Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Ryld Argith

Sayfa: [1] 2
1
                                    ZÜMRÜT KRAL VE ORMANI

Eskiden ağaçlar yapraklarını dökmezlermiş. Doğa her daim yeni, her daim canlıymış. İnsanların ayak basmadığı topraklar mevcudiyetini korurmuş. İşte bu toprakların birinde bir orman varmış: “Zümrüt Kral’ın Ormanı” . Zümrüt Kral adını tüylerinden almış olan, ormandaki en parlak yeşili bırakacak ihtişamda kanatları bulunan bir hayvanmış. Kanatları, sanki içlerinde güneşten bir parça taşıyormuşçasına bakanların gözlerini kamaştırırmış. Dünya’daki en mükemmel tavus kuşu olduğunu söyleyenlerin sayısı da fazlaymış. Fakat Zümrüt Kral’ın ormanının eşsizliği sadece bahsi geçen mükemmel hayvandan gelmezmiş.

Bu orman dünya tarihi boyunca bilinen tüm ağaçlara ev olmuş. Her çeşit meyve her çeşit yaprak görünürmüş bu ormanda. Ormanda yaşayan her canlı gibi ağaçlar da Zümrüt Kral’a saygı duyar; onun tavsiyelerine kulak verirmiş. İşte bu bilgeliği ve ihtişamı nedeniyle ona Zümrüt Kral denmiş.

Zümrüt Kral’ın yönetiminde ormandaki kuşların sayısı hızla artmış. Ağaçlar her ay daha fazlasına ev olmuş. Fakat hiç şikâyet etmemişler çünkü ağaçlar her zaman kuşlara âşık olurmuş. Kuşlar ağaçların olamadıkları şeyleri temsil ediyorlarmış: Özgür, hareketli ve genç ruhlu. Kuşlar ağaçların hayallerinin vücut bulmuş hallerinden başka bir şey değilmiş. Kuşlarsa ağaçları birer öğretmen olarak görürmüş. Ormandan huzur uzun süre eksik olmamış. Ama bir gün ormana yılanlar göç etmeye başlamış. Ormanda yaşayan kuşlar ve yeni gelen yılanlar asla birbirlerinden hoşlanmamışlar fakat birbirlerine saygı duymuşlar. Neden birbirlerine saygı duydukları sorulduğunda her iki gruptan da aynı cevap alınırmış:

“Türlerimiz hatta cinslerimiz farklı olabilir. Ama sonuç olarak bu ruh bu bedenden çıkana kadar hepimiz canlılar grubuna aidiz. “

Ormanda kardeşlik havası uzun bir süre daha devam etmiş. Fakat bir süre sonra yılanların sayısı çok artmış. Artık toprak üstünde yeterli yemek bulamaz olmuşlar. Yer arayışlarını ağaç dallarıyla, yemek arayışlarını ise kuş yavrularıyla gidermişler. Kuşlar bir süre yüreklerine taş basmışlar, seslerini çıkarmamışlar. Çünkü ölüm her zaman doğanın kanunu olagelmiş. Fakat yılanların sayısı azalacağına günden güne artıyormuş. Bir süre sonra yavru kuşların anaları bu acıya daha fazla katlanamaz olmuş, Zümrüt Kral’ın kapısı çalmışlar. Zümrüt Kral yılanların sayısını azaltmak için gece gündüz düşünmüş. En sonunda yılanlarla anlaşmaya varmaya karar vermiş. Yılanlar da bu kadar aç kalmaktan sıkılmaya başlamış ve Zümrüt Kral anlaşma istediğini söyler söylemez kendi koşullarını söylemişler. Liderleri: “Bak tavus kuşu, biz de bu kıtlıktan memnun değiliz. Sürümüzü bölmeye karar verdik bile. Ama gidebileceğimiz en yakın orman üç günlük uzaklıkta ve yolda yemek bulmak imkânsız. O yüzden burada kalmak zorundayız.” demiş. Zümrüt Kral o anda yapması gereken fedakârlığı fark etmiş. Ormandaki ortalama bir kuştan yedi kat daha iri olduğunu biliyormuş. Yani yılan sürüsünün istese üç günlük yemek ihtiyacını karşılayabilirmiş. Hiç düşünmeden kendini feda etmiş.

Yılanlar ormandan önlerine Zümrüt Kral’ın cesedini katarak çıktığında tüm ağaçlar yasa boğulmuş. Kuşlar uzun süre ötmemişler. Ağaçların yasıysa günden güne artmış. Bir süre sonra ormandaki her ağaç yapraklarını dökmeye başlamış. Ağaçların kederini tam anlamıyla anlayan kuşlar ağaçlara bir söz vermiş. “Bu soylu topluluğun yok olmasına izin vermeyeceğiz! İlk kapıyı çalan baharda tohumlarınızı tüm Dünya’ya yayacağız. Yayacağız ki tüm ağaç toplulukları anılardan silinse de bu soylu topluluğun soyu kurumasın!” demişler. Öyle de yapmışlar. İşte şu an gördüğümüz yaprak döken ağaçlar bu yüzden yaprak döker. Çünkü onlar Zümrüt Kral’ın Ormanı’nın soyundandır ve her sen aynı vakitlerde Zümrüt Kral’ın yasını tutarlar.


Yorumlarınız benim için bu sefer ayrı önemli çünkü bir fantastik okuru olan ben yazdığım bu öykünün türüyle yeni tanıştım. Kendime uygun bir tür edindiğimi düşünüyorum. O yüzden her yorumu en ince ayrıntısına kadar okuyup ders çıkaracağım :)

2
Kurgu İskelesi / İlk Orman (Yazar: Ryld Argith-Şahin)
« : 15 Kasım 2013, 21:21:12 »
                                           İLK ORMAN

Uzun zaman önceydi, belki milyonlarca yıl önce. Şu anda yürüdüğümüz yollar, gördüğümüz binalar, soluduğumuz kirlilik yokken Dünya’nın başka bir adı daha vardı. Bu adı günümüz lisanları tanımlamakta yetersiz kaldı, etimolojistler bir süre sonra pes ettiler… Tarih kitaplarında, geçtiği mitlerde onu bir şekilde tanımlamaları gerektiği için ona “İlk Orman” denildi.

Dünya o zamanlar bir bütünmüş. Etrafı sularla çevrili uçsuz bucaksız bir ormanmış. Bu zamanda var olduğunu bildiğimiz, geçmişte yok olduğuna inandığımız, var olabileceğine inanmadığımız türlere ev olmuş bu orman. Bu ormanın ortasında devasa bir ağaç varmış. Bildiğimiz, hayal edebildiğimiz renkler onun yapraklarının renginin kötü birer taklidiymiş. Fakat ihtişamlı ve hayallerin ötesinde güzel bir görünüşe sahip olmak o zamanlarda da kolay değilmiş. Bu ağaç o kadar büyükmüş ki altındaki toprak onun su ihtiyacını karşılayamazmış. Fakat şanslıymış yanı başından berrak bir dere akıyormuş. Sadece bu ağacın çevresinde yüzlerce canlı yaşıyormuş. Onun etrafında yaşayan canlıların bir kısmı onun meyvelerini yiyor, bir kısmı meyvelerini yiyenlerin ürettiklerini tüketiyor bir kısmı ise diğer iki grubu yiyormuş.

