Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Chiyo

Sayfa: [1] 2
1
Çizgi & Anime / The Girl Who Leapt Through Time
« : 04 Eylül 2013, 22:32:04 »


          Yönetmen: Mamoru Hosoda
          Yapımcı: Takashi Watanabe, Yuicho Saito
          Müzik: Kiyoshi Yoshida
          Süre: 98 dakika

          1966 Yasatuka Tsutsiu tarafından bir bilim kurgu romanı olarak yazılan bu eser daha sonraları pek çok defa mangaya ve anime-filme uyarlanmış. Burada anlatacağım ise 2006'da Mamoru Hosoda tarafından yönetilen ve Satoko Okudere tarafından senaryolaştırılan anime-film versiyonu. Türkçe’ye adı Zamanda Sıçrayan Kız olarak çevrilen anime, Makoto Konno isimli lise öğrencisi bir kızın çok şansız bir sabaha uyanmasıyla başlıyor.
     
          Normalde kendini oldukça şanslı sayan, ortalama bir zekaya sahip, iyi notlar alabilen, neşeli, pek de sakar olmayan Makoto okulda tüm bu sayılanların aksini ispat edercesine kazalar silsilesiyle dolu bir gün geçirir. Günün sonunda not kağıtlarının teslim edeceği sırada ceviz büyüklüğünde bir cisim bulur ve garip olaylar silsilesi burada başlar. Karşısına çıkan o ceviz benzeri cismi farkında bile olmadan parçalayarak çok önemli bir yeteneğe kavuşur: Makoto artık zamanda sıçrayabilmektedir.  En başta bunun pek de kötü sonuçlar doğuracağına ihtimal vermeden pervasızca zamanda sıçrar durur. Bu sıçramalarla günlük hayat içinde karşılaşmak istemediği diyologlardan kaçar, sakarlık yaptığı anları değiştirir, hatta arkadaşları için hayatlarında daha iyi seçenekler sunabileceğini düşündüğünde bile kullanır bu yeteneğini. Bu muhteşem yeni gücü sayesinde sonu ölümle sonuçlanan korkunç bir tren kazasından bile kurtulmayı başarır. Buraya kadar her şey güzeldir, fakat Makoto zaman sıçrayışlarının da aslında bir sonu olduğunu fark etmeye başlar. Bununla birlikte sıçrama olayının kafa karıştırıcı sonuçlar doğrubileceğini, hatta bazen fırsatları kaçırmasına bile sebep olabileceğini anlar.  Yaşadığı karmaşık olaylarla filmde sıkça tekrarlanan “Times waits for no one.” cümlesinin doğruluğunu ona sık sık ispatlanır.

          Makoto’nun diğer iki yakın arkadaşı ise Chiaki Mamiya ve Kousuke Tsuda, onun zaman sıçramalarından en çok etkilenen kişilerden olurlar. Bu üç kafadar sürekli beraber takılıp boş zamanlarını beyzbol oynayarak geçirmektedirler. Makoto diğer Japon çizgifilmlerinde idealize edilen bayan karakterlerin aksine, çocuk gibi konuşan (bayan karakterin Chibi denen bu çocuk gibi konuşma şekliyle daha sevimli daha çekici olduğu düşünülüyormuş), olur olmaz her şeye ağlayan, bıktırana kadar duygusallaşan bir karakter değil. Yeri geldi mi bencil de olabiliyor, şapşallık da yapabiliyor. Bu sebeple bu üçlünün arkadaşlığı da oldukça doğal ve sıcak geliyor izleyiciye.

         Filmin ilerleyen sahnelerinde Chiaki’nin Makoto’nun sırrını keşfetmesiyle olaylar ivme kazanıyor ve hikaye bundan sonra bir Japon öyküsüne yakışır şekilde fantastik, doğaüstü bir çehreye bürünüyor. Fakat burada izlemek isteyenlerin merakını katletmemek üzere bahsetmeyeceğim filmin sonu; hevesimi kursağımda bıraktı diyebilirim. Tam bir son değil, yarım değil, eksik de değil. Kısacası “daha farklı olabilir miydi acaba?” hissi. Yine de aradan biraz zaman geçtikten sonra da açıp da tekrar izleyebileceğim türde, içimde hoş duygular uyandıran bir anime oldu bu. Rahatlıkla animeseverlerin kaçırmaması gereken bir 98 dakika olduğunu söyleyebilirim.


2
Diğer Bilimkurgu Eserleri / Evrenin Ötesi - Beth Revis
« : 03 Eylül 2013, 14:36:58 »
       
       Kitabın Adı: Evrenin Ötesi
       Yazarı: Beth Revis
       Çeviri: Ayça Sağlam
       Sayfa Sayısı: 408
       Yayınevi: Olimpos Yayınları

       Amy’nin genetik uzmanı annesi ve savaş analizi uzmanı babası yeni bir gezegende insanlığın ilk tohumlarını atmak ve yaşam şartlarını uygun hale getirebilmek üzere Finansal Kaynak Borsası tarafından işe alınır. Yeni gezegene varmak 300 yıl süreceği ve Amy sadece on yedi yaşında olduğu için özel bir izin ile o da bu yolculukta ailesine katılır.
       Kendilerinin de aralarında bulunduğu 100 kişilik bilim insanı ve savaş uzmanı dondurularak geminin kargo bölümüne 300 yıl sonra yeni gezegene iniş yapıldığında uyandırılmak üzere yerleştirilir. Ama yüzlerce yıl sürecek olan bu yolculuk için evet demeden önce Amy’nin 50 yıl erken uyandırılacağından haberi yoktu... Üstelik kendi kurallarıyla yaşayan cesur yeni bir dünyaya gözlerini açmayı hiç ummamıştı.
(Arka kapaktan)

       Kişisel Yorum: Arka kapağındaki yazı ile romanın tamamının “eksiksiz” özetlendiği kitaplar nadirdir herhalde. Bu kitap hakkında en kısa söyleyebileceğim söz arka kapakta ne yazıyorsa o, daha fazlasını beklemeyin olabilir ancak.

       Kitapçıda gezinirken “Genetik uzmanı bir anne ve savaş analizi uzmanı bir baba…” diye başlayan ilk cümlesi ile zaten dikkatimi bir hayli çekmiş olan bu kitabı, çok büyük bir hevesle satın aldım. Yine arka kapakta bulunan “Amerikan gençliği yeni bir heyecan fırtınasına kapıldı: Evrenin Ötesi. İki hafta içinde The New York Times Bestseller listesindeki yerine oturan roman, zamane kitaplarına hiç benzemiyor.” gibi övgü  içerikli cümleler ve yazar alıntılarını da gördükten sonra “Herhalde son on yılın en iyi, ama reklamı pek yapılmamış romanlarından birini tutuyorum elimde.” diye düşündüm. Fakat beklenti ne kadar büyük olursa yaşanan hayal kırıklığı o derece büyük olur gerçeği bu romanda kamyon gibi çarptı suratıma. Evrenin Ötesi, kapağına yapıştırdığı New York Times Bestseller etiketinin hakkını vermekten çok uzaktı ne yazık ki.  Gayet ilgi çekici ve sürükleyici olabilecek bir konu ilk elli sayfadan sonra yavanlaşıp kalıyor. Herhalde yazar tek atımlık barutunu kullanmış, diye düşündüğüm ilk birkaç bölümden sonraki kısımlar meraklandırma niteliğini tamamen kaybetmiş. Basit diyaloglarla ve sonu tahmin edilebilir olaylarla dolu bir sürü sayfa. Ama yine beklentimi kaybetmeyerek belki son bölümü iyidir, orada aldığı övgüleri hakedecek cümlelerle karşılaşırım umuduyla kitabı bitirdim. Fakat ne yazık ki, Evrenin Ötesi son satırına kadar vaadedileni sunmaktan çok uzaktı. Yazar artık romanı yazmaktan mı sıkılmış, yoksa araya başka bir engel mi girmiş de böyle yapmış bilemeyeceğim, ilk birkaç bölümden sonra yazma hevesini kaybetmiş ama zorla da olsa sonunu getirebilmiş izlenimi bıraktı bende. Böyle ilgi çekici bir konu çok daha iyi işlenebilirdi kanımca.

       Kitabın çevirisi ise içeriğinin tatmin edemeyen niteliğine uyacak şekilde vasat. Yazım ve imlâya gösterilmeyen özen ayrıca itici bir unsur. Tüm bu saydıklarımdan sonra diyebilirim ki; okuyucuyu kandırarak, aptal yerine koyarak kitap satmak da ayrı bir beceri olsa gerek. Bu açıdan Olimpos Yayınları’nı kutluyorum. Esas canımı sıkan şey kitabın konusu ya da kofluğu değil. Eminim daha da kötülerini okumuşumdur. Asıl hoşlanmadığım türlü türlü caf caflı cümleler ile kandırılmak oldu galiba. Belki de Evrenin Ötesi gerçekten kıymetli bir eser ve ben onu anlayacak, düzgün yorumlayacak seviyede değilim. İnternetten okuduğum bazı yorumlara göre bu kitabı çok beğenenler de varmış, saygı duyarım. Ama ben üç kitaplık bir seri olduğunu öğrendiğim bu kitabın devam kitaplarını okumayı düşünmüyorum.

3
Kurgu İskelesi / Yüzde İki Buçukluk Karbon
« : 31 Ağustos 2013, 22:28:01 »

       Magandalar insan değildi. Dünya’ya 935 bin ışık yılı uzaklıktaki Xezos isimli bir gezegenden kapsüller içinde denek olmaları amacıyla gönderilmişlerdi.  Dünya’dan kat ve kat üstün bir teknoloji düzeyindeki Xezos gezegeninde bilim laboratuvar koşullarında, gelişmiş düzeyli organizmalar üretecek kadar ileriydi. Yalnız Xezosluların düşüncesizce tükettikleri gezegen kaynakları yüzünden kaçınılmaz sona yaklaşmaları çok yakındı. Özellikle karbon elementini Dünya teknolojisinin ulaşamayacağı ölçüde öyle bir kullandılar ki gezegen karbon fakirliği çekmeye başladı. Bu sebeple kendilerine yeni yuva olacak, bol karbonlu bir gezegen aramaya başladılar. Yaptıkları tüm araştırmalar sonucunda kendileri gibi oksijen tüketen, yemek yeyip, su içen, üreyen va hatta boşaltım yapan organizmaların yaşadığı sadece bir adet vadesi henüz dolmamış, içinde bol miktarda karbon barındıran gezegen keşfedebildiler. Dünya, Xezos’a 935 bin ışık yılı uzaklıktan kısmen az kirletilmiş su kaynakları ve birazcık hırpalanmış atmosferiyle maviş maviş göz kırpıyordu.

       Yeni yuva olacak olan gezegenin keşfi için yapılacak araştırmalara büyük çapta yatırımlar yapıldı. Hiçbir masraftan kaçınılmayarak başlatılan bilimsal çalışmalar tam gaz devam ediyordu. Yeni gezegenin yaşam şartlarının, atmosferinin, gelişmişlik düzeyinin ve daha akla gelebilecek her türlü özelliğinin anlaşılabilmesi için gönüllü denekler göndermeye karar verildi. Ancak Xezos gezegenin genelinde kabul gören yasalar denek olarak gönüllü olsun veya olmasın hiçbir bireyin gezegen dışına çıkmasına izin vermiyordu. En sonunda bilim adamları bol maddi destek gördükleri bu proje için başka bir çözüm yolu buldu. Labaratuvar koşullarında Xezos insanlarına benzer gelişmiş organizmalar üretilecek ve bunlar dünyaya salınacaktı. “Maganda” ismi verilen bu organizmalar dünya hakkında edindikleri bilgiyi gelişmiş teknolojik bir kanal aracılığıyla Xezos’a gönderecekler, böylece yeni yuva bulma projesi sekteye uğramadan devam edecekti. Bu fikir Xezos etiğine aykırı bulunmadı ve proje kaldığı yerden hız kesmeden devam etti. Ancak üretim esnasında yaşanan gayet de “görünür” bir  kaza tüm gidişatı etkileyen bir sonuç doğurdu. Uyanık bilim adamlarından biri organizma üretimi için kullanılması gereken karbon miktarını çok bulmuştu. Organizma üretiminde gereken karbon oranı her bir birey için %22,5 idi. Bu oran aynı zamanda Xezos insanlarının vücutlarında bulunan karbon oranı ile eş değerdi. Ancak karbon fakirliğinden muzdarip bir gezegenin vatandaşı olan bu bilim adamına göre bu oran çok fazlaydı. Gezegen zaten karbon kıtlığı çekiyordu. Üstüne bir de sadece gezegen dışına yarayacak bir organizma için bu kadar karbon kullanmak kısıtlı kaynağı çöpe atmak değil de neydi? En sonunda uyanık bilim adamının aklına süper parlak bir fikir geldi: Laboratuvar koşullarında üretilen her bir birey için ayrılan %22.5luk karbon miktarını %20 olarak kullanmaya karar verdi. Böylece geriye altın değerindeki %2.5luk karbon kalacaktı. Bu geriye kalan %2.5luk karbonu ne mi yapacaktı? Tabi ki de kara borsada satacak ve kısa sürede paraya para demeyecekti. Bilim adamı maaşları malum karıncayı doyuracak kadar bile değildi. Çünkü ileri teknolojili bir gezegende yaşadıklarından herkes çocuğunu bilim adamı yapıyordu. E bu kadar bilim adamı olunca devlet bu insanlara nasıl maaş yetiştirecekti? Maaşlar azaldı ve bilim adamlığı alelade bir meslek haline geldi. Projeler için hükumetler büyük bütçeler ayırıyorlardı, fakat bu paraların tamamı deneylerde kullanıldığından bilim adamlarına ek gelir falan da olmuyordu. Böyle bir durumdayken bizim uyanık bilimcimiz ne yapsındı? Karaborsa iyiydi iyi. Kısa günün kârı ile köşeyi dönerdi. Sonra Xezos’un en güzel sayfiye yerlerinden bir yazlık, bir ev, bir araba hayalleri derken bizim uyanık bilimcinin gözünü para hırsı iyiden iyiye sardı. Etik metik dinlemedi, çaldı %2.5 luk karbonu. Bunu yaparken de bütün detayları gizlemeyi başardı. Ancak üretim sonucunda ortaya öyle bireyler çıktı ki tüm bilim dünyası bu laboratuvardan çıkan yarı-moron, eğitim kabul etmeyen, çok acayip bir maganda türü karşısında şaşkına döndü. Proje kapsamında üstün zekalı bireylerin üretilmesi beklenirken ortaya çıkan bu istenmeyen sonuç büyük bir hayal kırıklığıydı. En sonunda bireylerin eksik karbon kullanımına bağlı olarak moronlaştıkları tespit edildi. Zeka düşüklüklüklerinin yanı sıra kabalık ve her yanlarına yaklaşan canlıyı taciz etme dürtülerini bastıramıyorlardı. Lûgatlarında ise çok az Xezoslunun bilebileceği türlü türlü küfürler yer alıyordu. Bir miktar karbon eksikliğinin böyle sonuçlar doğuracağını kim tahmin edebilirdi? Şimdi geriye bunun sorumlusunu bulmak kalıyordu. Bizim uyanık bilimci karbonu çalarken tüm bilimsel verileri silip ardında bir iz bırakmadığından %2.5luk karbonu kimin çaldığını da kimse bulamadı.

