256
Kurgu İskelesi / Ynt: Çukur
« : 13 Şubat 2012, 17:55:33 »
Yaklaşık yarım saattir yürüyordu, yağmur şiddetini artırmış, yolda küçük çaplı dereler oluşturuyordu. Terk edilmiş bir şehri andırıyordu kent. Evin bulunduğu sokağa geldiğinde, aklında az önce yaşadıkları ve o gizemli adam vardı sadece. Kim di o adam? Hızır mıydı yoksa? Öyle şeylere pek inanmazdı ama onun inanmaması olmadığı anlamına gelir miydi? Bugün belki de onun için yeniden doğduğu gündü. O adam olmasa şu an belki de bir hastanenin morgunda parçalara ayrılmış şekilde yatıyor olacaktı.
Adımlarını hızlandırdı, kendini çok iyi hissediyordu. Apartmanın önüne geldiğinde anahtarını evden çıkarken almayı unuttuğunu hatırladı. Annesi de bugün bir yakınlarını ziyarete gidecekti, muhtemelen de akşam üstünden önce dönmezdi. Kendine kızdı. Kapıda kalmıştı. Önünde beklediği apartmana baktı, 3. Katta oturuyorlardı. Gazi olarak emekliye ayrıldığında ordudan aldığı tazminata biraz da banka kredisi ekleyerek sahip olmuşlardı bu eve. Onlara yetiyordu. İşi nedeniyle evlenmeye vakit bulamamıştı Hakan. Yaşı genç olmasına rağmen, şakaklarında hatrı sayılır beyaz saç vardı. Uzun boyu, zayıf ama fit vücudu onu oldukça iyi gösteriyordu. Kahverengi gözlerinin altında oluşan küçük halkalar, bu mesleğin yadigarıydı ona. Aynaya her baktığında yaşadıklarını tekrar tekrar hatırlaması için özenle yerleştirilmişti sanki.
Ne yapacağını düşünürken, eski evleri geldi aklına. Birkaç sokak aşağıda, burayı almadan önce oturdukları tek katlı küçük bir bahçesi olan, eski ama bakımlı bir evleri vardı. Buraya taşındıktan sonra boş kalmıştı. Kiraya vermek istemiyordu Hakan, zaten getireceği üç kuruş para, kiracıyla mı uğraşacağım diyordu. Oraya gitmek geldi aklına. Taşınırken bir çok mobilya evde kalmıştı zaten yeni evine yeni eşyalar almış, birkaç değerli hatırası olan eşyasını yeni evine getirmiş, gerisi orda kalmıştı. Gidip biraz dinlenmek iyi olurdu. Annesinin gelmesini yağmurda beklemektense hem her gittiğinde içini huzur kaplayan eski evini de ziyaret etmiş olurdu. Yola koyuldu tekrar.
Bahçe kapısının mandalını kaldırıp 2 basamak merdivenden indi, her ne kadar kimse yaşamıyorsa da, bakımlı bir evdi. Eskiydi ama bakımlıydı. Bahçeyi ortadan ikiye bölen beton yolu aşıp sağa döndü. Eskiden kendi odası olan odanın penceresinin önünden geçti. Kapıya ulaştı. Kapı kilitliydi ve anahtarı diğer evdeydi. Ama arkadan bi giriş daha vardı. Kilidi bozuktu ama yöntemini bilirsen kilitlemek mümkündü. Açmakta öyle. Arka tarafa dolandı, zorlanmadan kapıyı açtı ve içeri girdi. Mutfağın kapısıydı. Eski buzdolabı, yemek masası yerde küçük bir halı, tabakların çanakların istifli olduğu eski tip mutfak dolabı… her şey yerli yerindeydi. Mutfak çıkıp salona geldi, eski televizyonları, kanepeler, iki küçük sehpa her zamanki gibi üzeri dantelle örtülü vaziyette köşelerdeki yerlerindeydi. Kendi odasına gidip, uzanmak istiyordu. Odaya yöneldi. Kapının koluna bastırıp açtı. Kapı sanki yıllardır hiç açılmamışçasına paslı menteşeleri isyan ettirdi. Gıcırtı doldurdu evin içini. Bir sürpriz bekliyordu Hakan ı içerde. Yeni bir şok gelip beynine çakıldı. Beyni kulaklarından dışarı çıkmak istiyordu sanki, kalp atışlarını duyuyordu adeta. Dizlerinin bağı çözüldü.
Tam karşı duvarda büyük bir Türk bayrağı asılıydı. Nerdeyse tavandan yere kadar. Bayrağın hemen önünde küçük bir masamsı şey duruyordu üzeri örtülüydü ve üzerinde bir çift postal, özenle katlanmış asker üniforması, hemen yanında çerçeve içinde yine büyük sayılabilecek Hakan ın üniformalı bir resmi duruyordu. Ayaklarına söz geçirebildiği anda birkaç adım atıp masaya yaklaştı. Üniformanın görünen yerlerinde öbek öbek kan lekeleri dikkati çekiyordu. Ve üzerinde bir madalya. Hemen yanlarında, eski birkaç gazete kupürü ve genel kurmay başkanlığından gelmiş bir mektup.
Neler olduğunu anlamaya çalışmadı Hakan. Çünkü gerçeklikle rüya arasında gidip geliyordu sabahtan beri. Rüya mı görüyordu yoksa gerçeğin içinde miydi bilmiyordu anlamak için çaba da sarf etmedi. Sadece gördüklerini anlamaya çalışıyordu. Gazete kupürlerinden birini eline aldı, ulusal gazetelerden birinin manşetiydi.
