Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - duhan

Sayfa: 1 ... 15 16 [17] 18 19
241
Kurgu İskelesi / Ynt: Kan ve Tuz
« : 24 Temmuz 2012, 18:48:44 »
DENİZ KIZI

En sevdiği oyuncağıydı deniz kızı. Büyüyünce deniz kızı olmak istiyordu. Altın sarısı saçları mavi gözleriyle deniz kızını andırıyordu zaten rebecca. Bir tek altın pullardan kuyruğu eksikti. 6. Yaş gününde çok güzel bir deniz kızı oyuncağı hediye etmişti babası ona. Yıllarca yanından, yatağından ayırmadı rebecca onu. Onunla dertleşir, onunla eğlenir, onunla güler, onunla ağlardı.

 Onunla konuşabildiğini söylüyordu annesine. İlk başlarda, tedirgin olmuştu annesi, kızını bir pisikoloğa götürmeyi düşünmüştü. Oyuncaklarla konuşan bir çocuk pek hayra alamet değildi. Her çocuk oyuncaklarıyla konuşurdu aslında ama rebecca, deniz kızına canlı muamelesi yapıyordu. Gel zaman git zaman bu fikirlerinden vazgeçtiler. Rebecca gayet normal bir çocuktu. Sadece oyuncağını çok seviyordu o kadar. Öyle düşünmüşlerdi, fikir almak için danıştıkları uzmanlar da çok üstünde durmamaları gerektiğini, çocukların zaman zaman bu tür arkadaşlıklar kurabildiğini, hatta var olmayan canlılarla konuştuklarını, çocuklarını gözlemlemelerini, abartı  bir duruma gelirse o zaman profesyonel bir yardıma başvurmalarını söylemişti.

Deniz kızı rebecca… bir sabah annesi odasında göremediği rebecca yı evde ararken havuz da bulmuştu… rebecca yüzme bilmiyordu, yani o öyle sanıyordu.. ama rebecca, havuz da gayet neşeli biçimde kulaçlar atıyor, denizkızıyla doyasıya eğleniyordu. Kızını boğuluyor zanneden annesinin çığlığı  onu çok korkutmuş, annesinin neden çığlık attığına anlam verememişti. Rebecca ne zaman yüzme öğrenmişti? Zaman zaman babasıyla havuza girerlerdi ama babası onu hiç bırakmazdı, kendiliğinden öğrenmiş olma şansı var mıydı? Kimse bu soruların üstünde durmadı, neticede rebecca yüzebiliyordu. Gerisi  çok ta önemli değildi..

Denizkızı rebecca… altın sarısı saçları vardı.. okyanus mavisi gözleri… bir de… altından pullarla bezeli kuyruğu…

TEHDİT

Şehrin en büyük meydanı hınca hınç dolmuş, belediye başkanının az sonra yapacağı konuşmayı bekliyordu. Bir gün önce yaşanan trajedi bütün şehri derinden sarsmış, herkes, başkan yardımcısı ve ailesinin neden ve kimler tarafından katledildiğini ölesiye merak ediyordu. Belediye başkanı  Jorge Culster  belki de birazdan bu sorulara yanıt verecekti. Basın ordusu meydandaki yerini çoktan almış, kanallar canlı yayına geçmişti. Ön taraflardan yükselen uğultu ve deklanşör sesleri, başkanın kürsüye çıkmakta olduğunun habercisiydi. Önce mikrofonu düzeltti başkan. 50 li yaşlarını geride bırakmış, alnında seyrelmiş saçları, yaşına göre dinç görünen bedeni ve çerçevesiz gözlüğüyle modern bir politikacı görünümüne sahip adam, boğazını temizlemek zorunda hissetti kendini.

‘’bu gün burada toplanmamıza neden olan, vahim olayı hepiniz biliyorsunuz. Ben de hepiniz gibi, bunu yapanları lanetliyor ve bir an önce kanunlar önünde hesap vermelerini diliyorum. Öncelikle, tanrı , dostum, kardeşim ve mesai arkadaşım Franz ve ailesini krallığına kabul etsin. Geride bıraktığı biz dostlarına ve yakınlarına da sabır bahşetsin. Olanları basından takip ettiğinizi biliyorum. Şuan için, şehrin tüm güvenlik birimleri bu vahşeti yapanların peşinde ve bu canavarlar en kısa zamanda adalete teslim  edilecektir kimsenin bundan şüphesi olmasın. Şu an için, çok fazla bilgi vermek istemiyorum, soruşturmanın sağlıklı yürütülebilmesi için bazı bilgilerin açıklanmasını uygun bulmuyor yetkili arkadaşlarımız. Ama tekrar ediyorum, kimsenin şüphesi olmasın, bunu yapanlar en kısa sürede adalete teslim edilecek ve cezalarını çekeceklerdir. Söyleyeceklerim şimdilik bu kadar.’’

Artık sesi titriyordu. Daha fazla konuşursa göz yaşlarına hakim olamayacağını anlamıştı. Boğazına oturan koca bir yumruk vardı sanki. Kravatını gevşetip, derin bir nefes aldı. Kürsüden inip, arka tarafa koruma ordusu eşliğinde ilerledi. Danışmanı hemen yanında, eğilip kulağına bir şeyler fısıldadı. Yüzündeki keder yerini endişeye bırakmış, alnındaki kırışıklıklar daha da belirgin bir hal almıştı.            ‘’ ofise gidelim’’ dedi. Arabaya yöneldiler. Koruma sayısı artırılmıştı bu olaydan sonra, aracının önünde ve arkasında eskortluk  yapan polis araçları eşliğinde şehrin trafiğine karıştılar.

Yarım saat kadar sonra, devasa belediye binasının önü bir anda karışmıştı. Korumalar ve polisler hemen bir koridor oluşturmuş, basın mensuplarını başkandan uzak tutmaya çalışıyordu. Başkan araçtan inip hızlı adımlarla ve etrafında cereyan eden hengameye aldırış etmeden binaya girip asansöre yöneldi. Birkaç dakika sonra binanın son katında devasa teraslı başkanlık odasının bulunduğu koridorda hızlı adımlarla yürüyordu.
Sekreteri onu yolda karşılayıp,  ‘’ efendim … ‘’ deyip söze girecek oldu ama başkan onu susturup, rahatsız edilmek istemediğini söyledi. Korumalarını ve danışmanını kapıda bırakıp odasına daldı. Çift kanatlı, altın varaklı kapı sessizce açıldı sertçe kapandı. Odanın ortasına doğru hızlı adımlarla ilerleyip, karşısında duran teras kapısına yöneldi. Sürgülü kapıyı kolayca açıp,  soğuk esen rüzgara aldırış etmeden, kendisini beklemek için teras ı seçen önemli misafirlerine doğru ilerledi.

Misafirler önemliydi ama  pek görmek istenecek türden misafirlerden değillerdi. Başkanın geldiğini gören biri ayağa kalkıp elini cebine attı. Güneş gözlükleri gözlerini saklıyordu ancak, geriye taranıp, jöleyle adeta derisine yapıştırılmış saçlarıyla, uzun boyu ve şık giyimiyle şehrin hatta ülkenin önde gelen iş adamlarından  Hernan Gubtermann olduğunu anlamak mümkündü.

Tokalaşmak için uzattığı eli, başkan tarafından görmezden gelinince, pişkin bir ifadeyle ve yüzündeki alaycı gülümsemeyle ‘’baş sağlığı dilemeye geldik sayın başkan’’  dedi.

Başkan çok sinirliydi. Elleri titriyor, karşısında pişkin pişkin gülen bu adamı terastan  aşağı atmak için sabırsızlanıyordu.

‘’ rebecca nerde’’ oldu başkanın ilk sözü.

‘’ rebecca ??.... rebecca..rebecaaa’’  sanki anımsamaya çalışıyor gibi bir yüz ifadesi vardı ama bu da alaycı bir ifadeydi.

‘’ ona ne yaptınız’’ dedi başkan hiddetle…

‘’ aklını başına toplamazsan karına ve kızlarına hatta oğluna yapacak olduğumuz şeyin aynını’’ diye cevap verdi Hernan. Bu sefer yüzünde ürkütücü bir ifade vardı. Başkana yaklaşıp, sesini yükselterek, tehditkar bir tonla,

‘’ o imzayı atmazsan , birkaç gün sonra, senin cenazene çelenk yollamak zorunda kalacağım’’
Başkan ın boğazına takılan bişeyler vardı. Bütün vücudu kaskatı kesilmiş, soğuk soğuk terliyordu. Bir şeyler söylemek istiyor ama söyleyemiyordu. Keşke bir silahı olsaydı… bu aşağılık adamı alnının ortasından vurup, cesedini hayvanat bahçesinde ki aslanlara atmak gerekirdi.

