Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - grikunduz

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 26
31
Kurgu İskelesi / Ynt: Eski Otel - Yeni Bölüm
« : 21 Haziran 2014, 20:19:23 »
Öncelikle ilk bölümde ki;

Alıntı
Mavi gözleri sönüktü. O gençlik ateşini çoktan söndürmüştü anlaşılan.

kısmında biraz düzenleme yaparsan akıcılık artacaktır. "O gençlik ateşi çoktan sönmüştü anlaşılan" ya da "Geçen zaman o gençlik ateşini çoktan söndürmüştü anlaşılan" gibi.

Hemen ardından ikinci bölümün sonunda şekillenen olayların çok hızlı olduğu kanısındayım. Karakterlerin konuşmaları hiç gerçekçi değildi ve algılama süreleri hızla geçilmişti. Biraz daha ince işlenebilirdi.

Ayrıca sondaki "beğenilirse devam ederim" zihniyeti bir yazar olarak başarını etkileyeceği kanısındayım.

32
Kurgu İskelesi / Eski Adam ve Kelebek 4
« : 21 Mayıs 2014, 10:04:10 »
Spoiler: Göster
 @Duhan ne güzel özetlemişsin ama :)

@Wanderer Teşekkürler. Biraz yavaş olsa da devam ediyorum  :D





Eski Adam ve Kelebek 4. Bölüm
Yağmur Başladı dedi Genç.

Su damlacıkları ipil ipil dökülmeye başladı gökten. Eski Adam gülümseyen gözlerini yağan damlalardan hiç de sakınmadan göklere dikti. Sanki her damla gülümsemesini daha da genişletiyor gibiydi.

 "Yağmur bu" dedi. "N’apacağını hiç bilemezsin."

Sinir ve kibir dolu bir sırıtma belirdi Gencin gözünde.

"Sen bilemezsin İhtiyar. Ben olanı bilir olacak olanı ise olmuşta görürüm."

İhtiyar cevap üzerine gülümsedi. Elinin işaret parmağını hafifçe ileriye uzatarak bir su damlasının eline konmasına izin verdi. Damlacık, Eski Adamın buruşuk parmaklarına masum bir öpücük kondururcasına, hafifçe konmuştu. Kelebeklerine baktığı sevgi ve ilgiyle baktı damlacığa Eski Adam. Damlayı tutan elini gözlerine yaklaştırarak yeni bir oyuncak bulmuş bir çocuk edasıyla damlacığı ilgiyle izlemeye başladı.

Bir süre sonra tekrar söze başladı. Sesinin hafif dalgın tonu ilgisinin hala damlada olduğunu gösteriyordu.

“Bu damlayı hatırlıyor musun?”

Genç, beklemediği bir soruyla karşılaşan bir din adamının savunmasıyla gerildi bir anda.

"Birinin...."

Sözünü bitirmesine fırsat vermeyen Eski Adam araya girdi.

"Bu Ozanın damlası. Annesi tarafından ölsün diye ormana terk edildiğinde, görmeyen gözlerine rağmen cesurca ormanda birilerini beklerken dudaklarına hayatının ilk öpücüğünü konduran o yağmur damlası bu. Ona dışarıda güzel şeylerin olduğunu anlatan bir yağmur damlası. Ozana sevginin ne olduğunu öğreten yağmur damlası..."

"İki yağmur damlası arasında fark varmış gibi konuşuyorsun İhtiyar” diye terslendi Genç. “Hepsi aynı molekülden oluşuyor. Arada sırada taşıdıkları mineraller değişse de iki su parçacığı arasında fark yoktur.”

“Belki de yoktur” dedi Eski Adam. “Ama ben herşeye rağmen bu damlacığı çok iyi hatırlıyorum.”

“Ozan bu damlacık olmadan ozan olamazdı biliyor musun. “

Genç bildiğini ispat etmek istercesine atıldı.

“Doğar doğmaz dudağına düşen yağmur damlasını sevgi göstergesi sanan aptal bir veletti işte. Bu damladan başka herhangi bir damla da olabilirdi. O aptal veledin iki damlayı birbirinden ayıracağı hassasiyeti olmadığını biliyorum.”

Eski adam gülümseyerek damlanın toprağa damlaması için hafifçe eğdi elini. Damla elinden kopup yere düşerken, usulca oturduğu sandalyeden gence baktı. Kucağındaki battaniye, yağan yağmura rağmen kuruluğunu koruyor ve huzurlu bir eski adam portresi çiziyordu elinden geldiğince.

"Belki" dedi Eski Adam. "Belki o da bir zamanlar sıradan bir damlaydı Alim. Ama o gün, o dudağa damladığında bir yaşamı değiştirdi, bütün evreni etkileyecek bir aşk için hayati bir adım attı. Bozulmaya mahkum bir evreni kurtarmak için üzerine düşeni yaptı ve ozanın kalbini yumuşattı. Düşünsene, Ozanın kalbinin yumuşamadığını, tam tersine terkedilmişliğin sertliği ve nefreti ile dolduğunu. O koca kalpte bütün evrenden nefret etmeye yetecek kadar boşluk vardı. Ve bu damlacık o kalbi sevgiyle doldurup taşırdı. Ve sen buna rağmen bu damlaya sıradan diyorsun.

