Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Black Helen

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 46
16
Müzik / Ynt: Şu Anda Ne Dinliyorsunuz?
« : 26 Kasım 2015, 18:22:45 »
Creep'in mükemmel bir caz versiyonu bu şarkı. Gerçi bu işe imza atan grubun her coverına bakmak lazım. Normalde hiç sevmeyeceğiniz popüler şarkıları bile dinletebiliyorlar size.

Creep - Vintage Postmodern Jukebox Radiohead Cover ft. Haley Reinhart

17
Oyunlar / Ynt: Steam ve Diğer Platformlar - Son Haberler!
« : 26 Kasım 2015, 17:30:29 »
Don't Starve Mega Pack'i bir ay önce otuz küsür liraya almış bir insan olarak gözümden bir damla yaş süzüldü indirimi görünce. Bu da bana ders olsun. BioShock'un Triple Pack'i ise sevinçten ağlattı, o ne indirimdir öyle  :blink

Bu arada Sid Meier's Civilization:Beyond Earth adlı oyun ilgimi çekti, güzel de inmiş fiyatı. Oynayan biri varsa tavsiye eder mi acaba?

18
Eğlence & Mizah / Ynt: Video Paylaşımları
« : 10 Kasım 2015, 00:06:28 »
Bu videoyu kitap fuarında Cixin Liu panelini izlerken ve sonrasında bol bol andım sanırım. Gerçi bu çok daha fena bir versiyonu. Kesinlikle dalga geçilecek bir durum değil demek isterdim ama videonun ana fikrini savunup altından kalkamayacağın işe girmeyeceksin diyorum. Bir gün simültane çeviri işine girmeyi düşünen tüm arkadaşların izleyip ibret alması lazım. Buradan buyurun.

Videonun kısa özeti: Gitme Nagehan!

19
Kurgu İskelesi / Ynt: Karantina
« : 09 Kasım 2015, 23:55:40 »
Öncelikle okuyup yorumlayan herkese çok teşekkür ediyorum. Sıradan gitmeden önce, bu öykünün benim için iki yönden deneysel olduğunu söyleyebilirim, o yüzden yaptığınız yorumlar çok değerli bulunduğum noktayı değerlendirebilmem açısından.

Sevgili Madcap, beğenmenize sevindim. Anadolu temasına bazı betimlemeleri yerleştirirken baya çekindim açıkçası. Dediğiniz gibi ortamla betimlemelerin dengesizlik yaratması beni ürküttü ama bir yerde de nasıl olacağını merak edip yazmıştım. Çok teşekkür ediyorum tekrardan  :)

Öncelikle yorumun için çok teşekkürler İhsan Abi. Başlığa metnin sonunu yazana kadar karar veremediğim için hikayenin başıyla pek ilgisi olamadı maalesef. Zaten senin de dediğin gibi hikayeye başlarken kafamda şekillenen kurguyla, bittiğinde karşımda duran kurgu birbirinden farklıydı.

Sevgili Fırtınakıran, beni yakaladın  ;D Dediğin gibi aslında her ne kadar kurguyu önemsesem de, bu öyküyü biraz da eğer Anadolu kültürünü işin içine katarsam nasıl bir anlatım benimserim sorusuna cevap bulmak için yazmıştım. Başta herhangi bir kurgulama yapmadan, o ortamı nasıl tasvir edebileceğimi görmek istedim. Yorumunu okuduktan sonra dönüp hikayeyi bir daha okuduğumda epeyce haklılık payın olduğunu görüyorum. Gerçekten de çözüm kısmına gelene kadar düğüm ve serim bölümlerini pek aydınlatamamışım.
Uzun cümleler konusunda diyebileceğim maalesef bunun benim kötü huyum olduğu. Yazarken ben de bir aksama hissediyorum ama dönüp bölmeye kıyamıyorum nedense. Bu konuda bir eleştiri daha almıştım demek ki biraz daha üzerine düşmem gerekiyor.
Bir de gerçekten de tedavül olması gerekiyor. Kavram karmaşası yaratmışım resmen :ne Teşekkürler fark ettiğin ve yorumladığın için.

