Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - brisingr

Sayfa: 1 [2]
16
Diğer Fantastik Eserler / Arthur'un Serüvenleri
« : 23 Nisan 2010, 15:58:53 »
   1) ARTHUR İLE MİNİMOYLAR:
 
   

   Arka Kapak:

   Dünyaca ünlü Fransız film yönetmeni Luc Besson, serüvenlerini filme de aktardığı yepyeni bir kahramanla, on yaşındaki melek yüzlü, fırça saçlı, çilli suratlı Arthur'le tanıştırıyor bizi. Dört kitaptan oluşan bu dizinini ilk kitabında, anneannesinin yanında kalan Arthur'ün sıkıntısı büyük. Çünkü evleriyle bahçelerini ele geçirmek isteyenler var. Dedesiyse dört yıldır kayıp. Küçük kahramanımız, ne yapacağını kara kara düşünürken, dedesinin evin değişik yerlerine bıraktığı ipuçlarını izleyerek Minimoylar Ülkesi'ne geçiyor. Prenses Selenya'yla ve minimoylarla tanışıyor. Üç gün içinde gizli hazineyi bulmak, sineklere binmiş savaşçılarla ve kötü kalpli bir büyücüyle mücadele etmek zorunda kalıyor.Üstelik de bir minimoy kadar ufacıkken. Arthur ve Minimoylar, sizi olağanüstü bir serüvene, fantastik bir ülkeye, gizemli minicik yaratıkların masalsı yaşantılarına götürecek.

   Sayfa sayısı: 240
   Yayınevi: Can Yayınları
   Yazar: Luc Besson

   2) ARTHUR VE YASAK KENT

 

  Arka Kapak:

  Arthur, yıllar önce kaybolan dedesini ve gizlediği hazineyi ararken, boyları iki milimetre olan Minimoyların ülkesine düşmüş, üstelik kendisi de bir minik Minimoy oluvermişti. Minimoy Prensesi Selenya ile küçük kardeşi Prens Betameş'le birlikte, Minimoylar Ülkesinin en büyük düşmanı olan Lanetli Maltazar'la savaşmak, o arada kayıp dedeyi de, kayıp hazineyi de bulmak için Yasak Kenfo doğru yola çıkarlar. Bu hem bir savaş yolculuğu, hem de Prenses Selenya ile bizim utangaç Arthur'ümüz arasında doğacak büyük bir aşkın da başlangıcı olacaktır. Bakalım Arthur ile arkadaşları, Maltazar'm oyunlarını bozabilecekler mi? Utangaç Arthur, kibirli Prenses Selenya'nın kalbini kazanabilecek mi? Yasak Kent'te ne gibi olaylarla, ne gibi yaratıklarla karşılaşacaklar? Yolculuğun sonunda onları büyük bir kapışma bekliyor.

   Sayfa sayısı: 216
   Yayınevi: Can Yayınları
   Yazar: Luc Besson

    3) ARTHUR MALTAZAR'IN İNTİKAMI
 
   

    Arka Kapak:

    Arthur ile Minimoylar ve Arthur ve Yasak Kent’de tanıştığınız Arthur aslında bu kez serüvene atılmaya niyetli değildir ilk başta. Dedesinin evinde tatilin tadını çıkarmakta, bu arada Bogo-Matassalai savaşçılarının yardımıyla doğayla bütünleşmeyi öğrenmektedir. Kimseye belli etmez ama, bir yandan da sabırsızlıkla birkaç saatliğine Mini moyların dünyasına geçip Prenses Selenya’ya kavuşacağı anı beklemektedir. Önceki kitaplardan bildiğiniz gibi, bu ancak dolunaylı gecelerde yapılan özel bir törenle olabi liyor. Sonunda Arthur’ün beklediği gün gelip çatar. Ne var ki son anda Minimoylar ülkesine geçme işi tehlikeye düşer; çünkü babası tatili erken bitirmeye, Arthur’ü ve annesini de alıp eve dönmeye karar vermiştir. Fakat tam çantasını toplarken bir örümceğin getirdiği bir mesaj, Arthur’ün yüreğini hoplatır: İmdat! diye yazmaktadır mesajda. Bunu ona Minimoylardan başka kim göndermiş olabilir? Arthur ne yapıp edip onların yanına koşmak zorundadır. Orada nasıl bir manzarayla karşılaşacaktır acaba? Yanıtı elinizdeki kitabın içinde...

   Sayfa sayısı: 208
   Yayınevi: Can Yayınları
   Yazar: Luc Besson

   4) ARTHUR İKİ DÜNYANIN SAVAŞI

   

    Arka Kapak:

    Arthur’ün serüvenlerinin üçüncüsünü (Maltazar’ın İntikamı) okumuş olanlar, kitabın en heyecanlı yerinde bittiğini hatırlayacaklardır. Arthur iki milimetrelik boyuyla Minimoylar dünyasında kalırken, lanetli M. insanların dünyasına geçmeyi başarmıştı. Evet sevgili okurlar, felaket kapıda: Lanetli M. aramızda, üstelik boyu iki metre kırk santim! Üstelik dünyamızı ele geçirmeye kararlı! Fedailerini de yanında getirmeyi ihmal etmemiş hem de! Arthur, Selenya ve Betameş’in bizi ondan kurtarmak için harekete geçecekleri kesin; fakat iki milimetrecik boylarıyla o dev gibi M.’ye kafa tutmaları hiç kolay değil. Önce büyümenin bir yolunu bulmaları gerek. Ne var ki Arthur’ün “büyümüş” haliyle bile on yaşında bir çocuk olduğunu düşünürsek, M.’ nin ve dev gibi fedailerinin karşısına çıkmak gene de büyük cesaret işi. Bakalım Arthur, arkadaşları ve dedesi Archibald işin içinden nasıl çıkacaklar? Laf aramızda, İki Dünyanın Savaşı, beklediğimize değmiş!

   Sayfa sayısı: 248
   Yayınevi: Can Yayınları
   Yazar: Luc Besson


   

17
   1. Kitap

   

   Arka Kapak

   New York Times'ın en çok satanlar listesine giren Spiderwick Günceleri dizisi artık 4 milyondan fazla okurun evinde! Şimdi periler her yerde! Her yerdeler! Ve onlara yardım edinceye dek gidecek gibi de görünmüyorlar.
     
    Yayınevi: Doğan Egmont

2. KİTAP

    


     Arka Kapak

NEW YORK TIMES'ın çok satanlar listesine giren bu dizi artık 6 milyondan fazla okurun evinde!
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak diye buna denir işte! Tuhaf üvey ablamla onun tuhaf kitabının hayatımı alt üst edeceğinden emindim zaten. Ama şimdi bu ikisi sanırım Florida'nın tamamını da alt üst edecek

     Yayınevi: Doğan Egmont

3. KİTAP:
 
    

     Henüz Tükçe'ye çevrilmedi.
 

18
Diğer Fantastik Eserler / Gece Avcısı Serisi
« : 22 Nisan 2010, 14:58:44 »


KEDİCİĞİN HAYRANI OLACAKSINIZ!
MEZARLA RANDEVU
ATEŞLEMİ OYNUYORSUN, KEDİCİK?

