Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Ropinie Hystria

Sayfa: 1 2 [3]
31
Mitolojiler / Mitra Gizemciliği
« : 06 Mayıs 2010, 13:53:46 »
"Mithra ayinleri, zamanla Dionysos-Sabazius gizemlerinin yerini alırken, Mithra'nın "mağara"ları da, Babil'den İngiltere'ye kadar yayılan bir alanda, eski tanrıların yeraltı tapınaklarının yerine geçiyordu."
M. P. Blavatsky, Isis Unveiled

"Geç Helenistik dönem kötümserliğin egemen olduğu bir çağdı. Bu çağda hem Helen akılcılığı, hem de Doğu'nun otoriter din kurumları iflas etmişti. Her ikisi için de tek çıkar yol, kurulu yasaları yok sayan, akıl ve mantık üstü bir kurtarıcı bulmaktı."

"Batı'daki Mithra'nın köklerinin, İran'daki Zerdüşt Mithra'sı inançlarında değil de, Mezopotamya ve Anadolu'da tapınılan "daevic" tanrı kültünde bulunma olasılığı daha fazladır. Batı'nın Mithra'sı, kurtarıcı tanrılar çağında, bir kurtarıcı tanrıydı."

Richard N. Frye, The Heritage of Persia

"Mithra kültü, eski Ari'lerin Ahura-Mazda tapımlarından türemiş ve yaklaşık olarak İÖ on  beşinci yüz yılda eski İran'da ortaya çıkmıştır. "Mihr" (Mithra'nın Farsça karşılığı) yalnızca "güneş" anlamına gelen bir sözcük olmakla kalmaz, aynı zamanda "dost, arkadaş" anlamını da taşır. Bu pagan tanrıya özgün tapımın, yani hem güneş tanrısı, hem de sevgi tanrısı olarak tapılmasının, asıl nedeni belki de bu anlamlardan kaynaklanmaktaydı. İÖ üçüncü yüz yıl başlarında, Pers İmparatorluğunun Batı sınırlarında bulunan askeri yönetimler Mithra'ya "ilahi savaşçı" olarak tapmaya başladılar. Mithra, artık sevgi dolu güneş tanrısı olmaktan çıkıp, gücün dostu, askerlerin "yenilmez" tanrısı haline gelmişti."

Quest for the Past

"Eski Ermenilerin inançları arasında en evrensel olanı Mithra kültüydü. Mithra bir yandan güneş, yani Helios ile, diğer yandan Apollon ve Hermes ile eşdeğerdi. Özgün olarak bu tanrı, Ahura-Mazda'nın yandaşı olarak savaşan bir ışık kaynağı, bir tür melek biçiminde kabul edilmişti. Mithra'nın savaşçı niteliğini daima koruduğu anlaşılmaktadır...Mithra bayramları, Mithrakana'lar, İran'da her yıl yedinci ayın on altıncı gününde kutlanırlardı. Bu bayram, değişiklik geçirmiş haliyle, İslam'ın doğuşuna kadar devam etmiştir."

Barney and Lang, The People of the Hills

"Mithra'nın Ahura-Mazda'nın gözü olduğuna ve dünyayı onun yönettiğine inanılırdı. Bu kültün inançlarına göre, en yüce tanrının yerine Mithra geçmiş, İyi ve Kötü arasındaki büyük mücadeleye katılmış ve zaferle sonuçlandırmıştı. Mithra, kendi zaferini güven altına almak için, doğanın prototipi olarak kabul edilen, büyük bir boğa kurban etmişti. Bu kurban edilen boğa sayesinde, doğa verimliliğe kavuşmuştu."

Ninian Smart, The Religious Experience of Mankind

"Mithra'cılık Pers ordularının fetihleri ile yayıldı. Pers'lerin muhteşem savaş makinası Suriye, Kalde ve Küçük Asya'ya doğru genişledikçe, Mithra'nın ünü ve etkisi aynı ölçüde gelişiyordu. Ünlü Pers general ve yöneticisi, Darius'un ölümünden sonra bile, Helen kültürünün rekabetine rağmen, Mithra'cılık halkın ilgisini çekmeye devam etti."

"Mithra'cılık hiç bir zaman Yunanistan'da değerli bulunmadı ve kabul görmedi. Bu ilgi eksikliği, Helen'lerin Pers'lere karşı hissettiği antipatiden ve iki ulusun aralarındaki unutulmaz savaşlardan kaynaklanıyordu. Ancak, bu antipati yalnızca Helen'lere özgü olarak kaldı; zira Hıristiyanlığın başlangıcında, Mithra inancı, Doğu'da İndüs vadisinden, Batı'da Karadeniz'e kıyılarına kadar yayılmış durumdaydı. Mithra'cılık Anadolu yaylasında büyük ölçüde kabul görmüştü. Roma'lılar, Mithra'cılık ile, Aziz Paul'un memleketi Kilikya'da tanıştılar."

"...Roma'lı askerler kısa sürede Mithra inancını başkentlerine taşıdılar. Helenistik dönemde, Doğu'nun dışında pek fazla tanınmayan Mithra'cılık, böylece tüm İtalya'ya yayıldı."

Harry Kenison, The Mystery of Mithra

"Mithra kültü, Romalı lejyonerlerce büyük ilgi ve hevesle karşılandı. Mithra'cılık lejyonerlerle birlikte İran'dan Roma'ya, Tunus'a, Ren nehri boylarına ve ta Londra ve Hadrianus surlarına kadar yayıldı. Mithra, insanları Hıristiyanlığa yönlendiren hemen hemen aynı gereksinim ve dürtüleri tatmin etmekteydi, zira rütbe ve karşılıklı sorumlulukların, yerleşik toplumsal statüye göre değil, kapalı bir çevrenin gizli bağlarına göre oluştuğu bir kardeşlik topluluğuydu. Mithra'cılık, Roma İmparatorluğu'nun toplumsal yapısının içine yayılmış ve güçlü sadakat gerektiren bir yeraltı şebekesiydi."

John Romer, Testament

Kült Uygulamaları

"Diğer gizem dinlerinin aksine, Mithra'cılık yalnızca erkeklere açıktı. Bu nedenle, hiç bir bakımdan evrensel bir inanç olarak değerlendirilmesi olası değildir. Mithra, yenilmeyen ve hiç bir zaman da yenilmeyecek olan güneşi (sol invictus) temsil etmekte ve askerlerin cesaret, başarı ve özgüvenini simgelemekteydi. Kültün etik değerleri, bir asker için gerekli olan özdenetim ve benzeri erdemleri içermekteydi. Bu değerler, Mithra'cılığın Roma ordusunda yaygınlaşmasının ana nedeniydi. İmparatorların koruyuculuğu da oldukça etkin olmuştu. İS İkinci yüz yıldan başlayarak, Roma İmparatorları "invictus" unvanını takınmışlardı."

Ninian Smart, The Religious Experience of Mankind

"Mithra'cılık, tanrısal bilginin yedi derecede düzenlendiğini kabul ediyordu. Üyelerin bir dereceden bir sonrakine geçmeleri, her dereceye özgü özel bir inisiyasyon töreni, cesaret ve dayanıklılık sınavları ile gerçekleşmekteydi. Yedi bilgi derecesi, yedi gezegene karşılık geliyor, dereceleri tırmanmak ruhun gezegen katmanlarını aşarak cennete doğru yükselmesini simgeliyordu."

Ancient Wisdom and Secret Sects

"Yeni üyenin ölümünü ve bambaşka bir insan olarak yeniden doğumunu simgeleyen inisiyasyonun en düşük derecesi "Sacrement" (dinsel tören) olarak adlandırılırdı."

Arkon Daraul, Secret Societies

"Liturgy of Mithra" (Mithra Ayini) adlı, Hermetik Gnostizm'in etkisinde olan bir metinde şu sözler yer alır:"Bugün, senden yeniden doğan kişi, ölümsüzlüğe kavuşan sayısız kişilerden biridir..." ve "Yaşam veren doğumun yinelenmesi için yeniden doğan..."

Mircea Eliade, Rites and Symbols of Initiation

"Yükseliş, her biri bir gezegen tarafından yönetilen, yedi inisiyasyon derecesi ile simgeleniyordu: Kuzgun (Merkür), Gelin (Venüs), Asker (Mars), Aslan (Jüpiter), Pers (Ay), Güneşin Habercisi (Güneş) ve Baba (Saturn). En son amaç, kozmosun tüm düzeylerini aşmak ve durağan yıldızlara, sonsuzluğa ulaşmaktı."

An Encyclopedia of Archetypal Symbolism

"Mağaralarda gizlice düzenlenen ayinlerde, her bir derece için ayrı bir maske ve giysi giyilirdi."

"Adaylar, Mithra kültüne on iki ayrı sınavdan başarı ile geçerlerse kabul edilirlerdi. Bu sınavlar arasında ateş, su, açlık, soğuk, kırbaçlanma, dağlanma ve kan akıtılması gibi zorlu denemeler vardı. Adayları neredeyse tüketen bu sınav süreci yedi hafta kadar sürerdi. Başarılı olanlar, dinin gizemlerini saklayacaklarına and içerler ve ondan sonra vaftiz edilirlerdi."

Quest for the Past

"Adaylar gizlilik andı içtikten sonra, yalnızca kült üyelerinin bildikleri kutsal sözcükleri öğrenirlerdi. Adaya sivri bir başlık, üzerinde takımyıldızların resimleri bulunan bol bir tünik ve burç simgeleri ile süslü bir kemer giydirilir, eline bir çoban değneği tutuşturulurdu. Göğsüne takılan altın bir yılan adayın bir Mithra müriti olarak inisiye olduğunu kanıtlardı."

"Mithra törenlerinin arasında en dikkat çeken uygulama, adayın sahte bir ölüm deneyimi yaşamasıydı. Ölüm, yaşamın yenilenmesinin ve tüm manevi değerlerin baştan oluşturulmasının mantıklı bir hazırlığı olarak düşünülüyordu. Mithra'cılıkta ölüm, yeni bir yaşamın başlangıcıydı. Ölüm ve yeniden doğuş özelliği o denli inandırıcıydı ki, İmparator Commodus, ritüelin uygulamasında gerçek bir cinayet işlemekten kendini alamamış ve töreni lekelemişti."

Harry Kenison, The Mystery of Mithra

"Mithra'cılığın başlıca töreni "taurobolium" idi. Ritüelik olarak bir boğanın kurban edildiği bu törende, Mithra'nın ilk eylemi yinelenir ve anısı kutlanırdı. Adaylar, boğa kanıyla vaftiz edilerek, boğanın yaşam veren özelliklerini kendilerine aktarırlardı. Törenin bu bölümünün, Küçük Asya'nın Büyük Ana'sı olan Kybele kültünün ayinlerine çok benzediğine dikkat etmek gerekir."

Ninian Smart, The Religious Experience of Mankind

"Boğayı öldürdükten sonra Mithra ve Sol, boğanın etini paylaştıkları bir ziyafet ile dostlıklarını kesinleştirirlerdi. Bu sırada, hayvan maskeleri takmış kişiler onlara hizmet ederlerdi. Şölenin sonunda, iki tanrı Sol'un arabası ile cennete yükselirlerdi. Bu şölen, inisiyasyon düzeylerini gösteren maskeler takmış bulunan iyilik yandaşlarının hep beraber paylaştıkları bir ortak sofra paradigması oluşturmaktaydı. Aynı biçimde, Mithra'ya iman edenler, boğanın etini yemek ve kanını içmekle, yeniden doğacaklarına ve Mithra ile birlikte güneşin göklerdeki evine yükselerek, ölümsüzlüğe kavuşacaklarına inanırlardı."

An Encyclopedia of Archetypal Symbolism

"Günümüzdeki gizli örgütlerden bazılarının kökeninde bulunması olası olan Mithra'cılığın, bu tür örgütlerin esasını oluşturan bir çok öğeyi içerdiği görülmektedir. Mithra kültü, mensuplarının üzerinde, yüce bir varlıkla gerçek ya da kurgusal bir ilişki kurma deneyimini yaratmaya çabalayan bir eğitim sistemidir. İnsanoğlunun gücünü aşan bazı olayları sağlamak için birtakım sözcüklerin kudretine inanmak, Mithra'cılıkta bulunan büyüsel yönü göstermektedir."

"...Dinin gizli öğretisi, kendi bedeninin üzerinde kudret kazanmak için kendini fiziksel olarak dizginlemekti. Cinsel arzuyu psişik alanlara yönlendirme eğitimi özünde Mithra'cılığın da, tüm mistik akımlarda bulunan disiplin sayesinde tinsel güç kazanma yöntemini izlediğini göstermektedir. Bu bakımdan Mithra kültü, tüm tapımları ayrım gözetmeyen cinsel düşkünlük ve toplu ahlaksızlıktan ibaret olan, daha ilkel ve daha önemsiz akımlardan kesin çizgilerle ayrılmaktadır."

Arkon Daraul, Secret Societies

Mithra'cılık ve Hıristiyanlık

"Mithra dini ve ayinleri hakkında yeterince bilgimiz olmamasına karşın, Paul'ün mektuplarında kullandığı anlatım tarzının, İncil'lerden çok Mithra kültünün terimlerine yakın olduğunu açıkça görebilmekteyiz."

E. Wynn-Tyson, Mithras

"Mithra'cılıkta kıyamet, yargı günü, diriliş ve Mithra'nın bizzat kötülük ilkesini alt ettiği ikinci gelişi dinsel gerçekler olarak kabul edilmiştir. Bir mağarada dünyaya gelen Mithra'ya çobanlar hizmet etmişler ve armağanlar getirmişlerdir."

Baigent, Leigh and Lincoln, The Messianic Legacy

"Tıpkı Hıristiyanlar gibi, Mithra'cılar da kurtarıcılarının göklerden yere indiğine, on iki yandaşı ile son yemeğini paylaştığına, kendi kanını saçarak insanlığı günehlarından kurtardığına ve öldükten sonra yeniden canlandığına inanırlardı. Boğa kanı ile olsa bile, geçmiş günahlardan arınmak için yeni inananları vaftiz ederlerdi."

Quest for the Past

"Mithra'nın simgesi olan güneşin doğuşu ve batışı, İsa'nın ölüm ve dirilişini anımsatır. Üstelik, güneş tanrının doğuşunun kutlandığı Mithra bayramı, İsa'nın doğum günü olan 25 Aralık'tadır. Her iki dinde de, vaftiz ile ekmek ve şarabın kutsanması törenleri vardır."

Ancient Wisdom and Secret Sects

"Benim bedenimi yemeyenler ve kanımı içmeyenler, böylece benimle birleşmeyenler kurtulamayacaktır."
J. M. Vermaseren, Mithras, The Secret God

"Onlar yemek yerken İsa ekmeği alıp kutsadı. Sonra bölüp öğrencilerine verdi. "Alın, bedenimdir bu" dedi. Ardından bir bardak aldı, teşekkür sunduktan sonra onlara verdi. Hepsi içtiler. İsa, "Bu birçokları için akıtılan antlaşma kanımdır"dedi."
Markos 14:22-26

Matta İncilinde, İsa'yı Mithra ile eşitleyen son yemek sahnesi yer almaktadır, ancak rahiplerin "Baba" ve başrahibin de "Babaların Babası" biçiminde adlandırılmasıyla ilgili Mithra'cı adet reddedilmiştir."

William Harwood, Mythologies Last Gods: Yahweh and Jesus

 "Ama sizler Rabbi diye çağrılmayın. Çünkü Öğretmeniniz tektir, hepiniz de kardeşsiniz. Yeryüzünde hiç kimseye baba demeyin. Çünkü Göksel Babanız tektir. Size yönetici demelerine de izin vermeyin. Çünkü Yöneticiniz birdir: Mesih."

