Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - grikunduz

Sayfa: 1 ... 3 4 [5] 6 7 ... 26
61
Kurgu İskelesi / Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
« : 05 Şubat 2014, 16:43:31 »
İyi dizi kurgusu çıkar bundan. Tebrik ediyorum güzel bir kurgu. Ancak özellikle ilk iki bölümde olmak üzere hikaye genelinde bir okumayı yavaşlatan bir dil var. Belki ikinci bir kez daha geçseniz üzerinden daha iyi bir sonuç alırsınız.

62
Kurgu İskelesi / Ynt: Sanki
« : 05 Şubat 2014, 15:55:35 »
Çok başarılı bir öykü olmuş gerçekten. Özellikle sonunu bağlamamanız, bizi dehşet içinde bırakırken karakteri mutlu bırakmanız bambaşka bir tat katmış öyküye. Kesinlikle tebrikler.

" ilk nefesinden son verdiği son nefesine kadar"

Bu kısma takıldım biraz. Kelime tekrarı rahatsız etmiş.

Birde anladığım kadarıyla ilaçsızlık durumunu göstermek için önce koku duygusunun düzelmesini (tabi ilaç yokken gördüklerini gerçek kabul edersek) sonrasında ise görme duygusunun düzelmesini vermişsiniz. Belki birazcık daha bu geçiş üzerinde durabilirdiniz.

63
Kurgu İskelesi / Ynt: Kan Döngüsü
« : 05 Şubat 2014, 10:28:14 »
Enteresan bir hikaye başlıyor gibi görünüyor. Ayrıca Vampirlerin şerefini kurtarma çabalarını her zaman takdir etmişimdir. Merakla bekliyorum devamını.

64
Kurgu İskelesi / Ynt: Lyner
« : 05 Şubat 2014, 10:15:46 »
Heyecanla devam eden bir öykü. Immortal'ın anime benzetmesi gerçekten oturmuş. Devamını merakla bekliyorum.

Ayrıca karakter tanımlamalarına daha derin girseydin daha zevk alınacak bir hikaye olduğunu düşünüyorum.


65
Kurgu İskelesi / Ynt: İstila Bölüm 3
« : 04 Şubat 2014, 17:33:58 »

Yozlaşmak Koray Engiç’in Hatıraları Bölüm 1 Sayfa 2

Herşeyi sırası gelince anlatacağım elbet, acele etmeyin, şimdi izin verin de kaldığım yerden devam edeyim. Etkileşim Ceytun’u bana randevumu ayarlamış ve bir saat kadar kısa bir süre içerisinde beni Danışman Ceytun’un ofisine sokmuştu. Ofisin nasıl olduğunu tarif edemeyeceğim maalesef hatırlayamıyorum. Hatta danışman Ceytun un kendisinden başka hiçbir şey hatırlamıyorum, bir de öfkemi elbette. Etkileşim Ceytunundan fiziksel olarak neredeyse hiçbir farkı olmayan Danışman Ceytun türlerinin normal soğukluğuyla karşıladı beni. Henüz patlamış bir fırtına gibiydim içeri girdiğimde.

“O çocukların hesabını vereceksiniz lan” diye gürledim odada. Söyleyeceğim her şeyi edeceğim tüm küfürleri hazırlamıştım gelmeden. İlk önce bu replikle girecek, savunmaya geçen Ceytuna küfrede küfrede onu kızdırıp sakinlik maskesini kıracaktım. İşte o zaman görecektik o çocuk hırsızlarının yüzlerini. “Düne kadar yanılıyormuşum meğer haklarında” diyordum kendi kendime. Türlerine karşı yıllar içinde biriktirdiğim bütün sempati bir anda nefret ve öfkeye dönmüştü. Şimdi düşünüyorum da kendi kendimi provoke etmişim aslında. Her zaman böyle oldum ben, olaylar başlamadan önce olasılıkları kafamda o kadar evirir çevirirdim ki en sevdiklerimden bile nefret ederken bulabilirdim kendimi.
“Elbette vereceğiz” diye karşılık vererek bütün planlanmış senaryomu bozdu Danışman Ceytun. Bunu beklemiyordum işte, böyle bir tepkiye karşı işgalci kuvvetin daha kibirli olması gerekirdi gerçek performansımı gösterebilmem için. Galiba Ceytunların Ceytun olduğu gibi bariz bir gerçeği göz ardı etmiştim.

