Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Wanderer

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 6
31
Kurgu İskelesi / Yaşlı Ağaç
« : 21 Eylül 2010, 18:55:49 »
Dikkat !
 
Spoiler: Göster
İmla hatası kokar.


 Sonbahar mevsiminin etkilerinin gözükmesiyle yavaşça sararmaya başlamış olan  yapraklarıyla birlikte yaşlı ağaç gayet bilge görünüyordu. Rüzgarın savurmasıyla birlikte sürekli yapraklarının uçuşması, dallarının hafifçe sallanması ona farklı bir hava katıyordu. Yaşlı ağaç, diğerlerinden farklıydı!

   Sulak bir bölge olduğundan, evler dağınık bir şekilde yerleşmişti  dağın zirvelerine. Her gün, güneş henüz doğduğunda civardaki tüm çocuklarla birlikte oduncunun kızı da giderdi o yaşlı ağacın etrafındaki düz alana.

  Çocuklar, öğlen oluncaya kadar hiç durmadan, zamanın nasıl geçtiğini bile bilmeden oyun oynar, güneş yavaş yavaş tepeye çıkıp yer yüzünü ısıtmaya başladığı zamanlarda ise yaşlı ağacın gölgesine sığınırlarmış.

 Civardaki sık ağaçların arasındaki ahşap bir evde yaşayan bir ormancının kızı da küçüklüğünden beri gidermiş Yaşlı Ağaç’ın yanına. Yaşıtları büyüyüp, herkes kendi işiyle meşgul olmaya başlayıp Ağaç’ı unutsalar bile, kendisi her gün gidermiş onun yanına. Her öğleden sonra ağacın yanına gider, onunla konuşur, dertleşir. Adeta candan bir dostmuşçasına her şeyini paylaşırmış onunla.

 Yaşlı ağaç yıllarca dinlemiş kızı. Acılarını, mutluluklarını her şeyini dinlemiş. Ağaçlar öyledir işte, dinlemeyi en iyi bilen varlıklardır. Öylece dinlediklerini, hiç bir duyguları olmadıklarını sanırsınız. Yanılırsınız. Ağaçlar, gerçekten dinler, düşünür ve her şeyi kendi içlerinde yorumlarlar. Sizlerle telepatik bağlar kurar, sizin o an ne hissettiğinizi bilirler.

 Yaşlı Ağaç da öyleymiş işte, bilirmiş duyguları. Genç kızın tüm söylediklerini dinler, onlara üzülür, belki ağlar, hatta sevinçli zamanlarında neşelenip gülümsermiş bile. Hatta öyle bağlanmış ki Ağaç, Genç kıza, genç kız her yanına geldiğinde kendi kalbiyle onun kalbi arasında bağlantı kurmaya çalışmaya başlamış. Fakat kız bir insanmış ve o insanla konuşması imkansızmış.

  Ha, ağaç yaşlı dediysek, ağaçlar yaşlandıkça güzelleşir, ve akıllanırlar. İnsanlar gibi saçları ağardığı anda dünyayla bağlantılarını koparmaz, dünyaya daha fazla bağlanırlar.

  Diğer ağaçlar ile Yaşlı Ağaç arasında yaklaşık yüz adım varmış. O ağaçlar, zaman zaman Yaşlı Ağaç ile konuşmaya çalışsalar da, Yaşlı Ağaç, sadece Genç Kız ile konuşup, onunla dertleşeceğini söylermiş.

  “Bir insana mı aşık oldun? Hem de bir genç kıza ha? Şaşılacak şey, hem imkansız bu!” demiş biri. “Saçmalık!” diye ona katılmış yanındaki. “Ağaçlar fiziksel olarak tutukludurlar!” demiş öteki. “İnsanlar, hem beden hem zihin serbestliğine sahiptir fakat ağaçlar öyle değildir, bedenleri kilitli, ruhları ise tamamen özgürdür!” diye bilgiçlik taslamış koca ağaçlardan biri. Fakat Yaşlı Ağaç sadece seviyormuş, elde etmek gibi bir arzuya sahip olmadan. Kız, yanından gelip geçiyor, üzerine tırmanıyor, onunla konuşuyor fakat onu sevmiyormuş. Farkındaymış ağaç. Söylediğim gibi, ağaçlar bilir.

 



*** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** ***


   Sonbahar tamamen hakim olmuşken toprağa, havaya, suya ve doğal yaşama. Kız, yine gelmiş Yaşlı Ağaç’ın yanına. Kırmızı dudakları esmer yüzüne yayılıyor, gülümsüyordu. Ağaç, kızın mutlu olduğunu anlamıştı. Gülümsüyor, siyah saçlarının rüzgarda uçuşmasını engellemek için sürekli elleriyle saçlarını düzeltiyor. Düşüncelere dalıp giderken kesinlikle dünyanın en değerli varlığı haline geliyordu. Duruşu, gülümseyişi, saçları bambaşkaydı tabii ama Yaşlı Ağaç sadece kalbe önem verirdi. Genç Kız, tertemiz bir kalbe sahipti.

