Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Ropinie Hystria

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 11
31
Genel Kültür / Padişah Hanımları
« : 21 Mayıs 2010, 14:24:02 »
   Osmanlı Tarihinin ve özellikle hanedanın en çok tartışılan konuları arasında padişahların aile hayatı gelmektedir. Bir kısım yazarlar padişahların harem hayatını bir sefahat ve gayr-i meşru eğlence hayatı gibi takdim etmeye çalışmaktadırlar. Ancak bunların dayandıkları mehazlar genelde Avrupalı gözlemcilerin, gezginlerin, düşünürlerin hayal ürünü eserleridir. Haremdeki aile hayatına dair tasvirler Osmanlılar hakkındaki kitapların satışına çok açık bir biçimde yardımcı oluyordu. Bu sebeple bu tip anlatım ve tasvirler eserlerde abartılı bir biçimde yer bulabiliyordu. Nitekim günümüzde de bir padişahın hanımını konu edinen ve cinsel fanteziler üzerine kurulu romanlar daha fazla rağbet görebilmektedir.

    Oysa meseleyi ciddi ve ilmi bir tarzda ele alan yerli ve yabancı yazarlar ve tarihçiler haremin içe işleyişi ve sakinlerinin yaşantısına dair pek az bir bilginin mevcut olduğuna vakıftırlar. Harem, isminin de gereği olarak yabancıların gözlerinden gizlendiği gibi içindeki hayata dair konuşmalar da yine başkalarının işitme alanı dışarısında kalmıştır. Haremde yaşayanlar ise bu durumu belki hayatlarının en büyük sırrı olarak kendileriyle birlikte mezara götürmüşlerdir.

    Saltanatın babadan oğula geçtiği bir hanedanın her hükümdarı gibi Osmanlı padişahı için de önemli bir siyasi anlam yüklü olan aile hayatı asla bir cinsel zevk olarak düşünülemezdi. Zira evliliğin sonuçları -evlatlar- tahta kimin geçeceğini yani bizzat hanedanın varoluşunu etkiliyordu.

İlk dönemde evlilikler

    Kuruluş döneminden II. Bayezid'e gelinceye kadar Osmanlı padişahları ve şehzadeleri ilk zamanlardan Müslümanlardan nüfuzlu kişilerin, Anadolu beylerinin, Bizans, Sırp ve Bulgar krallarının kızları ile evlendiler. Bu evliliklerde siyasi nüfuz elde etme, diplomatik faydalar veya kız babası öldüğünde toprak talep etmek gibi gayeler hedefleniyordu.

    Ertuğrul Bey'in oğlu Osman Gazi'yi Şeyh Edebali'nin kızı Bala Hatun ile evlendirilmesinde muhakkak ki ahilerin desteğini de temin etmek maksadı da yatmaktaydı. Nitekim Ertuğrul Bey'in vefatından sonra aşiretin başına amcası Dündar'ın muhalefetine rağmen ahilerinde desteğini temin eden Osman Gazi seçilmiştir. Osman Gazi ikinci evliliğini yine nüfuzlu bir şahsiyet olduğu tahmin edilen Ömer Bey'in kızı Mal Hatun ile yapmıştır.

    Bilecik tekfuru oğlunu, Yarhisar tekfurunun kızı ile evlendireceği zaman düğüne Osman Gazi'yi de davet etmişti. Tekfurlar Türk Beyi'ni düğüne katıldığı sırada ortadan kaldırmayı karalaştırmışlardı. Ancak tertipten dostu Harmankaya hakimi Köse Mihal'in ihtarıyla, zamanında haberdar olan Osman Gazi mükemmel bir plan tertip ederek tekfurları pusuya düşürdü. Bilecik ve Yarhisar'a sahip olurken Holofira isimli gelin de Osmanlılar eline geçmişti.

    Osman Gazi Holofira'yı oğlu Orhan'a nikahlayarak bir anlamda onun babasının topraklarına hakim olduğunu göstermiş oluyordu. Daha sonra Müslüman olarak Nilüfer adını alan Holofira, hayır ve hasenatıyla Bursalıların gönlünde taht kurmuştur. Nilüfer Hatun Bursa' da Kaplıca kapısı yanında bir tekke, Darülharp mahallesinde bir mescid ve Bursa ovasından geçen çay üzerine güzel bir köprü yaptırmıştır. Bu nedenle çaya Nilüfer adı verilmiştir.

    Orhan Gazi'nin önce Bizans İmparatoru III. Andronikus'un kızı Asporça Hatun ve Sonra VI. John Kantakuzen ile eşi İrene'den doğan Teodora (Maria) ile evlenmesi ise Rumeli'ye geçişin imkan dahiline alınması ve saltanata geçişi sağlamak hedeflerine matuftur. Kartakuzen Orhan Bey'in kuvvetleri sayesinde İstanbul'a girerek İmparatorluğa kavuşmuş, Trakya ve Makedonya'daki hakimiyetini kuvvetlendirmiştir. Bu yardımlarına karşılık Gelibolu yarım adasındaki Çimbi kalesini Osmanlılara vermiştir ki bu durum Orhan Gazi'nin Rumeli'ye geçişinin ilk adımı olacaktır.

    I. Murad Han'ın Bulgar Kralı Şişman'ın kız kardeşi Tamara (Maria) ile evlenmesi ise bu krallığın, tabiiyet altında tutulabilmesinin bir gereği olarak görülebilir. Zira Sultan Murad 1368'den sonra sırasıyla Bulgarlardan Aydos, Karinabad, Süzeboli, Pınarhisar ve Vize'yi zaptetmişti. Kral Şişman mukavemete muvaffak olamayınca sulh yaparak vergi vermeyi kabul ederek kız kardeşini de Osmablı hükümdarına vererek dostluğunu pekiştirmek istemişti.

    I. Murad döneminden itibaren Osmanlı Padişahları gayr-i müslim kralların kızlarının yanısıra Anadolu beylerinin kızları ile de şehzadelerini evlendirmeye başlamışlardır. Aslında Anadolu beyleri ile bu münasebet çift yönlü olarak devam etmiş Osmanlılar onlardan kız almalarının yanısıra, kızlarını da Anadolu beyleri veya oğullarına vermişlerdir. Osmanlıların bu yerinde ve fevkalade isabetli siyasetlerinin sonucu geç de olsa meyvelerini vermiş ve bu evlilikler neticesinde Anadolu aşiretleri ve beyleri arasında sağlam, köklü ve daimi akrabalıklar tesis olmuştur. Anadolu'da yüzlerce yıllık muhabbet, birlik ve beraberliğin temelinde, Osmanlıların bu siyasetinin rolü de unutulmamalıdır.

    I. Murad Han oğlu Yıldırım Bayezid'i Germiyanoğlu Süleyman Şah'ın kızı devlet hatun ile evlendirdi. Devlet Hatun'un annesi Mevlana Celaleddin Rumi'nin oğlu Veled Çelebi'nin kızı Mutahhare Hatundur. Süleyman Şah kızının çeyizi olarak beyliğinin en güzel yerleri olan Kütahya, Tavşanlı, Emed ve Simav şehirlerini Osmanlılara vermiştir.

    Yine Yıldırım Bayezid Kosova meydan muharebesinden sonra kendisine karşı ayaklanan Anadolu beylikleri üzerine yürüdüğünde, Aydınoğlu İsa Bey karşı duramayarak tabiiyetini arzetmişti. Buna karşılık Yıldırım Bayezid ise İsa Bey'e bir miktar toprak bırakırken onun Hafsa Hatun adındaki kızı ile de evlendirmiştir (1390).

