Masayı gösterdi, o da masaya oturdu.
            Kahvaltı yaparken kız anlatıyordu hikayesini. Annesi ölmüştü, babasından yediği dayaklardan kurtulup kaçıp bu şehre gelmişti. Hırsızlık yaparak, bedenini satarak birkaç yıl yaşamıştı. Bir gün yaşlı bir adam onunla birlikte olmak istemişti…
ÖLÜM
“Tarifen nasıl güzel bayan?” Seninle yatmam gibisinden bir cümle kuracaktı. Adam düşüncelerini okumuş gibi hemen cevabı verdi.
“Emin ol memnun kalacaksın. Ölüm vakti gelmiş bu kahini reddetme lütfen. Hem çok karlı çıkacaksın.” Ne karı, diye sormayı planladığı o saniyede cevabını aldı yine.
“Nasıl bir kar? Dur bir saniye bunu sana açıklamak zor değil.” Kızın kafasında yoğun düşünceler vardı. ‘Seninle yatmak istemiyorum be adam!’ diye düşündü.        Bu düşüncesi adamın ağzından kelimelere döküldü. Şaşırdı kız buna.
“Hadi başka bir şey düşün ve bende sana anlatayım düşündüklerini.” Bunu denemek istedi kız. Kendisini konuşturmayan bu yaşlı ilgisini çekmişti bir anda. Yaşadığı pislik hayattan kurtulmak, yalnız başına bir evde yaşamak istiyordu.
“Yaşadığın hayattan kurtulacaksın, evim senin olacak. Üstüne gücüm de senin olacak” Adamın düşüncelerini okuduğunu algılamıştı aslında.Ama senin gücün ne ki demek gelmişti içinden. Tam ağzını açtığı sıra…
“Düşünce okumaktan öte.” Kız konuşmama izin verecek misin diye konuşmaya niyetlendi. Adam bu sefer izin verdi, gülümsedi.
“Konuşmama izin verecek misin?”
“Daha fazla hürriyetine dokunmayacağım.”
“Sen kimsin?”
“Bunlar burada sokak ortasında anlatılmaz.”
“Evin nerede?”
“Yakında.”
“Peki hadi gidelim.”

            Adam sekse başlamadan önce anlatmıştı her şeyi. Sonra sabaha kadar birlikte olmuşlardı. Kız daha önce hiçbir birlikteliğinden böyle zevk almamıştı, ilkinden bile. Kızın içinde enerji birikmişti. Kız koşmak yüzmek enerji harcamak istiyordu. Adam ise ölmek üzereydi. Kızın yüzü adamın halini fark edince değişti.
“Adın Eyşan, gücün kâhinlik, rahibin belki Şeytan ve bunları asla kimseye anlatma.”
“Hey biraz daha kalmalısın!”
“Şeytana asla güvenme, asla gücendirme. Ben güvendim bak sonuç.”
“Lütfen gitme!”
“Gençliğinle kalasın, ben gidiyorum. Şu yaşlıyı reddetmediğin için teşekkürler Eyşan; Şeytan’ın platonik aşkı.
“Heeeeeeeey!”
“Rabbim beni affet!”
Kız ağladı saatlerce…
 
İSİM
            Cümleleri bittiğinde mutfaktan çıktı Eyşan. Yatak odasına gitti. Kahin’den yadigar güçleri ve elbiseleri kalmıştı. Ancak bu gün işe yararlardı herhalde. ‘Kahin bana alınma bunları sevdiğim insana vereceğim.’ Diye söylendi içinden. Siyah keten pantolon, siyah çorapları ve siyah kazağı çıkardı sakladığı yerden. Gözlerinden bir çift yaş damladı halıya. Gözlerini sildi Eyşan. Sonra odadan çıkıp mutfağa yöneldi. Erkeği bıraktığı yerdeydi işte.
            Eyşan mutfağa girdiğinde sandalyesinden kalktı İsimsiz. Karşısındaki güzelliğe bakmaktan hiç usanmayacak olduğu kadar; bakmaktan utanıyordu. Cesaret eksiği vardı onun. Eyşan kendi elleri ile bağladığı kemeri çözdü. Elbiseleri ona uzattı.
“Yaşlı bir kahinden bana kalan iki hatıradan biri bunlar, artık senindir.”
“Teşekkür ederim.”
“Hadi giy bunları.”
            Sıra ona gelmiş gibi mutfaktan çıktı ve elbiseleri giydi. Elinde ona verecek hediye yoktu. Bunu aklının bir köşesine not etti. Ona bir hediye vermeliydi. İlk fırsat… Mutfağa tekrar girdiğinde Eyşan gülümseyerek başladı konuşmasına.
“Adın Asur, gücün bildiğimden fazlası, rahibin kesinlikle Şeytan değil. O senin rakibin, ona dikkat et seni ele geçirmesin.”
“Bizim gibi daha kaç tane var bu dünyada? Bütün bunlar ne demek?”
“Öğreneceğin çok şey var.” Dedi Eyşan sesini fısıltı tonuna getirerek.