Genç bunun üzerine nefret dolu gözlerini Eski Adama dikti işaret parmağını yağmur damlacığına uzattı. Bir an sonra dudağına şeytani bir gülümseme oturtarak konuşmaya başladı.

"Hayır İhtiyar" dedi. "Yanlış biliyorsun. Olaylar öyle gelişmedi." Sözlerine başladıktan sonra dudakları nefret ve kıskançlıktan iyice gerilmiş, gözlerinde deliliği andıran ışıklar oynamaya başlamıştı. Yağmur damlacığını gösteren parmağı içinde kabaran siniri gösterircesine titremeye başladı.

"Hiç mi izlemedin yoksa olanları. O yağmur damlacığı normal değildi"

O yağmur damlacığı normalden başka her şeydi.

"Tıpkı o gün yağan yağmurun normal olmaması gibi."

Eğer insanlar kaydedebilseydi o yağmurun var olmuş en alışılmadık yağmur olduğundan bahsederlerdi.

"O gün asit yağdı İhtiyar."

O gün asit yağmıştı.

Genç sözünün burasında hafifçe kıkırdamaya başladı. Gözlerindeki kıskançlık yok olmuş, yerine zafer kazanmış bir komutanın mağrur ifadesi oturmuştu.

"Ve Ozanın dudağına düşen o damlacık da serin ve tatlı bir damlacık yerine ona hayatındaki en büyük acıyı yaşatan kudretli bir asitti."

Ozan, hayatında bir daha asla bu kadar büyük bir acı yaşamayacağından emindi. Hayata geldiği ilk anda acıların en büyüğü ile karşılaşmıştı

"Ve senin de dediğin gibi o güçlü kalbi, ölmesini engelledi. Ama bu dünyadaki ilk gününde acıların en büyüğünü yaşadığını asla unutamadı."

Ozan çığlıklar atarak ağlamaya başladı sarıldığı kundağında. Dünyaya geldiği ilk gün acıların en büyüğünü tanımış ve hayatta kalmıştı. Bir daha asla böyle bir acı çekmeyeceğini ve bu acının bir benzeri olmadığını biliyordu. O damlanın sadece onun için varedildiği ve onun canını yakmak için gönderildiğine emindi. Kundakta yatan çocuk ne yaptığının farkında bile olmadan bir yemin etti o ormanın içinde. Olacak olanı olmaya itecek bir yemin.

Ozan bu dünyadan ve içindeki her şeyden nefret ediyordu.

Eski Adam bildik bir ifadeyle gülümsedi.

"İnsanların güzel bir sözü vardır Alim. Kaderinden kaçarken aslında tüm yaptığın ona doğru yol almaktır sadece."

Gencin, bu sözleri duyacak hali yoktu. Yere çökmüş acılar içinde kıvranıyor çığlıklar atıyordu.


33
Deli Adamın Hatıratı Sayfa 3


Hayır okur anlamıyorsun beni. Burada yazdığım bir çok şeyin anlamsız ya da tutarsız olduğunu ben de biliyorum. Ve bunlar senin sandığın gibi yaşlı ve bozuk beynimin bana oyunları değil. Sadece hissettiklerimi aktarmaya çalışıyorum sana. Gerçek süreci anlatmaya çabalıyorum basitçe. Beynimin kıvrımlarındaki elektriklenmeleri aktarmaya çalışıyorum bir bakıma.

Zira süreçler size öğretilenler gibi olaylar üzerinden şekillenmez. Size, büyük ihtimalle Ceytun istilasını tetikleyen olayın güçlü ülkelerin birbirlerine karşı aşırı silah gücü kullanması sonucu Ceytunların araya girmesi ve bu ülkelerin kendi kendilerini yönetemeyecekleri kanısına vardıklarını belirtmeleri olduğu söyleniyordur. Belki bir de, temel sorunun Ceytunların hammadde karşılığı teknoloji satmaları olduğundan bahsediyorlardır yüksek eğitim alıyorsanız. (Onlar diğerlerine öğretilenden farklı şeyler öğretmeyi severler) Ama olay 3. Dünya ülkelerinin, yeni teknolojilere Ceytun pazarında daha rahat ulaşabilmeleri değildi sadece. Tamam, teknolojik olarak gelişmiş ülkeler 3. Dünya ülkelerine kurdukları pazar alanını ve dolaylı olarak hakimiyet güçlerini, Ceytunların herkese açık sundukları pazar yüzünden kaybettiler bu doğru. Ve bu olay bir çok gücü tedirgin edip ilk ve tek nükleer savaşı başlattı, bu da doğru. Ama olaylar bundan çok daha derindi. Ve az önce de dediğim gibi süreçler, olaylar perspektifinde şekillenmez. Süreçler, toplum psikolojilerinde gerçekleşirler aslında. Önemli olan insan kitlelerinin yığınların ne hissettiğidir. Diğer bütün olaylar, bu sürecin sonuçlarıdır. O yüzden şekillenmeleri bu temelde incelenmeden gerçek bir anlayışa kavuşulamaz.