       Peki bu laboratuvar ürünü magandaları ne yapacaklardı? Bu tuhaf canlıları kamuoyuna göstermek skandal olurdu. Dahası proje kapsamında adı geçen tüm bilim insanlarının meslek yaşamına son verilirdi. En sonunda bilim adamları bu fiyaskoyu örtbas edecek bir çözüm yolu buldular. Üretilen magandaları  en başta insan şekline benzemeleri için modifiye edeceklerdi. Çünkü Xezos gezegenindeki insanlar dünyalılardan farklı olarak üç kollu idiler ve derileri maviydi. Üçüncü kol tam göğüs kafesinden çıkmaktaydı. Bu farklıların giderilmesi için ilk önce deri renkleri özel ışınımlarla değiştirildi. Magandalar bu işlemden hiç hoşlanmadılar ve dünya dilleriyle bolca küfür ettiler. Geriye üçüncü kolu halletmek gelmişti. Yazarın ayrıntıya değinmekten kaçınacağı şekilde bu üçüncü koldan da kurtulundu. Magandalar bu  işlemden de değil hoşlanmamak, nefret ettiler ve yine küfür ettiler. İşlem sonunda göğüslerinde bariz bir yara izi kaldı. Bilim adamları yara izini kapatmak için süper parlak, başka bir yöntem daha geliştirdiler. Magandalar göğüslerine bol bol göğüs kılı takviye edilmesi marifetiyle artık dünya insanlarına benzer hale getirilmişlerdi. Artık geriye onları paketlenip dünya atmosferine göndermek kalıyordu. Sonuç olarak magandalar paketlendi ve kapsüllere yerleştirilip dünyaya gönderildi.

       İşte otobüste, trende, vapurda, futbol maçlarında ve akla gelen bütün kalabalık mekanlarda küfürler eden, itişip kakışan, yok yere olay çıkaran, hele hele kadın cinsinden bir insan gördüler mi taciz etmeden duramayan, başkalarına saygı duymadan yaşamlarını sürdüren organizmalar, yani magandalar böyle ortaya çıktı. Bu eşsiz türün ortaya çıkmasından sorumlu olan Xezos’lu uyanık bilim adamımız ise şu anda yazlığında iki eliyle bol karbon aromalı çekirdeğini çitleyip üçüncü eliyle de şampanyasını yudumluyor. Xezos’un kaçınılmaz sonu mu? Bu olay, bizim uyanık karaborsa zengininin umurunda bile değil.
Spoiler: Göster

Not: Bu yazı zorlu geçen destansı bir iett yolculuğu sonrasında yazılmıştır. Bu yüzden küfür etme eylemi  değil; ki öyküyü yazan kişi de bunun hayatın bir parçası, hatta kimi zaman bir ihtiyaç olduğunu bilmektedir, "maganda" adı verilen organizmalar yerilmiştir.

4
Çizgi & Anime / 5 Centimeters Per Second
« : 31 Ağustos 2013, 15:51:58 »
 

       Yayın tarihi: 3 Mart 2007 (Japonya)
       Yönetmen: Makoto Shinkai
       Süre: 65 dakika
       Film müziğinin bestecisi: Tenmon
       Öykü: Makoto Shinkai

       Kiraz çiçekleri, yıldızlar, kar tanecikleri, romantik bir atmosfer,  insanı duygudan duyguya sürükleyen  müzikler ve aşk…  Adını kiraz çiçeklerinin düşüş hızından alan 5 Centimeters Per Second bu kelimelerle özetlenebilir. Müziklerini Japon besteci Tenmon’un yaptığı, 2007 yılında gösterime giren anime film Makoto Shinkai’nin başyapıtı olarak kabul ediliyor.  Anime aralarına mesafeler girmiş Akira ve Takaki isimli iki çocuğun arkadaşlıklarını, kahramanların hayatlarının üç ayrı evresinin ele alındığı üç farklı bölümde işliyor. 

       Takaki ve Akira, araya girmiş bütün engellere inat beraber olmayı isteyen, önce kiraz çiçekleri gibi birlikte açan, sonra rüzgarla savrulup birbirinden ayrı düşen iki dost.  Filmin ilk bölümünde Akira ve Takaki’nin arkadaşlıklarının nasıl başladığını izliyoruz. Hikayenin kahramanları; benzer zevklere sahip, aynı kitapları okumaktan hoşlanan, sokakta oynamak yerine kütüphanede vakit geçirmeyi yeğleyen çocuklar. Akira’nın ailesinin iş dolayısıyla uzak bir kente taşınmasıyla birbirinden uzak kalan bu çocuklar mektupla ve telefonla da olsa aralarındaki bağlantıyı koparmıyorlar. Filmin bu The Chosen Cherry Blossoms isimli 26 dakikalık birinci kısmında; ilk aşkın heyecanını, hüznünü, özlemini ve mesafelerin acımasızlığını, müthiş sakura çizimleri ve ardından gelen kar manzaraları eşliğinde izliyoruz. Özellikle karlı tren yolculuğu bu bölümün en vurucu kısmı olsa gerek.
Spoiler: Göster



 Filmin ikinci 21 dakikalık ikinci öyküsü Cosmonaut’ta Takaki’nin lise son sınıf öğrencisi halini görüyoruz. Takaki  şimdi bir uzay merkezinin bulunduğu Tanegashima’da yaşamaktadır. Artık Akira ile irtibat kurmayı kesmişlerdir. Fakat Takaki göndermeyeceğini bile bile Akira’ya mesajlar yazmaya devam etmektedir. Bununla birlikte ortaokuldan beri arkadaşı olan olan Kanea Sumida isimli kız da, Takaki’den hoşlanmakta olup hislerini açıklayacak cesareti kendinde bulamamaktadır.  Kanae, kendisine karşı her zaman nazik, güleryüzlü ve canayakın bir arkadaş olan Takaki’ye karşı güçlü hisler beslemesine rağmen onun kendisinin sunabileceğinden daha büyük şeyler aradığını anlar ve hislerini ona hiçbir zaman açıklamaz.

Spoiler: Göster


       Filmin 5 Centimeters Per Second isimli üçüncü ve son hikayesinde 2008 yılındaki, artık yolları birbirinden tamamen ayrılmış olan Takaki ve Akira’nın yetişkin hallerini izliyoruz. Takaki  bir bilgisayar programcısı olarak artık Tokyo’da yaşamaktadır. Hayattan umduğunu bulamamış insanların yaşadığı tatminsizlikle, yalnız bir şelikde hayatını sürdürmektedir. Akira ise hayatına dahil olan bir başka kimseyle evlilik hazırlıkları yapmakta olup dünyaya daha olumlu bir pencereden bakmaktadır. Bir gün, Takaki, trenyolunun orada, kendisine tanıdınık gelen bir bayan görür. Bu bayan  Akira’dır. Kahramanlarımızın ikisi de “Acaba o mu?” ikilminde kalarak kısa bir duraksama yaşarlar, fakat araya giren trenler birbirleini tekrar görmelerine engel olur. En sonunda ikisi de kendi kendilerine gülümseyip yollarına devam ederler. İşte o anda çocukluğundan beri  Takaki’nin Akira ile ilgili içinde büyüttüğü tüm düşleri, çocukluk anıları, mektupları ve artık bambaşka yollarda ilerliyor oluşları Yamazaki Masayoshi'nin "One More Time, One More Chance" isimli müthiş şarkısı eşliğinde bir klip halinde izleyiciye sunuluyor.  Klibi izlerken hele hele duygusal bir zamanınızda bu animeyi izleme gafletine düşmüşseniz, telefonunuzdaki mesaj kutunuz, bir zamanlar çok yakın olduğunuz kimselerden gelen e-mailleriniz, mektuplarınız, anılarınız, kısacası size kendi nostaljinizi yaşatacak olan her şey bir bir sıralanıyor zihninizde, bir garip oluyorsunuz. Yalnız şunu da belirtmekte fayda var ki; animede yoğun bir biçimde izlenen bu duygusallık, bıktırıcı bir ağlaklık havasında sunulmuyor. Bu yüzden yüzde yüzde yüz shojo anime deyip de sadece kızlara hitap eder demek de bu çok beğenilen filme haksızlık olur. Ayrıca cam kenarına çarpan kar tanelerine varana kadar özenden kaçınılmamış küçücük detaylar animeyi yaklaşık bir saatlik bir görsel şölene dönüştürüyor.

Spoiler: Göster


Bu uzun süre etkisinde kaldığım animenin senaristi ve yönetmeni Shinkai 1973 doğumlu, Japonya’nın yeni Miyazakisi olarak isimledirilen bir yetenek. Yönetmenin diğer filmlerinin listesi ise şöyle:

·  Garden of Words (Koto no ha no niwa) (2013)
·  Children Who Chase Lost Voices From Deep Below (Hoshi O Ou Kodomo) (2011)
·  The Place Promised in Our Early Days (Kumo No Mukô, Yakusoku No Basho) (2004)
·  Voices Of A Distant Star (Hoshi No Koe) (2003)
·  She and Her Cat (Kanojo To Kanojo No Neko) (1999)

        Animeseverlerin çok hoşlanacağından emin olduğum bu animeyi ve Shinkai'nin diğer filmlerini anime sempatisi bulunan herkese şiddetle tavsiye ediyorum.

5
Çizgi / Mürekkep Çizimler
« : 30 Ağustos 2013, 00:22:38 »
Bol Studio Ghibli filmlerinin etkisinde kalmanın sonucu olarak  :)

Spoiler: Göster



Spoiler: Göster




Spoiler: Göster



Spoiler: Göster


6
Çizgi / Pek Güzel Şeyler
« : 29 Ağustos 2013, 23:59:59 »
            Kitap, film, dizi, müzik vb. konularda keyifli incelemelerin ve listelerin bulunduğu, Kediler ve Kitaplar bloğunun yazarlarından Çavlan Erdost'un internetteki sanat derlemesi ürünleri paylaştığı bu blogunu geçen sene keşfetmiştim. Pek Güzel Şeyler tamamen görsellerden oluşturulmuş bir blog. İçinde dünyanın hemen hemen her köşesinden ismini bile duymadığımız pek çok sanatçının, fotoğraf ve çizimleri bulunuyor. Son derece ilham verici çalışmalar var. Sitenin en çok şipşak görünüm özelliğini sevdim. Benim gibi tek tek tüm başlıkları incelemeye üşenenler için düşünülmüş olmalı. :) Bu site aynı zamanda Berk Öztürk, Andrea Joseph, Ali Alışır gibi çizimlerine hayran hayran dalıp gittiğim sanatçılarla da tanışmama vesile olmuş bir adres. :) Meraklıları için link:


7
Kurgu İskelesi / Hayaletin Şarkısı
« : 12 Eylül 2011, 15:59:33 »
Başlamadan: Bu öyküyü ilk sekiz sayfası silindiği için tekrar yazmam gerekti. Esasen öykü seçkisi için yollamak istemiştim ama yetişmedi. Beklediğimden biraz daha uzun oldu. Keyifli okumalar.



HAYALETİN ŞARKISI
     
        Taş koridorda yankılanan piyanonun sesi ben adım attıkça artıyordu. Doğru koridordaydık anlaşılan. Adımlarımı sıklaştırdım ve müzik odası olduğunu tahmin ettiğim odanın kapısının önünde durdum.  Nil arkamdaydı.
   “Geri dönmeliyiz.” Dedi endişe dolu bir sesle. Onu duymazdan geldim ve ahşap kapının tokmağını çevirdim. Kilitli olacağını beklediğim kapı içeri doğru açıldı. Ay ışığının aydınlattığı odaya girdim. Müzik ise kulağımda yankılanıyordu. Hüzünlü bir ezgiydi bu. Akılda kalıcı ve etkileyici bir melodi…
Kalp atışlarım hızlanmıştı. Korkuyordum, hem de çok. Fakat merakım ve gerçeği öğrenme arzum korkuma galip geliyordu.  Bu karanlık ve küf kokan odada el fenerimizin pilinin bitmiş olması ise bir talihsizlikti.  Daha iyi görebilmek için odanın yuvarı doğru sivrilen taş penceresine doğru yöneldim. Penceren sızan ay ışığı eskimiş piyanoyu aydınlatıyordu. Piyano sandalyesinin bomboş bir şekilde öylece durduğunu gördüm. Müzik ve gördüğüm bu manzara tüylerimi diken diken etmesine rağmen bir adım daha attım. Nil arkamdan tekrar seslendi. Bu sefer sesindeki korku iyice belirginleşmişti.
   “Lale, geri dön diyorum sana! Bu hiç de iyi bir fikir değil.”
   Geri dönmedim ve dikkatlice piyanoyu inceledim. Görünmeyen bir el tuşlara basıyordu sanki. O an hangi akla hizmet yaptım bilmem, piyanonun üstünde duran eskilikten sararmış nota kağıtlarını uzanıp elime aldım. Müzik birdenbire kesildi. Nil’in nefesini içine çektiğini duydum.  O  anda bu odaya geldiğimizden beri mantıklı olan tek şeyi yaptım.
   “Koş!” diyerek  gerisingeri odadan çıktım.  Nil de arkamdan geliyordu. Taş binadan ayrılıp çamura bata çıka yatakhaneye döndük.  Eski müzik  odasının hayaletini rahatsız etmiş olmalıydık.