Fakat bir gün İlk Ormanın en uzak köşesinden dört canlı gelmiş. Ağacı ev edinenlerin hiçbiri daha önce onlar gibi canlılar görmemişler. Başlarından çıkan kıllar uzunken vücutlarının geri kalanındaki kıllar bir tavşanın bile hor göreceği boyuttaymış. Alışılmadık şekilde çok ses çıkarabiliyorlarmış. Ellerinde odunlara bağlı taşlar varmış. Elleri ve ayaklarındaki uzantıları imkânsız addedebilecekleri şekilde oynatabiliyorlarmış. Diğer hayvanlar başta bu dört canlı ile oynamışlar ama akşam olduğunda bu dört canlıdan yüzünde de kıllara sahip olan ikisi ağacın etrafındaki tüm tavşanları yakalayıp öldürmüş. Diğer hayvanlar şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilememişler. Elbette etle beslenen canlıların varlığından haberdarlarmış (bkz: Tilki Sivriburun). Ama o iki canlının yaptığı zevk için öldürmekmiş. Ağacın etrafında yaşayan tüm hayvanlar ağaca tırmanmaya çalışmışlar. Tırmananlar korkulu gözlerle bu canavarların bölgelerini terk etmelerini beklemiş. Tırmanamayanlarsa bir sonraki katliamı…

Günler geçmiş. İlk olarak ağacın üstündeki etobur canlılar ölmüş. Çünkü bunların avlanabilmeleri için gereken hareket alanları yokmuş. Yaşamaya çabalayan tüm hayvanlar artık bu canlıların gideceğinden ümitlerini kesmişler çünkü bu canavarlar farelerden bile hızlı ürüyormuş. Fakat bu canlıların tek korkutucu özellikleri zevk için öldürmeleri değilmiş. Bu canlılar yemeklerini büyülü bir ışığın üstünde tuttuktan sonra yiyorlarmış. Başta bunu umursamamışlar fakat bir sabah horoz uyanmış ve aşağıdaki canavarları gözlemlerken büyünün malzemesini keşfetmiş. Horoz: “Uyanın! Malzeme ağaçmış!” diye bağırdığında çoğu hayvan uyandırılmaya duydukları öfkeyi dillendirip bağırmışlar ama hayvanların arasında zeki olanlarda varmış. Denileni hemen anlamışlar ve korkudan çığlık atmaya başlamışlar. Kısa sürede tüm hayvanlar olanları anlamış. Bu yaratıklar onların evi ile besleniyor kendilerinde bunu yapabilecek gücü bulabiliyorlarmış. Hayvanların korkusu zamanla öfkeye dönmüş. En zekilerinin bile öfkeden gözü dönmüş ve hiçbiri saldırdıklarında olacakları fark edememiş. İnsanların üstüne atılmışlar. Bu canavarları evlerinden kovmak için saldırmışlar. Fakat savaş çok uzun sürmemiş. Bu sadist canavarlar onlardan geriye bir tanesini bile bırakmamış. Zaferlerinin sembolü olarak ağacı yakmış ve ilerleyen zamanlarda her yere onun yanarkenki halini çizmişler. Savaşa dâhil olmayan kuşlarsa bu vahşeti tüm İlk Ormana nasıl anlatacaklarını kararlaştırmak için toplanmışlar. Öncelikle bu canavarlara bir isim bulmaları hususunda karar kılmışlar ve isim bulmakta hiç de zorlanmamışlar.
Bu canlılar İhtiras sahibi, Nankör, Sadist,  Agresif, Nefret dolu yaratıklarmış. Bunları tanımlayacak en uygun kelime de İNSAN…

Yorumlarınız benim için bu sefer ayrı önemli çünkü bir fantastik okuru olan ben yazdığım bu öykünün türüyle yeni tanıştım. Kendime uygun bir tür edindiğimi düşünüyorum. O yüzden her yorumu en ince ayrıntısına kadar okuyup ders çıkaracağım :)

3
Eğlence & Mizah / Edebiyat-Dil Anlatım Öğretmenlerimiz
« : 26 Eylül 2013, 18:31:43 »
Birazdan söyleyeceklerim pek eğlenceli değil. Lakin anlatacaklarım kara mizahtan başka bir şeyde değil.

Şu ana kadarki tüm Türkçe öğretmenlerim kurgu edebiyatına hor gören gözlerle baktılar. Bazıları; sonuçta o da bir kitap ve kitap okumak güzel şey diye baktılar. Fakat asla edebiyatta kendine yer bulamadı. Bu konuda her gün elimden geleni yaptım ama nafile. Bu başlığı açmamın nedeniyse bugün başıma gelenler. Gelelim konuya:

Bugün edebiyat öğretmenim bir konuda örnek verirken: "Mesela fantastik kurgunun öyküsü olmaz. Romanı yazılır lakin fantastik kurgu öyküsü ya da hikayesi yoktur." dedi.

Ben bir saniye bile kaybetmeden: "Hocam öyle şey mi olur. Tabi ki de fantastik kurgunun öyküsü olur. Bir sanat dalı nasıl hor görülür." dedim. Hoca neden böyle bir tepki verdiğimi anlayamamış olacak ki soran gözlerle baktı. Ama ben bir şey diyemeden arkadaşlarım:

"Hocam Şahin'in damarına bastınız" dediler. Ama hoca geri adım atmadı. Ben devamında başka bir şey söyleme gereği duymadım susmamın gerekli cevap olduğunu düşündüm.

Peki sizin Türkçe öğretmenlerimiz? Benim yaşadığım bu sıkıntıları sizde yaşıyor musunuz? Konuyu bu bölüme açma nedenim bu resmen KARA MİZAH başka bir şey değil...

Sizde böyle olaylar yaşadıysanız anlatın ağlanacak halimize gülelim. Hem belki bir çözümde buluruz. :)

4



Fantastik kurgunun ustalarından Raymond E. Feist, Karanlık Savaş Efsanesi’nin üçüncü ve son kitabıyla karşımızda…

 

 “Hepiniz Gedik Savaşı’nın neden patlak verdiğini biliyorsunuz. Dolayısıyla, zaten bildiğiniz bir şey hakkında size vaaz vermeyeceğim. Politik kazanç için, ganimetten gelecek zenginlik için, zafer imtiyazları için gerçekleştirilecek bir istila değil bu. Bildiğimiz türde bir savaştan da bahsetmiyoruz. Sıradan bir istila değil, bu dünyadaki her bir hayat formunu büsbütün yok edecek bir sömürge sürecinin başlangıcı söz konusu.”