 
SONRA
 
            Bir yıl geçmişti aradan. Onlardan kurtulmuş, özgürlüğüne kavuşmuş, Eyşan’ la tanışmış ve isimlenmişti Asur. Tüm bunların üzerinden bir yıl geçmişti. Eyşan bu bir yılda ona hem güçlerini nasıl kullanacağını hem de hayatı öğretmişti. Önceki akşam Eyşan’ la dolaşıyorlardı bu sokaklarda. Mağazanın vitrininde gördüğü ayakkabıları çok beğenmişti. Cebinde parası vardı. Ama eski günlerini düşündüğü dakikalarda geçmişti mağazanın önünden. Şeytan ele geçiriyordu yavaş yavaş onu. İçindeki Şeytan hırsızlık yapmasını söyledi. Asur bir saat boyunca mağazanın kapanmasını bekledi. Mağaza kapanırken görünmezliğe bürünüp, onlar kapıyı kapatmadan içeri girdi. İnsanların gitmesini bekledi. Eyşan’ ın ayakkabı numarasını hatırlamaya çalıştı. Hatırladı ve aldı. Çıkarken elemanların arka kapının anahtarını astıklarını görmüştü. Anahtarı aldı ve arka kapıdan dışarı çıktı. Eve giderken üç serseri geldi aklına, ona eziyet eden Demir, Sarp, Fehim… İçindeki intikam duygusu hiç sönmemişti. Şimdi köpürüyordu. Onları bulmalıydı, işkenceli bir ölüm sunmalıydı onlara. İntikam ateşiyle yanıyordu. Eve gidene kadar sürekli onların eziyetlerini düşündü.
            Eve vardığında cebinde anahtar olmasına rağmen zili çaldı. Ayakkabıları iki eli arkada tutarak sakladı. Yolda düşündüklerinin hepsi susmuştu. ‘Eyşan’ diye bağırıyordu beyni. Eyşan kapıyı açtı.
“Geldin demek?”
“Sana bir hediye borcum vardı.”
“Anlamadım?”
            Ellerini ve onlarla beraber ayakkabıları öne getirdi. Eyşan önce gülümsedi, sonra ona sarıldı. Birkaç saniyeyi; birkaç dakika gibi yaşamıştı Asur. Sarışın kızı izlemek, ona dokunabilmek her şeyden daha değerliydi onun için.
“Çok teşekkür ederim.” Dedi ayakkabıları alarak, genç kızlar gibi sevinmişti. Hediyenin kendisi değil, hediyeyi veren ve yaptığı jest çok daha önemliydi. Erkeğini öptü dakikalarca. Asur konuştu sonra:
“İçeri geçelim hadi.” Salona geçtiler, kanepelere oturdular.
“Yardımına ihtiyacım var Eyşan.”
“Ne konuda?”
“Onları bulmalıyım, intikamımı almalıyım.”
“Bana bir gece ver”

