Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Black Helen

Sayfa: 1 ... 42 43 [44] 45 46
646
Kurgu İskelesi / Denizden Gelen Sesler: Bölüm Beş
« : 23 Nisan 2010, 23:10:54 »
Bölüm Beş


Rüzgarın uğultusu ve dalgaların omurgaya çarparken çıkardığı sesler dışında sessiz olan güverteyi gözcünün bariton sesiyle inletti.
"Kara Göründü!"

Bir dakikaya kalmadan güvertede denizcilerin sesleri çınlamaya başlamıştı.Marte, dümenin başında uykusuz geçirdiği bir akşama rağmen gayet dinçti. Zaten artık uyumak onun için bir gereksinim olmaktan çıkmıştı, rüya görmekten korkar hale gelmişti.Sırf rüyasında o akşamı bir daha yaşamamak için...

Kaptan, Marte'yle büyük bir tezat oluşturarak gayet neşeli ve dinç bir şekilde güverteye fırladı.Aslında haklıydı.Haftalardır bu günü bekliyordu. Heyecanla içinde dürbününü çıkarıp Batı Hint sahillerini taradı.Hindistan ucuz baharat, işçi,köle ve kumaş bulabileceğiniz nadide yerlerden biriydi.Doğal olarak kaptan için ticari bakımdan paha biçilemezdi.

Marte haritalara tekrar bakmak için başını çevirdiğinde ona doğru sendeleyen Nico'yu gördü. Belli ki çocuk daha yeni uyanmıştı .Uyku sersemliğiyle etrafta ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.Marte'nin yanına geldiğinde de günaydın bile demeden soru sormaya başladı.

"Ne oluyor?"
"Batı Hint sahillerine vardık?"
"Peki ne zaman limana demir atmış oluruz?"
"On beş dakika falan sonra."

Çocuk aldığı cevaplardan pek tatmin olmamıştı.Fakat çenesini kapatmayı tercih edip genç adamın yanında dikilmeye devam etti.Marte çocuğun neşesini yerine getirebilmek için bir öneri ortaya attı.

"Baban izin verirse seninle biraz dolaşırız.Uzun süredir bir hançer almayı planlıyorum.Diğeri paslanmaya başladı."
 
Çocuğun gözleri bir anda parladı.
"Olur."

Genç adam, çocuğun neşeyle bir ıslık tutturup, sancak tarafına yürümesini izlerken hafifçe gülümsedi.Bu çocuğu gerçekten seviyordu.

Tam on beş dakika sonra gemi limana yanaşmış, bütün hazırlıklar yapılmış ve Marte'yle Nico kaptandan izni koparmışlardı bile.
Marte gemiden inerken yanındaki Nico'yla sohbet ediyordu.Hint mahallelerindeki pazarları görünce ikisinin de hayretten gözleri büyüdü. Her renkten, milletten ve dinden insan vardı.Pazar alanı sanki sonsuza kadar uzayıp gidiyordu.Bir tarafta rengarenk kıyafetler, bir yanda ikisinin de adını bile bilmediği meyveler, diğer yanda çeşit çeşit göz alıcı mücehverler...

İkisi de ne yöne döneceklerine bir türlü karar veremiyorlardı.Sonunda kendini ilk toparlayan Marte oldu. "Peki...Tamam, ilk önce ben biraz mercan taşı almak istiyorum.Oyacağım onca heykel motifi var daha."

Nico hiç ses çıkarmadı.Belli ki hala çevresinden gözlerini alamıyordu.Ancak Marte yürümeye başladığında onu takip edebilecek kadar kendine gelebildi. Genç adam hemen önlerindeki tezgahtaki adamla hızlıca Nico'nun anlayamadığı bir dilde konuşmaya başladı.En sonunda tezgahtaki adam, bir avuç renkli mercan taşını keseye doldurup genç adama uzattı.

O tezgahtan ayrıldıklarında Nico Marte'ye dönüp " Hintçe biliyor musun? " diye sordu.
"Hayır.O sadece Latince'ydi."
"Hımmm..."
"Şimdi bir silah dükkanı bulalım."
"Peki."