Bu arada oturma grubunda oturmakta olan 2 adam daha olduğunu daha yeni fark ediyordu. Sinirleri harap olmuştu, algısı zayıflamıştı bu yüzden çevresinde olan biteni algılamakta zorluk çekiyordu şu 2 gündür.
Karl  Zeitler ve Morgan Dawson… Hernan ın küçük ortakları… iş adamı sıfatlarının yanında, Hernan ın kurduğu suç imparatorluğunun büyük birer parçasıydı bu iki adam. Pislikler…

‘’ başınız sağolsun sayın başkan’’ ses tonu ve vurgusu imalıydı. ‘’Umarım bu acıları tekrar yaşamak zorunda kalmayız hiçbirimiz’’ bu daha beter imalı ve tehditkar bir cümleydi. ‘’’2 gün sonra görüşürüz, iş beklemez’’ ve final cümlesinin ardından hızlı adımlarla önce terası ardından ofisi terk etti. Peşinde köpekleriyle birlikte…

242
Kurgu İskelesi / Ynt: Kan ve Tuz
« : 24 Temmuz 2012, 14:28:57 »
Yüzbaşı Dan ve Chucky, olay yerine geldiklerinde, kalabalık bir basın ordusu üzerlerine hücum etmişti.   Bu gazeteciler hep böyleydi. Hiç üniformalı bir polisin ağzına mikrofon soktukları görülmemişti. Olay yerine ne zaman sivil bir polis gelse, hepsi onun başına üşüşürdü. Hâlbuki olay yerine ilk gidenler hep, üniformalılar olurdu. Sivil olmanın bir karizması varsa işte o da buydu. Tüm dikkatleri  üzerine çekmek. Basın ordusunu yararak, kapıdan içeri girmeye çalışırlarken, açılan kapının ardından görüntü almak isteyen gazeteciler rastgele ve ardı ardına deklanşörlerine basıyordu.  Chucky direk öldürülen ailenin cesetlerinin olduğu yere doğru giderken, Dan her zamanki gibi bilgi almak için olay yeri inceleme polislerinden birini yakalayıp sorguya çekmeye başladı.

Chucky  birkaç cinayet mahallinde bulunmuştu ama bu çok büyük bir trajediydi. Bir aile hem de şehrin en tanınmış ailelerinden biri topluca infaz edilmişti.  Büyük bir kan gölünün ortasında yatmakta olan Daren e baktı önce. Çocuk sağ tarafının üstünde yatıyordu. Sol kulağının hemen önünden giren mermi kafatasını parçalayıp çıkmıştı.  Acı çekmeden hemen ölmüş olmalıydı, sevinmeli miydi çocuk için? Ardından kadına doğru yürüdü. Diğer iki cesetten uzaktaydı. Yerdeki kan izinden sürüklendiği belli oluyordu. Kadının üstü çarşaf   benzeri bir şeyle kapatılmış, kan çarşafın üzerine çıkmıştı. Eğilip çarşafı kaldırdı hafifçe. Kadının alnında bozuk para büyüklüğünde bir delik vardı. Mermi giriş deliğiydi bu. Çok fazla kan yoktu yüzünde. Ama kafasının arkasından epeyce kan aktığı yerdeki ufak çaplı kan gölünden anlaşılıyordu. Sonra vücudunu incelemek istedi. Çarşafı biraz daha açınca kadının çıplak vücudunu görüp hemen kapattı. Sonra dikkatlice tekrar indirdi çarşafı. Sol göğsünün üstünde büyük kalibreli bir silahtan çıkan mermi tarafından açıldığı belli olan bir kurşun deliği görünüyordu. Oldukça kan kaybettirmişti bu yara kadına. Kafasına sıkılan kurşun olmasa da, bu yara kadını öldürmeye yeter diye düşündü Chucky. Doğrulup Franz ın cesedine doğru ilerledi.  Bacağında ki ve kolundaki yaralar gayet açık şekilde görülebiliyordu. Kadın ve çocuğun aksine, Franz’a ilk etapta öldürmek için değil de,  etkisiz hale getirmek için ateş edildiği belli oluyordu. Kadın, çocuk ve Franz ın vücudunda ki kurşun yaraları  muhtemelen bir keskin nişancı silahının eseriydi. Kadının ve Franz ın alnında kiler ise, muhtemelen tabanca işiydi.

Bir an ailenin 4 kişi olduğu aklına geldi Chucky nin. Etrafta başka ceset göremeyince kapısı açık ve önünde birkaç polisin hummalı bir şekilde bir şeyler yazıp çizdiği mutfağa yöneldi. Bu arada Dan da polisle işini bitirmiş, aynı yere doru hareketlenmişti. Yaklaştıkça kapının eşiğindeki kan birikintisini fark etmesi zor olmadı. Muhtemelen 4. Ceset mutfaktaydı. Kapıya geldiğinde   güneş gözlüğünü çıkardı. İçersi dışarıya göre nispeten karanlıktı,  alışması çok uzun sürmedi. Çok fazla kan olmadığı gibi, ceset te görünmüyordu.

Dan’ a dönüp;

‘’ kızın cesedi ‘’ dedi.

Dan olumsuz manada başını salladı. ‘’Ceset yok. Muhtemelen kaçırıldı ya da başka bir yere atıldı’’ dedi. Sesindeki ruhsuzluk ve gayet rahat tavırlı oluşu, Chucky nin hoşuna gitmese de  20 yıldan fazladır bu işi yapan biri için normal bir durumdu. Hak verdi ona.

‘’ kaçırıldı mı’’ dedi şaşırmış biçimde. ‘’Tüm ailesi katledildi? Kaçırmanın ne manası olabilir ki? Fidye isteyeceklerse,  sanırım avuçlarını yalayacaklar, kızın babasını da öldürdüler, bu durumda onlara fidye verecek kimse kalmıyor sanırım’’

Bilmiyorum manasında omuz silkti Dan. Birkaç adım daha atıp, göz ucuyla etrafı kolaçan edip,  dışarı doğru yöneldi. Chucky de peşine takıldı. Kızın akıbeti konusunda oldukça meraklıydı. Muhtemelen ya tecavüz edip ormana bir yere cesedini atarlardı ya da kızdan bir daha haber alınamaz ve sistemde kayıp insanlar listesinde ki yerini alacaktı.

Araba sarsılarak bozuk yoldan anayola çıkarken, ‘’ ne düşünüyorsun’’ diye sordu Chucky Dan’a. Bi r müddet cevap vermedi Dan.  ‘’sence kim Niye yaptı bunu’’  cevap bekleyen bir başka soru olarak Chucky nin ağzından çıkmıştı bile. Cevap gelmesini beklemeden, ‘’suikast mi  yoksa ilgi manyağı bir seri katil mi? ‘’ dedi.

Dan yine sessizdi. Chucky basşka bir şey söylememye karar vermişti. Dan ın bu ketum tavırlarına sinir olsa da, ona saygı duyuyordu.

‘’ ilgi çekmek için başka yollar var, amatör birinin işi  değil bu. Önce uzaktan vurp sonra, içeri girmişler, tek kişi olmadıkları da kesin. Buna cesaret edebilecek bir seri katil ben görmedim. Biri bize, ya da birilerine mesaj vermek istiyor sanki’’

Kanun gibi bir cümleydi bu. İtiraz etmek olanaksızdı. Çözümleme oldukça başarılı gelmişti Chucky e. Mantıklıydı.

‘’ peki neden’’

‘’ siyaset pis bir iştir evlat.. dostlar ve düşmanlar birbirinin ardına saklanır.. ayırt edemezsin. Ayağının altında ki her neyse birileri onu çekiştirip durur, düşürmeye çalışır seni, düşmezsen seni düşürecek bir yol her zaman vardır’’

İmalı biçimde Chucky e bakıyordu. Mesaj alınmıştı. Bu genç çocuk oldukça zeki bir polisti. Dan onu seviyordu. Kendisi de böyleydi gençken. Bu sayede çok çabuk terfiler almış, teşkilatın göz bebeklerinden biri haline gelmişti….

