Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Ancient

Sayfa: [1]
1
Müzik / Ejderha Mızrağı Konulu Parçalar
« : 18 Ağustos 2016, 16:12:36 »
Merhaba,

Ejderha Mızrağı'nı ilk okuyana kadar, beni kendisine bağlayan ve rüyalarıma kadar uzanacak bir kitap olmamıştı. Bu muazzam seriyle küçük yaşta tanışmanın verdiği mutlulukla, Ejderha Mızrağı ile ilgili çok fazla araştırma yapmaya başladım. Müzik bunlardan biriydi elbette ve çok da uzak olmayan bir zamanda oluşturduğum, küçük ama etkili bir liste yaptım.

Ejder Mızrağı konulu birkaç parçayı sizlerle de paylaşmak istiyorum.

Blind Guardian - The Soulforged
Pyramaze - Caramon's Poem
Lake of Tears - Raistlin and the Rose
Dargaard - Rise and Fall
Dargaard - Takhisis Dance
Nightwish - Wishmaster

Sevgiler,

2
Oyunlar / Total War: Rome 2 Live-Action Videosu Yayımlandı!
« : 02 Temmuz 2012, 17:33:05 »

Total War: Rome 2'yi beklediğimiz şu günlerde, oyun için ortaya çıkan pek çok materyalin oyuna olan ilgiyi ve heyecanı daha çok arttırıyor. Öyle ki, Total War Türkiye olarak da yayınladığımız makalelerin bu konuda katkısı oluyor tabii ki. Örneğin, "Total War: Rome 2 söylenti mi?" adlı makalemizde oyunun çıkma ihtimallerini sizlere sunmuştuk. Zaten içerikte bahsettiğimiz tüm durumları hep yaşadık, yaşıyoruz. Bugün IGN'nin YouTubesayfasında yayımlanan bir live-action videosu ise oyuna olan bu ilgi ve heyecanı doruk noktasına taşıyacak cinsten.

Total War: Rome 2'nin Rome: Total War II - Face of Rome adıyla yayımlanan bu live-actionda, dönemin entrikalarını hem sert ve hem de müstehcen bir şekilde gözler önüne seriyor. Dönem hakkında her ne kadar fazla bilgiye sahip olduğumuzu bilsek de, şuana kadar oyun hakkında yayımlanan materyallerin nirvanası olduğunu kabul etmek gerekiyor. Çok başarılı bir şekilde hazırlanmış senaryosu ve kostümleriyle izleyenleri kendisine hayran bırakan Rome: Total War II - Face of Rome'u aşağıdaki oynatıcıdan izleyebilirsiniz.

İyi seyirler dileriz...

Rome: Total War II - Face of Rome'u izlemek için tıklayınız.

[Kaynak: Total War Türkiye]

3
Kurgu İskelesi / Hikâye II - Yeraltı Krallığı
« : 01 Temmuz 2012, 15:02:45 »
Selam dostlar,

İlk hikâyemin ardından sizlerle ikinci hikâyemi de paylaşmak istiyorum. Bu hikâye de biraz eskidir. Yine eksik gördüğünüz yerleri ve içinizden geçen, "Şu da olsaydı, iyi olurdu." gibisinden yorumlarınızı bekliyorum. Tabii bunuın yanında hikâyeyi beğendiniz mi, onu da söylerseniz sevinirim. :)

Hikâyeyi biraz okuduğunuzda karakterlerden bazılarının Torhurm Asilleri adlı hikâyede geçtiğini de farkedeceksiniz. Devamı niteliğinde diyelim. O olaydan seneler sonra geçen... :)

Teşekkürler.
-

Yeraltı Krallığı

"Bahsedilen yer, sadece korkuyu yaymıyor. Yıllar boyu krallar ve soylular, ordularını hep o yöne doğru yönelttiler, ama hiç geri dönen olmadı. Onlara ne olduğunu hiç kimse bilmiyor. Bu krallar ve soylular, gittikleri yerde, kendilerini nelerin beklediğini bilmiyorlardı. Korku mu, ölüm mü? Yaşadığımız dünyada, ne yazık ki bunun sadece bir tanesi biliniyor: Ölüm! 

Oraya gidenleri sadece, ama sadece, ölüm bekliyor..."  diyordu, yaşlı adam.
 