Sevgili u.aslan, mekan betimlemesi yaparken işi biraz abartmak hoşuma gidiyor genelde ama okuyucuda bıkkınlık uyandırması tabi ki rahatsız edici bir durum. Bir daha yazarken bunu da göz önünde bulunduracağım. Teşekkürler okuyup yorumladığınız için  :)

20
İndirim konusundaki Kayıp Rıhtım kontenjanı cidden çok işe yaradı, belirtmeden geçemeyeceğim. Kendi adıma, epeydir görmediğim kişileri görmek, yeni insanlarla tanışmak ve topluca vakit geçirmek her şeye değdi. Cixin Liu söyleşisi simültane çevirideki bazı sorunlar dışında keyifliydi, gelemeyen arkadaşlar güzel şeyler kaçırdılar. Barış Müstecaplıoğlu ve Cixin Lui gibi başka bir ortamda yan yana biraz zor göreceğimiz iki yazarın fikir alışverişini dinleme şansı bulduk. Sonrasında da azcık sıra bekleyip imzamızı kaptık. Her ne kadar yorulsam da yine olsa yine giderim. Maksat hep beraber güzel zaman geçirmek ve bunu fazlasıyla başardığımızı düşünüyorum.

21
Kurgu İskelesi / Ynt: Karantina
« : 06 Kasım 2015, 21:33:38 »
Öncelikle yorumunuz için teşekkürler sevgili darrel standing. Diyaloglar yavan kalmış mıdır diye bir endişem vardı açıkçası içime su serptiniz :D Hikayenin devamını getirmeyeceğim çünkü yarattığım evrende ufak detaylar dışında her gün tekerrürden ibaret olduğu ve çocuk da bu çemberi kıramadığı için devamı da aynı olurdu diye düşünüyorum :)

22
Kurgu İskelesi / Karantina
« : 06 Kasım 2015, 00:55:14 »
Karantina

Gölgeler yavaş yavaş rayları yutup, trenleri tedavülden kaldırırken, kasabadan adı unutulmuş köylere uzanan toprak yolda atılan telaş içerisindeki adımlar, toynaklar ve pençelere karışmaktaydı. Sefertaslarını şıngırdatarak yaylanan memurlardan,  eli şapkasının siperinde, omuzları çökmüş, düşünceli çiftçilere kadar herkes evinin yolunu hatırlamaktan gururlu, yüzlerce kez tekrarlanmış adımları takip etmekten gocunmaksızın ilerliyordu. Arada bir, tozu toprağa katarak geçen bir traktörün arkasına oturmuş genç kızların pomakça türküleri motor gürültüsüne karışarak bulutlara yükeliyordu.

Kemal Çavuş fazlaca keskin zekâsı ve dikkatiyle tanınmasına karşın, yolun kenarında kimseye selam vermeden, kaşları görüşüne perde indirmişçesine dalgın ve yanında akıp giden kalabalığa kayıtsız bir şekilde yürümekteydi. Esasında, içindeki kötü hissiyatın öğlen yemeğini fazla kaçırmaktan mı kaynaklandığını yoksa yerinde bir sezginin işi mi olduğunu sorgulamakla meşguldü. Bir ara kafasını kaldırınca, ovaların kıvrılıp yükseldiği tepelerin ardında izini kaybettiren kızıl ışık huzmelerini görüp adımlarını hızlandırdı. Karanlık çökmeden yuvasına dönmeliydi.