Matta 23:8-10

"Mithra'cıların Kutsal Baba'sı (başrahip) kırmızı başlık ve giysi giyerdi, yüzük takar, bir çoban değneği taşırdı. Hıristiyanların başı da, aynı unvanı aldı ve aynı biçimde giyindi. Hıristiyan rahipler, aynı Mithra rahipleri gibi, İsa'nın kesin yasaklamasına karşın, "Baba" (peder) adını kullandılar."

"...Mithra rahipleri, görevlerinin simgesi olarak, uzun bir başlık takarlardı. Hıristiyan rahipler de bu başlığı benimsediler. Mithra'cılar, güneş-tanrının yükselişini anmak için, "mizd" adı verilen, üzeri Mithra haçı kabartmalı, güneş biçiminde bir çörek yerlerdi. Bu çörek de Hıristiyanlığa uyarlanmıştır. Katoliklerde, mayasız ekmek güneş biçimini hala korumaktadır."

"Julius Caesar'dan Gratianus'a kadar tüm Roma İmparatorları tanrıların "pontifex maximus"u (büyük rahip, papa) unvanını taşımışlardı. Theodosius, bir Hıristiyan olarak bunun kendi statüsüne uygun olmadığını düşündü ve unvanı reddetti. Bunun üzerine, Roma başpiskoposu bu unvanı kendisine aktardı."

William Harwood, Mythologies Last Gods: Yahweh and Jesus

Mithra'cılık ve Masonluk

"Mithra'cılığın masonlar için büyük önemi vardır, zira bu eski gizem dini, masonluğun simgelerinin bir çoğunu içermektedir. Mason bilgeliğinin bazı yönlerinde Mithra'cılığın katkısının bulunması pek olasıdır."

Harry Kenison, The Mystery of Mithra

"Mithra'cılık mukaddes masonluktur."

Sir Samuel Dill, Roman Society in the Last Century of the Western Empire

"Mason yazarlar, masonlukla Mithra'cılık arasında bir çok benzer noktalar bulunduğunu açıklamışlardır. Bir keresinde, Albert Pike, Masonluğun eski gizem dinlerinin modern mirasçısı olduğunu söylemiştir. Bu benim pek onaylamadığım bir iddiadır. Eski gizem dinleri ile bizim kardeşliğimiz arasında benzerlikler vardır, ancak bu benzerliklerin çoğu yüzeysel niteliktedir ve içerikten çok, örgütlenme ve rit uygulamaları gibi dış özelliklerdedir"

"...Yine de, masonlukla Mithra'cılık arasında bulunan benzerlikler şaşırtıcıdır."

H. L. Haywood, Mithraism: Freemasonry and Ancient Mysteries

"Mithra inancına bağlı Roma lejyonları Almanya, Fransa ve Britanya Adalarına doğru yayılırken köprüler, yollar ve kaleler inşa etmek için mimarları ve duvarcı ustaları yanlarında götürmüşlerdi. Masonluk ile Mithra'cılığın bazı yönlerden benzerlikler içermesi, buradan kaynaklanıyor olabilir."

Harry Kenison, The Mystery of Mithra

"Mani'cilik, Mithra'cılığın küllerinden doğmuştur. Roma Katolik kilisesi ve teolojisini düzenlemek için çok çaba harcamış olan Aziz Augustine, önceleri ateşli bir Mani'ciydi. Bu yüzden, Aziz Augustine sayesinde eski Mithra inancının pek çok özelliği Hıristiyanlığa aktarılmıştır. Mani'cilikten Paulisianizm, Paulisianizm'den de Orta Çağın güçlü kültleri olan Kathar'lar, Patari'ler, Waldenses'ler ve Hugenot'lar ile daha nice benzer gelişmeler kaynaklanmıştır. Bu farklı kanallar vasıtasıyla Mithra'cılık Avrupa'da sürüp gitmiştir. Sıkça ileri sürüldüğü gibi, bu eski kültün izlerini mason tören ve simgelerinde bulmak olasıdır. Ancak, bu tür kuramların belirsiz ve kanıtlanması zor olmaları kaçınılmazdır; üstelik bu kuram üzerinde fazlaca tartışılacak kadar öneme sahip de değildir."

H. L. Haywood, Mithraism: Freemasonry and Ancient Mysteries

"Masonluk, değişime uğramış Mithracılıktır...ve onun gizli inisiyasyon törenlerinin kalıntılarına sahiptir."

Ursus Major (www.nwlink.com/justin49/mithra.htm) The Mithraism - Freemasonry Connection

32
Tolkien'in Orta Dünya ve efsanelerini yaratırken üç ana kaynaktan yararlandığı söylenebilir: Bir dilbilimci olarak yıllarca yaptığı çalışmalara ek bağlamında yeni diller ve bunları konuşan farklı halklar yaratma düşüncesi, torununu eğlendirmek için anlattığı masalsı öyküler ve çalışmaları sırasında bir hayli haşır neşir olduğu değişik kültürlerin mitolojileri.

Tolkien, Orta Dünya'nın, kıtalar henüz bugünkü şeklini almadan, büyü yok olmadan, elfler dünyayı terk etmeden çok önce var olmuş bir dünya olduğunu söyler, yani Orta Dünya mitolojisi, bilinen mitlerden daha önceki çağlara dair bir öyküdür. Dolayısıyla, Orta Dünya tarihi ile bildiğimiz dünya mitolojileri arasında bulunabilecek benzerliklerin esas sebebi, bilinen tüm efsanelerin kökeninde bu çok eski dünya ve tarihin olduğunu varsaymasıdır.

 

Çoktanrılı sistemler arasındaki benzerlik, Yunan ve Roma mitolojileri ile Orta Dünya arasında kurulabilecek en önemli paralellik olarak karşımıza çıkıyor. Orta Dünya Tanrıları sayılan Valar, dişi ve erkeklerden oluşan, her biri kendi etki alanına sahip ve kendi aralarındaki ilişkilerle dünyadaki olaylara yön veren Olympos tanrıları benzeri bir grup. Yüzüklerin Efendisi'nde Aragorn'un kısaca değindiği, Silmarillion'da ayrıntılı bir şeklide bahsedilen elf Luthien ile insan Beren'in hüzünlü aşk hikâyesi, Yunan kökenli Orpheus efsanesini andırıyor. Bu efsaneye göre, Orpheus, karısı nympha (su perisi) Eurydike'yi kurtarmak için yeraltı dünyasına iner, ancak yeraltını terk etmeden önce karısına bakması yasaktır. Orpheus dayanamaz ve bakar, bu yüzden Eurydike sonsuza dek lanetlenir.

Tolkien'in yararlandığı bir diğer kaynak da İskandinav mitolojisi... Orta Dünya (Middle Earth) adı, İskandinav mitolojisindeki dokuz dünyadan insanlara ait olan Midgard'dan esinlenilerek yaratılmış. Cüceleri yaratan Äule, demirciler tanrısı balta kullanan Thor'la önemli benzerlikler taşıyor. Tolkien'in kullandığı çoğu cüce adı ve bunların yanında Gandalf da İskandinav mitolojisi kökenli. Ayrıca Gandalf'ın tanrı Odin ile kimi benzerlikler taşıdığı görülüyor. Odin de Gandalf gibi uzun sakallı, asa taşıyan yaşlı bir adam olarak anlatılır. Runik alfabeyi insanlara hediye eden kişi, Orta Dünya'da Gandalf, İskandinav mitolojisinde ise Odin'dir. Her ikisi de sıradan insanların anlayamadığı görevler uğruna tek başlarına seyahat ederler. Gandalf'ın atı Shadowfax Orta Dünya'nın en hızlı atıdır, Odin'in sekiz bacaklı atı Sleipnir gibi. Ancak Odin, İskandinav mitolojisinin en üstün tanrısıyken, Gandalf kendisinden üstün güçlerin emirlerine uyar. Ayrıca Odin Gandalf'a göre daha zalimdir ve kişisel hırslara sahiptir.



Tolkien'in eserlerinde, çok iyi bildiği Anglo-Sakson efsanelerinden izler bulmak da mümkün. Savaşlar, silahlar, giyim kuşam, mimari, Kral Arthur efsanelerini andırıyor. Arthur efsanesinin ünlü kılıcı Excalibur'un olağanüstü güçlere sahip olması gibi, Frodo'nun Sting'i ve Aragorn'un Anduril'i de sıradan silahlar değil. Aynı zamanda, bu özel kılıçların kendilerini kullanacak kişi tarafından hak edilmeleri gerekiyor. Aragorn'un athelas yaprağı kullanarak yaralıları çok hızlı iyileştirme yeteneği gibi, Kral Arthur da tanrı vergisi bir iyileştirme gücüne sahipti. Büyücü Gandalf'ın da bu efsanede adı geçen büyücü Merlin ile benzerlikler taşıdığı söylenebilir.

Eski İngilizce ile yazılmış Anglo-Sakson destanı Beowulf, yüzük taşıyıcısı Frodo'nun adının kaynağı... Burada Frodo, bir İskandinav kralının adı olarak geçiyor. Frodo'nun anlamı ise"Yüzük Taşıyıcısı" için oldukça önemli: Bilge kişi... Karanlık efendi Sauron'un ülkesi Mordor, eski İngilizce'de ölümcül günah ya da cinayet anlamına gelen morthor sözcüğünden geliyor.

Orta Dünya'da yaşayan halklar, temelde Tolkien'in yarattığı dilleri konuşan ırklar kurgulaması sonucu ortaya çıktı. Tüm mitolojilerden izler taşıyan bu ırklar, Tolkien tarafından Orta Dünya tarihine uyarlanarak, bu dünya içindeki formlarını buldular.

”Gelin de öğrenin Canlı Yaratıklar irfanını! Önce ilk dördünü sayın, yani hür halkları: Hepsinin en yaşlısı, elf çocukları; cüceler hep kazar, karanlıktır evleri; topraktan doğma entler, dağlar kadar ihtiyar; atlara hükmedenler, ölümlü insanlar” (İki Kule, s.72)

Tolkien'in yazdığı Orta Dünya tarihine göre ilk yaratılan ırk elfler... Onları ikinci yaratılanlardan, yani insanlardan, ayıran en önemli özellikleri kendilerine özgü ölümsüzlükleri. Tolkien'in elfleri hastalık ve yaşlanma sonucu ölmüyorlar, ancak savaşta, ateş veya kılıçla ya da derin bir umutsuzluk yüzünden hayatlarını kaybediyorlar. Bazıları da Batı Denizinin ötesindeki Ölümsüz Topraklara göçüp Orta Dünya'yı terk ediyor. Efsaneler ve masallarda kullanılan ufak elflerin aksine Tolkien elfleri insan boyutundalar. Bunun sebebi ise Tolkien'in elfleri yaratırken onları muzip ve şakacı ufak periler olarak değil, insanlardan çok daha gelişmiş, üstün güzellikte ve bilgelikte bir halk olarak anlatması.

Tolkien, elfleri ve cüceleri birbirlerini pek sevmeyen halklar olarak anlatıyor. İki ırk arasındaki düşmanlığın bir benzerine İskandinav mitolojisinde de rastlıyoruz: Kuzey efsanelerinde de cüceler, ışığın ve havanın yaratıkları olan elfleri kıskanıyorlar. Tolkien'in cücelerinin, elflerden ve insanlardan farkları Tanrı İlùvatar tarafından değil, demirci Aulë tarafından yaratılmış olmaları. Orta Dünya'da cüceler, Aulë gibi demircilikte ve taş işçiliğinde usta,    kısa    boylu,    fakat    dayanıklı    ve    cesur    savaşçılar.

Yüzükler Efendisi'nde karşılaştığımız çok ilginç bir halk da entler. Bu halk, boyu dört buçuk metreyi bulan dev ağaçadamlardan oluşuyor. Ent sözcüğünün kökünde ve Eski İngilizce'de dev anlamına gelen enta sözcüğü olduğu söylenebilir. Yürüyen ve savaşan ağaçlardan oluşan bir orman daha önce de Shakespeare tarafından Macbeth'de kullanılmıştı. Fakat bu, ağaç kılığına girmiş askerlerden oluşan sahte bir ormandı. Tolkien belki de bu yürüyen orman fikrinin gerçek olması gerektiğini düşündüğünden entlerin öyküsünü anlattı. Yüzüklerin Efendisi'nde önemli rol oynayan hobbitler ise kovuklarda yaşayan, barışçı, neşeli ve sürekli aç dolaşan bir halk.

Tüm iyi halkların ortak düşmanları orklar/goblinler ve troller ise Orta Dünya'nın kötülüğe hizmet eden ırkları. Tolkien, orkların Melkor'un zindanlarında tutsak ettiği ve sonsuz işkencelerle özlerini bozarak hizmetine aldığı elfler olduğu söylüyor. Melkor'un işkenceleriyle kararan yürekleri yüzünden efendilerinin emirlerini isteksizce, korkuya dayanan bir bağlılıkla yerine getiriyorlar. Tolkien'in orkları/goblinleri İskandinav efsanelerinin büyüyle yaratılan kötücül canavarlarına benziyorlar.



Elfler

İskandinav ve Kelt mitolojileri kaynaklı periler... "Alfar" sözcüğü günümüzdeki Elf kavramına benzer yaratıkların bilinen en eski karşılığı. Alfar'ın tanrısal varlıklarla ilişkisi vardır. Tanrı Frey tarafından yönetilen Alfheim'de (Cennet) yaşar ve tanrıların emrinde hareket ederler. İskandinav Elfleri, yüce ruhlu ve ahlaklıdır. Kelt masallarında aynı tür karşımıza Elf ya da peri olarak çıkıyor. Ölümlülerle ilişkileri, binlerce Kelt masalının konusunu oluşturuyor. Hıristiyanlık sonrası inanışlar Elfleri şeytani yaratıklar gibi görüp, iblisler ve Trollerle karıştırmıştı. Elflere rastlanan en çarpıcı yerlerden biri de Shakespeare'in eserleri: Bir Yaz Gecesi Rüyası'nda periler kralı Oberon, periler kraliçesi Titania, Puck, Pearlbosom, Cobweb, Moth ve Mustardseed, Elflere benzer yaratıklar. Grimm masallarında da Elfler, muhtaçlara yardım eden yabanarısı boyutunda ruhlardır.

Cüceler(Dwarfs)

Kökenini eski efsaneler ve peri masallarından alan bir tür. Kuzey efsanelerinde geçen "Alfar" aslında dört ana cüce grubundan biri. Kelt mitolojisinde Elfler, ışığın ve havanın yaratıkları, cücelerse karanlık ve yeryüzüne ait yaratıklardır. Genelde mucit ve zanaatkâr bir halk olarak anılırlar. Madenlerde çalışırlar ve paragözdürler. Kısa boylarına rağmen yapıları sağlam ve güçlüdür. Öne çıkan bir diğer özellikleri de savaşçılıklarıdır. Cüce figürü Volsunga ve Nibelungen destanlarına dayanır. En ünlü cüce Nibelungen Hazinesi'ni koruyan Alberich ya da Andvari'dir. Madame d'Aulnoy tarafından yazılan "Sarı Cüce", ilk cüce masallarındandır. Kötülüğe eğilimli cüce karakteri Alman romantikleri tarafından da kullanılır, Grimm Kardeşler de popüler masallarında kötücül cüceler anlatırlar. Masallardaki cücelerin en ünlüleri ise, kötülükle ilgisi olmayan, Pamuk Prenses'in sadık ve yardımsever Yedi Cüceleridir.