 Sonra kız anlatmaya başladı, “Civar köylerden birinden beni istemeye geldiler eski dostum! Bir marangoz benimle evlenmek istiyor. Görsen… Öyle iyi biri ki, sanırım onu seviyorum.”derken, yaşlı ağaç yine her zamanki gibi dinliyor gözüküyordu kıza, oysa artık yapraklarının bulunmadığı dalları, tüm görkemiyle gök yüzüne uzanan gövdesinin etrafında sallanırken rüzgarda, ağaç sadece melankoli yaşıyordu. Kendi kendine, “Bilmeliydin!” dedi. “Bilmeliydin bir gün bir insanla evleneceğini. Nasıl seni seveceğine inandın ha nasıl? Sen, sadece, bir kütük parçasısın o kadar! Kim bilir, belki bir gün babası parçalayıp götürür de evine, seni yakar acımasızca. Çünkü o da bir insanoğlu!” dedi ağaç.

  Kız hala anlatıyor, ağacın hislerinden habersiz onun kalbini defalarca kez paramparça ediyordu. Ağaç, gözleri olsa ağlayacak, elleri olsa sinirle yumruklar savuracak, ayakları olsa ilk uçurumdan atlayacaktı belki. Ama yapamadı. Ağaçlar, suları, havaları ve güneşleri olduğu, bir hastalıkları olmadığı sürece yaşamak zorundadır. Yaşlı Ağaç da intihar bile edemedi işte… Sadece, hiç duymamış olmayı diledi sevdiğinin bir başkasını sevdiğini. Hiç duymasa, eskisi gibi sadece ümitle sevebileceğini, fakat şimdi ümidinin asla olmayacağını düşündü.

  Kız, ufak bir “Hoşça kal…” dedikten sonra sevinçli bir şekilde uzaklaştı ağacın yanından. Ağaç, hiç olmadığı kadar yalnız hissetti yalnız hissetti kendini. İlk defa Sonbahar rüzgarlarıyla üşüyor, titriyor, dalları sallanırken hiç tatmadığı bir acı duyuyordu.

  Haftalar geçti, kız gelmedikçe, ağaç daha da çok nefret etti kendinden ve sürekli bir kütük yığını olduğu fikrini kabullendirdi kendine. O, değersiz, boş bir kütük yığınıydı kendince.

  Haftalar sonra, yine geldi kız. Kış mevsimi yavaş yavaş geliyordu ve hava buz gibiydi. Ağaç yalvardı rabbine “Ne olur gitmeyeceğini, evlenmediğini söylesin. Yalvarıyorum!” Ama çok geçti. Kızın mutluluğunu hissedebiliyordu. Kız iyice yaklaşınca konuştu. “Gidiyorum eski dostum! Evlendim.” Ağaç, köklerinin parçalanmasını, dallarının çatırdayarak yere çarpıp ruhunu teslim etmesini diledi, fakat olmadı. Kız konuşmaya devam etti. “Marangoz da, ben de kendi köylerimizi terk edip uzaklara, deniz kenarında bir kasabaya yerleşmeye gidiyoruz. Hoşça kal eski dostum.”dedi. Gülümsedi, ve arkasında bıraktığı aşktan hiç bir zaman haberi olmadı.

  Kız gidince, kış geldi. Karlar, ağacın dallarının üstünü doldurdu, rüzgar acımasızca salladı dallarını. Ağaç, mutsuz ama aşıktı hala.

   Yıllar sonra, kimse hatırlamasa da o yaşlı ağacı, o hep hatırladı sevdiği kızı. Hep ve hep sevdi onu. Sevdiği başkasıyla da gitse, onu sevmese ve aşkından haberdar olmasa bile sevdi onu. Ona kütük gibi davranmasına rağmen sevdi. Çünkü o, gerçekten aşıktı sevdiğine.

  Gerçek aşklar böyledir işte, bir ağaç, bir bitki gibi. Yıllar eskitemez aşklarını, sevdiklerinin başkalarıyla gitmesini bile izleseler severler sevdikleri kişiyi.
  Yaşlı Bir ağaç gibidir gerçek aşklar. Gerçekten ama gerçekten bir kötülük yaşamazsa gerçek bir aşk, sonsuza dek solmaz. Solmaz ve daha da artarak her geçen gün sever sevdiğini, gerçek aşk böyledir işte. Masalın sonu mutsuz da bitse, solmak istese de solmaz, solamaz… 

                                                                                               
                                                                Mutsuz biten, gerçek masallara…
 
 
   
Gerçek hayatla uzaktan yakından ilgisi vardır.