     Birkaç saat önce…
       
        Yatağımda bir sağa bir sola dönüp durmaktan sıkılmıştım. Uyku tutmuyordu işte. Hem kim lise çağına gelmiş insanları saat 22.30 da yatmaya zorlardı ki… Evimde olsaydım cep telefonumla ya da bilgisayarımla vakit geçirirdim. Oysa yatılı okulda elektronik cihazlara kesinlikle izin verilmiyordu.
 Okula yazılalı henüz iki ay olmuştu, fakat hala daha alışmakta zorluk çekiyordum. Durumum bundan önceki iki okulda daha yaşadığımdan farksız denebilirdi. Fakat bu okuldaki farklılık asosyalliğime zıt düşecek şekilde iki arkadaş edinmiş olmamdı.
        Kızın adı Nil’di. Aynı sınıfta değildik. Biraz korkak bir hali vardı, fakat bir şekilde onu kafa dengi bulmuştum. Kurallara uymak konusunda benim kadar zorluk çekmiyordu . Hatta biraz ikna ile bana uymasını sağlayabiliyordum. Belki de kötü arkadaş sınıfına dahil edilmeliydim. Tabi niyetim sadece zararsız bir eğlence bulmak olmasaydı. Bu korkunç derecede sıkıcı okulda ne yapılabilirdi ki zaten? Diğer arkadaşımın ismi ise Kenan. Arkadaş demek doğru mu olurdu bilmiyorum, ama buraya geldiğimden beri ne zaman kendimi yalnız ya da üzgün hissetsem bir şekilde karşıma çıkıyordu. Aynı sınıftaydık, fakat o istediği zaman derse giren istemediğinde okulu asan başına buyruk tiplerdendi.
        Birazdan gece teftişi başlayacaktı.  Yatakhane müdiresinin,  ya da bu okuldaki kızların tabiriyle Neriman cadısının tek tek odaları gezerek  kızların yataklarında olup olmamasını kontrol etmesini bekledim ve o  geldiğinde gözlerimi kapatarak uyuyor numarası yaptım. Neriman gittikten sonra, alt ranzamdan gelen bir kıpırtı fark ettim. Anlaşılan Nil de benim gibi uyumuyordu.  Kendimi aşağı sarkıtıp baktım. Gözleri açıktı. Beni görünce bakışlarını bana çevirdi.
        “Uyku tutmadı anlaşılan.” Dedim fısıltıyla.
        “Aynen.” Yanıtladı. Sonra davet beklemeden alt ranzaya indim.  Nil ile gece sohbetlerini alışkanlık haline getirmiştik. Ben yatağına inince doğruldu ve küt kesimli sarı saçlarından yüzüne düşen perçemini elinin tersiyle yüzünden çekti.  Son birkaç gecedir, daha doğrusu ben alt ranzamda uyuyan kişinin de benim gibi uykusuzluktan mustarip olduğunu fark ettiğimden beri geceleri uykumuz gelene kadar sohbet ediyorduk. Nil bana okul hakkında dedikodulardan bahsediyordu, ben de ona geldiğim diğer okullardaki maceralarımdan.
         O gece bana okulun eski binasıyla ilgili bir söylentiden söz etti. Yıllar önce eski binada eğitim öğretime son verilmiş ve şu an bulunduğumuz betonarme yapı inşa edilmişti. Fakat halen daha okulun adını internet görsellerinde arattığınızda karşınıza eski, taş binanın resmi çıkıyordu. Bunun sebebi eski binanın barok tarzı ve görkemli mimari stili miydi bilmiyordum, fakat şu an öğretimin sürdürüldüğü beton binadan çok daha iyi göründüğünü söyleyebilirdim. Zira yeni okul binasının son derece iç karartıcı ve sıradan olmasının dışında başka hiçbir özelliği yoktu.
        “Gerçek dışı ve biraz da komik.” Dedim Nil’e anlattığı öyküden dolayı. Hiç bozulmadı ve o da sessizce güldü.
        “Katılıyorum, ama insanın içinde az da olsa şüphe olmuyor değil.”  Bahsettiği öykü eski binanın müzik odasındaki hayalet hakkındaydı. Söylentiye göre bundan yıllar önce ölmüş bir gencin ruhu hala daha o odada piyanonun başındaydı. Her gece müzik odasında gün doğumuna kadar piyano çalıyordu.
        “Ne dersin şu anda herkes uyurken gidip bakalım mı?” diye fısıldadım. Yasak bir şey yapacak olmanın heyecanı şimdiden içimi sarmıştı
        “Bilmiyorum.” Dedi düşünceli bir şekilde “Yakalanırsak, başımız derde girer.” Anlamamış gibi baktım.
        “Ee, ne olmuş?” Onun hala daha ikilimde kaldığını görünce “Yoksa hayaletlerden mi korkuyorsun?” diye sordum hafiften bir alayla.
        “Saçmalama.” Canı pek istememesine rağmen “İyi, tamam gidelim.” Dedi ve sessizce yataktan kalktı. Ben de onu izleyerek ayaklandım.  O sessiz adımlarla yatakhane çıkış kapısına doğru ilerlerken onu durdurdum.
       “Nereye gittiğini sanıyorsun?”
       “Eski binaya gitmiyor muyuz?”
       “Maksadın güvenlik kameralarına yakalanmaksa doğru yoldasın.” Dedim. “Beni izle.” Okula geleli iki ay olmasına karşın kameraların görüntü alamadığı her deliği beynime kaydetmiştim. Buraya kaydedildiğinden beri aklından sadece buradan kaçma düşüncesi olan bir öğrenci için bu bilgilerin beynimde olması gayet normaldi.
Yatakhane penceresine doğru sessiz adımlarla yürüdük. Diğer kızların uyanmaması için çok dikkatli davranıyorduk.  Pencereyi açtım ve bir ayağımı pencereye dayanmış ağaç dallarından birine attım. Nil ise arkamda şaşkın şaşkın bana bakıyordu.
       “Ne yani, buradan mı çıkacağız?” dedi fısıltıyla.
       “Kameralar burayı çekmiyor. Hadi acele et ve lütfen korkak olma.”
Dallar ince görünüyordu ama cılız olmama güvenerek diğer ayağımı da ileri attım. Sonuçta hiçbir dalı kırmadan oradan aşağı indim. Fakat Nil bu konuda benim kadar başarılı değildi. Korkak adımlarla son dala doğru ineceği sırada adımını atarken ayağı kaydı. Yere düşüşünü yavaşlatmak için uzanıp onu durdurmaya çalıştım. Fakat çok geçti. Kötü bir düşüş olmadı ama giysileri çamura bulanmıştı. Hışırdayan dalların yatakhanedeki kızları uyandırmamasına dua ederek kalkmasına yardım ettim.
      “Sorun yok, iyiyim.” Dedi üzerini silkelerken. Daha sonra dinen yağmurun çimenlerin altında bıraktığı çamurlu yoldan yürüyerek –asfalt yolun başında da bir kamera bulunuyordu- eski taş binaya vardık. Uzanıp kapıyı açmaya çalıştım. Beni şaşırtmayacak şekilde kilitliydi. Siyah kıvırcık saçlarımın arasından bir tel toka çıkardım. Nil ne yaptığımı anlayınca “Yok artık.” Dedi gülerek. Hiç istifimi bozmadan tel tokayla kapının kilidini açmayı başardım. “Usulüne uygun davranılırsa açılamayacak bir kapı yoktur.” Dedim.
      “Bunu bir kağıda yazıp duvara as.”
      “Ben de öyle düşünmüştüm.”  dedim gülerek.
      Açılması için kapıyı ileri doğru ittim. İçeri girdik ve taş koridorda ilerlemeye başladık. Eski bina hafiften rutubet ve toz kokuyordu. Duvar diplerindeki camları kırık birkaç eski püskü dolabın dışında başka bir eşya yoktu.  Camları kırık pencerelerden içeri sızan ay ışığı biz adım attıkça yükselen toz bulutunu aydınlatıyordu.  Cebimden küçük el fenerimi çıkardım. Ay ışığı etrafı seçebilmemiz için yeterli değildi. Bir iki aydınlatma çabasından sonra fenerim çalışmaktan vazgeçti ve söndü. Pili bitmiş olmalıydı. Nil bana dönüp sordu.
      “Şimdi ne yapıyoruz?”
      “Binayı keşfe çıkabiliriz. Gece uzun nasılsa.”
      “Hayaletin şarkısını duymak için gelmedik mi?” dedi saf bir yüz ifadesiyle. Bunu duyunca tüm içtenliğimle bir kahkaha attım.
      “Nil,” dedim sabırla “hayalet diye bir şey yoktur.” Derken o anda üst kattan gelen bir piyanonun melodisi kulağımıza çalındı. Nil korkmuş bir vaziyette yüzüme bakarak sordu
      “Emin misin?”
         
* * *

      Edebiyat dersindeydik ve ders zilinin çalması için sürekli saate bakıyordum. Bir yandan da dün gece eski binada yaşadığımız olayı düşünüyordum. Hiçbir mantıklı açıklaması yoktu.  Kabul ediyorum, gerçek anlamda korkmuştum ve bu durum iyice canımı sıkıyordu. Çünkü korku alışık olduğum bir duygu değildi. Derken öğle arasını haber veren teneffüs zili çaldı.
      Herkesin sınıftan çıkmasını bekledim ve son kişi olarak ben de çıktım. Kalabalık yemekhaneye doğru ilerlerken ben yatakhaneye gittim. Dün gece yastığımın altına koyduğum notalar hala daha yerinde duruyordu. Sararmış nota kağıtlarını alıp müzik sınıfına doğru yöneldim.
      Müzik sınıfı boştu. Böylece korkunç derecedeki piyano çalışımı benden başka hiç kimse duymamış olacaktı. Kesinlikle iyi bir piyanist değildim. Küçükken de ailemin bana zorla verdirdiği piyano derslerinden kaçmanın bir yolunu mutlaka bulurdum. Şu anda ise piyano çalmak istememin sebebi dün gece dinlediğim o müziğin arkasındaki şeyin ne olduğunu anlayabilme umudumdu. Derin bir nefes aldım ve çalmaya başladım. Aynı hüzünlü melodi sınıfı doldurdu ve bu müziğin hissettirdikleri tüylerimi diken diken etmeye yetti. İçli, hüzünlü bir şarkıydı bu. Dün gece duyduğum versiyonuyla benim çalışım arasındaki en büyük fark benim ara ara notaları ve ritmi kaçırıyor oluşumdu. Buna rağmen yine de müziğin bende uyandırdığı ürperti değişmedi. Şarkının son notasını da çaldıktan sonra arkada duran birisinin varlığını hissettim ve hemen arkama dönüp baktım.
     Kenan kollarını kavuşturmuş bana bakıyordu. Kumral saçları hafiften dağınıktı. Düzgün hatlara sahip yüzünden bir şey anlamak ise mümkün değildi.
    “Böyle bir şarkıyı bu kadar kötü çalmana müsaade edemem.” dedi
    “Kötü mü?” diye sordum. Onu bir anda karşımda görmek heyecanlanmama neden olmuştu.
    “Notalara çok sert basıyorsun.” Dedi sakin bir şekilde.
    “Bir sorun mu var?” diye sordum.  Sesimin meydan okur gibi çıkmasını istemiştim, ama meraklı bir soru gibi olmuştu bu.
    Cevap vermedi ve izin isteme gereği bile duymadan yanıma oturdu. Kalbim birden daha hızlı atmaya başladı.  Şarkıyı çalmaya başladı. Beyaz uzun parmakları piyanonun üzerinde kendinden emin bir şekilde geziniyordu.
    Melodi sınıfta yankılanırken ben gözlerimi kapattım. Bu kez korku yoktu.  Sadece şarkının bana hissettirdiği duygular vardı. Sanki  gece yarısı ay ışığının altında yürüyordum.  Gökyüzündeki yıldızlardan başka hiçbir ışık yoktu. Yalnız değildim. Yanımda göremediğim ama varlığını tüm benliğimle hissettiğim biri vardı. Huzurluydum ve dolunay halindeki aya bakıyordum. Şarkı boyunca  yıldızları ve gecenin güzelliğini izledim. En sonunda şarkı bitti ve ben gözlerimi açtım. Tüylerim diken diken olmuştu. Gözlerimi kapatınca gördüğüm şey hayal gücümün bir ürünü müydü bilemedim. Dönüp yanımda oturan çocuğa baktım. Koyu yeşil gözleri üzerimdeydi. Az önceki ruh halinden sıyrılmak için müzikle alakasız bir soru sordum. Nedense bu duygu içimi ürpertmişti.
    “Bugün neden derse girmedin?”
    “İçimden gelmedi diyelim.” Diye yanıtladı sorumu. Oh ne ala, diye düşündüm. Benim de çoğu kez derse girmek içimden gelmiyordu, ama istemesem de buna mecburdum.
    “Neden peki?” 
    “Ders takibi konusunda bazı sorunlarım var.” Dedi.  Sanki anlamadığım bir espri karşısında gülmesini bastırmaya çalışıyor gibiydi. Sonra “Gitsem iyi olacak.” Diyerek  yanımdan kalktı. Tam çıkmak üzereyken durdu.
    “Gece vakti taş binaya uğramak pek tekin bir iş değil, Lale.” Dedi ve gitti. Bense arkasından bakakaldım. Dün gece güvenlik kameralarına yakalanmamış olsak bile bir çift göz bizi görmüştü. Bunun vermiş olduğu rahatsızlıkla ben de yerimden kalktım.
Öğle arası bitmeden yemekhaneye koştum. Zilin çalmasına az bir vakit vardı. Aç değildim ama gözlerim  Kenan’ı arıyordu.   Derken zil çaldı ve sınıfa yönelmek zorunda kaldım. Birdenbire birisinin koluma girmesiyle irkildim. Dönüp baktığımda bu kişinin Nil olduğunu gördüm.
    “Neredeydin?” diye sordu. Ben de ona öğle arasında başıma gelen olayı anlattım. Kenan’ın bizi görmüş olduğunu öğrenince durdu. Bu hiç hoşuna gitmemişti. “Umarım sınıf arkadaşın bizi ispiyonlamaz.” Dedi endişeli bir tavırla.
    “Zannetmiyorum. Derslere bile pek girdiği söylenemez.”  Aslında bizi ispiyonlayıp ispiyonlamaması umurumda değildi. İçten içe tekrar onu görmeyi istiyordum.  Ders dinlemek için hiçbir isteğim olmamasına rağmen sınıfa girdim.
     Ders başlayınca uyumamak için hocayı dikkatle dinlemeye karar verdim ve defterime tahtada gördüğüm trigonometri formüllerini geçirmeye başladım. Sonra hafifçe sınıfın kapısı çalındı ve çalan kişi cevap beklemeden sınıfa girdi. Gelen Kenan’dı.  Hoca öyle hararetle tahtadaki örneği çözüyordu ki gelene bakmadı bile. Kenan tahtanın önünden geçerek sırasına doğru yöneldi. Bu sırada hafif bir tebessümle bana baktı ve yerine oturdu. Demek arada sırada da olsa derse girmek istediği de oluyordu.
 