Yarı vampir Kedicik, Catherine Crawfield, kendini bildi bileli ölümsüz kan emicilerin peşinde. İntikam almak istiyor.

Çünkü bu parazitlerden biri babası olabilir.

Babası... Annesinin hayatını mahveden adam. Ancak yolu bir gün vampirleri avlayan Bones'la çakışıyor. Ve kısa sürede tuhaf bir ikili haline geliyorlar.

     Sayfa Sayısı: 448
     Yazar: Jeaniene Frost
     Yayınevi: Artemis

     NOT: İnternette baktığıma göre sanırsam daha ilerlerde CIA ajanı falan olucakmış baş kahraman. Umarım Alacakaranlık'a benzemiyordur.

19
Diğer Fantastik Eserler / Düşüş - Azap // Lauren Kate
« : 22 Nisan 2010, 14:44:55 »


BAZI MELEKLER DÜŞMEYE MAHKÛMDUR.
DÜŞÜŞ E HAZIR MISINIZ?

Luce Daniel ı gördüğü an tuhaf ama tanıdık bir hisle sarsıldı. Onda bilindik bir şeyler vardı.
Yeni okuluna adımını attığı ilk gün onun diğerlerinden farklı olduğunu anlamıştı. Fakat Daniel anlaşılmaz bir şekilde ona karşı mesafeliydi. Luce ise pervane misali ateşe taparcasına onun çekim alanına girdiğini biliyordu. Hislerinin peşine düşüp gerçeklerle yüzleşmeye hazır mıydı? Küçücük bir sır hayatlarını ne yönde değiştirecekti? Cevaplar gerçekleri anlamlandırmada yeterli olacak mıydı?

         Sayfa Sayısı : 384
         Yayınevi: Epsilon
         Yazar: Lauren Kate

      NOT: Benim biyoloji öğretmenim okumuştu kitabı. Kendisinin görüşü kitabın harika olduğu yönünde ben de en kısa zamanda okuyacağım.

20
Diğer Fantastik Eserler / Uçabilen Kız
« : 19 Nisan 2010, 14:57:04 »


    Arka Kapak:

"Okurken sürekli gülümsüyordum (ağladığım bölüm dışında). Okuması için anneme vermiştim ve şimdi çocuklarıma okuyorum. Kesinlikle her yaştan okurun yüreğini ısıtacak bir kitap.”
- Stephenie Meyer

Hayaller farklı olabilir. Herkesin bir hayali olabilir. Ama şurası bir gerçek ki, uçabilmek herkesin hayalidir. Peki bu hayalimiz gerçek olsa, gerçekten kendimizi iyi hisseder misiniz? Bir de Piper’a sorun.

Piper McCloud uçabiliyor. Bir kuş gibi.

Ve bu yetenek doğuştan. Problem şu ki, Lowland halkı, Piper’dan korkuyor. Bu yüzden olağanüstü yeteneklere sahip çocukların eğitim gördüğü bir okula gitmek üzere ailesini ve yaşadığı yeri terk etmesi gerekiyor.

Okulda süper yeteneği olan birçok özel çocuk var fakat Piper hepsinden de özel.

Uçabilen Kız farklı olmak, dostluk ve cesaret üzerine unutulmaz bir hikaye…

"Bu muhteşem romanda, okuyucular, bir çiftlik evinin olağanüstü kızıyla tanışıyorlar. Piper gibi hikaye de havada süzülüyor.
Yükseliyor, alçalıyor… Bir sonra ne olacağını kestiremiyorsunuz. Her şeyden öte, kitap oldukça güçlü; arkadaşlık ve bir şeyi iyi yapmakla, iyi bir şey yapmak arasındaki farkı gösteren güçlü mesajlar içeriyor.”
-Booklist

“Forester’ın farklı ortamları (çiftlik ve buz sığınak) kaya gibi sağlam bir bakış açısı ve mütevazi karakterler içinde bütünleştirilmiş… kendini farklı hisseden her çocuk aile ve toplumun eğilimlerine karşı mücadele eden Piper’dan güç alacaktır.”
-The Horn Book Review


               

21
Kurgu İskelesi / Fareler Diyarı
« : 16 Nisan 2010, 23:30:44 »
Arkadaşlar Türkçe öğretmenimin verdiği bir ödev için bir masal yazmıştım. Sizlerle de paylaşmak istedim:

                                                  FARELER DİYARI

  Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde köyün birinde akıllı mı akıllı, sevimli mi sevimli bir oğlan çocuğu yaşarmış. Bu çocuğun adı Hüseyin’miş. Çocuğun öyle güzel mavi gözeleri, öyle güzel sarı saçları varmış ki görenler ona hayran kalırmış.

   Bir gün çalıştığı demirciden dönerken yerde bir delik görmüş. Deliğin içinden gözleri yemyeşil parlayan bir fare çıkmış. Hüseyin farenin yanına gitmiş ama fare onu gördüğü gibi geri kaçmış.

    Hüseyin evine bu olayı umursamadan varmış ve kendisine güzel bir sofra hazırlamış. Annesini çok sevdiğinden annesine iş yaptırmamış. Ahırdaki hayvanlara baktıktan sonra yatağına uzanmış ve uykuya dalmış. Gece yarısı terler içerisinde uyanmış ve fare sesleri duymaya başlamış. Camı açıp dışarı baktığında eve gelirken gördüğü gibi gözleri yemyeşil olan bir fare görmüş. Fare ise korkup hemen kaçmış. Hüseyin de tekrar yatmış.

   Hüseyin yatmış ama uyuyamamış. Dışarı bakmış ve güneşin doğmak üzere olduğunu görmüş. İşe gitme vakti gelmiş. Hüseyin çıkmış yola, daha sokaklarda kimse yokmuş. Çünkü saat çok erkenmiş. Hüseyin önceki gün fareyi gördüğü yere gelmiş, rastlantı bu ki yine yeşil gözlü fare ordaymış. Hüseyin bir adım daha yaklaşınca fare kaçmış. Hüseyin deliğin yanından geçerken yer sarsılmış, sanki yerin altında davullar çalıyormuş. Sonra yer bir daha gümbürdemiş ve yerde kocaman bir delik açılmış.

   Hüseyin hayretle deliğin içine bakmış. Korkudan kınlı bile kıpırdatamamış. Delik bayağı derinmiş ama eğik bir biçimde aşağıya inmekteymiş. Delikten ışık gelmekteymiş. Hüseyin aşağı bakarken ayağı kaymış ve sanki kaydırakta kayar gibi düşmüş. Aşağıda su varmış ve Hüseyin suyun içine düşmüş. Sudan kenara çıktığında yukarıdan gelen gün ışığı sönmüş. Işıklar sönmeden bir saniye önce karşısında dev gibi bir şey görmüş.

   Birden önünde bir ışık parlamış, önünde duran şeyin ne olduğunu anlamış. Karşısındaki bir insan boyunda iki ayağının üzerinde duran bir fareymiş. Onun omzunda ise Hüseyin’in sokakta gördüğü yeşil gözlü küçük fare varmış.