“Ama öncelikle lütfen oturun” diyerek hafif bir el hareketi yaptı Etkileşim Ceytunu.

İşler en baştan beri planladığım gibi gitmemiş olabilirdi ama bir mağlubiyetle savaştan kaçacak kadar zayıf değildim ben. Büyük ihtimalle oturtarak beni sakinleştirmeyi planlıyordu o koca gri kafasında. Halbuki ben kaçın kurrasıydım, yermiydim hiç bunu. “Ayakta dinlemeyi yeğlerim” diye cevap verdim olabilecek en aşağılayıcı ifademle. “Elbette” dedi ve konuşmaya başladı.

“Şikayetinizin genel konusu üzerine kayıtları inceledim. Ve gördüğüm kadarıyla el konulan çocuğun ciddi bir zeka özrü olduğunu görüyorum. Bu yüzden insan zekası araştırmalarında kullanılmak için alıkonulmuş. Sizin de bildiğiniz üzere “Yerleşim Halklarını Anlama Komisyonu” türünüzün düşünme haritasını çıkarmak için çalışmalar yapan bir grup oluşturmuş durumda. Ve bu incelemelerin bir parçası olarak zeka geriliğine sahip insanlar üzerinde açık beyin ameliyatı yapmaktayız. Ve inceleme grubumuzun Beyin kıvrımlarınızın sırrını öğrenmek için ellerinden geldiğince verimli bir şekilde çalıştığı hususunda da sizi ayrıca bilgilendirmek isterim.”

Bu Ceytunların sesinde bir şey olduğunu düşünmüşümdür hep. Onlar konuşurken kızamıyor, gerilemiyordunuz, uyuşturucu hap gibiydiler. Dinledikçe sakinleşiyor o susana kadar bu ılımlı tavrınızı terk edemiyordunuz. Bu şekilde neler dediklerini anlayabiliyor ve hakkında düşünme şansı elde ediyordunuz. Seslerindeki sizleri dinlemeye zorlayan tını daha makul ve tartışılabilir bir hale getiriyordu sizi. Tabi susar susmaz, kolay kolay dinmeyeceğine emin olduğum öfkem yeniden yükseldi. Göğsümü şişirerek kükredim yüzüne karşı.
“Çocuğu geri istiyoruz lan. Vereceksiniz onu bize.”

Sözlerime aynı sakinlik ve anlayış halinde cevap verdi.

“Üzgünüm beyefendi ama çocuğun vücutsal fonksiyonlarının devam etmediği geçiyor kayıtlarda. Durmuş bir vücudu tekrar çalışır hale getirmek geçen çağlar boyunca başarısız olduğumuz tek konu ne yazık ki. Yaklaşık üç patlama öncesinde yaşamış son “Araştırma ve Geliştirmeci Ceytun” bu durumun imkânsız olduğunu ispatlayarak yaşam amacını da sonlandırmış oldu.”

Bunların diğer bir olayı da buydu. Yaşam amaçları denen bir şeyleri varmış, o dolduğu zaman bu Ceytunlar fiziksel sürekliliklerine son veriyorlarmış. “Vay be” dedim kendi kendime. “Adamlar üç patlama öncesinde Araştırma ve Geliştirmeyi kapatmışlar, keşfedecek bir şey bırakmamışlar ki açık bırakıp napacaklar sanki.” Tekrar sinirimi yükseltmek için zorladım kendimi. “Çocuk öldürmüştü lan bu caniler,”sinirlerimi tekrardan yükseltmek için bir an çabaladıktan sonra,

“Öldürdünüz mü lan çocuğu şerefsizler” diye haykırdım yeniden toparladığım sinirimle.