***

     Yatakhanenin ışıkları söndürüldüğünde çoktan kararımı vermiştim. O şarkıyı tekrar çalacaktım. Bugün gözümü kapadığımda hissettiğim ve gördüğüm şeyleri hayal mi etmiştim bunu anlamalıydım. Gece gece müzik sınıfına girip piyano çalamazdım. Tek bir seçenek kalıyordu; eski okul binasına gitmek. Bu fikrimi Nil’e söyleyince benimle gelmeyi kesinlikle reddetti. 
    “Bir daha asla o binaya girmem. Korkudan kafayı sıyırmak için çok gencim.”
    “İyi, sen gelmezsen ben de tek giderim.” Nil başta buna da itiraz edecek oldu ama kararlılığımı görünce beni caydırmaktan vazgeçti. Herkesin uyumasını bekledikten yanıma nota kâğıtlarını da alarak pencereden bahçeye indim. Bu sefer yağmur çiseliyordu ve çimenlerin altındaki toprak iyice çamurlaşmıştı. Anlaşılan yarın sabah ilk işim nefret ettiğim mokasenlerimi temizlemek olacaktı.
Korkumu bastırmaya çalışarak eski binaya doğru yöneldim. Yaklaştıkça kalp atışlarım hızlanıyordu. Tam kapının önünde durmuş kilidi açmaya uğraşırken bir ses duydum ve ufak bir çığlık attım. Kafamı çevirip baktığımda bu kişinin Kenan olduğunu gördüm.
    “Sessizce yaklaşmak adetin mi?” diye sordum.
    “Sana geceleri bu binada dolaşmanın tekin olmadığını söylemiştim. Yerinde olsam sıcak yatağıma geri dönerdim.”
    “Madem bana akıl veriyorsun neden sen yatağında değilsin?”
Elleri ceplerinde ve umursamaz bir tavırla cevap verdi. “Geceleri dolaşmayı severim.” Önüme döndüm ve kapıdan içeri girdim. Kenan da peşimden geldi. Bu sefer o sordu. “Peki sen neden buradasın?”
    “Bu beni ilgilendirir.” Dedim hızlı adımlarla müzik odasına doğru yürümeye başladım. Arkamdan seslendi  “Galiba nedenini biliyorum. Bunlar olmadan buraya gelmiş olmanın bir anlamı olmayacak.” Başımı çevirip ona baktığımda elinde eski nota kağıtlarını tuttuğunu gördüm ve şaşkına döndüm.
      “Sen nasıl- O kağıtlar montumun içindeydi.” Sakin adımlarla yanıma yaklaştı.
      “Niyetin piyano çalmaksa bunu doğru düzgün yapmalısın.” dedi  “Seni geri dönmen için caydıramayacağıma göre çalman için yardım edebilirim”
      “O kağıtları nasıl aldın?” diye sordum, fakat cevap vermedi. Önden yürüyerek müzik sınıfına girdi. Onu takip ettim. Bu sefer piyano kendi kendine çalmıyordu. Rahat bir nefes aldım.
 Kenan piyano sehpasına oturdu ve çalmaya başladı. Ürpermeme engel olamadım. Şarkı bitince bana döndü. “Sıra sende.”
      Yanına oturdum ve ben de çalmaya başladım. “Ritmi kaçırıyorsun.” Dedi. Sonra parmaklarını parmaklarımın üzerine koyarak tuşlara bastı. Bu hareketi kalp atışlarımın hızlanmasına ve yanaklarımın kızarmasına neden oldu. Odayı sadece ay ışığı aydınlattığı için şanslıydım. Tüm parçayı bu şekilde beraber çaldık. Çalarken gözlerimi kapatmadım. Geçen gece korkuyu sonuna kadar hissettiğim bu oda şu anda bana sıcak ve huzurlu geliyordu.  Zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştım. Yanında oturuyor olmak hoşuma gidiyordu. Daha yeni yeni tanımaya başladığım birine karşı böyle hissetmem mantıklı değildi           
      Gün doğumuna çok bir zaman kalmamıştı.
      “Artık yatağına dönmelisin.” Dedi ve sandalyeden kalktı. Ben de onu izledim. Fazla konuşmadan eski taş binadan çıktık. Ben bahçeye inmek için tırmandığım pencereye yönelirken beni durdurdu.
      “Daha iyi bir yol biliyorum.” Kararsız davrandığımı görünce ekledi “ Güven bana.”
Onu takip ettim. Neden sorgulamadan ona inandığımı bilmiyorum. Muhtemelen başka bir anımda olsa bildiğim yoldan giderdim. Sonunda okulun arka kapısından bir yerden –bu girişi daha önce hiç fark etmemiştim- beni içeri soktu. Kafamı kaldırıp güvenlik kamerası var mı diye baktım. Görünürde hiçbir kamera yoktu. Artık yatağıma dönmeliydim.  “Sonra görüşürüz.” diyerek hiç de içimden gelmemesine rağmen yanından uzaklaştım. Bir an önce yatağıma yatmak istiyordum.  Alışık olmadığım bu yeni duygu için bünyem hazır değildi.  Ne diyorlardı adına, hoşlanmak mı, ya da aşk belki? Hayır hayır aşk benim bünyem için fazla büyük bir kelimeydi.  Tam gitmeye yeltenmişken birden kolumdan tutup beni duvara çekti. Ne oluyor demeye kalmadan neden böyle yaptığını anladım. Yatakhane müdiresi koridorda dolaşıyordu ve eğer bir adım daha atsaydım kendimi tam da onun önünde bulacaktım. Bu kadar dikkatsiz davrandığım için kendime kızdım. Müdire uzaklaştıktan sonra yatakhaneye doğru yürümeye başladım. Son bir kez Kenan’a bakmak için başımı çevirdim. Gitmişti.

***

      Ondan sonraki iki gün boyunca onu okulda görmedim. Hasta falandı belki de. Yine de onu tekrar görmeyi çok istiyordum. Belki ona rastlarım diye ara ara müzik sınıfına gidiyordum. Fakat Kenan orada yoktu. Geldiğim zamanlarda da o şarkıyı çalıyordum. Geçen gece birlikte  eski taş binada çalıştığımızdan beri notalar ezberimdeydi.
      İlk teneffüs bahçede Nil ile oturuyorduk. Nil o gece eski taş bina da ne olduğunu sorunca Kenan hakkındaki hislerimi atlayarak olayı anlattım. Kendime bile duygularımın itirafını yapamazken bir başkasına bunu anlatamazdım.
      “Sen eski müzik odasına girdiğinde piyano kendi kendine çalmıyordu öyle mi?” dedi Nil düşünceli bir ifadeyle. Cevap vermeyince devam etti. “Peki ya nota kağıtlarını ne yaptınız?”
      “Orada bıraktık.” Dedim dalgın dalgın. O sırada bahçedeki banklardan birinde oturuyorduk. Elimle yerden bir çimen parçası koparıp onunla oynamaya başladım.
      “Biliyor musun anlattıklarına göre, Kenan pek normal birine benzemiyor.”
Güldüm. “Ben sence normal miyim?” diye sordum. Bir süre düşündü. “Geceleri hayaletli bir binaya girmeye çalışman, yatakhane kurallarını ihlal etmen ve bunu son derece normal bir şeymiş yapman göz ardı edilirse, evet Lale’ciğim, sen de pek normal sayılmazsın.” Bu söze ikimiz de güldük.  O sırada derse girmemizi söyleyen zil çaldı. Nil banktan kalkıp okula yöneldi, bense yerimden kalkmadım. Biraz daha bahçede oturmak istiyordum. “Sen git.” Dedim ona. “Ben öğretmen zili çalınca sınıfa girerim.” “Tamam” diyerek uzaklaştı.
       Kısa sürede tüm bahçe boşalmıştı. Serin havayı daha derin bir şekilde içime çektim. Sonra birdenbire yanıma birisi oturdu. Gayriihtiyari irkildim Aklımda olan kişiydi.
       “Bir anda karşıma çıkmaktan zevk alıyor gibisin.” Düzgün dişlerini ortaya  çıkaracak şekilde gülümsedi.
       “Sanırım öyle.” Sonra durdu “Derse girmek gibi bir niyetin var mı?”
       “Neden sordun? Yoksa bu kez de bahçede dolaşmanın tekin olmadığı hakkında bir vaaz mı vereceksin?”
       “Hayır. Ama eğer istersen okulu asabiliriz?”
       “Nasıl yani? Şimdi mi?”
       “Evet.”
       Gülümsememe engel olamadım.  “Tamam, olur.”
       “Öyleyse benimle gel.” Dedi. Dediğini yaparak onu çıkış kapısına kadar takip ettim. Ne kadar da hevesli görünen bir yeniyetmeydim öyle? İnsanın tamam demeden önce az da olsa düşünmesi gerekirdi değil mi? Fakat söz konusu Kenan olunca düşünme kısmını es geçiyordum.
Şansımıza güvenlik kulübesi boştu. Okula dizilmiş kameraları da umursamıyordum artık. Çünkü yatılı okulda bulunduğum bu iki ay boyunca çok fazla sıkılmıştım.
Bahçeden çıktık. O sırada ona sordum
       “Nereye gidiyoruz?”
       “Biraz dolaşabiliriz.”
       “Yürüyerek mi? Bilmem farkında mısın ama dağ başında bir okuldayız. En fazla nereye gidebiliriz ki?”
       “Yürüyeceğimizi kim söyledi?” eski model bir motosikletin önünde durduğumuzu fark edince neyden söz ettiğini anladım.
       “Bu bir 1950 model Bmw.”
       “Eh, dedemden daha yaşlı değil.” Hayal kırıklığımı saklama gereği duymamıştım.
Kenan elini motosikletinin üzerine koyarak “Merak etme sorunsuz çalışır.” Dedi.
       Çekimser bir ifadeyle sordum: “Bunu nereden buldun?”
       “Uzun zamandır benim.” Dedi ve bana kaskı uzattı. Anlaşılan bir tane kask vardı.
       “Ya sen?”
       “Benim buna ihtiyacım yok.” İtiraz edecek oldum ama dinlemedi. Sonuç itibariyle motora bindik.
       “Hazır mısın?” diye sordu. O sırada beline sarılmadan nasıl duracağımı hesap ediyordum. En sonunda ellerimi arkada sabitledim ve “Evet.” Diye yanıtladım. Motoru çalıştırdı ve hareket etmeye başladık. Eski bir motor olmasına rağmen kısa sürede çok hızlandı ve bir anda Kenan’ın beline tutundum. Motor hızını artırarak dağ yolundan aşağı iniyordu. Adrenalin seviyem yükselmeye başladı. Bu okula geldiğimden beri belki de başıma gelen en güzel şeydi bu. Biz hızlandıkça ben kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Kenan sesini duyurmak için bağırarak sordu:
       “Korkuyor  musun?”
       “Hayır.” Diye yanıtladım dürüstçe.
Birlikte dağ yolundan indik ve asfalta çıktık. Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Ama kendimi son derece özgür hissediyordum. En sonunda bir sahil yoluna girdik. Kenan motoru yavaşlattı ve en sonunda durdu. İnerken yardım etti. Hava puslu olduğu için belki de geldiğimiz sahilde etrafta çok az sayıda insan vardı.
       “Buraya ilk kez geliyorum.” Dedim kafamdan kaskı çıkarıp ona uzatırken.
       “Biraz yürüyelim mi?” diye sordu. Kabul ettim. Dolaşırken konuşmaya başladık. Ona iki gün boyunca nerede olduğunu sordum. Bu aklıma takılan onlarca şeyden biriydi.
       “Nerede olduğumun ne önemi var ki?” dedi her zamanki aldırmaz tavrıyla.
       “Yani kimse sana karışmıyor mu?”
       “Bak.” Dedi yakınlardaki bir tepeyi göstererek. İşaret ettiği yere baktım. Tepenin üzerinde bir sürü iki-üç katlı evler vardı. Minik bir kasabaydı gösterdiği.
       “Şu tepenin en üstündeki beyaz iki katlı evi görüyor musun?”
       “Evet.” Dedim. Bu ev diğerlerinden biraz daha uzakta kalıyordu
       “İşte benim ailem orada yaşıyor. Yani eğer okulda benim derslere girip çıkmam konusunda bir sorun olacak olsa evim okula çok da uzak sayılmaz. Ailem rahatlıkla okula gelebilir. Ama gördüğün gibi kimsenin bana karıştığı yok.” Sonra bana dönüp sordu:
       “Peki sen neden geceleri inatla yatakhanede olmayı beceremiyorsun?”
Nasıl cevap vereceğimi bilemedim. Çok mu sıkılıyorum demeliydim? Belki de okulu sevmediğimi söyleyebilirdim.  Kurallara uymaktan nefret ettiğimi ya da.  İnsanlarla bir arada bulunma konusundaki başarısızlığımdan da bahsedebilirdim. “Cevabı karışık.” Diye yanıtladım. Sonra aklıma geçen gece birlikte piyano çalışımız ve o odada ilk kez Nil’le beraber gittiğimizde yaşadığım hadise aklıma geldi.
       “Söylesene” dedim ona “hayaletlere inanır mısın?” Güldü.
       “Yoksa senin geceleri eski okul binasında dolaşma sebebin bu mu inancın mı?”
       “İnandığımı kim söyledi?” yanlıyor muyum der gibi kaşlarını havaya kaldırdı.
       “Peki, tamam. Kabul ediyorum.” Dedim ve ilk kez eski taş binaya gittiğimizde olan olayı anlattım ona. Bu sırada sahilde, yürüyorduk. Islak kumlar botlarımıza yapışıyordu. Anlatmamı bitirdiğimde  kıyıya vuran dalga sesleri dışında hiçbir sesi duymuyordum. “Ee, bir şey demeyecek misin?”
       “Sana neden gece gece taş binanın tekinsiz olduğunu söylediğimi şimdi anladın mı?”
       “Ne yani kendi kendine çalan piyanodan korkmalı mıyım?”
       “Hayır bunu demek istemedim. Demek istediğim şu ki kendi kendine çalan piyanolar ve hayaletler seni korkutmuyorsa orada olmanın ne sakıncası olabilir ki?”
       “Ama tekin değil demiştin.”
       “Bu normal korku duygusuna sahip olup da akıl sağlığı tehlikede olanlar için geçerli. Ama anladığım kadarıyla bu konuda pek normal sayılmazsın.”
       “Bu duruma üzülmeli miyim?”
       “Hayır. Bence mutluluk verici.” Dedi ve birden sustu. “Fazla bencilceydi.” Bunu kendi kendine konuşur gibi söylemişti.
       “Anlamadım.”
       “Boşver.” Dedi ve gülümsedi.
       O gün akşama kadar onunla dolaştım. Sahilden ayrılmadan önce deniz kabukları topladım ve cebime attım. Kenan da birkaç tanesine uzanınca vermedim.
       “Eğer istiyorsan, her sabah bir tanesini senin sırana bırakacağım ve sen de onları oradan almak için derslere girmek zorunda kalacaksın.”
       “Tamam.” Dedi beni şaşırtacak bir şekilde. Aptal deniz kabukları Kenan’ın umurunda olmaz sanıyordum. “Eğer senin için bu kadar önemliyse her sabah onları oradan almak için geleceğim.”
Güneş battıktan okula dönmemiz gerekti. Geldiğimiz yoldan geri döndük. Hava iyice kararmışken gizlice Kenan’ın bana gösterdiği yoldan içeri okula girdim. O gün de kimseye görünmemeyi başarmıştım. Tam yanından ayrılırken Kenan beni şaşırtıcı bir şey yaptı. Küçük bir öpücüğü yanağıma kondurmuştu.

***

       Ondan sonraki günlerde her sabah istikrarlı bir şekilde Kenan’ın sırasının altına topladığım deniz kabuklarından birer tane bırakmaya başladım.  Artık canım ne zaman canım sıkkın olsa Kenan karşıma çıkıyordu ve okulu asıyorduk. Zaman geçtikçe ona karşı duygularımın daha da derinleştiğini hissediyordum. Nil bu konuda sandığımdan daha meraklı çıktı. Sıklaşan okul asma olaylarım yüzünden başımın belaya gireceğini söyleyip duruyordu. En sonunda dayanamadım bir gün onu tersledim.
       “Neden nerede ne yaptığımı sormaktan vazgeçip kendi işinle ilgilenmiyorsun?” Sesim planladığımdan daha sert çıkmıştı.
       “Sanırım yüzünü bile görmediğim bir çocukla bu kadar zaman geçirdiğinden dolayı endişelendiğim için hatalı olan benim.” Dedi kinayeli bir üslupla. “Seni bu kadar önemsememeliydim Lale.” Dedi ve arkasını dönüp gitti. Sadece arkasından bakakaldım. Gözlerim dolmuştu. Sonra da Nil’in cevabına takıldım. Üç yıldır bu okuldaydı. Nasıl olur da okulundaki insanları tanımazdı? Demek ki gerçek bir asosyaldi.