İkisi arka arkaya kalabalığın içinde yol alıyorlardı.Marte birden tabelası kırık dökük, kirli camları olan bir dükkana daldı.Nico da tam arkasında biraz şaşırmış olmasına rağmen teklemeden onu takip etti.

Dükkanın duvarları rutubetten soyulmuştu.Loş ışığın altında direk parlayan silahlar ilgi çekiciydi. Dükkanın sahibi olduğu belli olan yaşlıca bir adam oturduğu sandalyeden onları izliyordu.İçeride yüzü görünmeyen başka bir taraftaki müşteri daha vardı.

Nico kılıçlarıyla ilgilenirken Marte hançerlerin olduğu kısma yönelmişti.

"Kaç...Hemen!"

Genç adam duyduğu bu sesle donakalmıştı.Bu..bu imkansızdı.Çevresine bakındı fakat kızı göremedi.Belki de hayal etmişti.Belki de...
Marte adam bakışlarını diğer müşterinin üstüne dikti. Adam bu ısrarlı bakışlardan rahatsız olmuş olmalı ki kısacık bir an başını kaldırdı ve yüzü göründü. Marte şok geçiriyordu. Neredeyse koşmaya yakın bir tempoda adamın yanına ilerledi.
Geçerken de Nico'ya öyle bir çarptı ki çocuk az daha masanın üzerine devriliyordu.

Marte adamın yanına vardığında adam da dönüp ona baktı.
"Bapiste!"
Bu parçalanan eski gemilerindeki topçuydu.Fakat nasıl olmuştu da hayattaydı? Oradaki herkes ölmüştü.Knuckturn asla arkasında tanık ve ya canlı bir yaşam formu bırakmazdı.

Bapiste korkudan gözleri fal taşı gibi açılmış bir halde "Kaç bu bir tuzak." diye fısıldadı.
Fakat artık çok geçti. Genç adam arkasına bile dönemeden boğazına dayanan bıçağın keskin ucunu hissetti.

"Yerinde olsam kıpırdamazdım. Yoksa hem sen hem de küçük dostun ölürsünüz." dedi saldırgan.
"Çocuğu bırakın.O bir şey bilmiyor."
"Olmaz.Çok konuşma."

Marte ense köküne yediği darbeyle sersemledi.Gözü kararırken tek dileği en azından Nico'nun kaçıp kurtulabilmesiydi.

647
Kurgu İskelesi / Ynt: Denizden Gelen Sesler= Bölüm Dört
« : 23 Nisan 2010, 17:11:47 »
 
Yeni bölüm gelecek mi? Sabırsızlanmaya başladım :)

Hikayeyi okulda yazdığım için biraz uzun sürebilir ama emin ol yeni bölümü beklediğine değecek.. :hiha:  :hmm

648
Kurgu İskelesi / Ynt: Ölümden Kaçmak
« : 23 Nisan 2010, 16:59:44 »
Şimdi ne yorum yapsam bilemiyorum. Hikâye gerçekten çok güzel bu yüzden de yorum yapmadan geçmek de istemiyorum.
Gerçekten de güzel bir kurgusu var. Kız koşmasının boşu boşuna olduğunu bilmesine rağmen koşuyor. Aynı şekilde yararı olmayacağını düşünüyor ama kendini savunmaktan geri durmuyor. Düşünüyorum da sanırım ben de onun gibi davranırdım.
Gayet güzel bir hikâye olmuş tebrik ederim :)

Karakterlere, özellikle kendi yapacağım şeyleri aktardığımda öykünün daha enerjik ve gerçekçi olduğunu farketmiştim.Bunu da ona göre yazdım.Yorumun için çok teşekkürler..

Gerçekten harika olmuş. Amras'a katılıyorum Ölüm öyle mi kokuyordur acaba gerçekten... =) Ben, o kokuyu hep sevmiştim, şimdi aklıma hep ölüm gelicek...

