Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Roland

Sayfa: [1]
1
Kurgu İskelesi / Artair'in Ölümü (Tamamlandı)
« : 30 Mayıs 2013, 22:49:39 »
Artair'in Ölümü
M.Ö. 337 , Cruachan yakınlarındaki Omagh etekleri

1.

Güneş, Omagh'ın yamaçlarında yaşayan insanlardan bazıları için son kez doğuyordu. Dağın eteklerine sabahları misafir olan sis, Güneş'in kendini göstermesiyle druidlerden başkasının sakındığı ormanın içindeki karanlıklara çekilmişti. Diz boyuna gelen çimler huzur verici bir biçimde salınmaktaydı.

Çimlere ve aralarında saklanan canlılara soracak olsanız bugünün sonbaharın ilk günlerinden olması dışında bir özelliği olmadığını söylerlerdi. Bunların söylediklerini duyabildiğini iddia eden druidler de vardı.
Lakin özel bir gündü bugün.

Açıklığa neşeli bir gürültüyle ilerleyen küçük topluluk buna yürekten inanmıştı. Aralarında şarkılar söylüyor, sloganlar atıyorlardı. Bedenlerini sergilemekten de hoşlanıyor olmalıydılar, oysa çıplak olmalarının sebebi bunun bir geleneğe dönüşmüş olmasıydı.Müsabakalara böyle geliniyordu. Savaşın yerini müsabaka almış olabilirdi ama bazı geleneklerin yerini yenilere bırakması kolay değildi. Savaş olmayacaksa da önemli bir karar verilecekti.
Bir kaç gün önce ormana bir yıldırım düşmüş ve bir yangını beraberinde getirmişti. Yangın, yağmur tarafından söndürülmeden önce arkasında oldukça verimli topraklara sahip yeni bir mera bırakmıştı. Yerliler dışındaki canlıların bir trajedi olarak gördükleri bu olay Skrekkan ve Bolus kabilelerini çok heyecanlandırmıştı. Ne var ki Skrekkan'a daha yakın olan yeni araziye ertesi günü beş kadar Boluslu çiğit yerleşmiş ve gelen Skrekkanlıları tehdit etmişlerdi. Müsabaka kaçınılmaz olmuştu. İki klan arasındaki ilişkiler son derece sıcak geçen bir yaza rağmen soğumuşken birden bu olay patlak vermişti.

Yerlilerden akıllı olanları bunun aksini düşünseler de iki kabilenin de druidleri bunun ilahi bir hediye olduğunu dile getirmekteydiler.Ne de olsa kesilmesi yasak olan korulukta çıkmştı yangın.

Başka şartlar altında olsa çok rahat kanlı bir savaşa dönüşebilecek gerilim, müsabaka antlaşması neticesinde böylesine neşeli bir olay haline dönmüştü. En az bir tırtılın kelebeğe dönüşmesi kadar şaşırtıcı olan bu dönüşümde maalesef neşeli olanlar Skrekkanlı'lardı. Sebebi şampiyonlarıydı.

Artair’di adı. Yüzünü , gözlerini içine alacak bir T şeklinde mavi renge boyamıştı. Bedeninin de üzerine yine mavi renkte çeşitli şekiller çizilmişti. Yüzündeki boyama kendi eseriydi ama vücudunu işleyen kabilesinin druidlerinden Eoin’di.

Artair’in arkasında yürüyen kalabalığın arasında Eoin yoktu. Yaşlı adam, son günlerini yaşıyordu ama Artair’in isteğini reddedememiş ve genç savaşçının bedenini savaş tanrısı Andrastre adına kutsamayı kabul etmişti.
O yüzden yokluğunu pek hissetmiyordu Artair. Tabii bunda taraftarlarının , karşıdaki kalabalığa yaklaştıkça tonunu arttıtrdığı tezahüratın da etkisi vardı.

“Urard! Urard! ...” diyorlardı. Artair’in uzun anlamına gelen lakabıydı. Her adımıyla arkasındaki kalabalığın tezahüratını kontrol ediyor, kendini, arkasından gelen coşkulu gürültüyü ve kaosu sürükleyen bir tanrı gibi hissediyordu.