Nihayet evlerin, etrafında öbekleşip iç içe geçtiği köy meydanına vardığında sebepsiz bir rahatlama hissetti. Kahveden fırlatılan selamları kafasının tek hareketiyle yanıtladı. Veresiye hesabını kapatmış olmanın getirdiği öz güvenle bakkalın önünden dimdik geçip, evinin bahçe kapısına ulaştığı anda, ince duvarların içinden geçip kendisine ulaşan şıngırtıları ve bağırışları duydu.  Bir anda o munis, düşünceli kişiliği yerini gazap dolu, çalkantılı bir ruh haline bıraktı. Bıyıkları sinirden titrerken “Allahın cezası yine azdı.” diye söylendi. “Dininde imanında, borçlarını zamanında ödeyen, haram yememiş bir kulunum ben, ne garezin vardı da verdin şu belayı başımıza?” diye düşünmekteydi bir yandan da. Sonra aniden fazla ileri gitmiş olabileceğini fark edip “Tövbe estağfurullah!” diye iç geçirdi. “ Bu gavat yüzünden günaha da giriyoruz!”

Neyle karşılaşacağını çok iyi biliyordu Kemal Çavuş. Neredeyse bıkkınlıkla eve girip, dar koridorun en dip, en karanlık köşesindeki odaya ilerledi ağır ağır. Eşikte durup içeride sürüp giden trajikomik sahnenin tüm ayrıntılarını incelikle zihnine kazıdı ki öfkesi en gerçek, en etkili formuna bürünebilsin ve sonradan vicdanına iğne batıracak her türlü küçük merhamet belirtisi nefes alma şansı yakalayamadan bu sahnenin uyandırdığı tiksintide boğulabilsin.

Önceden sade döşendiği belli olan, karanlık ve şimdi bir Goya tablosunun dağınık ürkünçlüğüne bürünmüş odaya, iki köşeye çekilmiş dehşetle birbirlerini süzen çocukla kadının diken üstündeki sessizliği hakimdi. Kadının dağınık kınalı saçları ve o saçlara dolaşmış yazmasının çevrelediği, yaşlar ve çiziklerle bulanmış suratına donuk bir öfke yerleşiyordu yavaş yavaş.  Çocuk ise sapsarı yüzü ve tüm çelimsizliğiyle kaskatı kesilmiş vücuduna derin bir tezatla öne çıkan vahşi, okyanusun dibine dek derinleşebilirmiş gibi görünen karanlık gözlerini kadının üstünden bir saniye olsun ayırmıyordu. İkinci sınıf bir kovboy filmine meze olabilecek yavanlıktaydı havadaki gerilimin kokusu.
  
Çavuş bir an durdu, içindeki son mantık kırıntılarını da süpürecek kadar derin bir nefes aldı. Sonra da avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. “Ulan siz beni deli mi edeceksiniz! Her Allah’ın günü böyle mi gireceğim eve ben! Yettiniz artık, huzur bırakmadınız adamda.”
Sarf ettiği son kelime daha duvarlarda yankılanmayı bile bitirmemişken yıkıcı bir süratle odaya dalıp çocuğun koluna yapıştı. Çığlık çığlığa karşı koymaya başladı çocuk. O anda, kasılmış vücudundaki tüm yaşam gözlerinde toplanmıştı sanki. Avcı tuzağından canı pahasına kurtulmaya çalışan bir yabani hayvan gibi inleyip kıvranıyordu. O yaygara kopardıkça Çavuş iyice zıvanadan çıkıyordu. “Ne demek insan görmek istemiyorum, dışarıya çıkmam. Elin iş tutsun be artık yeter. Yer verdik yurt verdik, yetim halinle dışarıda koymadık. Akıllanırsın dedik sustuk ama fazla oldun sen. Madem bizim gibi davranmıyorsun, o zaman hayvan gibi yaşa!”

Kadın sindiği köşede, üzerine binen büyük korkuyla titriyordu artık. “Yapma Kemal, çocuk işte anlamaz. Bi tarafını çıkaracaksın, çekme!”