Goblinler

Kötücül ruhlar ve zararlı yaratıklar... Sözcük, halk masallarında 14. yüzyılda kullanılmaya başladı. Goblin'in kökeni Yunanca "kobalos"tur. Aynı sözcük Almanca'da da "kobold" olarak yer alır. Halk masallarında Goblinler özellikle çocuklara eziyet eden kötü kalpli yaratıklardır. Gulyabani, cin ve canavar şekillerinde anlatılırlar. Günümüzde fantezi türündeki Goblin kullanımı, pek çok ırk gibi Tolkien'in anlattığı Goblin/Ork ırkı kökenlidir. Goblinlere Tolkien tarafından verilen bir diğer isim de "ork"tur.

Trolller

İskandinav mitolojisi kökenli canavarlar... Antikçağ efsanelerinde söz edilen devlerle, büyüklük, kötü yaratılış ve insan eti yeme merakları gibi yönlerden benzerlik gösterirler. Genelde dağlarda ve soğuk iklimlerde yaşarlar, gün ışığına maruz kaldıklarında taşa dönüşürler. Tolkien'in Hobbit'inde de böyle bir taşlaşma hikâyesi anlatılır. Edebiyatta diğer ünlü Troller, Henrik Ibsen'in Peer Gynt (1867) ve T.H. White'ın "Troll" adlı eserlerinde karşımıza çıkıyor. Kötü yaratılışlı Troll kavramının aksine sevimli Trol anlatımları da var. Örneğin, Tad Williams'ın Hobbite benzeyen Trolleri ve Terry Pretchett'in Diskdünyası'ndaki komik karakterler...

-Alıntıdır-

33
Güncel / Köşe Yazısı-Rahmi TURAN
« : 06 Mayıs 2010, 13:33:22 »
Rahmi Turan'ın 15 Şubat 2010 tarihli köşe yazısı, paylaşmak istedim.

‘Anamı Aldım da Geldim!’


ADAM çaresizlik içinde inliyor: “Karnım aç!”


Neee, “karnım aç” mı dedin? Yani sen şimdi “karnım aç” dedin ha? Yani midende bir şey olmadığını söyledin ha? Onu mu demek istedin? Yani “karnım aç” demekle, bu ülkenin güzel yönetilmediğini mi söylemek istiyorsun, birilerinin karnı tokken “benim aç” diyorsun ha? Bu doğrudan doğruya bölücülüğe girer. Bölücü insan bölünür... Ulan!

ALIN BUNU BÖLÜN!..

* * *


“İşsizim!”

Neee, “işsizim” mi dedin? Demek “işsizim” dedin ha? Yani “Sabah kalkıp kahvaltımı yaptıktan sonra gideceğim bir işim yok” demek istedin! “İşim olmadığı içini eve para götüremiyorum” diyorsun öyle mi? Yani bu götürme sözcüğü çok anlama çekilebilir. Yani götüren malı götürüyor öyle mi? Kim malı götürüyor ha, kim götürüyor? Ulan!

ALIN BUNU GÖTÜRÜN!..

* * *


“Kriz var!”

Neee, “kriz var” mı dedin? Demek, kriz var ha? “Kriz işlerimi bozdu, işlerimi kapattım.” Bunu mu söylemek istiyorsun? Yani şimdi, “Teğet geçmedi, bağrımdan girdi, öteki yanımdan çıktı” diyorsun, değil mi? “İşte ondan ötürü işyerimi kapattım” diyorsun... Demek öyle hııı, laaan? Kapattın ha! Ulan!

ALIN BUNU KAPATIN!..

* * *


“Alım gücüm bitti!”

Neee, “alım gücüm bitti” mi diyorsun? Öyle mi? Demek alım gücün bitti! Yani gönlün istiyor, canın çekiyor, alamıyorsun. Niye alamıyorsun? “Çünkü efendim, alım gücüm bitti, onun için” diyorsun. Eleştirme gücün, sevişme gücün, “Goool” diye bağırma gücün bitmedi, alım gücün bitti. Hı, öyle mi? Ulan!

ALIN BUNU BİTİRİN!..

* * *


“Ben darbeci değilim.”

Neee, “darbeci değilim” diyorsun ha? Bunu nasıl söylersin ha, nasıl söylersin? Oh oh, inanacağız beyefendi, “O kâğıdı ben yazmadım” diyorsun, hemen inanıverelim. “O bombaları, mermileri ben gömmedim” diyorsun, yani biz de saf saf buna inanalım, öyle mi? Sen darbecisin! Darbeciler ne yapılır, darbedilir... Ulan!

ALIN BUNU DARBEDİN!..

* * *


Bölünüyor... Götürülüyor... Kapatılıyor... Bitiriliyor... Darbediliyor... Böleni kaç parçaya bölüyorlar? Götürüleni nereye götürüyorlar? Kapatılanı nereye kapatıyorlar? Bitirileni nasıl bitiriyorlar? Darbedilene ne yapıyorlar? Konuşma diyorum sana, konuşma lan!

Haa, konuş konuş, “Havalar sıcak” diyebilirsin. “Havalar soğuk”  diyebilirsin.

Konuşanın başı çıra gibi yanar. Çünküüü, irade arkamızda... Oyumuz var bizim, oyumuz!

Konuşma lan!.. Kork lan!.. Eğer korkmazsan biz seni korkutmasını biliriz!

* * *


Yukarıdaki bölümleri Muzaffer İzgü’nün, Bilgi Yayınevi tarafından yeni basılan “Anamı Aldım da Geldim” adlı öykü kitabından naklettim.

Yazdığı 123 kitapla milyonlarca okura ulaşan ve ülkemizin tartışmasız en çok okunan yazarı olan Muzaffer İzgü, her gün bir yenisini yaşadığımız trajikomik olayları, gittikçe ötekileştirilen bireylerin yaşamlarını ve toplumumuzun geldiği hazin noktayı mizahi bir üslupla eleştiriyor, okurları güldürürken düşündürüyor. Tam bir usta işi.

34
Bilim & Teknoloji / Microsoft'tan yeni bir Explorer
« : 06 Mayıs 2010, 12:10:16 »
Microsoft, internet tarayıcısının yeni test sürümü, Internet Explorer 9'u yazılım geliştiriciler için yayınladı.

Yazılım geliştiriciler bugünden itibaren, web sitelerinin daha hızlı açılması için HTML5 standardının daha iyi çalışmasını sağlayan "IE9 Platform Preview" uygulamasına girmeye başladılar.

İnternet tarayıcısı pazarındaki payını giderek kaybeden Microsoft, şu anda pazarın yüzde 59,95'ini, rakibi açık kaynak Mozilla Vakfı'nın tarayıcısı Firefox ise yüzde 24,59'unu elinde bulunduruyor. Microsoft'un bu alandaki pazar payı iki yıl önce yüzde 75'in üzerindeydi.

-Alıntıdır.-

35
Genel Kültür / Mağara-Neanderthal-Cro-Magnon İnsanları
« : 06 Mayıs 2010, 12:04:02 »
Mağara insanları, binlerce yıl önce mağaralarda barınmış olan tarihöncesi insanlarıdır. Tarihöncesinde yaşayan insanların tümü mağara insanı değildi. Bazıları da belki sadece yılın belli zamanlarında mağarada barınıyordu. Kuzey Avrupa'da yaşayanlar, Buzul Çaği'nm soğuk havasından korunmak için mağaralarda barındılar. Çok soğuk dönemlerde ya da buzullaşma sürecinde, toprağın büyük bölümü buzla ya da kıraç tundrayla örtülüydü. Buzul Çağı'nda buzul örtüsü birçok kez ilerledi ve geri çekildi. Buzullaşmalar arasında daha ılıman dönemler yaşandı. Avrupa'daki ilk mağara insanları kuzeye büyük olasılıkla bu dönemlerden birinde geldiler. Bu görece ılıman zamanlarda bile kış ayları soğuk geçerdi. Taş Devri'nde avcılar, bu sert iklimden korunabilmek için fırtınadan etkilenmeyen ve soğuğu engelleyen mağaraları ve korunaklı kaya kovuklarını barınak olarak seçtiler.

Neanderthal İnsanı
Barınak olarak kullanılan mağaralara birçok ülkede rastlanmıştır, ama bu dönemin en ünlü yerleşim bölgesi Fransa'nın güneybatısındaki Dordogne Irmağı vadisindedir. Burada 8035 bin yıl önce basık alınlı, çeneleri gelişmemiş insanlar dağınık gruplar halinde yaşıyordu. Bu özellikleri taşıyan insanlara ait ilk kafatası Almanya'da Neander vadisinde bulundu ve bu insanlar, yerin adından dolayı, Neanderthal insanı olarak adlandırıldı. Neanderthal insanı kısa ve kaba çakmaktaşı parçalarını yontarak aletler yapar ve yabanıl hayvanları avlardı. Bu hayvanlardan örneğin mamut, tüylü gergedan ve mağara ayısının soyu tükenmiştir, ama yaban sığırı, bizon, at, geyik ve domuz gibi başka hayvanlar varlıklarını sürdürmektedir.
Neanderthal insanları yaşadıkları mağaraların ağzında ya da elverişli kayalıklarda çalı çırpıdan ateş yaktılar ve öldürdükleri hayvanların etini pişirdiler. Büyük olasılıkla ağaç yapraklarını, kuru ot ya da eğreltiotlarını mağaranın tabanına sererek, üzerinde uyudular. Üstlerini örtmek ve giyinmek için hayvan derilerinden yararlandılar. Bol güneş almak ve soğuk kuzey rüzgârlarından korunmak için güneye bakan barınaklar seçtiler. Daha fazla ısınmak amacıyla mağaraların içine ilkel çadırlar kurdular.
Bu tarihöncesi insanları, yaktıkları ateşin küllerini ve kömürlerini hiç temizlemediler. İliğini çıkarmak için kırdıkları kemik parçalarını çevreye saçtılar. Yonttukları çakmaktaşı artıklarını süpürmek, hatta kayalardan oturdukları yere düşen taş parçalarını atmak zahmetine bile katlanmadılar. Biri öldüğünde, bazen yerde sığ bir çukur açarak cesedi gömer, ölünün yanına ölümden sonraki yaşamda yanında bulunması için taştan birkaç alet koyarlardı. Ayrıca, büyük mağara ayılarının kafataslarını ve kemiklerini mağaranın tabanına kazdıkları çukurların içine yığarlardı. Zamanla rüzgârın savurduğu tozlarla, sellerin ya da ırmakların getirdiği kumlar barınakları doldurdu. Bu maddeler var olan çöplerle karışarak "mağara toprağı"nı oluşturdu. Böylece, Neanderthal insanları sürekli büyüyen bir çöp yığını üzerinde yaşadılar.
CroMagnon İnsanları
Yaşam bu biçimde binlerce yıl sürdü. Daha sonra, Buzul Çağı'nın son soğuk döneminde yaklaşık 3510 bin yıl önce, Dordogne'a, Doğu Avrupa'dan ve Ortadoğu'dan değişik tipte insanlar geldi. Bu insanların fiziksel özellikleri günümüz insanına çok benziyordu. CroMagnon insanlarının Neanderthal insanlarıyla savaşarak onları göçe zorladıkları sanılmaktadır. Bu insanların Neanderthal insanlarının mağaralarındaki toprak katmanların üzerine bıraktıkları kalıntılarda, alışılmış ocak türleri ve kemiklerin yanı sıra oldukça değişik çakmaktaşı aletlere de rastlanmıştır. CroMagnon insanı adını 1868'de, Fransa'da bu insanlara ilişkin ilk kalıntıların bulunduğu bölgeden almıştır.
Neanderthal insanları gibi, CroMagnon insanları da yaşamlarını avlanarak sürdürdüler, ama zanaatçılıkta onlardan ileriydiler. Bıçak, kazıma ve oyma aleti yapmakta daha ustaydılar. Kemikten ve mamut dişine benzer dişlerden hayvan figürleriyle bezeli çok güzel mızrak uçları ve dikiş iğneleri yaptılar. Mağara duvarlarına, sivri taşlarla av hayvanlarının resimlerini kazıdılar. Bu resimleri, büyük olasılıkla avlarının başarılı geçmesi için bir çeşit büyü olarak düşünüyorlardı. Günümüzde mağaraların gün ışığından uzak en kuytu köşelerinde bulunan bu resimler siyah ya da kırmızıyla, bazen de çok renkli olarak boyanmıştır. Mağara ağızlarına ya da gün ışığının ulaştığı yerlere de resimler yapılmış olabilir. Bu tür yerlerde rastlanan boyalı kaya parçalarının, bu resimlerin aşınmış kalıntıları olabileceği düşünülmektedir. Avrupa'da, içinde resimler bulunan mağaraların hemen hemen tümü Fransa'da ve İspanya'dadır. İçlerinde en güzeli, 1940'ta keşfedilen, Dordogne bölgesinde, Lascaux'da yer alan mağaradır (bak. MaGara San ati).
Neanderthal insanları gibi CroMagnon insanları da ölülerini bazen yaşadıkları mağaranın tabanına gömerlerdi. Ölülere en güzel giysileri giydirir, deniz kabuğundan boncuklar, sivri hayvan dişlerinden kolyeler takar, çevrelerine silahlarını ve aletlerini koyarlardı.
Ölülerin ten rengini, yaşayan insanların doğal ve sağlıklı rengine benzetebilmek için çoğu kez üzerlerine, pas kırmızısı bir boya serperlerdi. Bu buluntulardan CroMagnon insanlarının ölümden sonra da bir yaşam olduğuna inandıkları anlaşılmaktadır.
2010 bin yıl kadar önce buzlar eridi, iklim ılındı ve eski insanların mağaralarda yaşamasına gerek kalmadı.
Mağaralar, Avrupa'nın yanı sıra dünyanın öbür bölgelerinde de barınak olarak kullanılmıştır, ama buralarda yaşayan insanlara ilişkin çok az şey bilinmektedir.

-Alıntıdır-

36
Sinema / Sweet November
« : 04 Mayıs 2010, 19:04:33 »


Yapım:2001 ~ ABD
Tür:Dram,  Gençlik,  Gizem,  Komedi,  Romantik
Yönetmen:Pat O'Connor Senaryo:Paul Yurick,  Herman Raucher,  Kurt Voelker
Yapımcı:Erwin Stoff,  Steven Reuther,  Deborah Stoff,  Wendy Wanderman,  Elliott Kastner,  Marty P. Ewing,  Jodi Ehrlich Görüntü Yönetmeni:Edward Lachman Müzik:Christopher Young

Nelson Moss (KEANU REEVES) ve Sara Deever (CHARLIZE THERON) Motorlu Araçlar Bölümü'nde geçirdikleri sıkıntılı bir saatten başka ortak hiçbir yönleri yoktur. Sara, erkeklerin iyi yönlerini ortaya çıkaran çekici bir karakterdir. Nelson, sadece kar-zarar hesaplarıyla ilgilenen, işten başka birşey düşünmeyen biridir.. Sara ile tanışıncaya kadar.

Birbirlerinden etkilenirler, fakat tam olarak bağlanmaya hazır olmadıklarından, pek de alışagelmiş ilişkilere benzemeyen bir birlikteliğe başlarlar. Sonunda kendi yollarına gidecekleri bir aylık bir deneme. Beklenti yok. Baskı yok. Bağ yok.

İkisinin de hesaba katmadıkları nokta ise, aşık olmaktır.

37
Sinema / Full Metal Jacket
« : 04 Mayıs 2010, 18:55:59 »


Tür : Savaş / Dram
Yönetmen : Stanley Kubrick
Senaryo : Stanley Kubrick , Michael Herr , Gustav Hasford
Görüntü Yönetmeni : Douglas Milsome
Müzik : Vivian Kubrick
Yapım : 1987, ABD , 116 dk.