Gece Şahinlerinin Uçuşu ile başlayan, Karanlık Bir Diyara Doğru ile devam eden efsanenin son perdesi bu kitapta!

(Arka kapaktan)

Şu an ilknokta'da ön siparişte olan kitap 12 EYLÜL'DE! raflarda.

Ayrıca kitabın 2 çevirmenini de tanıyoruz. Kitabın çevirmenleri Yosun Erdemli ve Ozancan Demirışık. Yosun Erdemli'nin çevirdiği Majere Kardeşler ve Kenderyurdu'nun çevirisini beğenmiştim. Bu kitaptada başarılı bir çeviri olduğundan şüphem yok. Şimdiden herkese iyi okumalar. :)

5
Çizgi & Anime / Anime Öneri İsteği
« : 25 Haziran 2013, 17:54:20 »
Neden bu başlığı açtım? Çünkü birkaç tane güzel anime izledim lakin hepsi bitti. Şu an bir arayış içindeyim ve izlediğim animeler bitince her gün yaptığım bir alışkanlıktan (anime izlemekten) mahrum kalmış oldum. İzlediğim animeleri izleme sıramla yazacak olursam (geçmişten günümüze)
1-Sword Art Online
2-Bleach
3-Death Note

Bu 3 anime içerisinde en çok Bleach'i sevdim. Zanpaktoular, kidoular havada uçuşuyordu çok güzeldi. Fakat bitti. Bundan sonra izlemek istediğim animelerde aradığım özelliklerse Kılıç ve Savaş olacak. :D
Naruto'ya başlamayı düşünüyordum ama sırf kılıç yok diye başlamak istemiyorum.
Önereceğiniz animelerde kılıç olsa süper olur. :D Tabi diğer önerilere de açığım :)

6
Tartışma Platformu / Müzik Ve Kitap
« : 24 Nisan 2013, 19:15:17 »
Başlıkta her şeyi açıklamaya çalıştım ama sığmadı :D Konuya gelirsek bu başlıkta aynı anda 3 küçük konu yürütülmesini planladığımdan bölüm olarak müzik, eğlence mizah ve tartışma platformu arasında kaldım. Bana en uygunu burası gibi geldi ama eğer yanlış tercih yaptıysam yöneticilerimizden taşımalarını rica ediyorum :) Konu(lar):
1-Müzik dinleyerek mi okursunuz?
2-Müzik dinlemek okumayı zorlaştırır mı?
3-Hangi kitap, seri hangi müzikle okunmalı?
Cevaplar numaralarla verilirse pek bir karışıklık olmayacağı görüşündeyim :)

1-Evet.
2-Bence hayır okuduğunuz kitabın ruh haline göre (heyecanlı, duygusal, savaş sahnesi vb.) şarkı seçimi yapıldığında çok kolaylaştırdığı görüşündeyim. Her şeyden önce sizi ortamdan soyutluyor ve uygun müziği bulduysanız istemsiz olarak kendinizi olayın içinde bulabiliyorsunuz.
3-Unutulmuş Diyarlar'ın Drizzt Efsanesi grubunda Evanescence grubunun Bring Me To Life şarkısı ,
Ejderha Mızrağının Dhamon Efsanesi üçlemesinde Zeynep Casalini'nin Dokunma Bana isimli parçasının ve Gedik Savaşları dörtlemesine ise Globus Take Me Away parçasının verilen kitaplarla çok uyumlu olduğu görüşündeyim.

Sizinde bu konudaki görüşlerinizi çok merak ediyorum :)

7
Tartışma Platformu / Baskısı tükenmekte olanlar
« : 29 Ocak 2013, 17:32:03 »
Arkadaşlar forumda böyle bir başlık aradım ama bulamadım. Konu şu çoğu okur baskısı tükenmekte olan kitapları canı çıkana kadar arıyor. Buna baştan çözüm getirmek için bu başlığı açtım. Bu başlıkta şu kitabı bu sahafta gördüm gibi konuşmalara yer vermeyelim bunun yerine daha yeni baskısı tükenmekte olanlara yer verelim ki okuyan üyelerimiz o kitapları almak istiyorlarsa hızlı davransınlar :) Ben başlayayım:

1-Vakıf serisinin kitaplarının baskıları teker teker tükeniyor, İthaki bu aralar yeni telifler peşinde koştuğundan ikinci baskıların olup olmayacağı belli değil gördüğünüz yerde toplayın kitapları :)


2-Belgariad Serisinin şimdiden 1. ve 3. kitaplarının baskıları tükenmiş durumda. Bizzat Metis Yayıncılığı aradım ve bu serinin başka baskılarının olmayacağını öğrendim yani şuan piyasadakiler son kitaplar ve diğer kitapların baskıları da yakın zamanda tükenebilir :(

8
Oyunlar / İkariam
« : 24 Ocak 2013, 16:48:18 »
Aslında çoğunuz oyunu duymuşsunuzdur. Oyun Travian ile benzerlik göstermektedir lakin traviandan daha eskidir. (En azından ben bir 6 sene önce oynuyordum oyunu :D ). Oyun Strateji tabanlı bir oyundur. Kendi şehrinizi kurar etrafını surlarla çevirirsiniz, adanızda bulunan madenleri toplar, adada tapınağı bulunan tanrıya hediyeler sunarsınız, ticaretle uğraşır, ordu kurar, akademide değişik araştırmalar yaparsınız :)

Bence oyun gerçekten güzel. Gerek grafikleri gerekse yapısı bakımından çok eğlenceli ve hoş. Oyunun özelliklerinden biri ise oyunu tek başınıza oynamanın sıkıcılığıdır. Arkadaş çevrenizle üye olursanız gerçekten çok eğlenceli vakitler geçirebilirsiniz. Oyun yenilenmeye gitmiş ve grafiklerini bir kademe daha yükseltmeyi başarmış. Ayrıca oyun web tabanlı ve ücretsiz. Forumda başlığını göremeyince ne yalan söyleyeyim üzüldüm çünkü bu oyunu rıhtımın sevebileceğini düşünüyorum :) Söylemeyi unuttum oyunda ittifak kurabiliyoruz. Belki
Rıhtım olarak oyunda faal olan küçük bir grup kurulabilir :)

Üye olacakların Dünya seçerken Omegayı seçmelerini rica ediyorum (en alt seçenek) çünkü aynı dünyada olursak birbirimizle oynayabiliyoruz :)

9
Kurgu İskelesi / Yarı Fantastik Yarı Realist Öyküm
« : 26 Aralık 2012, 21:29:06 »
Yaşadığım olayları kendi kalemimle harmanlayarak size sunuyorum. Okulda bu kısa öyküm bayağı tuttu. Öğretmenim bunlardan daha fazla yazabilirsem bunlardan dergi yapabileceğimizi bile söyledi! Lafı daha fazla uzatmadan sizi öykümle başbaşa bırakayım :)