Ona ayak uydurmaya çalışan kızıl saçlı çocuğa döndü. Alroy muhtemelen Artair'in en büyük hayranıydı aynı zamanda yaşı en küçük olandı. Onun gibi bir şampiyon olacağını söyleyip dururdu. Kızıl saçlarıyla Artair'e benzemese bile yüzündeki T şeklindeki boyamayla kime ayak uydurmaya çalıştığını belli ediyordu. Elinde Artair'in bir hediyesi olan sapanı vardı. Çocukların başlıca eğlencelerinden biri de sapanlarla küçük hayvanları ve kuşları avlamaktı.

Gülümseyerek "Silah getirmek yasak değil miydi Roy?" dedi.
Çırılçıplak olan Alroy boştaki eliyle beline şap şap vurdu. "Kesem yanımda değil ki?" dedi masmavi olmuş dişlerini göstererek. Taşlarının olduğu kesenin yanında olmadığını kastediyordu ve evet, mavi boyanın tadına bakmıştı.

"O neden yanında o zaman?"

Çocuk omuzlarını bimem anlamında kaldırdı. "Boş gelmek istemedim," dedi. Çıplak olduğu için bunu anlamak kolaydı.

Artair bunun üzerine Castan'a baktı. Castan grubun içinde tek silah taşıyan kişiydi. Bir falçataya sahipti ama bunu mümkün mertebe belli etmemeye çalışıyordu.  Artair'le beraber antrenman yapıyordu ve onun çocukluk arkadaşıydı. Neşeliydi çünkü endişe etmesine gerek yoktu. Müsabakalarda bugüne kadar hiç silah kullanılmamıştı. Onunki sadece bir tedbirdi.

Artair'le göz göze gelince gülümsedi ve tezahürata ("Urard!") eşlik etti. Yanında da beyaz teni ve vücudundaki boyamalarla gözalıcı olan Eira vardı. Castan Eira ile evlenmeyi düşünüyordu. Kızın gözalıcı vücudunu gören Artair muhtemelen bu düşüncede Castan'ın yalnız olmadığını düşünüyordu.

Meydan, Skrekkan ve Bolus kabilelerinin arasındaki geniş bir düzlükte pek de emin olunamayan bir sebepten ötürü otun bitmediği bir açıklıkta yapılıyordu. Orası  çimenin içinde toprağa ait olan bir yaraydı adeta. Eskiden buralarda savaşlar yapılmıştı. Eoin orada büyük bir savaşçının öldüğünü iddia ediyordu . Daha mantıklı bir açıklama bulunmadığı için buna inanmak kolaydı.

Bolus kabilesi ve şampiyonları Kormak çoktan gelmişlerdi. Skrekkanlılar’ın aksine pek coşkulu değillerdi. Dövüşe hazırlanmış gibi görünen tek kişi Kormak’tı. Onun da vücudu mavi işaretlerle kaplıydı. Kabilesiyse günlük yaşamdaki kıyafetleriyle beraber soğukkanlı bir şekilde yaklaşanları izliyorlardı.
Savaş makyajları, çıplak bedenleri ve tek dertleri akşama kısılacak sesleriymiş gibi görünen Skrekkanlılar karşısında tezat içindeydiler.

Artair bu soğukluk karşısında şaşırmışsa da, hiçbir şeyi bozuntuya vermedi. Arkasındaki kalabalık da ıslıklarını ve bağırışlarını arttırdı. Bunun tek bir sebebi olabilirdi o da Bolus kabilesinin yenileceklerini biliyor olmasıydı.
Bu aslında büyük bir gizem de sayılmazdı. Artair'in Kormak karşısında ara sıra iki şampiyonun yaptığı kardeşlik karşılaşmlarında dahi yenilgisi yoktu. Bu güzel günde bu gerçeğin değişmesini gerektirecek bir sebep de görünmüyordu. Akşama neşeyle içilecek, Artair'in yiğitliklerinin anlatıldığı yeni öyküler doğacak ve Skrekkan verimli bir meraya kavuşmuş olacaktı.