Tamam, biraz karışık konuşmaya başladım, farkındayım. İzin verin sizin için toparlayayım. İlk başta İlk temas ve sonrası olaylar çerçevesinde süreci bir özetleyelim. Ardından bu olaylara şekil veren psikolojik algıları konuşuruz. (Bunu hiç başarabileceğimi sanmıyorum ama umudumuzu kaybetmeye gerek yok değil mi.)

Şimdi siz o kadar sevmiyorsunuzdur ama, bizim zamanımızda ay, güzellik mutluluk ve güvenin simgesiydi. En karanlık gecede bile oracıkta durur usul usul parıldardı kendince. Ay Dede bile derdik ona. Sevgi dolu yaşlı bir amca gibi gelirdi gözümüze, pamuk pamuk sakalları, al kırmızı yanaklarıyla. Aşıklar geceleri onu izlerlerdi sessizce, insanlar onun altında hayaller kurarken tanırlardı kendilerini. İnsanlık için bir güven kaynağıydı o. Aya karşı oluşan bu güveni anlamanız önemli. İnsanlar varolduğu ilk günden bu yana gecelerden çekindi. Onlar "kötü" olanların gezdiği zamanlardı. Ve bu tehlikeli zamanların güvenilir bekçisiydi Ay Dede. Binlerce yıllık bir evrim boyunca bizimle gezdi Aydede.

Anlatamıyormuş gibi hissediyorum kendimi. Tamam izin verin bir kez daha toparlayayım sözlerimi;  Tecrübeyle sabit kabul, "geceleri insanlar korkarlar." En adi hırsız bile karanlığı kendisine zırh yapıp gezerken sessizce, ürperir gecenin karanlığından  içten içe. Ve insanların en çok korktuğu bu anlar, en çok koruyucuya ihtiyaç hissettikleri anlardır aynı zamanda.

Mızrak Dişin korkusuyla taştan silahlarına sıkıca sarınan Homo Sapiende, Düşman atlılarının seslerine kulak veren kamp nöbetçileride, Top atışlarının başlamasını bekleyen cephedeki askerlerde her karanlık gece kafalarını kaldırıp da göğe baktığında onu görüyordu, Ay Dedeyi. Ve o, en karanlık anımızda bile gülümsüyordu bizlere. Ay'a karşı duyulan bu güven doğal olarak binlerce yıllık evrimimizde kemiklerimize işlendi. Genetiğimizin bir parçası oldu zamanla. Ayla ilgili tatlı masallar yazıldı, güzel şarkılar söylendi. Ve bir gün, insan türünün en büyük dostunun aslında sadece sevecen bir uydu olmadığını, aynı zamanda bize potansiyel düşmanları karnında taşıyan bir uzay gemisi olduğunu öğrendik.

En sevdiğim tarafından ihanete uğramış gibi hissetmiştim içten içe iyi hatırlıyorum. Zaten o günden sonra biz, insanoğlu bir daha asla aynı olmamak üzere değiştik. Güven kavramı anlamını yitirdi birçoğunun gözünde. O günden sonra, isyanın en şiddetli olduğu, çatışmanın en kızıştığı anlarda bile o güvensizliğin parıldadığını gördüm gözlerde. İnsanlar kendilerine böyle bir şeyin olmadığını, Ayın bir uzay gemisi olmasının hiç bir şeyi değiştirmediğini söylediler tekrar tekrar fakat bazı şeyler gittikleri yerden ne kadar da uğraşsanız geri gelmezler. Derinlerde bir yerde, bizi biz yapan bir şey kırılmış ve yeni bir insan türü doğmuştu sessizce.

Ceytunlar, gezegene barış dolu amaçlarla geldiklerini söylediklerinde insanlar buna inanmak için can atmıştı adeta. Sizi terkeden eski sevgilinin gecenin bir yarısı "seni hala seviyorum" mesajı gibiydi bu. "Belki" dedik kendi kendimize, kulaklarımızın bile bizleri duyamayacağını sandığımız, beynimizin en derin köşelerinde, "Belki Ay Dede bize ihanet etmemiştir haince. Belki de gelenler birer dosttur kendilerince."

O zamanlar toydu insanoğlu. Dost ve düşman kavramı konusunda boyutsal bir algı kazanmak için çok toy.

34
Fikir enteresan bir şekilde basit gibi gelse de kulağa oldukça da orjinal. Ayrıca yazım dilin her zamanki gibi gösteriyor kendisini. Ciddi ciddi güldüğüm yerler oldu. :D

Kafama takılan bir husus var, bu afet galiba büyük su kaynaklarını yok etti acaba ilerleyen zamanlarda insan vücudundaki suyu azaltmak gibi bir etkisi olacak mı? Okuyup görelim. :D

35
Kurgu İskelesi / Ynt: Uzay Prensi 2.Bölüm Yayında!
« : 10 Mayıs 2014, 12:21:42 »
Dil yeterince iyi. Herhangi yapısal bir hata da bulamadım. Yani kurgu şekil olarak güzel. Ama hikayeyi sıradanlıktan çıkarıp yukarılara taşıyan bir ışıltı eksik gibi geldi bana. İlerleyen bölümlerde çözeceğiniz kanısındayım.

