Pembe dudaklar üzerlerinden geçen yumuşak maddenin rengi olan vişne kırmızısına boyandığında hacimleri de büyüdü. Aynanın üzerindeki gösterişli beyaz makyaj lambasının ışığı yeni sürülmüş rujun üzerinden yansıdı. Kadın elindeki ruju dikkatlice kapatıp masanın üzerine koydu ve kuzgun karası saçlarını eli ile hafifçe dokunarak düzeltti. Aynada kendi görüntüsüne bakarken başını hafifçe sağa sola çeviriyor, bazen aynaya yaklaşıp bazen uzaklaşıyordu. Mükemmel görünmesi için eksik olanın ne olduğuna karar verinceye dek masanın üzerinde bulunan makyaj malzemelerine bir bir baktı. Sonunda daha dolgun kirpiklerin işini göreceğine kanaat getirerek elini siyah kaplı bir rimele uzatmıştı ki arkasından duyduğu sesle irkildi.
''Yüzünle biraz daha oynarsan eski haline asla döndüremeyeceksin.''
Kadın, aynadan odanın öteki ucundaki kırmızı koltukta oturan takım elbiseli adama pis bir bakış attı. Duymamazlıktan gelerek rimeline uzandığında adamın kafasını iki yana sallayarak ayağa kalktığı çarptı gözüne. Kanepeden kalktı, büyükçe bir içki masasının üzerindeki yarısı dolu bardağı kafasına dikerek bitirdi ve makyaj masasının yanına gelerek kadının çıplak omuzuna koydu elini. Aynadan kendisine aldırış etmeden makyajına devam eden kadını izledi bir süre, sonunda kadının eli ritmik bir şekilde yukarı aşağı hareket etmeyi kesip göz bebekleri ona döndüğünde gülümsedi.
''Ne?''
Adam halâ gülümsemeye devam ederek elini kadının omzundan çekti ve aynaya yaklaşarak gevşemiş olan kravatını sıkıp eliyle dağınık saçlarını düzeltti.
''Yarım saat içinde başlıyoruz. O zamana kadar işin bitmiş olsun.''
Eğilerek halâ rimelini kullanmakta olan kadının yanağından öptü ve odadan çıkmadan önce sandalyenin arkasında asılı duran ceketini alıp sırtına geçirdi. Kadın adamın gidişini aynadan izlerken yüzündeki anlaşılmaz ifadeyi değiştirmedi. Kapı kapanıp odada yalnız kaldığında ise bakışları bir süre kendi üzerinde kilitlendi. Bu kez bakışlarında kuşku vardı.
Adam uzun altın sarısı renge boyanmış duvarların arasından geçerek geniş bir merdivenden hızlıca indi ve içinde bulunduğu otelin lobisine vardı. Büyük döner kapılardan çıkmadan önce danışmada duran görevliye eliyle selam verdi, görevli ise yerinden kıpırdamadan kafasını salladı karşılık olarak. Otelden çıkıp beyaz renkli Porsche'una binerken danışmada artık sarı saçlı bir kadın vardı.
Beyaz Porsche, yolları taş döşeli sokaklarda fazla hız yapmadan ilerledi. Buna rağmen çoğunluğu iki katlı olan eski tip binalarla çevrili dar yollardan geçerek büyük beyaz bir klinik binasının önüne gelmesi yalnızca birkaç dakika sürdü. Batmakta olan güneşin kendisini rahatsız etmesini istemeyen adam arabasına binerken takmış olduğu güneş gözlüklerini binaya girerken de çıkarmadı.
Kliniğin girişi oval bir masa arkasında duran beyaz önlüklü bir görevlinin dışında bekleme sandalyeleri ve üzerlerinde oturan hastalar ile doluydu. İçeri girdiğinde görevli halinden bıkmış bir şekilde önündeki bilgisayarda bir şeyler düzenlemekle meşguldü. Aldırış etmedi, duraksamadan odanın sağ tarafında bulunan merdivenlere yöneldi. İkinci kata vardığında masanın arkasındaki görevli oraya çıkan birini görüp görmediği konusunda kendisiyle çelişiyordu. Adam merdivenlerden çıkabildiği kadar yukarıya çıktı ve sonunda önüne gri kaplı tek bir kapı geldi. Kapıyı iki kez tıklattı ve cevap beklemeden kulpu çevirerek odaya girdi.
