152
« : 29 Nisan 2010, 19:11:13 »
Sürgün-II.Bölüm:Kehanet
''Bağışla beni!''
Ropinie'nin öfkesi yerini anlık bir şaşkınlığa bıraktı. Bugüne kadar kimse canı için ona yalvarmamıştı. Ama onlara hiç bu fırsatı vermediğini düşündü birden..
''Sen kimsin, insan?''
Bunu apaçık bir merakla sormuştu Ropinie.
''Beni Batı'ya hükmeden gönderdi, seni ona götürmem için...''
Adam sakinleşmişe benziyordu. Fakat korkak gözleriyle Ropinie'yi izlemeyi sürdürdü.
O ise fark edilmediğini sanmakla yanılmıştı. Kendi aptallığına kızdı.
''Sen bir vampirsin! Nasıl fark edilmeyeceğini düşünürsün!''
Ropinie kılıcını adamın boğazından çekti ve pelerininin içine sakladı. İlk defa kullandığı kişinin kanını akıtmadan geri çekmişti kılıcını. Kendisi de inanamadı buna, ama önemsemedi de. Gerçi bir keresinde babası, aileye yakışır bir erkek olmadığı için onu kırbaçlattığında da geri adım atmıştı. Ama babasını kılıç çekilecek biri olarak görmüyordu.
''Beni ona götür.''
Gece çökmüştü. Gündüz, baş döndürecek kadar kalabalık olan bu şehir, güneşin çekilmesiyle beraber ölmüştü sanki.
Uzun bir süre yürüdüler. Ropinie'nin kafası bomboştu. Hiçbir şey düşünemiyordu, düşünmekte istemiyordu zaten. Şehirdeki evleri geride bıraktılar. Ropinie, geldikleri tarafa doğru kafasını geri çevirdi. Ama neden arkasına bakma ihtiyacı duyduğunu anlamadı. Tekrar önüne döndüğünde ise muhteşem bir şatoyla karşı karşıya kaldı. Gözlerine inanamadı Ropinie. Yanındaki adam ise şatoya doğru yürümeye devam ediyordu. Sonra birden durdu. Ropinie'ye dönüp pis bir gülücük attı. Ropinie, adamın yosun tutmuşa benzeyen dişlerini gördü. Adamın öyle gülmesi değil de, o dişleri Ropinie'yi daha çok rahatsız etmişti doğrusu.
Gözlerini adamın iğrenç dişlerinden ayırdığında ikinci bir kez şaşırdı.Bu şaşkınlık paniği de beraberinde getirdi. Çünkü bir tabur atlı askerin, bir kaç saniyelik dalgınlığı yüzünden nasıl etrafını sardığı hakkında hiç bir fikri yoktu. Kılıcı kavramak istedi. Fakat daha elini pelerine bile götüremeden okların yüzüne doğru çevrildiğini gördü. O anda boynunda keskin bir acı hisseti. Elini boynuna götürdüğünde ise bir şeyin derisini delip geçtiğini anladı. Söküp çıkardı onu. Küçük iğneye benzeyen bir şey... Ropinie olduğu yerde sendeledi. Başı dönüyordu... Zehir... ?
…
…
Soğuk ve ıslak zemini teninde hissedebiliyordu. Ağır ağır gözlerini açmaya çalıştı. Başı o kadar çok ağrıyordu ki... Doğrulmaya yeltendi fakat ellerinden ve ayaklarından zincirlenmiş olduğunu fark etti. Sonra neler olduğunu hatırlamaya başladı yavaş yavaş...
''Yosun dişler, atlı askerler, boynumda bir acı ve şimdi de yer altında bir zindan...''
Ellerindeki zincirlere baktı. Onları tartarcasına ellerini çıkarmaya çalıştı, olmadı. Biraz daha zorladı kendini. Zincirler paslı görünüyordu ama hala sağlamdılar.Son bir kez daha ellerini kurtarmayı denedi. Ama bu, zincirin,Ropinie'nin bileğini kesmesine neden oldu. Kan, ıslak zemine süzülürken, o, bu zincirlerden kurtulamayacağını anlayıp, akan kanını izledi. Huzur verdi bu ona. Kan, kendi kendine pıhtılaşıp durunca gözlerini bileğinden alabildi.
Bir süre sonra ayak sesleri duymaya başladı. Gerildiğini hissetti. Birkaç saniye içinde elinlerinde meşalelerle üç asker belirdi. Ropinie'nin gözleri, zindanda kaldığı süre içerisinde karanlığa o kadar alışmıştı ki, askerlerden biri tuttuğu meşaleyi, Ropinie'ye doğrulttuğunda istemsiz olarak vampir dişlerini de göstererek hırladı. Bunun üzerine askerlerden biri Ropinie'yi tekmelemeye başladı.
''Hayvan!..''
''Haydi kaldırın şunu yerden. Hükmeden bizi bekliyor.''
Askerler Ropinie'nin boynuna başka bir zincir geçirip onu ayağa kaldırdılar. Boynundan çekeçeke zindandan çıkardılar. Ropinie birden üzerinde pelerin olmadığını farketti. Bu onu çok korkutmuştu. Vücudunu ışıktan koruyan tek şey oydu. Zindanda askerin elindeki ışığı görünce neden bu kadar çok etkilendiğini anladı.
Şatonun içinde ilerliyor, merdivenleri çıkıyor, koridordan koridora geçiyorlardı. En sonunda işlemeli, büyük bir kapının önüne geldiler. Ropinie, kapının önünde bekleyen askerlerden birinin, elinde onun peleriniyle, kendisine yaklaşmakta olduğunu gördü. Asker,Ropinie'ye bir kaç adım ötede durdu. Saldırıp saldırmayacağından kuşkulanıyordu besbelli. Anlık bir cesarete kapılmış olacak ki, iyice yanına gelip pelerini Ropinie'nin üstüne geçirdi. Ropinie hiç tepki vermedi. Pelerine ihtiyacı vardı. Sonra birden pelerin ağırlaştı.Sahibinin yokluğunda Rezipa, kendisini saklamıştı. Güveni yerine geldi ama olacakları beklemeye başladı.
Asker tekrar Ropinie'yi boynundan çekerek büyük kapıya yaklaştırdı.Kapı açıldı. Ropinie zenginliğin her zerresine işlenmiş olduğu, görüp göreceği en büyük odaya girdi. Ama odanın ihtişamı Ropinie'nin tam karşısındaki tahtta oturan kadının yanında hiçbir şey kalıyordu.Ropinie, gözlerini bir an olsun ondan alamadı. Her şey aklından çıkıp gitmişti. Bıraksalar, asırlarca o kadının yüzüne bakabileceğinden emindi.
Neden sonra kadın konuştu.
''Ropinie...Ben Eilanda, Batıya hükmeden. Ben ki her şeyi gören, bilen, duyan,anlayan ve hisseden; senin de neden burada olduğunu biliyorum. Kehanet seni buraya getirdi, nasıl diğerlerini de bana getirdiyse... Fakat o bizde değil Ropinie, hiç olmadı da. Bize geldin çünkü kehanet bize gelmedi istedi. İstedi ki onun burada olmadığını anlayasın ve insanlarımı rahatsız etmeyesin. Topraklarımıza gelirsen bir daha Ropinie, sonun ışıktır.''
O anda aynı keskin acıyı boynunda tekrar hissetti ve yere yığıldı.
Gözlerini tekrar açtığında, Orta Dünya'ya geçen kapılardan birinin önünde buldu kendini...
Devam edecek...