                                                                                                   M.A İMAMOĞULLARI
 

32
Şişedeki Mısralar / Çocukluk Aşkıma
« : 23 Ağustos 2010, 17:33:17 »
Hatırlıyorum, sarı saçların vardı
Gözlerin ne renkti sahi?
Ağzın, burnun, kaşların...
Sadece puslu bir hatırasın şimdi.

 

Özür dilerim çocukluk aşkım,
Özür dilerim sözde *nişanlım
Sana şimdiye kadar hiç şiir yazmadım
Aptallık ettim, yalan aşklara kapılıp sürüklendim

 

Özrüm kabahatimden büyük biliyorum
Fakat duymayacağını bilsem de sana yalan söylemiyorum.
Hatalıyım, özür diliyorum
Bana hiç cevap vermeyecek olmandan korkuyorum...

 
 

Çocukluk aşkıma, çocukça bir şiirle...

33
Tartışma Platformu / Kitap Okuyup Ders Çalışamamak !
« : 20 Ağustos 2010, 19:21:09 »
 Bende hep öyle oluyor mesela. Ertesi gün Geometri sınavı var, tam da o gün elime Yüzüklerin Efendisi Yüzük Kardeşliği geçmiş. Siz olsanız hangisini yaparsınız? Kitabı mı okursunuz yoksa ders mi çalışırsınız veya Bir kaç sayfa göz gezdireyim de sonra ders çalışırım mı dersiniz?

Ben 3. seçeneği seçmiş olmama rağmen. O bir kaç sayfa bi de bakmışım kitabın sonuna kadar devam etmiş. Gandalf ölmüş
Spoiler: Göster
(!)
filan. Saat olmuş gece 2-3... Uyku bastırmış fark etmemişim. Ders çalışacak takatim kalmamış vurmuşum kafayı yatmışım.

Sizde de oluyor mu bu? Bunu aşmanın bi yolu var mıdır sizce? Veya psikolojik bi problem mi bu :P

Yorumlarınızı bekliyorum.

34
Hani LOTR gibi düşünün, ilk 50sf ağzında gevelemiş gibi geliyor mesela değil mi? Konuya girene kadar bin dereden su getirmiş sanki yazar. Çoğu kitapta olduğu gibi bir çoğumuz o girişte de sıkılmıştı, sabretmek gerekliydi. 

Nasıl desem, her kitapta konuya girene kadar bir sürü dolanıyoruz fark ettiyseniz, çoğu öyküde de böyle oluyor. Fakat esas konuya girdikten sonra gerisi su gibi geliyor nedense...

Burada tartışmak istediğim şeyse şu, okuyucu, giriş bölümlerini okurken sıkılıp pıkılırken, esas olaya geldiğinde su gibi hızla okuyor ya.... Sizce yazarken de olay böyle mi oluyor? Yani giriş bölümünü yazarken yazarlar da sıkılıyor mudur? Ne dersiniz, fikirlerinizi bekliyorum...

35
Kurgu İskelesi / Hızır'ın Çırağı -11-
« : 02 Ağustos 2010, 19:04:16 »
  Her kırmızı kiremit arasında duran kum rengi harç ve kırmızı kiremitler spiral bir şekilde sanki sonsuza ilerliyordu. Spiral Han ismini bu şekilden almıştı. Sonsuza uzanıyormuş gibi ilerleyen spiral duvarlar arasında uzanan gri renk bir koridor, koridorun her iki yanında yine sonsuza uzanacakmış gibi uzanan binlerce oda.

  Lisef, hana girdiği anda büyülenmişti, hancı hana girer girmez sağ tarafta duran tahta masada duruyordu. Sonsuza kadar uzanan bu spiral handa, Lisef'in görebildiği kadarıyla yalnızca 5 garson bulunuyordu. "İlginç."dedi içinden. "Servisleri çok yavaş olmalı! " diye fısıldamadan edemedi. Bu yer hakkında en ufak bir fikri yoktu. Masalar, odalar nasıl girilir bilmediği özel lobiler...

 Çok karmaşıktı, en iyisi hancıya sormak dedi ve masasında kendisinin göremediği bir şeylerle uğraşan şişman, ince çerçeveli gözlükleri bulunan şirin görünümlü hancıya sordu. "Bir masaya nasıl ulaşabilirim?"