Çok değil , yirmi yıl öncesinde bu iki kabile savaşmak için karşılaşırdı ama Artair’in babası Raheen müsabaka antlaşması için çok uğraşmıştı. Bu sadece iki kabile arasında kanın dökülmesinin önüne geçmemiş senede iki defa druidlerini toplayan Cruachanlılar arasında önemli bir değişimin önünü açmıştı. Müsabaka anlaşması için avuçlarını kesmek, elbette kültürünün ağırlığı savaşmak ve savaşçı olmaktan oluşan bu kabileler için kolay bir şey olmamıştı. Haliyle Raheen’i bir korkak olmakla suçlayanların sayısını azımsamak mümkün değildi, aralarında bunu Raheen’in yüzüne söyleyebileceklerin sayısıysa yok denecek kadar azdı.

İki taraf da nihayetinde meydanda buluştu. Normalde karşılıklı atışmalarını gerçekleştiği, neşeli ve yaratıcı geçen “ön karşılaşmalar” bugün farklı bir niteliğe bürünmüştü. Nihayetinde Bolusluların soğukluğu kendine Skrekkanlılarda da yer buldu.

Artair öne çıkarak Kormak'ın karşısında durdu. Kormak boyca biraz kısa kalsa da Artair'e göre oldukça yapılıydı. İkisini tanımayan biri bahsini Kormak'tan yana oynar üstüne de aksini yapanlarla dalga geçebilirdi.
Müsabakaları iki taraftan da normalde birer druid takip ediyordu ama Eoin’in rahatsızlığı sebebiyle sadece Boluslular’ın rahiplerinden Mael “resmi” duyuruyu yapmak için iki savaşçının arasına girdi. Artair ve özellikle iri kıyım olan Kormak'ın arasında olduğundan daha sıska ve kısa görünüyordu. Üstünde druidlere has işlemeleri olan ceylan derisinden bir elbise , elinde de ilahi makamından ziyade artık yaşlılığını simgeleyen beyaz bir asa vardı. Sesi titrek ve cılızdı. En iyi günlerini arkasında bıraktığı belliydi.

Mael Artair’e döndü ve “Eoin’in burada olmamasına üzüldüm Artair,” dedi. Sonra da unutmuşcasına ekledi “hoşgeldin.” Artair’in gözlerine bakmaktan kaçınması rahatsız ediciydi. Genç savaşçının da durumdan rahatsiz olduğunun farkına vardığında boğazını temizledi ve Skrekkanlılara dönerek duyurusuna başladı.

Dövüşte kılıcımıza kan tattıran, sesimizi düşmana duyuran ve yaptıklarımızı çocuklarımıza götüren en büyük savaşçı, efendimiz Andrastre’nin, bugün kararıyla bizi yönlendirmesi için Skrekkanlı, Feagurn’un kellesini belinde taşıyan Raheen oğlu Artair ile...

Druid, Kormak’ın babasına geçtiğinde Artair gözlerini Kormak’a dikmişti. İkisi çocukluklarından beri birbirlerini tanırdı, bazen dövüş antrenmanlarını beraber yaparlardı, yine de Kormak’ı görmeyeli bayağı olmuştu. Gözünden, Kormak’ın son derece sıkıntılı olduğu kaçmadı. Buna şaşırmadı. Bugüne kadar hiç Kormak’a yenilmemişti ama ilk kez bu kadar gerilimli bir mesele için karşılaşıyorlardı.

“... oğlu Kormak’ı karşı karşıya getirdik. Bizler bu iki büyük savaşçı aracılıyla zaferin efendisinin iradesine tanıklık etmek için buradayız.

Artair “Korkmuş görünüyorsun, bu sana hiç yakışmıyor,” dedi. “Ne olursa olsun bugün kimse senin bir korkak olduğunu iddia edemeyecek.”

Kormak hırıltıyı andıran bir sesle “Korktuğum kişi sen değilsin,” dedi.

Ulu Omagh’ta tanrılar bizim için dünyamızı genişletti!

Artair yüzünü Skrekkanlı'lara dönmüş olan Mael'in görmemesinden faydalanarak   sordu. “Seni Beltain festivalinden beri görmedim Kormak. “

Kormak cevap vermedi.