 Hikayen de kurgun da manyak olmuş. "Ölüm" teması da bir rastlantı olmalı... Aynı anda yayınladık. :)

Eline koluna sağlık... :)

Teşekkürler.Ölümün hep eski bir şey gibi koktuğunu düşünmüşümdür.(Sürekli bunun üzerine düşünüyormuşum gibi oldu  :xD)Aklıma ilk gelen şey de tavan arası oldu.Hikayeyi bir aya yakın bir süre önce yazıp bir yarışmaya göndermiştim.Beğenmene gerçekten sevindim. :)

649
Kurgu İskelesi / Ynt: Ölümden Kaçmak
« : 23 Nisan 2010, 16:51:16 »
Gayet jeneriklik, alıntı kitaplarını süsleyesi bir söz olmuş bu.

Hikayeye gelirsek, fazla sınırlar içinde kalmaya çalışan, tam bir "One Shot" öykü olmuş, yarışmalara katılan ve derece alan (bu birinci olmuş sanırım) öyküler üzerine yorum yapılmaz pek. Konsepte uygun demek ki. Lezzetli bir öykü. Tebrikler.

Teşekkürler.Beğenmenize sevindim.Özellikle yorum yapılması için paylaştım.Çünkü yazılarımın eleştirilmesinin ve başkalarının fikirlerini almanın her zaman yararlı olduğunu düşünüyorum.Yorumunuz için teşekkürler.

650
Kurgu İskelesi / Ynt: Deli Gibi Ölmek...
« : 23 Nisan 2010, 16:34:23 »
Berre'ye katılıyorum biraz daha uzun olabilirmiş.Fakat betimlemelerini sevdim. "Köyün delisi" sıfatını haketmiş ama.Bir an bütün köyü yakacak diye korktum.Mizah bir yana çarpıcı öyküleri severim.Özellikle kötü sonla bitiyorsa.(Sadist fikirler :D)
Hikayen güzeldi.Ellerine sağlık

651
Kurgu İskelesi / Ölümden Kaçmak
« : 23 Nisan 2010, 16:25:35 »
***Bir hikaye yarışmasına gönderdiğim bir hikayemdi.Konusu vampirler olsa da umarım beğenirsiniz...

ÖLÜMDEN KAÇMAK  

  Karanlık gecenin ağır ve hüzünlü sessizliğini telaşlı ayak seslerim bozdu.Soluk soluğa, ayaklarım yer yer çatlamış, ıslak asfalta değmeden koşuyordum. Buz gibi ayazda ağzımdan hızlıca verdiğim nefesim ince bir sis tabakası halinde göğe yükseliyordu. Bacaklarımdaki kaslar oksijen yetersizliğinden isyan çığlıkları atıyor ve sanki kızgın bir maşayla dağlanmış gibi alev alev yanıyordu.

  Şu kısa hayatımda bedevi şansım hep başıma bela açmıştı. Arkamdaki vampir buna örnek olarak gösterilebilirdi. Eğer durursam ya da tek bir defa dahi ardıma bakarsam ölümün kendisiyle yüz yüze gelirdim.Yine de beynimin panikten uyuşmamış bir tarafı kaçışımın boşuna bir yarış olduğunu tekrarlıyordu durmadan. Ölümden hızlı koşamazdım. Kaçış yoktu ve ben bu terk edilmiş ücra kasabada kapana kısılmıştım.

  Tavşan her zaman kaplumbağayı yenerdi. Mutlu sonlar masallara özgüydü. Ne yazık ki hayat bir çocuk masalı değil korku romanıydı. Hele ki benim tavşanım gözü kan bürümüş bir vampirse.

  Gökyüzünü kaplayan sis bütün ışıkları söndürmüştü. Öyle ki nesillerdir atalarıma yol göstermiş Kuzey Tacı’nı bile göremez olmuştum. Umutsuzluk attığım her adımda somutlaşmış gibi beynime sızıyor, ağzıma, burnuma, kulaklarıma doluyor ve görmemi engelliyordu.

  Sonunda bir anlık dikkatsizliğimin ve paniğimin kurbanı oldum. Ayağım kaldırımın yamuk taşlarından birine takıldı. Yüzümün yan tarafını kaldırıma çarpacak biçimde yere düştüm. Ayakkabılarım ayağımdan kurtulup ulaşamayacağım bir uzaklığa fırlamışlardı. Demek ki neymiş, disko topuklu bir ayakkabıyla vampirlerden kaçılmazmış. Üstüne üstlük yanağımdan çeneme doğru ılık ve yoğun bir sıvı akıyordu.