***

       Daha önce hiç motosiklet kullanmamıştım. Motor kullanmaksa çok eğlenceliydi. Kendimi gerçek anlamda mutlu hissediyordum Fikir ise Kenan’dan çıkmıştı. O arkamda otururken sürücü konumunda başında kaskla oturan bendim. Az önce dinen yağmur asfaltı ıslatmıştı ve gecenin karanlığında siyah, parlayan asfalta son gaz ilerliyordum. Yaptığım şeyin son derece tehlikeli olduğunun farkındaydım. Fakat esas tehlikeli urumda olan Kenan’dı. Daha önce hiç motosiklet kullanma tecrübesi olmayan birinin arkasında oturup da kafasına kask takmadan kahkahalarla seyahat etmek pek de aklı başında olan birinin yapacağı bir şey değildi. Fakat bu düşüncelerimin hiçbiri o anda aklımdan geçmiyordu. Tek hissettiğim şey coşku ve mutluluktu.
      Kaygan yolda hızımı azaltarak virajı aldım. Sonra birden bire gözlerimi alan bir çift ışık huzmesi gördüm. Gördüğüm şeyin ne olduğunu anladığımdaysa dehşete düştüm. Hızla karşı şeritten gelen bir kamyona doğru sürüyordum motoru. Basiretim bağlanmış gibi hiçbir şey düşünemez haldeydim. Ne olduğunu anlamadan Kenan arkadan direksiyona uzandı ve seleyi yol kenarındaki tarlalara doğru kırdı. En son hatırladığım şeyse Kenan’ın “Korkma, yanındayım.” Diyerek bana sarılmasıydı.
***
   Sol kolumda keskin bir acı duyarak gözlerimi açtım. Nerede olduğumu kestirmem birkaç saniyemi aldı. Beyaz duvarlar ve rahatsız bir yatak bulunduğum yer konusunda iyi birer ipuçlarıydı. Revirdeydim. Buraya nasıl gelmiştim bilmiyordum.  Sonra iki kişinin koşuşturarak yatağıma yaklaşmasını duydum.
   “Gözlerini açtı.” Dedi kadınlardan biri. Gözlerimi kısıp kim olduğunu görmeye çalıştım. Okul müdiremiz Selma Hoca’ydı.
   “Saat gece ikiyi geçiyor.” Dedi diğer kadın. Sinirli gibi bir hali vardı. Yüzüne bile bakmama gerek olmadan kim olduğunu anlamıştım. Yatakhane müdiremizdi kendisi.
   “Ne oldu bana?” diye sordum. Sesim çok zayıf çıkıyordu.
   “Biz de bunu merak ediyoruz kızım.” Dedi Selma Hoca. “Gerçi kamera kayıtları ne olduğunu gayet de güzel anlatıyor.”
   “Çok üzerine gitmeyin.” Dedi başka bir ses. Bu seferki kadının sesi diğerlerine nazaran daha genç ve şefkatliydi. Revir görevlisi Nur Hanım’dı bu. “Kızın dinlenmeye ihtiyacı var.” Acıyan sol kolumu battaniyenin altından çıkardım. Sargıya alınmıştı.
   “Neyse ki kesik çok derin değilmiş.” Dedi Nur Hanım.
        “Şey, Kenan nerede?” diye sordum. Gözlerimi açık tutmaya çalışarak.
        “O kim?” dedi Neriman. Dalga mı geçiyordu bu kadın benle diye düşündüm.
        “Hani var ya bizim sınıfta.”
        “Tamam Lale, bu konuyu yarın konuşuruz.” Dedi Selma Hoca. Üçü de boş boş suratıma bakıyordu.  Eğer ben burada bu halde yatıyorsam Kenan da revirde bir yerde olmalıydı. 
       “Hadi artık uyumana devam et.” Dedi Nur Hanım ve tekrar üzerimi örttü. Bu sefer tekrar sordum: “O iyi mi?”
       “Evladım o kim?” dedi Neriman  tekrar. Sonra daha sert bir sesle devam etti:
       “Yarın sabah kendine geldiğinde ilk iş benim yanıma geleceksin. Bana ve müdire hanıma yapman gereken koca bir açıklama var. Daha sonra disiplin kurulu toplanacak. Okula geldiğinden beri onlarca kuralı ihlal ettin. Şanslıysan disiplin kurulu seni okuldan atmaz, sadece bir uyarı alırsın. Ama eğer tekrarlarsan bu yaptıkların baban bakan olsa dahi seni bu okulda tutmayız kızım.”
Bu kadının neden bahsettiği hakkında pek bir fikrim yoktu. O anda düşündüğüm tek şey Kenan’dı. Neriman’ın bu sert çıkışından sonra Nur Hanım diğer iki kadını çıkardı odadan. Daha sonra da lambayı kapatıp kendisi çıktı. Herkes yanımdan ayrılınca yatağımdan kalkıp Kenan’ı bulmaya karar verdim. Fakat bedenimde öyle büyük bir yorgunluk hissediyordum ki, tüm çabalarıma rağmen uykuya yenik düştüm.

***

       Kamera kayıtlarını tekrar izliyorduk. Neriman Hanım, Selma Hoca ve diğer birkaç öğretmen daha kurtlar konseyi gibi bir masada toplanmıştı. Beni karşılarına almışlardı ve mantıklı bir açıklama bekliyorlardı.
Önümdeki ekrana baktım. Siyah kıvırcık saçlı bir kız bahçedeydi ve çıkış kapısına doğru yürüyordu. Kız bendim, o zamanı da hatırladım. Başka bir video kaydında ben tekrar gizlice koridor diplerinde yürüyordum ve ses çıkarmadan yatakhaneye girmiştim. Bu ve buna benzer bir sürü daha kaydı izledim. Daha önce yerlerini fark etmediğim onlarca kamera bütün kaçışlarımı bir bir kaydetmişti. Fakat bunda bir hata olmalıydı. Kenan niye görüntülerde yoktu?
      “Yatağında olman gereken saatte neden kuralları reddedip dışarı çıktın?” diye sordu müdire azarlar gibi bir sesle. Cevap veremedim. Sonra başka bir öğretmen atladı:
      “Ailen seni buraya bunun için göndermiyor!” diye bağırdı. “Gece vakti başına her türlü iş gelebilirdi.” Dedi bir diğeri. Cevap veremedim.
      “Kızım konuşsana!”
      Tek söyleyebildiğim “Yalnız değildim.” Oldu. Müdire “O ne demek şimdi?” dedi dik dik yüzüme bakarak.      “Kayıtlarda gayet tek başına görünüyorsun.”
Haklıydı aptal kameralar sadece beni çekmişti. Başım zaten derde girmişti bir de Kenan’ın başını derde sokmaya gerek yoktu. Cevabımı üstelemedim.
      “Okul kurallarını ihlal etmenden dolayı senin hakkında disiplin kurulu olarak ne ceza vereceğimiz konusunda bir oylama yapacağız. Şimdi dışarı çık.” Dedi müdire.
Kafamda onlarca soru işaretiyle denileni yaptım. Saatler gibi gelen dakikaların ardından tekrar içeri çağrıldım. Şanlıydım, sadece bir uyarı cezası almıştım. Dışarı çıkar çıkmaz Nil boynuma atladı.
      “Senin için öyle korktum ki.” Dedi üzgün bir yüzle. Sonra sargılı koluma bakarak “Bu nasıl oldu?” diye sordu. Ben de bu sefer hiçbir yeri atlamadan her şeyi anlattım. Ağzı açık beni dinledi. Ne bir yargılama ne de yaptığım ne kadar tehlikeli olduğu konusunda bir nutuk verme gereği duydu. Konuşmam bitince “Sınıf listeni hiç kontrol ettin mi?” diye sordu. Bunu neden sorduğunu anlayamadım.
       “Niye ki?” diye sordum.
       “Benimle gel.” Diyerek sağlam olan kolumu tuttu ve beraber sınıfıma doğru gittik. Saat akşamüzeri gibi olduğu için dersler bitmişti ve sınıflar boştu. Nil listeyi eline aldı ve otuz dört kişilik sınıf listesindeki isimleri yüksek sesle tek tek okumaya başladı. Daha üçüncü isimdeyken onu durdurdum. 
       “Bunu neden yapıyorsun?” soruma cevap vermedi ve tek tek isimleri okumaya devam etti. Liste bittiğinde bana döndü: “Sence de bu listede bir eksiklik yok mu?” diye sordu. Evet, vardı.
       “Kenan’ın adını okumadın.” Dedim. Listeyi bana gösterdi.
       “Lale,” dedi temkinli bir şekilde “Bu listede Kenan diye birinin adı yazmıyor.” Sonra aklıma o korkunç düşünce geldi. Biz bir motosiklet kazası geçirmiştik  ve ben mucizevi bir şekilde hayatta kalmıştım. Peki ya benim kadar şanslı değilse?
      “Ya öldüyse?” dedim sesimin titremesine engel olamadan.
      “Hiçbir ölüm haberi duymadım.” Dedi Nil.
      “Eğer öyleyse bile hemen ertesi günü ölen birinin adını listeden silemezler değil mi?”  Listeyi elinden alıp tek tek inceledim. Gerçekten onun adı yazmıyordu.
      “İyi de böyle bir şey mümkün değil.” Dedim ona. Sonra sınıfın arkalarına doğru ilerledim ve elimle Kenan’ın oturduğu sırayı gösterdim. Sesim titreyerek konuştum.
      “Bak işte, sınıfta burada oturuyordu. Tamam, devamsızlık yapıyordu. Ama yine de bu sınıftaydı o.”
Nil yaklaştı. Sırada gördüğü bir şey dikkatini çekmişti. Elini uzatıp sıranın altından deniz  kabuklarını çıkardı. “Bunlar ne?” diye sordu. Bunlar benim her sabah Kenan için bıraktığım kabuklardı. Alacağına dair söz verdiği deniz kabukları…
      “Hiçbirini almamış.” Dedim derin bir üzüntüyle. Nil sonradan aklına bir şey gelmiş gibi sordu.
      “Soyadı neydi bu çocuğun?”
      “Sözbilir.” Dedim. Nil bu adı bir kağıda yazdı ve sınıftan fırladı gitti.
O gün akşama kadar okulda Kenan’ı aradım. Revire gittim ve orada yoktu. Okuldaki insanlar nasıl böyle birbirlerinden bihaber olurlardı anlamıyordum.  Kenan aklımdan çıkmıyordu hiç. Ya durumu çok ağırdı hastanedeydi ya da… Diğer ihtimali düşünmek bile istemiyordum. Öylesine derin bir vicdan azabı ve acı duyuyordum ki tarif etmesi mümkün değil gibiydi. Kararımı verdim. Ertesi gün bana Kenan’ın evi olarak gösterdiği yere gidip gerçekte durumunun nasıl olduğunu öğrenecektim.

***

      Kapı üçüncü çalışımda açıldı. Yaşlı, ufak tefek bir kadın kapıyı açtı.
      “Merhaba teyzeciğim. Ben Kenan’ın okuldan arkadaşıyım, onun nasıl olduğunu öğrenmek için geldim.” Dedim. Kadının kulakları ağır işitiyor gibiydi. Dediklerimi duymamış gibi yüzüme bakmaya devam etti.
“Kenan” dedim daha yüksek sesle “Bakabilir miyim eğer evdeyse?”
Kadın Kenan’ın adını duyunca sonunda anladı. Kapıyı açtı ve eliyle beni içeri davet etti. İçeri girdim. Salonun önünden geçerken büyük piyano dikkatimi çekti. Piyanonun yanındaki koltukta yaşlı bir adam uyuya kalmıştı.  Kadın önden yürüyerek  üst kata çıktı. Peşinden çıktım. Bir kapının önünde durdu ve kapıyı açtı. Kalp çarpıntılarıyla açılan kapıdan içeri girdim. Yaşı kadın eşikte durdu.
       Kenan’ı göreceğimi umuyordum, fakat odada o yoktu Derli toplu bir odaydı burası. Rafları yatağı el sürülmemiş gibiydi. Dönüp yaşı kadına baktım.
      “O nerede?” kadın cevap vermedi ve arkasını dönüp gitti. Burası Kenan’ın odasıydı demek. Fakat kendisi ortalarda yoktu. Üzeri toz tutmuş çalışma masasına baktım. Hala daha eski duran kitapları masanın üstündeki raflarda düzenli bir şekilde sıralanmış. Bir tane de çerçeveletilmiş siyah-beyaz resim dikkatimi çekti. Kenan kaygısız gülümsemesiyle bakıyordu. Birden ben de gülümsedim. Sonra masasındaki defterlerini karıştırdım ve beni çok şaşırtan bir şey fark ettim. Eski müzik odasında bıraktığımı sandığım notalar orada duruyordu. Telaşla elime aldığım notaların arasından bir kağıt yere düştü. Eğilip kağıda uzandım. Bu benim kara kalem bir resmimdi. Ben de gülümsüyordum bu resimde. Ne zaman portremi çizmiş olabileceğini düşündüm. Resmin arkasında baktım. Adımı eğik harflerle yazmıştı
Odasında ne kadar zaman geçirdim bilmiyorum. Büyükannesi ve büyükbabası olduğunu tahmin ettiğim o insanlar ise varlığı unutmuş gibiydiler. Sonra aşağından gelen piyanonun sesini duydum. Bu o gece eski, taş binada duyduğum şarkıydı. Koşarak alt kata indim. Yaşlı adam piyanonun başındaydı. Ben farkına varamadan göz yaşlarım akmaya başladı. Daha fazla duramayacağımı anladım ve koşarak o evden çıktım.
       Okula döndüm. Daha birkaç saat öncesine kadar Kenan’ın evinde olup da onun hakkında hiçbir şey öğrenemeden çıkmıştım. Ne anlamı olmuştu ki oraya gitmemin? Elimde hala daha notalar ve kara kalem portrem duruyordu. Nil yanıma geldi. Elinde bir dosya tutuyordu. Soran gözlerle ona baktım.
      “İnanılması güç, ama bu onun öğrenci dosyası.” Dedi bana uzatırken. Hemen elime alıp baktım. Eski görünüyordu. Tarihleri okudum 1972-1973 eğitim öğretim yılı yazıyordu ilk sayfada. Altında da Kenan’ın siyah beyaz bir vesikalık resmi. Başta okuduğum şeyin ne olduğunu anlamam birkaç dakikamı aldı.
      “Bu gerçek olamaz.” Dedim inanamaz gözlerle bakarak Nil’e. “Dahası var.” Dedi Nil.”Okul kayıtlarında, internette, gazetelerde Kenan Sözbilir hakkında ne bulduysam araştırdım.” Çantasından bir cdçalar çıkardı.
      “Bak bakalım bu şarkı sana tanıdık gelecek mi?”
Kulaklıkları kulağıma taktım ve cdçaları çalıştırdım. Bu o şarkıydı. Her notasına kadar bana Kenan’ı hatırlatan şarkı… Şarkıyı sonuna kadar dinledim. Kulaklıkları kulağımdan çıkarınca Nil konuşmaya başladı:
      “Bu 1972 yılında bestelenmiş ve klasik müzik ödüllerinden birini almış bir şarkı. İnternette arattım,  bulmam çok zor oldu. Bestecinin adı Kenan Sözbilir. On yedi yaşında bu ödülü kazanan en genç müzisyen.” Uyuşmuş bir şekilde Nil’i dinliyordum Nil çantasından bir gazete sayfası çıkardı. Çok eski, yıpranmış bir sayfaydı bu. Yazan haberi okudum. Motosiklet kazasında ölen genç müzisyenden bahsediyordu. Bahsedilen kişi Kenan’dı. Gözyaşlarım ben farkına varmadan yanaklarımdan aşağı süzülüyordu.
      “Hayır,” dedim Nil’e. “Biz beraber bu koridorlarda yürüdük. O buradaydı Nil. Ben yalan söylemiyorum.” Nil uzanıp bana sarıldı.
      “Neden benim hiç Kenan diye birini tanımadığımı merak etmedin mi?” dedi. “Sonra disiplin kuruluna gittiğinde kamera kayıtlarında senden başkası görünmüyordu Lale.”
      “Bütün bunları uydurduğumu mu düşünüyorsun?”
      “Hayır.” Dedi Nil. "Ben sana inanıyorum."
      Sonra birden yanından kaktım. Nil’in arkamdan seslenişini duymadan koşarak okuldan çıkıp eski taş binaya yürüdüm. Kilitli kapıyı tekrar açtım. Taş basamaklardan koşarak çıkıp eski müzik sınıfına yürüdüm. Piyano oradaydı ve görünmeyen bir eldi onu çalan. Sesimin titremesine engel olamadan konuştum:
      “Neredesin?”
      Cevap yoktu. Şarkı çalmaya devam ediyordu. Gözlerimi yumdum ve gözyaşlarıma engel olmaya çalıştım. Şarkı bitmişti. Onun sesini duydum:
      “Buradayım.”
      Gözlerimi açtım Kenan karşımda duruyordu. Diyecek tek bir kelime dahi bulamadım.  Yanıma yaklaştı ve şefkatli bir şekilde bana sarıldı.
      “Bu odanın neden kilitli tutulduğunu şimdi anladın değil mi?” dedi kulağıma doğru fısıldayarak.
      “Ben bir ölüyüm.”
Belki korkmam gerekirdi ama hayır en ufacık bir ürperti bile duymadım. O an tek istediğim şey sonsuza dek onun yanında olmaktı.
      “Aynı dünyalara ait değiliz.”
      “Peki nasıl oldu da birbirimizi bulduk?” diye sordum onun koyu yeşil gözlerinin içine bakarak.
      “Bunun bir açıklaması yok. Gitmek zorundayım Lale.” Dedi ve yanımdan birkaç adım uzaklaştı.
      “Nereye?” diye sordum umutsuzca. Bedeninden ışık huzmeleri çıkmaya başlamıştı.
      “Sen bana bir ruhun yaşaması gereken şeyi verdin, aşkı yaşattın. Beni özgür bıraktın. Gitmek zorundayım, hiç istemesem de…”
      “Hayır!”
      Odayı onun bedeninden çıkan ışık aydınlatıyordu.  Işık kaybolup Kenan yok olmadan önce şu cümleyi söyledi.
      “Seninle bir gün sonsuzlukta yeniden birlikte olacağız.”
      O gitti ve oda kapkaranlık bir hale büründü. Artık eski müzik odasının piyanosu sonsuza dek susmuştu.
 
