Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Wanderer

Sayfa: 1 ... 4 5 [6]
76
Kurgu İskelesi / -Oluşum- Bölüm (-1-2-3-4-... )
« : 20 Aralık 2009, 11:52:59 »
Not : Biraz acemice olduğunun farkındayım.. sizlerin yorumlarını gerçekten çok merak ediyorum.

                                                     Oluşum Bölüm -1-   
 
                                                                                                               Alperen

    Karanlık bodrum katına giren tek ışık da yavaş yavaş kaybolurken artık elimdeki kâğıdın sözlerini ezberlemiştim. Sarışın çocuğu bul ve her şeyi ona anlat. Artık kum saatindeki her zerre önemli. Bu sefer zaman için, zamanla yarışmak zorundayız. Azla acele etme, ama yavaş da olma. O çocuk olmadan sen, ve sen olmadan o çocuk bir hiç. Bir süre o yeşil binanın gölgesi gibi ol. Çocuğun kim olduğunu anlayana kadar sabret ve bulunca, çocuğa her şeyi anlat. Muhtemelen inanmayacaktır ve kanıt isteyecektir. Ona istediği kanıtları sun. Kağıdı ezberleyince onu imha et.


      Son bir kez daha okuyup en güvendiğim yöntem ile papirüsü imha ettim. “Sirke!” Eğer papirüsü yakarsan sönebilir veya yırtarsan birleşebilir ama papirüsü sirkeye bulayıp cebine koyarsan yaklaşık 30 saniye sonra cebinde sadece sirke kokusu kalacaktır.


    Papirüsü özenle katlayıp yere koydum ve sirke her yerine bulaşana kadar sirke şişesini kağıdın üzerinde gezdirdim. Birkaç saniya sonra yerde kusmuğa benzeyen sarı bir balçıktan başka hiçbir şey kalmamıştı. Sarı balçığa arkamı döndüm ve pervasızca dışarı çıktım. Kaldığım bodrum katının bulunduğu ara sokaktan ana caddeye çıktım ve korna seslerinin fren seslerine, fren seslerinin korna seslerine karıştığı çılgın kalabalığın ortasına daldım. Yaşam, yine bana irili ufaklı çileden çıkartıcı sunumlar yapmaya başlamıştı

Normal bir insan içlin gürültü veya kalabalık olağan üstü olabilirdi. Ama ben, ortaçağ İstanbul’unu yaşamış ben 21.yy İstanbul’unu yaşamaya tahammül edemiyordum !

   Kalabalıkta yürüme işkencesinden bıkmıştım! Karşıya geçmek için kaldırımadn inip iki adım atmıştım ki “doood…” diye bir ses duydum ve arkasından da küfürler… Basit el kol işaretleriyle özür diledim ve artık çatısını gördüğüm ve kendisine ulaşmak için az daha olmayan canımdan olacağım okul binasına doğru daha hızlı adımlarla ilerlemeye devam ettim.

    Okul binasına ulaştığımda elimdeki bilgileri gözden geçirdim. Bir genci arıyordum, genç bu okuldaydı ve sarışındı. Okulda yaklaşık beş yüz kişi vardı ve ortalık sarışın kaynıyordu! Hiç olmazsa aradığım sarışının cinsiyetini bilseydim işim daha kolay olurdu.

    Tam da aklımdan bunu geçirirken sarışın ve çok da alımlı bir kız bana baktı ve gülümsedi. Aradığım sarışın bu olsa harika olurdu tabii… Ama bu kızda olağan dışı veya üstün bir şey yoktu. Gözleri hariç! Gözlerimi onun mavi gözlerinden ayırıp çapkınlığı da bir kenara koydum.

    Gençler kapının önüne dizildiler. Ardından birileri bir konuşma yaptı ve sonra da hepsi içeri girdi. Aradığım sarışının o kalabalıkta olmadığına emindim. Tekrar, oturduğum bankta düşüncelere daldım. Tüm  ihtimalleri düşünmeliydim. Acaba hasta mı olmuştu? Ya   da yolda gelirken başına bir şey  mi gelmişti..? Hayır hayır, bu ihtimaller bana çok zayıf gelmişti ki olması imkansız bir ihtimal daha geldi aklıma. “Geç mi kalmıştı?” Hayır… Zaman için savaşacak birisi geç kalmış olamazdı.

   Beklerken canım çok sıkıldı. Geç kalmak kadar nefret ettiğim bir şey daha varsa o da beklemekti. Beklerken etrafa bir göz attım. Okul 3 katlıydı ve her katta 12 pencere vardı… Her iki pencerede bir klima vardı. Yani her katta 6 sınıf var diyebilirdim.

   
   Bina yeşile boyanmıştı fakat yeşil rengi aşırı derecede solmuş ve kendini gri renge bırakmıştı. Okul merdivenlerinin ulaştığı kapının üstünde bir tabela vardı. T.C M.E.B Hasan Çapan Anadolu Lisesi. Tabelanın hemen yanında sprey boyayla “Hasan Çapan E tipi ceza evi “ yazıyordu. Hafifçe gülümsedim ve artık diğerlerinin okula girmesinin üzerinden 20dk geçmişti.