   Hüseyin korkarak fare-adama doğru ilerlemiş. Küçük fare yere atlamış ve Hüseyin’in ayağına doğru gelmiş. Hüseyin hayretler içinde olanları seyretmiş. Fare Hüseyin’le arasında bir adımlık mesafe kalınca durmuş. Sonra fare konuşmaya başlamış.

- Uzun zamandan beri yukarıdaki küçük delikten bakıp kalbi temiz bir çocuk arıyordum. Senin kalbin herkesten temiz Hüseyin. Sen seçildin. Asırlardan beri yeraltında kötülüklere karşı savaşıyoruz. Ama bu savaşı bir insan çocuğunun yardımı olmadan kazanamayız. Lütfen bizden yardımını esirgeme, demiş küçük fare.

-İyi de ben neden size yardım ediyorum. Bensiz işinizi halledemiyor musunuz? Şu fare-adamlar benden çok daha büyük ve güçlü, demiş Hüseyin.

-Bu savaşı sadece büyüklük ve güçle kazanamayız. Bize yardım edecek misin, diye cevap vermiş küçük fare.

-Tamam, madem bu kadar zor durumdasınız yardım edeceğim. Ama önce bana kendinizden bahset, demiş Hüseyin.

-Bize yardım edeceğin için çok teşekkür ederiz. Unutma bu iyiliğin karşılıksız kalmayacak. Gelelim bizden bahsetmeye. Onlar gördüğün gibi yarı fare yarı insandırlar. Onlar senin dilinde konuşamazlar. Ben halkım ile insanlar arasındaki bir elçiyim o yüzden insanlarla konuşabilirim. Dediğim gibi yeraltındaki savaş asırlardan beri sürmekte. Ancak senin yardımınla savaşı kazanabiliriz. Yolumuz biraz uzun haydi yola çıkalım, demiş fare.

   Hüseyin, fare-adamlar ve fare ile yolda yürürken küçük fareden başka bilgiler de öğrenmiş. Kötülüklerin sebebi çok kibirli ve kötü bir fare-adammış. Söylentilere göre o ölümsüzlüğü bulmuş. Ama başka bir söylenti daha varmış. Kötü fare-adamı başka bir fare-adam öldüremez ama içinde hiçbir kötülük barındırmayan bir insan çocuğu öldürebilirmiş. İşte bu söylentilere göre Hüseyin’i yer altına çekmişler.

   Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler. Sonunda pislikten geçilmeyen bir yere varmışlar. Kötü fare-adam ve kölelerinin bulunduğu yere gelmişler. Fare-adamlar Hüseyin’in eline bir kılıç ve bir kalkan vermişler kendini korusun diye. Yerin derinliklerine doğru indikçe pislik ve karanlık artmaya başlamış. Aniden bir fare adam önlerine çıkmış ve onlara saldırmaya başlamış. Ama tek kişi olduğu için kolayca onu devirmeyi başarmışlar. Önlerine çıkan fare-adamları alt ederek en derine kadar inmişler. Derken bir ses duyulmuş: “ Beni öldüremeyeceğinizi anlayamadınız mı hala?” diye. Ancak Hüseyin bunu sadece bir farenin cıyaklaması olarak duymuş.

   Hüseyin fare-adamların arkasına saklanmış. Kötü fare-adama bir sürpriz yapıp onu alt edeceklermiş. Karanlığın içinden yavaşça bir şekil belirmiş. Bu kötü fare adammış. Kibirli kibirli yanlarına yaklaşmış ve bir fare kahkahası atmış. Kahkahanın arasından küçük farenin “Şimdi” diyen sesini duymuş Hüseyin ve fare-adamların ona açtığı yoldan fırlayarak kötü fare-adamın kalbine kılıcı saplamış. Fare-adam orada can vermiş.

   Böylece yer altı kötülüklerden arınmış. Fare-adamlar Hüseyin’i yaşadıkları yere götürmüş. Hüseyin yeraltında böyle güzelliklerin olabileceğini hiç düşünmemiş. Ama varmış demek ki… Hüseyin’e ölünceye kadar burada yaşayabileceğini söylemişler. Hüseyin bu mükafatı kabul etmiş. Bu güzellikler o kadar cezp ediciymiş ki evde kalan annesini unutmuş.

   Yeraltında kaldığı sürece sadece yeşil gözlü küçük fare ile konuşabilmiş ve bu yalnızlık canına tak etmiş. Bir gün bunu küçük fareye söylemiş. Fare-adamlar bunu hoşgörü ile karşılamış. Hüseyin’i geldiği yerden dışarı çıkarmışlar. Çıktıktan sonra küçük fare şunları söylemiş: “ Hüseyin yeraltında zaman çok hızlı geçer yani sen aşağıda geçirdiğin o kadar zamana rağmen şu an normal hayatında bir saat falan geçmiş durumda. Yani hayatında pek bir değişiklik olmayacak. Görüşmek üzere!”.

   Daha sonraki günlerde her gün Hüseyin deliğin önünden geçerken küçük fare ona bakıp gülümsemiş. Yeraltında yaşayan herkes Hüseyin’e minnettar kalmış. Sonsuza kadar mutlu mesut yaşamışlar.

             

              YORUMLARINIZI BEKLİYORUM...

22
Oyunlar / GOD OF WAR
« : 15 Mart 2010, 15:22:47 »


Zeus: Sizi, bu en kutsal topraklara, ölümlülerin kaderini tartışmak üzere topladım; ki gözlemlediğim kadarıyla onların hareketleri, Olympus Dağı’nda bulunan bizlere ciddi kin güder cinsten.

Athena: Baba, lordum; eğer hakkında konuştuğun kişi Kratos ise, ben onun 10 senedir sürekli tanrıçasıyım ve kendisi deliliğe karşı savaştı ve onu affetmemizi sağladı.

Ares: O adam bir aptal. Kendisine verilecek bir armağana sırt çevirdi.

Zeus: Yeter, Ares. Onun ne yaptığını biliyorum. Gerçekten biliyorum, mahçup olacaksın.

Athena: Ares’in hareketleri hep acımasız, lordum. Nasihatçilerimin bana bildirdiklerine göre, Ares bir ordu hazırlıyormuş ve şehrime saldırıp yok etmek amacındaymış.

Ares: Atina, sanat ve kültür şehri olarak gösteriliyor. Halbuki çürük aristokratlarla dolu bir mikrop çukurundan başka birşey değil. Atina, anne Gaia’yı da hasta ediyor. Şehrini yok edeceğim, sevgili kardeşim.

Athena: Seni engellersem, bunu yapamazsın kardeşim.

Zeus: İkiniz de susun! Bu çocukça tartışmalarınızı kendi aranızda sürdürün ancak bu savaşın Olympus Dağı’na sıçramasını istemiyorum. Bizim başka dertlerimiz de var. Kratos, kaderimiz için değişmiş olabilir.

Athena: Kendisi bir çılgın, ama güçlü.

Ares: Bunda hemfikiriz.

Zeus: Evet... güçlü. Ancak birgün kendisini olumsuz etkileyecek derecede güçlenebilir, tabii bizi de.