Omilegath Halkı her zaman olduğu gibi çok sakin bir gün yaşıyordu. Tertemiz dağ ve güzel bitki kokan havası itinayla hazırlanıp, birbirine sıkı sıkı tutunacak şekilde tutucu maddeyle birleştirilmiş taşlardan inşa edilen binaların arasında dolanıyordu. Tüccarların adaletli ticaret yaptıkları, bölge halkının huzur ve barış içerisinde uzun yıllar yaşadığı bu topraklar, Omilegathlılar'ın refah içerisinde yaşamasına olanak sağlıyordu, ama bu varlık kendiliğinden elde edilmemişti. Omilegath Tarihi’nin en büyük kralı olan Telron, öldükten sonra, insanlarına çok değerli olan bu şeyleri bırakmıştı. Telron adına öylesine çok destanlar, şiirler, ağıtlar, masallar anlatılıyordu ki, bu durum Telron’u ne kadar yüceleştirdiklerinin bir kanıtı olarak tarihe yazılmıştı. Adından çok söz ettiren bu büyük kral kimdi? Omilegath’ı refaha ve huzura ulaştıran, adının tarihe altın harflerle yazdırmış olan bu kral.
 
Kral her zaman olduğu gibi yine sahip olduğu toprakların gelirlerini ve giderlerini inceliyordu. Yanında bulunan şık giyimli danışmanlar da eşlik ediyorlardı. Son hasat zamanından sonra, tarla işlerine daha da ağırlık verildi. Çünkü Omilegath’ta tarım çok iyi bir gelir kaynağıydı. Her hasat zamanında, umulduğundan çok mal toplanıyordu ve bu da kralın ve halkın yüzünü güldürüyordu. Telron, tarım listesini kontrolünden sonra ticaret gelirlerine de göz attı. Ticaretten gelen bol miktarda altın orduya ve ülkenin mimarisine harcanıyordu. Bu nedenden ötürü de Omilegath Ordusu’nu alt etmek o kadar da kolay değildi. Çünkü orduya harcanan miktar, mimariye harcanan miktardan daha yüksekti. Kılıç, zırh, kalkan, ok ve yay gibi silahlar bizzat Omilegath demircileri tarafından yapılıyordu. Bu silahlar askerlere verilmeden önce birer birer kontrol ediliyordu. Sağlam olması önemliydi. Ordunun savaşın çeyreğinde yok olmasına göz yumulamazdı. Ordudaki bu mühimmat kontrolü, disiplini de beraberinde getiriyordu. Ordudaki disiplin, Telron için çok önemliydi. Zira onun için disiplinsiz bir ordu, susuz bir toprağa benzerdi. Bu benzetmeyi yapmasının sebebi de bir bakıma inancıyla ilgiliydi. Omilegath halkı aşırı bir doğa inancına sahipti. Onlar için doğada var olan her şey bir ruha sahipti ve doğadan elde edilen her araç-gereç ve eşya kutsal bir değer taşırdı. Askerlerin zırhları, kılıçları ve diğer mühimmatları onlara doğanın ruhunu katar ve savaşlarda daha başarılı olmalarını sağlardı. Ağaçtan yapılan yaylar ve oklar da düşmana öyle bir acı verirdi ki, düşmanın aklında bir daha bu topraklara ayak basma düşüncesi geçmezdi. Kral bu durumdan o kadar emindi ki, her gelen saldırıyı başarılı bir şekilde savuşturmuştu. Omilegath halkı, Telron’u neredeyse ölümsüz olarak düşünüyordu. Ta ki Telron ve ordusunun bir gün yeraltına açılan kapısı olduğuna inanılan bir mağaradan geçtiği güne kadar.
 
Omilegathlı bir bilgine sorarlar:
- Saygıdeğer Autras, sizce ölümsüzlük gerçek midir?
Autras, hafif bir tebessüm eder ve şöyle der: 
- Bir gün hepimiz ölümsüz olacağız, ama o gün ölümsüzlük ya acı ile elde edilecek ya da mutluluk ile. Gerçek olan bir şey var ki; o da bu ölümsüzlüğün ne zaman geleceğini bilmememizdir. 
 
