Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - zçaiqü

Sayfa: [1] 2 3 ... 6
1
Düşler Limanı / ham maddeler: yelkenlinin ufku
« : 06 Temmuz 2015, 23:15:49 »


şu 1: düşünürken bile tüm seslerin kesilmesini, her şeyin susmasını istiyorum. neredeyse dünyanın durmasını bekliyorum. oturup dakikalarca yalnızca bir şeyi düşündüğüm oluyor, hiçbir şey yapmadan, olduğum yerde. bazen perdenin yanında ayakta, bazen yatağımda uzanmışken, bazen odanın ortasında halıya çöküp, bazen… işte bu anlarda kafamın içinde kendimle kavga ediyorum. bir başkasıyla kavga ediyorum. onu alt etmeye çabalıyorum. ve bu esnada dışarıdan gelen herhangi bir ses ya da başka bir şey beni o kadar öfkelendiriyor ki o anda etrafımda ne varsa hepsini kırıp dökmek istiyorum. çünkü baştan başlamam gerecek. yediğim yumrukları tekrar yemem gerekecek.

şu 2: sence de takım elbiseli deniz baykal’la takımsız deniz baykal arasında 30 yaş falan yok mu? http://goo.gl/zqJzCf - http://goo.gl/sRTEiy

şu 3:  2 gün önce gazetenin arasından bir koçtaş kataloğu çıktı. zaten vakit geçiremediğimden göz atmaya başladım. çok güzel bahçe takımları, aydınlatmalar, dekorasyon malzemeleri vardı. sonra da fiyatlarına baktım. ardından da kardeşime dönüp paranın ne kadar önemli bir şey olduğunu söyledim. tamam her şey değil ama, çok şey hakan, dedim. çünkü ben o resimlere bakarken onları 2 katlı ve çok güzel, müstakil bir evin bahçesine, salonuna, mutfağına koymuştum hep. henüz olmayan evime, henüz olmayan paramla aldığım henüz olmayan eşyalar koymuştum. işin en ilginç tarafıysa şu: bir yandan bütün bunların hayalini kurarken bir yandan da sadece para kazanmaya odaklanabilecek hırslı ve aptal bir adam olmadığımı biliyordum. böyle bir adam olmak da şart değil gerçi ama ne bileyim. sinirlendiriyor bu para beni. pakloyu da sinirlendiriyor bazen biliyorum. neyse çok uzar bu mevzu. hiç gereği yok.

şu 4: kendimle konuşurken en çok kullandığım söz: ‘abuk subuk konuşma’. o kadar sık kullanıyorum ki.

şu da 5: ‘’seni kanatlarımın altına almak için, wilfrid, kanatlarım olsun isterdim.’’

h. barış beledin
ruveranva.tumblr.com

2
Düşler Limanı / Ynt: Konuşma
« : 12 Nisan 2015, 01:25:42 »
ilham vericiydi, sordurttu. tebrik ederim.

3
Düşler Limanı / ham maddeler: mum
« : 19 Mart 2015, 19:51:18 »


şu 1: bir konuşma sırasında birine ‘seni ilgilendirmiyor’ diyemezsin kolay kolay. hele de konuştuğun bu kişi yakınınsa. birine bunu söylediğin zaman ya kızar ya da gücenir. oysa karşındaki de büyük olasılıkla her şeyin herkesi ilgilendiremeyeceğini bilmektedir. nedir bunun sebebi? neden alınırlar? ya ben? sanırım benim için de aynısı geçerli. üslup da pek etkilemez bunu. nasıl istersen öyle söyle. bir tür görgü kuralı olabilir. bilmiyorum. ama bazen çok söylemek istiyorum. kimlere veya ne zamanlar mı? seni ilgilendirmiyor.

şu 2: her ayın ortalarında (13-14-15-16) belirgin bir gerilim, stres ve kaygı yaşıyorum. bunları zaten hep yaşıyorum ama daha yoğun, belirgin ve kapsayıcı oluyor bu zamanlar. her şey kötüye gidecek gibi. yarın olmayacak, olsa da ‘yarın’ olmayacak gibi.

şu 3: iyi bir şeyler yapmanın, daha doğrusu iyi bir şeyler yapmaya kuvvet bulmanın en somut örneğini bir ramazan akşamı (aslında küçüklüğümden beri birçok iftar vakti) yaşadım. böyle düşünmek -hep unutmakla beraber- çok akla yatkın ve zekice geliyor. ezan yaklaştıkça o hep bilindik telaş başlar, karınlar acıkmış, susanmıştır. babam erkenden gelmiştir. patrona doğrultmuştur ayı. sonra sofraya oturulur, ezan okunur. oruçlar açılır, su içilir. ardından da çaylar. bunların herhangi bir yerinde annem ya da babam şunu söyler: ‘’oruç tutsan da geçiyor zaman, tutmasan da işte’’.