Artair yangından bir kaç gün önce babasının emriyle Bolus’u gözetlemişti. Birbirine bu kadar yakın olan iki kabilenin arasında birdenbire kesilen irtibat endişe vericiydi.

“Yaptığınız o kule de neyin nesi?” diye sordu. Çok katlı yapılar onların mimarisinde görülmemiş bir şeydi. Yaptıkları en yüksek şey gözcü kuleleriydi ki Bolus’ta yükselen şey çok daha büyük ve muazzamdı. Tanrılar’a meydan okuyan bir yapısı vardı.

Sorusunun Bolus’taki değişimle alakadar olduğu belliydi. Kormak’ın gözlerinde gördüğü şeyse alışılmadık bir şey olduğu için kanını dondurdu.

Kormak ona acıyordu.

Sesi iyice yükselen ve tizleşen Mael “... ve şimdi Tanrılar huzurunda, müsabakanız başlasın!” diye bağırdı. İyice detone olmuştu.

Bunu duyan iki savaşçı birbilerine doğru atılıverdi. Savunma yapmaya zorlanan taraf Kormak olmuştu. Artair, daha yapılı olan Kormak’ın ne kadar çalışırsa çalışsın ulaşamayacağı bir atikliğe sahipti ve Kormak’ın son derece iyi bildiği sağ kroşesiyle ilk hamlesini yapmıştı. Ellerini yüzüne kaldıran Kormak yana kayarak yumruğu savuşturmuştu. Yumruğu boşluğa savrulan Artair’in bu anda savunmasız olduğunu biliyordu ama Kormak kendi hareketini tamamlayıp ardından saldırıya geçebilecek kadar hızlı değildi.

Yine de Kormak’ın amacı buydu. İki ayağı da tekrar yere bastığı anda yumruğunu Artair’in kaburgalarına indirmek için savurdu.

Artair’in boşa giden yumruğuna rağmen Kormak’ın saldırısını rahatça savurması Kormak için sinir bozucu olmalıydı ama Artair’in o suratta okuyabildiği tek ifade acımaydı.

İşte bu moral bozucuydu. Kormak’la daha önceki karşılaşmaların fıtratında hep gittikçe yükselen bir gerilim ve daha da hırçın bir doğaya bürünen saldırılar olurdu. Kormak’ın hemen ikinci bir saldırıya geçmemesi bu açıdan endişe veririciydi. Onu eğiten Tudor öfkeli bir düşmandan değil, sakin bir düşmandan korkması gerektiğini söylerdi.

Mael ortamdan kaybolmuş gibiydi. İki dövüşçü de karşılıklı hamlelerden sonra yerlerini değiştirmişti. Artair’in sırtı Bolus’lulara dönmüştü. Oradan yükselen hakaret ve tükürük dalgasını bekledi ama kulağına gelenler sadece kendi halkının tezahüratlarıydı.

Kormak, Artair saldırmadığı halde üç adım arkaya çekildi. Artair onun depar atarak üzerine çullanmasını bekledi. Yumruk savaşını bir güreşe çevirmenin belli avantajları vardı, tabi üstte kalmayı başarmak şarttı.
Kormak gözlerini Artair’den ayırdı, kabilesine bakıyordu. İşte bu en acemi savaşçıların yapabileceği bir hataydı, Kormak’ın değil. Artair harekete geçmek isterken Kormak beklenmedik bir şey yaptı.
Elini bir şeyi yakalamak için kaldırdı.

Artair o anda bir şeylerin yolunda olmadığını anlamaya başladı. Başından kaynar sular döküldü.  Tudor'la eğitimlerinin önemli bir kısmı kavga esnasında hasmın yaptıkları karşısında gelişen şaşırma refleksini bastırmak üzerine kuruluydu. Artair kendini tekrar o reflekse karşı koyarken buldu.Tanıdık bir duyguydu, bir yabancının olabileceği türden de düşmanca.