Girdiği oda bir çeşit muaynehaneye benziyordu. Bulunduğu yerin solunda kalan iki geniş pencereden giren güneş ışığı odanın bir duvarına yaslı duran hasta yatağının ve karşı duvarındaki büyük kanepenin üzerine vuruyordu. İçerisi havasızdı, ışık içeride gezinen tozları gözler önüne seriyordu. Kapı duvarın tam ortasında duruyordu, dolayısıyla o da öyle. Odanın öbür kısmında ise büyük ahşap bir masa ve önünde iki koltuk vardı. Masanın üzerindeki gösterişli bir camın eğik yüzeyinde
'Dr. Grindheals' yazıyordu. Fakat masanın arkasında veya odanın içindeki herhangi bir yerde görünen kimse yoktu. Adam rahat bir şekilde pencerelerden birinin yanına gelerek yarı yarıya çekilmiş olan jaluzinin ipini çekti ve camı sonuna kadar açtı. Sıcak, nemli hava odanın içine hemen dolmasa da içerideki ilaç kokusu ve havasız ortam biraz dağılmıştı. Arkasını döndü, ceketini çıkararak kapının yanındaki portmantoya astı ve kanepeye rahat bir şekilde oturarak bacak bacak üstüne attı.
Kısa bir süre sonra odanın kapısı yeniden açıldı ve içeriye beyaz önlüklü, saçları yer yer dökülmüş, kırışık yüz hatlarına sahip olan şişman bir adam girdi. Elinin tersi ile alnındaki teri silerken portmantodaki ceketi görünce bir an duraksadı, kafasını çevirip kanepede oturmuş kendisine bakan adamı görünce bir anda olduğu yerde sıçradı.
''Tanrı aşkına William! İnsan bir haber verir geleceğini!''
''Sakin ol doktor. Randevumuz vardı, unuttun mu?''
''Randevumuz yarın saat 11de idi. Ayrıca saate bakarsan bugünlük mesaimin bittiğini de göreceksin.''
William bacağını indirerek oturuşunu düzeltti ve kravatını çözerek gömleğinin düğmelerini açmaya başladı.
''Fazla vaktini almaz Grindheals, acelem var.''
Doktor olduğu yerde dikilmiş tereddüt içinde bakarken, William gömleğinin son düğmesini de çözdü ve göğsünü açtı. Göğsünün sol tarafında bir kitap büyüklüğünde metal bir kaplama göründü. Sanki vücudunun küçük bir kısmı metalmiş gibi, bu plaka vücuduna kusursuz bir şekilde yerleşmişti. Kalbinin bulunduğu yerin hemen üzerinde bulunan bu gri metalin üzeri başta pürüzsüz görünse de üzerinde küçük bir çıkıntı, bir açma kapama uzantısı bulunuyordu. William ifadesiz bakışlarını doktorun üzerine çevirerek bekledi. Şişman adam bir süre olduğu yerde dikildikten sonra kendi kendine küfürler ederek çalışma masasının arkasına geçti ve odanın köşesinde bulunan beyaz dolabın alt kısmını açarken sinirli bir şekilde sordu:
''Modeli neydi onun?''
''T-59''
Doktor kısa bir süre dolabını kurcaladıktan sonra elinde küçük bir dikdörtgen kutu ile ayağa kalktı. Kanepede yarı çıplak kendisini bekleyen William'a döndü ve elindeki metalik kutuyu ona doğru fırlattı.
''Mesaim doldu. Başka hastaya bakamam. Sana daha fazla yardım edemem.''
William kutuyu rahatça yakaladı ve ifadesiz bakışlarla doktoru süzdü bir süre. Dudağı hafifçe kıvrıldı, ayağa kalkıp gömleğinin önünü ilikledi yeniden. Kravatını boynuna öylesine geçirip ceketini giydiğinde doktor hala olduğu yerde duruyor, sinirli bir ifadeyle onun çıkışını bekliyordu. William sonunda ceketini üzerine geçirip elinde almak için geldiği şeyle odadan çıktığında, doktor kendisini bağlayan ipler çözülmüş gibi silkinip sesli bir küfür daha savurdu ve kendini yorgun bir şekilde koltuğuna bıraktı. Tombul parmaklarıyla yorgunluktan kapanmak üzere olan göz kapaklarını ovuştururken kapının açılma sesini duyunca birden yerinde doğruldu ve sinirli bir şekilde bağırdı.
''Tanrı aşkına mesaim bitti!''