“Açık beyin ameliyatlarında tam verim alabilmek için beyinin çalışmasını durdurmamız gerekiyor. Maalesef bu sizin türünüzde fiziksel hareketin de durmasına sebep oluyor.” Diye sakin bir tonla cevap vermesi beni çileden çıkarsa da verecek cevabım, soracak sorum kalmamıştı. Olayları elmanın ağaçtan düşmesi kadar normal ve gerçekleşmesi zorunluymuş gibi anlatıyordu. Bir Ceytunla tartışmaya girdiğiniz zaman ister istemez hissederdiniz bunu. Sanki ateşe yanma, suya akma diyormuşsunuz gibi gelirdi. Adamlar sinir bozucu derecede haklıymış gibi davranırlardı.
Danışman Ceytun sormamama rağmen hala aklımda sorular kaldığı kanısına varmış olsa gerek ki sözlerine devam etti.

“Türünüzde hala anlayamadığımız bir durum var ne yazık ki. Genel yapınız ve hareketleriniz muazzam derecede ahmak olduğunuzu göstermekte. Savaşlarınız, tartışmalarınız, sınıf kavramınız, toplum örgütlenmeleriniz, tamamıyla ahmaklık. Arada sırada nadiren de olsa çıkan güzel fikirleri yok etmeniz ya da anlamsız hale gelecek kadar bozmanız ise daha da ahmakça. Ama yöntemler üzerinden deği lde sonuçlar üzerinden inceleme yaptığımızda çıkan sonuç çok daha farklı. Daha önceki ziyaret ettiğimiz gezegenlerde milyonlarca yılda gelinen adalet ve yönetim seviyesine birkaç binyılda gelmiş olmanız örneğin, ancak mükemmel bir zeka başarabilir bunu. Ama siz bu duruma tırnaklarınızla kazarak geldiniz. Dünyanıza ilk geldiğimizde genetik ile oynayabiliyor olmanız çok garip gelmişti bizlere. Bu çok üst bir teknoloji ve çok üst bir zekanın göstergesiydi. Ancak yöntemlerinizi incelediğimiz de fikirlerimiz tamamıyla değişti. O kadar barbarcaydı ki yaptıklarınız… DNA’ları önce parçalıyor sonra da rastgele ne olduklarını, ne sonuçlar doğurabileceğini hiç düşünmeden tekrar birleştiriyordunuz. Doğru olanı bulma umuduyla bunu milyonlarca kez tekrarlıyor ve sonuç alınca da mutlu oluyordunuz. Bu durumu tanımlayacak bir dile sahip değiliz maalesef. İşin çok daha garip yanı ise bugüne kadar nasıl hayatta kaldığınız. Asitler ve hassas kimyevi maddelerle gözleri kapalı dolaşan bir maymun gibi uğraşmanıza  rağmen hayatta kalmışsınız. Herhangi bir felakete sebep olmamış üstüne üstlük bir de başarılı olmuşsunuz. Tarihinizi incelediğimizde bulduğu her kimyevi maddeyi tadarak kontrol eden bilim adamlarına rastlıyoruz. Bütün bu durumlar ilk olarak aklımıza içinizde sizleri yönlendiren farklı bir tür olabileceği izlenimi uyandırdı. Ancak burada geçirdiğimiz uzun yıllar boyunca böyle gelişmiş bir medeniyete rastlayamadık. Bu sefer de insan beynini incelemeye karar verdik, belki kaçırdığımız bir şey vardır diye. Ne yazık ki geçen 5 yılda hiçbir ilerleme kat edemedik. Beyninizin kendisi bile nasıl çalıştığından bihaber. “

Danışman Ceytun bir süre sustu. Bunun üzerine bende sesinin oluşturduğu boşluktan faydalanarak kendime geldim. Hiç uğruna öldürülen çocuğu düşündüm. Ana karnından alınmış o bebeği… Bir anda yaşardı gözlerim ve ağlamaya başladım.