Telron ve Yeraltı Krallığı
 
Kral Telron, bir gün ansınızın on iki kişilik bir grubu peşine takarak mağara kapısından yeraltına doğru inmekteydi. Ama o, bu yolun nereye gittiğini bildiğinden tereddütlü ilerliyordu. En azından efsaneler böyle davranması için zorluyordu. Sadece basit bir mezarlık gibi görünüyordu ama efsaneler daha kötüsünden bahsediyordu. Tek sıra oluşturmuş grubu ile dar yollardan yerin altına doğru iniyordu Telron. Zemine yaklaştıklarını bilmeden ve bu anlam veremedikleri yere ilerlemeye devam ediyorlardı. Bu ilerleme, askerlerde korku ve endişe uyandırıyordu. Gittikçe daralan yollar sebebiyle, askerler daha da korkmaya başlıyor ve nefes alamaz hâle geliyorlardı. Üzerlerindeki çelik levhalardan oluşmuş zırhlar da bu duruma eklenince, yorgunlukları daha çok artıyordu. En önde giden Telron, sonunda zemine adımını atmıştı. Kalbindeki endişe duygusu biraz olsun azalmıştı, ama bu dar yolları tekrar, yukarı çıkmak için kullanacaklarını da aklında çıkaramıyordu. Kral zemine ilk inen kişi olduğu için zemindeki tehlikeleri ilk olarak o karşılamak zorundaydı. Aşağıya inen küçük bir birliği üçe ayıran Telron, karşılarındaki üç kapıdan ilerlemelerini ve keşif yapmalarını emretti.
 
Telron akıllı bir insandı. Askerlerinin yanına, coğrafya bilgisi iyi olan ve haritalamada usta kişiler almıştı. Böylece geçtikleri yolları kaydedecekler ve kaybolmayacaklardı. Ayrıca mağarada yaşadıklarını kaydedecek olan edebiyatçıları da yanına almaktan kaçınmadı. Üç gruba ayrılan birlik ilerlemeye devam etti. Etraflarını çok iyi gözetleyen askerler, herhangi bir tuzağa yakalanmak istemiyorlardı. Aşağı inerken hissettikleri o korku ve endişe azalmıştı. Çünkü artık zemindeydiler ve o dar geçitlerden geçmiyorlardı. İlerledikleri bu yerler karanlık olsa bile, yanlarında getirdikleri meşalelerle aydınlatmaya çalışıyorlardı. Orta geçitteki askerler ilerledikçe, burunlarına gelen kokular midelerini bulandırıyordu. Ne olduğuna dair fikirleri olmayan askerler bu mide bulandırıcı iğrenç koku içerisinde ilerlemeye devam etmeye çalışıyorlardı. Bir süre daha ilerledikten sonra, karşılarına çürümüş olan bir takım cesetler çıkmıştı. Askerler, bu cesetleri incelemek için yanlarına gittikçe koku daha da çok artıyor, hatta bazı askerler kusuyordu. Bu durum karşısında daha da çok tereddüt yaşayan askerler ilerlemekten kaçınıyorlardı, ama ilerlemek zorundaydılar. Çürümüş olan cesetleri geride bıraktıkça, koku azalıyordu ve bu da askerlere biraz olsun moral veriyordu. Telron’un izlediği yolda, bu tarz, duraksatacak şeyler yoktu; sadece böcekler ve fareler vardı. Bu da, ne askerlere, ne de Telron’a engel olmuyordu. Askerler ilerledikçe kendilerine doğru gelen böcek ve fareler eziliyordu, ama askerler bunların farkına varmıyordu. Çünkü etrafı kontrol ediyorlardı, dikkatlice inceliyorlardı. Sağdaki yoldan ilerleyen askerler ise diğerlerine göre, biraz daha rahattılar. Çünkü ilerledikçe duvarlara yerleştirilmiş meşaleler burada yaşayanların olduğunu düşündürüyordu.
 
"Dünya, yaşamak için çok zor bir yerdir. Bu zor hayat, sadece yaşamasını bilenlere acıyor. Günahkâr olanlar ise, Yeraltı Tanrısı Akutesha’nın zindanlarında, sonsuza kadar acı içerisinde çürümeye mahkûmdurlar!
Omilegath Yazıtları, I"

Telron’un üç gruba ayırdığı küçük birlik, nereye gittiklerinden habersiz ilerlemeye devam ediyorlardı. Devam ettikçe edebiyatçılar olayları sayfalara geçiriyor, coğrafyacılar gittikleri yolları haritalandırıyordu. "Yüce bilge, çok merak ettiğim bir şey var. Telron ölecek mi?" Diye sordu küçük bir çocuk aniden. Yaşlı bilge, bu ufaklığa tatlı bir tebessüm etti ve şöyle dedi. "Seni meraklı ufaklık. Hikâyeyi bana baştan mı anlattırmak istiyorsun? Biraz sabırlı ol. Evet, nerede kalmıştık?"