    Kosova savaşında (1389) Sırp kralı Lazar ölmüş ve yerine oğlu Lazaroviç geçmişti. Yılıdırım Bayezid kendisi ile sulh anlaşması yaparken dostluğu pekiştirmek için kaz kardeşi Despine (bazı kaynaklarda Olivera) ile evlenmiştir.

    Osmanlılar doğuda kendilerine karşı en güçlü devletlerden olan Memluklerle aralarında tampon devlet konumundaki Karamanlılar ve Dulkadırlılar ile de evlilik yoluyla akrabalık kurmaya ve dostluklarını ilerletmeye çalışıyorlardı. Nitekim Çelebi Mehmed fetret dönemi sırasında Dulkadırlı Süli Bey'in kızı Emine Hatunla evlenmek istemiş ve bu arzusu hüsn-i kabul görmüştür. Çelebi Mehmed ile Emine Hatun 1403 yılında evlenmişler ve bu evlilikten ertesi yıl II. Murad doğmuştur.

    II. Murad Han'da Anadolu beylerinden Candaroğlu II. İbrahim Bey'in kızı Hatice Hatun, Amasyalı Şadgeldi Paşa'nın torunu Yeni Hatun ile evlilikler yapmıştır. II. Murad'ın siyasi evliliklerinden biri de Sırp Kralı Jori Brankoviç'in kızı Mara Hatun'dur. Brankoviç, Türk akınlarını önleyebilmek için kızı Mara'yı 1435 yılında II. Murad ile evlendirmiştir. Osmanlıların Balkanlarda zor duruma düştüğü bir dönemde Edirne-Segedin antlaşmasının imzalanmasında Mara Hatun'un büyük rolü olmuş böylece II. Murad toparlanma imkanı bulmuştur.

    Bazı yazarlar II. Mehmed (Fatih)'in annesi Mara hatun olduüunu ısrarla savunurlar. Oysa Fatih'in 1431 yılında doğduğu düşünülürse, 1435'de gerçekleşen bu evlilikten böyle bir doğumun ne kadr imkansız olacağı ortadadır. Buna rağmen bazı yazarlarda aynı gayretkeşliğin devam ettirilmesi akla, başka niyetler başka maksatlar olduğunu, çamur at izi kalsın prensibinin uygulandığını apaçık bir biçimde vermektedir.

    II. Murad bu arada II. Kosova zaferinden sonra Karamanoğullarının muhtemel bir hıyanetinden çekinerek, Dulkadıroğlu Süleyman Bey'le akrabalık kurmak istemiştir. Bu itibarla Süleyman Bey'in kızı Sitti Mükerreme Hatun'un oğlu Mehmed' istemiştir. Süleyman Bey'in de muvafık olmasıyla şehzade Mehmed ile Sitti Hatun Edirne'de üç ay süren muhteşem ve göz alıcı bir düğün merasimi ile evlenmişlerdir.

    Görüldüğü gibi Fatih Sultan Mehmed' e gelinceye kadar Osmanlı padişahları Bizans, Bulgar, Sırp krallarının ve Anadolu beylerinin kızları ile siyasi evlilikler kuruyorlardı. Bunun yanısıra saraya alınan ve burada yetiştirilen cariyeler ile az da olsa evlilikler görülüyordu.

    Nitekim I. Murad'ın Gülçiçek (Rum asıllı), Çelebi Mehmed'in Kumru Hatun, II. Murad'ın Hüma Hatun ile bu yolla evlendikleri bilinmektedir. Ancak Fatih'ten itibaren cariyelerle evlenme usulüne doğru sistemli bir geçiş süreci başlamıştır. II. Bayezid ve Yavuz dönemlerinin sonunda devşirme sistemi içerisinde evlilik Osmanlı sarayına hakim olmuştur.

    Fatih'in Dulkadırlı Süleyman Bey'in kızı Sitti Hatun'un dışında kalan eşlerinden Gülbahar Hatun aslen Arnavut, Çiçek Hatun Sırp, Venedik veya Rum ve Helene ise Rum'dur. Gülşah Hatun'un ise milliyeti bilinmemektedir.

    II. Bayezid Dulkadır oğlu Alaüddevle'nin kızı Ayşe Hatun ve Karamanoğullarından Nasuh Bey'in kızı Hüsnüşah Hatun'un yanısıra Bülbül Hatun, Ferahşad Hatun, Gülbahar Hatun, Gülruh Hatun ve Şirin Hatun adlı cariyeler ile de evlenmiştir.

    Yavuz Sultan Selim'in güzelliğiyle meşhur hanımı Hafsa Sultan'ı bazı tarihçiler Türk olarak gösterseler de aslen cariye olduğu vesikalardan anlaşılmaktadır.

    İşte Fatih'le beraber cariyeler ile evlenme usulü genişlemiş II. Bayezid devri sonunda ise umumi bir kaide şeklinde saray hayatına girmiştir. Bu usul pek az istisnası dışında hanedanın yıkılışına kadar da devam etmiştir.

Padişah Hanımları 
Niçin cariyelik sistemi
    Padişahların bu sistemdeki evliliklerinden İslamiyetin hükümlerine uyularak nikah yapılmamıştır. Zira İslamiyet'e göre cariyeler köle (kadın) statüsünde olduğundan sahipleri istedikleri gibi tasarruf hakkına sahip bulunuyordu.

    Bazı tarihçiler nikah ile evlenmeyi kaldırmayı Yıldırım Bayezid'in Ankara'da Timur'a esir düşmesinden sonra, hanımı Despina'nın da galiplerin eline geçmesi sebebiyle alındığını kaydederler. Hatta bazı yabancı yazarlar, Türk ve Osmanlı düşmanları daha da ileri giderek Timur'un Yılıdırım'ın hanımına içki dağıttırdığını kaydederler.

    Gerek Timur gerekse Osmanlı, ciddi hiç bir tarihte bu tip haber mevcut değildir. Oysa Osmanlı sarayında henüz İslamı seçmemiş olan Despina Hatun, Timurlu tarihçilerden Şerefeddin Yezdi'nin kaydına göre Timur Han'ın huzurunda Müslüman olmuştur.

   Ayrıca Osmanlıların bu sebeple cariyelerle evlendiği meselesi şuradan da yanlıştır ki, Yılıdırım'dan sonra Çelebi Mehmed Dulkadırlıoğlu Süli Bey'in kızı Emine Hatun'la II. Murad Candaroğlu İbrahim Bey'in kızı Hatice Halime Hatunla, II. Mehmed Dulkadıroğlu Süleyman Bey'in kızı Sitti Hatun'la, II. Bayezid de Dulkadıroğlu Alaüddevle'nin kızı Ayşe ve Karamanoğlu Nasuh Bey'in kızı Hüsnü Şah Hatunla hep nikahlanarak evlenmişlerdir.

    Oysa Osmanlıların Fatih'ten itibaren cariyelerle evlenme sistemine geçişte kendileri ve devletleri için yine pek çok faydaları vardır. Bunlar üzerinde dikkatle durmak gerekmektedir.

    Öncelikle Fatih' gelindiğinde Balkanlardaki prenslik ve krallıklar yıkılmış hepsi devletin sınırları içerisine alınmışlardı. Fatih'le beraber Bizans İmparatorluğu'da Tarihe karışmıştır. Ayrıca Anadolu beylikleri ortadan kaldırılmış ve Türk birliği temin olunmuştu.