  Arkamdan zevkle boğuklaşmış yumuşak tınılı bir ses “ Mmm nefis kokuyorsun. Tıpkı fırından yeni çıkmış Fransız çörekleri gibi.” dedi.

  Belli ki başım bayağı dertteydi. Özellikle bir vampir tarafından yiyeceğe benzetiliyorsam. İyice paniklemiştim. Sendeleyerek yerden kalktım ve tekrar yüz üstü yere yapışmaktan son anda kurtulup yeniden koşmaya başladım.

 Arkamdaki ses sessiz gecede çınlayan küçük bir kahkaha attı. Bu cılız çabalarım onu eğlendiriyordu. Kafama dank eden düşünce bütün iç konuşmalarımı ve kara mizah diyaloglarımı bir ustura kadar keskin bir biçimde  yırttı. Ölümüne bahis oynuyordum. Arkamdan koşturan herifin tek derdi kanımı mideye indirip beni bu dünyadan postalamaktı.Ailemi, arkadaşlarımı ve küçük kedimi bir daha asla göremeyecektim. Bu kadar büyük bir darbeyi hafife alabilecek güçte değildim.

  Yaptığım yanlışların bedelini ödüyordum. Tüm hayatımda yaptığım sapkınlıkların karşılığı bir cezaydı bu çektiğim. Üniversiteye başladığımdan beri şımarık, kendini beğenmiş, züppe bir kızdan başka bir şey olamamıştım. Eğer böyle bir kız olmasaydım büyük ihtimalle bu gece diğer zengin çocuklarıyla alem yapmak için bir bara gitmeyecek ve en sona kalıp yolumu kaybetmeyecektim.

  Şimdi sanki geçmişimden ve yaptığım hatalardan kaçıyormuşçasına koşuyordum. Ardımdaki vampir her an yanımda bitebilirdi. Bu onun için avlanmak kadar kolay olurdu. Aklımdan geçen düşünceler tüylerimi gecenin yakıcı soğuğundan bile daha etkili bir biçimde diken diken etti. Benimle eğleniyordu. Kaçmama izin veriyordu. Sonunda pisikolojimin beni tuzağa düşüreceğini farkındaydı. Bu ona göre küçük bir eğlenceydi işte. Benimse son oyunum.

   Kurtulacağıma dair hiçbir umudum ve kaslarımda enerjinin zerresinin kalmadığı bir anda ufacık ve dar bir sokaktan gelen ışığı gördüm. Orada birileri olabilirdi. Bana yardım edebilecek birileri. Belki de o dar sokak işlek bir caddeye açılan bir geçitti. Her iki durumda da bunun anlamı kurtuluş demekti.

   Kaslarıma hiç bilmediğim ani bir güç doldu. Paniğimin yerini umut ve heyecan aldı. Artık çok eski çağlardan bana miras kalan bir içgüdünün gücü besliyordu beni. Vücudum tıpkı yaz gecelerinde ateşe doğru uçan pervaneler gibi ışığa çekiliyordu. Dönüşe üç metre kalmıştı. İki metre, bir metre…Tam tur dönüp sokağa girdim. Tam ciğerlerimi şişirmiş yardım çağıracaktım ki  tuğlalardan ötülmüş, sokağı boydan boya geçen duvarı gördüm. Çıkmaz sokak. Gözlerime inanamıyordum. Kurtuluşa bu kadar yaklaşmışken maraton bitmişti. Sonum gerçekten de pervanenin sonu gibi olmuştu. Kendisini yakıp yok edeceğini bile bile aşkla ateşe atlayan pervanenin sonu gibi. Ne olur ne olmaz diye duvara kadar koştum. Tuğlaları yumruklayıp yardım çağırıyordum. Ben farkında bile olmadan geç kalmış yağmurlar gibi göz yaşları dökülüyordu yanaklarımdan.

Duvarın dibine yığılıp kaldım. Arkamı dönüp baktığımda sokağın başındaki karanlık gölgelerin biçimlendiğini gördüm. Önce bir ayak, sonra yavaşça kollar, bacaklar, gövde ve en son da kafa çıktı karanlığın içinden.