Telron, ilerledikçe içindeki tuhaf hisler daha da artmaya başlamıştı. Askerler, mağara hakkında anlatılan efsaneleri kendilerine moral vermek için tekrar dillendiriyorlardı. Bu mağara hakkında anlatılanların gülünç olanları da vardı, korkunç olanları da. Kesin olan bir şey vardı ki, hiçbiri doğru değildi. Ta ki bu grup mağaraya girene kadar. 

Telron ve askerleri artık sıkılmaya başlıyordu ve gittikleri yolun sonunda, onları iyi bir şeyin beklediğini umuyorlardı. Grup bir süre ilerledikten sonra, geniş bir odada tekrar yolları birbirine kesişmişti. Telron bu durum için çok mutlu olmuştu bir an. Ama eksik olan bir şey vardı. "Numaren! Askerleri düzene al, kaç kişi burada?"
Numeran aniden etrafına bakındı ve az sayıdaki kişiyi çevresine toplamaya başladı. "Emredersiniz efendim! Herkes düzene girsin. Acele edin!"

Numaren, askerleri düzene aldıktan sonra kendisi de sıraya katıldı ve hepsi Telron’a şaşkın şaşkın bakmaya başladı. Telron bu sırada mağaraya giren asker sayısına eşit bir birlik saymayı umuyordu. Ne yazık ki umduğunu bulamayan Telron, bir an duraksadı ve bulundukları yere çıkan üç kapının, üçünü de tekrar gözlemlemek istiyordu. Aklına bu durum karşısında birçok seçenek geliyordu ve bir köşeye çekilip, kendi kendine şöyle söyleniyordu. "İçeriye girdiğimizde bu kadar az değildik. Diğer askerlerin bunu fark etmemesi ise beni şaşırtan diğer bir unsur oldu. Gelemeyen askerlere neler oldu? Kaybolmuş olabilirler ya da ölmüş olabilirler, ama kaybolmaları imkânsız. Diğer askerler burada olduğuna göre, onların ölmesi gerekiyor ya da oldukları yerde bekliyor olabilirler. Diğer bir seçenek geri dönmeleri. Bu kapıları tekrar tek tek gözlemlemem gerekiyor. Bu askerler benim sorumluluğumda."

Telron, akıllı olduğu kadar sahip olduğu şeylere de değer veren bir insandı. Ordu ona aitti ve onun sorumluluğundaydı. Kayıp askerleri aramak için geldikleri kapıları tekrar gezeceklerdi. Yanına iki asker aldıktan sonra, geri kalan askerleri Numaren’in emrine verdi ve yola devam etmelerini söyledi. "Numaren, ben kaybolan askerleri bulmak için bu kapıları tekrar araştıracağım. Geri kalan askerleri yanına al ve yola devam et. Edebiyatçılar ve coğrafyacılar ise görevlerini yapmaya devam etsinler." Numeran itiraz etmeye başladı. "Ama efendim, bu çok tehlikeli! O askerlerin kaybolmaları bir tehlikeyi çağrıştırıyor olabilir."

"Hayır, Numaren. Onları yalnız bırakamam. Onlar hem benim askerlerim, hem de benim halkımdan. Bununla birlikte çifte bir sorumluluğu sırtıma almış olurum ki, böyle  tuhaf bir araştırma uğruna onların ölmelerine izin vermemeliyim."
"Ama efendim…"
Bu sefer sert bir ses tonuyla karşılık verdi, Telron. "Numaren! Dediğimi yap ve bu yola devam et. Eğer bizi bulamazsanız, ne yapın, ne edin bu mağaradan çıkın." Asker bu itiraz etmeden emirleri uygulamaya koyuldu. "Emredersiniz efendim."
"Unutma Numaren, ne olursa olsun pes etmeyin!"