         Buradan anlaşıldığı gibi savaş tanrısı Ares, Athena'nın şehri Atina'ya savaş açıyor. Biz de Spartalı komutan Kratos olarak Atina'yı kurtarmak istiyoruz. Oyunun grafikleri 2005'te yapılmasına rağmen bu günkü bazı oyunlara taş çıkartacak gibi cinsten, hikayesi ise bambaşka bir şey...

        Oyunun grafikleri ve hikayesi gibi müzikleri de çok kaliteli, kesinlikle oyunu ses açık oynamalısınız. Oyunu zorlaştıran unsurlardan biri, kameranın bakış açısı oyunun Agean Sea adlı bölümünde direk üstünde yürüyoruz burada epey zorlanılabiliniyor aynı zamanda yağmur yağıyor ve yağmur öylesine yağmıyor ayağınızın altı kayıyor ve Kratos düşüyor ama kendini toparlayabiliyor.

        Oyunun bir diğer unsuru ise zeka oyunu niteliği taşıması, mesela bir bölümde Kratos ok aracını çeviremiyor bu yüzden bunu dönen bir dairenin olduğu merdiven mekanizmasına götürüp orada döndürebiliyoruz ama bunu görmek biraz zor oluyor oyun içerisinde..

       Oyunun içerisinde ilerledikçe tanrılarla konuşup yeni yetenekler kazanabiliyoruz ve öldürdüğümüz canavarlardan ve sandıklardan çıkan orblarla bunları güçlendirebiliyoruz. Güçlendirdikçe görsel şölen artmakta haberiniz olsun.

       

        Oyun zamanında PS2'si olmayanlara PS2 aldırmış bir oyundur ve bu oyunun ne kadar kaliteli olduğunu göstermektedir. Ben şuan bile oyunu zevkle oynuyorum tek kelimeyle harika diyebilirim. Oyunun bir de PC versiyonu da var.

        Oyunun aynı zamanda 2. si de PS2 ve PC'ye çıkmış durumda ve Chains of Olympus adında bir de PSP oyunu var onun da aşağı kalır yanı yok. Yakın zamanda da 3. sü PS3'e çıkacak.



NOT: Alıntılar bulunmaktadır.

23
Kurgu İskelesi / Işınlayıcılar Tarihi - Bölüm 5
« : 28 Şubat 2010, 18:06:35 »
                                      BÖLÜM BİR: ZAMANIN BAŞLANGICI - GÖZ

              

   Uzun yıllar önce, zamanın başlangıcında, iki gezegen yaratıldı. Bunlardan biri Dünya diğeri ise çoğu insanın henüz bilmediği Kladsiya… Dünyada yaşamaları üzere insanlar yaratıldı. İnsanların atası ölümlü Adem ile Havva’ydı. Adem ile Havva’nın çocukları da ölümlü olacaktı.

   Kladsiya için ise Işınlayıcılar, Kızıl Kafalar ve Büyücüler yaratılmıştır. Işınlayıcılar üç kişi olarak yaratılmışlardı. Kadın olan Kladya, Ksilia; erkek olan Kindira’ydı. Bu üç ışınlayıcıyı Democritus’un Kılıcı haricinde hiçbir şey öldüremezdi. Bu yüzden neredeyse ölümsüz sayılabilirler. Çünkü şu ana kadar Democritus’un Kılıcı bulunmuş değil… Ancak ne yazık ki bu üç ışınlayıcının çocukları ölümsüz değildi ancak insanların ömründen çok uzun yaşamaktaydılar. Işınlayıcıların en önemli özelliklerinden birisi Kladsiya ile Dünya arasında bir kişiyi veya nesneyi ışınlayabilmeleriydi. Ayrıca büyücülerden ders alırlarsa büyü de yapabilmekteydiler. Zamanın başlangıcından sonra üç yüzyıl büyük bir refah içinde yaşadılar. Ancak son yıllarda Ksilia, Kindira’yı Kladya’dan kıskanmaya başladı ve Kladya’yla araları bozuldu. Bu çekişmelerden bunalan Kindira Kladsiya’nın gizli bir köşesine çekildi ve o tarihten sonra bir daha görülmedi.

   Kladya Kindira’nın ortadan kaybolmasından sonra çocuklarını da yanına alıp Kladsiya’nın doğusuna çekildi ve orada Ak Şato’sunu kurdu. Orada yaşayan ak büyücüleri de yanına alıp iyilik adına savaşmaya başlamıştır. İyilik adına savaşmaya başlamasından sonra kahverengi gözleri maviye dönüşmüştü.

   Ksilia ise batıya doğru gidip, batıda Kara Şato’sunu kurdu. Çocukları da birkaçı hariç onunla kötülüğe hizmet etmeyi kabul etmişlerdi. Kabul etmeyenleri ise öldürtmüştü. Ksilia bütün isyankârları öldürdüğünü sanıyordu ancak biri kaçmayı başarmıştı. Kendi iç karışıklığını da hallettikten sonra yavaş yavaş kızıl kafalardan olan ordusunu toplamaya başladı. Ayrıca kara büyücülerden oluşan bir büyücü ordusu da kurmuştu. Bütün yaptığı kötülüklerden sonra Ksilia’nın gözleri ise kırmızıya dönüşmüştü.

   Kladsiya için yaratılan bir diğer ırk ise kızıl kafalardı. Kızıl kafalar şeytanın ta kendisiydi. Kendilerinin ateşe hükmedebilme yetenekleri vardı ve tamamı kötülüğe hizmet etmekteydiler. Kızıl kafalar normal bir insan gibi görünürlerdi sadece alev gibi parlayan kırmızı gözleri ve gece karanlığında alev gibi parlayan saçları hariç. Kladsiya’da hiç insan bulunmadığı için onları ayırt etmek kolaydı.

   Kladsiya’daki üçüncü ırk ise büyücülerdi. Büyücüler kendi içlerinde ayrılmaktaydılar. Kimisinin telekinezi, kimisinin ise telepati özelliği vardı. Ama en önemlisi ise yeni bir yaratık yaratabilen büyücülerdi. Bu büyücüler istediği yaratığı yaratabiliyor ve ona yön verebiliyorlardı ve istedikleri anda o yaratığı yok edebiliyordu. Ak büyücüler ve kara büyücüler de birbirinden ayırt edilebiliyorlardı. Ak büyücüler mavi gözlü, kara büyücüler ise kırmızı gözlüydüler. Gözler Kladsiya’daki en önemli şeydir…

                                      BÖLÜM İKİ: PERENNİN’İN AK ŞATO’YA GELİŞİ

                

   Perennin Kötülükler Kraliçesi’nin oğlu olan bir ışınlayıcıydı. Kendisi 49 yaşındaydı ama hiç o kadar yaşlı gözükmüyordu çünkü 49 yaş ışınlayıcılar için çok küçük bir yaştı. Çocuk bile sayılabilirdi. Perennin Kara Şato’da kalmaktan dolayı şakakları içine çökmüş cılız mı cılız bir ışınlayıcıydı. Saçları ise bu Kara Şato’daki karanlığın ortasında fosforluymuş gibi parlayan bir sarıdandı. Gözleri ise şu an tarafsız olduğu için kahverengiydi. Işınlayıcılar en geç elli yaşında bir taraf seçmeliydiler ve Perennin yarın 50 yaşına basacaktı yani bir taraf seçmeliydi. Bu taraf asla kötülük olmayacaktı. Perennin annesinin kötülükler yaptığını öğrendiğinden beri Kara Şato’dan kaçmaya uğraşıyordu.  Buradan kaçmanın çok zor olduğunu biliyordu. Ayrıca bir an önce Kladya’nın Ak Şato’suna ulaşmalıydı. Bu gün annesi ona kararını vermesini söylemişti ya kötülüğe hizmet edecekti ya da ölecekti. Kötülüğe hizmet etmek istemiyordu ama ölmek de istemiyordu. Perennin düşünüyor gene düşünüyor ama bir türlü güzel bir şık bulamıyordu.