  Hancı muzip bir gülüşle baktı Lisef'in yüzüne. "Buralarda yenisin ha? Bak çocuk, burası Spiral Han, Dil Damarı Kasabası'nın en seçkin hanı. Eğer bir masa veya bir oda kiralamak istiyorsan para gani olmalı, anlıyor musun beni?" Gülüşü kaybolmuştu, bir dilenciye sadaka verirken somurtan kibirli zenginler gibi duruyordu şimdi. Lisef gülümsedi ve cebindeki altın Ruşkalardan bir kaçını avcuna alıp gösterdi hancıya. Hancının göz bebekleri büyürken Lisef bir yandan gülüşüne devam ederken sordu. "Yeterli mi?" Hancı uzun bir süre cevap vermeyecek gibi görünüyordu.


                                                                                                      M.A İMAMOĞULLARI


Spoiler: Göster
Kısa bölümlerle giriş yapmayı normalde severim bilirsiniz, fakat bu öykünün ilerleyen bölümleri gayet uzun ve keyifli olacak (eğer istediğim şekilde yazabilirsem.) şimdiden teşekkürler.

36
Şişedeki Mısralar / 16
« : 30 Temmuz 2010, 01:22:48 »
16 yaşındayım, genç, asi, tutkuluyum.
Uğruna can verilecek hayallerim varken,
Tembelliğimin önüne geçemiyorum.

Aşklarm, sevgilerim, hayal kırıklıklarım var şimdiden,
Ruhum şimdiden paramparça oldu ve soldu bile umutlarım
Açıklanamaz bir bitkinlik var üstümde kimse söyleyemez Neden?

İstemem gençliği, ihtiyarlık verin bana
Ak sakallar, kalın çerçeveli gözlükler ve sevecek torunlar
Daha ne kadar zaman var bilmem yıllar su gibi akmıyor işte,
Emek vermeden ulaşmak yok mu hayallere?

Yeniden çocuk olamam biliyorum, uçuramam tekrar uçurtmamı
Ruhum kararsa bile bembeyaz olsun saçlarım, yaşlanmak istiyorum artık,
Mezara yaklaştıkça yaklaşayım, rabbime kavuşayım huzur ile öldürün beni
Gençlik yaramıyor bana şimdiden titriyor ellerim, en iyisi son bi kez kapansın gözlerim.
 
                                                                                                             M.A İMAMOĞULLARI.

37
Elinde LOTR, tek cilt basım bulunan varsa istiyorum, talibim. Takas edebilecek kadar güzel kitabım olmadığından 25tl uygundur herhalde diyorum. Normalde kimse LOTR'dan vazgeçmiyor ama, olur da paraya sıkışan, gitar almak için acil para ihtiyacı olan vs arkadaşlar olursa diye soruyorum. Varsa bekliyorum.

38
Güncel / TDK - Yabancı Sözlere Karşılıklar Klavuzu
« : 13 Temmuz 2010, 13:24:20 »
Şahsen çok güldüm. Aspiratör yerine Emmeç ha ?

Tarkanın yeni görümsetmesi çıktı !

Hadi bi yeğni kola içelim !

Sayın yolcularımız lütfen ürkü yapmayınız bir hava boşluğuna girmiş bulunuyoruz.



amblem-belirtke
anchorman-ana haber sun.
aspiratör-emmeç
banliyö-yörekent
bypass-köprüleme
billboard-duyurumluk
çip-yonga
dart-Oklama
duayen-aksakal
ekspres-özel ulak
eküri-ahırdaş
gurme-tatbilir
happy-hour indirim saatleri
kapora-güvenmelik
klip-görümsetme
light-yeğni
lot-tutam
metroseksüel-bakımlı erkek
migren-yarım baş ağrısı
navigasyon-yolbul
ordövr-yemekaltı
panik-ürkü
prime-time altın saatler
raket-vuraç
reenkarnasyon-ruh göçü
self-servis seçal
sürpriz-şaşırtı
terör-yıldırı
tirbuşon-burgu
tribün-sekilik
türbülans-burgaç
ultrason-yansılanım
voleybol-uçan top
zapping-geçgeç
 

39
Oyunlar / D&D Online
« : 10 Temmuz 2010, 11:03:56 »
Irklar:
Oyunda 6 ırk var bunlar: warforged, drow, dwarf, halfing, elf ve human'dır.
Irkların Belirgin Özellikleri:

Warforged:
Bu ırk sağlam bir yapıya sahiptir ve kolay kolay zehirli skilleri yemezler.


Drow:
Bu ırk düşük can puanına sahip olsada büyülü saldırıları oldukça güçlüdür.


Dwarf:   
Dwarflar genel olarak yakın dövüş için kullanılırlar çünkü çok uyumlu bir can puanına ve yakın dövüş gücüne sahipler.


Halfling:   
Bu ırk çok yüksek atağa veya can puanına sahip olmasada oldukca şanslı ve hızlı olduğu için süpriz bir şekilde atağı çevirmeleri mümkün.