şu 4: şükür ki; saç, sakal ve tırnak gibi parçalarımızda sinir hücreleri yok. şimdi şunu da söyleyebilirsin çıkıp: ‘’olsaydı hiç kesmezdik ve normali bu olurdu’’. ben dedim çünkü kendi kendime. ama böylesi çok zorlama ve aptalca.

şu da 5: ‘’hayır. sen, yapbozun eksik parçası olmayı yeğliyorsun. tasını tarağını topluyorsun. şansını hiç denemiyor, hiçbir işe hiçbir umut bağlamıyorsun. sabanı öküzün önüne koşuyorsun, her şeyden sıtkın sıyrılıyor, dereyi görmeden paçaları sıvıyorsun, elindekini avucundakini yiyip bitiriyorsun, sermayeyi kediye yüklüyor, palamarı koparıyor, ardına bakmadan çekip gidiyorsun.’’

h. barış beledin
ruveranva.tumblr.com

4
Düşler Limanı / ham maddeler: kar küresi
« : 01 Şubat 2015, 23:42:15 »


Şu 1: karanlıkken ne güzel şehir. kapkaranlıkken. hem sokak lambalarından da korkmamız gerekmiyor böylece. değil mi nikolay? herkes hatalı.

Şu 2: sevgili zeki; insan görmek istemediği zaman gözlerini yumabilir ama duymak istemediği zaman ellerini kullanmak zorunda. bilirsin işte kulak kapağı diye bir şey yok.

Şu 3: müslümanım diyenin milliyetçisine uyuzum. demeyeninkine de uyuzum ama diyeninkine daha uyuzum. hazzetmiyorum. cirit atıyor sosyal mezralarda. kendi ırkının diğerlerinden üstün olduğunu savunuyor. bir yandan da tüm insanların eşit ve kardeş olduğunu, üstünlüğün yalnızca Allah'a yakın olmakla söz konusu olduğunu bildiren (hucurat/13) bir dinin mensubu bu adam. hem koca bir ırk nasıl bütünüyle mükemmel ya da bütünüyle rezil bir ırk olabilir ki? o ulusun içinde de tüm uluslarda olduğu gibi iyi ve kötü insanlar, önderler vardı, var. ve bu tavrını da sadece kendi ulusunu yücelterek değil, diğer bir ulusa hakaret ederek hatta ne hakareti küfrederek ortaya koyuyor. ben oldum olası 'ey türk!' kabilinden başlayan nutuklara kulak veremedim. benim kulak verdiklerim genelde 'ya eyyühennas' diye başlıyor.

Şu 4: bir sorun bulmalısın kendine. aksi halde sorun seni bulacak. kaçınılmaz bu. hal böyleyken de kendi sorununu seçmen çok daha mantıklı bir şey.

Şu da 5: ''ve ben öyle doluyum ki sesimin üzerinde namaz kılıyorlar''

h. barış beledin
ruveranva.tumblr.com

5
Düşler Limanı / kız ve köpek
« : 13 Kasım 2014, 13:13:59 »
     saat gecenin on buçuğuydu. karşı binada oturan kızı yaklaşık elli metre yürürken izledim. peşinde beyaz, iri sayılabilecek bir köpek vardı. kız hızlı adımlarla yürüyordu. hemen arkasından gelen köpekten bir an önce kurtulmak ister gibiydi. sonra binanın demir kapısını açtı anahtarıyla. ben kendini içeri atıp hemen kapıyı kapatmasını bekliyordum. ama o içeride durup köpeğe döndürdü yüzünü. köpek yarım metre uzağında, kapının önünde dikilmiş ona bakıyordu. sonra kız eliyle bir şeyler yapmaya başladı. komut veriyor gibiydi köpeğe. belli ki kendini güvende hissediyordu artık. çünkü istediği zaman bir saniyede kapıyı kapatabilirdi. köpek saldıracak bile olsa kesinlikle başarılı olamayacaktı. kız bunun bilincinde, köpeğe karşı olan üstünlüğünü –aslında korkaklığını- kabul ettirmeye çalışıyor gibiydi. demir kapıyı suratına çarpmadan önce ona bir kez bile olsa hükmetmek istiyordu sanki.