   Sonunda Perennin’in aklına bir fikir geldi. Tabii ya nasıl da unutmuştu. O bir ışınlayıcıydı ve Kladinya’da herhangi bir yere herhangi birisini veya bir nesneyi ışınlayabilirdi. Ancak bir sorun vardı kendisini ışınlayamazdı ve bu güne kadar da hiç ışınlanmamıştı. Sonra yine unuttuğu bir şeyi hatırladı zindanlarda bir sürü iyiliğe hizmet eden ışınlayıcı vardı. Her gün onlara zevk için işkence ediliyordu ve Perennin bundan iğrendiği için kendisini bunu unutmaya zorlamıştı ve neredeyse de başarmıştı. Bu güne kadar oraya sadece bir kere annesinin zoruyla gitmişti, bir daha da gitmeye hiç cesaret edemezdi. Ancak ölmemek için oraya son bir kez daha gitmeliydi.

   Zindanlara inen dolambaçlı merdivenlerden ağır adımlarla ilerlemekteydi. Zemin kara inip etrafına bakındığında buradan iğrendiğini hissetti. Yerler ışınlayıcı kanıyla lekelenmişti. Her tarafta bir alacakaranlık vardı, çok pis bir koku burnuna gelmekteydi ve tam o sırada bu pis kokunun bir ışınlayıcı cesedinden geldiğini fark etti. Kim bilir ne kadar süredir oradaydı ceset. İbreti alem olsun diye ölen ışınlayıcılar öldüğü yerde bırakılıyordu ve bu da acımasızlığın doruğuydu. İşkence odası ayrı esirlerin beklediği yer ayrıydı. Esirlerin tutulduğu yere geldiğinden nöbetçiye:

   “Onlardan birini istiyorum, kafam biraz dağınık, kendimi toparlamam lazım” dedi. Nöbetçi hiç şaşırmamıştı. Perennin bunun çok olağan bir şey olduğunu düşündü. Nöbetçi hemen esirlerden birini getirdi ve Perennin’e uzattı. Bu arada ışınlayıcılar birbirlerini ışınlayabilmekteler ama ışınlanacak olanın kendisini karşısındakine açması gereklidir. Perennin dalgınlığından uyanıp esiri kolundan sıkıca tuttu. Yavaşça işkence odasına doğru yürümeye başladı. O sırada esir korkudan titremekteydi ve Perennin’e yalvarmaktaydı:

   “Lütfen beni bırak, bırakmasan bile işkence etme bari...” Perennin ise sadece “Sus!” dedi. Bunun üzerine esir onun kötü birisi olduğunu sandı ve kararından vazgeçiremeyeceğine inanarak sustu. Perennin onu işkence yatağının üzerine oturttu ama hiçbir şey yapmadı. Esir konuşmaya başladı:

   “Neden bana bir şey yapmıyorsun? Benin buraya sırf canın sıkkın olduğu için getirmedin mi? O halde niye bekliyorsun?”

   “Hayır, seni buraya işkence etmeye getirmedim senden bir iyilik istemeye geldim.”

   “Hah! Hem işkence edeceksiniz hem de iyilik isteyeceksiniz. Var mı böyle bir şey?”

   “Ben sana işkence etmeyeceğim senden sadece beni Ak Şato’ya ışınlaman. Başka bir şey değil!” dedi Perennin.

   “Neden seni oradakileri öldür diye mi ışınlayayım?”

   “Görmüyor musun ben tarafsızım. Eğer beni şu anda Ak Şato’ya ışınlamazsan Ksilia yani annem beni öldürecek.” dedi Perennin.

   “Peki, seni ışınlarsam ben ne olacağım? Beni şuracıkta öldürürler.”

   “Sana hiçbir şey olmayacak çünkü Perennin burada olacak.” dedi bir ses ve sesin sahibi işkence odasına girdi.

   “Usta! Seni gördüğüme çok sevindim. Ben de bu dertten nasıl kurtulacağımı düşünüyordum.” dedi Perennin büyücü ustası Mellony’e. Mellony bir büyücüydü, özelliği ise istediği bir yaratığı yaratmaktı ve bu yeteneğini Perennin’e öğretmekteydi. Ancak Mellony bir kara büyücü değildi. Gözleri kırmızıydı ancak bir lens sayesinde kırmızıydı aslında gözleri maviydi. Yani Mellony iyiliğe hizmet eden bir ak büyücüydü. Kladya tarafından buraya gönderilmişti. Mellony, Perennin’in iyi olduğunu anladıktan sonra bütün sırrını ona açmıştı. Olaylardan habersiz olan esir ise boş gözlerle Mellony’e bakmaktaydı. Mellony açıkladı:

   “Ben Perennin’in büyü ustasıyım, yeteneğim istediğim bir yaratığa can vermek. Elimden geldiği kadarıyla ona büyü öğretmeye çalışıyorum.”

   “Ama senin gözlerin kırmızı yani sen bir kara büyücüsün. Sana güvenmiyorum.” diye itiraz etti esir.

   “Göz rengim seni yanıltmasın.” dedi ve gözündeki lensi çıkardı. Esir şaşkınlık içerisinde büyücünün masmavi gözlerine bakakaldı. Büyücü açıklamaya devam etti: “Ben buraya Kladya tarafından casusluk için geldim. Perennin’in içindeki iyiliği görünce ve ona güvenmeye başlayınca bütün sırrımı açtım ona. Bildiğin gibi kara büyücüler Kara Şato’ya istedikleri gibi girip çıkabilmekteler. Ben olmadığım sürelerde Perennin beni Ak Şato’ya ışınlıyordu ve ben de böylece Kara Şato ile Ak Şato arasında gidip gelebilmekteydim.” dedi.

   “Tamam, Perennin seni Ak Şato’ya ışınlamayı kabul ediyorum. Ancak sadece bir şartım var.” dedi esir.

   “Neymiş şartın söyle yapabileceğim bir şey ise derhal.” dedi Perennin.

   “Daha sonra burada tutulan esirleri kurtarmak için geleceğine söz vermeni istiyorum.”

   “Söz veriyorum.” deyiverdi Perennin, Mellony ona engel olamadan. Çünkü Kladsiya’da verilen sözler çok bağlayıcıydı. Perennin çok genç bir ışınlayıcı olduğu için verilen sözlerin önemini bilmiyordu ama artık söz verilmişti.
 