“Ama sizler adalete önem veriyordunuz hani, nasıl olur da masum bir çocuğu öldürürsünüz” diye veryansın ettim acizce. Artık tutunacak bir dalım, yapacak bir tartışmam kalmamıştı. Sadece basit bir acziyet belirtisiydi ağzımdan fırlayan.

“Bu konuda hiçbir rahatsızlığa kapılmayın lütfen. Çocuk öldürülmeden önce bilgisayar simülasyonlarıyla 100 yıllık mükemmel bir hayat yaşadı. Ve huzurlu bir ölüm tattı bu simülasyonun sonunda. Yaşayan birçok insanın edinemediği bir lüks olduğuna sizde katılırsınız eminim”
Kavgacı damarım parladı bir anda. Hunharca tepki verdim bu cevaba,

“Siz o simülasyonlara yaşamak mı diyorsunuz, o hayallerle yaşayınca yaşanmış mı oluyor sanki” Çığlıklarım Ceytunu etkilememiş gibi görünse de benim sinir katsayımı son derece arttırdı. Baştaki gibi çalışılmış tahrik edilmiş bir kızgınlık değildi bu, biz insanları anlayamamıştı bu ahmak solucanlar. Bizi tanıyamamışlardı buna rağmen bizleri yönetmeye çalışıyorlardı. Bunca yıldır kafamda oluşan adil yönetim tarzlarına olan güvenim bir anda yıkılıverdi. Bizler vahşi varlıklardık onlarsa sistem elemanları. Bizler rastgele varlıklardık, onlarınsa doğumları ve ölümleri çok önceden programlanmıştı. Bizler birey üzerinden yaşardık, onlarsa koloninin parçasıydılar. Bizleri yönetmeye hakları yoktu. Doğru tepemizdekiler bizleri soyuyor, aşağıdakiler de kavga ediyordu ancak bir kurt sürüsü zaten böyle yaşardı. Bütün bunlar vahşi doğamızın göstergeleriydi. Bizler sadece hayati mevzularda kullanırdık zekamızı, ilkel bir hayvan gibi atardık çığlıklarımızı. Tutkuyla, içgüdüyle savaşırdık. Hışımla çıktım görüşme odasından. Tuğrula doğru yönelttim yolumu, yolda bir mesajda Ayça’ya çekerek Tuğrulda bir toplantı yapmamız gerektiğini belirttim. O akşam vahşi doğamız hakkındaki konuşmayı yaptığım da anlar gibi salladı başını Tuğrul. “Çok haklı ve mantıklı olduğun hususlar var. Ayrıca savunması da kolay. Yer yer kibir kokuyor ki bu iyi bir şey. Kalabalıklar sever bunu. Gerçeğe de eser miktarda yakın ki bu ateşli tartışmalarına da haklılık hissi ve süreklilik katacaktır. Halk kitlelerini harekete geçirebilirsin bununla” diye konuştu hafif bir baş sallama eşliğinde. Bu Tuğrulun bende varım deme şekliydi galiba. İşte o gün İstilaya karşı isyan kararı aldık Tuğrulun evinde. Yozlaşmamın ilk adımını da o gün atmış oldum.

DEVAM EDECEK
[/b]

66
Kurgu İskelesi / Ynt: unit 731
« : 08 Ocak 2014, 16:12:10 »
Artık kaç ay önceyse bu hikayeyi okuma listeme eklemişim, uzun aradan sonra okudum. Enteresan bir hikaye gelişecek gibi özellikle Japonlar çok iyi bir konu tercihi olduğunu düşünüyorum.

İkinci bölümde özellikle dikkatimi çeken bir kaç rahatsızlık verici noktalar dışında oldukça da güzel bir hikaye.

Kurgunun gelişmesini görmek isterdim lakin bu saatten sonra devam bölümü beklemek pek mantıklı olmaz galiba.

67
Kurgu İskelesi / Ynt: Elitlerin Zevkleri (+18)
« : 08 Ocak 2014, 10:07:48 »
Başlarda "bırak sosyal mesaj vermeyi" diye düşünürken bir yerden  sonra gerçekten enteresan bir noktaya bağladın.