    Zaferden zafere koşan Osmanlı hükümdarları kendilerini artık dünyanın en büyük ve güçlü padişahları saydıklarından, başka hanedanlarla akrabalık yoluyla dostluk kurmaya çalışmışlardır. Başlangıçtaki siyasi ve diplomatik yarar sağlama unsuru artık görülmemektedir.

    Yine genelde çok evli bulunan Osmanlı padişahlarının her aldıkları kadın için yapacakları şatafatlı düğünler, yapılacak masraflar ve verilecek hediyeler düşünüldüğünde devşirme sistemiyle devletin ne büyük bir masraftan kurtulduğu açıkça görülmektedir.

    Padişahların devşirme kadınlarla evlenmelerini tenkit eden bazı yazarlar ise, neden Türk ilim ve Devlet adamlarının kızlarını almadıklarını sorgularlar. Oysa bu düşünceleri uygulanmış olsaydı yapılacak masraflar bir tarafa her padişah döneminde bir kaç aile saraya nüfuz edecek devlet işlerine karışacak, parçalanma ve bölünme süreci içeriden daha çabuk bir şekilde gerçekleşecekti.

    Devşirme usulüyle kız almanın bir faydası ise küçük yaşta saraya getirilen bu kızların tam bir saray kültürü ve terbiyesi içerisinde yetiştirilmiş ve padişaha layık bir eş haline getirilmiş bulunmasıdır. Ayrıca bunların en seçilmişleri padişah hanımlığına namzet olurken diğerleri de enderun mektebinde yetişen diğer devlet görevlileri ile evlendirilmek üzere hazırlanıyordu. Enderun nasıl saray içerisinde padişaha kişisel hizmet yoluyla erkekleri saray dışında hanedana hizmete hazırlanıyorsa, harem de padişah ve annesine hizmet yoluyla dış dünyadaki rollerini almaya hazırlanıyordu. Böylece idareciler eş yoluyla devlete daha da sadık bir hale getirilmiş olurdu.
Devşirme sistemi ile padişah evlilikleri
    Saraya alınan cariyelerin büyük bölümü hizmet birimlerinde çalışırdı. Bunların en güzel ve kabiliyetli olanları padişahın hizmetinde, ona yakın olanlar da şehzadeler dairesine gönderilirdi. Bunlardan padişah hanımı olabilecek durumda olanlar Haznedar Usta'nın emrine verilirdi. O bunları yetiştirir ve efendisine yaraşır bir kadın olmasını sağlardı.

    Bunların dışındakiler ise padişah hiç bir bakımdan irtibatta bulunmadığı gibi belki kendilerini ne görür ne de tanırdı. Bu bakımdan padişahın zaman zaman bütün cariyeleri toplayıp içlerinden en güzelini seçmesi gibi konular artık fantazi masallar olarak tarihteki yerini almışlardır. Has odalık olarak yetiştirilen cariyelerle padişah münasebette bulunduğunda şayet bunlar gebe kalırlarsa İkbal ve haseki adını alırlardı. Bunlar derecelerine göre Baş İkbal, İkinci İkbal, Üçüncü İkbal... denirdi. Sayıları yediye kadar çıkabilirdi. İkballer hanım veya hanımefendi diye çağırılırlar ve artık azad edilip saraydan ihraç edilmekten kurtulurlardı. Haseki Sultan tabirinin yerini zamanla Kadın veya Kadın efendi almıştır.

    Hasekiliğe yükselen cariyeye samur kürk giydirilirdi. Hasekilerden erkek çocuk doğuranlara Haseki Sultan ünvanı verilir ve başına kıymetli taşlarla süslü bir altın taç takılırdı. Yine harem geleneği gereğince ona daire ayrılır, emrine kalfa ve cariyeler verilirdi.

    Haremde cümle kapısı holünden Kızlarağası Dairesi ile Kalfalar koğuşu arasında devam eden yoldan sola dönülerek girilen geniş ve uzun hole Cariyeler ve Kadın efendiler Taşlığı denilirdi. Taşlığın sağ tarafındaki birinci, ikinci ve üçüncü kapı sırasıyla Kadın efendi odalarıdır.

    Daireler zemin katta giriş bölümü, merdiven aralığı ve güzel bir manzara kazandırabilmek için iki kat yüksekliğinde yapılmış birer Başodaya sahiptir. Üst katta taşlığa bakan bir sahanlık ile birer odayla baş odalara açılan bir asma katı bulunmaktadır. Daireler 17 yüzyıl Osmanlı çinileriyle kaplı olup ocaklı ve tavanı kalem işli desenli boş odalar, zengin dekorları ve nefis manzarasıyla dikkat çekmektedir.

    Osmanlı padişahlarının ölümlerinden sonra onun çocuk doğurmamış yahut da erkek çocuk doğurmuş ve çocuğu vefat etmiş olan kadın ve hasekileri isterlerse devlet ricalinden biriyle evlendirilirdi. Bu uygulamaya ilk defa Fatih döneminde rastlanmaktadır. O babası II. Murad'ın dul eşi Hatice Hatun'u babasının adamlarından İshak ile evlendirmiştir. Kendisi de boşamış olduğu David Komnenos'un kızını Zağanos Mehmed Paşa ile evlendirmiştir. Yine III. Murad'ın ölümünden sonra çocuksuz olan ikballeri Eski Saraya gönderilmiş ve daha sonra derecelerine denk kimselerle evlendirilmişlerdir.

    Genellikle evlendirilenler odalık ve ikballer olup padişahların asıl kadınlarından evlenenler pek az görülmüştür. Zira kadın efendiler evlendikleri zaman bu durum hanedana ve padişaha karşı yapılan bir saygısızlık olarak kabul edilir ve tasvip edilmezdi.

    İktidardan düşen veya vefat eden padişahın kadınları harem dairesinden alınarak Eski Saray'a gönderilirlerdi. Bu kadınların eğer padişah olacak çocukları yoksa ölünceye kadar burada yaşarlar, oğlu padişah olanlar Valide Sultan sıfatıyla tekrar hareme dönerdi.

    Eski Saraydaki kadınlar genellikle kendilerini ibadete verirler, hayır ve hasenat işleriyle meşgul olurlardı.

    Osmanlı padişahları içinde çok kadınla evlenenlere karşılık pek az eşi olanlar da görülmektedir. I. Mustafa'nın hiç kadını tesbit edilmemiştir. Yavuz Sultan Selim, II. Selim, III. Mehmed, IV. Murad ve II. Ahmed'in birer; Osman Gazi, Çelebi Sultan Mehmed, III. Ahmed, II. Osman ve III. Osman'ın da ikişer kadını olduğu anlaşılmaktadır

Padişah Hanımları 
Hayırsever kadınlar

    Osmanlı tarihi ele alınırken padişah hanımları, gündeme ne yazık ki her defasında menfi bilgiler verilerek ve devleti yıkıma götüren bir rol biçilerek getirilmiştir. Oysa hanedan kadınları "Kadınlar saltanatı (1566-1656)" denilen kısa bir dönem hariç siyasi alanda fazla görülmemişlerdir. Bu dönem ise genelde padişahların küçük yaşta olmaları dolayısıyla ortaya çıkmıştır.

    Buna karşılık padişah hanımları ilk devirlerden itibaren saltanat törenleri ve alaylarına katılmakta, hayranları ve vakıfları ile sosyal hayatı güçlendirmekte, ihsan ve cömertlikleriyle fakir fukaranın hamiliğini üstlenmekte ve sosyal kültürü teşvik etmekte idiler.