Rebecca uyanmak için çabaladıkça gözleri açılmamak için direniyor gibiydi. Yüzünün ortası feci şekilde ağrıyordu.  Ağzında yine o tanıdık demirimsi ve tuzlu tad vardı. Gözlerini açtı ancak, o kadar bulanıktı ki, bir an kör olduğunu zannetti. Eliyle gözlerini silmek istedi ancak elini hareket ettirmesini engelleyen kelepçeyi hissetti bileğinde. Diğer elini denedi sonuç aynıydı. Ve ayakları da bileklerinden üzerinde yattığı zemine sabitlenmişti. Çığlık atmak istedi ancak boğazına dolan kan buna engel oldu. Midesi bulanıyordu. Nerde ve ne halde olduğunu bilmemek ise dehşet vericiydi. Kımıldamak istedi ancak mümkün değildi. Kaldırabildiği kadar kaldırıp başını, etrafa baktı. Depo gibi bir yerde olduğu aşikardı. Etrafta pencere falan yoktu. Tavandan sarkan kirli bir ampulun yaydığı zayıf bir ışık dolduruyordu odayı. Rutubet kokusu ve nem oldukça keskindi. Gücünü toplayıp, bileklerini tutan kelepçelerden kurtulmak için hamle yaptı, deli gibi sallıyordu kollarını ama, kelepçenin bileklerini kesip canını yakmasından başka bir işe yaramıyordu bu.

Ağır bir metal kapı sesinin ardından, ayak sesleri ve tavandaki ampulle gözlerine arasına giren o iğrenç surat..  annesine o iğrenç şeyleri yapan adamdı bu. Hemen tanımıştı. Tanımamak imkansızdı adamın uzun saçları ve boz ayıya benzeyen vücudu onun kartviziti gibiydi adeta. Pis bir gülümseme ile ona bakıyordu şimdi. Bir an annesine yaptıkları aklına gelince, dehşete düştü Rebecca…

243
Kurgu İskelesi / Ynt: Kan ve Tuz
« : 24 Temmuz 2012, 12:59:17 »
Babasının başucunda çömelmiş bir adam dikkatini çekmişti ilk olarak. Takım elbiseli ve güneş gözlüklü bu adam babasına bir şeyler anlatıyordu sanki. Bir   an  sevindi, babası yaşıyor olmalıydı. Onun hemen arkasında ayakta duran 2 takım elbiseli adam daha vardı. Öylece durmuş onları izliyorlardı. Bunlar   patron  çete lideri yada öyle bir şeyler olmalıydı. Diğerleri gibi silahları yoktu görünürde. Bahçede amaçsızca dolanan 10 kadar silahlı adam vardı ayrıca. Bir  çoğunda uzun namlulu tüfekler vardı. Görünmemeye dikkat ederek izlemeye devam etti.

Babasının başına çömelmiş duran adam ağır hareketlerle doğruldu. Elini ceketinin iç cebine doğru uzattı. Tekrar çıkardığında elindekinin silah olduğunu anladı rebecca. Çığlık atacaktı ki eliyle ağzını kapadı son anda. İçinde yankılandı çığlığı. Adamın ne yapacağını anlamıştı çünkü. İçinden tanrı ya yalvarıyordu.

Adam bir an duraksadı. Elini pantolonunun cebine attı bu sefer. Çıkardığı şeyi kulağına götürdü. Cep telefonu olmalıydı bu. Çok uzun sürmedi konuşma, adam telefonu tekrar cebine koyup, silahı yerde yatmakta olan babasına doğrulttu. Yankılanan ses silah sesiydi. Aynı anda kuşlar havalandı, kanat sesleri doldurdu havayı. Rebecca o son sahneyi görememişti.  Bakamamıştı çünkü. Hıçkırıklara gömüldü tekrar. Ağladı, isyan etti ama hep içinden. Yumruğunu ısırıyordu ses çıkarmamak için.

Neden sonra tekrar dışarı bakmak ihtiyacı hissetti. Dikkatli biçimde pervazdan uzattı başını yukarı doğru. Anne baba ve kardeşi dışında kimseler yoktu. Adamlar gitmişti. Yerde öylece yatan ailesine koşar adım gitmek istedi. Ayağa kalktığında dönen başı izin vermedi buna. Yatağa bıraktı kendini usulca. Gözlerini kapattı birkaç saniye. Sonra açtı, yavaşça doğruldu ayağa kalktı. Odanın kapısından çıkarken hala başı dönüyordu. Merdivenleri nasıl indiğini hatırlamıyordu. Kendini mutfakta buldu. Kapalı mutfak kapısını açtığında karşısına çıkacak manzarayı tahmin ettiği için, gidip gitmemekte tereddüt ediyordu. Keşke saklanmasaydım dedi kendi kendine. Beni de öldürselerdi…

Birkaç dakika öylece dikildi mutfağın ortasında. Sonra ağır adımlarla kapıya yöneldi. Çok bitkin hissediyordu kendini. Kapıya yaklaştı, kolunu tuttu ve çevirdi. Hafif bir gıcırtıyla açıldı kapı, o an yüzünde hissettiği uyuşuklukla ağrı karışımı bir histi. Ardından ağzına dolan sıcak sıvının demirimsi ve tuzlu tadından bunun kan olduğunu anlamıştı. Kendinden geçerken duyduğu son şey,

‘’ gel bakalım küçük fahişe’’ olmuştu.

Nerdeyse tüm haber kanallarında aynı görüntü vardı. Polis merkezinin içinde nerdeyse 24 saat açık tutulan televizyonlardan birinin önünde kümelenmiş polisler pür dikkat ekranda akan görüntülere bakıyordu.  Büyük bir villanın yüksek bahçe duvarının önünden yayın yapıyordu kanal. Ekranda heyecanlı bir kadın  bir şeyler anlatıyordu.

‘’ bu sabah belediye başkan yardımcısı ve ailesi villalarında katledildi’’

Kadraja   polisler ve sağlık görevlileri girip çıkıyordu. Derken,  burada duramazsınız,  lütfen güvenlik şeridinin arkasına geçin diyen bir polisin sesi duyuldu. Kadın gitmemekte dirense de, polisin tatlı sert müdahalesi ile bir nevi sürüklenerek olduğu yerden uzaklaştırıldı. Yayın devam ediyordu. Kamera etrafı çekiyor arada bir kadına dönüyordu. Şehrin dışında bir muhit olması nedeniyle çok fazla sivil yoktu etrafta ama yine de meraklı bir kalabalık şeridin arkasından olan biteni anlamak için bekliyordu.

Kadın konuşmaya devam etti ;

‘’ çok sıkı korunan villa da meydana gelen vahşi olayda, başkan yardımcısı ve ailesinin öldürüldüğü teyit edildi.  18 yaşındaki oğlu ve karısının cesetleri villanın bahçesinde bulunurken, 15 yaşındaki kızının cesedi mutfakta bulundu. Olay sırasında evde güvenlik görevlilerinin bulunmaması kafalarda soru işareti bıraksa da,  hizmetçilere ve diğer görevlilere de bugün için, başkan yardımcısı tarafından izin verildiği bu sebeple,  evde sadece Donachio ailesinin bulunduğu gelen bilgiler arasında. Katil ya da katillerin kim olduğu hakkında henüz bilgi verilmedi. Kimliklerinin bilinip bilinmediği ya da olay yerinde herhangi bir delilin bulunup bulunmadığı konusunda açıklama yapılmadı. Gelişmeleri aktarmaya devam edeceğiz.’’



244
Kurgu İskelesi / Ynt: Kan ve Tuz
« : 24 Temmuz 2012, 10:15:05 »
Çok çok güzel bir giriş olmuş. Çok akıcı, çok merak uyandırıcı ve sanki film izliyormuşum gibi. Ufak tefek yazım yanlışları var ama hikayenize gölge düşüremiyorlar.

Eser Çakır'a taktıkları takma isim özellikle hoşuma gitti.

Devamını merakla bekliyorum. Ellerinize sağlık.

güzel yorumlarınız için teşekkür ederim. en kısa zamanda devam edeceğim hikayeye.

245
Kurgu İskelesi / Ynt: Kan ve Tuz
« : 23 Temmuz 2012, 18:09:10 »
Rebecca nın minik çığlığı bir anda herkesi korkuyla karışık bir şaşkınlığa sürüklese de, ağzında ki lokmayı çiğnemeye çalışırken bir yandan da konuşmaya çalışan rebecca nın o komik görüntüsü, mühim bişey olmadığını anlamalarına ve rahatlamalarına yetmişti.