36
Kurgu İskelesi / Ynt: İstila Bölüm 3
« : 09 Mayıs 2014, 20:18:26 »
Spoiler: Göster
Çok ama çok uzun bir aradan sonra yeni bölüm karşınızda. :)


Deli Adamın Hatıratı Sayfa 2 - Tuğrul Güç
Deli nedir bilir misiniz?

Ben bilmiyorum, hiç bir zaman bir deliyi tam olarak hayal edemedim. O gözlerdeki bakışı düşündüm bazen, titreyen ellerini seyiren gözlerini de hayal ettim, konuşmalarındaki tutku dolu tınıyı hatırladım. Ama bir deliyi asla tam olarak hayal edemedim.

Bir zamanlar delilerin bizimle aynı fikirde olmayan liderler oldukları ile ilgili bir şey okumuştum. Bazıları lider doğar diyordu yazar. Onların kaderinde vardır bu. Ama her lider toplumuyla uyuşmaz, o zaman onaa deli derler. Liderin, lideri olduğu toplum tarafından yönetilmesi. Sevdim bunu. Tabii bu süreci geriye çevirmek de mümkün. Eğer deliler,  toplum ile aynı fikirde olmayan liderlerse, büyük liderlerde, toplumla aynı fikire sahip divaneler olacaktır. Kulağa garip geliyor değil mi. Doğru kelimeyi kullanmamız gerekirse delice belki de. Ne bekliyorsunuz ki insan medeniyetinden bahsediyoruz burada.

 Aslında bütün büyük liderlerin çabalarını, kavgalarını düşününce çok da anlamsız sayılmaz bu anlattıklarım. Hangi adam hayatının 40 yılını başkalarını öldürmek için harcar ki. Peki ölene kadar öldürmek için kendini yırtan bir adama deli denmez de ne denir. (Belli ki lider deniyor)

Hadi ama, kesin o saçma itirazlarınızı. Lider öldüren kişidir bu kadar basit.  Bakın gelin denklemi beraber kuralım. Temel kabul; Liderler toplumları yöneten kişilerdir. İkincil Kabul; Toplum ise birarada tutunmak için bir sebebe ihtiyaç duyar. Ki tecrübeyle sabittir ki bu sebep genelde "öteki"den korkudur. Ve İnsan toplumları erekte olup Mızrak Dİşli Kaplanları yok ettiğinden bu yana, kendi türünden başka düşmanı kalmadı. Sonuç olarak Liderler topluma, toplumlar düşmana ihtiyaç duyarlar. Düşmanlık ise savaşı ve ardından ölümü getirir.

Koray da bir liderdi. Ve az önce de dediğim gibi o da kendinden önceki diğer bütün liderler gibi deliydi. Delilerin biz sıradan insanları etkileyen özel bir yanları vardır. O sınır konmamış gözlerde oynayan ışıklar, ruhumuzun derinlerine gömdüğümüz temel hayvani güdülerimizi hatırlatır bizlere. Vahşi bir kurdun hırıldamasını duyarsınız o derin kuyularda, tepeleri görülmeyen yüksek ağaçların arasında, dudakları nefretle gerilmiş kızıl gözlü bir kurt canlanır gözlerinizde. Kar atıştırıyordur yavaş yavaş. Ormanın hayali bile üşümenize yeter. Kurt zarif adımlarıyla döner avının etrafında.Kulakları dikilmiş, tüyleri kabarmıştır. Burnunun titreşmesini hissedersiniz dudaklarınızda, yükselen hırıltısının kaşıntısı gelir gırtlağınıza ve avınızın eşit şekildeki nefreti yansır bakışlarınıza. Kendinizi tuttuğunuz o uzun yılların sonunda ilk defa özgür kalmışsınız gibi gelir. İlk defa tamamlanmış gibi hissedersiniz içten içe.

Liderleri takip etmek, uyuşturucu kullanmak gibidir. Bir kere bağladı mı sizi kendine, bir daha kaçamazsınız ondan. O özgürlüğü, o tatlı hafifliği bir kerecik daha hissetmek için ölümü bile göze alabilirsiniz rahatlıkla. Ve "öl" emri geldiğinde, ikinci kez düşünmezsiniz bile. Çünkü gerçek bir lider size siz olmayı vaad edecektir.

Korayın üzerimizdeki etkisini anlatmak gerçekten zor. O sanki yepyeni bir dünyanın sessiz habercisi gibiydi. Rahatlık ile Düzenin, tamamıyla dünyaya hakim olduğu bu günlerde o bize Kaosu ve özgürlüğü vaadediyordu.Ormandaki o kurdun avıyla karşılaştığı o soğuk kapışmayı vaadediyordu. Düzen ve Rahatlık ne kadar tatlı gelse de bizlere dişlerimizi hayata geçirme tırnaklarımızı duvarlarda parçalama isteğiyle dolduruyordu kalbimizi. İnsan rahatlık için yaşar bu doğru. Ama sadece kan dökmekten ve acı çekmekten gerçek tatmini alır sadece. Rahatlık ve mutluluk ufukta bizleri bekleyen bir ideal olduğunda güzel gelir bizlere. Hep orada uzakta kalmalıdır bu vaatler. Gerçekten mutlu insanlar, mutlu olmak için kendilerini yırtanlar bu yolda kanlarını akıtanlardır sadece.