Başını çevirdiğinde Bolus’luların kıyafetlerinin altından sakladıkları falçata ve baltaları çıkardıklarını gördü. Güneşin sıcak ışığında soğuk parıltıları göz kamaştırıcıydı. Artair artık bunun ne anlama geldiğini biliyordu.
Bolus'un bir mera için Skrekkan'ı ortadan kaldırmayı göze almasına anlam veremiyordu. Bu o kadar mantıksızdı ki!

Tudor bunun arkasındaki nedenleri kolaylıkla görebilirdi ama şu anda sebepler önemsizdi. Eğitmeninin buyuran sesiyle bacaklarının çözüldüğünü hissetti. Düşünme zamanı değildi ,hayatta kalma zamanıydı.

Uçarak gelen bir baltayı farketti. Silah dönüyor ve adeta havayı biçerek yolunu açıyordu. Ancak sonradan ona atılmadığını anladı. Arkasını döndüğünde baltanın doğrudan Catlan'a doğru uçtuğunu farketti. Arkadaşı elindeki falçatayı Artair'e atmaya hazırlanmaktaydı. Gözleri Artair'e kilitlenmişti ve baltanın geldiğini çok geç farketti.

Balta kulağı hizasından kafatasına girdi. Catlan’ın başı ilginç bir şey duymuş gibi ani bir şekilde döndü. Kısa bir kan dalgası Catlan'ın saçlarının arasından serbest kaldı. Bir kukla gibi bacakları çözülüveren Catlan yüzü buruşmuş ve gözleri kısılmış bir halde yere düştü. Falçata daha elindeydi.

Artair'in diyaframı, arkadan yükselen vahşi bir çığlık dalgasıyla titredi. Bir tarafı bu olanları inanmakta zorluk çekiyordu diğer tarafıysa arkasını güvene alabileceği bir yer bulmaya çalışıyordu ama Kormak ve Bolus arasında kalmışken bu öyle zordu ki!

Havada baltalar uçuyordu ve bu kadar kısa mesafede onlardan kaçmak çok zordu. Şaşkınlığın letarjisi de duruma yardımcı olmuyordu. Artair şaşkınlığı üzerinden atmışsa da hiç bir baltadan kaçmak zorunda kalmadı. Onu hedef almıyorlardı. Kabilesiyse o kadar şanslı değildi.

Boluslular Skrekkanlıların üzerlerine atıldılar. Kalleşliğin karşısında Artair öfkeden deliye dönmüştü ve ona sürekli sakin olmayı ve nefes almayı hatırlatan Tudor’ın sesi boğulmuştu. Kendi iç sesi de gittikçe anlamsızlaşan bir yankıya dönüşmüştü.

Kormak’ın elinde artık bir sopa vardı.  Artair “Onun kılıç olmasını dileyeceksin,” dedi ve öne atıldı.
Kormak bütün gücüyle Artair’in başını hedef almıştı ve Artair hemen kolunu kaldırmadığı için bir an isabet ettirdiğine inanmıştı. Artair’in başka bir seviyeye ulaşmış olan atikliği sayesinde yine de hamlesini hasmının koluna yaptı. Sonra da nefesi midesine inen bir yumrukla boşaldı. Kurulmuş bir yay gibi iki büklüm olan Kormak, gırtlağından çıkan iniltide yenilginin tadını almaya başladı. Artair karşısında tanıdık bir duyguydu.

Daha ciğerlerini boşaltamamışken alttan çenesine doğru kalkan bir yumrukla doğruldu. Gözleri hızla kararmıştı. Bastığı yerin sarsıldığına yemin edebilirdi. Dengesini de kaybetmişti. Bayılacağını sandı ama etrafında olan biteni duymaya devam ediyordu. Yere düştüğünüyse ancak boynu yere çarpınca ve bir an güneşin sıcaklığını hisseden yüzünün Artair’in gölgesinin yaydığı soğukluğun farkına varmasıyla anladı. Yerdeydi, şimdi Artair üstüne çıkacak ve yüzünü yumruklarıyla parçalayacaktı.

İşte bu, Artair’le yaşadığı mücadelelerde geçmediği bir sınırdı.

Darbenin beklentisiyle kasıldığı halde kulağına gelen çığlıkların hiç biri ona ait değildi. Çenesi uyuşmuştu. Yanılıyor olmasına rağmen kırıldığını düşünüyordu.