Numaren, bu konuşma sonrasında peşine taktığı askerlerle bir süre dinlendikten sonra ilerlemeye devam ettiler. Telron, yanındaki askerleriyle birlikte kendisinin çıktığı kapıdan araştırmaya başlamışlardı.
İnsanlar o kadar endişeli varlıklardır ki, duydukları küçük bir ses bile onlara tehlikeli gelebilir.

Tuhaf Sesler, Kokular ve Rengrok ile İlk Karşılaşma

Telron, yanındaki birlikleri kendi geldiği geçitten ilerlemeye başladı. İlerledikçe askerlerdeki korku çok yüksek doruklara ulaştı ve kendi kendilerine konuşmaya başladılar. Kendi kendilerine sorular sorarak korkularını dillendiriyorlardı. Telron, bu davranışlarından endişe duymaktadır ve içinden şöyle söylemiştir. "Bu askerlere neler oluyor böyle? Yüce Rengrok bizi koru."

Telron’un bu endişesi aslında boşa değildi. O da çok iyi biliyordu ki, bu mağarada çok gizemli ve bir o kadar da korkutucu olaylar oluyordu. Bunların üstesinden gelmek ise ayrı bir sorundu. Ama henüz hiçbir şey belli değilken bile Telron, olabilecek ters bir duruma karşı hazırlıklıydı ve askerlerinin de buna hazırlıklı olmaları için nasihatler veriyordu. "İlerledikçe daha da fazla korktuğunuzu ve endişelendiğinizi görüyorum. Kendinize hâkim olmazsanız elinizdeki her şeyi kaybedersiniz. Eğer elinizdekileri kaybederseniz, ya ölürsünüz ya da köle düşersiniz. Bu belki bizim diyarlarımızda olmuyor ama eğer dışarı çıkabilirsek ve siz hâlâ böyle olursanız köle tacirleri için para kesesi hâline geleceksiniz. Diyeceğim şu ki, kendinizi kontrol edemezseniz, umutsuz bir duruma düşersiniz. Bu durum sadece sizi değil, yaşlılarımızı, kadınlarımızı ve çocuklarımızı etkileyecektir."
Askerlerin duydukları bu sözler, onlara biraz olsun cesaret vermişti. İçlerindeki korku, neredeyse yok olmuş gibiydi ve korkusuz bir şekilde önde ilerleyen krallarını, emin adımlarla takip etmeye başlamışlardı. 

Biraz ilerledikten sonra Telron’un burnuna mide bulandırıcı bir koku gelmişti. İlerledikçe artan bu kokunun kaynağı çok merak ediyordu. Bir süre daha ilerledi ve sonunda kokunun kaynağını buldu. Buldu bulmasına ama karşılaştığı görüntü çok hoş değildi. Bu iğrenç kokunun kaynağı bir grup insan cesediydi. Bu cesetleri yakından görmek için biraz eğilen Telron, kokunun birden artmasından dolayı kustu ve tam düşecekken, askerleri Telron’un kollarından tutup, düşmesini engellediler. Telron’u bir köşeye oturtan askerlerde cesetlerin kokusundan etkilenmişlerdi ama Telron kadar etkilenenleri yoktu. Bir süre sonra Telron kendine gelip gözlerini açtığında, etrafında kimseler yoktu. Bulunduğu yere gelirken yanına aldığı askerlerin hiçbiri yoktu. Kısa bir şaşkınlıktan sonra ayağa kalkan Telron, yola devam etmek için adımını attığı yer çatladı ve yüksek bir gürültü ile bulunduğu yer parçalanmıştı. Düştüğü yeri daha önce bu mağaraya girdiğinde hiç görmemişti. Bu yollardan da geçmemişti. Bir süre etrafına bakındıktan sonra kendi kendine şöyle söylendi. "Yüce Rengrok! Burası da neresi böyle? Nereye düştüm ben? Önce bir koku ve kusmanın ardından kendime geldiğimde benimle birlikte gelen askerlerimden hiçbiri yoktu etrafımda. Neler oluyor? Neler oluyor?"

Telron, bu durum karşısında biraz korkmaya başlamıştı. Aslında böylesine cesaretli bir erkeğin korkmayacağını da kimse söyleyemezdi. İnsanlar korkularını, ruhları ile yaşar ve ruhlarıyla cesaretlenirler. Ne de olsa bir ölümlü ve bir ölümlüye bahşedilen tüm duyguları yaşamak zorundaydı. 