Biliyorum. Konuyu dağıttığımı, kafamın dağıldığını falan sanıyorsunuz. Ama konu bu değil. İsyanın nasıl gerçekleştiğini öğrenmek için okuyorsanız bu eseri, hemen şimdi bir köşeye fırlatın bu kitabı. Ben size isyana yol açan olaylarını anlatmaya çalışmıyorum. Ben Korayı Koray yapanı, Beni ben yapanı, o anları aktarmaya çalışıyorum. Kararlarımızı şekillendiren o atmosferi sizlere hissettirmeye çalışıyorum. Ki aldığımız kararları alırken tarih kitaplarında geçen kibirli tanrılar olmadığımızı anlayasınız diye çabalıyorum. Kendi çıkarları peşinde koşan kabullenme ihtiyacı ile yanıp kavrulan iğrenç adamlar olduğumuzu göstermeye çalışıyorum elimden geldiğince.

Tabi bizden sonraki iktidarlar tarafından isyan, bir başarı hikayesi olarak anlatılıyor, neden bir arada kalmamız gerektiğini göstemek için kullanılıyordur herhalde. Bizden önceki bütün iktidarlar gibi sürüden ayrılanı kapacak bir kurt olarak gösterilmeye çalışılıyordur Ceytunlar. Tabi bu tahlilde kitabım ya yasaklanmış  ya da sansürlenmiş olmalı. Ve bu şartlara rağmen sen bu esere ulaşabildiysen halihazırda bir şeylerin yanlış olduğunun farkındasındır. Bir şeyleri düzeltme ihtiyacı hissediyorsun içinde bir yerde.

Merak etme, sana bu farkındalığı kullan ve yay demiyeceğim. Bu, yeni bir düzen kurmak için isyan etmekten başka aptalca bir sonuca sebep olacaktır sadece. Bizim yaptığımızı yapmak için çabalamış olacaksın basitçe. Dediğim gibi hiç gelmeyen o daha iyi gelecek için bugünden savaşmak. Tabi senin doğruyu gösterebilmek için eğitilen beynin, ne yapman gerektiğini söyleyecek, bu kadar mantıklı konuştuktan sonra doğruyu gösterecek bir cümle arıyordur yazının bu kısımlarında. Bir mentor bir yol gösteren bekliyordur. Sana verebileceğim tek doğru cümlem var okur. "Siktir et" Bir işe yaramıyor. Onca çaba ve mücadele tamamıyla boşa. Bu yaşadığın sorunları çözecek bir gelecek yok ufukta. Doğru bir sistem yok sonuçta.

Mantıklı bir direktif bekleme benden. Hatta iyisimi sen hiç kimseden mantıklı bir direktif bekleme. Ceytunlar bu dünyanın bir hayal olduğuna inanıyordu. (Tamam şaşırdın biliyorum. Ceytunlar hakkında bilmediğimiz o kadar çok şey var. Ve bildiklerimizin minicik bir parçasını bile anlatmamıza izin vermedi Koray. Ama Korayın kendinden sonraki zamanlar üzerinde bir hükmü yok. Ve bu kitap o ölene kadar yayınlanmayacak. Sonuç olarak az daha bekle. Gelecem bilinmeyen tüm o gizemlere) Bense bütün bunların bir şaka olduğuna. Tabi sıradaki soru bariz; Bütün bunları neden yazdım?

Cevap net. Bilmiyorum. Yaşlı bir adamın çığlığıdır bu belki. Ölümsüzlük arayışımın bir tezahürüdür, kimbilir? Ama en başta yaptığım o açıklamayı da gözardı etme sen gene de okurken. Büyük ihtimalle o açıklamamı da hiç anlamadın. Tamam kızma hemen anlamaman ya da yanlış anlaman oldukça normal. Sonlara geldikçe ne dediğimi daha iyi anlayacaksın.

Bu arada söylemişmiydim seni boz saçlı bir genç (Erkek) olarak hayal ediyorum okur. Ne saçma demi.

37
Tartışma Platformu / Ynt: Önerilerinizi Bekliyorum
« : 05 Mart 2014, 18:36:12 »
3 seçenek veriyorsan Zaman Çarkı derim ben. Mükemmel kurgusu ve devasa evreniyle okunmaya değeceği kanısındayım.  Hem seri de bitmiş durumda.

Ama bunların dışında benim tavsiyem Gaiman olacaktır. Ayrıca bulabilirseniz Elric serisi, sabredebilirseniz Buz ve Ateşin Şarkısı serisi var.

Daha farklı, çizginin dışından bir şey okumak isterseniz Kara Kuleye bakabilirsiniz.

Bilim Kurguya atlamak isterseniz Asimov - Vakıf serisine bakılınabilir ya da Otostopçunun Galaksi Rehberine hopalama atılınabilir. (İngiliz espri anlayışından tat alırsanız oradan Oscar Wilde'a kadar açılın derim. (Oscar Wilde komedi olmasa da okuduğum zaman ne demek istediğimi anlarsınız.))

Ya da bunların hepsini geçip Distopyalara da başlayabilirsiniz (Ki başlayın.)