     eliyle oturmasını işaret etti ona. ilkinde köpeğin kayıtsızlığıyla karşı karşıya kaldı ama pes etmedi. birkaç kez daha aynı hareketi yineledikten sonra oturdu köpek. arkasından da tam da beklediğim şey oldu. kız arkasını döndü ve daha ağır bir şekilde kapattı kapıyı. bunun üstüne köpek iyice yaydı vücudunu kaldırıma. bunu da ezildiği, kandırıldığı ya da alçak görüldüğü için değil, insanları tanımanın vermiş oldu kesin bir kayıtsızlıkla yaptı. kızın kendini soylu bir hükümdar gibi hissedip hissetmediğinden emin değilim. ama köpek kesinlikle bir köle, tutsak ya da soytarı gibi hissetmiyordu. nereden mi biliyorum bunu? bilmiyorum aslında. hissediyorum sadece. çünkü ben bir sokak köpeğini anlamaya çalıştım demin.

h. barış beledin
ruveranva.tumblr.com

6
Düşler Limanı / var/yok olmanın dayanılmaz ağırlığı
« : 11 Kasım 2014, 14:41:53 »
     varoluş ve yok oluş. sanırım kundera’nın kitabında fark ettim ilk defa, bu iki sözcüğün ‘dayanılmaz ağırlıklarını’. şimdi tam hatırlayamıyorum ama bir satır arasında bu iki sözcükten birine dikkat kesildim. bir an unuttum o paragrafta neden bahsedildiğini. yalnızca –kabul edelim- ‘varoluş’u düşündüm. hiç dikkat etmemiştim o zamana kadar. kelimeyi böldüm sonra, ayrı ayrı ve bütün olarak düşündüm. ‘var’ ve ‘olmak’. var ne demektir? bir şeyin bir yerde mevcut bulunması. peki olmak? o da bir geçişi ifade ediyor ya da bir durumu bu bağlamda. şimdi ikisini birlikte düşünelim, özgün anlamında. var olmak…mevcut bulunma, evrende bir yer işgal etme, diğer akıllarca bu mevcudiyetin onaylanması. evet böyle. bir de şöyle düşünelim tüm bu sayılan niteliklerin devam ettirilmesi ve ondan daha önce ve ilginç olarak da bu özelliklerin ilk olarak kazanılması! bir şeyin var olması ya da var olmaya başlaması şu demek: onun daha önceden yok durumunda olması. yani hiç olması. daha doğrusu hiç mi hiç olmaması!

     ben var oldum ve var olmaya devam ediyorum. sözcüğün ağırlığını kavrayabiliyor musun? oldum ve oluyorum. her dakika ve her saniye. ve bu mutlak yaratıcı hariç herkes ve her şey için geçerli olan bir şey.

     şimdi bir de ‘yok oluş’a bakalım. bu da benim için diğeriyle aynı ilginçlik ve ürkünçlükte. aynı metodu uyguluyorum. yok: bir şeyin –ki bu bile yadırganabilir- mevcut olmama durumu. olma ya da oluş: yine bu bağlamda bir geçişi ifade edebildiği anlamının yanında bir durumun sürdürülmesi.  peki ya yok oluş ve yok olma? yok oluş, varlığın hiçliğe bulanmaya, dönüşmeye başlaması ya da başlamışsa bu sürecin sürdürülmesi. yok olma ise varlık alanının –gözlemlediğimiz varlık alanının-  tamamen terk edilmesi.

     demin var olduğumu ve olmaya devam ettiğimi söylemiştim. ama şu da kesin ki aynı anda yok da oluyorum. bu kavramların arasında tecrübe etmediğim-iz, yalnızca çok çok uzaklardan, buzlu camlar arkasından tanıklık ettiğim-iz sadece bir tanesi var. ki onu da biliyorsun.

     beni bu denli şaşırtıp heyecanlandıran şeyin tam olarak ne olduğunu kestirememiş olabilirsin. bunun sebebi, bu kadar ağır, her şeyi kapsayan ve dilimizde kendisini çok ironik bir şekilde konumlandıran bu kavramların idrakine henüz varıyor olmam. bunların, o paragrafın akışının bir anda kesilip tokatmışçasına suratımda patlaması.