Telron, bir süre kendi kendine konuştuktan sonra yoluna devam etmek için ayağa kalktı ve bu sefer de bastığı yerin çökmemesine dikkat ediyordu.

Bir süre dikkatli bir şekilde ilerleyen Telron’un kulağına seçemediği bir ses geliyordu. Bu sesin söylediği. "İlerle… İlerle Telron… Korkusuzca ilerle… Bana yaklaşıyorsun… Yaklaştığın yer çok korkutucu ama seni mutlu edebilecek bir yer… İlerle, ilerle…"

Telron, bu sesi duyduktan sonra ürpermişti. Aslında ürpermemekte elde değildi. Bu ses öyle bir sesti ki, duyan kişinin içini ürpertiyordu. Kim bilir belki de, onu ölüme götüren bu sestir.

Telron, sesi duyduğu yere doğru ilerledikçe içindeki korku ve endişe daha da çoğalıyordu. Gördüğü; aydınlık bir mekân ve duyduğu; korkutucu ama bir o kadar da rahatlatıcı seslerdi. Işığın geldiği yöne doğru ilerlemesini söylemekte ısrarlı bir tavır sergileyen bu sese çok iyi kulak veriyordu Telron. Sonunda kendisini neyin beklediğini bilmiyordu ama yine de orayı çok merak ediyordu ve ulaşmak istiyordu. İlerledikçe ses artıyor ve ışık daha da göz kamaştırmaya başlıyordu. Telron kendisinden öylesine emin ilerliyordu ki, geri dönmeyi aklının ucundan bile geçirmiyordu.

Bu sırada, Telron ile mağaraya giren askerlerin durumu çok kötüydü. Hepsi sadık birer asker olmasına rağmen, günahlarından dolayı günah tanrısı Tephunus tarafından cezalandırılacaklardı. Askerlerin o sarsıntıda düştükleri yer, Telron’un gittiği yere hiç ama hiç benzemiyordu. Bu mekân daha korkutucu ve oraya giren askerlerin içini, korkudan resmen kazır gibiydi. Askerlerin her biri öylesine korkmuştu ki, birçoğu ağlamaya bile başlamıştı. Ağlarken dualar ediyorlar ve Tephunus’tan af diliyorlardı. Ne var ki, Tephunus onları dinlemiyor ve askerlerin cezalandırılacağı yeri hazırlamaya koyulmuştu bile. Askerler hiç kımıldayamıyor ve oldukları yerde haykıra haykıra dualar ediyor ve af dilemeye devam ediyorlardı. Bu sırada çok büyük bir ışık patlaması ile ortalık aydınlandı ve bu ışık öylesine parlaktı ki, askerler gözlerini açmaya çalıştıklarında, öylesine bir ağrı giriyordu ki; gözlerini kapatmak zorunda kalıyorlardı. Kısa bir süre bu ışık ortamı aydınlattıktan sonra askerler gözlerini açtı ve karşılarında Rengrok’u gördüler. Omilegath tarihinin en büyük tanrısı olan Rengrok’tan af dilemeye başlayan askerlere şöyle seslendi. "Sizi ben kurtaramam. Hiçbiriniz Telron kadar Tanrılara sadık değildiniz. Omilegath diyarlarını uzun süre ayakta tutan onun inancıydı. Peki siz ne yaptınız? Ona karşı geldiniz ve kendinize başka inançlar ürettiniz. Sizler şimdi bu mağaradan çıkacaksınız, ama bir daha asla buraya girmeye kalkışmayın. Eğer buraya bir insanoğlu daha girmeye kalkışırsa, yok olmaktan kurtulamazsınız."

Askerler bu sözlerden sonra utanmış ve korkmuşlardı. Rengrok’un yüzüne bile bakamıyorlardı. İçlerinden biri buna cesaret edip Rengrok’a şöyle bir soru sordu. "Peki, bizi neden serbest bırakıyorsunuz? Bunda etken kim?"
Rengrok derin bir iç çekti. "Arkasından işler çevirdiğiniz, onu öldürmek istediğiniz kişi. Telron’a, Tanrılar’ın mekânına girmeden önce son olarak ne istediğini sordum ve bana; “Askerlerimi serbest bırak ve halkıma dokunma.” dedi. Ben de şimdi bu değerli insanın söylediğini yapıyorum ve sizleri serbest bırakıyorum."