   Ya Perennin geri dönüp esirleri kurtaracaktı ya da Mellony oradakileri kurtarmalıydı. İkinci şık daha güzel gibiydi ayrıca olanlardan Perennin’in haberi olmasa daha iyi olur, diye düşündü Mellony.

   “Peki ya senin yaptığın Perennin’in klonunun senin yarattığın bir yaratık olduğu anlaşılırsa ne olacak.” dedi esir ışınlayıcı.

   “Anlaşılmayacak.” dedi kararlı bir tavırla Mellony.

   “Nasıl bu kadar kararlı konuşabiliyorsun? Ya anlaşılırsa, bu bizim sonumuz olur.” itiraz etti esir.

   “Anlaşılmayacak, çünkü Perennin’in klonu dediğin yaratık yarın öldürülecek yani iyiliği seçtiğini söyleyecek ve ben de tam o sırada klonun gözlerini mavi yapacağım, bunun üzerine direk öldürülecek.”

   “Tamam, anladım Perennin hazırlan yavaş yavaş ışınlıyorum seni…” dedi esir.

   “Dur bir dakika adın ne?” diye sordu Perennin aceleyle. Esir cevap verdi:

   “Elgaro.” diye cevap verdi.

   “Güzel isimmiş, görüşürüz Elgaro!” diye veda etti Perennin.

   “Görüşürüz Perennin, halkıma uğurlar getiresin! Beni unutma!” Perennin kendisini bir boşlukta hissetti sanki yerçekimi olmayan bir yerde havada süzülmekteydi. Gözlerini açtığında ışık gözlerini acıttı. Sanki gözleri kör olmuştu. Sonra ışıkların arasından bir kadın silueti gördü. Ak Şato’da gördüğü ilk kadındı bu ve hayatının aşkıydı…

                                      BÖLÜM ÜÇ: LEMORY VE PERENNİN

              

   Perennin gözlerini açtığında kendisini yumuşak, rahat bir yatakta bulmuştu. Galiba ışınlama onu biraz rahatsız etmişti. Artık kıyafetleri Kara Şato’daki gibi simsiyah değildi. Ak Şato’da onu bembeyaz giydirmişlerdi. Buranın Kara Şato’dan daha temiz olduğu kesindi. Yerdeki beyaz taşlar bile ışıkta pırıl pırıl parlamaktaydı. Burada siyah bir şeyi hayatta göremezdiniz. Perennin yatağında doğruldu ve pencereden dışarı baktı burası galiba Ak Şato’nun arka bahçesine bakmaktaydı çünkü giriş kapısı yoktu ve dışarıdaki alan piknik sahası gibi görünmekteydi. Her şey güneş altında parlamaktaydı. Yemyeşil çimenler, kıpkırmızı kladsiya gülleri çok güzel görünmekteydi.

   Yatağından kalktı ve büyük ahşap kapıdan koridora çıktı koridor apaydınlıktı ve sonunda bir merdiven vardı. Merdivenden en üst kata çıktığında genişçe bir salonla karşılaştı. Burası taht salonuydu. Büyük tahtta Kraliçe Kladya ve yanında bir kızı ve bir oğlu oturmaktaydı. Kızının adı Lemory’di; oğlunun ismi ise Purialo’ydu. Purialo Ak Ordu’nun başkumandanıydı. Kızı Lemory’se sağlıkçıların başıydı ve Perennin ile özel olarak ilgilenmişti. İlk önce Kladya konuşmaya başladı:

   “Biz de seni bekliyorduk Perennin. Telepati yeteneği olan büyücümüzden senin geleceğin hakkında haberleri almıştık ve senin gelmeni bekliyorduk. Galiba ilk defa ışınlanıyorsun çünkü yaklaşık 5 saatten beri uyumaktaydın. Ama bu ilk sefer için gayet normal bir şey. Seni kızım ve oğlum ile tanıştırayım kızım Lemory ve oğlum Purialo.” daha sonra sözü Lemory aldı:

   “Tanıştığıma memnun oldum Perennin, gerçekten Kara Şato’da iyi bir dost edinmeyi başarmışsın.”

   “Ben de tanıştığıma memnun oldum Perennin.” dedi kuşkucu bir tavırla Purialo çünkü Perennin’in gözleri hala kahverengiydi.

   “Ben de hepinizle tanıştığıma memnun oldum, acaba saat kaç sorabilir miyim?”

   “Saat beş, neden sordun?” diye cevap verdi Lemory.

   “Beş mi?” derken Perennin gözlerinde bir ağrı oldu ve yaklaşık 5-10 sn için kör oldu. Sonra hiçbir şey olmamış gibi görmeye devam etti. Tekrar üç kişiye baktığında ise hepsinin memnun bir şekilde güldüğünü fark etti. “ Neden, gülüyorsunuz” diye sordu Perennin tekrar.

   “Kendi aramızda bir şey.” dedi Kladya ama hala gülmeye devam ediyordu. “İstersen biraz dinlenebilirsin. Lemory sana yol göstersin.” dedi.

   “Teşekkür ederim Kraliçem.” diyerek minnetini belitti Perennin ve Lemory’le birlikte odasına doğru yürümeye başladılar. Odasına geldiğinde burasının cennetten farksız olduğunu gördü, tabii ki Kara Şato’ya göre… Çok yumuşak bir yatak, duş ve akla gelebilecek her şey vardı. Ama en önemlisi ise dışarısının güzel mi güzel manzarasıydı.  Lemory odasını gösterdikten sonra utangaç tavırlarla odasından uzaklaştı. Perennin’e göre Lemory dünyanın en güzel kızıydı ve ona şimdiden aşık olduğunu anlayabiliyordu.

   İlk önce güzel bir duş alarak Kara Şato’daki pisliklerinden arınmalıydı. Duşunu aldıktan sonra banyodaki aynaya baktı ve gördüğü karşısında şaşakaldı. Gözleri kahverengiden maviye dönüşmüştü. Bu da artık iyilerin tarafında olduğunu göstermekteydi. Şimdi o üçünün kendisine neden güldüğünü anlamıştı. O artık iyilerin tarafındaydı ve onların da bütün kuşkuları yok olmuştu. 

   Hayatı 1-2 hafta boyunca Ak Ordu’da Purialo’ya yardım ederek geçti. Günler akıp giderken Lemory’e nasıl açılabileceğini düşünmekteydi. Kızın yanına giderken hep birisi ile karşılaşıyordu ve sonuçta açılamıyordı. Bir gün cesaretini topladı ve Lemory’nin karşısına gitti. Zaten buraya gelmesi de aniden olmamış mıydı? Sonra dedi ki:

   “Lemory sana olan duygularımı asla sözlerle ifade edemem o yüzden sana bunu hediye etmek istiyorum. Bu benim ustam Mellony’den öğrendiğim büyürlerle yarattığım minik bir köpek ve bunu hep yanında tutarsan ben senin nerede olduğunu bileceğim, seni görebileceğim, seninle konuşabileceğim; ayrıca sen de bu köpeğe bir şey olursa bana da bir şeyler olduğunu anlayacaksın yani aramızda bir bağ oluşacak. Dediğim gibi aşkımı sana kelimelerle ifade edemem ama seni çok seviyorum, hayatımın aşkı olur musun Lemory?”