Güzel işlenmiş ve yazılmış bir hikaye olduğu kanısındayım. Tebrikler.

68
Kurgu İskelesi / Ynt: İstila Bölüm 1
« : 07 Ocak 2014, 16:51:32 »
İlginiz için çok teşekkürler. Olaylar daha da ilginçleşecek umarım. (En azından öyle planlıyorum)

69
Kurgu İskelesi / Ynt: İstila Bölüm 2
« : 07 Ocak 2014, 11:54:23 »
Yozlaşmak, Koray Engiçin Hatıraları Bölüm 1 Sayfa 1

Benim için her şey hastanedeki yeni doğan bir çocuğa Ceytunların el koyduğunu duymamla başladı. O güne kadar dünya devletlerini istila etmelerini oldukça uygun bulmuştum. Devlet dediğin bana göre yozlaşmış bir kurumdu. Onları ilk kurduğumuz zamanlarda bir amaçları vardı elbette bizim yapmaya erindiğimiz işleri yapacaklardı, toplu yaşamın sorunlarını çözeceklerdi. Ama bir yerde bir şey oldu ve her şey tersine döndü. Bir yerde devletler bize hizmet veren kurumlar olmaktan çıktılar. Bizi yöneten bize kim olduğumuzu söyleyen baskı merkezlerine dönüştüler. Bizlere ödevler yüklediler sorumluluklar yıktılar. Ve bağırdılar suratımıza karşı Devletin olduğu için şükret. Başımızda devletimiz olmasa çok daha kötülerinin geleceklerini söylediler. Ve bunu dünyadaki tüm insanlara yedirdiler. Buna nasıl inandık, ya da inandırıldık, hala emin değilim.

Ceytunların onlar gibi olacağını düşünmek için ahmak olmak gerekiyordu. Ceytun ırkı insanların aksine devlet kavramı için yaratılmış gibiydiler. Aile kavramları, kişisel mülkiyet kavramları, yükselme hırsları yoktu. Karınca sürüsü gibiydiler, koloninin hatırı için varlıklarının önemsiz olduklarının farkındaydılar. Ve sistemin yürümesi için hiçbir ayrıcalık gözetmediler. Hatırlıyorum “Bu tür varlıklar yozlaşamaz,” demişti Tuğrul. Onun kafası basardı böyle şeylere, başkalarının daha iyi olduğunu bildiğim konularda önderlik etmelerine fırsat veririm. Zaten beni bu istilanın başına geçiren de bu oldu. Yoksa herkesin birer Nemrut kesildiği bu dönemde tatminkâr bir halk hareketini yönetmek mümkün değildi. Tabii bütün bunlar çocuk vakasından sonra oldu. Onun öncesinde bir Ceytun sempatizanıydım dediğim gibi. Devrimin hikâyesi ise gözü yaşı bir kadınla başladı. diğer birçok şey gibi.

Çocuğunun doğumun hemen ardından alıkonulduğundan bahsetti bana yaşlı gözleriyle. O güne kadar haklarında iyi şeyler düşündüğüm Ceytunlara karşı şiddetli bir öfke hissettim bir anda. Yeni doğmuş bir çocuğu annesinden ayırmanın ne demek olduğunun farkında değillerdi. Bu kadar basit bir bilgiden nasıl bihaberlerdi. Anlayamayacaklarının farkındaydım ancak aradan geçen onca yıldan sonra Anne sevgisi gibi yaygın bir duyguyu öğrenmiş olmaları gerekirdi. Hırsla fırladım “Ceytun Yerel Halkla Etkileşim Merkezine.” Yapılan hareketin sebebini ve bunun ciddiyetinin farkında olup olmadıklarını sordum dişlerimin arasından. İlgili Ceytun her zamanki sakinlik ve soğukluğuyla sistemi inceleyerek hızlı bir cevap hazırladı benim için.