    Aslında padişah hanımlarının belirgin özelliklerinin en dikkate değer yönleri cami, mescid, medrese, çeşme, hastahane ve imaret gibi imar faaliyetlerinde bulunmaları ve bu girişimleri desteklemeleridir.

    Nitekim Orhan Bey'in hanımı Nilüfer Hatun yaptırdığı hayır eserleri ile gönüllerde taht kurmuştu. Orhan Bey'in diğer hanımı Asporça Hatun da yaptırdığı binalara ve eserlere oğlu İbrahim'i mütevvelli tayin ettirmişti.

    I. Murad'ın hanımı Gülçiçek Hatun'un Bursa'da bir cami ile türbesi vardır. Yıldırım Bayezid'in hanımı Hafsa Hatun Tire'de bir çeşme, Bademiye' de bir zaviye yaptırmış ve zengin vakıflar bağışlamıştır. Fatih'in hanımı Sitti Hatun'un Edirne' de bir camii vardır.

    II. Bayezid'in eşi Bülbül Hatun'un Ladik'te bir camii, bir imaret, Amasya'da mescid, mektep ve çeşme Bursa'sa ise bir medrese yaptırarak vakıflarını tanzim ettirmiştir. Diğer hanımlarından Gülruh Hatun Akhisar ve Güzelhisar'da birer mescid yaptırmış ve zengin vakıflarda bulunmuştur. Şirin Hatun ise Bursa ve Mihaliç' te birer mektep ile Trabzon'da bir mescid yaptırmıştır.

    Yavuz Sultan Selim'in hanımı Hafsa Sultan yalnız hayırları ile değil iyi kalpliliği ile de büyük nam kazanmıştır. Manisa'da cami, medrese, tekke, sıbyan mektebi ve imaretten oluşan mükemmel bir külliye inşa ettirmiştir.

    Kanuni'nin çok sevdiği hanımı Hürrem Sultan'ın imar faaliyetleri ise o zaman kadar yapılanları gölgede bırakacak derecedeydi. Hürrem Sultan Aksaray'da kubbeli bir cami ile şadırvan, imaret, medrese darüşşifa ve mektepten meydana gelen bir külliye, Mekke ve Medine'de birer İmaret, Cisr-i Mustafapaşa'da bir kervansaray, cami ve imaret yaptırdı. Edirne'ye su getirterek, bunları muhtelif çeşmelerden akıttı. Kanuni'nin kendisine temlik ettiği emlakini yaptırdığı eserlere vakfederek adını tarihe maletti. Gülfem Hatun'un ise Üsküdar'da bir camii vardır.

    II. Selim'in hanımı Nurbanu Sultan Üsküdar Toptaşı tepesinde cami, medrese, darüşşifa , imaret, çifte hamam ve sıbyan mektebinden meydana gelen mükemmel bir külliye inşa ettirmiştir. Ayrıca külliyeye gelir getirmek üzere Cadid Valide Camii civarında Yeşil Direkli hamamı ve pek çok sebilleri yaptırmıştır.

    III. Murad'ın hanımı Safiye Sultan Eminönü'nde Yeni Caminin temelini attırmış ancak vefatıyla yarım kalmıştır. Safiye Sultan ayrıca kendi malından, cihad ve gaza yolunda yapılan hazırlıklara pek çok katkıda bulunuyordu.

    I. Ahmed'in hanımı Mahpeyker Kösem Sultan, bir takım siyasi olaylara karışmasının yanında pek çok hayır eserlere de imzasını atmıştır. Üsküdar'da Çinili Cami yanında mektep, darülhadis ve sebili, Anadolu kavağında medrese, mescid ve çeşmesi, Çakmakçılar yokuşunda meşhur Valide hanı en meşhur eserleridir. Halka karşı son derece müşfik olan ve iyilik yapmaktan zevk duyan Kösem Sultan her sene hapishaneleri dolaşarak, borcundan dolayı tutuklu olanları kurtarırdı. Ayrıca fakir kızları ve kendi yetiştirdiği cariyeleri zengin çeyizlerle evlendirirdi.

    I. İbrahim'in hasekisi Hatice Turhan Sultan, Safiye Sultan tarafından temeli atılan Eminönü'ndeki Yeni Cami, darülhadis, mektep, çarşı, sebil ve türbeden ibaret muazzam külliyeyi tamamlatarak adını tarihe maletmiştir. Ayrıca Çanakkale boğazı kaleleri ile yine bu şehirde bir cami inşa ettirmiştir.

    II. Mustafa'nın eşi Saliha; III. Ahmed'in hanımı Emetullah; I. Mahmud'un kadını Alicenab; III. Mustafa'nın kadını Mihrişah; I. Abdülhamid'in kadınlarından Ayşe Sineperver ile Nakşidil cami, mescid ve çeşmeleri ile ünlü hanım sultanlardır.

    I. Abdülhamid'in kadınlarından Binnaz Kadın bıraktığı vasiyetnamesinde öldüğü zaman cariyelerinin azat edilmesini ve ıskat ve devr için fukaraya yüklü miktarda para vakfı yaptığını, bunların harfiyen yerine getirilmesini belirtiyordu. Binnaz Kadın vasiyetnamesinin yerine getirilmesine kocasını memur ediyor ve ondan söz alıyordu..

    II. Murad'ın Hanımlarından Bezmialem Sultan ise ince ruhlu, duygulu bir kadın olup fakir ve yoksulları gözetmesi ile İstanbulluların sevgi ve saygısına mazhar olmuştu. Yaptırmış olduğu Guraba Hastanesi onun insanlık şefkatinin bir timsali olarak ayakta durmaktadır. Bunlardan başka Dolmabahçe Camii, mektebi ve çeşmesi ile Rami'de bir çeşmesi vardır.

    Abdülmecid Han'ın kadınlarından Tirimüjgan ve Perestü, Abdülaziz Han'ın kadınlarından Nesrin ve Hayrandil, ve II. Abdülhamid Han'ın kadınlarından Nazikeda ve Müşfika Kadınlar iyilik ve cömertlikleri ile meşhur olmuşlardır.


-Alıntıdır.-

32
Dipsiz Konak / Ynt: Genel Sohbet
« : 21 Mayıs 2010, 12:13:00 »
Dün akşamki oyunu kaçırdığımdan dolayı intihar edebilirim, etmeli miyim T_T

33
Sinema / Ynt: Şarkılarıyla Hatırlanan Filmler
« : 21 Mayıs 2010, 10:38:57 »
Ennio Morricone'nin, Once Upon Time In America için hazırladığı film müzikleri de dehşet-ül vahşetti gerçekten..