Elf: 
Elferin büyülü savaşda oldukca iyi olduğunu söylemek mümkün çünkü büyülü vuruşlara karşı özel güçleri vardır.


Human:   Humanlar diğer ırklara kıyas biraz klasiktir ama bunu düşmana karşı kullanıp savaşta dengemizi sağlayabiliriz.

Classlar: Ayrıntılı Bilgi (English) http://www.ddo.com/ddogameinfo/classes
Bard
Barbarian
Cleric
Fighter
Monk
Paladin
Ranger
Rogue
Sorcerer

Oyunda çift klas sistemide mevcut yani iki klası aynı anda seçmekte mümkün.
Oyundaki seviye sınırı doğrultusunda Multiclass yapabiliyorsunuz, Seviye sınırı 20, ve siz Paladinsiz.
15 paladin / 5 fighter yapıyorsunuz buda 20 levela denk geliyor.Yani Multiclass yapmış oluyorsunuz,isterseniz direk 20 Paladin'de yapabilirsiniz.

Dungeon'lar:
İsminden de anlayacağınız gibi bu oyun Dungeonlar üzerine kurulu.
Her Dungeon'ın farklı hikayesi ve gidişatı var.Hepsinde Ayrı tuzaklar,yapılması gereken şeyler var.
Mesela Dungeon sonlarında,Puzzle olabilir.Boss olabilir.Kilitli kapı olabilir veya aklınıza gelebilecek Fantastik herşey olabilir.

İlk Dungeonlara 6 kişilik partilerle girebiliyorsunuz(MAX).Daha sonraki Dungeonlar'da partinizi,Raid'e dönüştürerek giriyorsunuz.yaklaşık 20 kişi.

Oyun içi ekran görüntüleri:








Gerekli Linkler

Ana Sayfa : http://www.ddo.com/

Download  : http://www.ddo-europe.com/downloads.php

Register(Kayıt)  : https://trial.turbine.com/ddo.php



Not : Alıntıdır, oyun hakkında pek bilgim yok, oynayan birileri varsa lütfen anlatsın oyunu... Şimdiden teşekkürler =)

40
Bilim & Teknoloji / İlginç Usb Cihazları...
« : 02 Temmuz 2010, 10:53:10 »


Bu USB aracı Star Wars'a gönül vermiş kullanıcılara gitsin. 26.24 dolar fiyat etiketine sahip olan Star Wars ışın kılıcı görünümlü lamba 33cm boyunda. Aynı zamanda lamba da bulunduğu yerden çıkarılabiliyor. Silah tercihi size kalmış.



Bu USB ürünümüz de Star Wars sevdalılarına özel. Rüyalarınızı süsleyen Darth Vader'ı masanızın üzerine yerleştirebilir, gerektiği zaman cihazlarınızı ona bağlayabilirsiniz. Ya da karanlık tarafa geçersiniz; tercih sizin! Fiyatı 59.99 dolar.





İş yapılan ortam gittikçe tehlikeli bir hal alıyor. Süpersonik el bombaları, ışın kılıçları, Hattori Hanzo'lar... kendi güvenliğinizi sağlamanız lazım. Bunu sürekli yapamazsınız. ancak 32.49 dolar karşılığında sahip olacağınız USB roket atar bunu yapabilir.

Sağa, sola, yukarı ve aşağı hareket edebilen ürün, üzerindeki füzeleri içinde bulunan ses efektlerini kullanarak hızlıca 3 metre mesafeye kadar fırlatabiliyor.



Pis bir masamız mı var? Bu ürünle hiç problem değil. Nostaljik bir tasarıma sahip olan USB Desk Vacuum, masanızı çok kolay bir şekilde temiz tutmanızı sağlıyor. Bilgisayar başında atıştırmayı seven kullanıcılardansanız bu ürün fazlasıyla işinize yarayacak.

13.49 dolara; kırıntı yok, dert yok !



Şayet mikroskopla önünüze geleni inceleme gibi içinizde kalmış bir tutku varsa bu ürün tam size göre. 74.95 dolar karşılığında sahip olabileceğiniz mikroskop, USB portunu kullanarak kendisinden beklenmeyecek şekilde kaliteli görseller yakalıyor (300X'e kadar).

Anakartınızın üzerindeki devreye, ya da kağıt paranın üzerindeki mikro boyaya çok daha yakından bakabilirsiniz. Şaşırtıcı, ancak çok keyifli görünüyor.