- David i aramalıyım… hem konuşup hem yediği için nefes almakta zorlanıyordu, hamster i andıran yanaklarıyla kahkahaya boğmuştu sofradakileri. ‘’hemen geliyorum’’ derken ağzından kırıntılar saçıyordu. David erkek arkadaşıydı, bugün için plan yapmışlardı ama babasının bu sürpriz Pazar günü planı nedeniyle onunla olan planlarını ertelemek zorundaydı.  Bunun için üzülse de, ailesi ile vakit geçirmek onun için daha önemliydi. Koşarak girdi kapıdan, triplex evin çatı katında büyük bir odası vardı. Hemen yatağının üzerine atlayıp, komidinin üzerinde duran telefonuna uzandı, kısa bir aramadan sonra david i tuşladı…

Bu arada bahçede kahvaltı keyfi olanca hızıyla devam ediyordu. Daren annesine bir şeyler yedirmeye çalışıyordu elleriyle. Bu arada Rebecca, camın önüne gelmiş, david in telefonu açmasını beklerken, aşağıdai mutlu aile tablosuna yüzünde kocaman bir tebessümle bakıyordu.

-   Alo…? David ?

Sesindeki mutlu ama kötü haber vereceği için biraz da üzgün ton çok belliydi. David e bugün için planlarını iptal etmek zorunda olduklarını anlatmaya hazırlanıyordu ki, Daren in annesinin kucağın doğru devrildiğini gördü.  Anlam veremedi ama Daren in şaka anlayışı biraz garipti. Annesi ve babası tepki vermediğine göre her şey yolundaydı… çok feci şekilde yanılıyordu..  annesinin oturduğu yerden çığlık çığlığa sıçramasını gördü bir an için. David telefonu açmıştı bu arada.

-   Alo? Rebbeca? Alooo? Hadi ama ses  versene.

Annesinin tepkisine anlam vermeye çalışıyordu rebecca. Derken ayağa kalkan annesinin yere yığılışını izledi. Babası panikle önce Daren e ardından karısına doğru yönelmiş, isimlerini bağırıyordu.
David telefonda cevap bekliyordu ama rebecca  telefon kulağında tepeden tırnağa buz kesmişti. Telefonu düşürdü elinden, zemine çarpan telefon birkaç parçaya ayrıldı, bataryası fırladı ve haliyle kapandı.

Franz kötü bir şakanın kurbanı olduğunu düşündü önce.  Önce Daren ardından karısı yere yığılmışı. Şakanın dozu biraz fazla kaçmıştı sanki. Ama Daren in başının durduğu yerde an be an büyümekte kırmızı bir birikinti gözüne ilişti. Şok geçiriyordu. Sürünerek karısına ulaştı, yüz üstü yatmakta olan kadını çevirdi, kalbinin bulunduğu bölgenin hemen ütünde beyaz sabahlığını kırmızıya boyayan başparmak genişliğinde ki deliği fark etti. Oğlu da karısı da vurulmuştu. Ama o hiç silah sesi duymamıştı. Karısı hayattaydı, nefes almakta zorlanıyor, ağzının kenarından boynuna kan sızıyordu. Ne yapacağını bilmez halde, kolunu boynunun altına destek yapıp yüzünü yüzüne yaklaştırdı.

-   ‘’ dayan bebeğim’’

Rebecca sözcüğü inilti halinde döküldü dudaklarından. Adrenalin ve korku karışımı bir hisle ev doğru hareketlendi Franz. Koşmak istiyordu ama sanki ayakları yoktu. Sonra sağ bacağında hissettiği bir ağrıyla yere kapaklandı. Sağ alt baldırından kan sızıyordu. O da vurulmuştu ama o hissetmemişti bunu.

Kafasını kaldırıp eve baktı.cam da sonmuş gibi duran rebecca yı gördü, kız heykel misali kıpırdamadan orada öylece duruyordu.

‘’polisi ara ‘’ diye bağırdı. ama sesi rebecca ya yetişmemişti.  Sözü biter bitmez, koluna isabet eden bir cisim dengesini bozup yüz üstü yere kapaklanmasına nede oldu.

Şimdi kolu da kanıyordu. Bir an gözleri karardı. Gücünü toplayıp eve ulaşmak istiyordu. Kızını kurtarabilirdi belki ama, bacağı ve kolu bu haldeyken pek mümkün görünmüyordu bu. Yüz üstü yattığı yerde sırt üstü döndü bir gayretle. Sağlam elini cebine atıp, telefonuna ulaşmak istedi. Kısa bir mücadelenin ardından telefonu çıkarıp, rehbere girdi, titreyen parmaklarıyla dokunmatik ekrana hakim olması imkansız gibiydi…

Rebecca yerde sırt üstü yatmakta olan babasına bakıyor, gözlerinden sicim gibi yaşlar akıyordu. Olduğu yere çivilenmişti adeta. Kıpırdayamıyor tepki veremiyordu. Tam anlamıyla şoka girmişti. Gözleri dışında hiçbir uzvu çalışmıyordu sanki. Ve o gözler gördüklerine anlam veremiyor, dehşeti beyninin içine nakış gibi işliyordu adeta.

Yerde cansız yatan abisi, muhtemelen ölmüş annesi ve acı içinde kıvranan babasına öylece bakıyordu. Bazı hareketlenmeler dikkatini çekmiş, irkilip kendine gelmesine neden olmuştu. Karşıdan ağaçların arasından, sol taraftaki insan boyu böğürtlen çalılarının arasından sıyrılıp, ailesine doğru gelmekte olan bir takım adamları şimdi net olarak görebiliyordu. Adamlar gayet sakin görünüyorlardı. Sanki yaptıkları şey gayet normalmiş gibi…  daha önce de bu işi yaptıkları çok net belli oluyordu bu rahat tavırlarından. Birden telefonu aklına geldi. Kısa bir anımsama süresinin ardından yerde dağılmış gibi duran telefonunu almak için eğildi. Batarya yatağın altına yuvarlanmıştı, aradı taradı buldu, yerine yerleştirip açma düğmesine bastı. Elleri titriyordu. Göz yaşları ekrana damlarken kafasını hafifçe kaldırıp, siper alan bir asker gibi gizliden ön tarafı kolaçan etmeyi ihmal etmedi. Adamlar babasının başında kümeleniyordu.

Bir tanesi, abisini bacağından tutup ileriye doğru sürüklüyordu. Dayanılmaz bir acıyla sarsıldı kalbi. Aynı şekilde annesini yakaladı içlerinden birisi. Kadının sürüklemeye başlayınca sabahlığı açılıp üzerinden sıyrıldı, kadın iç çamaşırlarıyla sararmış çimlerin üzerinde ardında kandan bir yol çizerek ilerliyordu.  Sürtünmeye daha fazla dayanamayan sütyeni de açılmıştı, göğüsleri ortaysa çıkınca, kahkaha sesleri çalındı kulaklarına. Adamlardan biri hızlı adımlarla diğer adam tarafından sürüklenen annesine doğru seğirtti. Adamı durdurup, annesinin üzerine eğildi ve o iğrenç şeyi yaptı.  Kadının göğüslerini yalıyor arada bir kafasını kaldırıp arkadaşlarına maymunluk yapıyor, diğerleri de buna kahkahalarla gülüyordu. Pantolonunun kemerini çözmeye başladığında rebecca hıçkırarak kafasını dizlerinin arasına gömdü.

Tekrar telefonu hatırladı. Pin kodu soruyordu. İlk denemesinde ellerinin titremesine mani olamadığı için yanlış girmişti. İkinci denemede başardı. Şebekenin gelmesi sırasında geçen birkaç saniye birkaç gün gibi gelmişti ona. Hemen rehberde aramaya giriştiği numarayı bulup yes tuşuna bastı. Telefon bir kez çaldı, ikinci kez çaldı… umutsuzluğa kapılmaya başlamıştı. Üçüncü kez çaldı.. dördüncü kez karşıdan o beklediği ses gelmişti işte.

-   Rebecca ???