Bir an gözlerindeki karanlığın kalıcı olduğunu düşünerek korkmaya başladı. Skrekkanlılar’ın attığı çığlıklar azalmaya başlamıştı. Ne kadar süre geçmişti?

“Bugün ölmek için doğdunuz köpekler!” Artair’in bağrmasıyla diğer sesler biraz kesildi. Demek Artair hala mücadele ediyordu.

Gözleri birden açıldı ama hala bulanık görüyordu. Doğrulmaya çalıştı, başı dönüyordu ama birazdan geçeceği belliydi. Geri yattı. Daha hazır değildi ve çok kötü çuvallamış, üzerine düşen görevi yapamamıştı.
Gözlerini odaklamayı başardığında Artair’in elinde bir kılıç olduğunu gördü. Yerde yatan başsız beden her şeyi açıklıyordu. Elbiselerinden bunun Caer olduğu belliydi. Başı ortalıkta görünmüyordu.

Kormak onun için üzülmüyordu, kılıçlı Artair’se büyük bir sorundu gerçekten. Üzerinde düşünmeye değerdi. Özellikle de canlı yakalanması gerektiği için.

Sopası hala elindeydi. Burnuna kanın sert kokusunun arasında ekşi bir koku da geliyordu. Dört adım yanında Delwen, bir kadının karnını deşiyordu. Kadın iki elini de Delwen’in omzuna koymuştu. Garip bir biçimde dövüşmüyor gibi görünüyorlardı. Delwen’in iki hamlesi sonrasında toprağa bir anda barsaklar ve peşlerinden parçalanmış bir mide düşüverdi. Ekşi koku daha da arttı. Kormak’ın bütün bunların arasından hatırladığıysa kadının ne barsakları içindeyken, ne de topraktayken hiç bir ses çıkarmamış olmasıydı.

Ama Kormak bazı şeylerin mantıkla açıklanmayacağını çoktan öğrenmişti. Yakında Artair de öğrenecekti.
Artair'in vücudu kanla kaplanmıştı. Öyle sert soluyordu ki havayı yutuyormuş gibi görünüyordu. Gözleri kan çanağına dönmüştü ve delirmiş gibiydi. İnsan bu gözleri bir hayvanda görse acısına son vermek için canını alabilirdi.

Artair etrafında gittikçe daralmakta olan çemberi genişletmek için kılıcını geniş bir açıyla savurdu.İyi bir savaşçının basit bir şekilde iki adım gerileyerek savuşturacağı bir saldırıydı, amacı da etrafında yer açmaktı zaten. Ama iki Boluslu göğüslerini yere tutarak düştü.

Müsabaka kanununun savaşçılığı öldürdüğünü iddia edenlerin haklı olabileceğini düşünen Kormak, bu işin haddinden fazla uzadığı görüşündeydi. Artair'in arkasında olmasına rağmen elinde kılıç olduğu gerçeğini görmezden gelemedi. Uygun bir anı beklemeliydi. Bu da biraz daha yatmak ve baygın numarası yapmak demekti. Artair bu sırada işini bitirmek ister ve kılıcı ona saplarsa da Kormak bunu pek umursamazdı. Ta başından beri istemiyordu bu yaşananları.

Artair, kılıcı kolaylıkla edinince cesaretlenmişti. Bolusun içinde ona meydan okuyabilecek tek bir savaşçının bile olmadığına inanıyordu. Kolu Kormak’ın darbesini savuşturmuştu ama sızlıyordu. Ancak bunu sonra düşünecekti.

Sayıca fazlaydılar ama Artair henüz yorulmamıştı ve şimdilik sayıları bir sorun değildi. Üzerine çullanmamaları için sık sık kılıcını geniş açılarla savuruyordu.

Kormak aklındaydı. Daha onu öldürmediğini biliyordu. Şu anda itiraf edemese de öldürmek istemiyordu onu. Bir tarafı Kormak'tan cevaplar alması gerektiğini söyleyerek ikna ediyordu Artair'i.