 
İNTİKAM
 
            Gece boyu aradı onları Eyşan ve sonunda sanayide bir tamirhanede buldu kokularını. “Sanayide bir tamirci işletiyorlar.” Söyledi Asur’a. İçi intikam ateşi ile yanan Asur acele ile toparlandı. Kapıdan dışarı çıkarken Eyşan geldi yanına. Eyşan erkeğinin gözlerine baktı. Gözbebekleri irileşmiş ve kapkara olmuştu. Etrafı koyu kızıl olmuştu. Gözlerindeki beyaz kısım kan toplamıştı. Şeytanın onun içinde olduğunu gören Eyşan, erkeği ile gitmek istedi. Asur reddetse de Eyşan onunla beraber çıktı. Binanın çatısına çıktılar. Çatıdan çatıya atladılar. Yüksek katlı binalar tükendiğinde yola indiler. Bir insanın koşarak ulaşamayacağı hızla ilerlediler. Kısa sürede vardılar ulaşmak istedikleri yere. Daha tamirci dükkânı açılmamıştı. Dükkânın kapısını gören az ilerdeki bir bankta beklemeye başladılar. Bir süre sonra geldi üçlü. Dükkânı açmalarını beklediler. Dükkânı açtıklarında banktan kalktılar.
            Kapıdan içeri girerken Asur, Eyşan birkaç metre geride kaldı. Asur üç serseriye baktı. Sarp çetenin lideri kilo almıştı belki ama pis yüzü değişmemişti. Hala sivilcelerle kaplıydı. Demir daha temiz yüzlüydü ama Sarp’ arta kalır yanı yoktu serserilikte. Fehim; diğer ikisinden daha uzun, egosal tatmin sorunu yaşayan bir tipti. Asur’u gördüklerinde ilk Sarp konuştu.
“Sonunda geldin ha!” dedi sesini yükselterek.
“Evet, sonunda geldim!” Ses derinlerden geliyordu, ses Asur’a ait değildi. Ses yüksek tavanlı yapıda yankı yaptı. Demir Sarp ve Fehim irkildiler. Dizleri üzerine çöktüler. Üçü bir ağızdan:
“Efendimiz” dediler.
“Şimdi ihanetinizin bedelini ödeyeceksiniz.” Sarp konuştu:
“Affet bizi.”
            Derinlerden bir kahkaha yükseldi. Üç serseri ağlamaya başladı. Asur’un ruhu yenik düşmüştü Şeytan’a. Eyşan seyirci kalmıştı bütün olanlara. Şeytan’ın ellerinde kızıl kızıl küreler belirdi. Parmaklarını oynattı, küreler alev damlalarına dönüşerek kayboldular. Serserilerin ağlayışları acılı çığlıklara dönüştü. Bulundukları zeminden alevler yükselmeye başladı.
            Onlar ateşler içinde yanarken, Eyşan Asur için acı çekiyordu. Cesaretini topladı. Ona doğru yürüdü. Zıpladı, sırtına tekme attı. Yere düştü Asur, Şeytan. Bir saniyeden daha kısa bir sürede ayağa kalktı. Eyşan haykırdı:
“Asur yenik düşme ona, Şeytan’a yenilme!”
            Asur’un ruhu tekrar uyandı. Şeytan’la savaşmaya başladı. Asur yerde kıvranıyordu şimdi. Acı çekiyordu. Eyşan kollarından yakaladı onu. Üzerine çıktı, onu yere yatıkken sabitledi. Sara nöbeti geçiren bir hastayı tutarcasına… Durdu sonra Asur. Gözleri kapandı. Dudakları aralandı, dudaklarından siyah bir duman yükseldi. Gözleri açıldı. Gözlerinin rengi normale dönmüştü. Asur’un ruhu Şeytan’ı yenmişti.
“Uyan Savaşçı Asur.”
“Yendim mi onu?”
“Evet.”
            Etrafına bakındı Asur. Yanmaya devam eden cesetlere baktı. Hak ettikleri cezayı almışlardı işte. Ona yaptıkları zulümlerin karşılığını.