     özellikle de ‘yok olma’nın kendinde var ettiği o inanılmaz şaka!

h. barış beledin
ruveranva.tumblr.com

7
Düşler Limanı / Ham Maddeler: Kiev Kozmonotu
« : 13 Ekim 2014, 23:29:22 »


şu 1: balıkçıl ne demektir? balıkla beslenen canlı demek değil mi? evet. peki etçil ne demektir? o da et ile beslenen canlı demek. şimdi sorarım sana ey muhatap; balıkçıl bir kuş, örneğin martı da etçil sayılamaz mı? balığın eti et değil mi? örneğin ben de sürekli balık yiyen bir insan olsaydım ben de mi balıkçıl olacaktım. ama hiç balıkçıl insan duymadın değil mi? balıkçı kullanılır genelde. demek ki balıkçıl başka bir şey. gafa zehir.

şu 2: evde bi kettle (ketıl) buldum lakin alaaddin’nin lambası gibi. tabi ki sihirli olduğunu anlatmak için bu benzetmeyi yaptım yoksa içinden bi şey çıktığı falan yok okyaşınca. ayrıca ketıl okşanır mı? neyse uzatmadan bu ketılın neden sihirli olduğunu anlatayım. nescafe yapmak için su kaynatmam gerekiyor. ve suyu ketıla koymadan önce her zaman ölçerim bardakla. yani önce bardağı suyla doldurur sonra ketıla boşaltırım su ziyanlığı olmasın diye. işte ölçtüğüm suyu ketıla döküp kaynattıktan sonra aynı bardağa (suyu ilk başta ölçtüğüm bardağa) boşaltıyorum. ve her seferinde ketılın dibinde hatrı sayılır bir miktarda su artığı oluyor. olaya bilimin ışığında yaklaştığımızda suyun artmasının aksine buharlaşmadan ötürü eksilmesi gerekiyor. ve ketıla suyu boşaltmadan önce de içinde önceden kalma su falan olmadığına eminim. bence ketılım sihirli. kendisini dedem kullanmıştı hastanede ilk kez. okuyup üflemiş falan da olabilir ketıla narkozun etkisiyle, bilemiyorum. ayıkken neden yapsın di mi yaptıysa bile.

şu 3: çağdaş rus edebiyatı çok öksüz gelmiyor mu sana da? çağdaş rusları dünya mandallamıyor sanki. çünkü hiç duymadım. ha bir tane duydum yalan olmasın o amca da amerika’da yaşayıp ingilizce yazıyor. rus edebiyatı deyince dostoyesvskiler, tolstoylar, gorkiler, gogollar geliyor. iki yüz yıl geçmiş aradan neredeyse. yok mu yeni bir şeyler ya. merak etmiyo musun oğlum?

şu 4: beyaz çikolatayı da reddediyorum.

şu da 5: ‘’değişen ne? etrafımıza düşen bir şey mi var? neden rıza? bir kıza…karşı…girişilen bir hareketi doğru bulmuyorum. değişen hiçbir şeyi doğru bulmuyorum. ve bir anane halinde tekrarlanarak yorulan bir şeyin içinde bulunmayı, hiç olmazsa takunya kadar acayip ve sesli bir şeyin bulunmasında emeği geçmiş bir bayı da anlamıyorum. doğru bulmuyorum. ‘’

h. barış beledin
ruveranva.tumblr.com

8
Düşler Limanı / Birkaç Lüzumsuz Şey
« : 22 Haziran 2014, 20:43:27 »


Cumartesileri çok seviyorum. Bunun içindir ki bugün Pazar. Odadan yapmak parantezinde; kahvaltı, kahve ve çiş dışında çıkmadım. Bilgisayarı hayatımdan bir nebze de olsa ötelemek bana okumak ve yazmak gibi işlerde alan açıyor. Ben daha ziyade okumayı seçiyorum. Çünkü insan kendiyle yalnızca yazarken tam manasıyla karşı karşıya geliyor. Dikkat edin, baş başa kalıyor demedim.

Birkaç gündür omzumda inanılmaz bir acıyla uyanıyorum. Sağ omzumda. Ve her seferinde omzumun çıktığını falan düşünüyorum. Sağ kolum yatağa yapışmış bir halde bir süre yatakta kıvrandıktan sonra kalkmaya çabalıyorum. Yorgun uyanıyorum.

İnsan doğup büyüdüğü memleketini neden özlemez ? İnsan doğup büyüdüğü memleketini orda hiç yakını kalmamışsa özlemez. Zaten bir şehri güzelleştiren de anılardan başka nedir ki ? Bu güzellikte bile acı vardır şimdi. Bu güzellikte hiç arkadaş yoktur. Unutulmuşluk, zaten hiç olmamışlık… Kuru bir yutkunma vardır. Yine de dedemlerin bağ evinde çarpık çivileri düzeltmek istemiyor değilim, bir ağaç kütüğü üzerinde. Elimde çekiç. Eline vurursan orda da acı vardır.