Alıntı : Cnet Türkiye

41
Düşler Limanı / Tiyatrodaki Kız...
« : 18 Haziran 2010, 08:33:12 »
  Balkondan tiyatroyu izliyorduk. Can sıkıntısından patlayacaktım, etrafa biraz göz gezdireyim dedim. Benden üç sıra arkada, siyah saçlı siyah gözlü sürmeli bir kız otuyurordu. Tıpkı benim gibiydi o da. Canı sıkılmış öflüyor pöflüyor, yelpazesiyle serinlemeye çalışıyordu. Harika biriydi, mükemmel gözleri ve orantılı kaşlarını tamamlayan küçük bir burun ile kırmızı dudaklara sahipti. Tanışmalıydım onunla, bir fırsatını bulup konuşmalıydım.

  Konuşmak için bir bahane ararken yine etrafı, seyircileri izlemeye başlamışım. İşte tam o sırada dikkatimi çekti başka bir genç. Gözünü hiç kırpmadan benim kızı izliyordu. Aşıktı besbelliydi. Derken, ayağa kalktı, bir bahaneyle kızla konuşmaya çalışacaktı belli ki, ama cesaret edemedi. Arka sıralardan dolaşıp yerine geri oturdu. Bir kere daha denedikten sonra kızın yanına gitti ve bir şeyler söyledi. Kız  ters ters baktı gence, sonra da "Git başımdan yaa..." dedi. Sıra bendeydi artık. Gidip konuşabilirdim kızla.

  O genç, bana kendimi hatırlattı. Eğer şimdi o güzel kıza sırf güzel diye takılırsam, bir başkası da benim sevdiğime sırf güzel olduğu için takılacaktı. Daha önce de olmamış mıydı bu ? Sevdiğim bir başkasıyla giderken ağlamıştım arkasından.

  Hayır, yapamadım, kıyamadım o gence, platonik de olsa gerçek bir aşkı vardı belli ki... Yapamazdım, hiç bir söz sahibi olmamasına rağmen o kızı alamazdım elinden. Benim gibiydi o da, benim eski halim gibi. Kıyamadım, kalktım ve çıktım o salondan, bir kaç dakikalık düşlerimden ve o güzel kızdan kaçtım...

  Yaptığım aptalcaydı belki... Fakat benim gibi birine kıyamazdım... Hoşçakal genç adam ! Hoşçakal... Umarım hep ulaşmaya çalışırsın da ulaşamadıkça daha da yücelir aşkın...

42
Genel Kültür / aNTiSePTiK | Ömer Seyfettin
« : 16 Haziran 2010, 18:42:38 »
Not : Nerede yayınlarım bilemedim. Bu gün rastladım bu öyküye :D Malum, nickim, ana temayı oluşturuyor, paylaşmak istedim... =)