29/11/2010-10/12/2010
 
ŞEYTANn…
Asur’un bedeninden çıkan Şeytan, onunla yeniden savaşmak için yeni bir beden arayışında… Asur’un ruhu yorgun, yeniden güç kazanmak için zamana ihtiyacı var. Ve yeni kahramanlara…
 
MARSLI

8
Kurgu İskelesi / Atlantis Öykü Serisi
« : 04 Eylül 2011, 23:05:15 »
ATLANTİS 1 BAŞLANGIÇ      

Normal bir şehir olmaktan farksızdı aslında Antalya... Ta ki Bermuda'lılara kadar, cuma gecesine kadar.
Hava kararmış akdeniz yağmuru konuşmaya başlamıştı, yağmur mevsiminde. Sokaklarda yer yer su birikintileri vardı. Kaldırımlar hızlı adımlarla ilerleyen insanlarla doluydu. Yağmur öyle hoş yağıyordu ki insanların işi gücü olmasa şemsiyelerini eve bırakıp yağmur altında yürüyeceklerdi. Nitekim eli boş olanlar çoktan Konyaaltı sahiline inmiş yürümekteydi. Kimileri ise yağmur yürüyüşünü falezlerdeki parklarda yapıyordu...

      Cumartesi 18:30:
      Yeni sanayi:
      Şahin haftalığını almış otobüs bekliyordu. Otobüsü beklerken gök dikkatini çekti. Her taraf kara bulutlarla kaplı iken bir bölge de yıldızlar görünüyordu. Orda bulut yoktu, hava açıktı. Dikkatle oraya baktı, uzun süre...
Sonra siyah ama parlak bir şey düştü. Yakında bir yere düşmüştü. Kararsız kaldı şahin oraya gitmekte. Ama bir cesaret koştu oraya doğru. Yolun arka tarfındaki bir gecekondunun bahçesine düşmüştü.

      Etrafa siyah dumanlar yayılıyor. Ve nedense meraklı türk insanı toplanmıyordu. Etraf sessizleşmişti. Adeta in, cin top atıyordu. Bir tek Şahin canlı gibiydi. Kara bir kutuya benziyordu karaq dumanların arasındaki o şey, sadece dumanlar çıkıyordu. Sonra dumanlar azalmaya, göğe yükselmeye, indiği açıklığı doldurmaya gittiler. Açıklık kapandı. Şahin gözünü tekrar yere indirdiğinde kutunun düştüğü yerde bir şey göremedi. Çöplerle kaplı bir toprak parçası gördü. Etraf sesine kavuşmuştu ayrıca. Aptallayan Şahin otobüs bekleiği yere geri döndü, şaşkın şaşkın.

      Pazar 04:50:
      Meltem:
      Şahin uykuda rüya görüyordu. Denizin altındaydı ve oksijen ihtiyacı duymuyordu. Bir tahtın yanında ayakta duruyordu. Yanında 2 erkek daha vardı ayakta. Tahtın sol yanında 3 kız vardı ve üçüde dünyalar güzeliydi.
---- Penzan 16:50
      Bermuda
      Babam kral Atlantis bir veda konuşması yapacaktı. 185 yaşındaki koca çınar 102 yıllık krallığını bırakacağını ilan etmişti günler önce. Ve bu gün son günüydü. Krallığını bana mı yoksa diğer kardeşlerimden birine mi bırakacaktı hepimiz merak içindeydik. Özellikle saray halkı ve Bermuda krallığı. İnsanların toplanmasını bekliyorduk, babamın konuşmasına başlaması için. Saatler 17:00 olduğunda babam kürsüye çıktı.

" Benim değerli halkım, biliyorum beni çok seviyorsunuz. Ve hepiniz merak ediyorsunuz bu kutsal görevi neden bıraktığımı... Ama bu halkımızın bundan böyle huzurlu yaşayabilmesi için şart. Soyumuz artık su yüzüne çıkmalıdır. Su altı bizleri taşımıyor.
...
Aslında neler dediğimi anlamıyor olabilirsiniz, pek çoğunuz son yıllardaki uğraşlarım hakkında bilgisizsiniz.
Ben size şöyle anlatayım; Büyücülerimle Bermudanın zemininde bir tünel kazdık ve toprağın içinde bir oda yaptık. Sonra yıllar süren denemelerimizden sonra ırkımızı karada yaşayabilmesini sağlayan ikisiri elde ettik. Bu iksirin tek kötü yanı var burada ihtiyacınız olan oksijenin 3 katı oksijene ihtiyaç duyuyorsunuz. Artık benim değerli halkım güneşin altına çıkabilecek. Artık halkım kara yüzeyinde adım atabilecek ve yüzyıllardır hayallerimizi süsleyen toprak kentleri kurabileceğiz.