34
Mitolojiler / Erinysler
« : 21 Mayıs 2010, 09:00:11 »
Kimi zaman bir, kimi zaman birçok, kimi zaman da üç olarak gösterilen öç alma tanrıçaları Erinys'lerin doğumunu Hesi-odos şöyle anlatır: Kronos anası Gaia'nın verdiği tırpanla Uranos'un hayalarını keser (Theog.276vd.):
Koca Uranos geldi kara geceyle, indi yere arzudan yanıp tutuşarak, yaklaşıp sardı toprağı boydan boya. Ama pusuda bekleyen oğlu uzattı sol elini ve sağ elindeki tırpanla koskoca, upuzun, sivri dişli tırpanla biranda kesti babasının hayalarını ve kaldırıp attı arkasından bir yere. Ama boş değildi elinden savrulup giden: Kanlar fışkırıp saçıldı içinden ve hepsi gömüldü kaldı toprağın bağrında, ve bunlardan gebe kalan toprak yıllar sonra
doğurdu yaman Erinysleri, öç tanrıçalarını.
Bu tanrıçalarla birlikte Devlet ve Orman perileri doğmuştur, der Hesiodos. Sayılarını ve isimlerini vermez. Sonraları Erinys'lerin üç kadın ve adlarının da Alekto, Tisiphone, M e -gaira olduğu kabul edilmiştir.
Erinys'ler suçu işleyenin ve özellikle adam öldürenin peşine takılan köpekler diye düşünülür; bu köpekler dişidir, kan kokusunu hemen alıp koşarlar ve peşine takıldıkları suçluyu sonsuzca kovalayarak çıldırtırlar. Erinys' lerin en çok rol oynadıkları şiir eseri Aiskhy-los'un "Agamemnon", "Khoephoroi" ve "Eu-menldes" trilogia'sıdır. Bu eşsiz tragedya anı-tinda son oyun Erinys'lerin adını taşımaktadır, ne var ki Yunanlıların sık sık başvurduğu "euphemismos" denilen bir dil çaresiyle Erinys'lere "Eumenides" yani "iyi niyetliler" adı takılmıştır. Bundan amaç, amansız tanrıçaları yatıştırmak, kötülüğü iyiliğe çevirmelerini sağlamaktır. Aynı görüşle, sert ve tehlikeli olarak bilinen Karadeniz'e "Pontos Euksei-nos" yani konuksever deniz denirdi. Eumeni-des tragedyasında babası Agamemnon'u öldüren anası Klytaimestra'dan öç alan Ores-tes'in peşine takılan Erinys'ler sonunda birer af tanrıçasına dönüşürler, Orestes de böylece suçundan ve çektiği vicdan azabından arınmış, kurtulmuş olur. Bu sürecin nasıl sahneye konduğu üzerinde durmadan "suç" kavramını incelememiz gerek.
İnsan ne zaman suç işler, yani adam öldürür? Yunan efsanesinde adam öldürme çokluk bir yanılgı sonucunda olur: Ate tanrıça insanı gaflete düşürür ve insan istemeyerek, kimi zaman bilmeyerek öldürür, kan döker. Bir de kan davası güderek, kısas kurallarını uygulayarak adam öldürür. Her iki halde de suçundan arınmak için çareler vardır, insan tanrılara yakarmak, kurbanlar kesmekle a f f ı -nı sağlayabilir. Zeus'un kızları sayılan Litai (Yalvan) tanrıçalar suçlular adına aracı olurlar, Zeus'tan bağışlamayı elde ederler (Yalvarırlar). Suçtan arınma yalnız tanrılar katında değil, insanlar arasında da mümkün olmalıydı; Homeros dünyasında bu suçun cezası bizim hak ve hukuk anlayışımıza göre hafiftir: Yurdunda adam öldüren yurdu için bir pislik, bir uğursuzluk sayılır, bu yüzden de sürülür, kendisi gidip sığınacak bir yer bulmalı, kendisini arındırmayı göze alan bir temiz adam bulmalı ve ona hizmet etmelidir. Homeros destanlarında adı geçen birçok ünlü yiğitler suç işlemiş kişilerdir. Sürgünde yaşarlar, ama konuklan seven ve koruyan Zeus tanrının kolu kanadı altında bulunduklarından sürgünleri tatlı gelir onlara. Bunlardan biri Patroklos, öbürü de AkhiUeus'un lalası Phoiniks'tir. Her ikisi de yurtlarından kovulmuş, Peleus'un yanına sığınmış kişilerdir (Patroklos, Phoiniks). Ne var ki işledikleri suçlar Erinys'lerin kovalamasını gerektirmez. Öç köpekleri herhangi bir adamı öldürenlerin peşine takılmaz, onlar babasını ve özellikle anasını öldüren suçluyu kovalarlar. Yunan mythos'unda ünlü bir baba, bir de ana katili vardır: Oidipus'la Orestes. Oidipus babası Laios'u bilmeyerek öldürür, gördüğü ceza korkunçtur, oysa Orestes bile bile öldürür anası Klytaimestra'yı. A l k -maion gibi o da babasının kanına giren anasını öldürür, ama suçu Alkmaion'unkinden daha da ağırdır, çünkü daha hesapb, daha bilinçlidir (Alkmaion).
Agamemnon tragedyasında Mykene kralıyla birlikte Troya'dan dönen bilici Kassandra, Aigisthos'la Klytaimestra'nın cinayet hazırladıklarını sezer ve bu sezgiyi şu sözlerle dile getirir (Ağam. 1186 vd.):
Bir koro var ki, hiç ayrılmıyor bu evden, tek sesli söylüyor ezgilerini, ama sesi kulağa hoş gelmiyor, övgü değil çünkü söyledikleri, insan kanı içmiş yüreklenmek için, evet, insan kanı içmiş bu evde oyalanan koro. Zoratarsm onu bu konaktan: Aynı s o y u n Erinys'leri bunlar. Piyesin sonunda sahnede Agamemnon'la Kassandra'nın yan yana yatırılmış ölüleri görülür. Mykene'de yönetimi ele alan çift kendi ölülerinin öcünü almak için kralı ve Troyalı tutsağını öldürmüşlerdir. Bunların öcünü alacak kuşak da yetişmekte, yedi yıl sonrasını gösteren "Khoephoroi" (Sunu taşıyan kızlar) adlı tragedyada Orestes öç alıcı olarak anasının karşısına dikilmektedir. Klytaimestra oğlunun ne amaçla geldiğini anlayınca, urbasını yırtıp memesini gösterir ve Orestes'in ayaklarına kapanarak yalvarır. Ana oğul arasında şöyle bir konuşma geçer (Khoe. 922 vd.):
Klyt .
-Ananı mı öldüreceksin, yavrum benim?
Or.
-Seni ben değil, kendin öldüreceksin.
Klyt .
-A m a bak, ananın kinli köpeklerinden sakın
Or.
-Ya babamınkilerden nasıl kaçarım senden sakınırsam?
Klyt .
-Diriyken boşuna mı yakarıyorum bir mezara karşı?
Or.
-Babamı öldürdün ya, senin de ölmen gerek.
Klyt .
-Demek bir yılan doğurmuş, büyütmüşüm ben.
Orestes anasını öldürür, daha önce Algis thos'u da vurmuştu, sahnedeki kapı açılıp ge ne ikisinin ölüsü görülür. Orestes eylemini haklı gösterir: Evet, der, anamı öldürdüm, ama o da babamı öldürmüştü, tanrıların tiksindiği pis bir kadındı anam, oysa benim elime güç katan, Pytho tanrısı Loksias'tır, yani Apollon'dur. Böyle konuşurken, birdenbire yanı başında kara urbalı kadınlar belirir, bakar ki Gorgo yüzlü, saçları yılanlarla örülmüş Erinys'ler bunlar. Ellerinden taptaze kan damlamakta. Orestes bağırır, çağırır ve deli gibi atar kendini dışarıya. Koro yakınır. Atreus' tan bu yana üçüncü ölüm kasırgasıdır bu. Sonu nereye varacak? Ate'nin öfkesi dinecek mi?
Üçüncü "Eumenides" tragedyası Delphoi tapınağının önündeki bir sahneye açılır: Apollon'a sığınmış olan Orestes evrenin göbeği sayılan taşın üstüne yıkılmış, yalvarmaktadır. Erinys'ler korkunç hırıltılarla dört dönmektedir çevresinde. Apollon gelir, onla rı uyutur, derken Klytaimestra'nın tayfı dürter, uyandırır köpekleri, Apollon oklarıyl.ı onları kovduktan sonra sahne değişir ve Ati-na'daki Akropolis görülür. Orestes'in davası Athena'nın tapınağı önünde görülecektir bu kez. Tam bir mahkeme sahnesidir bu. İ ki hak ve hukuk anlayışının çarpıştığı bir mahkeme: Geleneksel kısas kurallarını simgeleyen Erinys'ler, kendini ve eylemini savunan bir insanla karşı karşıya gelip tartışmaktadırlar, sonuç mahkemenin vereceği oylara bağlıdır. Orestes Athena tanrıçanın verdiği bir oy fazlasıyla beraat eder. Böylece tanrı kararı, kader ağırlığı yerine insanların mahkemesi, yani Areopagos kurulmuş olur. Tragedyanın sonunda yenilgiye uğrayan Erinys'ler korosu öfkeyle çekilmek üzeredir ki, Athena onları Atina'nın koruyucuları olarak şehirde kalmaya çağırır, buna karşılık Atina halkından sonsuz saygı göreceklerdir. Erinys'ler değişir, iyi niyetliler diye çıkarlar ortaya, bunun simgesi eski hukukla yeni hukuk anlayışının birleşmesi olsa gerek. Erinys'ler bundan böyle Atina'ya bet bereket saçacak tanrıçalar olarak intikamı değil, adaleti gerçekleştireceklerdir. Aiskhylos'un, Atina din ve devlet anlayışını yüceltmekte ve yeni yeni kavramlar kurup, onları canlandırmaktaki ustalığı bu üçlüde en yüksek zirvesine erişmiştir.
Zaman geçince, Erinys'ler, insanları yeraltında cezalandıran tanrıçalar olarak görülmeye başlar. Eski metinlerde beliren bu inanış Vergilius'un "Aeneis" destanında dile gelmektedir: Erinys'leri Tartaros'un dibinde ruhlara ellerindeki kamçılar ve yılanlarla korku salıp eziyet eder görürüz. Cehennem kavramına yaklaşan bu görüşler Roma mythos ve şiirinde Etrüsk etkisiyle gelişmiş olabilir.