Oyuncular

Matthew Modine (Pvt. Joker) , Adam Baldwin (Animal Mother) , Vincent D'Onofrio (Pvt. Pyle) , R. Lee Ermey (Gunnery Sergeant Hartman) , Dorian Harewood (Private Eightball) , Arliss Howard (Private Cowboy) 
 
Usta yönetmen Stanley Kubrick'ten Vietnam savaşına iki aşamalı dramatik bir bakış.

Savaşın en yoğun olduğu dönemde Amerikalı gençler gönüllü olarak da olsa korku içinde askere alınmaktadır. Çavuş Hartman tarafından eğitime alınan bir grup asker, Vietnam şartlarına hazır olabilmeleri için çok zorlu bir eğitimden geçerler.

Vietnam'a gittiklerinde, aldıkları eğitimin ve o sırada yaşadıkları zorlukların aslında hiçbirşey olduğunu görürler. Aldıkları emirleri uygulayabilmek için canlarını feda etmek zorunda kalacaklardır...
 

38
Sinema / Tabutta Rövaşata
« : 04 Mayıs 2010, 18:15:28 »

Yönetmen : Derviş Zaim
Senaryo Yazarı : Derviş Zaim
Tür : Dram


Konu: Araba sevdalısı bir otomobil hırsızının hüzünlü öyküsü. Rumelihisarını mesken tutan Mahsun (Ahmet Uğurlu), evsiz-barksız işsiz ve kimsesi olmayan bir garibandır. Tüm dostları balıkçılardır. Sabahçı kahvesindeki çay borçlarına kadar herşeyine balıkçı dostlarından Reisin (Tuncel Kurtiz) sahiplendiği Mahsun, otomobil çalarak yaşamını sürdürür. Yaşamındaki tek tutkusu arabalardır. Geceleri çaldığı arabaları sabaha dek gezdikten sonra yerlerine bırakır. Çoğu zaman da onları garip bir coşkuyla, okşarcasına yıkayıp temizleyerek... Yine Reisin sayesinde sandelyeler üzerinde uyuklamaktan kurtulur ve kahvenin tuvaletine bakma işini üstlenir. Bir gün, kahveye gelen eroin bağımlısı kıza (Ayşen Aydemir) aşık olur. Birden dünyası değişen Mahsun, hiçbir karşılık beklemeden, yatacak yeri olmayan kıza odasını açar. Ne var ki beyazcı kız, eroin almak için bedenini, bu açılan odada erkeklere satarak Mahsunun saf dünyasında bir düş kırıklığı yaratacaktır.

39
Bilim & Teknoloji / Teknolojide Altıncı His
« : 03 Mayıs 2010, 13:41:58 »
Teknolojide altıncı his dönemi...

Teknoloji dünyasını derinden sarsacak yeni bir sistem üzerinde çalışılıyor. 6. His (SixthSense) isimli sistem, parmaklarınızı kullanarak bilgiyi nerede olursanız olun anında size ulaştıracak.

Teknolojide yeni bir perde aralanıyor. Prototipi geliştirilen yeni bir teknoloji sayesinde dijital ve gerçek dünya tamamen bir araya geliyor. Parmak uçlarına takılan sensörlerden ve boyna takılan kamera-projektör karışımı bir cihazdan oluşan 6. his isimli sistem, dijital dünyayı birebir gerçek hayata taşıyor. Cambridge'ta bulunan özel bir üniversite olan Massachusetts Institute of Technology'de çalışan uzmanların geliştirdiği 6.His'le herhangi bir duvarda e-postalarınızı okuyabilecek, dört parmağınızı birleştirerek fotoğraf çekebileceksiniz.

Kitap satın alırken

Örneğin bir mağazada kitap satın almayı planlıyorsunuz. Parmak uçlarındaki sensörleri kullanarak kitabı elinize aldığınızda kitabın fiyatını, kitapla ilgili daha önce yapılan yorumları ve diğer detaylı bilgileri örneğin Amazon.com adresine girerek anında öğrenebilirsiniz. Sistem ise son derece basit: Projektörünüzü kitabın üzerine tutarak bu bilgilere kolayca ulaşabilirsiniz.

Parmaklarınızla fotoğraf çekmek

Elbette sistemin yapabilecekleri bununla da sınırlı değil. Örneğin iki elin baş ve işaret parmalarına takılan sensörleri birleştirip kare şekline getirerek dış dünyadan anında fotoğraf karesi alabilirsiniz. Projektör-kamera karışımı olan ve boyna takılan sistem ise parmak uçlarınıza odaklanarak çizdiğiniz sınırlar dahilinde fotoğraf karesi alabiliyor.

Herhangi bir duvara bakıp e-postanızı kontrol etmek

Bir önceki örneklerde olduğu gibi parmaklarınızı kullanarak bir duvarın karşısına geçip "@" işaretini havada çizdiğinizde, Projektör otomatik olarak duvara görüntü yansıtacak ve bu sayede anında e-posta hesabınızı dilediğiniz her yerden kontrol edebileceksiniz.

Elinizle telefon çevirmek

Bu sistem sayesinde projektörün avuçiçine yansımasıyla telefon numaraları avuçiçinizde belirecek ve aramak istediğiniz kişiye avuçiçinize dokunarak ulaşabileceksiniz.

Kol saatine artık ihtiyacınız yok

Saatin kaç olduğunu merak ettiniz ve kol saatiniz yanınızda yok, ya da kullanmaktan hoşlanmıyorsunuz. O halde yapacağınız işlem son derece basit: Parmağınızla bileğinizin üzerinde bir çember çizin ve ardından oluşan ekrandan anında saati öğrenin.

Dijital bir göz olarak hareket eden kamera, kullanıcıların parmaklarıyla yaptığı her hareketi takip ederken, kameranın içerisinde bulunan projektör de dijital ortamı gerçek hayata taşıyor.Önceleri kasketlerde kullanılabilen, ancak sonraları boyuna takılabilecek bir aparat halini alan SixthSense'in prototipin bugün için kullanıcılara maliyeti 350 doları geçmiyor; ancak sistem henüz tam olarak oturmadığından geliştirilen prototip üzerindeki çalışmalara devam ediliyor.

Bilginin kolay ve olabildiğince hızlı bir şekilde ulaşıldığı çağımızda, geliştirilen bu prototip sayesinde bilgi artık gerçekten de parmaklarımızın uçlarında olacak.

40
Müzik / Ritchie Blackmore
« : 30 Nisan 2010, 14:57:24 »



Richard Hugh "Ritchie" Blackmore (doğum 14 Nisan 1945 Weston İgiltere)

Bazıları için tüm zamanların en güçlü ve saygıdeğer İngiliz gitaristi. Hard Rock müziğin öncü grubu Deep Purple'ın efsane keyboardçı Jon Lord ile beraber kurucu üyesi, bir diğer ünlü hard rock grubu Rainbow'un kurucusudur. Bu gruplarla 70 ve 80'li yıllar ile 90'lı yılların başlarında uzun seneler çalıştıktan sonra rock müziğe veda etmiştir. 1994 yılında eşi Candice Night ile beraber kurduğu ve İngiliz yerel müziklerini alternatif bir tarzla yorumlayan Blackmore's Night isimli grubu kurmuştur. Halen bu grupla çalışmalarına devam etmektedir. Sözkonusu grupla 2004 yılında İstanbul Yedikule Zindanları'nda bir de konser vermiştir.

41
Mitolojiler / Cehennem Ordusu: Satan'ın Askerleri
« : 30 Nisan 2010, 11:41:37 »
Mitolojiye göre zamanında Cennet ve Cehennem arasında bir savaş olmuş. Aşağıdaki arkadaşlar da savaşın Cehennem tarafını oluşturuyor. Kimisine göre bu ''meleklerden'' bir kısmı ölmüş yahut düşmüş. Ama bu apayrı bir konu, Düşen Melekler diye ayrı bir başlık açmak gerek, neyse.


Cehennem Ordusu: Satan'ın Askerleri
Cennette Beraber Savaştığı Dostları

Asmodeus: Cehennemdeki kumarhanelerin gözetmeni, insanlara israfı öğreten bu ruh aynı zamanda şehvet ve cinselliğin iblisidir.

Astaroth: Cehennemin Batı kısmının Dük'ü ve bütün kısımların veznedarı. İnsanlara aylaklık ve tembelliği öğretti. Ayrıca diğer Düşen Melekler'e rehberlik etmiştir.

Baalzebub: Satan ilk olarak Tanrı'ya savaş açtığı zaman başında Baalzebub olan bir kaç meleği ilk ordusu yaptı. Cehennemde yeni makamına geldikten sonra İnsanlığa kibri öğretti.

Behemoth: Cehennemin gözcüsü.

Belial: Satan'ın en saygın iblislerinden bir tanesi. Bazı kaynaklara göre Satan lider seçilmeden önce Karanlığın Efendisi Belial'di. Ayrıca yalan söylemenin gayri-resmi iblisi olarak ta bilinir.

Leviathan: Deniz Ordusunun sekreteridir. Lucifer'in destekçisi olarak savaşta yer alan Leviathan, bir deniz canavarı olarak tanımlanıyor.

Gecenin Ordusu
Abigor: Kahinlik ve savaşa kabiliyetli olan Abigor, 60 Cehennem Ordusunu komuta ediyordu. Abigor hakkında bir ilginç bilgi ise diğer iblislerin aksine yakışıklı ve çekici bir erkek olarak resmedilmesidir.

Agaliarept: Geleceği ve geçmişi kontrol etme yeteneğine sahipti. Düşmanlık ve güvensizliği insanlarda yaydı.

Aguares: Cehennemin Doğu kısmının Dük'ü. 30 Cehennem ordusunun kumandanı, insanları dans etmeye teşvik eder.

Amduscias: 29 Cehennem ordusuna kumandalık yapan bu Dük, öldürücü müzik yapmasıyla da biliniyor.

Amon: Cehennemin Marki'si, 40 Cehennem ordusunu kumanda ediyordu. Ateş kusan bir iblis olan Amon kurt kafasına ve yılan kuyruğuna sahipti. Ayrıca kahinlik yeteneğini vardı ve geleceği görebiliyordu.

Azazel: Cehennem ordularının Baş Komutanı.

Baal: Büyük bir Dük ve 66 Ordunun komutanı.

Fleuety: Beelzebub'in sağ kolu olan bu iblis, zehirli bitkilerin kullanımını çok iyi biliyordu.

Nebiros: Astaroth komutasında çalışan başka bir iblis olan Nebiros ise hayvanlara istediğini yaptırabiliyordu.

Put Satanachia: Annelerin üstünde ayrı bir güce sahip olan bu iblisin gezegenlere ve cadılara da ayrı ilgisi vardı.

Raum: Büyük bir Kont ve 30 Ordunun komutanı, bir el sallamasıyla şehirleri yok edebiliyordu.

Sargatanas: Astaroth'un yardımcısı olan bu iblis insanların beyinlerine girerek düşüncelerini kontrol edebiliyordu.

Genel Ofis
Abaddon: Yok edici.

Adramelech: Satan'ın danışmanı ve Baş Dük.

Alastor: Alınan fermanların yayılmasından sorumludur.

Baalberith: Cehennemin Baş Sekreteri. İnsanlara cinayeti ve küfrü öğretti.

Dagon: Prens'in fırıncısı.

Forcas: Cehennemin büyük Başkanlarından bir tanesi. Yaşlı bir adam kılığında insanlara etkileyici konuşmayı ve mantıklı olmayı öğretmenin yanı sıra 290 Cehennem birliğini kumanda ediyordu.

Leonard: Kara Büyü'nün Baş Müfettişi.

Lucifuge Rofocale: Cehennemin Baş Vekili. Lucifuge ışıktan nefret eder, yalnızca geceleri görünür. Depremleri yaratır, hastalıkları yayar ve ilahi korumaları -dualar gibi- yok etmekten hoşlanırdı.

Melcholm: Prens'in veznedarı.

Nybras: Alt seviyelerde olan bir iblis, buna rağmen Cehennemdeki eğlencelerden sorumludur.

Nysrock: Cehennemdeki sarayın aşçısı.

Paymon: İnsanların üzerinde efendilik kurmuştur, aynı zamanda tören ve seremonilerin bir başka iblisidir.

Uphir: Cehennemin doktoru. Bütün iblislerin sağlıklarından sorumludur.

Xaphan: Cehennemdeki ateşleri canlı ve alevli tutan iblistir. Ayrıca Savaş sırasında Cenneti ateşe verme fikri de ona aitti.

Verdelet: Cehennemdeki törenlerin, seremonilerin ustasıdır.


-Alıntıdır.-

42
Mitolojiler / Nephilims (Gözcüler)
« : 30 Nisan 2010, 11:31:29 »
Nefilimler (Gözcüler)


İbrani folklorunda adları "Nefilim". Eski Mısır'da "Neter" olarak adlandırılıyorlar. Sümer, ilk kez adlarının duyulduğu yer. Bütün bu kültürlerde ortak olan ve "Gözcü" olarak nitelenen bu "sıra dışı" varlıklar birer mit mi, yoksa gerçek mi?


Kim Bu "Gözcü"ler?

İbrani mitlerinde ve Tevrat'ta onlara "Nefilim" diyorlar. Eski Mısır'da adları, "Neter". Sümer mitlerinde "Anunnaki" diye geçiyorlar. Diğer yandan "Sümer" sözcüğü, "Gözcü'lerin ülkesi" anlamına sahip. Hangi adla anılırlarsa anılsınlar, bütün eski kültürlerde ve bu kültlere ilişkin mitlerde başrol onların. Eski diller uzmanları, Antik Çağ kültürlerine şaşılacak biçimde net biçimde damgasını vurmuş bu esrarengiz varlıkların, neredeyse bütün eski uygarlıklarda "gözcüler" olarak adlandırıldıklarını söylüyorlar. Sözünü ettiğimiz dönem, İsa'dan en az 3000 yıl öncesi. İyi ama, "geç neolitik" olarak adlandırılan dönemin bütün uygarlıklarının literatürlerine benzer ifadeler ve anlatılarla girmiş bu "Gözcü"ler kimler? Neyi ya da kimi "gözlüyorlar"? Bütün bunlar yalnızca antik Çağ insanlarının düş güçlerinin bir ürünü mü, yoksa gerçekten bugün anıları silinmiş, izleri bulunamayan, haklarında hiçbir şey bilmediğimiz birileri, bu gezegende yaşamışlar mı?


Mitler ve Gerçekler

Sürekli vurguladığımız gibi, bilginin az olduğu ya da bazen üzerinin örtüldüğü yerlerde, spekülasyonların başını alıp gitmesini engellemek mümkün değildir. Bilimsel yöntemlerden, bilimsel şüphecilikten (scepticism) ve somut bulgulardan başkasına güvenmemekten söz ederken, aynı şüpheciliği şu anda bildiğimizi varsaydığımız alanlara uygulamamak, bazen spekülasyonlardan da olumsuz sonuç verir. Bilim, eğer "gerçeği aramak" amacını içeriyorsa bizler için, bu aynı zamanda kurumlaşmaya, bilimsel otokrasiye de karşı çıkmamızı da gerektirir. Herhangi bir alanın "spekülasyona açık" olması bizi ürkütmemeli; verileri doğru okumak, burada anahtar sözcük niteliğine sahip. Ortodoks bilim ve akademisyenler, çoğu kez içinde bulundukları "bilimsel bürokrasi"nin ellerini kollarını bağlayıcı hantallığı ve "ağaçlardan ormanı görememe" alışkanlığı nedeniyle; yeni ve sarsıcı düşüncelere baştan olumsuz tepki vermeye eğilimlidirler. Hele bu, onların "Akademisyenler Olimpos'u"nun dışından geliyorsa. Arkeoloji ve arkeoastronomi, 21. yüzyılın başlarından bu yana bu sorunu yoğun biçimde yaşıyor. sıra dışı olduğu varsayılan düşünce ve teoriler yalnızca dışlanmakla kalmıyor, bir de aşağılanıyor kendilerini "bilimsel şüpheci" diye adlandıran Ortodoks çevrelerde. Oysa tarih, uzun ve yavaş bir yürüyüş. Geniş dilimler halinde onu incelediğimizde, her aşamasında Ortodoksinin engellemelerini ve inanılmaz tutuculuğunu fark ediyor, ama uzun vadede "sıra dışı" varsayılan fikirlerin yaşadığını görüyoruz.