Ama isteyenlerde Bermuda da kalabilecek deniz yaşamına devam edecek. Seçim sizin değerli halkım. İsteyenleriniz burada kalacak denizlerde, ama bir şartla toprak halkına görünmeyecek. İsteyenleriniz toprak üstüne çıkacak tarihini unutarak...

Seçim sizin değerli halkım. Ben 6 çocuğuma çeşitli görevler verip tüm bermuda büyücülerini yanıma alıp yaptığımız gizli odaya çekileceğim. Orada siz değerli halkımın mutlu ve huzurlu olması için uzaktan yakından yardımlarda bulunacağım. Büyücülerimle hayatımın sonuna kadar daha farklı araştırmalar peşinde koşacağım.

Değerli halkım; bu taht beni sıktı artık. Bermuda tahtımı ortanca oğlum Stehgan'a bırakıyorum. Onun adı artık Stehgan KİNG Yeryüzüne çıkmak isteyenler içinse farklı düşüncelerim var. Diğer 5 çocuğumdan 3'ü Hell-in, Steria ve Squad yeryüzüne çıkmak isteyen halkımın liderleri olaca, yeryüzünün 3 kıtasında. Oğlum Şha-inn yeryüzü şovalyesi, kızım Pixelans denizlerin şovalyesi olacak. Onlar siz değerli halkımın zarar göreceği durumlarda kurtarıcınız olacak"

...

     Pazar 05:00:
     Meltem:
     Uykudan uyandı şahin ve şimdi her şeyi hatırlıyordu. Babası atlantis onu yeryüzü şovalyesi ilan etmişti çağlar önce.
     O kutu asi soyun yeryüzüne iniş kutusuydu ve bu arada bir olurdu. Ve o bir rüya ile görevini hatırlardı. Şimdi Pixelans'a ulaşıp gelenlerin kim olabileceği hakkında istişare etmeliydi. Denize gitmeliydi...

     Pazar 05:30:
     Konyaaltı sahili:
     Deniz buz gibi olmalıydı. Babasından güç diledi soğuğa dayanıklılık için. Etraf sakindi dalgalar sertçe tokatlıyordu kumsalı. Tuzlu suya ayağı ilk değdiğinde Pixelans a çağrılarına başladı Şahin. Su soğuk değildi, hatta ılık bile denebilirdi. Denizin derinlerine indi. Pix çağrılarını duymuş geliyorum demişti. Şahin Akdeniz açıklarında Pixelans'ı beklemekteydi. Bir süre sonra Pixelans geldi.
     "Kardeşim"
     "Seni çok özledim"
     "Bende"
     "Neden beni duymadın Şha"
     "Anlamadım"
     "1 haftadır sana çağrı yapıyorum"
     "Ben bir haftadır rüya görecek uyku uyumuyorum ki Pixe"
     "Neden"
     "Bir kıza aşık oldum" Gülümsedi Pixelans kardeşine
     "Bırak bunları Pixe ciddi olalım"
     "Sana anlatacaklarım var Şha"
     "Ben başlayayım sen devamını getir"
     "Peki kardeşim"
     "Dün bir kara kutu düştü"
     "Burdan firarları 2 gün öncesinde"
     "1 günlük aralıkta ne yapmış olabilirler ki?"
     "Bilmiyorum"
     ...