-   Herkesi öldürdüler diyebildi… hepsi öldü.. ardından hıçkırarak ağlama krizine girdi… yardım et derken sesi sırtına hızlı hızlı vuruluyormuşçasına dalgalı ve hırıltılı geliyordu.
-   Sakin ol  nerdesin?
-   Odamdayım.. herkesi öldürdüler. Daren, annem babam…. Hepsini…

-   Olduğun yerde kal. Hiçbir yere kımıldama. Hemen geliyorum.. sakın bi yere gitme, odanda kal..
Hemen ardından kısa kısa dıt sesleri telefonun kapandığını anlamasına yetmişti. Telefonu yere bırakıp, ses çıkarmadan ağlamaya çalıştı rebecca. Yapabildiği tek şey ağlamaktı. Birkaç derin nefesten sonra, kafasını pervazdan hafifçe çıkarıp adamları izlemeye koyuldu yeniden.

246
Kurgu İskelesi / Ynt: Kan ve Tuz
« : 23 Temmuz 2012, 15:18:44 »
Ekim ayının son günleri yaklaştıkça,  güneş ısıtmakta zorluk çekiyordu yeryüzünü. Sanki daha parlak daha güçlü olmak için kasıyordu kendini ama bir şeyler ona mani oluyor gibiydi. Bulutsuz masmavi gökyüzünde ampul gibi asılı duran güneş işini güçte olsa yapıyordu bugün. Nispeten  sıcak bir hava, ara ara esen serin bir rüzgar eşliğinde, yapraklarını bırakıyordu kavak ağaçları.  Heryer kahverengiye bürünmüş, gölün yüzeyinden yansıyan kısmen kel kalmış kavak ağaçlarının silüeti yağlı  boya bir tablo gibi gerçek olamayacak  kadar güzel görünüyordu.

 Pazar sabahı kahvaltısı için bahçeyi  seçmişti   Donachio ailesi. Baba Donachio yani Franz Donachio Belediye başkan yardımcılığı görevini yapan şehrin iki numaralı ismiydi. Karısı her ne kadar edebiyat öğretmeni sıfatı taşısa da ilk çocukları Daren in doğumundan sonra iş yaşamına noktayı koymuştu. Franz ın hızla yükselen siyasi kariyeri sayesinde çalışmaya da ihtiyacı kalmamıştı aslında. Oldukça iyi bir hayatları vardı.  Daren 18 yaşında, İngiltere de üniversite okuyan sarışın bir İtalyan kırması gençti. Babasının kökeni İtalya ya dayandığı için İtalyan genetiğini taşıdığı gibi, aslen İngiliz göçmeni bir aileden gelen annesi sayesinde de İngilizlik dolaşıyordu kanında. Uzun boylu, atletik yakışıklı bir çocuktu. Kafa izni vermişti kendisine ve şu an ailesiyle birlikte olmak onun için paha biçilemez bir hazineydi. Keza ailesini yılda sadece 10-15 gün kadar görebiliyordu.

Rebecca  Donachio, ailenin 4. Ve son ferdiydi. Daren den 3 yıl sonra dünyaya gelmişti.  Son iki yılda fiziksel olarak inanılmaz geişim göstermişti. Şu an 15 yaşında olmasıa rağmen, herkes onu 19-20 yaşlarında bir genç hanım olarak görüyordu. Fiziği de bu yanılsamayı kolaylaştıracak etkenlerden biriydi. O ailesinden kopmayı düşünmemişti hiç. Liseye gidiyordu, üniversite yi de burada okumak niyetindeydi. Ailesi de onu bırakmaya pek niyetli değildi zaten. Daren in hasretine katlanmak zorken bir de küçük kızlarının hasretini eklemek istemiyorlardı buna.

Franz kendi elleriyle hazırladığı kahvaltıyı, gölün kenarına kurduğu yer sofrasına taşırken, çocukların artık uyanma vaktinin geldiğini söylüyordu eşine. Eşi de yeni kalkmış, Franz ın bu hamaratlığını zevkle izlemeye koyulmuştu. Taze kahvesini yudumlarken, sabahlığına sıkıca sarınma gereği hissetti. Arada bir esen rüzgar soğuktu keza. Franz ın telaşlı ve zaman zaman facia ya dönüşen sakarlıkları onu çok eğlendiriyordu.

Önce Rebecca ardından Daren göründü bahçeye açılan kapıda. İkisi de sabah mahmurluğunu üzerlerinden atamamış, şaşkın görünüyorlardı. Daren annesine neler olup bittiğini sorarcasına bir bakış attığında, annesi sadece omuz silkip kıkırdamakla yetinmişti.

Hizmetçiler, uşak ve şoför bugün izinliydi. Sadece aile bireylerinin katıldığı bir parti gibiydi. Ailecek baş başa vakit geçireceklerdi. Ne de olsa pek fırsat bulamıyorlardı buna. Franz koruma polislerini bile göndermişti sabah ilk iş olarak. Sade ve mutlu bir aile olarak bir gün geçirmek istiyordu.
Az sonra 4 kişilik bu çekirdek aile, yer sofrasında, göl manzarasına nazır kahvaltıya girişmişlerdi.
 
Gülücükler havada uçuşuyor herkes birbiriyle şakalaşıyordu. Omletler soğumasın diye uyardı Franz. Daren bir lokma alıp yüzünü buruşturdu.  ‘’ ne var bunun içinde ‘’ dedi babasına. Franz ın bir anda yüzü asıldı, oğlu omleti beğenmemişti, yüzünden belliydi. Üzüldü, kekeledi ama Daren in yüzüne yayılan kocaman tebessümle şaka yaptığını anladı. Şen şakrak kahvaltı rüya gibi devam ediyordu. Çok uzun zamandır bir arada kahvaltı etmemişlerdi. Evin içinde koşuşturan hizmetçiler, kapıdaki güvenlik ve polisler onları bir nevi ceza evinde yaşıyormuş hissine boğuyordu. Bugün keyiflerini kimse bozamazdı…

En azından Franz böyle düşünüyordu…

247
Kurgu İskelesi / Kan ve Tuz
« : 23 Temmuz 2012, 14:07:38 »
Karanlık kasım sabahını daha da karartan kara bulutlar az sonra başlayacak yağmur için insanları uyarır gibiydi. Güneşin doğmasına yarım saat kadar vardı ama Güneş doğsa da yüzünü göstermezdi bu tehditkar bulutlar yüzünden. İnce, altın sarısı kumlar siyaha yakın görünüyordu bu karanlıkta.  Deniz oldukça dalgalı ve köpüklüydü. Yaz aylarının o mahşer yerini andıran kalabalığından eser yoktu bu mevsim de plajda. Dalga sesine karışan  martı sesleri  ve alaca karanlığı renk cümbüşüne çeviren tepe lambalarının aydınlığı dolduruyordu etrafı.

Birkaç resmi ve sivil polis aracı ile bir tane ambulans vardı sahilde. Onlarca resmi kıyafetli polis ve polis oldukları kolayca anlaşılan sivil giyimli adamlar gruplar yayılmıştı etrafa. Aralarında giyim kuşamlarıyla diğerlerinden çok kolay ayırt edilebilen birkaç tanesi vardı. Ördek ayağı gibi paletleri, dalgıç kıyafetleri, sırtlarında tüpleriyle dalgıç adam oldukları çok kolay anlaşılabiliyordu. Birkaç tanesi denizde, birkaç tanesi de suya girmek üzere karada hazırlık yapıyordu. Su üstüne çıkıp ardından tekrar dalarak gözden kaybolan birkaç balık adam da biraz açıkta karartı şeklinde fark edilebiliyordu.

Park etmiş duran polis aralarına yanaşıp duran siyah bir ford un içinden inen iki adamın polis olduğunu anlamak için kahin olmaya gerek yoktu. Arabanın ızgarasının içinde yanıp sönen kırmızı ve mavi ışıklar onları ele veriyordu zaten. Şoför mahallinden inen 40 lı yaşlarını geride bırakmış, saçları yarı yarıya beyazlamış, hafif göbekli, yüzünde, yaşına göre hayli fazla kırışık taşıyan yüzbaşı Dan  Bryzcak tı.  Dedesi  Polonya göçmeniydi. Yıllar önce Amerika ya yerleşmiş, göçmen Amerikalılardan sadece biriydi.

Diğer polis daha gençti. Aslında oldukça gençti. 22-23 yaşlarında uzun sayılabilecek boyuyla, 3 numara saç tıraşı ve hafif kirli sakalını, kulağındaki küpe tamamlıyordu. Aman aman bir vücudu olmasa da spor yaptığını belli edecek fit bir vücuda sahipti. Hafif esmere çalan teni, kahverengi gözleriyle uyumlu bir birliktelik içindeydi. Teğmen Eser  Çakır. Soy ismi ‘’cakir’’ olarak telaffuz edilebildiğinden, mesai arkadaşlarınca daha da kolaylaştırılmış ve kendisine ‘’ chucky’’ denmeye başlanmıştı. Bunda yüzünde ki küçük yara izinin de hatırı sayılır bir payı vardı. Küçükken bisikletten düşüp   alnının sağ  tarafını yarmıştı. Çok yakından bakıldığında belli olan bir izdi bu.