38
Okuduğunuz için teşekkürler. Yeni bölüm de en yakın zamanda yolda. :)

39
Kurgu İskelesi / Ynt: Eski Adam ve Kelebek
« : 02 Mart 2014, 18:42:45 »
Spoiler: Göster
 Hikaye Zaroc evreninde geçmektedir. Ozanın öyküsü için Çift Bıçak Zaroc Bölüm 6'ya bakınız.





Sen kelebek misin?” diye sordu Eski Adam heyecanla. “Beni almaya mı geldin yoksa” diye ekledi umutla.

Gülümseyerek cevap verdi genç “Sanmıyorum BeyAmca” sesinde küçümser bir hoşgörü vardı. Karşısındaki adama karşı saygısızlığını açıkça göstermemesi gerektiği ailesi tarafından ona iyice öğretilmiş olmalıydı. Sarışın Hemşire, Eski Adam’a gösterilmesi gereken tavrın bu olduğunu düşünüyor olsa gerek ki onaylar bir ifadeyle gülümsedi Gence.

“Artık gelseler keşke” dedi Eski Adam özlemle. Sözlerini bitirdikten sonra kaşları hafifçe çatıldı ve birkaç saniye boyunca bir şeyler söyleyeceğini belli eden bir şekilde sessiz kaldı. Başını hafifçe gence kaldırdı ve sorar gözlerle baktı ona, “Peki Kelebek değilsen niye geldin ki bana Alim”

Gencin gözleri küçük bir anlığına şaşkınlıkla dolsa da kendisini toparlaması çok sürmedi.

“Alim ha. Sevdim bunu” diyerek şaka yaptı Hemşireye doğru. Hemşire kibarlık gereği yapmacık bir gülümseme gösterdi şakaya. Gençten nefret ediyordu.

“Amcacım bugün buraya aşktan bahsetmeye geldim.  Bir roman yazıyorum da dün geldiğimde pek konuşamamıştık hatırlarsan” Hatırlayacağından şüpheliymiş gibi sormuştu bu soruyu. Eski Adam ciddiyetle salladı başını.

“Anlıyorum”

Genç bundan da şüpheli olsa gerek ki konuşmaya devam etti, “Yani bence Delilikle aşıklık arasında çok ciddi benzerlikler var. Hatta bana kalırsa aşkın kendisi zihinsel bir bozukluktur. Beyindeki kıvrımların arasındaki bir tür kısa devredir belki de. Bu yüzden bu sorunun sorulacağı en doğru kişi sizmişsiniz gibi geldi bana.”

Hemşire Eski Adama doğrudan deli diye hitap edilmesinden rahatsız olmamış gibiydi. Sahnedeki bir aksesuar gibi sessizce duruyordu.

Eski Adam ciddiyetle dinliyordu Genci. Tekrar “Anladım” dedi. “Biraz daha bahsetsene bu kitabından.”

Genç aynı küçümser ifadeyle gülümsedi ve hemen ardından konuşmaya başladı. “Hikayem daha ateşin bile icat edilmediği bir toplumda geçiyor. Ana karakter Ozan denen kör bir adam. Bu adam güneşe aşık oluyor ve sonunda kendisini güneşin yolunda feda ediyor.”

Eski Adam ciddiyetle dinliyordu. Genç devam etti,

“Ya aslında tüm kurgu ve teknik detaylar hazır da, bu ozanın güneşe aşıkken neler hissettiğinden emin olamıyorum. Yani bir insan nasıl görmediği bir şeye aşık olabilir ki?”

Bu kısımda açıklama isteği duymuş olsa gerek ki ekledi,

“Tabi şimdi o karakteri benim yazdığımı, onun nasıl mümkün olamayacağını düşündüğümü sorabilirsiniz. Ama yazarlık böyle bir şey işte. Bazen karakterleri yazıyoruz, ama onları anlamak yazmak kadar kolay olmayabiliyor.”

Sesi kibir doluydu, kendisinden çok memnun olsa gerekti. Eski Adam kibri ve küçümsemeleri fark etmemiş gibi dinledi Genci. Sözü bittiğinde ise derin bir nefes alarak hikaye anlatır bir tonda konuşmaya başladı.

“Ozanı hatırlıyorum. Zaroc’un ilk kurbanlarından biriydi. O kadar çabuk heder edilmemeliydi bence. Yazar ondan biraz daha bahsetmediğine hep pişman olmuştur zaten.”

Genç sözlerin saçmalığına şaşırmamış gibiydi. Özellikle Zaroc kelimesinde gözleri bir an kısılmış sonra eski haline geri dönmüştü. Eski Adam sonradan hatırlamış gibi ekledi,

“He bu arada sen Zaroc’a hazır mısın?”

“Kesinlikle” diye tısladı genç dişlerinin arasından. Nefret doluydu vücudu. “Şimdi ozandan bahset ihtiyar.”

Eski Adam gülümsedi ve anlatmaya başladı.

40
Kurgu İskelesi / Ynt: Eski Adam ve Kelebek
« : 02 Mart 2014, 16:13:03 »
İlk iki hikaye arasındaki zaman farkının bir çok soruna yol açmasını bekliyordum. Ondan bahsetmemenize sevindim açıkçası :D

İmlayla başım hep dertte. 3. Bölümde daha çok dikkat edeceğim.