‘’ Jandarma Üsteğmen Hakan ASLAN teröristlerle girdiği çatışmada şehit oldu’’
Hakan ın resminin tam altında yazıyordu bu cümle. Resmin hemen yanında olayın ayrıntıları uzunca anlatılıyordu. Önce kupür düştü elinden, sonra kendini yavaşça yere bıraktı.
Adımlarını hızlandırdı, kendini çok iyi hissediyordu. Apartmanın önüne geldiğinde anahtarını evden çıkarken almayı unuttuğunu hatırladı. Annesi de bugün bir yakınlarını ziyarete gidecekti, muhtemelen de akşam üstünden önce dönmezdi. Kendine kızdı. Kapıda kalmıştı. Önünde beklediği apartmana baktı, 3. Katta oturuyorlardı. Gazi olarak emekliye ayrıldığında ordudan aldığı tazminata biraz da banka kredisi ekleyerek sahip olmuşlardı bu eve. Onlara yetiyordu. İşi nedeniyle evlenmeye vakit bulamamıştı Hakan. Yaşı genç olmasına rağmen, şakaklarında hatrı sayılır beyaz saç vardı. Uzun boyu, zayıf ama fit vücudu onu oldukça iyi gösteriyordu. Kahverengi gözlerinin altında oluşan küçük halkalar, bu mesleğin yadigarıydı ona. Aynaya her baktığında yaşadıklarını tekrar tekrar hatırlaması için özenle yerleştirilmişti sanki.
Ne yapacağını düşünürken, eski evleri geldi aklına. Birkaç sokak aşağıda, burayı almadan önce oturdukları tek katlı küçük bir bahçesi olan, eski ama bakımlı bir evleri vardı. Buraya taşındıktan sonra boş kalmıştı. Kiraya vermek istemiyordu Hakan, zaten getireceği üç kuruş para, kiracıyla mı uğraşacağım diyordu. Oraya gitmek geldi aklına. Taşınırken bir çok mobilya evde kalmıştı zaten yeni evine yeni eşyalar almış, birkaç değerli hatırası olan eşyasını yeni evine getirmiş, gerisi orda kalmıştı. Gidip biraz dinlenmek iyi olurdu. Annesinin gelmesini yağmurda beklemektense hem her gittiğinde içini huzur kaplayan eski evini de ziyaret etmiş olurdu. Yola koyuldu tekrar.
Bahçe kapısının mandalını kaldırıp 2 basamak merdivenden indi, her ne kadar kimse yaşamıyorsa da, bakımlı bir evdi. Eskiydi ama bakımlıydı. Bahçeyi ortadan ikiye bölen beton yolu aşıp sağa döndü. Eskiden kendi odası olan odanın penceresinin önünden geçti. Kapıya ulaştı. Kapı kilitliydi ve anahtarı diğer evdeydi. Ama arkadan bi giriş daha vardı. Kilidi bozuktu ama yöntemini bilirsen kilitlemek mümkündü. Açmakta öyle. Arka tarafa dolandı, zorlanmadan kapıyı açtı ve içeri girdi. Mutfağın kapısıydı. Eski buzdolabı, yemek masası yerde küçük bir halı, tabakların çanakların istifli olduğu eski tip mutfak dolabı… her şey yerli yerindeydi. Mutfak çıkıp salona geldi, eski televizyonları, kanepeler, iki küçük sehpa her zamanki gibi üzeri dantelle örtülü vaziyette köşelerdeki yerlerindeydi. Kendi odasına gidip, uzanmak istiyordu. Odaya yöneldi. Kapının koluna bastırıp açtı. Kapı sanki yıllardır hiç açılmamışçasına paslı menteşeleri isyan ettirdi. Gıcırtı doldurdu evin içini. Bir sürpriz bekliyordu Hakan ı içerde. Yeni bir şok gelip beynine çakıldı. Beyni kulaklarından dışarı çıkmak istiyordu sanki, kalp atışlarını duyuyordu adeta. Dizlerinin bağı çözüldü.
Tam karşı duvarda büyük bir Türk bayrağı asılıydı. Nerdeyse tavandan yere kadar. Bayrağın hemen önünde küçük bir masamsı şey duruyordu üzeri örtülüydü ve üzerinde bir çift postal, özenle katlanmış asker üniforması, hemen yanında çerçeve içinde yine büyük sayılabilecek Hakan ın üniformalı bir resmi duruyordu. Ayaklarına söz geçirebildiği anda birkaç adım atıp masaya yaklaştı. Üniformanın görünen yerlerinde öbek öbek kan lekeleri dikkati çekiyordu. Ve üzerinde bir madalya. Hemen yanlarında, eski birkaç gazete kupürü ve genel kurmay başkanlığından gelmiş bir mektup.
Neler olduğunu anlamaya çalışmadı Hakan. Çünkü gerçeklikle rüya arasında gidip geliyordu sabahtan beri. Rüya mı görüyordu yoksa gerçeğin içinde miydi bilmiyordu anlamak için çaba da sarf etmedi. Sadece gördüklerini anlamaya çalışıyordu. Gazete kupürlerinden birini eline aldı, ulusal gazetelerden birinin manşetiydi.
‘’ Jandarma Üsteğmen Hakan ASLAN teröristlerle girdiği çatışmada şehit oldu’’
Hakan ın resminin tam altında yazıyordu bu cümle. Resmin hemen yanında olayın ayrıntıları uzunca anlatılıyordu. Önce kupür düştü elinden, sonra kendini yavaşça yere bıraktı.