Fakat Kemal Çavuş çoktan çevresini algılayabildiği eşiği geçmişti. Kendisi önde yaka paça sürüklediği çocuk arkasında ahıra kadar bir nefeste gittiler. Perde aralıklarından onları izleyen komşular Çavuş’un çocuğu ahırın içine fırlatıp, kapıyı sürgülediğini zar zor görebildi. Sonrası sessizlikti. Gece tüm kanıtları yutmuş, tüm sesleri, ışıkları içine çekip tüketmişti. Ta ki yenileri doğana kadar…

“Hayvan sensin asıl! El kadar çocuğa ne edersin aklın alır mı senin? Çocuktur korkar, oyun eder, belki de beni kızdırmak ister. Elbet büyüyecek eli ekmek tutacak. Küçücük çocuğu para diye hırpalayacak kadar da mı vicdanın kalmadı!” Kadın sonunda korkusuyla öfkesi arasındaki üretici dengeyi kurabilmişti.

“Sus be, dır dır dır. Bir şeyden anlamazsın, katkın olmaz, sade konuşursun. Ben adam etmeye uğraştıkça sen şımart şu veledi. Bacının oğludur dedim, gariptir dedim bağrıma bastım. Her gün saatlerce çalıştım, boğazınızdan bir şey geçsin, ele güne rezil olmayalım diye. Ama yok yaranamıyoruz kardeşim. Yok!” Çavuş’un son çıkışından sonraki bir saniyelik sessizlik yaklaşan son yıkıcı dalganın uğultusuyla doluydu.
Kadının kekremsi kahkahası mahallede kavgayı izleyen herkesi afallattı. Normalde tartışma burada biterdi, hep bitmişti. Ama bugün bir tuhaflık vardı, bir uğursuzluk.

“Sen ailenin rızkını, evde seni bekleyen karınla, bir garip yetimin rızkını içkiye yatır, kafandaki son tele kadar borca bat. Sonra kalk yaranmaktan bahset. Bakkala sor bitti zannettiğin o borç, ayda iki kuruş ödemekle kapanır mıymış. Üstümüze yıkacaksın her şeyi. Bilmiyor mu- “

Sonrasını köydeki kimse duyamadı. Karanlık katlanıp büküldü, siyah bir sis gibi köyün üzerine indi. Kimse ne olduğunu anlayamadan, herkes karanlığın bir parçası olmuştu. Bedenler, ruhlar, varlıklar tek tek silindiler.

Bütün canavarlar hiçliğe karıştıktan sonra çocuk ihtiyatla ahırın penceresinden atlayıp açığa çıktı. Hepsi gitmişlerdi. Kendini bildi bileli onu dehşete düşüren bütün o şekilsiz, kabus yakıtından yapılmış, çarpık yaratıklar yok olmuştu. Doğduğu günden beri dehşet içerisinde, ait olmadığı bir ırkın arasında yaşıyordu. İnsan değildi onlar. Ya da onlar insandı kendisi başka bir şey. Tiksiniyordu, korkuyordu hepsinden. Karanlıktan, duvarların arasından çıkmıyor, evinin içine kadar girmiş o hilkat garibeleri de dahil hiçbirini yakınına yanaştırmıyordu.

Kaç kare kaçmaya çalıştıysa da bu köyden çıkamıyordu. Her yol buraya varıyor, her tabela burayı gösteriyordu. Sonsuzluğa sabitlenmiş bir cehennemdi burası. Zamanı ve mekânsal varlığı olmayan bir sistem hatasıydı. Gerçek olmamalıydı fakat yaratıcının çarpık mizah anlayışı sayesinde bir şekilde bugüne kadar varlığa tutunmuştu. Her gün bir diğerinin aynısıydı. Gün aynı şekilde doğuyor, hayat aynı şekilde akıyor ve karanlık aynı şekilde çöküyordu.