     Atlantis belirdi, çocuklarının yanında. Ve çocukları bir ağızdan;
     "Çaratlantis"
     "Şha, Pixe!" dedi Atlantis
     Sarıldılar birbirlerine yüzyılların özlemini giderdiler. Sonra atlantis söze başladı.
     "Çocuklarım büyücülerden biri asi çıktı geçenlerde ve dün firar etti. Biz onu infaza niyetlendiğimizde o bir fırsatını bulup kaçtı. Şimdi bildiğim kadarıyla asi soylarla beraber. Ki eğer öyleyse işiniz çok zor olacak"
     "Dün bir kara kutu düştü yeryüzüne" dedi Şahin
     "Asi soylar firar etti ama dünyaya inişleriyle arada bir günlük boşluk var" dedi Pixelans. Atlantis cevap verir gibi:
     "Asi soy büyücü ile o bir günlük arada uzaya kaçtı, büyücü sayesinde uzayda 1 gün kalabildi."
     "Ama bu nasıl olur baba" dedi Pixelans
     "Son araştırmalarımız uzayda yaşamla ilgili idi ve kaçan büyücü Nassa bu konuda aramızda en iyisiydi."
     "Peki nasıl savaşacağız onlara karşı" dedi Şahin
     "Güçlerinizi birleştirerek"
     "Nasıl" dedi iki kardeş bir ağızdan
     "Pixe karaya çıkacak ve şahin ona uygun bir beden bulmalısın"
     "Şu anki hayatımda bir ikizim var; Pınar"
     "Ben gideyim size kolay gelsin, gücüm sizinle olacak, kendinize iyi bakın yavrularım."
     "Baba gitme bize yardım et!" bağırdı, Şahin. Ve son kabarcıklardan sesler geldi:
     "YAŞIM BUNA EL VERMİYOR"
     Atlantis genç ölümsüz iki çocuğuna bedel olarak yaşlılığa teslim olmuştu büyü dünyasında. Hatta bu görüşme bile onu çok yıpratmıştı. Normal bir büyücüyü hiç yıpratmayacak görüşme...

     Pazartesi 23:00:
     Meltem:
     Şahin ikiziyle konuşuyordu telefonda. İkizi Pelin İstanbulda üniversite okuyordu. Tarih bölümünde birinci sınıftaydı.
     "Pelin acele buraya gelmelisin"
     "Ama vizeler var"
     "Vizelerden kat kat önemli şeyler var burada"
     "Ne var?"
     "Gelirsen anlarsın"
     "Söylesene"
     "Sana sadece atlantis diyebilirim"
     "Atlantis nerden çıktı"
     "Boş ver sadece gel",
     "Neden bilmiyorum ama sana güveniyorum, yarın geliyorum"
     "Yarına bırakma ilk uçağa bin"
     "Param kalmadı"
     "Hemen yatırıyorum hesabına"
     "Peki tamam, bana hesap vereceksin gelince"

     Salı 02:00
     Yalım park:
     "Şahin neler oluyor, buraya neden geldik, bir şeyler anlatmıyacak mısın?"
     "Biraz daha sabret"
     "Ya Şahin neye sabredeceğim ha, beni zorla gecenin bir vakti Antalya ya getirdiğine mi, gecenin bir vakti bu soğukta beni buraya getirdiğine mi, yoksa bir şeyler anltmadığına mı sabredeyim?"
     "Lütfen Pınar"
     "Peki biraz daha sabır, sırf kardeşim olduğun için"
     "Şimdi ben denize gireceğim ve sen 1 dakika burada bekleyeceksin." Pınarın ağzındaki kelimeler dökülmeye başladığında Şahin çoktan denize atlamıştı. Pınar falezlerin uçurumuna bir adım kala denize baktı kardeşinin atladığı yere. Ama bir şeyler ters gidiyordu. Kardeşinin atladığı yerde kabarcıklar yoktu.
...

     Bir dakika sonra:
     Pınar korku içinde denize bakmaya devam ediyordu. Denizde ufak kabarcıklar belirdi kardeşinin denize düştüğü yerde, sonra tam oradan yukarıya doğru yükselen pelerinli iki insan silueti gördü. Pelerinleri mavi idi, mora çalan mavi. Biri kardeşi idi yükselenlerin ve diğeri kendisine çok benzeyen bir kızdı.


...

2010
BN CN

9
Düşler Limanı / Lise Yılları Öykü Serisi
« : 04 Eylül 2011, 00:27:15 »
Serinin yazılmış beş öyküsü ve yazılacak öyküleri için hazır mısınız?  :hıö

Sayfa: [1]