"Neter"ler ya da "Gözcüler" sorunu da yirminci yüzyılın bitmeyen tartışmalarından biri. Dogmalarla gözünü bağlamayan ve açık fikirli olmaya çaba gösterenler, bugün "mitler" deyip geçtiğimiz anlatıların bu denli geniş bir coğrafyada ve neredeyse birbirinin aynı ayrıntılarla varolmasından yola çıkarak, bu metinlere daha farklı bakmamız gerektiğine işaret ediyorlar. Oysa Ortodoks bilim akademisyenlerinin yaklaşımı, oldukça farklı. Onlar, eski toplumları bütünüyle çözümlediklerine inanıyor ve ekliyorlar: "Din dindir, mitoloji de mitoloji. Bunları gerçek tarihsel olgularla karıştırmayın." Bunu söylerken de, bilerek ya da bilmeyerek, bugünün egemen dinlerinin yörüngesinde duruyorlar. Eşine az rastlanır bir ikiyüzlülük ve çifte standart uygulaması bu. Bir yandan somut bilimsel bulgular dışında hiçbir şeye prim vermemekten söz ediyorlar, bir yandan da yaşadıkları çevrenin egemen diniyle sürtüşmemeye çaba gösteriyorlar. Bunun kendilerine göre "etik" bir yolunu da bulmuşlar: "Bilim ayrıdır, din ve inanç ayrı." Oysa "inanmak ve inanç" sözcüklerinin egemen olduğu bir kültürde bilim ve bilginin her zaman bu çifte standardın gölgesinde kalacağını bilmezden geliyorlar. Ama ne gam; "bilimsel" kurumların birçoğunun bütçesini, Kilise'yi destekleyen holdingler, hatta bazen bizzat dini vakıflar sağlıyor. Çoğu üniversitede kürsü başkanları arasında en az bir Musevi var. Bilimin "beşiği" olduğu varsayılan ABD'de halkın ezici bir çoğunluğu İncil'e bütün kalbiyle inanıyor. Ortalığı bulandırmanın anlamı var mı şimdi?

"Gözcüler" sorunu, Antik Çağ tarihi ve modern arkeolojiye ilişkin en kilit noktalardan biri. Bir biçimiyle, felsefe ve ilahiyat akademisyenlerini, hatta dilbilimcileri de bu tartışma çemberi içinde düşünebiliriz. Şimdi, bu uzun girizgahtan sonra meseleyi olabildiğince yalın biçimde ortaya koyalım:


Eski Mısır'ın "Neter"leri

Bütün Antik Çağ metinlerinde, kendi tarihlerini derleyen toplumlardan kalmış belgeler, geriye doğru giden kronolojilerinin sıfır noktasına, net olarak çözümlenemeyen bir tür "başlangıç dönemi" yerleştiriyorlar. Bu, onların tarihlerinde, "yönetimin tanrılardan insanlara geçmekte olduğu" bir ara dönemi belgeliyor. Belirsiz bir başlangıç döneminden beri bizzat "tanrılar" tarafından yönetildiğini söyledikleri ülkelerinin, bu ara dönemde "Gözcüler" adı verilen üstün yaratıklarca yönetildiğini ve sonuçta krallığın insanlığa devredildiğini anlatıyorlar. Eski Mısır'da bunların adı, "Neter"ler. Son olarak Osiris'in oğlu Horus tarafından yönetilen ülke, belli bir dönem sonrasında, bir "Kral yaratma" (Kingmaker) töreninden sonra insanlara bırakılıyor ve Neterler geri plana çekiliyorlar - sonra da, izleri siliniyor. Bu ilk "insan kral", bugün arkeolojinin değişmez bir gerçek biçiminde kabul ettiği, Firavun Menes. Bildiğimiz, yazılı tarihe göre M.Ö. 3100 dolaylarında Yukarı ve Aşağı Mısır'ı bir tek ülke halinde birleştiren Menes, Mısır tarihinde "Hanedanlar Dönemi" denen bir evrenin de başlatıcısı.

Mısır kronolojisi üzerine bildiklerimiz, iki ana belgeye dayanıyor: Bunlar Mısırlı tarihçi Manetho'nun yazdığı krallar listesi ve bugün "Torino Papirüsü" olarak bilinen bir yazıt. Her iki belge de birbiriyle uyumlu. Bu sayede arkeologlar ve ejiptologlar, Mısır'ın kronolojik gelişimini formüle edebiliyorlar. Buna göre, Firavun Menes'le başlayan Hanedanlar Dönemi, alt evrelere ayrılıyor: Eski Krallık, 1. Ara Dönem, Orta Krallık, 2. Ara Dönem (Hiksoslar Devri) ve Yeni Krallık. Bugün okutulan tarih kitaplarında da bu kronolojik düzen aynen böyle. süreç içindeki arkeolojik bulguların Manetho'yu ve Torino Papirüsü'nü doğrulaması sayesinde, Yeni Krallık ve sonrası, neredeyse bütünüyle tarihlenebilmiş durumda. Eski Krallık'ta, en fazla 150 yıl yanılma payıyla arkeologlar hanedan listesini ve Kralları sıralayabiliyorlar. Yani bu iki belge, doğruluğu desteklenmiş veriler içeriyor. Bütün sorun da aslında burada: Çünkü Manetho'nun listesi ve Torino Papirüsü, yalnızca hanedanlar dönemi Mısır'ını değil, ondan çok daha öncesini de kronolojik sıra içinde sunuyor. Yalnız burada yöneticiler insanlar değil, Neterler. Normal insanlara göre çok daha uzun yaşayan, ülkeyi binlerce yıl yöneten, esrarengiz varlıklar. Ejiptoloji ve modern arkeoloji bunun üzerine ne yapıyor? "Alt paragraflarını" tartışmasız biçimde kabul ettiği ve bulgularla doğrulanan bir tarihi yazıtın "üst paragraflarını" ya yok sayıyor, ya da "Bunlar mitoloji" deyip işin içinden çıkıyor. Neden? Çünkü hayranlıkla benimsediği alt paragraflarda "normal insan"lar krallık yapıyor; üstteyse, kim oldukları anlaşılamayan üstün yaratıklar. Böylece bilimsel ortodoksi, aynı belge üzerinde işine gelen bölümü "olgu" diye benimseyip dosyalarken, işine gelmeyen, çünkü anlayamadığı, işin gerçeği "dini inanışlarına aykırı düşen" bölümleri "mitolojik" bulup ayıklıyor!

Mezopotamya'da aynı şeyle karşılaşıyoruz: Layard ve Wooley'nin yaptığı araştırmalarda, son derece değerli ve ilgi çekici kil tabletler ele geçiyor. Bunlar, Sümer Kral Listeleri olarak adlandırılıyor. Aynı Mısır'da olduğu gibi, listenin en üst sırasında, yani "normal krallar"dan önce, her biri neredeyse 10.000 yıl, 15.000 yıl yaşayan yöneticiler var. Bunlar, "Tufan'dan önce" uzun süre ülkeyi yönetmişler, sonra insanlara devretmişler. Babil metinleri bu olayı "Krallık gökten indiğinde" gibi bir deyişle açıklıyor. Bütün Mezopotamya'da aynı kült var aşağı yukarı. Bulunan belgeler, "en eski metin" olduğuna inanılan Tevrat'ın, Tufan başta olmak üzere bir sürü temayı Sümer ve Babil anlatılarından ödünç aldığını ortaya koyarak Kilise'de ve dini çevrelerde buz gibi rüzgarlar esmesine neden oluyor. Üstelik, Tufan öncesi ülkeyi yöneten "tanrılar"dan söz ediliyor, tek bir tanrıdan değil!

Bu durumda Ortodoks arkeoloji ne yapıyor? Mısır'da yaptığının aynısını. Yani Sümer Krallar Listesi'nin "normal insan ömrüne sahip" kralları doğru kabul ediliyor ve belgenin bu bölümü "somut bulgu" sınıfına sokuluyor ama Tufan öncesi ülkeyi yönettiği anlatılan, 200.000 yıl hüküm sürmüş "tanrılar" ve onların sonrasında, "ara dönem"de insanlara yönetimin geçişini üstlenen ve denetleyen "Gözcü"ler, "mantıksız" bulunarak "mitoloji" sınıfına sokuluyor yine. Aynı belgenin alt kısmı doğru, üst kısmı "masal"!


Enoch'un Şaşırtıcı Hikâyesi

Benzeri durum, Tevrat'la ilgili incelemelerde de söz konusu. Mezopotamya bulgularından sonra, çok daha eski metinlerden esinlendiği belli olan Tevrat, bütün o eski metinlerdeki "Tanrılar" sözcüğünü tek bir "Tanrı" olarak düzeltmiş. Bu arada, Tanrı'ya verilen sıfat ve onun genel adı, "Efendi" ya da "Sahip" anlamına gelen "Lord" sözcüğünde somutlaşıyor. Yahudi toplumunun mesken tuttuğu bölgenin eski mitleri, büyük tanrı Baal'dan söz ediyor. "Baal"in sözlük anlamı da "Efendi" ve "Sahip". Aynı sıfatların, daha sonraki yıllarda bütün Batı toplumlarında yöneticiler için kullanılması ilginç. Ama daha ilginç olan, bütün o eski anlatıları ayıklayarak "Tanrılar" sözcüğünü "Tanrı" olarak tashih eden Tevrat'ın, birkaç yerde bunu unutması. "Elohim" sözcüğü, Tevrat'ta birkaç kez geçiyor. İbranicedeki anlamı, "ilahlar"; yani, "çoğul" bir sözcük. İlahiyatçılar bunun tartışma konusu yapılmasına bile karşı çıkıyorlar - arkeologlarsa, sessiz. Ama bundan daha kafa karıştırıcı olanı var: Yaratılış (Genesis) bölümünün 6. Bab'ında "O günlerde ve sonrasında da, dünyada Nefilimler vardı." diye bir ifadeye rastlıyoruz. Sözü edilen zaman, Tufan'dan öncesi. "Nefilim" sözcüğü, İngilizce'ye "devler" diye çevriliyor. Oysa İbranicedeki fiil yapısına göre tam ifadesi, "yukarıdan aşağıya inmiş olanlar". Yaradılış'taki hikayede "devler"in hiçbir anlamı yok - daha sonra da Nefilim sözcüğüne rastlanmıyor zaten. Sanki "araya yanlışlıkla girmiş" gibi bir sözcük. İğreti duran, ne anlatmak istediği belli olmayan bir ifade. Oysa aradan yıllar geçip 1947'de Ölü Deniz yakınındaki bir mağarada orijinal el yazmaları bulunduğunda, "Nefilim"in aslında son derece önemli, neredeyse kilit denebilecek bir kavram olduğu çıkıyor ortaya. Bunun yanı sıra, Tevrat'ın din adamlarınca "edit edildiği" (değiştirildiği) de anlaşılıyor. Çünkü M.Ö. 4. yüzyıldan kalma yazıtlar arasında yer alan ve daha önce Etiyopya'daki Kutsal Kitap'ta rastlanmış olan kopyası "sahte" sanılan "Enoch'un Kitabı"nın orijinal nüshası da bulunuyor Ölü Deniz mağaralarında.

Yaradılış'ta yalnız birkaç satırda adı geçen ve "Tanrı'yla birlikte yürüdüğü" söylenen Enoch'un, aslında son derece ilginç bir hikayesinin olduğunu ve Tevrat'tan çıkarılan bu parçaların "Nefilim" sözcüğüne de açıklık getirdiğini fark ediyoruz. Boşluklar Enoch'un Kitabı'nda yazanlarla doldurulduğunda, Bap 6'nın aynı satırında sözü edilen "..ve Tanrı'nın oğullarını insanın kızlarını gördüler ve onlar güzeldi. Onları kendilerine eş seçip onlardan çocuk sahibi oldular." ifadesi de anlamlı hale geliyor. İlahiyatçıları, dilbilimcileri ve tarihçileri yıllardır uğraştıran "Tanrı'nın oğulları" ile insanın kızları arasındaki ilişki, Tevrat'ta yalnızca o cümlede geçiyor ve bir daha sözü edilmiyor. Ama Enoch'un Kitabı'nı okuduğumuzda, bunun müthiş sonuçlar doğuran bir olay olduğu çıkıyor ortaya. Evinden, ailesinden ayrılan ve "Tanrı katında" yaşamını sürdüren Enoch, "Gözcülerden" söz ediyor anlatısında. Bunlar, Tanrı ile insanlar arasındaki ilişkinin bazen "ara halkası" olma görevini üstlenen, insanlara nezaret eden, üstün varlıklar. Ama hepsi, "emir kulu" sonuçta. Enoch'un ayrıntılı olarak anlattığı hikayede, bir gün bunlardan birinin dünya üzerindeki "gözcülük" görevi sırasında "insan kızları"nı arzuladığı ve bu fikrini diğer "gözcü"lere de söylediği belirtiliyor. Bir grup Gözcü (ya da Nefilim - "yukarıdan inen") aralarında karar alıyor ve yemin ediyorlar: Hepsi insan kızlarıyla sevişip onlardan birer karı alacak ve bu bir sır olarak kalacak. Çünkü öğreniyoruz ki, yapılan aslında "yasak". Sonuçta bu birleşmeden "melez" çocuklar doğuyor ve genetik sorunlar yüzünden bu çocuklar sağlıksız, vahşi, garip yaratıklar oluyorlar. Diğer yandan, "insan kızlarıyla" birlikte oldukları süre boyunca Nefilimler, onlara bilgi aktarıyor, bir şeyler öğretiyorlar ki, bu da çok büyük bir yasağı çiğnemek anlamına geliyor. Sonuçta Tanrı hem Nefilimleri cezalandırıyor, hem de yarattığı Tufan'la insanları.

Sümer ve Babil metinlerini bulmuş olmamız, Enoch'un kitabının da, Tevrat'ın diğer bölümleri gibi Mezopotamya anlatılarından esinlenilerek, daha doğru bir deyişle bunlar "revize edilerek" yeniden yazıldığını anlıyoruz. Ama bu, bir garip durumu fark etmemize engel değil: Çok eski zamanlarda "Gözcü"ler denen birilerinin dünya üzerinde dolaştığı ve yaptıklarıyla dünyadaki hayatı derinden etkilediğine ilişkin en az on toplumun kültüründen gelen tanıklıklar var elimizde. İşin en kafa bulandırıcı yanı, çok benzeyen anlatılara, Antik Yakın Doğu'yla fiziksel teması hiç bulunmadığı varsayılan eski İnka ve Maya folklorunda da rastlıyoruz! Şimdi, bütün bunlara "Mitoloji işte canım" deyip, elimizin tersiyle bir yana mı itmemiz gerekiyor, "bilimsel tavır" sergilemiş olmamız için. Yoksa eski metinleri farklı bir bakışla bir daha inceleyip, "Kim bu Gözcüler?" diye sormak mı daha mantıklı bir davranış?