Yorumunuz için teşekkürler. :)

41
Kurgu İskelesi / Ynt: Eski Adam ve Kelebek
« : 01 Mart 2014, 14:45:29 »
"Gri bir odadayım"

Öyleydi...

"Duvarlar taş grisi ile siyah arasında bir renge sahip. 18 adım uzunluk, 7 adım genişlik."

Oda tam olarak o boyda, o renkteydi...

"Oda tamamıyla kapalı. Kapısız ve penceresiz. Ne giriş ne de çıkış yok."

Yoktu...

"İçeride kaynağı belirsiz hafif bir aydınlık var. Tek renk olan taş grisi tamamıyla görülebiliyor."

Görmemek için kör olmak lazımdı.

Kafasını hafifçe eğerek uzun adımlarıyla volta atmaya başladı, 7 adım ileri 7 adım geri. Kelebekler vardı ve ihtiyar biliyordu. O kahrolası bir ihtiyardı.

"Ona BeyAmca dedim. İhtiyar olduğunu düşündüm ama o kahrolası Eski bir adam olmaya devam etti. Nasıl?"

Sert adımlarıyla voltasına devam etti. Elleri arkasında kafası öndeydi.

"20. yüzyıl Türk hapishanesindeyim."

En baştan beri oradaydı...

"Mahkumlar voltaya çıkmış bende aralarındayım. 7 adım ileri, 7 adım geri."

Ne fazla ne eksikti...

"Bahçenin genelini dolduran volta seslerinin düzenli havası düşünmeme yardım edecek"

Ritim kafasını rahatlıkla toplamasını sağladı...

Bütün olanları tekrardan gözden geçirdi.

"O adama ısrarla BeyAmca dedim. O ise gülümsedi ve Eski Adam olarak kalmaya devam etti. Neden BeyAmca olmadı? Neden hayal ettiğim gibi ihtiyar olmadı? Neden etkileyemedim?"

Bazı varlıklara ne kadardır yaşadığını soramazsınız, herkes zamanın etkisinde değildir. Aslında teknik olarak bakacak olursak "Zaman" bir yüksek katlıdır. O yüzden sadece kendisinden aşağıda olanları etkileyebilir. Genç ise Alimdi, Yüksek Katlardan üstündü. Ne kadardır yaşadığı sorusu anlamsızdı.

Hapishane meydanı yemyeşil bir kıra döndü, zaten en baştan beri öyleydi. Ardındansa kasvetli bir mezarlığa, bütün düşünme sürecini o taş mezarların arasında geçirmemiş miydi zaten?

Volta her seferinde devam etti. Biraz daha şiddetli biraz daha kararlı.

Genç varoluşuna tamamıyla zıt olan bu durumdan nefret ediyordu. O bilmek için varolmuştu. O bilginin kendisiydi, gerçeklik bilgiyle varolurdu. O ise herşeyi bilirdi. Kendisini bile...

Ama İhtiyarı bilemiyordu. O kahrolası bir Eski Adamdı.

Genç sert adımlarıyla volta atmakla bir sonuca varamayacağını biliyordu, imkansızdı bu. En baştan beri bu yüzden oturduğu yerden düşünüyordu.

"Bir ziyaret daha" dedi kendince. "Bakalım görelim ihtiyar mıymış Eski adam mı?"

Eski Adamdı

Kahretsin...


42
Kurgu İskelesi / Ynt: Çift Bıçak Zaroc 11
« : 28 Şubat 2014, 20:40:54 »
Lordları yazmak benim için de gerçek anlamda bir zevkti. İlerleyen bölümlerde kendilerini daha çok işleyeceğim. Ama aynı dediğiniz gibi mevzubahis karakterler çok uzun süre yaşıyor olarak hayal edince aksiyon yazamıyorum nedense. Bir kaç yüzyılı geçen canlılar durgunlaşır gibi geliyor bana.

Ama genel aksiyon eksikliğini aşmam gerektiğini biliyorum. :)

Not: Prometheusu farketmeniz gerçekten hoşuma gitti.

43
Kurgu İskelesi / Ynt: Yağmur İşçisi
« : 28 Şubat 2014, 09:47:57 »
Küçük, güzel bir hikaye olmuş. Keşke biraz daha macera görebilseydik.

44
Kurgu İskelesi / Ynt: Çift Bıçak Zaroc 10
« : 26 Şubat 2014, 18:33:05 »



Not: Sonunda biraz da olsa aksiyon başlıyor.


Dragotun Gördüğüdür

Soğuk bir gün daha. Güneşin sıcak ışınları kanımı donduruyor. Son avdan bu yana o kadar zaman geçti ki... Soğuk tamamıyla ele geçirdi vücudumu. Avlanmam lazım artık, tiksindirici de olsa o yapay ısıya ihtiyacım var. Ona muhtacım, üşüyorum...