İki polis ağır harketlerle arabanın kapılarını ardı ardına kapattıktan sonra, az ilerde kümelenmiş bir gruba doğru hareketlendiler. Gruptaki bir bayan polis, kendilerine doğru gelen Yüzbaşı Dan’ ı görünce gruptan ayrılıp onları yolda karşıladı. Başıyla selamladıktan sonra, elindeki not defterinden hızlı hızlı okumaya başladı. Ne oldu sorusunu beklememişti kadın polis.

-   Muhtemelen intihar. Spor için sahilde olan birisi görüp polisi aramış. Adam şurda’’ diyerek az ötede başka bir grubu işaret etmişti. Ardından devam etti.

-   Sahilden denize doğru yürüyüp suda kaybolmuş. Adam ne olup bittiğini anlayamamış. Yüzmek için girdiğini falan düşünmüş ama üzerinde elbiseleri olduğunu fark edince bir şeylerin ters gittiğini düşünmüş. Sahile koşmuş ama yetişememiş kız suda gözden kaybolmuş.

Adam da hemen polisi aramış. Görebildiği kadarıyla genç bir kızmış. Ama emin değil. Uzun sarı saçları vardı diyor. Muhtemelen 1.70 boylarındaymış. Balık adamlar henüz bişey bulamadılar. Boğulduysa ceset karaya vurmuş olmalıydı çünkü yürüyerek açılmış. Dalga kuvvetli, karaya sürüklerdi. Hala arıyoruz, muhtemelen buluruz.

Yüzbaşı Dan anlatılanlardan pek etkilenmiş görünmüyordu. Yılların cinayet masası dedektifi bunu gibi onlarca olaya şahit olmuştu. Ölüm şüpheli de olsa bir intihardı ve onların işi değildi. Geldikleri gibi, ağır hareketlerle yöneldiler arabaya.

-   ‘’Başka bir şey çıkarsa haberim olsun’’ dedi kapının aralığından ve sertçe kapattı. Kumları yararak 180 derecelik bir dönüş yaptı ford ve gözden kayboldu.

248
Kurgu İskelesi / Ynt: Vagon
« : 19 Temmuz 2012, 11:48:04 »
valla bi belgeselde izlemiştim yanılmıyorsam, isviçre de bi tünel açım işi için üretilen bi makina vardı devasa boyutlarda ve 24 saatte 3 metre kazabiliyordu. makinanın ilerlemesi için sökülüp ilerletilip tekrar toplanması gerekiyordu bu da 48 saat falan sürüyordu. yani 3 metre tünel için 72 saate ihtiyaç duyuyorlardı. bilgi olsun diye söylüyorum.

249
Kurgu İskelesi / Ynt: Vagon
« : 18 Temmuz 2012, 18:30:41 »
hemen hemen bütün hikayelerini okudum. belki arada kaçırdıklarım vardır bilemiyorum. tarzın ve yazım diline gerçekten hayranım. özellikle ( yanlışım varsa düzelt) karıncalarla alakalı olan hikayeni çok beğenmiştim. bu tünel işine çok takılma bence, ne de olsa fantastik bir hikaye. varsın o kadar fantastik olsun. bu iş için  yer altında tünel açmak yerine atmosfer dışına çıkabilen j-hava araçları geliştirmek daha akla yatkın olur görüşündeyim. şimdi onları da uydular yakalar dersin ama kaç ülke de bu tip uydu var? 3 bilemedin 4 ülke sahip bu teknolojiye. neyse hikayene ve kurguna saygı duyuyorum senin kararın elbette hepsi. eleştirilerimi yermek maksatlı değil naçizane görüş olarak algılarsan sevinirim. ben seni takip etmeye devam ediyorum. :)

250
Kurgu İskelesi / Ynt: Vagon
« : 18 Temmuz 2012, 12:02:55 »
motor gücü havasız atmosfersiz ortamda nasıl işler sevgili azizhayri? yazdığın öykülerin sıkı bir takipçisiyim, anlatımın çok hoşuma gidiyor tarzını da beğeniyorum ama bu vagon biraz havada kaldı bana göre. mantık hataları barındırıyor. sanırım düzelteceksin bunları. eleştirilerim seni yıldırmasın sen yaz ben yine okurum. sağlıcakla.

251
Kurgu İskelesi / Ynt: Vagon
« : 16 Temmuz 2012, 19:56:11 »
öykü sanırım bitmedi. yani bittiyse  ortada kaldı diyebilirim. havasız ve yerçekimsiz ortamda tekerleklerin işlevini çözemedim. yer çekimi yoksa tekerleğe neden ihtiyaç duyuldu? eğer tekerlekler yerle temas ediyorsa, hava mukavemetinden önce lastiklerin sürtünmesine çare bulunmalıydı. belki de ben anlayamadım onun için haksızlık etmek istemiyorum. fransa dan bağdat a kadar yer altından tünel açabilecek teknolojiye sahip bir ülke, bununla niye uğraşsın :D. teknolojinin altından girip üstünden çıkmış zaten. buna harcayacağı enerjiyi başka şeylere harcayabilir askeri açıdan.

252
Kurgu İskelesi / Ynt: Yarım kalmış bir öykü
« : 24 Şubat 2012, 11:23:44 »
yüzlerce kişinin okuyup iyi yada kötü bir tek yorum yapmaması da ayrıca iştah kırıcı olsa gerek. ama yazmalısın devamını bence.

253
Kurgu İskelesi / Ynt: Yarım kalmış bir öykü
« : 20 Şubat 2012, 11:57:39 »
güzel bir giriş. merak uyandırıyor umarım devamı gelir.

254
Kurgu İskelesi / Ynt: Çukur
« : 14 Şubat 2012, 13:48:32 »
Artık ne iliklerine kadar ıslatan yağmuru hissedebiliyordu ne de karnından gelen gurultuları. Ne zaman yemek yediğini hatırlamıyordu. Ona kalsa sabah kahvaltı etmişti ama annesini de sabah evde bırakmıştı, öğleden sonra, iki yıl önce öldüğünü öğrenmişti. Bu durumda 5 yıldır hiç bir şey yemediğini söylese biri inanırdı. Rüya değil, gerçek değil… yoksa gerçek mi? Belki de baygınım bu yüzden uyanamıyorum, belki birazdan uyanacağım kan ter içinde. Ya gerçekse? O zaman delirdim demektir. Bunca yıllık hayatım mı yalandı yoksa? Hangisi gerçek hangisi doğru ayırt edemediğine göre hiçbir gerçek değildi. Belki de hepsi gerçekti. Allah ım sanırım delirdim.

Kendi kendine konuşarak epey yol almıştı. Neler olup bittiğini öğrenmesi gerekiyordu. Elini sırıl sıklam olmuş pantolonunun cebine daldırdı, eline geçen kağıt parçalarını çıkardı. Çok olmasa da, onu birkaç gün idare edebilecek kadar parası vardı. Açlıktan kan şekerinin düştüğünü hissediyordu. Asker olduğu için, vücudunun hangi durumda nasıl tepki verdiğini çok iyi biliyordu. Bir şeyler yiyip iyice sakinleştikten sonra ne yapacağına karar verecekti. Önüne gelen ilk sapaktan saptı, ilerde  biraz uzakta geçtiği yerlerden daha parlak ışıklar seçiliyordu. Şehir merkezine doğru gidiyordu şimdi.

Gördüğü ilk cafe ye daldı hakan. Sokaklar gibi burası da oldukça tenhaydı. Birkaç masa da birkaç insan, hararetli hararetli konuşuyordu. Kimisi sık sık kahkahalara boğuluyor kimisi heyecanlı bir şey anlatıyordu.  Cam kenarında duvarın dibindeki masaya oturup garson un gelmesini bekledi. Az sonra gelen garsona bir tost bir de çay siparişi verdi. Garson gidince camdan dışarıyı izlemeye koyuldu. Tek tük insan geçiyordu caddeden. Arada bir de arabalar. Yağmur temposunu hiç düşürmeden yağmaya devam ediyordu. Midesinden yükselen gurultuyu kendisi duymuştu, gülümsedi, bir yandan da bir türlü gelmeyen tostunun akıbetini soracak bir garson bakınıyordu. Sipariş götürmekte olan bir garsonu yolundan çevirdi.
‘’ tost söylemiştim daha bekleyecek miyim’’? garson elinde tuttuğu  dolu tepsiyi düşürmemeye gayret ederken ;

‘’ hemen bakıyorum efendim’’diyerek siparişlerin ait olduğu masaya yöneldi.