   Minimini, güzel, şeytan Bedia'yı ailesi büyük bir adama vermek istiyordu. Halbuki o iki senedir, tıbbiye talebesinden olan kuzeni Namık'la işi pişirmişti. Kendini almayı arzu eden bu büyük adam tek gözlüklü, şık bir büyükelçiydi. "Kırkında var, yok..." diyorlardı. Bedia daha on yedisine girmemişti. Annesinin, babasının, hanımninesinin ısrarlarına biraz karşı geldi. Ağladı, sızladı, amma sonunda mağlup oldu.
— Ben koca herifi ne yapayım? Elli sene Avrupa'da balolarda sürtmüş! dedikçe,
— Haltetmişsin! Otuz sekiz yaşında! Koca dediğin böyle olur. Fenerbahçe kulübünde top oynayan oğlanlara mı varacaksın?
Cevabını alıyordu.
Nişan günü köşke bütün aile efradı çağrılacaktı. Fakat bir gün evvel kuzen geldi. Bedia ile yalnız kaldılar. Evvela dargın dargın bakıştılar. Sonra Namık,
— Yazık sana Bedia! Dedi. Büyükbaban yerinde bir adama varıyorsun.
— Amma mübalağa ha...
— Mübalağa değil! Bir asır yaşında, boyalı bir ihtiyar işte!
— Ne yapayım! Annemin, babamın büyüklük merakı var. Damatları büyükelçi olacak! Hem annem, kırk yaşında bile olmadığına yemin ediyor.
— Allah belasını versin! Bir asır yaşında diyorum. Senin miden nasıl alıyor.
— Ben o kadar ihtiyar görmüyorum. Abanoz gibi siyah düzgün bıyıklar! Tepesi çıplak ama bu da zekaya delalet eder.
Namık güldü,
— Anlaşıldı, dedi, sen abanoz bıyıklara vurulmuşsun! Bu bıyıklar abanoz olmayıp fildişi gibi beyaz olsa yine varır mıydın?
— Varmazdım. Hatta beyaz bıyıklı değil, kır bıyıklı olsa bile varmazdım.
Namık biraz düşündü. Büyükelçi karısı olmak, yabancı başkentlerden saygı, medeniyet görmek hulyasıyla şimdiden kabına sığmayan Bedia fıkırdayıp duruyordu. Namık dedi ki:
— Bende tılsımlı bir su var; onunla nişanlının bıyıklarını yıkatabilirsen, bir asır yaşında olduğunu sana söyleyecek. O vakit de varacak mısın?
— Gevezeliği bırak. Nasıl su o?
— Bir antiseptik...
— Nasıl yıkatayım?
— Gayet kolay! Yarın daha nişan merasimi yapılmazdan evvel onunla yalnız kal.
Bedia bir kahkaha attı:
— Ey?
— Herifi azdır. Seni öpmeye kalkışsın.
— Sonra?
— De ki: "Ben meraklıyım. Evvela dudaklarınızı şu antiseptikle yıkayınız. Sonra istediğiniz kadar müstakbel eşinizi öpünüz."
— Aman, şu antiseptiği getir, dedi, ona ilk defa tam bir Fransız kadını gibi çok eksantrik gözükmek isterim!
Nişan olacağı gün köşke bütün davetliler gelmişti. Namık, Bedia'ya zarif bir şişe verdi. "İşte antiseptik! Haydi gayret!" dedi. Bedia, bu cesaretlendirmeden şuh bir heyecan duydu. Eksantrik görünmek en birinci düşüncesiydi. Ne yaptı yaptı, sefirle salonun yanındaki küçük odada yalnız kaldı. Zavallı diplomatın elini tuttu. Saçlarını okşadı. Dizine süründü. Aşktan, maşktan bahsetti. Zavallıyı iyice azdırdı. Diplomat, gül yağına kondurmak için abanoz bıyıklarını uzatırken,
— Rica ederim, dedi, uslu durunuz.
— Ah...
— Ben meraklıyım. Dudaklarınızı yıkayınız. İstediğiniz kadar öpünüz. Ben artık sizin değil miyim?
— .........
Cevap beklemeden koştu. Dışarı çıktı. Namık'ın verdiği şişeyi getirdi.
— Şurada, pencerenin önünde, dedi.
İştahı kabarmış olan diplomat, bu şuh emre hemen itaat etti. Bedia'nın eline döktüğü su ile güle güle ağzını, bıyıklarını yıkadı. Sonra cebinden çıkardığı ipek mendille kuruladı. Bedia birdenbire,
— A!... diye haykırdı.
— Ne var ruhum?
— Hiç!
Öpmek için yaklaştı. Bedia, sinir darbesine uğramış gibi katılırcasına gülüyordu. Kahkahalarının çirkinliği içinde, minimini parmağıyla,
— Buradan, buradan, diye parlak alnını gösterdi.
Diplomat, bu pembe alnı koklayarak öptü. Bedia, azıcık sükûnet bulunca,
— Siz benim pederimsiniz, dedi.
— Ne demek sevgilim!
Şu aynaya bakınız. Hayaliniz sie cevap verecek.... Avrupa'da kadınların eksantrikliğine çok alışkın olan diplomat hiç şaşırmadı. Döndü aynaya baktı. Kendini tanıyamadı. Abanoz bıyıkları fildişi gibi bembeyaz olmuştu. Sarardı, morardı, sonra hâlâ pencerenin yanında gülen Bedia'ya feci bir nazarla baktı:
— Hain! Dedi.
Burnu kanıyormuş gibi mendilini ağzına tutarak salonun ortasından hızla geçti. Portmantodan fesini kaptı. Tek gözlüğünü düşürdü. Bastonunu alamadı. Kendini bahçeye attı. Deli gibi köşkten uzaklaştı.
Müstakbel damatlarının böyle, nişandan evvel, birdenbire kaçışına hiçbir mana veremeyen aile halkı pencerenin dibinde gülen Bedia'nın başına toplandılar.
— Ne yaptın, ne oldu?
Diyorlardı. Bedia,
— Hiçbir şey yapmadım. Şu şişedeki su kaçırdı. Benim kabahatim yok...
Cevabını verdi. Annesi hiddetinden titriyordu.
— O su ne? Çılgın!
Bu sefer Namık cevap verdi:
— Yengeciğim, hiç beyazı olmayan güzel, kumral saçlarınıza siz de biraz sürünüz. Ne olduğunu anlarsınız, dedi...

43
Kurgu İskelesi / Aynı Yolda
« : 08 Haziran 2010, 18:31:23 »
-1-

Aynı yolda yürüyorduk. Gizem, ben ve Elif... Korkuyordum, seviyordum, titriyordum fakat ukalalığı da elden bırakmaya niyetim yoktu... Yanına yaklaştım ve tam konuşacakken tereddüt ettim. Gizem, bana ne kadar yakın olursa olsun birinin yanında Elif  ile 'ciddi' konuşurken çekinirdim. Neyse ki arkadaşımız bu konuda eğitilmiş gibi hemen bir kaç adım geriden takip etmeye başladı. Elif'e döndüm ve sordum. "Nasıl bir duygu ? "

 Yüzüme döndü. Suratında muzip bir ifade vardı. "Ne ? " dedi... "Ne nasıl bir duygu ? " Muzip ifade hala yüzündeydi."Unutulamamak" dedim. "Vazgeçilememek nasıl bir duygu ha söyler misin?"