“Maalesef bahsettiğiniz çocuk da zeka geriliği bulunmakta. Bu yüzden de bilimsel amaçlarla el konulmuş vücuduna.”Konuşanın sakinliği ve önemsemez havası Ceytunların karakterlerinin bu olduğunu unutturarak öfkeye sürükledi beni. Bağırmaya başladım kontrolsüzce. Bir annenin çocuğundan ayrı kalmasının psikolojik sonuçları ve bunun gelecek hayatında yol açacağı olası sonuçlardan bahsettim. Görevli sakinliğini hiç bozmadan “Sistem ile ilgili bir şikâyetiniz varsa danışman Ceytunlardan sizin için randevu alabilirim” diye cevap verdi. Yumuşacık ve insanı sakinleştiren bir sesi vardı. Tıpkı diğer Ceytunlar gibi. O anda istediğim şey bu değildi, şu anda bağırmamdan rahatsız olmuş bana karşılık verecek küfür edecek bir canlı istiyordum. Kendimi garip hissetmeden kafa göz dalabilecek birisini istiyordum.ancak bir Ceytuna ne kadar zorlarsanız zorlayın kızamıyorsunuz. Her halleri konudan sorumlu olmadıklarını bağırıyor sanki. Koduğumun solucanları…

Ceytunların ilk günden beri nefret ettiğim tek yanlarıydı bu. Hiçbir olay kişisel değildi onlar için. Biraz hakkaniyetli bir fıtratınız varsa herhangi bir Ceytuna asla kızamazdınız. O sadece sistemin ona emrettiğini yapmış olurdu her seferinde. İşin komik yanı ise sistemin hiçbir Ceytuna bağlı olmamasıydı. Ceytun yönetimi tamamıyla önceden kurulmuş bir sisteme dayalıydı ve hareketlerin hiçbiri için sorumlu bulamazdınız. Her türlü olası gelişme düşünülmüş, tepki protokolü hazırlanmış ilgili Ceytunun beynine eğitim sürecinin bir parçası olarak yüklenmişti. Böyleydi onlar, sistem elemanları. Eğer bir dine inanıyor olsaydı Ceytunlar bu kesinlikle sistemin kendisi olurdu.

Ama en kötüsü elbette bu değildi. En kötüsü şeffaflıklarıydı.  Bir yönetim örgütünün şeffaf olmasının önemli olduğu kanısındaydım. En azından Tuğrul böyle olduğu hususunda beni ikna etmişti bir zamanlar. Ancak Ceytun hükumetinin şeffaflığı onlarla olan ilk savaşımdan beri beni çılgına çeviriyordu. Ceytun'ların sahip oldukları her şeyi inceleme hakkına sahiptik o zamanlar. Silahlarına, üretim tekniklerine, makine bilgilerine tam ulaşım hakkımız vardı. Merak ettiğimiz her şeyi sorabilir her konuda tam detaylı cevapları alabilirdik. Hatta öyle bir raddeye gelmişti ki artık cevabı bilen insanlar yerine soru sorabilen insanlar yetişmeye başlamıştı. Tabi biz isyancılar için bu cevapların hiçbiri hiçbir işe yaramıyordu. Mesela ilk isyanımız için silahları Ceytun cephanesinden almaya karar verdik. Bu son derece zeki planımızı gerçekleştirmek için “Saldırı amaçlı savaş aletleri” başvurusunda bulunmuş hepimizi silahlandırmaya yetecek kadar silah ve cephane almış bunlarla bir gece baskını planlamıştık. Operasyon saatine kadar gene onlardan aldığımız şarapları içerken aptallıklarıyla alay ettik. Ve saldırıya geçtiğimizde Ceytun plazma silahlarının Ceytun biyolojik yapılarında tamamıyla işlevsiz olduklarını fark ettik. Aslında biraz düşünseydik herhangi bir Ceytunun kendi ırkına zarar verebilecek bir silah üretmeyeceğini anlayabilirdik. Daha önce söylemişmiydim? Biz o zamanlar pek düşünmüyorduk. Tabi planımız baştan sona bir felaket olmuştu. Biz onlara çılgınlar gibi ateş ederken sakince üzerimize gelip silahları elimizden almışlar ve savaş aletlerine ulaşımlarımızın sınırsız olarak engellendiğini söylemişlerdi.