                                   Seyahatname

Havada insanın içine işleyen bir soğuk vardı. Sabah sadece buz tutmakla yetinen yollar günün bu saatinde bembeyaz bir örtü ile kaplanmıştı. Benim ve sınıfın gözü ara ara yağmakta olan kara kayıyordu. Okulun insanların içine mutluluk veren zili çalınca başta olanları kavrayamadık. Sonuçta zilin çalmasına daha on beş dakika vardı. Fakat bunun hoş bir hayalden ziyade gerçek olduğunu anladığımız anda öğretmenimizin izni ile hızlıca montlarımızı giydik, çantalarımızı omzumuza attık ve bizi kendine çeken beyaz örtüye koştuk. Berkay yine temkinli davranıyor çantasının tam olup olmadığını kontrol ediyor ben ise onu hızlandırmak için dil döküyordum. Çok geçmeden iki yoldaş düştük yollara. Kardan örtü beyazdı ama altında kaygan ve pis, içinde çamur barındıran kahverengi buzlar vardı.

Okul yakınındaki yokuşu fazla dik bulduğumuzdan okul yakınındaki otoparktan gitmeye karar verdik. Üstümüzün başımızın çamur olmasını umursamıyor, tek hedefimize bizi bekleyen sıcak evlerimize doğru yol alıyorduk. Ben, Berkay’dan birkaç adım öndeydim. Bir süre sonra Berkay’ı göremez oldum. Tam arkamı dönecekken kafama isabet eden bir kartopu bende bir şok etkisi yarattı. Böyle bir taşkınlığa on misli ile karşılık veren ben ile Berkay bir süreliğine otopark’ı muharebe alanı yaptık. Ne zaman sıkıldık yolumuza geri koyulduk. Birkaç adım atmamıştık ki ayakkabısı zaten sırılsıklam olmuş olan benim ayağım kaydı. Ayağımı yerden bir santim kaldırmamama rağmen birkaç saniyede iki metre ileri kaymıştım. Tutunacak bir yer bulamadım. Otoparkın çıkışına gelmiştim. Oradaki direğe can havli ile tutunmaya çalıştım. Tutundum da ama kısa bir süreliğine. O süre benim kayarak sola doğru dönmeme yetmişti. Berkay arkamdan ilerleyebildiği kadar hızlı ilerledi ama çabaları boşaydı.

Ben kayarak köşeyi döndükten sonra karşımda üstüme doğru gelmekte olan minibüsü görünce kısa süreli bir şok yaşadım. Tutunacak hiçbir yerim yoktu bende kendimi Otoparkın yanındaki küçük çimenlik alana atmıştım. Şoför beni fark etmemişti bile. Gözü müşteri ve dolaylı olarak para hırsından dönmüş olacak ki son gaz devam etti yoluna. Ben bu şoku kendi kendime gülerek atlatmaya çalışırken Berkay yanıma geldi. Hemen yola geri koyulduk. Akbil dolum noktasında öğrenci kartlarımıza vizeleme işlemi yaptırmayı denedik. Son işlem günü 31 Aralık’tı. Bugünse günlerden 20 Aralık. Zaman elimizde olmayan tek şey olduğundan görevli abiden bize bir çözüm yolu önermesini rica ettik. Bize Uzunçayır durağına gitmemizi, oradaki merkezden yardım almamız gerektiğini söyledi. Nasıl bir tesadüftür ki aynı sabah başka bir görevli abiye sorduğumda bize Zincirlikuyu durağına gitmemiz gerektiğini söylemişti.

Hayatın bize oynadığı bir oyun olacak ki ondan önce sorduğumuzda da ya Söğütlüçeşme ya da Fikirtepe cevabı ile karşılaşıyorduk. İyice tepemiz atmıştı. Durağa giriş yaptıktan sonra gördüğüm ilk metrobüsün arkasındaki telefon numarasını tuşladım. Amacı bana yardımcı olmak olan bir abla açtı telefonu. Ona derdimi elimden gelebildiğince yumuşak bir biçimde anlattım. Bizimde insan olduğumuzu, öğrenci olduğumuz için zaten bir sürü işle uğraştığımızı ve bu tip işlere zaman ayıramayacağımızı mümkün olduğunca güzel bir dille anlattım. Bize ilgileneceklerini söyledi. Biz buna tabii ki de inanmamıştık. Ama yapacak başka bir şeyimiz olmadığından bu konuyu boş verip metrobüse bindik. Her zamanki gibi kalabalık olan metrobüsün camları buğulanma yüzünden dışarıyı göstermiyordu. Fakat bize bilgi vermeyi seven abla durak adlarını söyleyerek bize yardımcı oluyordu. Boğaziçi Köprüsü’nü on dakikada geçmiştik. İkimizin de içine bir kuşku düşmüştü. Sanki on dakika bir köprü geçişi için birazcık uzundu. Zincirlikuyu durağında aktarma yapmak üzere indiğimizde başta yağan kar yüzünden hiçbir şey göremedik. Sonrasında ise şüphelerimizin doğru çıktığını fark ettik üzüntüyle.
Durak dopdoluydu. Hatta bu sıfat bile az kalırdı durağın durumunu nitelemeye. İnsanlar yollara dökülmüş metrobüslerin geçişlerini engelliyordu. Ortama bir kargaşa hâkimdi. Biz insanların içinden zar zor ilerlerken bir yandan da metrobüsün uzunluğunu hesaplamaya çalışıyorduk.
Ortalama uzunluk konusunda bir hükme varınca metrobüsün arka kapısının açılacağını hesapladığımız yere doğru yol aldık. Berkay’a bu kalabalığın fotoğrafını çekmesini söyledim.

Çünkü Berkay’la beraber bir buçuk senedir metrobüsle okula gidip geliyorduk ve ikimizde böyle bir şeyi daha önce görmemiştik. Büyük ihtimal bir daha göremeyecektikte. Halk şeritleri tamamen kapayınca duraktaki hoparlör açıldı ve bir adam konuşmaya başladı ‘Sayın yolcular, muhalefet hava koşulları sebebiyle metrobüslerimiz biraz gecikmiştir. Eğer siz şeritleri açmazsanız metrobüslerin gelmeleri mümkün olmayacaktır.’. Fakat bu konuşmanın insanların üzerinde hiçbir tesiri olmadı. Bunun üzerine birkaç tane metrobüs geldi. Normalde o duraktaki insanları götürmek için en az on tane metrobüs gerektiğini Berkay’da bende tecrübelerimizden biliyorduk. Fakat insanlar o kadar çok beklemişlerdi ki ne yaptılar ne ettiler dört metrobüse küçük bir azınlık dışındaki herkesi aldılar. Berkay’la ben daha fazla bekleyemeyip katıldık önümüzdeki kalabalığa. Metrobüsler hareket etti. Ne zaman yeni durağa doğru ilerlemeye başladık, metrobüs kaplumbağa ile yarışır cinste yavaşladı.