  Gülümser gibi oldu, fakat yüzünü hem ekşitiyor, hem gülümsüyordu. Ruh halini anlamak her zamanki gibi çok zordu ve gülümsemeye çalışarak şöyle dedi." Emin ol yerimde olmayı istemezdin." Cevabım hazırdı. "Yerinde değil, yanında olmayı isterdim..." dedim.


  Kafasını kaldırıp yüzüme bakmadı... Yürümeye devam ediyordu, cevap da vermedi. Gülümsedi sadece... "Bu imkansız artık anla bunu... Seni kırmak istemiyorum ama ben seni sevmiyorum..."

  Kafam allak bullak oldu, söylediği son sez öylesine acıttı ki canımı... Sırasıyla kulağımda, yüreğimde, ruhumda yankılandı, başım dönmeye başladı gözlerimin önü karardı... Elif'e döndüm, hala gülümsüyordu. Neden gülümsediğini anlayamadım... Anlamlandıramadım. Başım fena halde ağrımaya başladı... Bir  kaç adım daha attım... Artık dayanamayacaktım, bir adım daha... ve sonra diz çöktüm. Elif, bana döndü, hala gülümsüyordu... Bir çeşit ilan-ı aşk edeceğimi veya yalvaracağımı sandı galiba... Ne yapacağımı bilemedim. Onların evlerine yaklaşmıştık... Göz kapaklarım açıktı fakat göremiyordum... Sonra sesler birbirine karıştı görüntüler iç içe girerek yok oldu sesler yankılanmaya çoğalmaya kafamın içinde bağırmaya başladı ve sonunda onlar da yok oldu...


Bayılmıştım..!
                                                                                          Devam Edecek...

44
  Yalanlar, gölgeler gibidir. Doğrularsa güneş gibi... Güneş ne taraftan vursa, yalanlar hep öbür tarafa kaçar... Güneş ne kadar yükselirse, gölge o kadar küçülür. Ve Güneş tam doruğa çıktığı anda... Artık yalanlar kaçacak yer bulamaz küçülür büzülür ve yok olur ortadan...


  Yalan söylemek, gölgenin boyuna oranla kolay veya zor olabilir... Fakat güneş her gün batmasına rağmen her sabah yeniden yükselir ve her gün yeniden çıkar doruğa... Yalanların her zaman ortaya çıkması da böyledir...

  Doğruluk, Güneş gibidir, yeryüzünün her yerine ulaşır... Kendisinden saklanmayan her noktaya... Kendisinden kaçmayan kendisinden utanmayan her noktada vardır güneş. Oysa ki gölgeler ? Onlar sadece yalanlardır, doğruların arkasında saklanan korkak gölgeler.

  Biliyorum ki Dünyam yalanlarla dolu, aşklarım dostluklarım hep yalanlarla dolu... İnsan ömrü bir gün gibidir. Ve insanın aptalca düşünceleri bulutlar gibi... Biliyorum ki, eğer aptalca düşünmezsem, güneşin tam doruğa çıktığı anda tüm yalanlardan kurtulmayı başarabilirim... Yalansız bir hayat dileğiyle...


 
                                                                                                               M.A. İMAMOĞULLARI

45
Düşler Limanı / Yol... Yolcu
« : 02 Haziran 2010, 19:04:41 »
Bir yol düşünün. Berbat, çukurlarla dolu, ayağınıza batan dikenler ve taşlar da cabası... Güneş tam tepede sıcaktan durulmuyor, toprağa çıplak ayakla basınca ayak derisi soyulacak kadar sıcak toprak...

Ve bir yolcu düşünün... Yanında dünyanın en güzel yolcularından oluşan bir kafile, kafilenin başında ise dünyanın en güzel insanlarından biri... Yol ne kadar kötüyse, yolcular da o kadar iyi ve güzel insanlar...

Şimdi, yolcunun durumunu düşünün... O yola, bu yolcularla çıkmak ne kaybettirir ki insana? Ayağına dikenler batmasını mı önemser yoksa sıcağı mı ? Susuzluk dert olur mu sizce o yolcuya ha..?

Yol, yolcu ve kafile bir rastlantı sonucunda bir araya gelse... Yolcu, kafileye uymaktan başka bir şey yapamaz, ki ister de o kafileye uymayı... Çünkü önemli olan yol değil, yolculardır aslında...

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 6