Fakat içeriye giren kişinin William olduğunu görünce yüzündeki sinir yerini şaşkınlığa, bir saniye sonra ise korkuya bıraktı. William içeriye tam olarak girmedi, yalnızca kapının ardından vücudunun bir kısmı göründü.
''Sadece teşekkür etmek istemiştim doktor.''
Beyaz renkli Porsche kliniğin önünden ayrıldığı sırada binanın üçüncü katından bir çığlık sesi duyuldu.
-----
William otel odasından içeri girdiğinde kadının hala makyaj masasının önünde oturduğunu gördü. Fakat makyajını bitirmiş gibi görünüyordu. Üzerine vücut hatlarını olduğu gibi açığa çıkaran dar, askısız, kıpkırmızı bir elbise giymişti ve aynı renk topuklu ayakkabıları hemen yanında duruyordu. Siyah saçları dalgalanarak sırtına iniyor, aynı renk küpeleriyle müthiş bir uyum sağlıyordu. William bir süre kapının önünde durarak kadını süzdü, o da aynadan kendisine bakıyordu her zamanki ifadesiz yüzüyle.
''İşini bitirdin mi?'' diye sordu kadın soğuk bir sesle. Bir yandan da masanın üzerindeki siyah çantasına uzandı. Fakat adamın elindeki metalik kutuyu görünce duraksadı.
''Sayılır.'' diye cevaplayarak kırmızı kanepeye oturdu William. Bir kez daha gömleğinin düğmelerini açmaya başladığında kadın oturduğu yerden kalkarak yanına geldi. William elindeki kutuyu kadına uzattı ve kanepede geriye yaslandı göğsünü açarak.
''Kırmızı kabloyu çektikten sonra fazla oyalanmamaya çalış.''
Kadın dikkatli bir şekilde kutuyu adamın elinden aldı ve ağır hareketlerle ona doğru eğilerek göğsündeki metal kısma dokundu. Vücudunun geri kalanının aksine bu kısım soğuktu. Metaldeki çıkıntıyı hafifçe çekti, gri kapak yukarıya doğru kalktı. Fazla derin olmayan bir kutu gibiydi bu plaka. Göğsünden aşağıya yaklaşık 4-5 santim kadar inen bir kutu şeklindeydi ve içinde çeşitli kablolar ile şu an elinde tuttuğunun benzeri bir kutunun dışında pek bir şey yoktu. Kutuya bağlanan kabloların arasından diğerlerinden daha kalın ve kırmızı olanını seçti, tam elini oraya doğru götürüyordu ki William'ın eli bileğinden tutarak onu engelledi. Bir an vücudu titredi kadının, kafasını kaldırarak adama baktı. William'ın bakışları sertti. Bir süre bu şekilde durdular, sanki birbirlerini bakışlarıyla tartıyor gibi. Kadın yüz ifadesini değiştirmedi, hareket etmedi ve gözlerini kaçırmadan sabırla bekledi. Sessizlik içinde geçen bir kaç saniyenin ardından bileğini kavrayan el gevşedi ve William kafasını çevirerek geriye yaslandı.
''Acele et.''
Kadın kırmızı kabloyu çekmeden önce adamın göremeyeceği kadar belirsiz bir şekilde gülümsedi. Kabloyu dibinden tuttu ve hızlıca yerinden çekti. Adamın kalp atışları bir anda durdu kablonun çekilmesiyle, hafifçe kalkıp inen göğsü sabitlendi. Kadın küçük metal kutuyu çıkardı yerinden, fakat elindekini ötekinin yerine takmadı ve gri kapağı içi boş bir şekilde tekrar kapattı. William hareket edemez bir haldeydi fakat kadın yerinde doğrulup da onun yüzüne son bir kez baktığında gözlerinin şaşkınlık ve korku ile sonuna kadar açılmış olduğunu gördü.
Kadın, elinde iki metal kutu ile banyoya girdi. Elindekileri küvette mavi üniforması ile iki büklüm olmuş bir şekilde yatan resepsiyon görevlisinin üzerine fırlattı ve içeriye dönerek cansız bir şekilde yatan adamın vücudunu da banyoya sürükledi. Sonunda banyonun kapısını kapattı ve makyaj masasına geri dönerek son kez görünüşünü kontrol etti. Alnından damlayan bir damla teri silerken çantasının yarısını kaplayan tabancasını da kontrol etti ve ayakkabılarını ayağına geçirerek odadan çıktı.