25’e 5 varken ne kadar boş yaşadığım düşüncesi yakamı bırakmıyor. 25 dedim çünkü 25’ten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak sanki. Belki olmaması çok daha iyidir. Neden böyle bir düşünceye kapıldım bilmiyorum. Gözlemlerim buna sebep olmuş olabilir. Artık telefon da çalmıyor. Birisi açmış olmalı.

Odamda iki tane duvar saati var. Biri 5:40 diğeriyse 10:40’da durmuş. Daha doğrusu durdurulmuş. Ben durdurdum onları. Dua etsinler sadece durdurdum, parçalayıp atmadım. Çünkü ikisinin de sesi –özellikle geceleri- beni deli ediyordu. Yoksa zamanla bir alıp veremediğim yok. Nefes alıyorum, hareket bile ediyorum biraz. Ve daha görünürüm.

Artık ben de bir axolotl’um Julio. Uzuvlarımı kemiriyorum.

H. Barış Beledin
ruveranva.tumblr.com

9
Düşler Limanı / Ham Maddeler: Santorini
« : 02 Haziran 2014, 00:10:48 »


Şu 1: Evde dedemin verdiği yaklaşık 20 ciltlik, 1600 basım bi ansiklopedi var. Zamanında Türkiye gazetesi dağıtmış. Bir aralar okuyordum. Bazı bilgiler çağının çok gerisinde kalmış tabi. Ama ansiklopedi okuyordum en nihayetinde marjinalliğe bakar mısınız. Ayrıca çok işlevsel. Mesela üstünde Kenan Evren’in fotoğrafı olan ‘K’ cildini çay tepsisi olarak kullanıyorum. Bir aralar da leptopun altına koyuyordum bilgisayar ısınmasın diye. Sonra işte bıyıklarımı falan kestim dün.

Şu 2: Bir daha Winston alanı, Churchilller kovalasın. Ama ben zaten seçemeyen bi adamım. Camel bulamayınca eski günlerin de hatırına alayım dedim. Kafamı seveyim.

Şu 3: Dün eve dönüyordum otobüsle. İneceğim durağa varmak üzereyken kalktım düğmeye bastım. Durmasını bekledim aracın lakin durmadı. Aman tanrım durmuyordu. ‘Hey sen !’ dedim şoföre ‘şu lanet olasıca arabayı durduracak mısın ha’. Hiç mandallamadı düğme bozukmuş. Sesimi yükseltmek zorunda kaldım baya bağırdım yani çınladı otobüs. Bi yandan çok kızgınım ama bi yandan da çok komik olduğumu düşünüp kendime gülüyorum içimden. Çünkü kızınca komik görünüyorum gibi geliyor bana. Aman yazmayacaktım bunu ya. Çünkü çok böyle otobüs, dolmuş anısı yazdım literatüre falan kazara böyle geçmekten korkuyorum.

Şu 4: http://i.hizliresim.com/38J1Q0.jpg Şimdi bu adam Hollanda Kralı arkadaşlar. Kral yani bildiğiniz. Yani sana geliyor kankan ‘hacı çok kral adamsın’ falan diyor ya işte bu adam kral oğlum zaten. Gerçi parlamenter monarşi var öyle tam da kral değil ama işte acıklı olan da bu zaten. Kralımsı gibi biraz. Öyle organının keyfine göre kelle alamıyorsun. Bir de hiç kral tipi yok , daha çok İskoç teknik direktörü havası var. Bir Alex Ferguson değil tabi.

Şu da 5: ‘Görünmez dışavurma (dışavurum) biçimlerinden biriyim artık.’

H. Barış Beledin
ruveranva.tumblr.com

10
Düşler Limanı / Ham Maddeler: Olgulanan Algılar
« : 15 Mayıs 2014, 23:55:25 »


Şu 1: Buradan Türk oyun yapımcılarına sesleniyorum. Merhaba bu arada. Ey Türk oyun yapımcılığı ! Birinci vazifen ! Tamam tamam. Ne diyecem hacılar elin oğlu Guitar Hero yapmış ne biçim de tutmuş. Oğlum siz de yapsanıza bi Bağlama Hero, bi Kopuz Hero. Bence çok dikkat çekecektir. Hem kültürel değerlerimiz de korunmuş olur ? Ben mesela Barış başıma bu eksikliği gördüm, dile getirdim. Nasıl yapacağınızı da ben söylemeyim artık. Muhtaç olduğunuz kudret bi yerlerde mevcuttur nasılsa. Uğrarım yine.