Bugün ise farklıydı, öyle olduğunu biliyordu çocuk. Tartışma uzamış, yarım kalmıştı. Belki de buranın sonu gelmişti. Güneş doğmayacaktı ve nihayet kendi dünyasının kapısı açılacak, karışıklık için kendisinden özür dilenecekti. “Burası…” diyeceklerdi “Defolu olanları koyduğumuz yer. Bir karantina. Sizde bir karışıklık olmuş. Kusura bakmayın.” Artık umutluydu, gülümsüyordu çocuk. Karanlıkta var gücüyle koşuyor, kendi dünyasının kapısını arıyordu.

Karanlıkta ağaçlara çarpa çarpa, körlemesine tırmandı tepeleri. Sonra daha az ağaca çarpmaya başladı. Ağaçlardan kaçınıyordu artık. Sonra yerdeki çukurlara dikkat etmeye başladı. Takılıp düşmek istemiyordu. En sonunda açıklığa çıktığında hare hare yükselen sarı ışıkta bedenini inceledi, bir yarası var mı diye baktı. Gözlerinden akan yaşları engelleyemiyordu. Güneş onun göz yaşlarıyla sönmeden yükseklere tırmanıyor, gün yeniden başlıyordu.

------
“Bey, kalk çabuk! Oğlan yine evden kaçmış!”
Çavuş yatakta gerinip, yarım açtığı gözlerle tepesinde dikilen karısına bakıp homurdandı.
“Her Allahın günü o kaçmaktan yorulmadı, jandarmalar bulup getirmekten.”

23
İncelemeyi de röportajı da keyifle okudum. Ben yazar röportajlarından daha çok seviyorum çevirmen röportajlarını açıkçası. Röportajın sonunda dendiği gibi işin mutfağını görmek, çevirinin içindeki zorlu kısımların nasıl aşıldığını öğrenmek beni heyecanlandırıyor. Diğer yandan çevirmen yazarı izleyen, çözümleyen objektif bir göz ve bazen de kitap üzerinde en az yazar kadar - belki de daha fazla- kafa patlatan ikinci bir kaynak. Bu yüzden bu kaynaktan gelen analizler her zaman memnuniyet verici oluyor kendi adıma.

İncelemeyi ise tamamıyla okumak isterdim ama atlamanın önerildiği kısımları atladım. Bu kadar heyecan uyandırıcı bir kitabı okuyacaksam aklımda hiçbir ön bilgi olmadan, kendim keşfederek okumak istiyorum. Kitabı ele geçirip okuduktan sonra, hakkını vermek üzere tekrar döneceğim incelemeye. Ama okuduğum kadarıyla, birkaçı dışında uzay operası türüne kanı ısınamamış benim gibi bir okuru bile meraklandıran, istekle dolduran bir incelemeydi. Kitap fuarı listesi kabardıkça kabarıyor, önünü alamıyoruz  ;D Ellerine sağlık Fırtınakıran, senin incelemelerinin ikna gücü çok hoşuma gidiyor  :)

24
Tam da Tüyap'tan ufak ufak soğumuşken ilaç gibi gelen bir etkinlik haberi oldu. Kaçmaz bence  :uhe

25
Oyunlar / Ynt: The Last of Us
« : 27 Ekim 2015, 18:05:34 »

Ellerine sağlık, çok güzel bir yazı olmuş :). Keyifle okudum doğrusu. Öte yandan, bu oyunun konsept çizimlerine bayılıyorum (mantarsız olanlar). Oynasam çok seveceğime dair de bir his var içimde doğrusu. Zaten senaryo kendini çoktan kanıtladı. Güzel kurgulu bir oyundan daha başka ne istenir?

Yalnız buradan hareketle görüyoruz ki Black Helen'ın konsolu var. Ben de almayı planlıyorum (erteliyorum sürekli o ayrı). Bohçanı toplayıp bize gel bir gün :hömm:.