Normalde üç dakikada varacağımız durağa yirmi dakika geçmesine rağmen varamamıştık. Herkes pimi çekilmiş bomba gibi patlayacak yer arıyordu. Ben sıkıntıdan rehberimdeki kişileri sırayla aramaya başladım. İçlerinden biri okulların kar nedeniyle 21 Aralık 2012 tarihinde tatil edildiğini söyledi. Başta Berkay’la ben bu haberi kahkahalarla karşıladık. Ama çok geçmeden bir şey fark ettik: Ne pazartesiye ödevi olan kitaplar ne de sınavı olan ders defterlerinden biri yanımızdaydı. İkimizde çok sinirlendik çünkü zorluklarla aştığımız yolu geri tepmek zorunda kalacaktık. İkimizi de bir karamsarlıktır kapladı. Bu duruma bir çözüm ararken gözüm yola takıldı. İnsanlar şeritte ikişer üçer yürüyor, normalde metrobüsün ilerlemesi gereken yolda şemsiyeleriyle gidiyorlardı. Acaba eve bugün varabilir miyim diye geçirdim içimden. Zaman akmak bilmiyordu. O kadar yavaş ilerliyorlardı ki sonraki durağı haber veren abla bile konuşmaz oldu. Araçtaki tek ses insanların oflamalarıydı. Ayağımı hissetmez olmuştum. Zaten bu ülkede bir kişi bile kalkayım da bu ülkenin genç beyinleri olan öğrencilere yer vereyim demez! Canımız sıkkın bekliyorduk durakların geçmesini, hiç geçmeyeceğini bilebile. Bu sıkıntılı anımıza yaşlı bir amca isyan ederek son verdi.

‘Cankurtaran yok mu?’ diye isyan etti yaşlı amca. Bu söyledikleri kısık olduğundan ciddi bir sorun var sandık ama sonra amca konuşmaya devam etti.
‘Boğuluyoruz burada!’
Amca susmuyordu. İçinde biriktirdiği tüm öfkeyi taşıyamayacak hale gelmiş olacak ki uzun süre konuştu.
‘Bu şoförü dövmek lazım!’
Bu cümleyi duyduktan sonra ben direk şoförü gösteren aynaya baktım. Şoför aynaya öyle sert baktı ki başlarda kavga edecekler sandım. Acaba metrobüste levye bulunuyor mu diye düşünüyordum ki amca yine nutuğuna başladı:
‘Edirnekapı’da ineceğim Edirne’ye de gelemedik kapıda açılmıyor!’
Berkay’la ben sesli olarak gülüyorduk. Etrafımızdakiler kimsenin bize kızmadığını gördüklerinden dolayı onlarda gülmeye başladı. Halk amcayı destekliyordu. Fakat kimse ona katıldığını açıkça beyan etmiyordu. Hepsi korkuyordu. İtiraz etmelerinin başlarına dert açacağından korktuklarından hiçbiri sesini çıkarmıyordu. Yanındaki adam amcaya Edirnekapı’ya yaklaşmakta olduklarını söyledi. Amca lafını esirgemedi yine konuştu.
‘Bu şoför kapıyı açabilirse ineceğiz.’
Amca gözümde tam bir halk kahramanı olmuştu. Korkacak hiçbir şeyi yoktu ya da o diğerleri gibi hakkını aramaktan çekinmiyordu. Bunun üzerine hiç düşünmeden bende bağırdım.
‘Amca sen gidersen kim bizim hakkımızı arayacak?’

Şoför Amca olayların büyüyeceğini düşünmüş olacak ki yolu hızlıca kat etmiş kapıyı hemen açmıştı. Amcanın beni duyduğuna eminim ama cevap vermeye zamanı olmadı ve araçtan indi. Yolumuza devam ederken metrobüs duraklarında tepkilerini metrobüslerine kartopu atarak gösteren insanlar gördük. Yaptıklarına grupça (evet grupça çünkü birlikte o kadar zaman geçirmiştik ki aramızda bir sinerji oluşmuştu.) anlam veremedik. İneceğimiz duraklara yaklaştığımızda metrobüsün gerçekten kalabalık olduğunu gördüm. Berkay’a döndüm ve ‘Berkay biz metrobüse bindik ama nasıl ineceğimizi hiç düşünmedik.’ dedim. İkimizin de aklını bir süre bu soru kurcaladı. Fakat ikimizde o kadar yorulmuştuk ki hiçbir şey evlerimize varmamıza engel olmadı. Ne yaptık ne ettik oradan kurtulmayı başardık.


                                                                                                     -Ryld Argith (Şahin) -

Not eserime isim bulmakta zorlandığım için seyehatname olarak bıraktım.

                                                                                            

10
Tartışma Platformu / H.P. Lovecraft Ve Cthulhu
« : 24 Aralık 2012, 20:06:12 »
Lovecraft hakkında tam olarak anlayamadığım bir kaç soruyu sormak istiyorum. Bu sorularımı hep erteledim ama İthaki yayınları Lovecraftın kitaplarına el atmaya başladığı için konunun netleşmesini istedim. Özellikle Lovecraft'ın Cthulhu'sunu merak ediyorum. Kimdir bu Cthulhu Lovecraft'ın hangi eserlerinde rastlarız? İlk Cthulhu ile karşılaşdığımız kitap ya da metin nedir?Hazal Ablanın yayınlarının vazgeçilmez espirisinde ( ''Bunların hepsi kutulu mu? '' ) ve bir sürü fotoğrafta rastlıyoruz bu karaktere.

Ayrıca Lovecraft konusunda tavsiye edebileceğiniz bir okuma sırası var mı bunuda merak ediyorum. Şimdiden ilginiz için teşekkürler. :)

Not: İthakinin yeni çıkardığı Lovecraft kitabı: Deliliğin Dağlarında. Başlığa Fotoğraf eklemeyi bilmediğim için kitabın tanıtım başlığını açamıyorum. Eğer gönüllü varsa bu kitap ismi üzerinden açabilir. (Tabi eğer forumda kitap başlığı zaten yoksa)

11
Bir sorunuma çare bulabilmek için açtım bu başlığı. Yeri burası mı pek emin değilim ama hatalıysam yöneticiler doğru yere taşıyacaktır.

Sorunum şu:
Bir öykü yazmaya başlıyorum. Başları güzel gidiyor. Kurgu tam planladığım gibi oluyor. Fakat ben yazmaya devam ettikçe düşüncelerden bir fırtına büyüyor kafamda. Her cümle ile bir macera, bir kurgu daha ekleniyor öyküme. Her düşüncem binbir düşünceye kapı oluyor. Durum bu iken şu ana kadar yazdığım sadece bir öykünün sonunu getirebildim. Kafamı yuvarlak bir küre olarak düşünürsem öykü yazmadan önce seçtiğim düşünceleri küre içindeki bir balona dolduruyorum. Yazdıkça düşünceler kayboluyor ama sonra balonun dışındaki düşünceler öyle bir baskı yapıyor ki balon patlıyor ve aklıma öyküde kullanabileceğim binlerce olasılık geliyor. Ve öylece kalıyorum. Bir kurgu eliyorum yerini binbir tanesi alıyor.Buna Sonsuzluk Laneti adını taktım.