***

       Yaşadığım bu olayı Nil’den başka kimseye anlatmadım. Zaten kim inanırdı ki? Şu an güneş doğuyor ve karanlığı aydınlatıyor. Ve artık biliyorum. Kenan’ın ruhu uzaklarda bir yerlerde hala beni bekliyor.

-SON-
[/b]

8
Sinema / 30 Gün 30 Gece
« : 07 Ağustos 2009, 21:16:04 »
30 GÜN 30 GECE



Tür :   Korku  / Çizgi Roman
Gösterim Tarihi : 16 Kasım 2007
Yönetmen : David Slade
Senaryo : Steve Niles , Stuart Beattie , Brian Nelson , Ben Templesmith    (Kitap)
Görüntü Yönetmeni : Jo Willems
Müzik : Brian Reitzell
Yapım : 2007, ABD , 113 dk.

Oyuncular:
Josh Hartnett (Eben Oleson) , Melissa George (Stella Oleson) , Danny Huston (Marlow) , Ben Foster (The Stranger) , Mark Boone Junior (Beau Brower) , Mark Rendall (Jake Oleson)

Amerika’nın kuzeyindeki Alaska Barrow kasabası, her kış, bir ay boyunca sadece geceyi yaşar. Birdenbire gizemli bir grup insanın ortaya çıkmasıyla kasabada yüzbin kişi esrarengiz bir şekilde zarar görürler, hayatlarını yitirirler.

Sayısı gittikçe azalan kasaba halkı ve aslında vampir olan bu gizemli grubun kalan insanlarla beslenme mücadeleleri yeniden günışığını görünceye kadar devam edecektir.

Steve Niles ve Ben Templesmith’in çizgiromanından başarılı bir şekilde uyarlanmış olan 30 Days of Night, yönetmeni David Slade’in "bu proje için parmağımı bile keserim" diyecek kadar iddialı olduğu bir film. Vampirli korku filmi sevenler içinse tatmin edici derecede korkunç olduğu söyleniyor.


9
Çizgi / Karakalem Çizimler
« : 06 Ağustos 2009, 23:56:25 »
Acemice çizilmiş çalışmalarım:
Spoiler: Göster


Mark Ryden'dan karakalem bir taklit:
Spoiler: Göster


Spoiler: Göster


(Twilight'ta en çok beğemdiğim sahne, gerçi Bella'yı pek benzetemedim.)
Spoiler: Göster





10
Genel Kültür / Doğum Tarihine Göre Kişiliğiniz
« : 06 Ağustos 2009, 23:22:33 »
Kimileri astoroljiyi gereksiz ve boş bir uğraş olarak nitelendirse de her geçen gün benim ona olan merakım biraz daha artıyor. Burçlar, evler, horoskop vs. derken internette gezinirken bulduğum bir yazı (İremSu adlı bir şahsa ait) ilgimi çekti. Yazılanlarsa bir hayli gerçeğe yakın. Buyurun okuyun:

1 Ocak-10 Ocak

Huzursuzluk ve kavgadan hoşlanmayan. Sevdiklerine düşkün, sabırlı ve çalışkan.
Kimsenin bir şeyinde gözü olmayan, kendi çalışıp kazanmaktan yana olan.
Başarılı olmayı isteyen ve rahat, güvende yaşamayı arzulayan. Gayet kibar ve nazik.
Doğru ve dürüst davranan. Başarısızlığa tahammülü olmayan, sevgiye önem veren.
Takdir edilmekten hoşlanan, yeniliklere açık, bulunduğu alanda parlamak isteyen.
Kimi zaman coşkulu bazen karamsar olabilen. Fakat asla pes etmeyen, direnen.

11 Ocak-19 Ocak

Son derece mantıklı, becerikli, akıllı, sözünde duran
Eğitim hayatına önem veren. Öğrendiklerini kolay kolay unutmayan.
Aklını ve yaratıcı hünerlerini kolaylıkla hayata geçirebilen.
Neyin gerekli neyin gereksiz olduğunu iyi ayırt edebilen. Mantıklı.
Gerektiğinde sert konuşabilen. Aynı anda birden fazla konuda bilgi sahibi olabilen.
Gözlem gücü yüksek, iş hayatında başarıya mutlaka ulaşabilen.

20 Ocak-29 Ocak
Açık sözlü, yenilikçi, toplum bilinci yüksek, arkadaşlık ilişkileri güçlü.
Orijinal düşünebilen, tavırlarıyla ilgi uyandırabilen. Buluşçu.
Gerektiğinde duygularını geri planda tutarak, mantıklı hareket edebilen.
Zihinsel aktivite gücü yüksek, herkesten daha çabuk öğrenebilen.
Uygulamaya dönük, analizci, çağın ötesinde düşünebilen.
Zorluklar karşısında aklıyla kolayca çözüme ulaşan, sınırlamalardan hoşlanmayan.

30 Ocak-8 Şubat
Hızlı düşünebilen, gayet becerikli, dürüst ve arkadaşlıklara önem veren.
Tarafsız bir gözlem gücüne sahip, yapmacık insanlardan hoşlanmayan.
Yabancı dil konusunda başarılı, konuşmaları sıradışı, yenilikçi.
Bulunduğu ortamda kolayca ilgi uyandıran, sıradışı espri kabiliyeti olan.
Zeki, diğerlerinden çok çabuk öğrenen, kısa yoldan sonuca ulaşabilen.
Bilime önem veren, tartışmalardan hoşlanan, ikna gücü yüksek.

9 Şubat-18 Şubat
Sıradışı ilişkiler yaşamaya hevesli, özgürlüğüne düşkün. Yenilikçi.
Yeni yerler keşfetmeye meraklı, modayı takip eden. Tasarımcı
Bulunduğu alana yenilikler getiren, orijinal ve çekici. Kaliteyi seven.
Başkalarından oldukça farklı, rutinlikten hoşlanmayan. Arkadaş çevresi geniş.
Seçici, iyi gözlemci, farklı kişiliği ile ilgi uyandırabilen.
Çekiciliği ile karşı cins tarafından beğenilen, her giydiğini yakıştırmasını bilen.

19 Şubat-29 Şubat
Hayal gücü oldukça yüksek. Sevdiklerine karşı duyarlı, çatışmalardan rahatsızlık duyan.
Şifa gücü yüksek, insanlara sorunlarında yardımcı olabilen.
Duyarlı bir kişilik. Acıma ve şefkat duygusu yüksek. Pozitif düşünmeye çalışan.
Yaratıcı kabiliyetleri olan, yargılayıcı davranmayan, değişime açık.
Karmaşa içinde yönelimini kaybetmeden ilerleyebilen, negatif insanlardan etkilenebilen.
Derin tutkulara sahip, aşk ilişkilerinde verici ve cömert. Oldukça romantik, hassas.

1 Mart-10 Mart
Duygularının farkında olan, bağımlılıklarına düşkün, kimi zaman değişken.
Sosyal hayatta çekici kimliğiyle ilgi uyandıran, mütevazi ve çok sevilen.
Ailesine düşkün, evini yuvasını önemseyen, aşkta tutkulu, güzel düşünen.
Kötülük bilmeyen, kendine yapıldığında oldukça etkilenen.
Muazzam yeteneklere sahip, sezgileri güçlü, olacakları hissedebilen.
Karşı cins üzerinde duruşu, tavırları, fiziksel özellikleriyle oldukça beğenilen.

11 Mart-20 Mart
Vizyon sahibi, her yerde başarılı olabilen. Hayallerini gerçeğe dönüştürebilen.
Gücünü iyilik ve güzellikler adına yönlendirebilen. Öngörüleri doğru çıkan.
Doğaüstü yetenekleri olan, yalnız kaldığında güçlenen.
Başkalarını kolaylıkla etkileyebilen. Olumlu ve güçlü enerjilere sahip.
Kararlılık gösterdiği zamanlarda her işin üstesinden kolayca gelebilen.
Güçlü bir manyetizmaya sahip,  gizlilikleri kolayca öğrenebilen. Sırdaş.

21 Mart-31 Mart
Fiziksel yönden oldukça güçlü. Hedefini bilen ve yılmadan üzerine gidebilen.
İsteklerine fazlasıyla düşkün. Dediğim dedik asla geri dönmeyen
Emir almaktan hoşlanmayan.
Kendi bildiği yolda ilerlemeyi seven.
Cinselliği yoğun ve etkileyici.
Ateşli ve istekli

1 Nisan-10 Nisan

Çok canlı, bireylik duygusu yüksek
Yaratıcı enerjiye sahip, pırıltılı bir kişilik.
Yönetme gücü olan, insanları kolayca etkileyebilen.
İyi bir oyuncu(sanat), kendini ifade etmesini bilen.
Hayatın güzel yanlarının tadını çıkarmasını bilen.
İsteklerini gerçekleştirme gücüne sahip renkli bir kişi.

10 Nisan-20 Nisan
Keşfetmekten, yeniliklerde bulunmaktan hoşlanan.
Para harcama meyli yüksek, hoşsohbet, açık fikirli.
İyi niyetli, geleceğini şekillendirmeyi seven, yürekli
İnançlı, sağduyulu, cömert ve kendine güvenen.
Adaletli, yardıma hazır, takdir edilmeyi seven.
Yabancı dile meyilli, seyahat etmekten hoşlanan.

20 Nisan-30 Nisan
Güzelliklere aşık, gösterişli ve kaliteli olan herşeyi seven.
Maddi ve manevi değerlerini önemseyen, koruyan, sahiplenen.
Sosyal hayatın içinde yer almaktan zevk alan. Arkadaşlarının önemseyen.
Güzel bir çevrede yaşamak isteyen. Duyarlı ve estetik bir kişi.
İnce ve Nazik yapısıyla takdir edilen ve sevgi duyulan.
Uzlaşmazlık, kavga ve çekişmelerden hoşlanmayan.

1 Mayıs-10 Mayıs
Zihinsel yetenekleri yüksek, aklını önemseyen,  sezgileri kuvvetli.
İlgi alanları yoğun, dünyayı gözlemlemekten hoşlanan.
Konuşma ve yazma yeteneği son derece güçlü. İnsanları kolayca çözebilen.
Değerlendirme gücü yoğun, organizasyon becerisi muazzam.
Başkalarıyla çalışmaya müsait, uyumlu. Fazla detaydan hoşlanmayan.
Özgürlüğüne önem veren.  Konuşmasıyla karşısındakini etkileyebilen.

11 Mayıs-20 Mayıs
Gayet güvenilir, dürüst yaklaşımlara sahip. Güçlü ve derin duyguları olan.
Aşk ilişkilerinde güvenilir, karşısındakine değer veren.
Gerçekçi düşünebilen, kendine yeterli. Başarma tutkusu olan, çalışkan.
Güzelliklere önem veren, kabalıktan hoşlanmayan. Keskin gözlem gücü olan.
Başkalarının haksız sözlerinden etkilenebilen. Arkadaşlığa önem veren.
Hedefine ulaştığında böbürlenmeyen. İyiliğin, vefanın kıymetini bilen.

21 Mayıs-31 Mayıs
Çok yönlü ve becerikli. Yargı ve mantık gücüne sahip.
Yenilikten hoşlanan, yeni insanlar tanımaktan zevk alan.
Bilgiyi önemseyen, meraklı ve öğrenmeye aç.
Mantıklı, eğri ile doğruyu ayır etmesini bilen.
Kıvrak zeka, konuşma kabiliyeti, kendini yönlendirebilen.
Düşmanlarını yenmeye başarabilecek kadar akıllı.