Kaynak: www.spatyom.com

43
Oyunlar / Hayatta Kalma Oyunu -H.K.O-
« : 30 Nisan 2010, 08:33:35 »
Uzun yaşamaya meraklı  olmamızdan mı bilmiyorum, dilimizi yakıyoruz MMO, F.R.P, R.P.G ve R.Y.O’larla… Nefes alışları level atlamaya bağlayıp, sürekli bonus puanlara dikiyoruz gözlerimizi. Olmadık zamanlarda karşımıza çıkan bosslara hayır demek, aklımızın ucundan bile geçmedi hiçbir zaman; seviyoruz çünkü gözümüzü karartıp kesin kararlar almayı. Arkamıza bakmadan yol almayı seviyoruz. Bıraktığımız itemlerse, kan kayıplarımıza vesile oldu her defasında. Çünkü onlardan da vazgeçmedik. Unique bir kılıç gibi bakmadık mı sevgiliye?

Rol yapıyoruz gerçekten,  hayatımızın ön kapısından girip çıkan her insanı +5 DEX point olarak görüyoruz. Ama onda da kendimizi avuttuk. Neyse ki health potlarımızı ayırmadık yanımızdan, onlarda olmasa zaten…

Sürekli mobs peşinde koşuyoruz haritadan haritaya, birkaç NPC var hayatımızda, onlar da yönlendirmiyor değil tercihlerimizi. Çoğunlukla yanlış sapaktan dönsekte, quest bitmeden biz de bitmiyoruz. Belki de hep kendimizi 80’ levellerde hayal ettiğimizdendir, kendimizi sadece en mükemmele yakıştırdığımızdandır.

Sonundaysa arenada buluyoruz kendimizi; PVP hazırlığı diz çökmemek için. En kötüsü de o olmuştur her zaman. Daha çok ‘’dilini yakanın’’ zaferini solur izleyenler. Sırf pes etmediği için hayatta kalma oyununda, yenilen LOSER olarak yaftalanır. Tıpkı platonik aşığın yüzüne, gerçeğin vurulması gibi…LOSER…

Hayatta kalma oyunu, zayıfın kendisini güçlü hissettiği bir haritada yol almasından ibaret olmuştur her zaman. Neyin ne olduğunun farkında bile değildir belki, ama o HKO’da nefesini gerçek sayar. Kendisinden çok yaşattığı charını sever. İnsanlardan çok sever. Hırsa yenik düşer. Olması gerekeni değil, olmasını istediğini yaşar; ama yanlış davranır.

Hayatta kalma oyunu, gerçekle hayali ayırt edemeyenleri gösterir. Onları gün ışığı gibi ortaya çıkartır; kusurlarını da, yanlışlarını da… Farkında olmasalar da asıl LOSER’ın, alınlarında apaçık yazdığı gerçeğini kabul etmezler.



Halbuki NPC’yle el sıkışıp, birkaç yudum şarap eşliğinde hayatta kalma oyununa öyle devam etmek vardı. Merhaba diyen bir NPC olmak vardı…

44
Mitolojiler / Vikingler ve İskandinav Mitolojisi
« : 29 Nisan 2010, 20:14:12 »
Vikingler Ve İskandinav Mitolojisi

 


VİKİNGLER
MÖ 1000li yıllardan sonra Avrupa ülkelerinin büyük çoğunluğunda Hint-Avrupa dilleri yaygınlık kazanmaya başlar. MÖ ilk bin yılın ortalarından itibaren, Germen kabileleri kuzey İskandinavyada ve kuzey Almanyada yaşadılar. İskadinav ve Alman mitolojileri temelde ortak bir kültürel yapıya sahiptir. Romalı Julius Caesar (Sezar) ve Tacitusun gözlemleri dışında Germen mitolojisi Hıristiyan kaynaklarına dayanmaktadır. Efsanelerin büyük çoğunluğu hakkındaki bilgiyi, eski İskandinav mitlerini tercüme eden, İzlandalı tarihçi Snorri Sturlusonun (1179-1241) Prose Edda�sından almaktayız. Yaratılış mitinin en detaylı örneğini yine birçok versiyonu gözden geçirip tutarlı bir hale getiren Snorri vermektedir:
İSKANDİNAV MİTLERİNDE YARATILIŞ

Başlangıçta yalnızca büyük bir boşluk vardı (Ginnungagup). Yeryüzü biçimlenmeden önce, ölüler dünyasından (Niflheim) başka hiçbir şey yoktu ve burası içinde 11 nehri barındıran büyük bir kuyuydu. Niflheimın güneyi aşırı sıcaktı ve muhafızlığı Sutr (zifir anlamında) adlı bir dev tarafından yapılırdı. Niflheim�ın geri kalanındaki tüm nehirler donmuştu ve bu nehirler Ginnungagup tarafından çepeçevre sarılıyordu. Ta ki sihirli kıvılcımlar donmuş nehirlerin üzerine düşene ve onları eritene dek. Eriyen sulardan sızan damlalar Ymirin, bir devin, şeklini alır ve Ymirin terinden diğer dişi ve eril devler meydana gelirler. Mitolojinin bir başka anlatımına göre eriyen damlalar Audumbla adlı bir ineği oluşturur, Ymir bu ineğin sütüyle beslenir. Audumbla, ayrıca tuzlu buz parçalarını yalayarak ilk tanrı Buriye biçim verir. Bir zaman sonra, Buri�nin oğlu Bor, Bolthorr adlı devin kızıyla evlenerek Odin, Vili ile Veden oluşan tanrılar birliğini meydana getirirler.

Odin ve erkek kardeşleri tanrıların düşmanı olan Ymiri ve ondan meydana gelen devleri öldürdükten sonra iki kutsal ağacın gövdesine sahip oldukları maharetlerinden bazılarını sunarlar: düşünme, nefes alma, işitme, görme� Gerçekte bu ağaçlar insan ırkının arketipidir. Erkek Askr�dır (kül ağacı) ve kadın Embla�dır (sarmaşık).

KADER AĞACI: YGGDRASILArdından Asgard�ı, tanrıların krallığını inşa ederler. Snorri diğer versiyonlarda kader ağacı Yggdrasil�in nasıl dünyanın merkezinden filizlenip büyüdüğünü anlatır. Ağacın altındaki dişi olarak tarif edilen kader kuyusunda insan yaşamının yönü tayin edilir. Bir diğer versiyonda, tanrılar meclisi ağacın etrafında toplanır. Ağaç iki kökten destek almaktadır; köklerden biri yeraltı dünyasına uzanır (Hel), diğeri buz devlerinin dünyasına ve sonuncusu insan varlıklarının dünyasına� Tüm dünyanın refahı Yggdrasil adlı bu ilkel ağaçla ilişkilidir.
TANRILAR KRALLIĞI

VİKİNGLERViking tanrıları iki ana grupta toplanırlar: Aesirler ve Vanirler. Aesirler�in en önemlileri, Odin, Thor ve bazen de Tyr�dir. Vanirler arasında onlara derece eşit önemdekilerse Njord, Frey ve Freya�dır. Vanirler, zenginliği ve bereketi sembolize ederler. Denizi ve toprağı yönetirler. Aesirler ise başka kavramlara karşılık gelirler: Odin büyücüdür, tanrıların başıdır ve tüm kahramanların lideridir. Thor, çekiçli tanrı, yıldırımlara hükmeder. Birçok viking efsanesi barış içinde yaşayan ve ortak evrenlere sahiplik eden iki tür tanrının çevresinde şekillenir. Ancak kayda değer bazı versiyonlarda, Aesir ve Vanirlerin arasında geçen çetin savaşların olduğu göze çarpmaktadır. Birçok uzman bu savaşların Germenlerle yerli halk arasındaki sıcak temasın bir yansıması olduğunu düşünmektedir.

VİKİNGLERKuzey mitlerinde en büyük mücadele baş tanrılar Odin ve Thor�un Vanirler�in tanrısal konuma sahip oluşlarına karşı çıkmalarıyla başlar. Aesirler, Vanirler�i çöküşe uğratmak için Gullveig (altın içki) adlı kadını aracı ederler. Ve savaş böylece başlar. Her iki grubun da tamamen güçten düşmesiyle, tanrılar taraf değiştirirler. Vanirler, Njord ve oğlu Frey�i; Aesirler ise Mimir ve Hoenir�i değiş tokuş için gönderirler. Ateşkesi kutlamak üzere toplanan tanrıların tümü bir kaseye tükürerek, aralarındaki ahengin ve barışın alameti olan Kvasir adlı devi yaratırlar. Kvasir bir süre sonra kurban edilir ve yeni tanrıların meydana getirilebilmesi için kanından güçlü bir içki yapılır. Kvasir, tanrıların yeni içeceği olur ve birçok şiire de ilham kaynaklığı eder böylelikle.
ŞEYTAN LOKİ

Mitolojinin önemli bir bölümü Balder ve Loki adlı tanrılara ilişkindir. Odin�in oğlu Balder, zekanın, dindarlığın ve bilginin kaynağı olarak karşımıza çıkar. Balder�in Glitnir adı verilen cennette bir sarayı vardır. Tanrılar ve insanlar yasal konuları danışmak, onun fikrini almak ve sonsuz adaletinden istifade etmek için Balder�in kapısını çalarlardı sık sık. Loki, Aesirler tarafından evlat edilen bir devdi. O ve Odin bir dostluk andı etmişlerdi.

Bir gece Balder oldukça rahatsız edici bir düş görür. Düşe göre yaşamı büyük bir tehdit altındadır. Bu durumu hemen Aesirler'e haber vermesi üzerine, annesi Frigg ateş ve sudan, tüm metallerden, kuş ve vahşi hayvanlardan, toprak ve taştan oğluna zarar vermemeleri için söz alır. Daha sonra Balder�i aralarına alan Aesirler ona ok ve taş atarak eğlenmeye başlarlar. Çünkü verilen söz onu tüm zararlara karşı korumaktadır. Loki bu durumu sezer ve durumu sorgulamaya başlar. Kardeşinin neden acı çekmediğini araştırdığında annesi ona doğanın yeminini anlatır. Ayrıca doğada yalnızca ökseotunun bu sözü vermediğini de ekler. Loki ökseotunu bulup hemen Aesirler�in arasına getirir ve onu Balder�in kardeşi, kör tanrı Hoder�e, kötü oyununa ortak olması için sunar. Hoder ökseotuyla Balder�e saldırınca, Balder oracıkta ölür. Aesirler intikam almak isterler ancak sarayın kutsiyeti nedeniyle bunu yapamazlar.
VİKİNG DUVAR KABARTMASI

 
Bir Viking rölyefinden örnek. 'Ölülerin Son Yolculuğu'

Çünkü Balder bir savaşçı değildir, bir savaşta ölmemiştir, bu yüzden ölü kahramanların toplandığı devasa salona, Valhalla�ya gidemeyecektir. Balder, ölülerin koruyucusu Hel�in eline düşer. Odin, Balder�in serbest kalmasını talep ettiğinde Hel, dünyada ölü veya canlı her şey Balder için ağlarsa onun Aesirler�e dönebileceğini söyler, aksi takdirde daima Hel ile kalacaktır. Aesirler mesajı doğanın, insanların, tanrıların ve hayvanların Balder�e ağlaması için dünyaya yayarlar. Tümü buna olumlu cevap verirler; Balder�in Hel�in krallığında kalmasını isteyen dev kadın, Thokk hariç (aslında kılık değiştiren Loki�den başkası değildir).
BÜYÜK SAVAŞ: RAGNARÖK

Aesirler sonunda Loki�yi yakalamayı başarırlar ve şeytani numaralarını yapmasını engellemek için her yanını zincirlerler. Loki kılık değiştiremez ama bir gün zincirlerini kırar. Bu tüm kötülüklerin, canavarların ve devlerin tanrılara saldıracağının alametidir aslında. Tanrıların şafağında büyük Ragnarok savaşı başlamıştır. Odin, daha sonra oğlu Vidar tarafından öldürülecek olan kurt Fenrir tarafından yenir. Korkunç mücadelelerin tanrılar ve kötü kuvvetlerin arasında yarattığı öfke tanrı Heimdall ve Loki�nin yüzyüze gelmeleri ve birbirlerini öldürmeleriyle son bulur. Dünya ateşle yok edilir ve bütün kainat sulara gömülür. Bu son yıkımı bir yeniden doğuş, dünyanın denizden yeniden yükselmesi, yeşille çepeçevre sarılması ve bitkilerin ortaya çıkması izler. Ölen Aesirler�in oğulları Asgard�a, hükümdarlıklarına geri dönerler. Tıpkı babalarının yaptığı gibi.
VALHALLA

Vikinglerin, �ölülerin toplandığı salon� olarak tahayyül ettikleri Valhalla, kesinlike bizim anladığımız cennet kavramına benzemez. Çünkü dünyada iyilikler yaparak yaşayanların öldükten sonra ikamet edecekleri bir mekan değildir. Asgard�ın 12 krallığından biridir ve Ragnarok savaşına kadar tanrılara ev sahipliği yapmıştır. Bundan sonra tanrılar, Odin�le birlikte devlere karşı savaş yapabilmek için yola çıkmışlardır.

Kahramanlar zorlu bir mücadelenin ardından öldüklerinde Valhalla�ya getirilirler. Savaş meydanlarında ölenleri taşıma işi Valkyry�lere düşer. Bu savaşçı kadınlar Odin�in hizmetkarlarıdır, ancak asıl görevleri savaşlara gözetmenlik yapmak ve kimin ölüp kimin yaşayacağına karar vermektir.

Valhalla�da yapılan ziyafet sofralarının en başında her iki omzundaki kuzgunuyla Odin oturur. Kuzgunlardan biri Huginn (düşünce) ve diğeri Muninn�dir (hafıza). İkisi de dünyadan Odin'e mesaj getirirlerdi.


 


Tanrılar Krallığında Kim Kimdir, Nedir?

Aegir: İsminin anlamı genellikle suyla bağdaştırılmıştır. Diğer isimleri HLER ve GYMİR (Kör eden). Aegir deniz kıyısının veya okyanusun tanrısıydı. Kızdığında fırtınalar yaratırdı. Aegir Vanir'lerden bir devdi. Babası MİSTARBİLİNDİ (Sis körü), ve kardeşleri LOGİ (Ateş ve bazılarına göre LOKİ) ve KARİ (Hava)'ydi. Karısı (ve kardeşi) RAN'dı ve Hlesey adasının yakınlarındaki denizde yaşarlardı. Ran ve Aegir'in herbiri birer dalga olan dokuz çocukları vardı.

Aegir tanrılar için bira mayalardı. Her kış tanrılar Aegir'in evinde bira içerlerdi ve o misafirperverliğiyle ünlüydü. Evinde ışık sağlamak için ateş yakmak yerine yere altın koyarlardı. Bu yüzden altına "Aegir'in ateşi" denir. Aegir'in Fimafeng ve Eldir adında iki hizmetçisi vardı. BALDER'in ölümünden sonra Tanrılar Aegir'in evinde ziyafet için toplandılar. Loki kendini gösterdi ve odadaki herkese küfür etti. Fakat tanrılar oranın kutsal bir yer olmasından dolayı Loki'ye hiçbirşey yapamadılar.