Sizden ricam bu durumdan kurtulabilmem için yol önermeniz. Yardımcı olursanız çok sevinirim :)

12
Bu yazdığım 3. öykü. Devamını getiremedim zamanım olmadı ama talep olursa neden olmasın :) Umarım beğenirsiniz. :) (Korkuluk temalı seçkiye hazırlıyordum ama yetiştiremeyince biraz değiştirip size sunmaya karar verdim :) )

                        Kargaların Gölgesindeki Korkuluk

Gurur on iki yaşında olabilirdi ama o gün tarlayı sürmeyi bitirdiğinde kollarının şimdiden kavis almaya başladığını gördüğünde de hiç şaşırmadı. Her gün bir önceki günden daha güçleniyordu, her gün bir öncekinden daha çok cesaretleniyordu, her gün eve dönerken Korkuluk’a bir adım daha yaklaşıyordu…

Sekiz sene önce gelmişti Korkuluk. Geldiği gibide Gurur’un kargalarını kaçırmıştı ve o günden beri Gurur kargalarını göremiyordu. Hepsi onun suçuydu. Babası da onu kurabiye almak için kente gittiği yolun tam ortasına dikmese olmazdı! Artık kurabiyenin tadını unutmuştu ama hala kent yoluna yaklaşmaya korkuyordu. Birden önünden siyah bir şey geçince korkudan çığlık attı ya da bunu denedi. Ama nefesini alamadığından sesi çıkmayınca hafifçe öksürdü ve önüne baktı. Bu Kızıl Kuyruk’tu onu tanıdı çünkü kuyruğuna kırmızı bir kurdele bağlamıştı. Bağlamıştı çünkü Kızıl Kuyruk onların lideriydi. Babası onun kargalarla arkadaşlık kurmasını hiçbir zaman onaylamamıştı ama ona her zaman Kızıl Kuyruk’u kendine örnek almasını istemişti. Kızıl Kuyruk asla bencillik etmez yemeği tüm çeteye eşit paylaştırırdı. Diğer çiftliklerin çocukları onlara taş attığında Kırık Pençe’yle arkadaşlarını korumak için çocuklara saldırırlardı. Kızıl Kuyruk asla onları yalnız bırakmazdı…

Birden bu düşünceyle kahkaha atmaya başladı. Acaba diğerleri neredeydi, Kızıl Kuyruk döndüyse hepsi dönmüş demekti. Hızlıca etrafına bakındı ama onları göremedi. Birden korktu yoksa başlarına bir şey mi gelmişti?

Kafasına erik düştüğünde çok şaşırdı çünkü etrafta hiç ağaç yoktu. Kafasını yukarı kaldırıp gökyüzüne baktığında çetenin geri kalanını gördü. O kadar sevinmişti ki bağırarak kahkaha atmadan edemedi. Kızıl Kuyruk’ta kahkahasında ona eşlik etti ama önce omzuna kondu. Çetenin geri kalan tüm üyeleri sanki provasını yapmışlar gibi önünde yarım daire oluşturacak şekilde dizildi. Gurur teker teker hepsiyle ilgilendi. Eve götürdüğü suyun küçük bir kısmıyla ayaklarını yıkadı, gözlerinin önüne üfleyip kaçan tozları çıkardı. Kanatlarına yapışmış pamukları ayıkladı. Anlaşılan hala Kehribar Teyze’yi sinirlendirmek için pamuk tarlasında uyuyorlardı. Onlara yemek yedirirken birden güneşin batmakta olduğunu fark etti ve oturduğu yerden hızlıca kalktı. Eve doğru koşmaya başlamadan önce kargaları onu takip ediyor mu diye bakmayı da ihmal etmedi. Beş karga bir ters ‘v’ oluşturmuş şekilde havada süzülüyorlardı. O kadar harika bir görüntüydü ki bu Gurur arkasını tamamen dönüp birkaç saniye bakmadan edemedi. Yolu yarılamışlardı bir süre sonra yolda karanlık bir leke şeklinde Korkuluk göründü. Tüm kargalar çığlık atmaya başladı. Gururun korkudan ayakta duramayıp dizlerinin üstüne çöktü. Elleri titriyordu, nefesi hıçkırıklarla bölünüyor gözlerinin sulanmasından önünü bulanık görüyordu. Nasıl böyle bir hata yapabildim diye düşündü zaten cevapta çok uzakta değildi. Karga Çetesini görünce o kadar mutlu olmuştu ki eve giderken Korkuluk’un etrafından dolaşmayı unutmuş ve doğrudan üzerine koşmuştu.

Gece ilerliyordu daha önce Korkuluğun yanından bu mesafeden geçmişti ama kargaları bunu yapamazdı. Kırık Pençe bile çığlık atıp gitmek istediğini söylüyordu. Gurur ilk defa Kırık Pençe’yi korkarken gördü. Yavaşça geri sürünmeye başladı, belki yüz metre geri dönüp Korkuluk’un görüş hizasına girmeden yarım daire çizerek eve ulaşabilirdi. Kafasını kaldırıp aya baktı.

Ay neredeyse tepesindeydi zaten çok geç kalmıştı. Şimdi durmadan eve koşarsa belki eve zamanında yetişebilirdi ama kargalar gelemezdi! Onları geride bırakamazdı, bir daha bulamayabilirdi.

Ağlamaya başladı gözyaşları yere birbiri ardına damlıyordu. Çetedeki iki dişi kargadan duygusal olanı Âşık yanına kondu. Gözyaşlarından birine gagasının ucuyla dokundu. Dokunduğu şeyin ne olduğunu daha yeni fark etmişçesine mutsuz bir şekilde öttü. Gurur Âşık’a baktı. Âşık sanki onun ağlamasını istemiyormuşçasına gözlerine baktı. Sonra gelip omzuna kondu ve kafasını yanağına sürtüp sevimli bir sesle öttü. Arkadan sert bir gaklama duyuldu. Gurur dönüp baktığında Kırık Pençenin ona sert bir ifadeyle bakıp kanatlarından biriyle evin bulunduğu yönü işaret ediyordu. Gurur anlamamışçasına Kırık Pençe’ye baktı. Ardından Kızıl Kuyruk başını yukarı kaldırdı. Gurur neye baktığını anlayınca demek istediklerinin farkına vardı. Ayın gökyüzünün tepesine çıkmasına en fazla sekiz dakika vardı. Son sürat koşarsa yetişebilirdi. Ayağa kalktı üstündeki tozları silkeleyip son sürat koşmaya başladı. Çok kısa bir süre sonra arkasından kanat sesleri gelmediğini fark etti ve arkasını dönüp kargalarına baktı. Kargalar onun durduğunu görünce aynı anda ötmeye başladılar. Kızıl Kuyruk sert bir baş hareketiyle gitmesini söyledi. Aralarında bu sessiz diyalog geçerken çetenin diğer dört üyesi uyuyacaklarını belli etmek için sıkışık bir hale gelip bacaklarını toplayıp oturdular. Gurur onların onu geri dönene kadar bekleyeceğini anlayınca gülümsedi.