Eira'nın narasını duydu. Kadının karşısında iki tane Boluslu genç vardı. Tecavüz etmek istedikleri belliydi. Bir eliyle onlara Catlan'ın hançerini gösteriyordu. Diğer eliyle arkasındaki Alroy'u arıyormuş gibi yapıyordu. Çocuk kızın arkasında korkudan açılmış gözlerle bakıyordu. Önüne de iki tane ceset sermişti. Bedenindeki mavi boyaya kan kırmızı karışmıştı ve boğulacakmış gibi soluyordu. Hafif kamburlaşmış ve başı önüne eğilmişti. Gerilmiş bir yaya benziyordu.

Urard, kabilesinin buradaki katliamdan belki de toparlanamayacağını farketti. Eira'nın yanında sayısı iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar Skrekkan'lı kalmıştı. Eira Catlan'ın yanında durmuştu. Ölen sevgilisine bağını gözyaşları göstermese de duruşu gösteriyordu.

Eğer onların kurtulmasını istiyorsa Artair'in çok dikkatli olması lazımdı. Bütün Boluslulara bir tehdit olduğunu göstermeliydi ki dikkatini üzerine çekebilsin.Skrekkan'lılar bu sırada kaçabilirlerdi.

Shona'yı gördü. İri biri üzerine çıkmıştı ve kadının bacaklarını ayırmaya çalışıyordu. Shona , geçen Beltain festivalinde yas tutan tek kişiydi. Oğlunu festivalin hemen öncesinde kaybetmişti. Eoin'in bile gücünün yetmediği ateşli bir hastalık çocuğun solup ölmesine sebep olmuştu. Artair onu festivalde teselli etmeye çalışınca "Hepiniz çocuklarımsınız," demişti. Şimdi tecavüze uğruyordu. Ancak üstündeki adama bunu kolay kılmadığı da bir gerçekti. Adamın yüzü kana bulanmıştı. Muhtemelen yerden bulduğu bir taşla adama vurmuştu. Ancak mücadeleyi kaybediyordu.

Artair önce ona yardım etmeye karar verdi. Etrafındaki boluslulara şöyle bir baktıktan sonra önünekine hamle yapacakmış gibi oldu sonra hızla ivmesini değiştirip kılıcı yan tarafındaki adama savurdu. Kolu yine isyan etti. Nerdeyse ıskalıyordu ama adamın omzundan büyük bir parça arkasında kandan bir rüzgar bırakarak koptu, koluysa sadece deri ve bir parça etten oluşan  emanet bir bağlantıyla asılı kaldı. Adam acı içinde yere düştü. Artair işini bitirmek için bir hamle yapabilirdi ama bu zamanı başka türlü harcamaya karar verdi.
Açılan boşluktan koşarak geçti. Yorulmaya başladığını hissediyordu. Arkasından birinin "Kaçıyor!" diye bağırdığını duydu.

Shona'nın üstündeki adam, koşarak gelen Artair'i farkettiğinde toparlanmaya çalıştı. Başı vücudundan ayrıldığında kollarıyla hala doğrulmaya çalışıyordu. Shona başşsız bedeni yanına ittirdiğinde adamın kolları ve bacakları hala titriyordu. Kadınınsa üstü başı kan olmuştu. Bu haliyle ölüler diyarından dönmüşe benziyordu.
Shona'yı kolundan tutarak kaldırdı. Kadının yüzüne korku yansımışsa da daha büyük bir öfkenin bu yüzeyin altında kabardığı görülüyordu.

Zamanları yoktu, koşarak geliyorlardı ve bir kaç saniye içinde etraflarını saracaklardı. Artair ona "Kaç," dedi. Korkarak kadının bunu reddedeceğini düşündü ama öyle bir şey olmadı. Shona minnet dolu bir anın ardından koşmaya başladı. Artair bu sırada kadınların kurtulmasının azami önem taşıdığını düşünüyordu.
Gelenleri karşılamak için yine az önceki gibi savunmaya geçti. Üzerine doğru koşanlardan bazısı Shona'nın peşinden koşmak istediler fakat Artair o tarafa doğru hamle yapar gibi olunca bundan vazgeçtiler. Şaşkın oldukları belliydi ve çok öfkeliydiler. Anlaşılan kimseyi canlı bırakmamaları söylenmişti onlara.