1 Haziran-10 Haziran
Sosyal ilişkilerini önemseyen, akıllı davranabilen.
Zeki, uzlaşmacı, hayatın güzel yanlarının tadını çıkarabilen.
Nabza göre şerbet vermeyi bilen. Yeniliklerden hoşlanan.
Değerli olanı bilen, duyarlı ve yapıcı davranabilen.
Rahatına düşkün, sıradan şeylerden hoşlanmayan. Kaliteye önem veren.
İnce, nazik, aşka önem veren. İyi niyetli, arkadaşlıklara önem veren.

11 Haziran-21 Haziran
Modern düşünebilen, tarafsız ve objektif düşünebilen.
Manyetizması güçlü, arkadaşlık olgusunu önemseyen.
Özgürlüğüne düşkün, mantıklı davranabilen.
Orijinal herşeyden hoşlanan. Pek çok insanla anlaşabilen.
Fikirleri bir çok insan tarafından beğenilen. Kuvvetli iradesi olan.
Yaratıcı, bireylik duygusu gelişmiş, haksızlığa boyun eğmeyen.

22 Haziran-30 Haziran
Güvende yaşamak isteyen, empati yönü güçlü, duyarlı kişilik
Ailesine, sevdiklerine önem veren. Koruyucu ve kollayıcı.
Gerçeklerin peşinden koşabilen. İlişkilerde uzlaşmaktan yana olan.
Duygusal değerlerine önem veren, etkileme gücü yüksek.
Karşısındaki kişiyi kolaylıkla etkileyebilen, ruhunun derinliklerine inebilen.
Kendini güvende hissetmediğinde tepkisel davranabilen.

1 Temmuz-11 Temmuz

Düşünce gücü yüksek, sezgileri mükemmel derecede yoğun.
Bulunduğu alanı kötülüklerden arındırabilen, yenilikçi düşünebilen.
Şüphelerini aydınlığa kavuşturabilen, kendini yenileyebilen.
Yüzeyde olanlarla yetinmeyen, araştırmadan güvenmeyen.
Zihnini ve iradesini kendi gelişimi için odaklamasını bilen.
Güçlü iyileştirme gücü olan, güçlü olmayı, güvende olmayı önemseyen.

12 Temmuz-22 Temmuz
Artistik kabiliyeti olan, aydınlanmaktan yana. Sanata meyilli.
Acıma ve şefkat duyguları yüksek. İdealist
Kendini inandığı bir şeye adayabilen, vizyonu yüksek.
Kendini aşmak isteyen, duyarlı yüreğe sahip, özverili.
Özlemleri olan, hayal gücü yüksek. Duyu dışı algıları olan.
Birçok insanla anlaşabilen, aşkta derin duygulara sahip.

23 Temmuz-1 Ağustos
Kendinden emin, bağımsız, liderlik gücü yüksek.
Soylu, gururlu, gösterişli, toplumda hemen farkedilen.
Sadakat duygusu yüksek, organizasyon yeteneğine sahip.
Sevdiklerine düşkün, sanatkar, kolayca yükselebilen.
İçi dışı bir, kalbinin sesine kulak verebilen. Sevilmeyi önemseyen.
Yaratıcılık yeteneği olan, isteklerini direkt olarak açıklayabilen.

2 Ağustos-12 Ağustos
Hoşsohbetli, neşeli, etrafını rahatlatan, vicdanlı.
Para harcamayı seven, kaliteye önem veren, gururlu.
Kimseyi kırmaktan hoşlanmayan, yüce gönüllü.
Gezmekten, araştırmaktan hoşlanan, inanç sahibi, maneviyatı güçlü.
İyi bir sırdaş, güçlü bir dost, yüce gönüllü bir insan.
Başkalarının emri altına girmekten hoşlanmayan, özgürlüğü seven.

13 Ağustos-22 Ağustos
Kendini ortaya koyabilen, savaşçı, enerjik, isteklerini elde edebilen.
Bilinçli, cesur, haksızlıklara boyun eğmeyen. Yeni fikirleri önemseyen.
Girişimci, zeki, nerde ne yapması gerektiğini bilen. Açık sözlü.
Hayatta kalmayı başarabilen. Fiziksel gücü yüksek.
Karşısındaki kişiyi çabucak çözebilen, açık sözlü.
Beklemekten hoşlanmayan, yeni projelere, planlamalara istekli.

23 Ağustos-1 Eylül
Mantıklı, becerikli, akıllı, başkalarıyla kolaylıkla bağlantı kurabilen.
Aşkı önemseyen, sorunlardan pek hoşlanmayan.
Kaliteli ortamlar, elit yerlerden hoşlanan. Cahil insanlardan uzak duran.
Keskin gözlem gücüne sahip, bir bakışta eksiklerini görebilen.
Olayların ardındaki gerçekleri önemseyen ve öğrenmek isteyen.
Çabuk kavrayan, net görmek isteyen, iletişimci.

2 Eylül-12 Eylül
Ciddi bakış açısına sahip, sağlam kararlar vermeye çalışan.
Beklentileri akla ve mantığa uygun, çalışkan ve planlı.
Güven olgusunu önemseyen, yanlış kararlar vermekten hoşlanmayan.
Disiplinli çaba, görev ve sorumluluk bilinci yüksek olan.
Dayanıklı, mesleki konularda yetenekli. Dikkatli konuşan.
Yaşından olgun. Sözleri tutarlı, kabul edilmekten hoşlanan.

13 Eylül-22 Eylül
Yerinde konuşan, güçlü bir kişilik, sevme duygusu gayet yüksek.
Uyumlu, dengeli, akıllı ve gayet çekici.
Aşkta sıcak yürekli, nezaket dolu, güçlü imaj sahibi.
Huzursuzluktan hoşlanmayan, böyle ortamlarda bulunmak istemeyen.
Sosyallikten hoşlanan ama aşırı uçlara kaçmayı sevmeyen.
Öncü, akıllı, iletişimci bir kişilik. Tarafsız düşünebilen.

23 Eylül – 2 Ekim

Lüks, güzellik, kaliteden hoşlanan. Sevgi dolu bir kişilik.
Erkekleri yakışıklı, kadınları çok güzel olan.
Sosyal yönü güçlü, yeni fikirleri seven, hassas yaradılışta
Zevkleri için para harcamaktan çekinmeyen, bu yüzden zorlanan.
Seyahat etmekten hoşlanan, yeni insanlarla tanışmaktan zevk alan
Amaçları bir şekilde gerçekleştirebilecek şansa sahip olan.

3 Ekim-13 Ekim
Başkaları tarafından her zaman ilginç, sıra dışı bulunan, çok çekici
Özgürlüğüne düşkün, kurallarla çevrelenmekten hoşlanmayan
Sosyal ilişkilerini önemseyen, popüler ve girdiği ortamlarda farkedilen
Toplum içindeki yerini önemseyen, farklı bulunmaktan hoşlanan
Kararlarını kendi vermekten zevk alan ve bunda ısrar edebilen.
Günün yenilik anlamındaki tüm akımlarını takip eden, uygulayabilen.

14 Ekim-23 Ekim

Fiziksel ve zihinsel anlamda hızlı ve aktif hareket edebilen.
Sözleriyle ilgi uyandırabilen, zekasıyla her türlü sorunun üstesinden gelebilen
Aşkta aşırı duygusallık yerine gerektiğinde mantığının sesine kulak verebilen.
Hislerini kağıda dökebilen. İşbirliğini önemseyen, etrafıyla uyumlu özel bir kişilik.
Yenilikleri uygulamaktan hoşlanan, cinselliğine önem veren.
Cazibeli, aydınlık fikirleri olan, başarmaktan, gelişmekten, büyümekte hoşlanan.

24 Ekim-1 Kasım
Kadınları oldukça çekici, Erkekleri karizmatik. Karşı cins üzerinde gayet etkililer.
Mistizm, bilinmeyenler konusunda meraklı ve bu yönde yetenekleri olabilen.
Dönüşüm, değişim ve her türlü yenilikten hoşlanan. Bunun için gerekirse savaşabilen.
Sözleri keskin kendine güvenli. Doğruluktan hoşlanan. Disiplinli ve güçlü bir karakter.
Gizliliklerine önem veren, başkalarının sırlarını kolayca öğrenebilen.
Güç ve kontrol kurmaktan hoşlanan, sözlerinin dinlenmesini isteyen.

2 Kasım-11 Kasım
Oldukça duyarlı, Romantik ve tutkulu. İdeallerinden ödün vermeyen.
Hayal gücü yüksek fakat hayal ettiklerini hayatında uygulayabilen. Sezgileri yüksek.
Aşkla büyümekten, gelişmekten hoşlanan. Aşkı için her türlü mücadeleye giren.
Başkalarının sorunlarına çare bulabilen, empatisi yüksek, yönlendirme gücü yoğun.
Başkalarıyla yarışabilen, yüksek noktalara er veya geç gelebilecek güçlü bir karakter.
Derinlikten hoşlanan, iş olsun diye dost olmayan, dostuna gerçekten yardım edebilen.

12 Kasım-22 Kasım
Oldukça etkileyici bir kişilik. Haksızlıklar karşısında her türlü mücadeleye girişebilen.
Dürüst ve doğrucu bir insan. Hakikatlerin ışığı altında ilerlemekten yana olan.
Toplumsal vizyonu yüksek, girdiği ortamlarda çekiciliği, duruşuyla kolayca ilgi uyandıran.
Gayet şanslı. Sezgileri inanılmaz güçlü. Olacakları hissedebilen.
Herhangi bir durum ve olayın ardından kolayca toparlanması bilen. Empati yeteneği güçlü.
Altıncı duyusu çok yüksek. Önsezileri inanılmaz kuvvetli. Vatanına, ailesine çok düşkün biri.

23 Kasım-1 Aralık

Ahlaki özellikleri son derece güçlü. İnanışı, özgüven duygusu gelişmiş, dürüst kişilerdir.
Geniş görüşlü, vicdanlı, değerlerine önem veren, yüksek eğitimden hoşlanan.
İyimser, öngörüşleri doğru çıkan. Gezgin bir ruh, yaşamı derinlemesine yaşamaktan hoşlanan.
Aşkta bağlanma duygusu fazla yüksek olmasa da, sevdiklerine düşkün ve onları koruyan.
Başka insanları bilgisiyle, zarafetiyle büyüleyen. Yol gösteren abilik ablalık yapabilen.
İnsancıl, açık fikirli. Etik değerlere ve kanunlara saygılı. Fazla para harcamayı seven.

2 Aralık-11 Aralık
Çok cesur. İnanmadığı hiçbir şeyi kabul etmeyen. Savaşma dürtüsü yüksek.
Haksızlıklara boyun eğmeyen amaca yönelik hareket edebilenl.
Gayet bağımsız zincirlere tahammül etmeyen. Kimsenin lafıyla hareket etmeyen.
Sadık ve oldukça fedakar. Söz verdiği zaman mutlaka yerine getiren.
Aktif, hızlı ve gözüpek. Cinselliği güçlü, tutkulu, girişimci, istediği kişiye elde edebilen.
Kimi zaman oldukça sabırsız, aceleci davranabilen. Rekabetçi, oldukça tutkulu.

12 Aralık-21 Aralık
Kişilik sahibi, bilgisiyle, tecrübeleriyle insanları kolayca etkisi altına alabilen.
Vizyonu güçlü, sezgi gücü yüksek, anlamaktan, keşfetmekten zevk alabilen.
Duygularını kontrol edebilen, sevilmek ve ilgi görmekten fazlasıyla hoşlanan.
Aşkta kendi isteklerine düşkün. Çekiciliğiyle karşı cins üzerinde fazlasıyla etkili olan.
Yanılmaktan hiç hoşlanmayan. Sanata ve yeni gelişmelere açık. Kendini gayet iyi koruyan.
Yenilgilerden yılmayan, gururlu ve kendini geliştirmesini bilen, hakimiyet kurabilen.

22 Aralık-31 Aralık
Sorumluluk sahibi, ne istediğini bilen, doğru ve yerinde kararlar alabilen bir kişilik.
Disiplinli bir çaba ile her türlü güçlüğün üstesinden gelebilen. Sadık ve güvenilir.
İç gözlem gücüne sahip, yavaş ve emin adımlarla ilerlemekten yana olan.
Koşullar ve şartlara göre kendini ayarlayabilen uçarılıktan asla hoşlanmayan.
Aşkta güven, saygı ve sevgiye değer veren. Oldukça tutkulu, sevdiğine sahip çıkan.
Liderlik gücü yüksek, organize, iş hayatında parlayabilen. Bazen karamsar olabilen.

Kaynak: Habertürk astroloji

11
Başka Kurgular / On Küçük Zenci - Agatha Christie
« : 06 Ağustos 2009, 17:24:06 »
ON KÜÇÜK ZENCİ - Agatha Christie


"Adresinizi iş bulma kurumundan referanslarınzla birlikte altım. İstediğiniz ücreti ödemeye hazırım. 8 Ağustosta işe başlayabileceğinizi ümit ederim. Saat 12.40 da Paddington'dan kalkan trene binecek olursanız Oakbridge istasyonunda karşılanacaksınız. Yol masraflarınız için mektupla birlikte 5 sterlin postalıyorum.
Sevgilerimle
Una Nancy Owen.
Mektup kağıdının üzerinde şu adres bulunuyordu... Zenci Adası, Sticlehaven, Devon... (Kitap'tan sayfa:8-9)


Her birinin gizledikleri ve korktukları sırları olan on kişi, Zenci Adası’ndaki ıssız bir malikaneye davet edilirler. Ancak malikaneye giden grubu bir sürpriz beklemektedir, ev sahibi ortalarda yoktur.
Geçmişlerindeki karanlık sırlardan başka hiçbir şeyleri olmayan bu insanlar adada mahsur kalmışlardır.
Konuklar bir süre sonra gizledikleri karanlık sırları birbirlerine anlatırlar. Ve teker teker ölmeye başlarlar…

Nancy OWEN’in bir haftalık tatil teklifini kabul eden sekiz insan tanışma faslından sonra odalarına yerleşirler; herbirinin odasında bulunan bir şiir dikkatlerini çeker..."

On küçük zenci yemeğe gitti,
Birinin lokması boğazına tıkandı. Kaldı dokuz.
Dokuz küçük zenci geç yattı,
Sabah biri uyanmadı. Kaldı sekiz.
Sekiz küçük zenci Devon'u gezdi
Biri geri dönmedi. Kaldı yedi.
Yedi küçük zenci odun yardı,
Biri baltayı kendine vurdu. Kaldı altı.
Altı küçük zenci bal aradı,
Birini arı soktu. Kaldı beş.
Beş küçük zenci mahkemeye gitti,
Biri idama mahkum oldu. Kaldı dört.
Dört küçük zenci yüzmeye gitti,
Birini Balık yuttu. Kaldı üç.
Üç küçük zenci ormana gitti,
Birini ayı kaptı. Kaldı iki.
İki küçük zenci güneşte oturdu,
Birini güneş çarptı. Kaldı bir zenci.
Bir küçük zenci yapayalnız kaldı.
Gidip kendini astı. Kimse kalmadı.