Şu 2: Annem aktarıyor. Ananem zamanında çok pis uyuz olmuş dedeme. Dedem ne yapmış da bu kadar sinirlendirmiş kadını bilmiyorum, sormadım. Ama zaten bu kısma kadar hikayeyle pek ilgilenmemiştim. Neyse ananem dedemi boşamaya kalkmış. Bağ evinden ta şehir merkezine kadar burnundan soluyarak yürümüş, annem de yanındaymış. Annem bile küçükmüş o zamanlar hey. Ben söz konusu bile değilim daha. Neyse soluğu dedemin dükkanında almışlar. Dedem hiçbir şey söylemeden ikisini de tutmuş lokantaya götürmüş. Nohutlu pilav ısmarlamış birer porsiyon. (porsiyonu salladım bu göz ardı edilebilir) Ananemler de yine pek bir şey demeden geri dönmüşler. Ağzım açık kaldı hikayenin sonunda. Helal lan dede dedim. Bir nohutlu pilavla evlilik kurtarmış adam. Helal olsun dedim. Power of the nohutlu pilav dedim. Viva la nohutlu pilav !

Şu 3: Tesbihte hata olmaz. Abdestli dizilmiştir.

Şu 4: Şehrin en kalabalık caddesi eylemciler tarafından tutulmuştu. Trafik arap saçına dönmüş, caddeler dolmuş ve taşmak üzereydi. Sloganlar atarak yürüyen eylemcilerin, yolun çıkışını tutan polis kuvvetleriyle çatışması işten bile değildi. Gözlerinden öfke ve nefret fışkıran kalabalık grup susmadan, yorulmadan yürüyordu. Biraz önce müdahale için gelen güvenlik kuvvetleri, sayılarının azlığı sebebiyle göstericiler tarafından sert bir şekilde etkisiz hale getirilmişti. Evlerinin balkonlarından sarkan insanlar endişeli gözlerle olan biteni izliyorlardı. Grubun polisle arasında 50 metreden daha az bir mesafe kalmıştı ki yolun ortasına fırlayan kıvırcık saçlı, kısa pantolonlu bir çocuk, eylemcilerin önünde belirdi. Eylemcilerin lideri merakla çocuğun yanına doğru bir-iki adım attı. Çocuk bir şey söylemek istiyordu. Eylemcilerin lideri çocuğun hizasında eğildi ve ne istediğini sordu. Kalabalık eylemci grubu aralarında konuşmaya başlamıştı. Ne olduğunu, neden durduklarını merak ediyorlardı. Çocuk dik duran vücudunu biraz daha öne alıp net bir ses tonuyla konuştu: ‘’Abi ne dediğiniz hiç anlaşılmıyor yaa. Daha tane tane gözünüzü seveyim’’ Ambale olan grup polisle kucaklaşarak olaysız dağıldı.

Şu da 5: ‘’İç savaş çıksın istiyorum, dağa çıkmak istiyorum. (Lorca gibi) götten kurşunlanmak istiyorum. O kadar vuran olmuşsa biri de götüne gelmiştir.’’

H. Barış Beledin
ruveranva.tumblr.com

11
Düşler Limanı / Makinistin Raysızlığı
« : 26 Nisan 2014, 21:09:49 »


Telekineziyle taharet musluğu kapatabilmemin yakın çevremden hiç takdir görmemesi canımı sıkmıştı. Ben de gidip parkta uyudum o gece. Ertesi gün patrona sizi seviyorum müsaade ederseniz dedim. Patron kendime gelmemi söyledi. Kovula da bilirmişim ısrar edersem. Israr etmedim ben de. Zaten o kadar da çok sevmiyordum sanırım. Canım sıkılıyordu.

Eve dönerken süpermarkete girdim. 15 dakika boyunca dolandım. İhtiyacım olmayan ne varsa doldurdum sepete. Bebek bezi, saç kremi, çay bardağı seti, çiçek toprağı, oyuncak tren… Kasiyeri öpüp çıktım sonra. Ev sahibini de öpeceğim gelince.

Anahtarı deliğe sokup deliğe döndüğümde aklıma çark etti. Güneş kremi almayı unutmuştum. Böyle bir şeyi nasıl unuturum diye söylenerek kapattım kapıyı içerden. Hemen televizyonu açtım. Dün de öyle yapmıştım. 4 buçuk saat sonra da elektrikler gitmişti ve fark ettim ki zaten hiç izlememiştim. Bugünde elektrikler gitse ne güzel olur. Balkona çıkıp ay ışığı altında oyuncak trenimi oynarım. Hem bir işe yaramış olur hem de canım sıkılmaz. Belki patron da gelir onunla oynarız.