Eve vardığında annesi bahçeyi toparlamış kapıyı kapamak üzereydi. Onla sinirli görünen bir yüz ifadesiyle konuşmaya başladı.

—Yine geç kaldın! Beni meraktan delirtecek misin sen!
—Özür dilerim anne havanın karardığını fark ettiğim gibi koşarak geldim.
—Tamam, geç bakalım haylaz bu gün sevdiğin çorbadan yaptım.

Gurur zaten çorbanın kokusunu aldığı gibi içeri daldığından annesinin son olarak ne dediğini duymamıştı. Masada babası oturmuş ona geç kaldığı için azarlar bir ifadeyle bakıyordu. Gurur bakışlarını kaçırdı. Sonuçta o babasıydı ve Türk kültüründe baba oğul ilişkisi çok özeldi. Babası sinirli bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

—Geç kalmasan şaşardım!
—Özür dilerim baba bir daha olmayacak.
—Gel otur bakalım karşıma şöyle.

Gurur otururken tüylerinin diken diken oldu. Babasının sesinin aniden incelmesi ve yüzünün hüzünlü bir ifade alması onu şaşırtmıştı.

—Oğlum, kuşlarını mı arıyordun yine?
—Hayır, baba, bu sefer onlar beni buldu.
—Gurur onlardan uzak dur. Kargalar pis, kötü ve nankör hayvanlardır.
—Nerden biliyorsun baba onlar benim dostlarım!
—Onlar karanlık ve korkunç birer kuş sadece evlat.
—Neden! Tüyleri siyah diye korkunç oluyorlarsa bilmelisin ki baba senin dışarı diktiğin ucube siyah olmayabilir ama daha korkunç!

Babası masanın kenarını öyle sıkmıştı ki eklem yerleri bembeyaz olmuştu. Gurur ancak o zaman sınırı aştığını far etti ama çok geç kalmıştı. Babası elini masaya öyle bir indirdi ki havaya sıçrayan kıymıklardan bazıları Gururun koluna battı. Ama Gurur tepki veremeyecek kadar korkmuştu. Babası konuşmaya başlayınca sinmeden edemedi.

—Bir daha geç kalırsan kentteki tüm kedileri peşime takıp küçük kuşlarını kedilere yem yaparım!

Gurur kontrolünü kaybetmişti. Kollarını o kadar çok sıkıp gevşetiyordu ki kıymıklar diplerine kadar koluna gömüldü. Ağlayarak odasına gitmeden önce düşündüğü yek şey vardı: Acaba babası bunu yapabilir miydi?

Bundan sonra Gurur’un tarlayı sürmeyi bitirdiği için en az bir hafta işi yoktu.

Ertesi sabah evdeki herkesten önce kalktı. Ve eve dört buçuk kilometre uzakta olan derenin yolunu tuttu. Derenin suyu buz gibiydi ama biraz yüzmek düşüncelerini berraklaştırmış, üstündeki uyku halini kaldırmıştı. Kargalarının yanına gidemezdi en azından onları korumanın bir yolunu bulana kadar…

Kargaları koruyacak bir kafes yapamazdı çünkü Kırık Pençe buna kesin karşı çıkardı. Ama onları kendiside koruyamazdı. Her gün onların yanına gitmeye kalkarsa üç güne kalmaz yine geç kalırdı. Tüm gün bir sürü başka yol düşündüğünde sonunda sızlanarak aslında tek bir seçeneğin mantıklı olduğunu fark etti: Onları kendisi korumalıydı. Kendi kendine bunu nasıl yapabileceğini düşünürken güneşin batmakta olduğunu gördü. Hemen toparlanıp eve döndü. Yemeğin brokoli olduğunu görünce yüzünü buruşturarak direk odasına geçti. Uyumaya çalışıyordu ama yapması gereken şeyi bir türlü kafasından atamıyordu. Onları korumak zorundaydı!

Sonraki sabah yüzerken aklında birbirinden farklı silahlar sırayla geçiyordu. Sonunda çok geç olmadan bir karar vermek zorunda olduğunu far etti ve seçimini tek elli kılıç yönünde kullandı. Ama silah yanıtına cevap bulmasının sevinci yerini başka bir soru aldı. Kılıç alacak parayı nereden bulacaktı. Bu soru aklını kurcalarken dereden çıktı. Kurulanırken ağaca dolanmış bir üzüm salkımı çarptı gözüne. Hemen kalktı ve çantasını üzümle ağzına kadar doldurana kadar salkım üstüne salkım kopardı. Hızlı Kardeşler’in en sevdiği meyveydi üzüm. Artık kargaları görme zamanı gelmişti…

Onları bıraktığı yerde bulunca hiç şaşırmadı. Onları gördüğünde Kırık Pençe yakaladığı fareden dolayı ayağına bulaşmış kanı yemeye çalışıyor. Hızlı Kardeşler her zamanki gibi birbirleriyle yarışıyorlardı. Kızıl Kuyruk ile Âşık’ta onların altlarına oturmuş uyuyorlardı. Tahmin ettiği gibi onu ilk fark eden her zaman tetikte olan Kırık Pençe olmuştu. Kırık Pençenin tek bir sert ötüşüyle tüm kargalar yaptıkları şeyi bırakıp neden bağırdın Kırık Pençe’ye baktılar. Sonra Gurur’un geldiğini görünce hepsi ötmeye başladı. Gurur önce oturmak bir örtü çıkarttı. Oturduktan sonra çantasındaki üzümleri boşalttı. Sonra çantasının dibinde annesi öğle yemeğine gelmezse diye üç tane mısır koyduğunu görünce küçük bir sevinç nidası attı. Kargalar önlerindeki yemeği görmelerine rağmen yemek için hiçbir harekette bulunmuyorlardı. Çünkü biliyorlardı: Gurur onlar için her zaman en iyisini bilirdi ve o uygun zaman olunca yemelerine izin verecekti.