Oyunun içinde çok fazla enfeksiyonluyla karşılaşmıyoruz aslında, belli yerlerde varlar ve o bölümler geldiğinde anlaşılıyor zaten çıkacakları. O yüzden kolu başkasına atacak kadar vakit oluyor  ;D Konsola da buyrun beklerim, altın günü kıvamında konsol günü yapabiliriz hatta  :P

arada yapımcılar- sanki- ağzından kaçırmıştı oyunun ikincisinin çıkacağını. Yanlış mı hatırladım acaba?
Hatta şu videodan çıkarmışım bu izlenimi: https://www.youtube.com/watch?v=ifsHGORFTE0
Oooo bunu duymamıştım ben. Eğer ciddiler ise üzerilerinde ne kadar ağır bir yük olduğunun farkındalardır umarım. Çünkü oyuncunun beklentisi çok yüksek, kötü bir iş çıkarma şansları yok :)

Hepinize çok teşekkürler yorumlarınız için  :)

26
Oyunlar / The Last of Us
« : 26 Ekim 2015, 01:12:31 »

Bugün sizlere çıkışının üstünden iki sene geçmiş olmasına rağmen hala oyun dünyasına iç geçirtmeye devam eden müthiş bir yapımdan bahsedeceğim (Sadece oyun demeye yüreğim el vermiyor). Açıkçası hala başlığının açılmamış olması beni şaşırttı ama olsun siftahı ben yapayım.

Öncelikle bence iki tip insan vardır: Oyunu oynamayı sevenler ve oyunu izlemeyi sevenler. Ben ikinci grup insan tipine dahilim. O yüzden genelde sağlam bir senaryosu, konu akışı olmayan oyunların başına pek oturmam. Last of Us ise gerek senaryosu, gerek karakterlerin doyuruculuğu açısından harcadığım her saate değen, hatta iki katını daha seve seve harcatabilecek bir oyundu.

Peki konumuz ne? İlk uyarım şu yönde olacak, eğer çevrenizde “Zombi oyunu bu ehüehü…” tarzında boş konuşanlar olursa kendilerine itinayla en yakın arama motoruna kadar eşlik edip şu arkadaşın resimlerini göstermenizi istiyorum. HAYIR ZOMBİ YOK. Yani kimse ölümden falan dönmüyor. Sadece normal hayatta da pek çok canlının vücuduna girip, beyinlerini işgal ederek varlığını sürdüren Cordyceps isimli sevimli mi sevimli bir mantar türünün evrimleşerek insanlara da bulaşabilir hale gelmesi üzerine yaşananlar konu ediliyor oyunumuzda. Bu mantar size ısırık ya da havaya yayılan sporlar yoluyla bulaşabiliyor. Zombi konseptiyle tek benzerliği de enfeksiyonlu insanların saldırgan davranışları ve kendilerinde olmayışlarından ibaret.


Oyun, başlangıçta gördüğümüz, hastalığın ilk yayılma evresinden yirmi yıl sonrayı konu alıyor. Doğal olarak dünya üzerinde tam bir sefillik hali sürüp gitmekte. Sağ kalabilmiş insanlar ya doğada kendi imkanlarıyla hayatta kalmaya ya da ordu koruması altında olan küçük “kurtarılmış bölge”lerde kısmen düzenli bir yaşam kurmaya çalışıyorlar. Bir diğer yandan da ordunun despot ve acımazsız yöntemlerine karşı ayaklanmış “Ateş Böcekleri” adlı illegal bir örgütün bu salgına karşı bir çözüm üretebilmekle uğraştığını görüyoruz. Şehirlerden uzakta ise ortalık yağmacı gruplarla dolup taşmakta ve bana inanın oyun boyunca en çok başımıza bela açanlar bunlardı.

