61
Kurgu İskelesi / Ynt: Rosemary
« : 11 Şubat 2010, 23:44:35 »
Yorumlar için çok teşekkürler. Hikayemiz bu dünyada geçiyor, benim temel konseptim olan Düş'ün paralel bir evreni ama bu dünya =) Zaman gel gitleri yaparken biraz araştırma yapıyorum hangi dönemde ne olmuş diye, destekli olması için çabalıyorum, umarım başarıyorumdur.
"Lütfen beyfendilere etrafı göster kızkardeş." dedi rahibelerden birisi. Eteklerimin ucundan tutup hafifçe eğildim, selam verdim.
"Hoşgeldiniz, lütfen beni takip edin."
Oniki kişilerdi, tam bir düzine. Yaşları 18 ile 50 arasındaydı bu beyefendilerin. Hepsi siyah takımelbiseler giymişti, siyah şapkalar takmıştı ve ellerinde son moda olan bastonlardan vardı. İçlerinden bir kaçının ellerinde deri eldivenler gözüme çarptı. Görmeye alışık olduğum düşük ya da orta tabaka halktan değillerdi. Aksanlarından İtalyan olmadıklarını rahatça çıkarabiliyordum.
Çocukluğumdan beri arşınladığım koridorlarda yolumu bulmak kolaydı benim için. Gözlerim kapalı bile bulabilirdim yolumu ki, etrafı anlatarak bu beyfendileri gezdirmek çok eğlenceli gelmişti bana. Avlu, bahçe, yemek salonu, şapel, mutfak... Yıllardır her bir saniyemi geçirdiğim yerler...
En sonunda baş rahibenin odasında durduk. Baş rahibe de, konuklar da uygun bulmadığı için yatakhanelere girilmemişti. Konuklar baş rahibenin odasındaki koltuklara otururken, ben çay ve ikram getirmek üzere mutfağa yollandım. Beyefendilerin en yaşlısı, ki bu kır saçlı, kafasının tepesi açık, gri gözlü, gençliğinde pek yakışıklı olduğunu düşündüğüm bir beyefendiydi, baş rahibe ile hararetlice bir şey tartışıyordu. Sanırım benim doğma büyüme İtalyan olduğumu düşündüklerinden, ingizlice anlamayacağımı düşünüyorlardı fakat biliyordum ve konuşulanları yarım yamalak da olsa anlıyordum. Bu beyfendilerin yeni kuracakları bir kilise için rahibelere ihtiyaçları vardı ve aldıkları belgelere göre bizim kilisemizden genç rahibelerin atanması rica ediliyordu. Daha önce hiç böyle bir şey duymadığım için garipsedim, ama sesimi çıkarmadım.
Yeni demlenmiş bir demlik çayı getirip, beyefendilerin fincanlarını doldururken, hepsinin tek tek bana baktıklarını fark ettim. Öğretildiği gibi başımı eğdim, gözlerimi kaçırdım. Tam doğrulup odadan çıkacaktım ki, beyefendilerin en genci, doldurduğum fincanı kenara koyup bileğimi yakaladı, diğer eliyle çenemi tutup başımı çevirdi ve gözlerime uzun uzun baktı. İlk başta gözlerimi kaçırdım ama bakmam için zorladı beni. Gözler yoktu sanki, simsiyah bir derinlik vardı gözbebeklerinin derinliklerinde. Hipnotize olmuş gibi bakakaldım ve elimi sertçe serbest bırakınca kendime geldim ancak. Binbir özür diledikten sonra başımı eğip kaçarcasına odadan kaçtım.
O zamanlarda, bu ufacık olayın belki de kaderimi değiştireceğinden habersizdim...
---
"Lütfen beyfendilere etrafı göster kızkardeş." dedi rahibelerden birisi. Eteklerimin ucundan tutup hafifçe eğildim, selam verdim.
"Hoşgeldiniz, lütfen beni takip edin."
Oniki kişilerdi, tam bir düzine. Yaşları 18 ile 50 arasındaydı bu beyefendilerin. Hepsi siyah takımelbiseler giymişti, siyah şapkalar takmıştı ve ellerinde son moda olan bastonlardan vardı. İçlerinden bir kaçının ellerinde deri eldivenler gözüme çarptı. Görmeye alışık olduğum düşük ya da orta tabaka halktan değillerdi. Aksanlarından İtalyan olmadıklarını rahatça çıkarabiliyordum.
Çocukluğumdan beri arşınladığım koridorlarda yolumu bulmak kolaydı benim için. Gözlerim kapalı bile bulabilirdim yolumu ki, etrafı anlatarak bu beyfendileri gezdirmek çok eğlenceli gelmişti bana. Avlu, bahçe, yemek salonu, şapel, mutfak... Yıllardır her bir saniyemi geçirdiğim yerler...
En sonunda baş rahibenin odasında durduk. Baş rahibe de, konuklar da uygun bulmadığı için yatakhanelere girilmemişti. Konuklar baş rahibenin odasındaki koltuklara otururken, ben çay ve ikram getirmek üzere mutfağa yollandım. Beyefendilerin en yaşlısı, ki bu kır saçlı, kafasının tepesi açık, gri gözlü, gençliğinde pek yakışıklı olduğunu düşündüğüm bir beyefendiydi, baş rahibe ile hararetlice bir şey tartışıyordu. Sanırım benim doğma büyüme İtalyan olduğumu düşündüklerinden, ingizlice anlamayacağımı düşünüyorlardı fakat biliyordum ve konuşulanları yarım yamalak da olsa anlıyordum. Bu beyfendilerin yeni kuracakları bir kilise için rahibelere ihtiyaçları vardı ve aldıkları belgelere göre bizim kilisemizden genç rahibelerin atanması rica ediliyordu. Daha önce hiç böyle bir şey duymadığım için garipsedim, ama sesimi çıkarmadım.
Yeni demlenmiş bir demlik çayı getirip, beyefendilerin fincanlarını doldururken, hepsinin tek tek bana baktıklarını fark ettim. Öğretildiği gibi başımı eğdim, gözlerimi kaçırdım. Tam doğrulup odadan çıkacaktım ki, beyefendilerin en genci, doldurduğum fincanı kenara koyup bileğimi yakaladı, diğer eliyle çenemi tutup başımı çevirdi ve gözlerime uzun uzun baktı. İlk başta gözlerimi kaçırdım ama bakmam için zorladı beni. Gözler yoktu sanki, simsiyah bir derinlik vardı gözbebeklerinin derinliklerinde. Hipnotize olmuş gibi bakakaldım ve elimi sertçe serbest bırakınca kendime geldim ancak. Binbir özür diledikten sonra başımı eğip kaçarcasına odadan kaçtım.
O zamanlarda, bu ufacık olayın belki de kaderimi değiştireceğinden habersizdim...