-Alıntıdır.-

35
FRP Arşivleri / Ynt: GreatNES - Giriş ve Kurallar
« : 20 Mayıs 2010, 17:44:24 »
Oyun, oyun, oyun, oyun!

Son durum nedir peki şu an, kimler katılıyor-çıkıyor, kart hazırlaması gereken, hikayesi beklenen vs. ?

36
Genel Kültür / Ynt: Tarihe Yön Veren Liderler
« : 20 Mayıs 2010, 17:18:52 »
Çok basit ama kafa bulandıran şeyler bunu düşünmek. Tahmin etmek de zor. Yani bir adam dünyayı değiştirir mi, kesinlikle evet.

37
Genel Kültür / Tarihe Yön Veren Liderler
« : 20 Mayıs 2010, 16:26:22 »
Yaptıkları reformlar ve Dünya haritası üzerinde yarattıkları değişimler ile tarihin gidişatını ve insanlığın kaderini belirlediler.

İşte geçmişten günümüze tarihin en önemli liderleri;
Odysseus

Yunan mitolojisinde İthaka Adasının kralı olarak geçen Odysseus, Homeros’un adını verdiği kitabında elde ettiği büyük başarıları ile ölümsüzleştirildi. Odysseus’un en büyük özelliği savaşlardaki cesareti ve kurnaz zekâsıydı. Truvalılarla yapılan savaşta ahşap bir at inşa ederek şehre sızmak onun fikriydi. Odysseus, savaştayken İthaka’yı yönetmeye başlayan ve karısına koca olmak için her türlü yolu deneyen tiranları döndüğü zaman devirmiş ve krallığını korumuştu.

Büyük İskender
Acımasız ve efsanevi askeri taktikleri ile Büyük İskender, adını tarihe en iyi askeri kumandanlardan biri olarak yazdırdı. Darios’un barış teklifine rağmen Gaugamela Savaşında onun sonunu getiren Büyük İskender, Asya fethine başlaması ile ordusunun isyanları ile karşılaşmış, Anadolu’ya geçişinin ardından bir daha Makedonya’ya dönemeden, 27 yaşında ölmüştü.

Hannibal

M.Ö. 248 senesinde doğan, dünya tarihinin en büyük askeri dehalarından biri olan Kartacalı kumandan Hannibal, verdiği karar ile İkinci Pön Savaşları'nda neredeyse dize getirdiği Roma İmparatorluğu'nun yok olmasını önleyen insan oldu. Hannibal’in birçok farklı medeniyetten insanla mükemmel anlaşabilmek gibi bir yeteneği vardı. Ordularının neredeyse tamamı farklı dil ve kültüre sahip paralı askerlerden oluşuyordu. Hannibal, M.Ö 218 senesinde 50 bin kişilik ordusu ve savaş filleri ile Alpleri geçerek İtalya’ya ilerledi. Alpleri geçişi ordusunun yarısından fazlası yok etti ancak, Hannibal her geçtiği yerde diplomatik kabiliyetleri ile asker toplamayı başardı.

M.Ö. 216 baharında kazandığı zaferler ile Roma’ya iyice yaklaşan Hannibal, Cannae Savaşında 70 bin kişilik Roma ordusunu yok ederek şehrin surları arasındaki tüm engelleri ortadan kaldırdı. Hannibal, yapılması halinde yıllar sürecek Roma kuşatmasını komutanlarının tepkilerine rağmen reddetti ve 100 bin nüfuslu şehrin yanından geçip gitti. M.Ö. 206 senesindeki Zama Savaşında Scipio Africanus’a yenilen Hannibal, sonuna giden yolu başlatmış oldu.

Jül Sezar

Roma İmparatorluğu'nun ilk imparatoru olan Sezar, M.Ö 27 senesinde İmparator oldu. Gelecekte Sezar adı, kendisinden sonra gelen tüm imparatorlara verilen isim oldu. Ömrünün sekiz senesini geçirdiği Galya’yı Alesia savaşı ile dize getiren askeri taktik dehası Sezar, Roma’da patlak veren iç savaşta Pompey’e üstünlük sağlamaktan da geri kalmadı.

Şarlman
768’de krallık koltuğuna oturan Şarlman, Frank krallıklarını bir araya getirerek ülkesini bir bütün haline getirmiş olan isimdi. Şarlman yaptığı reformlar ile Avrupa’nın demokratik temellerini atan liderlerden biri olarak tarihe geçen bir isim oldu. Altına dayalı para sistemini gümüş üzerinde tekrar düzenleyen Şarlman, muhasebe kayıtları üzerine katı kurallar koyması ve yatırımlarda borcu yasaklaması ile ekonomide büyük atılımlar yaptı. Tüm Latin eserlerin çevrildiği, dini yazıların tekrar yorumlandığı dönemde edebiyat ve sanat alanındaki gelişmeler tarihe Şarlman Rönesansı olarak geçti.

Cengiz Han
Tarihe acımasızlığı kadar büyük başarıları ile geçen bir lider olan Cengiz Han, Orta Asya’da doğan en büyük güç, Moğol İmparatorluğu'nun kurucusuydu. Asya’daki Moğol kabilelerini bir araya getirerek kurduğu Moğol İmparatorluğu ile bitmek bilmeyen seferlere başlayan Cengiz Han, önüne çıkan tüm kentleri kılıçtan geçirerek Batı’ya kadar uzanan bir korku yaratmıştı.