İşte böyle bir terör ortamında ana karakterlerimizden biri olan orta yaşlarının sonunda, silah kaçakçılığıyla uğraşan, yalnız ve huysuz Joel’e Ateş Böcekleri’ne götürülmek üzere Ellie adında on dört yaşında genç bir kız emanet ediliyor. Ve oyun genel olarak bu ikilinin hedeflerine ulaşana kadar başlarından geçen maceraları konu alıyor. Zaten oyunu oynayan diğer pek çok insan gibi ben de, oyuna asıl tat katanın bu iki karakter arasındaki ilişkinin gelişimi olduğu konusunda hem fikirim. Joel’in Ellie’yi bir yük gibi görmesiyle başlayan süreç oyunun sonundaki o meşhur karar sahnesine kadar ikili arasındaki bağın nasıl güçlendiğini seyrettiriyor bize. Ve aslında o çok kaliteli bir dram filmi izliyormuşuz tadını veren de dış dünyanın mahvolmuşluğu değil, bu iki umutsuz ve içinde yaşadıkları hayata kızgın karakterin birbirlerinde yeniden güven ve sevgi duygularını bulmaları. Bu yönden konu olarak benzemese de o baba-kız ilişkisini The Road adlı filmdeki ilişkiye benzeten arkadaşlarım var, ben onların yalancısıyım.

Çok kısa oynanışı da ele alıp kendi köşeme çekileceğim yoksa on sayfa anlatırım yine de sıkılmam. Söylenmesi gereken ilk şey cephane bulmadaki sıkıntı - eğer normal ya da üstü bir modda oynuyorsanız- ki bu durum bazı eleştirilere de yol açmış internet camiasında. Bazen cephane bulmak o kadar sıkıntı hale geliyor ki "cephane bulmuş Joel" diye özel bir terim türedi bu yokluktan. Kardeşimi buzdolabını falan yağmalarken bulunca kullanıyorum ben bu lafı, o görüntüye cuk oturur. Şahsi düşüncem bu cephane azlığının zaten oyunun konsept olarak sessizliği tercih etmesinden ileri geldiği. Ki muhtemelen haklıyımdır çünkü tek el ateş etmeden oyunun pek çok bölümü rahatlıkla geçilebilir.


Oynanıştaki güzel detaylardan birine değinip kayboluyorum. Genelde Joel'i yöneterek oynuyoruz oyunun genelini ama Ellie'ye geçtiğimiz kısa ve kıymetli bir bölüm de yok değil. Bu bölümlerde Joel'i oynarken kullandığımız yakın dövüş taktiklerini kullanamıyoruz, daha hızlı yoruluyoruz ve daha kolay hasar alıyoruz. Yani oynanış baştan aşağıya değişiyor. İşte oyunun bu inceliği, bu detaycılığı beni asıl metheden kısım olmuştu.

Müziklerin muhteşemliğinden bahsetmezsem bu gece uyuyamam. Gustavo Santaolalla harika bir iş çıkarmış ve belki de Last of Us'ı, Last of Us yapan ruhu yakalamış bu parçalarla. Her birini hayatımın arka fon müziği yapmak istiyorum. Açın buradan dinleyin.

Çizim kalitesinden zaten bahsetmiyorum. Velhasıl alınız oynayınız, yok eğer elimde gerekli konsol yok diyorsanız açın gameplayleri izleyin zaten çoğu filme taş çıkarır oyun. Bir de bu oyunu tekrar aklıma getiren ps store indirimini kaçırmayın, inanılmaz cüzi bir miktarda şu an oyunun fiyatı.

PS: Yakın zamanda çıkan "Left Behind" isimli minik eklentinin ne kadar güzel ve yerinde olduğunu oynayınca anlarsınız. Şahsen oyunun devamının gelmeyecek olmasının acısını biraz dindirdi.


27
Okumamın üzerinden birkaç sene geçmiş olmasına rağmen hızlıca üzerinden bir daha geçip hevesle katılacağım ben de. Okuyamayan arkadaşların da kısa zamanda okuyabileceğinden eminim zira Fiddler'in de dediği gibi oldukça akıcı bir kitap. Saatlerimizi bir türlü ayarlayamadığımız şu günlerde Hayri İrdal'ın gücü bizimle olsun!