Gurur arkadaşlarını yeniden görmenin mutluluğu içinde yemeği hazırlamaya başladı önce toprağa her karga başına 2 tane düşecek şekilde on tane oyuk açtı. Sonra salkımdaki üzüm tanelerini teker teker ayıkladı ve elleri arasında hafifçe ezdi ki yemesi kolay olsun. Bunun ardından da mısırların her birini ikiye böldü ve altı tanenin biri hariç hepsinin tanelerini ayıkladı. Bunları eşit şekilde açtığı oyuklara paylaştırdı. Kargalar yiyebileceklerini anlatan bir işaret yaptıktan sonra hepsini sırayla sevdi. Geriye kalan mısır yarımını da kendisi yedikten sonra su kesesindeki suyu kargalara ve kendine paylaştırıp içtikten sonra üzülerek kargalarla konuşmaya başladı:

—Şimdi gitmek zorundayım çocuklar… Ama söz veriyorum geri döneceğim.

Gözlerinden yaşlar süzülürken mırıldanarak ekledi: ‘ Ve bir daha asla sizi terk etmeyeceğim dostlarım…’
Eve koşmaya başladı. Hava kararmamıştı ama çabuk gitmek istiyordu. Yarın para kazanmalıydı.

                                              ******************
Sekiz senedir bu kadar yaklaşmamıştı Korkuluk’a ama dört sene boyunca da kente gitmek için bu kadar geçerli bir sebebi olmamıştı Gurur’un. Her attığı adım öncekine göre daha küçüktü. Her aldığı nefes öncekinden daha hırıltılıydı. Birkaç adım sonra ayağını yerden kaldıramaz hale geldi. Ayaklarını sürüyerek ilerliyordu. Yerden çıkan sesler bile dikkatini dağıtamıyordu. Sağ tarafına bakmamaya çalıştı çünkü yolu yarılamış ve korkuluk şu anda sağında ve otuz metre uzaktaydı sadece! Yanından geçmekte bir kedi onun geldiği tarafa doğru gidince Gurur’un aklını korkunç düşünceler doldurdu. Gözünün önüne kediler tarafından yenen karga cesetleri geldi. Aniden kendini kaybederek çığlık atmaya ve ileri doğru var gücüyle koşmaya başladı. Korkuluğu arkasında bırakalı iki dakika bile olmamıştı ki önündeki taşa takılıp yuvarlandı.

Gurur sinir krizinin eşiğindeydi. Hem kadere hem hayata hem taşa hem de kargalarına zarar verebilecek dünyadaki tüm kedilere küfretmeye başladı. Yerleri yumrukluyor, çığlık atıyordu. Sakinleştikten sonra yoluna devam etmesi gerektiğine kara verdi ve hızlıca ayağı kalkıp yola koyuldu. Kente geldiğinde insanların sekiz senede ne kadar çok şey yapabildiklerini görünce gözlerine inanamadı. Kentin içinde ilerlerken güneşin ne kadar yükseldiğini görmek için kafasını kaldırdığında uzun bir ıslık çaldı. Kente girene kadar sadece kentin giriş kapısına odaklanmış. Güneşin önünde gümüş bir parıltı gördüğünde bunu sadece bir yanılsama olarak algılamıştı. Ama şimdi görüyordu ki o ’Gümüş Parıltı’ otuz metre yüksekliğe ve tarlalarının arsasına oranladığında iki buçuk kilometrelikte bir alana sahip kocaman bir kaleydi. Kale düz beyaz mermerdi ama duvarlarından iki tanesinde kırmızı karanfil resmi vardı. Yaklaşık on beş dakika hayranlıkla Kaleye baktıktan sonra babasının sofra da bazen bir krallıktan söz ettiğini hatırladı. Krallıkla ilgili merakını hala giderememiş olmasına rağmen kafasını hızlıca iki yana salladı ve yanından geçmeye çalışan yaşlı adama gideceği yeri sordu:

—Demirci Burrt’un dükkânını nerede bulabilirim acaba?
—Demirci Burrt iki sene önce kraliyet demirciliğine getirildi. Senin gibi birinin alabileceği kadar ucuz şeyler satmadığına emin olabilirsin.
—Ona ben karar veririm amca.
—Peki, senle hiç uğraşamam, işim var. Şimdi Kalenin surlarına kadar gidiyorsun. Sonra sola dönüp Kale muhafızlarını görene kadar ilerlemene devam et. Seni içeri alırlarsa şanslısın demektir.

Gurur Burrt’un onu içeri alacağından emin bir halde yola koyuldu…

13
Kitaplar / Hobbit ve Felsefe
« : 02 Aralık 2012, 14:34:14 »
Arkadaşlar fuarda gördüğüm, İthaki yayınevinden çıkma Hobbit ve Felsefe kitabı konusunda cevaplayamadığım bir soru var:

Kitap Hobbit filmine kısa zaman kala çıktı, ki bu zamanda böyle bir stratejik konumda çıkan kitapların içi genelde boş olur, maddi kazanç uğruna yazılır. Ama Hobbit Ve Felsefe kitabıda Tolkein'in düşüncelerini, olaylara bakış açısını, felsefik görüşünü anlatan bir kitap olarak görünüyor.

Sorum aslında şu: Bu kitap ne kadar dolu ne kadar boş?

Şimdiden ilginiz için teşekkürler :)

14
Pegasus Yayınlarından çıkmadır bu seri. Serinin hangi kitabı çıkarsa çıksın, çıktığında çok satanlara direk giriyor. Bildiğim, duyduğum, okuduğuma göre seri ağır cinsellik içeriyor. Son günlerde hiçbir seri hiçbir kitap bu seri ile boy ölçüşemiyor. Seri edebi eser niteliği taşır, yazarıda bir başarı yakalamış ki seri bu kadar tutuldu. Benim sorunum seri ile değil lâkin Türk'lerin bu seriye çok ilgi gösterdiklerini düşünmekteyim. (Konusuna göre)

Sormak isterim, sizce bu esere Türk'lerin gösterdiği ilgi Türklerin edebiyat anlayışını ne derece ortaya koyar?

Sormak isterim biz azınlık dışında Türk'lerin edebiyat anlayışı mizah dergileri ve cinsellikle ilgili dergilerden mi ibarettir?

Son günlerde bu konu kafamı çok karıştırmakta. Seri her geçen gün daha çok satıyor ve benim Türk'lerin Edebiyat anlayışına olan güvenim güvensizliğe dönüşüyor. Lütfen bana bu konuda bir açıklama verin ya da katılın çünkü kesin bir yargıya varmak istiyorum. Şimdiden teşekkürler :)

15
Tartışma Platformu / 'Maske' Temalı Öykü için konu
« : 26 Kasım 2012, 19:29:31 »
Arkadaşlar edebiyat öğretmenim benden teması Maske olan bir öykü yazmamı istedi. Kendim bir kurgu buldum ama kararsızım. Rica etsem size böyle bir istek gelse nasıl bir kurgu ve hikaye yaratırdınız yardımcı olabilir misiniz?

Not: Arkadaşlar verdiğiniz önerilerin direk aynısını kullanmayacağıma ve sadece bie noktada değişiklik yapıp bak sözümde durdum benzeri durumlara kendimi sokmayacağıma söz veriyorum :)

Sayfa: [1] 2