Fatih Sultan Mehmet
Babası İkinci Murat’ın ölüm haberi üzerine atını Edirne’ye koşan ve hiçbir direnişle karşılaşmadan Sultanlığını ilan eden İkinci Mehmet, henüz 21 yaşında bir çağın ve bir İmparatorluğun sonunu getirerek dünya tarihine damgasını vurdu. Bizans İmparatorluğu'nun başkenti Konstantinopoli'de gemileri karadan Haliç Körfezi'ne taşıyan Sultan, dönemin en büyük topunu döktürerek askeri kabiliyetlerini ortaya koydu. İki aydan daha kısa bir sürede yeni adıyla İstanbul’u ele geçirmek gibi inanılmaz bir başarı gösteren Fatih Sultan Mehmet, sadece askeri gücü ile var olan bir lider değildi. Çok iyi eğitim görmüş olan Sultan İkinci Mehmet, yedi dil konuşur, Arapça ve Farsça'dan çevrilmiş felsefi eserleri okumaktan hoşlanırdı. Bilime çok düşkün olan Sultan, özellikle astronomiye ilgi gösterirdi. Döneminde İstanbul’a birçok bilgin ve düşünür getirtmişti. 1480 yılında İtalya’yı işgal eden ve Roma’yı ele geçirmek istediği düşünülen Fatih Sultan Mehmet, bir yıl sonra halen nedeni tartışılan ölümüyle hayata gözlerini yumdu.
Birinci Elizabeth

İngiltere ve İrlanda’nın tahtına 1558 yılında oturan Birinci Elizabeth’in lakabı Bakire Kraliçeydi. Sebebi ise ömrü boyunca hiçbir krala bağımlı kalmamış olmasıydı. Kraliçe Elizabeth dünyanın kadınların yönetimini bilmediği bir dönemde en güçlü kadın olarak kendini göstermişti. Onun dönemine kadar kadınlar kralların eşleri olmaktan öteye gidemiyorlardı. Yaşadığı dönemde evliliği Avrupa’nın önemli konularından biri olan Elizabeth, İkinci Philip, Avusturya Arşidük’ü Charles, Fransız Anjou Dükü Henri ve kardeşi François’nın da aralarında bulunduğu birçok erkeği reddetmişti.
İkinci Joseph

Kutsal Roma İmparatorluğu'nu 1765’ten 1790’a kadar başında olan en ünlü imparatoruydu. İkinci Joseph, belki de tarihin gördüğü en fedakâr lider olması ile adını ölümsüzleştirdi. Mutlak gücün mutlak yolsuzluğa giden yol olduğunu düşünen İkinci Joseph, tarihin rastladığı hükümdarlara nazaran halkını ön planda tutan bir liderdi. En büyük reformlarından biri, derebeylik sisteminin ezdiği köleleri özgür kılmasıydı.

Napolyon
Politika ve savaşa doymak bilmeyen bir lider olan Napolyon, Fransız Devrimi ardından Fransa’nın İmparatoru olmuştu. Osmanlı’yı müttefik yapmak için uzun süre uğraşan Napolyon’un, III. Selim’e yazdığı mektup ünlüdür. Devrimin ardından tek öğün yemekle geçinmeye çalışan Fransa’da birçok reform yapan Napolyon, merkezi yönetim ve vergi, eğitim sistemi gibi birçok alanda gelişim sağlamasının yanında; ülkenin yol ve kanalizasyon sistemleri gibi altyapı çalışmalarını da başlattı. Kamu alanında Napolyon yasaları, askeri alanda ise Napolyon taktikleri ile ülkesini yönlendiren Napolyon, 1812’de Rusya işgali ile gücünü yitirmeye başlamış, son şansı Waterloo’da aldığı yenilgi ile Avrupa sahnesinden çekilmişti.

Abraham Lincoln
ABD’nin 16’ıncı başkanı olan Abraham Lincoln, ülkesinin en zor döneminde, İç Savaş esnasında başkanlık yapmıştı. Ülkesinin en bunalımlı döneminde tek parça halinde kalabilmesi için büyük uğraş veren Lincoln, köleliği kaldırması ile dünyanın kaderini değiştiren insanlardan biri oldu. Amerika’nın ilk vergi gelirini düzenleyen ve ulusal bankacılık sistemini oluşturan Lincoln, Şükran Günü’nü ilk uygulayan insan olarak Amerika’nın ekonomik ve sosyal hayatına önemli etkide bulunmuştu. Yedi yüz binden fazla insanın öldüğü iç savaşın ardından ekonomi başta olmak üzere ülkesinin yaralarını sarmaya başlayan Lincoln, reformlarına fazla vakit bulamadan, Konfederasyon fanatiği tiyatrocu John Wilkes Booth tarafından öldürüldü.

Vladimir Lenin
Demokratik eğitim için mücadele veren bir fizik öğretmeninin oğlu olarak dünyaya gelen Vladimir Ilyich Ulyanov, babasını beyin kanamasından kaybetti, erkek kardeşi Çar Üçüncü Aleksandr’ın suikastına karıştığı gerekçesiyle idam edildi, kız kardeşi sürgüne gönderildi. Parçalanmış aile yapısı hayatını çok etkileyen Lenin, 1892’de St. Petersburg üniversitesinde hukuktan mezun oldu. Üniversite sonrası yıllarda Marksist hareketlere katılan Ilyich Ulyanov, yazdığı makale ve kitaplarda Lenin adını kullanmaya başladı. Rusya Sosyal Demokrat Partisine katılan Lenin, 1902 senesinde yayınlanan “Ne Yapmalı?” adlı eseriyle Çarlık Rusya’sında bir anda tanınan ve dinlenen bir kişi olmayı başardı.

Üç sene sonra Sosyal Demokrat Partinin başına geçen Lenin, Avrupa’daki faaliyetlerine başladı. Birinci Dünya Savaşı'ndaki barış hareketleri ile Almanya ile olan savaşın sona ermesini sağlayan Lenin, 1917 yılındaki Şubat Devrimi ardından Halk Komiserleri Konsey Başkanı seçilen Lenin, derhal eğitim, sağlık ve ekonomi alanlarındaki reform çalışmalarına başladı. Ülkesindeki iç savaşı 1920’de sonlandıran Lenin, 1922’deki suikast girişiminden sonra felç geçirdi. Lenin'in 1924 yılındaki ölüm nedeninin aynı neden olduğu ileri sürülse de, bu konuda kesin bir bilgi yok.

Churchill

İngiltere’de köklü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Churchill, gençliğinde asker üniforması altında Küba, Hindistan ve Afrika’da görevlerde bulundu ve önemli askeri tecrübe edindi. İngiltere’ye dönüşünde ise parlamentoya girdi. Churchill başarılı bir politikacı olmasına rağmen alkol sorunu ön plana çıkıyordu. Baskın karakteri ile ön planda kalmayı başaran Churchill, kendi planı olan ve sorumluluğu üzerine kalan Çanakkale felaketi ile kendi kendini bitirdi. İkinci Dünya Savaşı olmasaydı, belki de adı hatırlanmayacaktı.

Mustafa Kemal Atatürk
11 Ocak 1905 tarihinde Harp Akademisini bitiren Mustafa Kemal, orduya kurmay yüzbaşı olarak katıldı. İlk olarak Suriye’de, ardından 1911 senesinde tabur komutanı olarak Trablusgarp’ta savaştı. Çanakkale Savaşı'nda1915 yılında müttefiklere geçit vermeyen Mustafa Kemal, 1916’da Muş, Bitlis ve Van’ı Rus işgalinden kurtardı. Bir yıl sonra korgeneral rütbesine yükseldikten sonra Filistin cephesinde Arapları yanına alan İngilizlere karşı müdafaa yaptı.