28
Yıldız Savaşları / Ynt: Star Wars VII: The Force Awakens
« : 20 Ekim 2015, 21:29:30 »
Film de fragmanı kadar güzel olsun lütfen, lütfen, lütfen (100 küsür daha lütfen). Han Solo'yu da gördükten sonra beklentim o kadar yükseldi ki, eğer kötü olursa o hayal kırıklığıyla nerelere giderim, kendimi hangi dağlara vururum bilemiyorum gerçekten.

29
Kurgu İskelesi / Ynt: İlham Patilerimin Arasında
« : 14 Ekim 2015, 19:19:45 »
Ah o kediler yok mu!
Aslında bu öyküyü dün akşam okumuştum ama o mahmurlukla doğru düzgün yorum yapamam diye bugüne bırakmıştım. Aradan geçen zaman zarfında ara ara hatırıma gelen ve beni gülümseten bir öykü oldu. Ellerine sağlık Hazal Abla. Böyle masum, iç açan öykülere ihtiyacımız vardı şu sıralar.

30
Tartışma Platformu / Ynt: Zaman Fakirliği
« : 14 Ekim 2015, 00:22:16 »
Bu zaman kıtlığının başka bir versiyonundan da ben mustaribim. Yapılacak işlerden ziyade hobilerime ayırdığım zamanlar çakıştığında kendimi evlat ayıran ebeveyn gibi hissediyorum. Mesela izlemek istediğim filmler, okumaya ayırdığım zamanı işgal edebiliyor. Ya da arkadaşlarıma ayırdığım zaman kendi başıma geçirmek istediğim vakti yok edebiliyor.

Bunun olmaması için yapılacak tek şey herkesin dile getirdiği gibi program yapmak. Oturup önceden bir haftayı programlamak gerekiyor. Bu yönden eğer şu anda kullanmıyorsanız ajanda kullanmaya başlamanızı öneririm. Hayatımda edindiğim en işe yarar alışkanlık kesinlikle ajanda alışkanlığı.

Bir de kişisel gözlemimi dile getireyim. Yaptığınız işi en hızlı ve verimli biçimde bitirebilmek için mekanı iyi seçmek lazım. Mesela ders çalışmak, yazmak ve kitap okumak gibi yüksek konsantrasyon gerektiren işleri mümkün olduğunca odamın dışında, okulun kütüphanesinde yapmayı tercih ediyorum. Çünkü içinde yatak, başka kitaplar ve bilgisayar olan bir odada yaptığınız işi bırakıp, nedensizce diğer işlerle dikkatinizi dağıtmanız çok olası. Ama kütüphanede önümdeki iş dışında alternatifimin olmadığının bilincinde olarak daha rahat ve hızlı çalışıyorum.

Uykuma düşkünüm, o yüzden bugüne kadar uykumdan mümkün olduğunca az kıstım. Bunu faydasını da gün içinde yaptığım işlerde görüyorum. Kafa yorgunken ne kadar efor sarf ederseniz edin nafile. Sosyal aktivitelerimi de mümkün olduğunca arkadaş çevremle vakit geçireceğim biçimde ayarlıyorum ki bir taşla iki kuş vurayım, kulüp saatleri dışında çok fazla zaman ayırmak zorunda kalmayayım. Şimdilik idare edebiliyorum bu şekilde ama zamanı verimli kullanıp kullanmadığımdan tam olarak vizelerden sonra emin olabileceğim sanırım  ;D

Bir de ne kadar ipleri elinizde tutmaya çalışırsanız çalışın bir pürüz çıkabilir karşınıza. Çoğu insan zaman yetersizliğiyle ilgili sıkıntı çekiyor. O yüzden arada bir akışına da bırakmak lazım.

Başlığı görünce aklıma direk bu geldi.
Spoiler: Göster

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 46