Hakan yine camdan dışarıyı seyretmeye koyuldu. Tuhaf bir his kapladı içini, huzursuz hissetti kendini. Sanki ensesinde birinin nefesini hissediyordu. Birden arkasına döndü ve yanılmadığını anladı. 1.70-1.75 boyların hafif kel, sivri yüzlü, çıkık şakaklı, sıska 40-45 yaşlarında bir adam arkasında durmuş öylece ona bakıyordu. Bu adam otobüsteki adamın ta kendisiydi. Belki de aradığı cevaplar sadece bu adamdaydı.

O kadar çaresizdi ki Hakan, kalkıp adamın boynuna sarılmak geldi bir an içinden. Kendisini bu durumdan kurtaracak tek kişinin o adam olduğunu düşündü bir anda.
Hakan ın hamle yapmasına izin vermeden hızlıca sandalyeyi çekip masaya oturdu adam. Hakan a doğru eğilip, ‘’yerini belli ediyorsun, dikkat çekiyorsun. Yaşamak istiyorsan 1 dakika içinde  burdan çık ve beni takip et’’ edikten sonra, yine hızlıca sandalyeden kalkıp, hızlı adımlarla kapıdan çıktı. Cafe nin karşısında ki kaldırımda, Hakan a bakıyordu şimdi. Ve Hakan yine aynı şeyi net biçimde duyuyordu.

‘’ Yaşamak istiyorsan 1 dakika içinde burdan çık’’

Otobüste olanlar aklına gelince, hemen adamın dediğini yapmak için sandalyesini ittirip ayağa kalkmaya yeltenmişti ki, tanıdık bir şeyler olmaya başlamıştı yine. Az önce dışarıyı izlediği cam yine buzlu cam halini almış, ardından da dalgalanmaya başlamıştı. Bu bir işaret olmalıydı. Hemen kalktı, elini cebine attı çıkan 50 lirayı masanın üzerine atarcasına bırakıp, kapıdan koşarak çıktı, karşı kaldırımda onu bekleyen adama doğru koştu. Bu arada Hakan ın cafeden koşarak çıktığını gören garson, hesabı ödemeden kaçan müşterilerden biri zannettiği Hakan ın peşinden kapıya doğru koşar adım gidiyordu ki, masanın üzerindeki 50 lirayı görünce durdu, masaya yöneldi, yüzünde güller açtı, 10 liralık hesap için 50 tl bırakan yağlı bir müşteri diye geçirdi içinden. Masadakileri tepsisine doldurmaya başlamıştı ki, önce acı bir fren sesi,  kırılan cam sesi,  metal, plastik sesleri ve çığlıklar duyuldu.  Bir kamyonet az önce Hakan ın oturduğu masanın yerinde duruyordu şimdi. Camdan içeri girmiş, masayı ve garsonu un ufak etmişti adeta. Karşı kaldırımdan dehşetle olan biteni izleyen hakan, yanında dikilen adama korku ve hayretle baktı. Ama bir şey söyleyemedi, kayıtsız şartsız adama güvenmek zorunda hissetti kendini.
‘’ hadi gidelim, sorularına cevap bulalım’’ dedi adam ve yürümeye koyuldu.  Hiç bir şey söylemedi Hakan, nereye bile demeden adamın peşine düştü. Hızlı adımlarla uzaklaştılar oradan.

255
Kurgu İskelesi / Ynt: Çukur
« : 14 Şubat 2012, 11:05:30 »
Kötü bir şaka olmalıydı. Bugün yaşadıklarını açıklamanın başka bir yolu yoktu. Cesaretini toplayıp yere düşürdüğü gazete kupürünü tekrar aldı. Haberin ayrıntılarını okumaya başladı. O günkü çatışmada kendisiyle birlikte 4 askerin daha öldüğünü 12 askerin de yaralandığı, operasyonların devam ettiği vs vs. her zamanki rutin kelimelerle anlatılıyordu operasyon. Çok ölüm görmüş, çok askerini, silah arkadaşını şehit vermişti ama kendi şehit haberini hem de hayattayken bir gazeteden öğrenmek epey travmatik olmuştu onun için. Yine görüşü bulandı, başı dönüyordu, gözlerini kapatıp uyumak istiyordu, uyandığında kabusmuş diyebilmeyi umuyordu. Usulca uzandı yere karanlık çöktü yine.

------------------------------------------------------

- Sağında,sağında!!! kaya nın arkasında kanas var.
- Olumsuz... hedefi göremiyorum.. bir tur daha atıcam.. izli mermi istiyorum..
- Tilki 1 acele et, birini indirmeden vur şu pez....gi... izli mermi yolluyorum...
- Anlaşıldı Çakal... izliyorum... hedefi gösterin...

Üsteğmen Hakan saklandığı taşın ardından hızlıca hedefini kontrol edip, tüfeğini uzattı. ardı ardına bastı tetiğe. Patlamakta olan belkide yüzlerce silah sesinin arasında kayboldu silahtan çıkan ses, ama izli mermi süzülerek gitti göndermek istediği yere. bir kaç saniye sonra, süper kobra taretini çalıştırıp, mermi yağdırmaya başlamıştı kayalığa. taş, toprak, bitki, canlı ne varsa havaya saçıldı...

-işte böyle işte böyle... göz açtırmayın yav....klara.

Telsizden yükselen sesler çatışmadaki tüm birliklerde dinleniyordu. yamacı aşıp, tepede doğal bir kale şeklindeki mağarayı ele geçirmelerine az kalmıştı. adım adım tepeye doğru ilerliyordu birlikler. epey yaralı vardı, bir kaç askerin şehit olduğu haberi gelmişti ama böyle bir operasyon için zayiat kabul edilebilecek sayının altındaydı.

- Akşama kalmaz işlerinin bitiririz bu itlerin diye söylendi Üsteğmen Hakan.
- inşallah komutanım dedi Üstçavuş Kemal.

3 gündür operasyondaydılar nerdeyse hiç uyumamışlar, doğru dürüst bir şey yememişlerdi. Helikopterler sürekli asker ve mühimmat getiriyor, yaralıları arızalanan silahları götürüyordu. yaklaşık 200 kişilik bir terörist grubu kıskaca alınmıştı ve teslim ol çağrısına her zaman olduğu gibi ateşle karşılık vermişlerdi.

Dağ keçisi-Çakal...
Çakal dinlemede

Komutanım mağaradan kaçan 3 kişi... sağ taraftan sizin olduğunuz tarafa doğru intikal ediyor. görüş açımızı kaybettik. dikkatli olun.

konuşan 3. bölüğün teğmeni Murat tı.

Anlaşıldı dağ keçisi...alıyoruz şimdi.

Telsizin mandalı bıraktıktan sonra, etrafta mevzilenmiş askerlere eliyle bir kaç işaret yaptı. sıradan birisi için pandomim i andıran bu hareketler askerleri çoktan harekete geçirmiş, kayaların, çalıların arsından süzülüp gözden kaybolmuşlardı bile.

- Komutanım o  değilde, nası sigara içesim var...

Meslek hayatında yüzlerce çatışmaya girmiş Üstçavuş Kemal, sırıtan yüzüyle karşılaşmıştı Üsteğmen hakan. kendisi de epey çatışmaya girmişti ama Kemal Üstçavuş için çatışma demek sinemaya gitmek kadar sıradan hale gelmişti. o yüzden bu sigara muhabbetini o da eğlenceli bulmuştu.

- Valla yakıcam şimdi bi tane ama adam ağzımızdan sokmasın mermiyi. valla korkuyorum. az kaldı hele bitsin şu iş üst üste yakıcam 2-3 tane dedi Üstçavuşa.

Kemal Üstçavuş daha bir neşelenmişti, kafasını salladı hızlı hızlı...