Asgard: İskandinav mitolojisinde Tanrıların yaşadıkları yerin adıdır. Yunan mitolojisindeki Olympus Dağı'dır. Cennetin olduğu yerdir ve sadece gökkuşağı köprüsünden geçilerek ulaşılabilir.Köprünün adı Bifrost olarak bilinir. Buradaki saray ve evlerin çoğu altın ve gümüşten yapılmıştır. En ünlüsü Odin'in sarayı Valhalla' dır. İskandinav mitolojisi, devler ve şeytanların tanrılara karşı açtığı son savaş Ragnarok (tanrıların alaca karanlığı)'da Asgard'ın yerle bir edilidiğini anlatır.

Balder: Aesirlerden biridir ve isminin anlamı "muzaffer"dir. Aynı zamanda Gözyaşı Tanrısı olarak da çağrılan Balder Odin ve Frigg'in oğluydu ve çok yakışıklı ve adil bir tanrıydı.

Bir gün Balder bir rüya görür ve Odin rüyanın anlamını öğrenmek için Hel'in diyarına gider. Hel ona Balder'in ölümünü kehanet eder. Bunu üzerine Frigg yaşayan herşeye Balder'e zarar vermemesi için yemin ettirir. Fakat daha çok genç bir bitki olan ökseotunu unutur. Loki yaşlı bir kadın kılığına girer, Frigg'i ziyaret eder ve Balder'in ökseotu hariç herşeye karşı ölümsüz oduğunu öğrenir.Daha sonra ökseotundan bir ok yapar ve bunu Balder'e atması için kör tanrı HOD'u kandırır ve ölümüne yol açar.Haberci Hermod Hel'in diyarına gider ve yaşayan herşeyin Balder için ağladığı zaman Balder'in dönebileceğine dair söz alır. THOKK adlı bir dişi dev (şekil değiştirmiş Loki) Balder için ağlamayı reddeder . Balder böylece ölü kalır ve cenaze kayığında (hringhorni) yakılır.

Bil: Snorri onu tanrıçalardan biri olarak adlandırır. Snorri dünyadan aya giderken ona eşlik eden Bil ve Hjuki adlı iki çocuğun hikayesini anlatır. Babaları Vidfinn'dir. Bil aynı zamanda kaderi dokuyan tanrıçasıdır.

Bor: Buri'nin oğlu. Karısı buz devi Bolthorn'un kızı olan Bestla'dır. Bor Odin ,Vili ve Ve'nin babasıdır.

Bragi: Şiir tanrısıdır. Odin ve dev Gunlod'un oğludur.Odin'in baş şairiydi ve çok adildi. İdun'la evliydi ve dilinin üzerine kazınmış rünler vardı.

Buri: İlk tanrı.İnek Audhumla kendini büyük buz parçalarını yalayarak besledi. gün be gün yaladıkça tanrı buzdan çıktı. Buri Bor'un babasıydı.

Delling: Şafak tanrısı olarak kabul edilir ve isminin anlamı "parlayan" dır. Nott'un (Gece) üçüncü kocasıydı. Dag (Gün) adında bir oğulları vardı.

Eir: Sağlık tanrıçası ve en iyi doktordu. Sanatını Eski İskandinavya'da doktor olan kadınlara öğretti.

Fenrir: Loki ve dişi dev Angerboda'nın oğlu. Tanrılar onu zaptedebilmek için Gleipher denilen sihirli bir zincire vururlar. fakat o bu sırada tanrı Tyr'in sağ elini koparır.

Forseti: Adalet tanrısı. Balder ve NANNA'nın oğlu. İsminin anlamı "yöneten"dir.Evi Glidnir (Parıldama)'dir .

Frejya (Freya): Güzellik ve aşk tanrıçası. Çok güzel mavi gözlü bir genç kadın olarak tasvir edilmiştir. Frey'in kız kardeşi ve ileri de Odin'in karısı olacak Frejya savaşta ölen kahramanların yarısını Asgard'daki kendi sarayı olan Folkvang'a götürmek için toplar. Bir çok hikayesi devlerin onu kaçırma teşebbüsleriyle doludur. Alman mitolojisindeki tanrıça Frigg'le eşdeğerdir. Ve Cuma günü Friday (Frejya's day ) onun adından gelir.

Frigg: En yüce tanrıça olan Frigg Odin'in esas eşidir ve gök tanrıçasıdır. Yunanlı Hera ve Romalı Juno gibi evlilikleri de yönetir. Çok sessiz ve sakin olarak resmedilmiştir.

Gejfon: Bakire tanrıça. Aynı anda Aesir ve Vanir'in bir üyesi. Ölen bütün bakireler ona giderler. Aynı zamanda verimlilik tanrıçasıdır. İsminin anlamı "Verici"dir.

Gullveig: Vanir tanrıçası. Aesir'in onu öldürme çabaları dünyadaki ilk savaşın çıkmasına yol açtı ve bu savaşı Vanir kazandı. Bu iki kabile aralarında tanrıları takas ettiler ve birlikte hükmetmeye devam ettiler. Gullveig (altının gücü) bazen üçlü tanrıça bazen de Heid (cadı) olarak çağrılmıştır.

Heimdall: Şafak tanrısı ve gökkuşağı köprüsü Bifrost'un nöbetçisidir. Kilometrelerce ilerdeki dünyada rüzgarla dalgalanan çimenlerin sesini duyabilecek bir duyu gücüne sahiptir.

Hel: Ölüm tanrıçasıdır Loki'nin çirkin kızı. Alt dünya (cehennem) Niflheim'in sıcaklığına ve karanlığına hükmeder.Vücudunun yarısı mavi yarısı siyahtır .Masası " açlık", bıçağı " açlıktan ölmek" , yatağı " üzüntü" ve hizmetçileri " gecikme" ve " yavaşlık"tır. Bazı eski hıristiyanlara göre evi cehennemdir.

Hermod: Tanrıların habercisi. Balderin ölümünden sonra Hel'in diyarına giderek Balder'in geri dönmesi için Hel'i ikna etmeye çalıştı.

Hod: Odin'in oğlu. Loki tarafından Balder'i öldürmek için kandırılan kör kış tanrısıdır. İsminin anlamı "savaş"tır.Vali, Odin'in oğullarından biri Hod'u öldürerek Balder'in intikamını aldı.

Hoenir: Aesir ve Vanir arasındaki savaştan sonra Vanir'e rehine olarak yollandı. İlk insanlara duyguyu veren tanrıdır.

İdun: Bragi'nin karısı olan tanrıçadır. Tanrıları sonsuza dek genç tutacak olan elmaların koruyucusudur. Fırtına devi TJASSE onu kaçırır ve Loki onu öldürüp İdun'u geri alana kadar tanrılar yaşlanırlar.Gençlik tanrıçasıdır.İsminin anlamı "gençleştiren kişi"dir.

Jord (FJORGYN): Toprak tanrıçasıdır.Annesi Nott (Gece) ve babası Annar'dır. Thor ve Frigg'in annesidir.

Lodur: İlk insanlara konuşma kabiliyetini ve görünümlerini veren tanrıdır.

Lofn: İhtiraslı aşklarla ilgilenen tanrıçadır.Odin ve Frigg'den evlenmeleri yasak olan çiftlere bile bunu yapabilme izni almıştır.

Loki: İskandinav mitinde Loki kıskançlık ve tüm kavgaların ruhudur. Bir devin oğludur fakat tanrılarla beraber Asgard'da yaşar. Sürekli olarak tanrıların başına bela olur ama aklıyla da onlara hep yardım eder. Balder'i bir şekilde öldürmeyi başardıktan sonra tanrılar hain Loki'yi zehirli bir yılanın altına bağlarlar.Karısı Siguna yılanın Loki'nin yüzüne damlattığı zehir damlalarını bir kaba toplar ama kabı boşaltmak için döndüğünde Zehir Loki'nin canını öyle yakar ki bağırmasıyla bir depremler olur. Depremde karısının elindeki kap Loki'nin suratına dökülür Loki yine acı içinde kıvranır. Loki şeytani kuvvetlerin başı olacağı büyük savaş Ragnarok'a kadar hapis kalacak ve en sonunda tanrılara karşı büyük savaşı başlatacaktır.

Mimir: Bilge bir kişi ve Bolthor'un oğlu.Bazı efsanelerde bir tanrı ve bazılarında bir dev.Vanir'e rehine olarak yollanmıştır.Vanir bunu görünce çıldırır ve onun kafasını keserler.Odin onun kafasını saklar ve bilgeliğe ihtiyaç duyduğunda danışabilmek için Mimir'in kuyusunun yakınlarına koyar.

Modi: Thor'un oğlu.Ragnarok'ta sağ kalacaklardan biri. İsminin anlamı "cesaret"tir.

Nanna: Ay tanrıçası.Balder'in karısı ve Forseti'nin annesi.Balder'in ölümünden sonra kalp krizinden öldü ve Balder'le birlikte yakıldı.

Niflheim: İskandinav mitinde yeraltı,soğuk ve ölümün yeri olarak geçer.Dokuz dünyadaki ölüm takipçisi Hel tarafından yönetilir.

Njord: Deniz ve rüzgarın tanrısı.Frey ve Freya'nın babası.Vanirlerdendir ve evi Noatun'dur.Karısı dev Skadi'dir.Babası Thjatsi'nin ölümü üzerine tanrılar Skadi'ye kocasını seçme hakkını tanıdılar.Skadi sadece ayaklara bakarak seçeceği kocasının Balder olmasını istiyordu ama kazara Njord'u seçti.Njord ve Skadi nerede yaşayacakları konusunda anlaşmazlığa düştüler ve ayrıldılar.

Odin: İskandinav mitolojisinde Odin bütün tanrıların şefi ve evrenin kurallarını koyan tanrıdır.Odin donmuş dev BOR ve Besstla'nın oğluydu.İlk başlarda kardeşleri Villi ve Ve ilk dev Ymir'i yendiler ve dünyayı yarattılar. Odin karısı Frejya ve diğer önemli İskandinav tanrılarından Thor ve Tyr ile birlikte Asgard'da yaşar. Ragnarok'da tanrılar Odin'in yönetiminde Loki'nin yönettiği devlerle çarpışırlar.Bu savaşta Odin kurt Fenrir tarafından yenilir. Ama sonra oğlu Vidar onun öcünü alır. Odin'in kutsal kuşu kuzgundur ve ana silahı da mızraktır(Gungir). Odin'in iki tane kurtu vardır .Geri ve Freki (anlamları açgözlüdür ). İki tane de kuzgunu vardır. Biri Huginn ( düşünceli) , diğeriyse Muninn (akıllı) isimlerinde olan bu kuzgunlar dış dünyada gördükleri ve duydukları herşeyi gelip Odin'e anlatırlar. Odin'in aynı zamanda 8 bacaklı Sleipnir adında bir atı vardır. Odin her yerde uzun boylu ,sakallı, ve tek gözlü olarak tasvir edilir. Efsaneye göre tek gözünü akıl ve bilgelik için değiş tokuş etmiştir.Hristiyanlık öncesi İskandinavya'sında Odin genelde insan kurban edilmesiyle anılır. Odin sık sık tatillere çıkar. Ve bazı söylencelere göre gençken iki kere sürgüne yollanmıştır. Bu gezilerinde adını değiştirir. Genellikle yeşil bir pelerin giyer, bir şapka ve maske takar. Odin şekil değiştirip kuş,balık, solucan gibi çeşitli hayvan kılıklarına bürünebilirdi. Bu gezilerinden en ünlü olanları Grimnisnal ve Vafprudnismal' dır.Adı Almanca' da Woden veya Wotan'dır. İngilizcedeki Wednesday (Çarşamba) " Odin'in günü"nden yani " Wodan's day" den gelir.

Ragnarok: Dünyanın yok oluşudur. Tanrılar ve devler arasında çıkan bu büyük savaşta herkes birbirini acımasızca katleder. İzlanda Eddalarına göre ,devler hain tanrı Loki tarafından yönetilecek ve tanrıların evine yani Asgard'a saldıracaklardır. Devlerin gelişlerini Heimdall borazanıyla bir şarkı çalarak herkese haber vericektir. Bu yokoluştan sonra yeni bir dünya oluşacak ve hayat yeniden başlayacaktır.

Ran: Aegir'in karısı.Denizlerin fırtına tanrıçasıydı.Boğulan insanları ağıyla denizden toplardı.

Saga: Odin'le evi Sokkvabekk'te içki içen tanrıçadır.Tarih tanrıçasıydı.İsminin anlamı "gaipten haber veren"dir.

Sif: Ekin ve verimlilik tanrıçası,Thor'un karısıdır.Bir kez Thor onun saçını çaldı ve yerine yenisini koymak zorunda kaldı.Dwarflara giderek altından bir saç yaptırdı.

Sjofn (VJOFN): Erkek ve kadının aşkı düşünmesini sağlayan tanrıça.Evli çiftler arasındaki kavgaları durdurmak onun göreviydi.

Snotra: Bilge ve nazik tanrıça olarak bilgelik ve bilgi tanrıçasıydı.

Syn: Davalarda sanıkları koruyan tanrıçadır.Frigg'in yardımcılarından biriydi ve Frigg'in sarayının kapısını korurdu.

Thor: Thor'un simgesi şimşektir. O kutsal savaş tanrısıdır. Thor Odin'in oğlu ve Odin'den sonra gelen en önemli tanrıdır. Düşmanlarına attığında kendisine geri gelen Mjolnir adında bir çekici, taktığında gücünü iki katına çıkartan bir kemeri ve Mjolnir'i rahat kullanabilmesi için demir eldivenleri vardır. İnsanlara karşı iyidir. Hemen hemen bütün hikayelerinde devlere karşı savaşır. Genelde çok kabadır.Çok büyük miktarlarda içki içer. Kızıl sakallı ,orta yaşlı ve zekasından çok kaba kuvvetine güvenen bir tanrıdır. Çok popüler bir efsaneye göre; Tanrıların evlerini yapan dev Mjolnir'le ödüllendirilecektir. Çekiç dev Thrym'in eline geçtiğinde Thor Frejya kılığına girerek ondan çekicini alır.Çünkü Thrym sadece Frejya ona gelin olarak gelirse çekici geri vereceğini söylemiştir. Thor aynı zamanda Atl veya Donar olarak da bilinir. Şimşek tanrısının günü İngilizcede Thursday, Almanca da Donnersdag'dır .

Thrud: Thor'un kızı.Dwarf Alvis onunla evlenmek istedi ama Thor onu kandırarak güneş yükselirken toprak üstüne çıkmasını sağladı ve onu taşa dönüştürdü.

Tyr: Savaş tanrısıdır.Sadece o kurt Fenrir'in ağzına elini sokacak kadar cesurdu.Bu olayın sonunda kurt sağ elini ısırarak koparır.Salı günü(Tuesday)onun günüdür.Tyr aynı zamanda Anglo Saksonlar tarafından Tiw,Tiu olarak da adlandırıldı.

Ull: Av ve okçuluk tanrısıdır.Silahı Porsuk ağacı'ndan yapılmış bir uzun oktu ve Ydal'da yaşardı.Düellolarda yardım için çağrılırdı.Thor ve Sif'in oğluydu.Sıklıkla tapılan bir tanrıydı.Hatta bir ara en yüksek tanrılardan biri kabul edilmiştir.

Vali: Vidar'ın kardeşi(bazı kaynaklara göre Odin'in oğullarının en genci).Dev Rind'in oğludur ve Aesir kendi kanından birini öldüremeyeceği için ve Balder'in intikamını almak için özellikle doğurulmuştur.Bir gecelikken Hod'u öldürdü.Ragnarok'ta sağ kalacak 7 Aesir'den biridir.

Var: Evlilik sözlerini tutmayanları cezalandıran tanrıça(Tahminen Vor'la aynı kişi).

Ve: Bor veBestla'nın oğlu,Vili ve Odin'in kardeşidir.Kardeşleriyle beraber dev Ymir'i öldürerek leşinden dünyayı yarattı.İsminin anlamı "kutsaldır".