Karşımda duran adam nefesimi kesecek kadar biçimli bir vücuda ve yüze sahipti. Kaslı kolları olmamasına rağmen rahatça ağaçları yerinden söküp atabilecek bir havası vardı. Siyah saçları ipeksi bir ışıltıyla parlıyordu. Dudakları hafif bir gülümsemeyle kıvrılmıştı. Aslında korkutucu değildi. Hatta şirin bile sayılırdı. Gözleri dışında.Gözleri tıpkı hiç durmadan etrafını yakıp kül eden alevler gibi kıpkırmızı parlıyordu.

  Onu karşımda görünce korkuyla duvara sindim. Sanki beni daha fazla korkutmamaya çalışıyormuş gibi yavaşça bana doğru yürüyordu.Bir yandan da “Şşş sakin ol. Canın yanmayacak.Hatta hiçbir şey hissetmeyeceksin.” diyordu. Onu uzaktan gören biri sevecen olduğunu hatta biraz fazla sevecen olduğunu düşünebilirdi. Fakat açık bir biçimde aç ve kana susamış bakan gözleri hiç de sevecen değildi. Zaten beni en çok korkutan da onun gözleriydi.

  Hala yavaşça bana yaklaşıyordu. Etrafıma bakındım ve yerde bulduğum üzerine çiviler saplanmış sopayı alıp savunma pozisyonuna geçtim. Eğer öleceksem ki kesinlikle ölecektim, en azından kendimi savunmuş olarak ölmeliydim. Babamın hep dediği gibi bir savaşa başlamadan o savaşı kaybedemezdin.

  Vampir elimdeki tahta sopaya bakıp yeniden bir kahkaha attı. Sonra da ben daha gözlerimi kırpamadan müthiş bir hızla yanımda belirdi. Şaşkınlık ve korkuyla bir çığlık atıp sopayı gövdesine savurdum. Darbem karşısında tek kasını bile oynatmamıştı. Kırılan onun kemikleri yerine sopam olmuştu.

  Elini uzatıp elimdeki sopayı alıp uzağa savurdu. Gözlerindeki karanlık ışıltı fazla sabrının kalmadığının göstergesiydi. “ Senin gibi güzel bir kızın telef olmasını istemezdim ama seni dönüştüremeyecek kadar açım.”dedi, hem karanlık hem de özür diler bir edayla.

  “ Senin gibi leşçil bir canavara dönüşerek yaşamaktansa ölmeyi tercih erdim. “ diye tısladım korktuğumu belli etmemeye çalışarak. Dik başlılığım ölümün kıyısında olsam bile bırakamadığım huylar listesinde sadece küçük bir bölümdü.

  Vampir gözlerini kısıp “ O zaman sana ölümü tattırmamda bir sakınca görmezsin. “ diyip cevap vermemi bile beklemeden üzerime atladı. Onun ağırlığıyla yere yıkıldım. Bir dağ kadar ağırdı.

Tıpkı normal bir erkek gibi kokuyordu. Biraz sabun, biraz deodorant ve biraz da nane.

Fakat çok daha eski ve rahatsız edici bir koku daha vardı bu karışımın içinde. Bu ölümün kokusuydu. Ölüm tıpkı yıllarca havalandırılmamış bir tavan arası gibi kokuyordu.

   O üstümdeyken çırpınıp kurtulmaya çalışıyordum. Fakat boşuna enerji harcamam bir yana onu daha da fazla kızdırıyordum.En sonunda yüzünü boynuma gömüp dişlerini geçirdi. Fazla acı verici değildi. Yerine saplanan bir iğne gibi bir anlık bir ürperti vermişti sadece.

  O zevkle kanımı emerken ben çırpınmaya devam ediyordum. Sonra yavaş yavaş kollarıma bir ağırlık çöktü. Gücüm kırılıyor ve giderek bitkinleşiyordum. Sonunda mücadele edecek halim bile kalmayınca kollarım yere düştü ve gözlerim yıldızsız karanlık gök yüzünü son kez görerek kapandı. Belleğimdeki anılar tıpkı mezarlarından fırlayan zombiler  beynime üşüştü. Eskiden film şeridi olayıyla çok dalga geçerdim. Şimdi bu deneyimi birinci elden yaşayınca yersiz eleştirilerimin gereksizliğini  ve ne kadar saçma olduğunu anlıyordum.