Sonbahara gireli 1 buçuk ay oldu. Ne son ne de bahar. Garip bir sıcak var. Ben artık soğuk olsun istiyorum. Çünkü bir sürü kazağım var. Tatil olsun istiyorum bütün kurumlar. 10 kurumdan 8’ine borcum var. Kuruluşumun 28. yıldönümüneyse daha aylar var.

Bağlamanın içine kaçmış leblebi gibi hissediyorum kendimi. Leblebi olduğumu biliyorum ama kimse beni görmüyor. Hem patronda leblebi sevmiyor. Milenyum çocukları gibi.

Çırılçıplak soyundum bir tek kazağım var sırtımda. Saat gece 10 buçuk. Oturdum halıya tren oynuyorum ampul ışığında. Patronu da alıyorum vitrinpaşa garından. Kazalar yapıyoruz mahsusçuktan. Tan.

Yaralıyız, kıpırdayamıyoruz.
Ne çıkar ki bundan ?

Dan !

H. Barış Beledin
ruveranva.tumblr.com

12


aptaldır insanlar
kimi çok kimi az aptal
ben mesela az aptalım

hiç trene binmedim dolayısıyla inmedim de
kravatımı çözdüm
gömleğimi bağladım
alttan başladım iliklemeye
düğmelerini

dedim ya az aptalım
bayılıyorum kaybetmeye oyunlarınızı
kızamıyorum bugün mahfuz’a bile
seviyorum hüzün kovan’ı

adj. with two or more syllables
gözlüğü göz önünde bulundurmalıyız
bulundurmalıyız kayıp şeylerimizi
aptalca genellemeler yapmamalıyız

yetiyor bana da bazı şeyleri bilmek
beni kafamdan kurtaran kafan
kafanda gerçeklenen omzum
çok sonsuzum
bozuk bir akılda yapık ruhum
ıssızveussuzum

çok çıkışkanım öğretmenim
çıkışamıyorum

H. Barış Beledin
ruveranva.tumblr.com

13
Düşler Limanı / Ret ve Sakal
« : 16 Mart 2014, 21:14:39 »


Şiirsiz şairler de bilirim
Karanlığın kıymetini bildiğim gibi gece
Tuttuğum gibi sımsıkı kendi ellerimi
Kenarda yaşamaya devam ettiğim sürece

Hayatta kalanları sürüklüyorum
Hep yeniden yaralanmaları üzere
Ve taşıdığımda hepsini çeke çeke siperlere
Bir kendimi buluyorum

Ben kendimi mi sevmiyorum ?

Çok öte odalardan gelmesi gözlerini ovarak
Ağlayabileceğine hiç ihtimal vermediğim altmışlığın
Ben diye bir masal var bana, yalnız bana
Tozunda top oynadığı hatıralarımın

Sahi sevmeli miyiz aptalları da ?
Haklısın şimdi bunu da nereden çıkarttım
Duydum ki pek hazzetmiyormuş kadınlar
Evet
Ben de bundan sakal bıraktım

H. Barış Beledin
ruveranva.tumblr.com

14
Düşler Limanı / Ham Maddeler: Sal
« : 05 Mart 2014, 18:47:38 »


Şu 1: Hayatta en nefret ettiğim şeylerden biri, elimin kolumun sağımın solumun yağlanması. Bir diğeri için (bkz: madde 3). Sürekli ellerini yıkayan bi insanım. Mesela cips falan yerken farklı metodlar geliştirdim bu yüzden. Cipsi genişçe bir tabağa boşaltıyorum. Sonra tabağı alıp kafama götürüyorum. Elimi hiç sürmeden dilimi çıkarıp şlslasp diye yapıştırıyorum cipsi. Öyle yiyorum kurbağa gibi. Böylece vıcık vıcık yağ olmuyor elim. Mesela balık krateri de o metodla tutuyorum.

Şu 2: Balkonda kül tablası yok. Sokağa silkiyorum sigara külünü falan. Geçen tam içtim sigarayı her zamanki gibi izmariti iki parmağımın arasında gerdim ‘fire in the hole!!’ diye bağırıp fırlattım aşağı omzumun üstünden. Yaklaşık 4 saniyede falan düşüyor. Hep bakıyorum arkasından. Bu sefer istemeden bi kamyoneti vurdum. Hssktr hssktr dedim ama ok yaydan çıktı bir kere. Kasasına gelmedi Allahtan. İnşallah bi şey olmamıştır.