Şimdi düşünüyorum da bütün savaşım bu olayın ardından gelen kaybetmemiş olma çabasıydı. Bir yerden sonra bunu fark etmeye başladığımda  ilk yozlaşma izlerini görür gibi oldum üzerimde. Şu anda halkımın liderliğini yaparken ise bütün bunları düşündükçe kahroluyorum. Yozlaşmış bir liderim ben maalesef. Dünya hükümetlerinin yozlaşmasından o kadar çok bahsettim ki kendi yozlaşma ihtimalimi hiç düşünmemiştim.

İsyan etme fikri ilk Tuğrul'dan çıkmıştı galiba. Evet ondan çıkmıştı eminim. Ama işin garibi, isyan başladığı andan itibaren neredeyse her hareketimin karşısındaydı Tuğrul. Sürekli yöntemlerimden şikayet ediyor, Ceytun'larla Ceytunların kendi yöntemleriyle savaşmanın saçmalığından falan bahsediyordu. Hiç anlamamıştım onu o zamanlar, şimdi bile tam olarak anladığımı sanmıyorum. Ama içime bir hançer gibi saplanan sorusunu çok iyi hatırlıyorum. “Başa geçsen Ceytun'lardan farklı olabileceğini mi sanıyorsun bu halkın”  Tuğrul sözlerini ne kadar ciddiye aldığını kafasında bir kurşunla göstermişti bizlere. Bu eski dönem silahlarından kaldığına şaşırdığımızı çok iyi hatırlıyorum.

70
Kurgu İskelesi / Ynt: Toy Olan
« : 06 Ocak 2014, 22:11:55 »
Yorumunuz için teşekkürler. Hikayelere kaptırıp dışarıya maceraya çıkmak istemeye başladığım zamanlarda kendime ders olsun diye yazmıştım bu hikayeyi. :D

71
Kurgu İskelesi / Ynt: Yarınya
« : 06 Ocak 2014, 18:15:10 »
Gene mit ve gene gülmekten kırdıran bir hikaye. Hikaye gerçekten başarılı ama kafama takılan bir şey var eğer gezegeni hareket ettirebiliyorlarsa (ki hareket ettirebildiklerini biliyoruz zira dünya'yı götürüp yerine Yarınya'yı getirdiler.) neden güneşten uzaklaşmak için kullanmadılar ki bunu.

72
Kurgu İskelesi / Ynt: Toy Olan
« : 06 Ocak 2014, 17:53:47 »
O kadar aradan sonra bu yazıya artık yorum beklemiyordum açıkçası. Baya şaşırdım "Okumadığım Konular"da görünce. :D

Felsefi diyebilirmiyim bilmiyorum ama içsel konusunda kesinlikle haklısınız. Aksiyon yazmayı başaramıyorum maalesef, o yüzden daha çok sakin içsel anlatımları tercih ediyorum. Biraz içeride yaşayan bir insan olmamdan kaynaklanıyor olabilir. :D


73
Kurgu İskelesi / Ynt: Şizofren
« : 04 Ocak 2014, 23:42:50 »
Çok güzel olmuş. Tebrik ediyorum. Psikologla konuşurlarken aslında psikolog şizofrenisinin sonucu olsa ne kadar güzel olurdu diye düşünmüştüm gerçekleşmeyeceğini bilme umutsuzluğuyla, ama gerçekten öyle bitmesi çok hoşuma gitti.

Bir soru: Nasıl tek başına ırkını çoğaltacak ki?

74
Müzik / Ynt: Günün şarkısı
« : 02 Ocak 2014, 01:01:07 »
İçelim tanrıların huzurunda, cıgara

75
Eğlence & Mizah / Ynt: Bugün Ben Şunu Öğrendim:
« : 01 Ocak 2014, 12:03:06 »
Bugün donup ölmediysem bi' daha kolay kolay ölmeyip dünyaya çivi çakabileceğimi öğrendim.

Sayfa: 1 ... 3 4 [5] 6 7 ... 26