-Bide çay demleyelim yanına

Birden ilerde bir noktaya dalıp gittiğini fark etti Hakan üsteğmen, Kemal Üstçavuşun. Çavuşum diye seslendi ama cevap alamadı. Ardından siperin kaygan çamur duvarına tırmanıverdi Kemal, iki üç hamlede çukurun dışına çıkıvermişti. Az önce gözlerini kilitlediği noktaya doğru  tereddüt ediyormuşçasına  yürümeye başladı. Hakan onu izliyordu.

Vurduracaksın kendini, nereye gidiyosun?

Cevap alamamıştı bu sorusuna.  Onu izlemekle yetiniyordu şu an. O sırada, tanıdık bir metalin taşlara çarptığında çıkardığı sesi duydu ve ardından  aynı metal in yuvarlanma sesini….

- el bombasıııı!!!!!!

Patlama sesi ve karanlık…..

Sıçrayarak uyandı Hakan. Rüya içinde rüya görüyordu besbelli. O kabus böyle değildi. Böyle değildi lanet olsun, neler oluyor, uyanmalıyım diye düşünürken uyanık olduğunun farkına vardı. Kalbi ağzından çıkacak gibi atıyordu, nefesleri sık ve kısaydı. Sakinleşmeye çalıştı. Derin derin nefes alıp ciğerlerini oksijenle doldurmak ona biraz iyi gelmişti. Nabzı normale dönüyordu şimdi.
 Kafasını kurcalayan sorular her dakika artıyordu. Nerdeyim, kimim, yaşıyor muyum, ölüyü müyüm, yoksa bir türlü uyanamadığım bir uykuda kabustan kabusa mı koşuyorum…..

Annesi aklına geldi birden. Elini paltosunun cebine attı, cep telefonunu aradı bulamadı. Okkalı bir küfür savurdu kendine. Fırlayıp ayağa kalktı, koşarak çıktı evin kapısından, koşuyordu sadece nereye gideceği hakkında bir fikri yoktu. Sokağın ikiye ayrıldı yerde durdu, sağa sapıp yeni evlerinin olduğu sokağa girdi, koşmaya devam ediyordu. Apartmanın kapısından koşarak girdi, merdivenleri ikişer üçer atlayarak çıkıyordu, bir ara takıldı düştü, kalktı çıkmaya devam etti.
Şimdi evlerinin kapısındaydı, belki de annesi dönmüştür diye düşündü. Tam kapının ziline basacaktı ki, kapıda yazan isimler dikkatini çekti.


Haluk-Esra UYANIK….

Kendi evinin kapısında başkasının ismi yazıyordu. Belki de yanlı kattaydı, panikle yanlış kata çıkmıştı tekrar bir kat aşağı indi ama o kapıda da başka isimler vardı. Sonra tekrar üst kata çıktı, içi içine sığmıyordu çıldırmak üzere olduğunu düşünüyordu, bir de diğer kata bakmaya karar verdi, yine üçer beşer atlayarak çıktı merdiveni ama yine hüsranla karşılaştı. O kapıda da başkalarının adı yazıyordu. Hemen alt kata geri döndü, kapıyı çalıp neler olduğunu öğrenecekti.
Hışımla kapıyı yumrukladı.. kapı bir karış kadar açıldı, kafasını boşluktan uzatan genç bir kadındı. ‘’Buyurun’’ dedi sadece. Yüzünde tedirginlik ve merak vardı.

‘’Buyurun kimi aradınız?’’

Bir an duraksadı Hakan. Kadını korkutmak istemiyordu.

‘’Eee. Şey, hakan aslan a bakmıştım’’ dedi. Kendi kendini arıyordu.

‘’Burda öyle biri yok yanlış geldiniz heralde beyefendi’’ diye ekledi genç kadın.

‘’Aslında, epeydir kendisiyle görüşmüyorum da, bana adres olarak burayı vermişti…’’

‘’Valla biz geçen yıl satın aldık bu evi, ama ev sahibinin adı Hakan değildi. Yaşlı bir amcadan aldık evi, Muhsin di ismi. 70 yaşlarında vardı, aradığınız o olabilir mi acaba?’’

‘’Yok’ dedi Hakan. ‘’Demek  bi yanlışlık oldu, belki de ben yanlış yazdım adresi, kusura bakmayın rahatsız ettim’’ diyerek ardına dönüp merdivenlere yöneldi.

Kadın yardımcı olmak istercesine, ‘’ öbür dairelere de  bi sorun istersiniz’’ dedi arkasından.
Başını salladı Hakan, tekrar özür dileyip bezmiş bir şekilde merdivenleri inmeye başladı.
Çıldırdığını düşünüyordu. Bu ne bir rüyaydı ne de bir sanrı. Olamazdı. Bu kadar uzun ve sarsıcı olamazdı hiçbiri. Yavaş yavaş merdivenleri nekren yine aklına bir şeyler düştü. Bu sefer üçer beşer inmeye başladı merdivenleri, ok gibi fırladı apartmanın kapısından, yine koşuyordu, geldiği yolu takip edip, eski evlerine ulaştı. İçeri girdi, amaçsız ve telaşlı biçimde odaları dolaştı, sanki bir şey arıyordu ama ne aradığını kendi de bilmiyordu. Salonun ortasında durdu, boğazından kafasına doğru çıkmakta olan ateş, yüzünü kıpkırmızı yapmıştı, tekrar koşmaya başladı, evden çıktı, bahçe kapısını geçti sokağın ortasında önce sağa gitmeye yeltendi vazgeçti sola yöneldi. Birkaç metre daha koştu ve tıpkı kendilerinin kine benzeyen bir evin kapısını yumruklamaya başladı.

Komşuları Nalan teyzenin eviydi bu. Annesinin en yakın arkadaşı, mahallenin en eski sakinlerinden biriydi. Belki o yaşlı kadın bir şeyler bilir diye düşündü nedensiz. Hışımla kapıyı yumruklarken, içerden Geldim, gelldiiimmmmm dediğini işitti birinin. Evde…Nalan Teyze evde diye sevindi. İki adım geri gitti kapının açılmasını bekledi. Kapı yavaşça açıldı, karşısında, gözlüklerinin üstünden kendisine bakmakta olan yaşlı teyzeyi gördü. Teyze yaşlıydı ama Nalan Teyze değildi.

‘’Buyur evladım ????’’

‘’Nalan Teyze evde mi?’’

‘’Nalan kim evladım?’’

‘’Bu evin sahibi. Nalan Teyze…’’

‘’Nalan.. nalan..’’ diye sayıkladı kadın, bir şeyler düşündüğü her halinden belliydi.

‘’Haaaaaaaa’’ diye bir feryat kopardı ardından. ‘’Sen Nalan ı arıyosun…’’

‘’Evet teyze nerde o?’’

‘’Taşındı o evladım.. Oğlum bana satın aldı bu evi, ben oturuyorum artık…’’

‘’Nereye taşındı teyze daha dün buradaydı.’’

‘’Evladım ben 2 senedir burada oturuyorum, bugün gelmedim ki..’’

Tam bir kaos tu bu. Tanıdığı bildiği kimse kalmamıştı sanki dünya üzerinde.

‘’Sen nesi oluyosun evladım’’ diye ekledi teyze.

‘’Akrabasıyım teyze. Nereye gittiğini biliyo musun?’’

‘’Yok evladım hiç bilmiyorum valla.’’

Tamam teyze deyip kapıdan tam ayrılacaktı ki, birden geri döndü.
‘’Peki şu ilerdeki ev teyze.?’’

‘’Nesrin hanım ın evi mi?’’

‘’Evet. Evet. O nerde biliyo musun?’’

‘’Biliyorum evladım.’’

‘’Nerde teyze o ona ulaşmam lazım.’’

‘’Mezarlıkta evladım. Sen benle eğleniyo musun evladım, kadın öleli 2 yıl oldu. Ben buraya taşındım  3-4 ay geçti geçmedi öldü rahmetli. Oğlunun acısına dayanamadı daha fazla.’’
‘’Oğlu mu öldü?’’

‘’Sorma evladım. Askerde şehit olmuş. Çok merhabamız yoktu ama duyduklarımın yalancısıyım. Dayanamamış kadın acısına bi sabah ölüsünü buldular yatağında.’’

Yine başı dönüyordu daha sabah evde bıraktığı annesi nasıl olurda 2 yıl önce ölmüş olabilirdi. Arkasına döndü, usulca, ‘’sağol’’  teyze dedi fısıldarcasına, ‘’sen de sağol evladım’’ derken, ardından meraklı meraklı bakıyordu teyze.

Sayfa: 1 ... 15 16 [17] 18 19