   “Düşünmem lazım şimdi, ben Kraliçe’nin kızıyım sense sıradan bir ışınlayıcı. Ama şu şirin köpek için teklifini kabul ediyorum. Seni çok seviyorum ve teklifini kabul ediyorum Perennin! Kabul ediyorum!”

                                      BÖLÜM DÖRT: DÜĞÜN

                          

   “Hadi Perennin! Nerde kaldın, bak Lemory evlenmekten vazgeçecek haberin olsun. İki saatte bir damatlık giyemedin.” diye seslendi Perennin’in Ak Şato’da edindiği en yakın arkadaşı olan Kardo. Kardo Perennin Ak Şatoya geldiğinde onun yan odasında kalmaktaydı. Kara Ordu’nun adamları tarafından kovalanırken Ak Ordu tarafından kurtarıldı. Çocuğun gözleri çok maviydi. Saçları sarıydı, kaşları da saçları ile uyumluluk gösteriyordu. Esmer bir teni vardı, saçları ile zıtlık oluşturuyordu. Perennin ile aynı yaşlardaydı. Boyu ise Perennin’den yaklaşık beş santim uzundu.

   “Merak etme Kardo, o benden vazgeçmez; ne de ben ondan vazgeçebilirim. Ama acele etsem iyi olur. Çünkü Pex – Perennin’in Lemory’e verdiği hayvan - sayesinde onun huysuzlanmaya başlandığını anlayabiliyorum. ” dedi Perennin.

   “Tanrım, nasıl bir gelin damattan daha önce giyinebilir? Bence gelin sen olmalıydın Perennin.” dedi gülerek Kardo.

   “Hadi oradan, sadıcım olmasan burada seni bir güzel pataklardım ama zaten benim gibi yakışıklı biri yanında sönük kalıyorsun bir de yerin dibine girme.” verdiği cevapla durumu bir-bir yapmış olan Perennin.

   “Ha! Ha! Ha! Çok komik, espride üstüne yok yani! Tamam, bu kadar laklak yeter, birazdan kapıya dayanacak, çabuk ol erkek güzel!” dedi Kardo ve Perennin ile kapıdan dışarı çıktılar. Hava aydınlanmaya başlamıştı, düğün birazdan başlardı. Ak Şato’da önemli şeyler gündüz yapılırdı, karanlık fazla sevilmezdi. Damatla gelininin düğünün yapılacağı meydana çıkmalarını sağlayacak olan binaya doğru yürüyorlardı. Kapıda Lemory ve onun sadıcı Riel’le buluştular.

   “Dostum sana da Riel’i ayarlayalım, sonra da ben senin sadıcın olurum.” dedi Perennin Kardo’ya.

   “Yok, be dostum, ben bekârlık sultanlıktır diye düşünenlerdenim. Yani sana cevabımı kısa ve öz olarak söyleyeyim, hayır.”

   “İyi kendin bilirsin neler kaçırdığını bir bilsen…” dedi Perennin.

   Böylece konuşurken içeriye girdiler. Hava iyice aydınlanmıştı. Düğün on dakika sonra başlayacaktı.

   “Nasıl hissediyorsun?” dedi Lemory Perennin’e.

   "Nasıl hissettiğimi biliyorsun.” diye cevap verdi Perennin.
 
   “Henüz alışamadım ki, hem biz henüz evleniyoruz. Hiç konuşmayacak mısın benimle? Kararımı değiştiririm bak ona göre!” dedi Lemory.

   “Tamam, benim hemen kızan aşkım, tamam heyecandan titriyorum, ya sen?”

   “Nasıl hissettiğimi biliyorsun niye soruyorsun ki.” diye gülerek cevap verdi Lemory. Böylece düğün başlayana kadar birbirlerine takıldılar. Sonrasında hafif bir müzik çalmaya başladı ve Perennin ile Lemory kol kola yanlarında sadıçlarıyla dışarı çıktılar. O sırada Kardo’dan hafif bir sızlanma duydu Perennin.  Perennin sordu:

   “Neyin var? Bir sorun mu var?”

   “Yok sadece ışıktan gözüm ağrıdı.” Perennin buna şaşırmıştı çünkü kendi gözüne bir şey olmamıştı. O kadar da önemli bir şey değil deyip ilerlemeye devam etti. İleride çiçeklerle kaplı bir alana doğru yürüdüler. Alanın kenarında sadıçlarından ayrıldılar. Ak Şato’nun hükümdarı olduğu için nikahlarını Kladya kıyacaktı. Bu Perennin’in sıkılmasına neden oldu. Çünkü sonuçta o evleneceği kızın annesiydi. Kladya konuşmaya başladı:

   “Sen Perennin, uzun ömrün boyunca mecbur kalmadıkça Lemory’den ayrılmayacağına söz verir misin?” Perennin’in cevabı basitti ama bunu gayet coşkulu bir şekilde söylemişti:

   “Evet! Sonsuza dek evet!”

   “Sen Lemory, uzun ömrün boyunca mecbur kalmadıkça Perennin’den ayrılmayacağına söz verir misin?”


   “Evet Perennin, ölünceye kadar senden ayrılmayacağıma dair sana söz veriyorum!” sözü Kladya aldı:

   “Ben de sizi Ak  Şato’nun kanunlarına dayanarak karı-koca ilan ediyorum. Gelini öpebilirsin!” Böylece Perennin Lemory’i öptü. Sonrasında ikisi birlikte beklediler. Kladya yeni evlenen çifteleri hep Hayaller Adası denen Krionna’ya ışınlardı. Üçten geriye saydılar ve kendilerini boşlukta buldular.

                                     BÖLÜM 5: PERENNİN’İN ARDINDAN

                             
   

   Perennin, Mellony’nin gözlerinin önünde kayboldu. Mellony hayatı boyunca birçok şey görmesine rağmen ışınlama olayına akıl sır erdiremiyordu. Mellony, Elgaro’ya “Her an hazırda bekle, diğerlerine de öyle olmalarını söyle. Sizi alacağım. Perennin’in sözünü yerine ben getireceğim.” dedikten sonra Elgaro’yu kolundan tutup hücresine taşıdı.

   Hücresine doğru yolda ilerlerken, elinde tuttuğu lensleri gözlerine geçirdi kimse onun mavi gözlerini görmeden. Odasına girip hemen işe koyuldu. Kimse Perennin’in kaybolduğunu anlamadan Perennin görünümünde bir canlı yapmalıydı.

   Beyninin tüm kıvrımlarıyla düşünmeye, odaklanmaya başladı. Başında bir karıncalanma oluştu. Gözlerini kapadı. Kafasında Perennin’in görünümünü canlandırdı. Biraz süre geçince gözlerini açtı. Karşısında Perennin duruyordu.

   Perennin bomboş bakıyordu. Ne de olsa Mellony ona henüz bir komut vermemişti. Mellony düşünce yoluyla Perennin’e ayaklarını hareket ettirmesini ve ileri gitmesini söyledi. Aynı zamanda olacakları aklında canlandırdı. Ancak Mellony bu güne kadar hiç insan klonu yapmadığı için yürümesi başarısız oldu. Perennin ayağını dizlerinden kırdı ve yere düştü. Mellony onu tutmasaydı yerle bir olacaktı. Bunun üzerine ilerideki bir saat içerisinde Perennin’in klonunu kontrol etme denemesi yaptı.