    Artık beklemeye tahammülüm kalmamıştı ki okul girişinde bir hareketlilik oldu. Güvenlik görevlisi sağ eliyle sol kolundaki saati gösterdi ve sonra kapıyı açtı… Giren çocuk sarışındı, artık beklediğim kişinin o olupğ olmadığını anlamak için sadece göz göze gelmem yetecekti. Uzun zamandır hayatımda olan heyecan ilk defa bu kadar çok etkiledi beni

  Sarışın çocuk, aceleyle okula doğru koşarken birden beana doğru döndü, göz göze geldik ve tam o an fark ettim. Mavi, dumanımsı, sis şeklinde bir enerji dalgası “S” harfi şeklinde onun kafasından güneşe doğru yükseldi


   Gözlerimi ondan ayırdım ve yüzümü güneşe doğru döndüm. Güneş ve ay ilk çağlardan beri zamanın sembolü olmuştur. İnsanlar güneşin konumuna bakarak yaşamlarını düzene bindirirlerdi. Yüzümü güneşe döndüğümde güneş ne doruktaydı ne de ufukta. Yani saat 09-10 sıralarıydı.


   Artık onu bulmuştum. Fakat konuşamazdık çünkü geç kalmıştı. Zaman için savaşmadan önce zamanla yarışmayı öğrenmeliydi. Kafamı son kez ona döndürdüm ve ardından hızla uzaklaştım.

   Arka bahçeye doğru koşarken onun arkamdan geldiğini fark ettim. Ardından saatimi çıkardım ve her şeyi “zamana” bıraktım.



77
Düşler Limanı / Benim gibilerin sonu...
« : 19 Aralık 2009, 12:46:47 »
    "Benim gibilerin sonu hep böyledir ! işte" diye düşünmeden edemiyordum. Gözlerimi sıktım ve onun gözlerini düşünmeye devam ettim. Bana acı veren anıların hepsini silmeye çalıştım. Fakat acı veren tüm anıları silmeye kalkışınca "o" da silinecek" Korktum. Hiçbir şeyden bu kadar korktuğumu hatırlamıyordum.. Onu, o pislik herifle her gördüğümde daha da umutsuz bir hale kapılıyordum. Yapabileceğim tek şey, �Beklemekti.� Beklemek de her şeyden beterdi, zamanın hükmettiği kum zerrecikleri bana inat yavaş yavaş düşüyor, arada birkaç zerre hızlanıyor fakat o zerreler de geçişi tıkıyordu.

  "Benim gibilerin sonu böyledir! " diye düşündüm tekrar. Her filmde, her kitapta, her hikâyede ve her masalda böyle olurdu zaten. "Sonsuza dek mutlu yaşadılar"" Tabi yan karakterler kimin umrundaydı sanki!  Esas kıza âşık olan garip, fakir ama gururlu gençler" Kimse takmazdı onları, önemli olan baş kahraman ve kızın mutlu olmaları, üstüne de yan karakterin acısını hafifletecek bir şey bulması" Hafifleyince dineceğini mi sanıyordu bu yazarlar, şairler, ozanlar. Benim karakterimi anlayacak bir öykü bile okumadım henüz..!

"Benim gibilerin sonu böyledir! " sayıklayıp duruyordum. Ya kafana sıkarlar, ya ağzını burnunu dağıtırlar ya da sadece baş kahraman kollarını esas kızın beline dolayıp sana bakarak gülümser! İlk acı diner, ölürsün, kısa bile sürer belki. İkinci olanı birkaç haftalık bir tedaviyle bitecek bir şey" Fakat en sonuncusu var ya" Onun hiçbir ilacı, hiçbir tedavisi yoktur. Bir köşeye çekilir, ağlarsın. Bazıları gelir sorarlar "Niye ağlıyorsun?" diye. Anlatsam anlayacak sanki. Ağlarsın, ağlarsın, ağlarsın" Gözyaşlarının bile kuruduğu, onların bile sana ihanet edeceği yere kadar ağlarsın. Sonra biter gözyaşları. Unutmaya yemin edersin. Unuttuğunu da sanırsın aslında, fakat gerçek, sanımsamalardan çok daha acıdır. Gözleri, senin gözlerine değdiği anda unutursun ettiğin yeminleri, unutmak için söylediğin sözleri ve tüm o gözyaşlarını. Sadece bir kere sana içten gülümsemesi için yalvarmaya başlarsın dualarında yine"

"Benim gibilerin sonu böyledir!" yazarsın, yazarsın, yazarsın. Okuyanlar "vay mükemmel yazmışsın! " diye överler. Fakat diğerlerinin yorumları umrunda değildir senin. Senin umrunda olan tek şey onu gülümsetebilmektir, onun hayatında ufak da olsa bir yer bulabilmektir. Bulamazsın, çünkü senin gibilerin sonu böyledir, başarılı bir edebiyat hayatı, ölümünden sonra saygıyla anılmak ve ne olursa olsun sevgiden mahrum kalmak" Siz siz olun, benim gibilerden olmayın. Çünkü benim gibilerin sonu böyledir!


 
                                                                                                  M.A. İMAMOĞULLARI (yani ben :yup )

Sayfa: 1 ... 4 5 [6]