Birinci Dünya Savaşı'nın ardından işgalci karıncalar gibi Anadolu’ya yayılan ittifak ülkelerine dur diyen yine Mustafa Kemal’di. Samsun’a 1919’da geçişinin ardından Erzurum ve Sivas kongrelerini düzenleyen Mustafa Kemal, milli mücadelenin planını çizdikten sonra Ankara’da TBMM’yi açtı. Sakarya ve Dumlupınar Medyan Muharebelerinde yenilen Yunanlıları Büyük Taarruz ile Anadolu’dan çıkaran Mustafa Kemal, İngiliz, Fransız, İtalyanlar dâhil olmak üzere tüm Anadolu’yu düşman kuvvetlerinden temizledi.

Mustafa Kemal 1923 yılında, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu. Ekonomik, politik ve sosyal alanda yaptığı reformlar ile Türkiye’nin kalkınmasında ilk adımı atan Atatürk, döneminde oldukça ünlü bir insandı. Birinci Dünya Savaşı'nda Bolşevik rejimini yıkan Çanakkale zaferi ve Suriye cephesinde dağılmakta üzere olan ordusu ile yaptığı müdafaa ününü tüm dünyaya yaymıştı.

Mussolini
Elinde güç olan fantezi düşkünlerinin ne kadar tehlikeli olabileceğine dair en iyi örneklerden biri olan Mussolini, kendini Roma İmparatoru Augustus’un reenkarnasyon ile dünyaya gelmiş hali zannediyordu. Nihai amacı da, tıpkı Augustus gibi tüm Akdeniz’i ele geçirmek ve Roma’nın eski ihtişamını tekrar yaratmaktı. Bu hayallerine rağmen en ilginç olan şey, 1922 yılında İtalya’nın Başbakanı olmuş olan Mussolini’nin, ne kadar iyi geçiniyor gözükmesine rağmen Hitler’i bir kaçık olarak görmesiydi. Düşünce düşmanı olan Mussolini, İtalya Komünist Partisinin bir dönem lideri ve en büyük düşünürlerinden Antonio Gramsci’yi 1926’da hapse attırmıştı.

İkinci Dünya Savaşı'na Hitler’in Fransa işgali ardından sırasının geldiğine inanarak giren Mussolini, Afrika cephelerinde alınan ağır yenilgilerin ardından itibarını hızla kaybetmiş, geri çekilen Alman güçleri arasında kaçarken yakalanarak idam edilmişti. Milano’daki Lareto Meydanı'nda, bir zamanlar kendini alkışlayan binlerin önünde cesedi teşhir edilmiştir.

Politikaları ile 10 milyonlarca insanın ölümüne neden olan İkinci Dünya Savaşını başlatan ve milyonlarca Yahudi’nin katledilmesine neden olan Hitler, politik ve liderlik yetenekleri ele alındığı zaman tarihte öne çıkan bir kişiydi.


-Alıntıdır.-

38
FRP Arşivleri / Ynt: GreatNES - Giriş ve Kurallar
« : 20 Mayıs 2010, 15:00:42 »
Baal, hayırlı işler diyorum ve susuyorum :P

39
FRP Arşivleri / Ynt: GreatNES - Giriş ve Kurallar
« : 20 Mayıs 2010, 13:22:59 »
Katılıyorsun yani, harika :)

40
FRP Arşivleri / Ynt: GreatNES - Giriş ve Kurallar
« : 20 Mayıs 2010, 12:59:02 »
XX. Ropinie'ye kadar yolu var bence.

41
FRP Arşivleri / Ynt: GreatNES - Giriş ve Kurallar
« : 20 Mayıs 2010, 12:14:50 »
KokuBeyaz? alksjdhalsjkdhlsad

neyse, tamamdır :)

42
FRP Arşivleri / Ynt: GreatNES - Giriş ve Kurallar
« : 20 Mayıs 2010, 12:12:51 »
Malkavian geldi aklıma, johnconstantine geldi, kusad geldi, KoyuBeyaz'da oynar diye tahmin ediyorum, bir de Nihbrin -ki büyük ihtimalle zorla getirilmesi gerekecek-. Bir sor istersen.

43
FRP Arşivleri / Ynt: GreatNES - Giriş ve Kurallar
« : 20 Mayıs 2010, 12:07:27 »
Daha çok oyuncu için Kurgu İskelesi'nde paylaşım yapan arkadaşların yakasına yapışmak senin görevin :rr

44
FRP Arşivleri / Ynt: GreatNES - Giriş ve Kurallar
« : 20 Mayıs 2010, 12:03:49 »
Şikayetim var, turlar arası bu kadar uzun olmasın :/

45
Müzik / Beirut
« : 20 Mayıs 2010, 11:52:49 »


Beirut, Santa Fe’li Zach Condon’ın öncülüğünü yaptığı grup. Santa Fe, New Mexico, Amerika doğumlu olan Zach Condon, 17 yaşında lise eğitimine ara vererek abisi Ryan ile birlikte 4 aylık bir Avrupa turuna çıkar. Bu süreçte, Condon zamanının çoğunu Paris’te geçirse de, yinede doğu Avrupa ve Balkan müziğiyle de tanışır, ve derinden etkilenir. Avrupa’dan dönüşünde Albuquerque, New Mexico’daki University of New Mexico’da Portekizce ve fotoğrafçılık okumaya başlar. Üniverstedeki yıllarında Condon yurt odasında, Beirut’un ilk albümü olacak Gulag Orkestar’ın demo kayıtlarını yapar, fakat bunlar çok kaba kayıtlardır. Condon çok geçmeden yine Albuquerque’li A Hack and a Hacksaw grubunun üyeleri Jeremy Barnes ve Heather Trost’un dikkatini çekmeyi başarır. Onlarında yardımıyla Gulag Orkestar kaydedilir. Balkan sounduna daha yakın duran Gulag Orkestar’ın büyük başarısından sonra, Zach Condon 2. albümde müzikal açıdan hayranlık duyduğu, Jacques Brel ve Serge Gainsbourg’un Fransız popuna yönelir. 2007’nin The Flying Club Cup’ı stil olarak Beirut’un temelini oluşturan Balkan tarzını bırakmasada Fransız «chanson» larından da öğeler barındırmasıyla dikkat çeker.

Tarz olarak Doğu Avrupa ve folk soundlarını harmanlayan grupta Condon vokallerin yanısıra zaman zaman ukulele ve trompet çalarakta katkıda bulunuyor. Sanatçının minyatür gitar şeklindeki ukulele adlı enstrümana yönelmesinin nedeni ise geçirdiği bir kaza; Condon sol bileğindeki problem nedeniyle gitar çalarken zorluk çekmektedir. Zach Condon çağımızın önde gelen genç bestecilerinden olarak görülmektedir.

Zach Condon’un liderliğindeki Beirut’un kalabalık kadrosu şöyledir:
-Perri Cloutier
-Hari Ziznewski
-Jason Poranski
-Nick Petree
-Kristin Ferebee
-Paul Collins
-Jon Natchez
-Kelly Pratt
-Tracy Pratt
-Lucy Blyth

Albümler:

* Gulag Orkestar (2006)
* The Flying Club Cup (2007)

EP’ler:

* Lon Gisland (2007)
* Pompeii EP (2007)
* Elephant Gun EP (2007)
*March of the Zapotec and Realpeople Holland (2009)

-Alıntıdır-

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 11