"Polisiye’nin Kraliçesi", biyografisinde ‘On Küçük Zenci’ için şöyle demektedir: ‘Kurgusu üzerinde en çok uğraştığım eserlerimden biri…’ Christie’in ünlü kahramanı Belçikalı dedektif Hercule Poirot bu kez yok; yazar, esrarı okuyucunun çözmesini bekliyor. Dili sade ve akıcı ; kahramanların psikolojik tahlilleri üzerinde yeterince durulmuş, bu da romanı oldukça sürükleyici kılıyor.

Agatha Christie nin genel tarzının dışında kalmasına rağmen onun klasiklerinden biri olarak tanımlanan kitap, bu sıfatı sanırım gerilim dolu olmasından ve harukulade heyecanlılığından dolayı alıyor. Her zamanki gibi şaşırtıcı ve çarpıcı bir son, her zamanki gibi insanda merak hissini artıran bir gidişat ve her zamanki gibi başarılı bir polisiye..Agatha Christie insanı BİLİNMEYEN (UNKNOWN) sona doğru sürüklerken, suç ve ceza mefhumlarını da mercek altına alıyor ve insanı düşündürüyor.  Sonu kesinlikle tahmin edilemeyen harika bir polisiye...



12
Korku & Gerilim Eserleri / Tepki - Stephen King
« : 06 Ağustos 2009, 14:46:53 »
TEPKİ - Stephen KING


Mc Gee ve Vicky Tomlinson 1969 yılında gizli bir örgütün piyasaya sürmek istediği bir ilacın ilk denemelerine katılmışlardı. Bir yıl sonra evlendiler ve küçük kızları Charlie doğdu. Charlie üç yaşındayken, bakışları ile oyuncak ayısını tutuşturdu.
Charlie sekiz yaşına gelince duygularını kontrol altına almayı öğrendi. Artık her zaman yangın çıkarmıyordu.
Ama gizli örgüt, bu "büyük etkili, küçük silahı" kullanmayı planlıyordu.
Fakat unuttukları birşey vardı: Küçük bir çocuk bile intikamın ve acı vermenin buruk tadını anlayabilirdi.
Kuşku Mevsim, Christine, Gecenin Pençesi gibi ünlü romanların yazarı Stephen King'in eserlerinin satışı 45 milyonu aştı.

(Arka Kapak)

8 yaşındaki bir kız çocuğu ancak King'in kaleminden böylesine büyük bir tehlikeye dönüşebilir. Andy, karısı Vicky ve kızları Charlie özel güçlere sahip bir ailedir. Ancak Charlie anne ve babasına  nazaran çok daha etkili ve sonuçları korkutucu olabilen bir silah potansiyeline sahiptir. Bu yüzden örgüt bu küçük kızın peşindedir. Bu amaçla Vicky öldürülür ve Charlie ile babası Andy "Dükkan" adlı gizli örgütten tam bir yıl boyunca kaçmaya uğraşırlar, ta ki bir gün kapana kısılana kadar... Örgütün amacı bu özel yeteneklere sahip baba-kız üzerinde deneyler yapmak ve kendi çıkarları doğrultusunda bu küçük “yangın çıkarıcı”yı kullanmaktır. Charlie örgüt üyelerine karşı tamamen tepkisizdir, ancak içlerinden biri onun güvenini kazanıncaya dek...

Son sayfasına kadar “Nasıl bitecek?” sorusu akıllardan çıkmıyor ve kitap okuyucunun merakını her zaman canlı tutarak sayfalarını çevirme yarışına davet ediyor. Aksiyon ve merak unsurları had safhada ve King her zamanki gibi hayal gücünü ve yeteneğini gözler önüne sermiş. Bu kitap korkudan çok bir gerilim ve kaçış serüvenini ele alıyor. Eğer aksiyon istiyorsanız Tepki sizin için biçilmiş kaftan diyebilirim. King'in ilgiyi her sayfada ayakta tutan zihinsel girdapları büyük bir gerçeklik ve akıcılıkla aktardığı bu eserin bir de sinema filmi bulunmakta. 1984 yapımı bu filmin ne kadar başarılı olduğu tartışılır, ancak King okurları için kütüphanelerinde yer açmaları gereken bir roman Tepki...

13
Diğer Fantastik Eserler / Dirilen İskelet
« : 06 Ağustos 2009, 11:03:21 »
DİRİLEN İSKELET - Hüseyin Rahmi GÜRPINAR

 

Dirilen İskelet İstanbul’un  Eyüp semti mezarlığında geceleri ölülerin dolaştıklarını haber alan ve olayı araştırmak üzere dolaşan Nihat Bey'in bu konuyu araştırmaya başlamsıyla başlıyor.  Banu Hanım’ın evine giden roamnın baş kahramanı Tayfur, Banu Hanım’a âşık olur. Tayfur, Avrupa’da kötü ruhları korkutmak amacıyla evlere konmuş iskeleti gördükten sonra İstanbul’daki evine de bir iskelet yerleştirmeyi düşünen biridir. Bu amaçla Eyüp taraflarındaki mezarlıklarda doktor arkadaşı Ferdi ile iskelet parçaları toplarken, başlarında sarıklarıyla ölülerin dolaştıklarına şahit olur. Zaman zaman iskeletler de hareket ederler. Olayı araştıran Tayfurbütün olayların Banu adında bir kızın başının altından çıktığını tespit eder. Banu Hanım’ı görür görmez ona âşık olan Tayfur, başlangıçta ona aşkını itiraf edemeyince intiharı düşünür:

Tayfur, büyük bir sinirle girdiği evde âşık olmaktan kendini kurtaramaz.  Banu Hanım’a duygularını açamayınca, platonik aşkından boğulmak üzereyken depresyona girer ve intiharı etmeyi düşünür.

Romanın göze çarpan ögeleri; doğu-batı çatışması, hurafeler, gerçekdışı olaylar, merak ve korkunun beraber son sayfaya kadar sürüp gitmesi, aşk, değişen gündelik hayatın ve kültürel kodların savurduğu farklı sınıftan insanlar..

Bu kitabı okurken Hüsayin Rahmi'nin eğlenceli diyalogları ve gerçekçi, sıkmayan tasvirleri ile hem romanın atmosferine dahil olacak hem de sahnenin ortasında kalmış karakterlere şaşkın şaşkın bakarken bulacaksınız...


HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR
(1864-1944)

Hüseyin Rahmi Gürpınar 17 Ağustos 1864’te İstanbul’da Ayazpaşa’da doğdu. Adliye Nezareti Umur-ı Cezaiye Kalemi’nde memur oldu, oradan Nafia Nezareti Tercüme Kalemi’ne atardı. Meşrutiyet’in ilânına değin burada çalıştı. 1908’de ayrılarak Güllâbi ve (Ahmet Rasim’le) Boşboğaz adlı bir mizah gazetesi çıkardı. Hayatını yazılarıyla kazanmaya uğraştı. 1914-18 yılları arasında İkdam gazetesinde tiyatro eleştirileri yazdı. 1924’te Son Telgraf’ta tefrika edilen Ben Deli Miyim adlı eseri kovuşturmaya uğradı, fakat yargılama beraat ile sonuçlandı. 1936’da Kütahya milletvekili oldu. 1943’te Heybeliada’daki köşküne çekildi. Hiç evlenmedi. 8 Mart 1944’te orada öldü.

Eserleri:

Roman: Şık, İffet, Mutallâka, Mürebbiye, Bir Muâdele-i Sevda, Metres, Tesadüf, Nimetşinas, Şıpsevdi, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, Sevda Peşinde, Gulyabani, Cadı, Hakka Sığındık, Toraman, Hayattan Sayfalar, Son Arzu, Tebessüm-i Elem, Cehennemlik, Afsuncu Baba, Meyhanede Hanımlar, Ben Deli Miyim, Billur Kalp, Tutuşmuş Gönüller, Evlere Şenlik Kaynanam Nasıl Kudurdu, Muhabbet Tılsımı, Mezarından Kalkan Şehir , Kokotlar Mektebi, Şeytan İşi, Utanmaz Adam, Eşkıya İninde, Kesik Baş, Gönül Bir Yel değirmenidir, Sevda Öğütür, Ölüm Bir Kurtuluş mudur, Dirilen İskelet, Dünyanın Mihveri Kadın mı, Para mı, Kaderin Cilvesi, Deli Filozof, Can Pazarı.
Hikâye: Kadınlar Vaizi, Namusla Açlık Meselesi, İki Hödüğün Seyahati, Katil Buse, Tünelden İlk Çıkış, Gönül Ticareti, Melek Sanmıştım Şeytanı, Eti Senin Kemiği Benim.
Eleştiri: Şekâvet-i Edebiye, Cadı Çarpıyor, Zamane Münekkitlerine Cevap.



14
Diğer Fantastik Eserler / Yılın En Karanlık Gecesi
« : 02 Ağustos 2009, 22:15:49 »
YILIN EN KARANLIK GECESİ - DEAN R. KOONTZ


Dean Koontz, bu kitabında yine yeteneğini sergiliyor ve üstünde uzun süre çalıştığı bu romanını nihayet okuyucusuna sunuyor. Kitap, bir aşk hikâyesi olarak başlıyor, sonra heyecanlı bir maceraya ve korkularımızın sınırlarını tekrar çizen, bir yandan da gerçek sevgiyi yeni baştan tanımlayan usta işi bir gerilime dönüşüyor.

Amy Redwing bütün hayatını, sahipleri tarafından terk edilmiş, zor şartlarda yaşayan golden retriever'ları kurtarmaya adamıştı. Amy ile uğruna hayatını tehlikeye attığı Nickie arasında çok kısa bir süre içinde esrarengiz bir bağ kurulmuştu. Ancak Nickie ile gelen mutluluk bir dizi garip olayla gölgelenecekti. Uğursuz bir yabancının ortaya çıkması ve evine yapılan gizemli bir ziyaret, Amy'nin her adımının karanlık adamlar tarafından takip edildiğinin kanıtıydı.


Birileri Amy'yi, hayatını adadığı o zavallı hayvanların durumuna düşürmek için ant içmişti. Ama şimdi Amy'ye yardım eli uzatacak kimseler yoktu. Nefes kesen açılış sahnesinden şok edici finaline kadar heyecan ve gerilim dozunu maksimum düzeyde tutmayı başaran bu kitap, okuyucuyu, yarattığı kurgu dünyasının içine sürüklüyor.

Mart ayında çıkan en son Koontz romanı.
Klasik bir Dean Koontz romanı gibi görünse de roman en başından itibaren okuyucuyu kendine çekiyor. Ama ne yazık ki bazı yerlerde sayfaları çevirmeden devamında ne olacağını kestirebiliyorsunuz. Kötüler en kötü ve iyiler de en iyi olacak şekilde kurgulanmış karakterler. Kötü olanlar tabiki de cezasını buluyor. Bu açıdan biraz tanzimat romanlarını hatırlatsa da sürükleyicilik açısından oldukça iyi sayılabilir.
Arka kapak yazısına bakarak aldığım bu roman ne yazık ki yazarın sonunu bağlaması (veya bana göre bağlayamaması) açısından beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Yine de Dean Koontz severler için okunması tavsiye edilir.

15
Yazarlar / Dean Koontz ve Stephen King Arasındaki Farklar
« : 17 Haziran 2009, 00:03:58 »
Dean Koontz ve Stephen King arasındaki farklar (Ekşi sözlükten)

    
      * her ikisi de bi cırpıda okunacak kitaplar yazar ve genelde birini seven digerini de sever. ancak ikisi de temelde insanın derinliklerindeki korkulara hitap etmesine ragmen, tarzlarında ciddi farklılıklar vardır.
        
        * dean r kontz romanlarında olushturdugu olayları roman sonunda chozerken ıyı/mutlu sonlandırma ve olayları mantıklı bır shekılde achıklama kaygısı tashırken, stephen king romanlarında bu tarz bi kaygı yoktur, kotu son da olabilir, olup bitenler bi mantıga oturtulmayabilir de.
        

       * dean r koontz romanlarinda aksiyona aninda girilir, stephen king'inkilerde ise bu cok daha uzun surer .
          

       * koontz'un kitaplarinda goze carpan bariz bir optimism duygusu vardir, hayata inanan bir bakis acisi hakimdir hep, hayat ne kadar bir rollercoaster cilginliginda olsa da we'll make the best of it buddy, life is worth enjoying temasi islenir genelde..king'in ise hicbir boyle kaygisi yoktur, sizi bunalimdan bunalima hic takmadan surukler, ben olayi sizin suratiniza carparim gerisi sizin biliceginiz is tavri vardir sanki..
      

       * koontz'un romanlarında bashrol vardır ve onemlıdır, kingin her romanında yoktur esas kadin esas erkek
        


        * ayrica koontz'un kitaplarinda genel bir hayvanseverlik hakimdir, genellikle bir kopek (bas veya yan kahramanlardan biri bile olabilir, watchers veya fear nothing, seize the night'da oldugu gibi) ya da bazen bir kedi (seize the night'da mungojerry) olaylarin icinde aktif yer alir..king'de boyle bir uygulama pek gorulmez..
        


       * koontz'un konularinin yuzeysel oldugu fikrine katilmiyorum, sahsen bence koontz insan psikolojisine daha hakim ve daha cok bunu isliyor actiondan ziyade konularinin icinde..bu actionlarin da super yaratici ve akici olmadigi anlamina da kesinlikle gelmiyor tabi..
          

        * ayrica king gibi koontz'un da birbirine bagli kitaplari vardir, su an yazmakta oldugu trilogy (ikisi cikti henuz) birbirlerinin devamiyken ayni zaman da midnight ve watchers'daki konuya da baglidir..
          
        * koontz'un kadin kahramanlari her zaman aktif rol oynar ve siki hatunlardir.
        

        * koontz'un bir cok kitabinda ask yan tema olarak islenmektedir
          

        * koontz psikopat teknik ayrinti verir bazen, mesela silahlar ya da son teknoloji ürünü güvenlik sistemleri hakkinda, king hiç yapmaz bunu.
        

        * koontz amerikan sağına daha yakın olduğundan kitaplarında kutsal amerikan ailesi, uyuşturucu yüzünden mutasyona uğramış çocuklar, rus casuslar yetiştirmek adına birebir taklit edilmiş amerikan kasabaları gibi öğelere sıkça rastlanır. king ise baba oğul arasında ölümcül savaşlar yaşatmayı ve bildik aile düzenini kökten sarsmayı sever.
               

        * stephen king karakterlerin psikolojisini uzun uzun ele alırken dean r. koontz bunu beceremez.
        

        * dean r koontz ramanlarinin bastan iyi bitecegi ve kimlerin kurtulacagi bellidir, merak edilen anlatilan vaziyet bu kadar sicip karismisken mutlu sona nasil baglanacagidir. king ise romanlarinda genellikle ana karakter dahil herkesi catir catir gebertebilir ve romanda adi gecen kimse kurtulamayabilir.
        

        * stephen king bir röportajında koontz için "ben bile okurken korkuyorum" demiştir..
        


      


Sayfa: [1] 2