 Zaten kısa olan hayatımın gözümün önünden geçmesi saniyeler bile almadı. Sonrasında ise boşluk ve sek karanlık kapladı her yanı. Arta kalan tek şey ise sonsuzluğun verdiği uyuşukluk ve ebedi rüyalar oldu.


652
Kurgu İskelesi / Ynt: Yıldırım Yürek
« : 13 Nisan 2010, 20:21:01 »
Vay canına. Bir PJ uyarlaması daha. İlk bölümden itibaren istikrarlı bir güzelleşme var. Son bölümde ise kehanet süperdi.Giderek bölümlerin uzunluklarını arttırman çok iyi.Umarım bu tatda yazmaya devam edersin.Eline sağlık...

653
Kurgu İskelesi / Ynt: Denizden Gelen Sesler: Bölüm Dört
« : 20 Mart 2010, 21:59:37 »
Bölüm Dört



Marte, sakince güverteyi paspaslayan Nico'yu izliyordu. Nico ikide bir önüne düşen sarı saçları terli alnından itip ufka  bakıyordu. Marte bu küçük çocukla ne kadar çok ortak yönleri olduğunu gördüğünde şaşırmış fakat şaşkınlığı üzerinden atarak kısa bir süre içinde küçük çocuğu kardeşi gibi benimsemişti.

Elindeki oyulmuş mercana son bir kez daha göz attı. Sarı güzel mercanı ilk önce bir güzel cilalamış sonrada hançeriyle oyarak mükemmel bir deniz kızı heykelciği haline getirmişti. Deniz kızının ise kaybettiği kıza benzemesi ayrı bir ironiydi. Şu aralar yaptığı yegane iş buydu.

Marte bir haftadır gemideydi.Günlerdir tek bir rüzgar bile yakalayamadıkları için çaresizce durgun denizin üstünde bekliyorlardı. Yiyecek stoklarının tükenmesine az kalmıştı. Fakat Marte bir korsan gemisinde olmadıkları için medeni tayfanın asla isyan çıkarmayacağını biliyordu.Sonuçta isyanlar ticaret gemilerinde çok az rastlanan olaylardı.

Laetita bir ticaret gemisiydi ve Karaiplerden Hint Okyanusuna baharat ticareti yapmak için gidiyordu. Yeri geldiğindeyse kapta ve tayfaları milli görevlerini yerine getirmek için İngiliz Donanması'na yardıma gidiyorlardı. Kaptan İngiliz Ticaret Masasına üyeydi.Bu yüzden hiç de fena olmayan bir kazancı vardı.

Marte oturduğu yerden kalkıp küçük çocuğun yanına gitti.Nico, Marte omuzuna dokunana kadar geldiğinin bile farkında değildi.Paspasa dayanıp Marte'ye baktı.Marte çocuğun neden paspasla uğraştığını anlayamamıştı.
 " Bu gemide bu işi yapabilecek ona yakın adam var. Paspas işini yapmak zorunda değilsin."

Nico dudaklarında kuru bir gülümsemeyle Marte'ye baktı." Boş boş oturmaktansa bir şeyler yapmak daha iç açıcı."

Marte çocuğa içten bir şekilde gülümsedi.Sonra da " Boş boş oturduğumu kim söylemiş? " dedi imalı bir şekilde. Elinde tuttuğu küçük heykelciği çocuğa uzattı. Nico ilgili bir şekilde heykelciği alıp incelemeye başladı. " Bu o kız değil mi?"

Marte şaşırmıştı. Bu kadar ufak bir çocuğun nasıl bu kadar bilinçli olabildiğine akıl erdiremiyordu. Fakat bu cevap vermesine mani değildi." Evet bu Rosine'di. " dedi üzüntüyle iç geçirerek.

Nico başını salladı. Parmağını heykelciğin üstündeki ayrıntılarda gezdirdi. " O ölmüştü değil mi? " diye sordu Marte'ye.
Marte sesinin titremesine zar zor mani olarak cevap verdi. " Evet.Artık huzur buldu.Fakat ben onu öldürenin asla huzur bulmamasını sağlayacağım."