"Hepimiz birden saldırırsak bir şey yapamaz," dedi biri. Derin derin soluyordu. Sonra Artair'i de şaşırtan bir biçimde kulağını tutarak bağırdı. Bir taş gelmiş ve adamın kulağını yarmıştı. Yakındaki başka biri de başını tutarak arkasına baktı. Ama tereddüt ediyordu. Haklıydı. Artair'e sırtını dönmek pek de mantıklı olmazdı.

Artair'se Roy'a öfkelenmişti. Çocuk yerde taş arıyordu. O lanet olası sapan!  "Eira! Roy'u alıp kaçsanıza ahmaklar!" Gerçekten o an çocuğa sağlam bir tokat vurmayı istiyordu.

Kız Artair'e baktığında Artair o gözlerde ne olduğunu tam çözemedi. Minnet mi? Acıma mı? İyiki bu an uzun sürmedi de Eira Alroy'u çocuğun bütün muhalefetine karşın kaptığı gibi koşmaya başladı. Diğer Skrekkanlılar da onu takip ediyordu.

Artair kızın arkasından "Tanrılar! Nasıl da koşuyor!" diye düşündü. Kimse Eira kadar hızlı koşamıyordu bir keresinde Tudor tarafından bile övülmüştü.

Artair'in etrafındakilerden bir kaçı onların peşinden koşmaya başladığında Artair bütün gücüyle bağırarak peşlerinden atıldı. Yaptığı en basit tanımla intihar en afilli tanımla yiğitlikti. Koşarken öleceğinden emindi ama en azından o koşanlardan birini öldürmeye niyetliydi. Hamlesini geniş bir savuruşla destekledi.
Önündekiler hamleyi farketmişlerdi. Artair’den vebalıymışcasına uzaklaştılar.

Urard adamların peşinden koşarken onlara yetişmeye başlamıştı. Kılıcını tek eliyle tutyor ve arkasında bir gölge gibi sürüklüyordu. Hedefine saldırmak üzere olan bir kurt gibi de kamburu çıkmıştı hafif eğilmişti.

Birine yetişmek üzereydi. Yorgun olmasına rağmen hızından bir şey kaybetmemişti. Artair yorgunluğu kabul etmeyen bir iradeyle savaşıyordu. Tudor’ın ona kazandırdığı en önemli alışkanlıklardan biriydi.

Adam arkasından koşan Urard'ı görünce hemen dönmeye çalıştı ama dengesini kaybedip yere düştü. bu düşüş ilk anda adamın hayatını kurtarmış görünüyordu. Çünkü Artair'in arkasından ansız bir felaket gibi beliriveren kılıcının tadından son anda kurtulmuştu. Kısa vadeli bir şanstı bu.

Artair'in kadınların peşinden koşan birine acıdığı pek söylenemezdi.

Adam falçatasını kendini savunmak için kaldırdı ama önce bileği koptu. Sonra da Urard işini bitirmek için kılıcını sapladı. Adamın bağırmaya bile vakti olmamıştı. Büyük ihtimalle Artair'in onca kişinin arasından nasıl sıyrıldığını anlamaya çalışıyordu. Artair’se onun ismini bildiğinden emindi ama şimdi hatırlayamıyordu.

Kormak da bu sırada ileriye atıldı. Urard’ı gafil avlamıştı.  Artair hızlı olabilirdi ama kılıcını yerdekinin etinden kurtarmaya çalışması yüzünden kaçamadı. Silahı adamın kaburagalarıın arasına sıkışmış gibiydi. Tudor onun bu davranışını görse kahrından ölebilirdi. İyi savaşçılardan hiç biri silahları yüzünden yenilmemişti. Bu bir antrenman olsaydı Artair’e “Kılıcı bırak! Kendini koru!’ diye bağırırdı ama bu bir antrenman değildi. Skrekkanlı gençlerin çoğu öldürülmüştü ve Artair’in geleceği, dizleri üstüne düşerken daldığı karanlık kadar belirsizdi.


Sayfa: [1]