   Kontrolü az da olsa sağlayabilince Mellony, Perennin’in koluna girdi ve dışarı çıktı. Avluya çıkıp her zaman Perennin’le yaptıkları gibi yürüyüş yaptı. Yürüyüş sırasında onları gören Ksilia avluya indi.

   “Doğunun ateşi sizinle olsun beyler!” dedi Ksilia.

   “Doğunun ateşi sizi yüceltsin kraliçem!” diye cevap verdi Mellony ve Perennin de onu taklit etti.

   “Kararın ne Perennin, şimdi açıkla yoksa açıklayacak zamanın olmayacak!” diye bağırdı  kraliçe. Mellony bunun üzerine Perennin’in kolundan ayrıldı ve düzgün yürütebilmek için büyük çaba sarf ederek Perennin’i Ksilia’ya doğru yürüttü. Her şey düzgün ilerlerdi. Perennin, Ksilia’nın önüne geldi. Tam o anda Mellony Perennin’in gözünü mavi renge çevirdi ve o anda olanlar oldu.

   “Muhafızlar!” diye bağırdı ve birden etraflarında yoktan var olurcasına bir sürü muhafız belirdi. “Perennin hemen infaz edilecek!” muhafızlar bu sözü duyar duymaz aralarından ikisi Perennin’i kollarından tutup büyük salondaki darağacına doğru sürükledi.

   Perennin salonun ortasındaki sehpaya çıkarıldı. Boynuna ip geçirildi ve herkes gelene kadar beklenildi. Önemli kişilerin hepsi geldiğinde Ksilia Perennin’in ayağının altındaki sehpaya vurdu. Çıkan “Tok” sesiyle Perennin’in hayatı son buldu. Tüm bu olaylar sırasında Mellony’nin gözünden bir damla yaş bile gelmedi. Ölen gerçek Perennin olsa bile gelmezdi. Çünkü Kara Şato’da ölenlerin arkasından ağlanmaz hele ölen iyiliğin tarafındaysa hiç ağlanmazdı.

   Perennin’in cesedi darağacından alındı ve diğer iyilerin ölülerinin olduğu çöplükten bozma mezarlığa gömüldü. Gömülme işlemi bittikten sonra Mellony Perennin’in klonunun yok olma komutunu verdi. Mellony çok iyi biliyordu ki diğerlerinin öldüğünü sandığı Perennin artık tozdan başka bir şey değildi.




24
Kurgu İskelesi / ESARET BEKÇİSİ
« : 25 Şubat 2010, 16:02:25 »
Arkadaşlar bu benim ilk denemem, bir arkadaşımla birlikte yazıyorum umarım beğenirsiniz;

    BÖLÜM BİR

   Karanlığın içinde süzülüyordum. Uyuyor muyum yoksa öldüm mü? Karanlıktan çıkmaya uğraşıyorum uğraşıyorum ama bir türlü çıkamıyorum. Karanlıktan çıkamamamın bir sebebi vardı anlaşılan… Derken karanlık birden ışıkla doldu ama bu sefer de gözlerimi açamadım. Derken beyazlığın ortasında siyah bir karaltı görür gibi oldum ve ardından boğuk bir ses duydum. “ Sınava hazırlan seni alacağım.” diyordu ses anlaşılan bir kabustu. Aniden bütün ışık kayboldu ve tekrar karanlığa gömüldüm. Bu seferki denememde gözlerimi açmayı başardım. Tek odadan oluşan evimizde yer yatağımda yatmaktaydım. Babam ve annem de diğer köşede uyumaktaydı.

Babam kahverengi saçlı ve mavi gözlü birisiydi, annemse siyah saçlı kahverengi gözlüydü. Annemin üvey annem mi yoksa gerçek annem mi olduğunu 14 yaşımda olduğuma rağmen anlayamadım. Hiçbir anne evladını döver mi? Babam söylemeye çalıştığım anda ise bana öyle bir bakış atıyor ki ağzımdan bir kelime çıktığında bir akbaba gibi beni kapmaya hazırlanıyor sanıyordum. Bense babamın da annemin de fiziksel özelliklerinden almamışım sarı saçlı ve kahverengi gözlerim var – kahverengi gözler sanırım annemden dolayı - . Keşke babama benzeseydim.

Evimizin dibinde bir okul var ama babam ancak ayda 400 lira kazanabildiği için okula gidemiyorum. Bir demircinin yanında çalışıyorum. Saate baktım saat yine gitme vaktine gelmiş,  yani saat 7 olmuş. Hadi Emre kalk ve ustanın yanına git de bir de ondan fırça yeme dedim ve kıyafetlerimi bir çırpıda üzerime geçirip kapıdan dışarı çıktım.

Demirciye geldim ve 5 dakika geç kaldığım için okkalı bir tokat yedim. Ceza olarak da bana şehrin ta öteki ucunda olan bara yolladı tabii yürüyerek. Şehrin en köhne, en varoş yerinde olduğumuz için hiçbir araba yok etrafımızda, zaten belediye de buradan bıkmış ve kendi haline bırakmış. Okula baksan zaten gitmediğime seviniyorum. Çünkü okul bir kişi içinde yürüse yıkılacakmış gibi duruyor.

Ara sokaklardan geçerken rüyamda gördüğüm siyah karaltıyı tekrar görür gibi oldum ve yine aynı sesleri duydum “ Sınava hazırlan seni alacağım.”. Sınav da neyin nesiydi diye düşünürken kulaklarımı patlatacak kadar tiz olan bir ses duydum ve kulaklarımı ve gözlerimi kapadım. Gözlerimi açtığımda karaltı yoktu.

Bara vardığımda yolda yaşadıklarımı düşünmekteydim. Kapıyı açtım ve bar sahibini bir yabancıyla konuşurken gördüm. Yabancı siyah bir cüppe giymişti. Ben içeri girince hemen ayağa kalktı ve yanımdan geçip çıkmaya yeltendi, çıkarken bana “Hazırlan çok yakında…” dedi. Ben şaşırarak adama döndüm ama adam gözlerimin önünde ortadan kayboldu. Bar sahibine sorduğumda ise hiçbir şey görmediğini söyledi. Halüsinasyon mu görüyorum? Sanırsam bunlar bir çıldırma belirtisi…

Bar sahibine demirci ustamın iletmemi istediği mesajı söyledim “ Çocuk artık sizinkilere emanet.” bu sözler bana bir şey ifade etmedi. Ama bar sahibi memnun bir ifadeyle sırıtınca umursamayıp çıktım. Kapıdan çıktım dümdüz ilerlerken gözlerim karardı ve kendimi yerde buldum. Yine sabahki karanlıkta süzülüyordum.


       Yorumlarınızı bekliyorum, eğer yazım yanlışı-noktalama yanlışı varsa özür dilerim beğenilirse devamını da yayınlayacağım.

Sayfa: 1 [2]