Bugün Dehlizden çıktım. Bu yeni bölgemde avlar daha rahat bulunuyor. Üşümekten nefret ediyorum, av bulmalıyım. Bir kayanın üzerine çöktüm, uzun zaman önce farkettiğim gibi büzüşmenin hiçbir avantajı yok ama işe yarayacağına inanıyor olsa gerek vücudum. Olduğum yerden av arayan gözlerle bölgemi izliyorum. Ab-ı Hayattan başka hiçbir şey ısıtamaz beni. Bir taş kadar hareketsizim, en az bir taş kadar soğuk olduğumdan bu çok da zor olmasa gerek. Gülüyorum. Çılgınca kahkahalar atıyorum. Taş kadar hareketsizim çünkü en az onun kadar soğuğum. Yere devriliyor, mideme spazmlar girene kadar gülüyorum.

Dağın yamacında biri yürüyor. Bir insan, Kızıl adına, en son ne zaman bir insan avladığımı hatırlamıyorum bile. Biraz komik bir yürüyüşü var, sessizce kıkırdıyorum. Buraya sanki onu yemem için gelmiş gibi sarsakça yürüyor. Şimdi düştü. Kahkahalar atmaya gene başlayacakken susturuyorum kendimi. Bu avı kaçırmayı göze alamam. Dudaklarımı yalıyorum, ısınmanın hayali beni zevkten çılgına çevirecek gibi. Yavaşça ayrılıyorum gözlem kayamdan. Avın yoluna çöküyorum.

Toprak yolda düşe kalka ilerliyor yolcu. Bastığı yerlerde kızıl kızıl ab-ı Hayat parlıyor. Duramıyorum artık, ısı isteği bütün vücudumu ele geçirmiş durumda. Vücudumu geriyor ve üzerine atlıyorum. Kaçmaya çalışmıyor bile. O kadar zayıf ki... Ağırlığımla yıkılıveriyor, hemen ardından da bayılıyor. Isı, ısı diye çığlık atıyor aklım. Dişlerimi aralıyorum, sonsuzluk kadar gelen bir an içinde boğazına yaklaşıyor ve ilk ısırığımı atıyorum. Kızıl adına, sıcağın boğazımdan yayılıp mideme indiğini, parmak uçlarıma yayıldığını hissedebiliyorum. O iğrenç yağlı his oralarda bir yerde. Ama onu umursayacak gücüm yok. Zevk çığlıkları atıyorum yolcunun kanı bittiğinde. Sırt üstü yatıyorum toprakta, yanaklarımdan aşağıya damla damla Ab-ı Hayat süzülüyor. Dudaklarımı zevkle yalıyorum. Bütün vücudum iğrenç bir sıcaklıkla gevşemiş vaziyette. Bana ait değil bu sıcaklık benim değil, iğrenç bir şey bu. Ama o kadar güzel ki... Zevkle kabul ediyor vücudum bu pisliği.

Zevkimden kıkırdamaya başlıyorum yattığım sırada. Her noktam ısınmış durumda. Tüm dünya etrafımda dönüyor sanki. Dilimin üzerinde kalmış bir damla kan, vücuduma zevk sinyalleri yollayarak kayıyor dilimden. Ellerime kaldırıp bakıyorum dalgın dalgın. Her bir parmağım tekrardan hatırlıyor yaşamanın nasıl bir şey olduğunu. Ölmüş de tekrardan doğmuş gibiyim. İşte diyorum, bu ilahi bir güç. Kıkırdıyorum delice. Elimden gelse bütün bir gün yatarım orada öylece. Ama arkamdan gelen bir tıkırtıyla harekete geçiyor kaslarım.

Bir an sonrasında ayaklarım üzerinde çömelmiş yeni gelen insanı gözlüyorum. İnsan, ab-ı hayat, mutluluk. Sonuç; saldır. Beni zevkimden ayırdığı için kızgın değilim ona. Bir günde iki insan. Onu daha sonra ısınmak için saklamam gerektiğini biliyorum. Şeytani bir gülümseme oturuyor dudaklarıma, hesapçı ve aşağılık bir gülümseme. Dudaklarım geriye çekiliyor, yüzyıllarca savaşmaktan sivrilmiş dişlerim açığa çıkıyor. Savaş hissiyle geriliyor bütün vücudum. Nefretle hırlıyorum. Hemen kullanılacak ab-ı hayat için öldürmem gerek ama şu anda yeterince sıcağım zaten. Onu sonrası için saklamalıyım. Ab-ı Hayat soğumamalı. Sonuç; öldürme, yakala.

Rakibimi gözlerken elindeki uzun dişleri görüyorum. Onunla bana saldırabileceğini sanıyor. Düşman tehdit unsuru taşıyor, yaralanırsam zayıflarım, zayıflarsam kaybederim. Ab-ı hayat gider, mutluluk gelmez. Sonuç; Dikkatli saldır.

Ben dişlerimi gösterip yavaşça boğazdan gelen bir sesle hırlamaya başlayınca o da geriliyor.  Dİşlerini ellerinde hafifçe kımıldatıyor. Korkmuyor, Ahmak. Gülüyorum.

45
Kurgu İskelesi / Ynt: Kaçış Günlükleri I
« : 26 Şubat 2014, 12:22:25 »
Bence mükemmel olmuş.  Dilinize bayıldım tek kelimeyle. Hikaye aldı götürdü beni. Karakter çok iyi çalışılmış. 

Bazı imla hataları varsa da beni pek rahatsız etmedi. Kesinlikle devamını bekliyorum.

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 26