Vidar: Odin ve Grid'in (bir dev) oğludur.Vali adında bir ikiz kardeşi vardı.Vidi'de yaşardı.Tanrıların en güçlülerindendi ve intikam tanrısı olarak kabul edilebilir.Ragnarok'ta kurt Fenrir'i öldürerek babasının intikamını alacaktır.Son savaşta sağ kalacak Aesir'den biridir.

Vili: Bor veBestla'nın oğlu,Ve ve Odin'in kardeşidir.Kardeşleriyle beraber dev Ymir'i öldürerek leşinden uzayı yarattı.İnsanlara düşünce ve hareketi verdi.İsminin anlamı "istek"tir.

Vor: İsminin anlamı "yemin" olan tanrıçadır.Ondan hiçbirşey saklanamaz çünkü çok bilgedir.Bazı kaynaklara göre evliliğin ve anlaşmaların da tanrıçasıdır.



Odin'in Bilgeliği :

 

İskandinavya Mitolojisi'nde tüm tanrıların en kudretlisi, zaferin ve bilgeliğin tanrısı Odin, tek gözü kör bir ihtiyar olarak tasvir edilir.Geçmişte olanları ve gelecekte olanları bildiği söylenir.Tüm insanların kaderi ona bağlıdır,yaşayan en bilge canlıdır...Fakat Odin'in tek gözlü olmasının ve bilgeliğinin ayrı bir öyküsü vardır :

Bir gün Odin'in diğer iki kardeşi Ve ve Vili kayboldu. Odin her yerde onları aradı, tüm Asgard diyarını baştan başa dolaştı.Fakat hiçbir ize rastlamadı.Bu yüzden çok sinirlendi ve atı sekiz bacaklı Sleipner'a bindiği gibi arkadaşı Mimer'e doğru yola çıktı.Mimer buz devi Bolthor'un oğluydu ve zamanında Vaenir tanrılarına rehine olarak yollanmıştı.Fakat Vanir onu sevmemiş ve kafasını kesmişti.Odin zamanında yetişerek Mimer'in kafasını kurtarıp ve yeri geldiğinde bilgeliğine danışmak için onu Mimer'in kuyusu adı verilen çeşmenin yakınlarına koymuştu.Mimer'in kuyusu dünyadaki tüm bilgeliğin kaynağıydı.Mimer'in bilgeliği de bu kuyunun suyundan gelirdi.

Sonunda Odin geldiğinde Mimer'in kafasını selamladı ve dedi ki : '' Hey Mimer,kuyunun suyundan biraz içmem lazım ki kardeşlerimin nerde olduğunu öğreneyim! '' Mimer reddetti : ''Her isteyene bilgeliğin kaynağından su içirirsek ne olacağını zannediyorsun Odin? Böylece herkes olacakları önceden bilir ve bunu istediğini sanmıyorum. ''

Odin yıkıldı,ne yapacağını bilemedi.Kendi kendine bu kuyudan bir damla su içmek için her şeyi yapabileceğini, hatta tek gözünü feda edebileceğini mırıldandı.

Mimer birden bağırdı : '' Anlaştık! '' Odin'in yüzü sarardı,sadece kendi kendine mırıldanmıştı ama yine de anlaşmaya sadık kalarak tek gözünü çıkarıp kuyunun içine attı.

Ve o zamandan beri Odin'in gözü kuyunun dibinden, dışarı, dünyaya bakar.Böylece Odin hem geçmişi hem de ge

Tyr'in kolunun koparılması :

Tanrılar, dünya'nın yok olmasından Fenrir'in sorumlu olacağını öğrenirler. Bundan korkarlar ve böylece Fenrir'i kafese kapatırlar. Urd Skuld ve Verdandi(zaman tanrıçaları) tekrar Odin'i uyarırlar ve günün birinde Fenrir'in onu öldüreceğini söylerler. Yusuf Yusuf olan Odin tüm tanrıları toplar ve bir toplantı yapar. Tanrılar Asgaard'ın kutsallığını bozmamak için Fenrir'in kanını akıtmayı göze alamazlar ve onu bir iple bağlamaya karar verirler. Demir halkalardan bir zincir yapıp adına "Laeding" koyarak bu zinciri, Fenrir'in kırıp kıramayacağını sorarak Fenrir'i kandırırlar. Fenrir ise gücünü göstermek için zincirin takılmasına izin verir. Her yerinen bağlanan Fenrir büyük bir çabukluk ve güçlü zincirleri kırar. İyice Yusuf olan Odin ve Tanrılar Dromi adında bir zincir yaptırırlar ve FEnrir'e bunuda kırmayı başarırsa gücünün her yerde duyulacağını söylerler. Fenrir kabul eder ve zincirlere vurulur ama yeniden büyük bir çabuklukla tüm zincirleri kırar. Buun üzerine Odin Dwarflardan(cüce) yardım ister ve onlara bir kurdu tutabilecek kadar güçlü ve büyülü bir zincir yapmalarını ister ve bunun karşılığında para vaadeder. Freyr'in habercisi Skirnir tarafından mesaj, yeraltı cücelerinin ülkesi Svartalfheim'e ulaştırılır.
Cüceler, 6 şeyi kullanarak (kedinin yürürken çıkardığı ses, bir kadın sakalı, bir dağın temeli, ayının gücü, bir balığın nefesi ve bir kuşun tükürüğü) Gleipnir adında,
ipek kadar pürüzsüz bir kurdela yaparlar. Tanrılar Gleipnir'i görünce şaşırırlar ve Fenris'i durdurabileceğine pek inanmazlar fakat yine de denemeye karar verirler.
Fenris'i çağırır ve onunla birlikte "Amsvartnir gölü"nün tam ortasında bulunan Lyngvi adındaki adaya gderler ve ona Gleipnir'i(kurdela şeklindeki büyülü ip) gösterirler. Fenris, kurdelanın büyülü olduğundan şüphelenir ve onu denemeyi kabul etmez. Tanrılar, eğer bunu da kırmayı başarırsa onu serbest bırakacaklarını söylerler. Fenris önce kabul etmez ama korkaklıkla da suçlanmak istemez.
En sonuda, iyi niyetlerinin bir işareti olarak, aralarından birinin elini dişlerinin arasına koyması şartıyla bağlanmayı kabul eder. Hiçbiri bunu yapmaya yanaşmaz ama en sonunda "Heyt ulan ben sokarım diyen" Tyr kabul eder ve elini Fenris'in ağzına koyar. "Gleipnir" tarafından zincire vurulan fenris, bu bağı koparamaz. Tanrılar bu sonuçtan son derece memnun olurlar ama Tyr "Oy anam der" ve elini kaybeder hatta kolunu...
eceği görüp,bilinmeye değer her şeyi bildi

Vidar hakkında
Vidar, İskandinav Mitolojisinde baş tanrı olan Odin ile bir dev olan Grid'in oğludur. Güçlü, sessiz ve yalnız bir tanrıdır. Ormanında yalnız yaşamaktır (ta ki ragnorak'a kadar) Bu yüzden kendisine yalnızlık ve sessizlik tanrısıda denir. Çok güçlü olan Vidar Ragnorak'tan sonra sağ kalan az tanrılardan biri olmuştur. İntikam tanrısı olarak da geçen Vidar; Ragnorakta, kurt Fenrir'in Odin'i kanlı bir şekilde öldürüp bedenini yutmasından sonra Vidar geldi ve Fenrir'in alt çenesini ayağıyla parçaladı ve iki eliyle üst çenesi boğazı yırtılana
kadar çekti ve Fenrir'i öldürüp babasının intikamını aldı...

Kısa Kısa :
İlk tanrının adı Buri idi. Ymir’in ve Buri’nin yaratma güçleri vardı. Yalnız kalmamak için kendilerine eşler bu eşlerdende çocuklar yarattılar. Tanrıların ve Devlerin soyu Ginungagap içerisinde üremeye başlamıştı. Bu iki ırkın birleşiminden ise Üç büyük tanrı doğdu. Odin, Vili ve Ve. Bütün tanrılar ve devler Odin’in bu zamana kadar doğmuş en güçlü canlı olduğunu anladılar ve ona sagı gösterdiler. O geleceğin ve geçmişin ve insanların babası idi.
Her şey, tüm insanlık ve bizim bildiğimiz manadaki varoluş bir cinayetle başladı(4).Odin ve kardeşleri Vili ve Ve ilk varlık Ymir’i öldürdüğünde başladı. Bu cinayetin sebeplerini hiçbir saga(5) anlatmaz. Ymir’in vücudu dünyanın topraklarına, vücudundaki su denizlere ve vücudundaki kan kaynayan lavlara dönüştü. Dünya artık oluşmuştu. Bu oluşumu Odin doğduğu günden beri biliyordu. Bu kaçınılmaz olan idi. Tıpkı kendi sonu gibi!
Sıra devlerde idi . Odin ve kardeşleri tüm devleri öldürmek için yola koyulmuşlardı. Sadece Bergelmir ve ailesi bu katliamdan kurtulabilmişti. Kaçmışlar ve saklanmışlardı. Bundan sonra kendilerini ve çocuklarını intikam hırsı ile büyüttüler. Bir gün gelecek intikamlarını alacaklardı. Bunu Odinde biliyordu...
Dünya nın yaratılışı artık tamamlanmıştı. Artık onu sabitleyecek ve koruyacak varlıklara ihtiyaç vardı. Bu yüzden Odin cüceleri yarattı. Dört cüce, dünyanın dört yönünü korumak için and içtiler : Austri(doğu), Nordri(kuzey), Vestri(batı), Sudri(güney) ve bu ülkeye (dünyaya) Midgard adını verdiler..
Toplam dokuz dünya (alem) vardı :
Muspelheim Ateş ve ısı,
Niflheim Buhar ve duman ki Ejder Nşdhug’un eviydi burası,
Helheim Karanlığın ve acıların dünyası,
Jotunheim Devlerin yaşadığı dağlardan ibaret olan alem,
Asaheim Asa tanrılarının(6) yaşadığı alem,
Vanaheim Vane(6) tanrılarının yaşadığı yer,
Alfaheim Beyaz alfların (elf) yaşadığı alem,
Svartalfaheim Siyah alfların (Kara elfler)dünyası,
Mannaheim İnsanların yaşadığı alem (Midgard Mannaheimde bulunur)
Bu alemlerde yaşayan farklı varlıkların çoğu bir diğer dünyaya gidebilme gücüne sahipti. Artık herşey uyum içerisindeydi...





Irkların ve diğer tanrıların doğumu...

Midgard da bir sabah Odin, kardeşleri Hoenir ve Lodur deniz kıyısında dolaşmaya çıktılar. Sahilde yanyana duran iki ağaç ile karşılaşdıklarında bu ağaçları ilk insanlara dönüştürmeyi karar verdiler. Erkeğin ismi Ask, kadınınki ise Embla idi.
Lodur onlara fiziksel güzellikleri, Hoenir hareket yeteneğini, Odin ise duyguları verdi. Sonunda Ask ve Embla birleşerek insan ırkını oluşturdular ve önlerindeki yolda ilerlemeye başladılar. Ancak Odin onların kaderini o anda yazmıştı. Bütün İnsan ırkı devlerle yapılacak son savaşta, Ragnarök’ta Odin’in yanında savaşacak ve yok olacaktı...İnsanın yaratıldığı esnada, devler çoğalarak Ymir’in öcünü almak için and içiyor ve kendilerini intikam duyguları ile besliyordu.

***
Bütün bu yaratılan canlıların ve hatta tanrıların arasındaki en mistik ırk şüphesiz Alf (beyaz alflar yada elfler) ırkı idi. İnsanlar onları, ışığın cinleri olarak biliyordu. Alflar görünmezdi, ne kokuları, ne sesleri, ne belirli şekilleri, ne bilinen maceraları, ne de şarkıları vardı. Devler, insanlar ve cücelerın aksine Alflar savaşçı değillerdi. Ancak mutlak bir güçleri vardı.
Beyaz Alflar doğanın anlaşılamaz gücünü simgeliyorlardı. Onlar tanrıların istekleri dışında doğmuşlardı...
Beyaz Alfların diğer yüzü siyah Alflar, dokuz alemlerden Svartalfaheim isimli alemde yaşarlardı. Siyah Alflar Dev Ymir’in ölü cesedinden beslenmişlerdi bu yüzdende içleri ölüm ve karanlıkla dolmuştu. Tanrılardan ve devlerden korktukları için taşların içlerine saklanmış ve bu taşların kara renklerini almışlardı...

-alıntıdır.-

45
Kurgu İskelesi / Sürgün
« : 29 Nisan 2010, 15:38:49 »
Sürgün

Bölüm I: Rey Şehri
Rey Şehri, Batı


Gök kan kırmızısı,burası Batı... Ropinie ilk defa bu kadar çok insanı bir arada görüyordu. Şehrin kapılarından içeri ilk adımlarını attığında,izleniyormuş hissi Ropinie'nin tüm bedenini sarmıştı. Oysa ki kalabalık, onun varlığını fark etmiyor gibiydi. Silik bir siluetten farksızdı bu haliyle…Hızlı ama sessiz adımlarla şehri dolaşırken, gözleri bir han tabelasına takıldı ve oraya doğru yöneldi.

Hanın kapısını aralayıp içeri girdiği anda burnundan içeri berbat bir yanık kokusu hücum etti. Kafasını kaldırdığı zaman da oradaki  herkesin ona baktığını gördü. Rahatsız olmuştu. İçinden bir ses derhal oradan çıkmasını fısıldıyordu fakat Ropinie bu sesi dinlemedi. Hancıya doğru ilerledi, önüne bir kaç altın bıraktıktan sonra kısık bir sesle;

''Oda istiyorum...''dedi.

Hancı hiçbir şey söylemeden bir anahtarı Ropinie'ye uzattı. O da anahtarları alıp merdivenlere yöneldi. İçerideki insanları dikkati dağılmışa benziyordu.Birkaç saniye sonra ise tekrar sohbete daldıklarını duydu.

Merdivenleri çıkıp odasını buldu. Anahtarı çevirip, kapıyı açtı. Kapı aralanırken büyük bir gıcırtı çıkarttı. İçi titredi Ropinie'nin...

İçeri geçtikten sonra yanık kokusunun geçtiğini fark etti bu sefer.

''Ya da ben alıştım...''

Odanın ortasına geçip gözlerini kapadı. Gözleri onun her şeyiydi, dinlendirmek zorundaydı.Hem bunu yaparken düşüncelere de dalabiliyordu. Düşünmek... Düşler.... Şekiller…

Onu bu huzurlu dakikalarından koparan şey, odanın kapısını yerle bir edip iki kişinin ellerinde kılıçlarla içeriye dalması oldu. Fakat daha ne olduğunu bile anlayamadan, biri, kanlar içinde yere yığıldı. Diğeri ise yanındakinin daha düşüşünü görmeden Rezipa’yı* boğazında hissetti.Fakat kılıç, daha ileri gitmedi. Adam dizlerinin üzerine çöktü.

Ropinie ne düşüneceğini bilmiyordu, dişlerini neden bu adamın boğazına geçirmediğini de. Aslında o bunu yapmak istemişti fakat görünmez bir güç bunu engellemişti sanki.

O anda adamın ağlayarak dua ettiğini gördü. Siniri bin kat daha arttı.Kılıcı adamın çenesine dayayıp, kendi yüzüne bakmasını sağladı Ropinie...



Devam Edecek...

*Rezipa: Orta Dünya’da goblinlerin, elf topraklarında dövebildikleri tek kılıç.

Sayfa: 1 2 [3]