Nico mat mavi gözlerini Marte'ye dikti. " Üzüldüm. Benim annem de korsanlar tarafından öldürüldü. Gözümün önünde. Onu kurtaramadım. Fakat eğer öcünü alınca rahatlayacaksan sana yardım etmek isterim. "

Marte çocuğun cüretkarlığı karşısında şaşırmıştı."Peki ya baban?"

Çocuğun gözleri hırsla parladı. "Umurumda değil."

"Öyleyse ortağız."dedi Marte.
"Ortağız." dedi Nico gülümseyerek.


                              ****

654
Güncel / Ynt: Çanakkale Yazı Yarışması
« : 20 Mart 2010, 15:44:11 »
Güzel bir yazı olmuş.Şiirimsi hoş bir anlatım bazı cümleler devrik fakat bunun bilerek olduğunu biliyorum zaten Çanakkale'yi anlatmak isteyen birinin hududlara sığması zordur.

Teşekkürler. Aslında biraz kısa olmasından dolayı dertlenmiştim fakat biraz daha kalem oynatsaydım saçmalayıp kalıplaşmış, bayağı cümleler sıralamaya başlayacaktım. Devrik cümle kullanmayı özellikle çok severim fakat bu denememde çok fazla kullandığımı şimdi fark ediyorum.
Beğenmene sevindim. Diğer arkadaşların yazılarını merakla bekliyorum...

655
Güncel / Ynt: Çanakkale Yazı Yarışması
« : 18 Mart 2010, 12:58:53 »
Bu çalışmadan dolayı seni tebrik ediyor ve bu güzel yarışmayı da açtığın için teşekkür ediyorum. En yakın zamanda katılacağım...

656
Harry Potter / Ynt: Hp bağımlısı mısın?
« : 14 Mart 2010, 21:28:36 »
Kesinlikle "bağımlılık" terimini içeren bir insanım.Hatta gece yatmadan önce Hogwarts da okusam ne olurdu diye seneryo uyarlardım kafamda o derece yani...

657
Peki doğrudan mitoloji hakkında bilgi veren bir kitap arıyorsak? Ne önerebilirsiniz? Burda sordum ama yanlış mı bilmiyorum, bir türlü kurallar gibi bir başlık bulamadım.

Tudem ve Tubitak'ın mitoloji için danışma kitapları var. Özellikle Tudem'in büyük mavi ciltli fazla detaylı olmasa da içinde ilginç bilgiler bulunduran bir kitabı var.Tavsiye ederim

658
Diğer Bilimkurgu Eserleri / Ynt: Göçebe (The Host)
« : 13 Mart 2010, 20:58:32 »
Ben bitirdim kitabı fakat sinema filmi çıkarsa güzel olmaz diyorum.Çünkü çoğu zaman mağaralarda geçtiği için ve olaylar neredeyse aynı olduğu için seyir zevki vermez diyorum.(Bence)  Ama kitap gerçekten harikaydı.

Bilirsin kitapları filimlere uyarlarken çok değiştirirler. Hem o mağarada geçen sahneler için yeterli bir ışıklandırma kullanabilirler diye düşünüyorum. O kadar techizattan aciz değillerdir.

659
Kurgu İskelesi / Ynt: Denizden Gelen Sesler= Bölüm Üç
« : 13 Mart 2010, 19:00:09 »
Her zaman ki gibi çok güzel (bunu çok söyledim sanırım)
Tahminimce olaylar artık başlayacak. Diğer bölümlerini heyecanla bekliyorum.

Hikayeme olan bağlılığın ben çok mutlu ediyor açıkçası. Tahmin ettiğin gibi olaylar şimdi başlıyor. Marte'nin intikam ateşi kimleri yakacak ben bile daha tahmin edemiyorum. :hmm Yorumun için teşekkürler..

660
Kurgu İskelesi / Ynt: Kıpkısa Kulübü
« : 12 Mart 2010, 21:46:19 »
Hayat ipliğini kader ördü, ölüm çözdü ve mezar damgaladı...

Zormuş gerçekten üç kelime için üç gün düşünmek gibi bir şey bu.

Sayfa: 1 ... 42 43 [44] 45 46