Şu 3: Hayatta en nefret ettiğim şeylerden bir diğeri de egzoz sesi. Ulan o kadar teknolojin var insanoğlu. Şuna bir susturucu yapamadın be silahlarda olduğu gibi. Bu bu kadar zor bir şey olmamalı ya. Ben caddenin dibinde oturuyorum. Her egzoz sesinde benim tüylerim diken diken oluyor. Hata veriyorum. Burdan yetkililere sesleniyorum. ‘Ayarlayın bunları’.

Şu 4: ‘Telekominikasyon’ diyen muhabbet kuşu mu olur lan. Benim vardı bir tane. İnsan muhabbet kuşu alınca istiyor ki baya konuşsun seninle. İletişim kursun. Sen odaya girince ‘nasılsın abi ne yaptın’ falan desin. Sen git dertleş onunla. Ama işte hep babacık hep fındık fıstık. Benim kuş sarıya ayar oluyordu. Sarı bi oyuncak atıyodum önüne kafayı yiyordu. Sonra bir ayna koydum kafesine. Salağın kafası falan hep sarı. Kendini aynaya çarpmaya başladı. Düşünsene muhabbet kuşusun haberin yok ?

Şu da 5: ‘’Rüyasında kelebek oluduğunu gören bir adam, uyandığında, rüyasında kelebek olduğunu görmüş bir adam mı, yoksa rüyasında insan olduğunu görmüş bir kelebek mi olduğunu anlayamaz.’’

H. Barış Beledin
ruveranva.tumblr.com

15
Düşler Limanı / Ham Maddeler: Eğer
« : 11 Ocak 2014, 17:19:05 »


Şu 1: İlkokulda sanırım 3. sınıfta -şimdi tam hatırlayamıyorum geçmiş zaman- çarpım tablosu ezberlettititiriyordu hocamız. Daha doğrusu öğretmenimiz. Sonra bir gün yarışma yaptı kim daha iyi biliyor diye. Ben müthiş bir performans sergilemiştim o gün. Sıra bana geldiğinde öğretmenin sorduğu bütün sayıları bilmiştim. Sadece 9’larda takıldım biraz ama en zoru 9’lar zaten, o yüzden o sayılmaz. Aferin demişti öğretmen bana. O günden sonra sayılarla aram hiç iyi olmadı. Olsaydı çok daha başka olabilirdi ama olmadı. Olmayınca olmuyor.

Şu 2: Devekuşuna kuş demiş ya insanoğlu, kanatları olduğu için midir ki ? O mantıkla her kanatlıya kuş demeleri gerekmiyor mu o zaman ? Tavuk da kanatlı bir hayvan üstelik devekuşundan daha uzun süre havada kalabiliyor. Benim bildiğim kuş, uçan hayvana denir. Sineklerinde kuş kategorisine girmeleri gerekiyor. Sırf rahatsız edici bir tabiatları var diye mi uçabildikleri göz ardı ediliyor ?

Şu 3: Coğrafya öğretmenleri en sevilmeyen öğretmenler sıralamasında en üst basamaklardadır. Ben de pek hazzetmiyorum coğrafyadan. Bir adam geliyor ve her gelişinde gitmediğin görmediğin yerleri anlatıyor sana. Mesela tarih öyle değil. Orada zaten gitme ihtimalin yok ya. Ama coğrafyada bir ihtimal var. Ama işte gidemiyorsun ki. Şelalelerini anlatıyor bilmem kaç milyon ışık yılı uzaklıktaki bir memleketin, insan görmek istiyor ama göremiyor. Volkan görmek istiyor göremiyor. Bilmiyorum ben daha mahalleden dışarı çıkamıyorum. Belki de ondan.

Şu 4: Ne zaman bir hikaye yazmak istesem her şeyini kafamda ayarlıyorum. Karakterleri, diyalogları, mekanları ve olayları. Ama yazamıyorum. Kafamda hayal ettiğim halleriyle kalıyorlar. Mesela Haluk vardı. O en son bir çay bahçesinde oturuyordu kadim dostuyla. Hikayenin sonunda ölecekti. Ama bence çoktan öldü o çay bahçesinde. O kadim dostuyla mumyalaştı.

Şu da 5: ‘’Harçtan çıkmak için harçtan daha güçlüsüne ihtiyacım var. Bu serbestlik demek, serbestliğin serbestliği.’’

H. Barış Beledin
ruveranva.tumblr.com

Sayfa: [1] 2 3 ... 6