Askerler bunu duyunca gözlerinden yaş gelmeye başladı ve içlerindeki hırs ve öfke birden gidiverdi. Bu durum karşısında Rengrok tekrar şöyle dedi. "İşte bundaki etken de Telron. O artık bir Tanrı ve ona itaat etmek zorundasınız. Gidin ve bunu tüm Omilegath halkına söyleyin."

Rengrok, elindeki asasını kaldırdı ve yere çok şiddetli bir şekilde vurdu. Askerler kendilerini birden geriye attılar ve bir ışık gözlerini kamaştırmaya başlıyordu. Bu ışık içerisinden Telron’un kendisi son kez bu askerlere gözüktü, çok üzgün, ama bir o kadar da sevinçliydi. Atalarına kavuşmuştu. Daha sonra, askerler gözlerini açıp kapayıncaya kadar mağaranın dışarısında buldular kendilerini. "Hikâyenin sonu işte böyle çocuklar. Dışarıya çıktığımızda, Omilegath’ın havasındaki muhteşem koku burun deliklerimizden içeri giriyordu."

"Yü… Yüce Bilge… Bir dakika… Sen de mi oradaydın?"
"Ah! Kendimi ele verdiğimi biliyordum."
"Sen de o askerlerden biri miydin?"
"Evet. Ben de o askerlerden biriydim ve şimdi buradayım."
"Bunu neden baştan söylemedin?"

"Çünkü o zaman bana inanmazdınız. Bunları bir kenara bırakalım çocuklar. Benim orada olmam önemli değildi. Sizin asıl bilmenizi istediğim şey, Telron. Bizim ona karşı yaptığımız şeylerden sonra bile, bizi hiç yalnız bırakmadı. Ona daima inanın çocuklar, daima inanın. O hep sizinle olacaktır."

4
Müzik / Trobar de Morte
« : 14 Haziran 2012, 12:57:20 »

Ülke: İspanya
Kuruluş: 1999
Tür: Medieval Fantasy Folk
Tema: Atmospheric Gothic

İspanyol bir sanatçı olan Lady Morte'nin projesi olarak, Orta Çağ ve Fantastik dünyalardan esinlenerek kurulan bir müzik grubudur. Çok hassas bir müzik türüne sahip olan grup, müziklerinin geniş kültüre sahip olduğunu göstermek için birçok kültüre ait çalgı türü ile müzik yapmaktadırlar. Bu tarz müzik dinleyen biriyseniz bu grubu seveceğinizden eminim.

Grup Üyeleri

Lady Morte
José Luis Frías
Armand
Marta Ponce
Fernando Cascales

Trobar de Morte Resmi Site: www.trobardemorte.com/
Trobar de Morte Myspace Sayfası: www.myspace.com/trobardemorte

5
Müzik / Bal-Sagoth
« : 09 Haziran 2012, 11:57:51 »

Klasik bir girişle başlayayım...

Bal-Sagoth, Byron Roberts tarafından kurulan İngiliz senfonik black metal grubudur. Şuana kadar görüp, dinleyebileceğiniz en iyi fantastik senfonik black metal müzik yaparlar. - Uzun bir tanım oldu. - Death metal öğelerinin de bulunduğu projenin isim ve söz kaynağı aslında bir kitap. Evet. Conan the Barbarian'ın yaratıcısı Robert E. Howard tarafından yazılan The Gods of Bal-Sagoth adlı kitaptan etkilenen Byron Roberts, projelerinin ismini Bal-Sagoth koymaya karar vermiştir. 1993 yılında ilk demolarını çıkaran grup, daha sonra 1995 yılında ilk tam sürüm albümleri olan A Black Moon Broods over Lemuria'yı çıkardı. Senfonik müziğin tavanına vurmuş Bal-Sagoth, 1996'da Starfire Burning upon the Ice-Veiled Throne of Ultima Thule; 1998'de Battle Magic; 1999'da The Power Cosmic; 2001'de Atlantis Ascendant ve 2006'da da The Chthonic Chronicles adlı albümlerini çıkardı ve gittikçe ünlendi, dinleyicisi arttı. Yaptığı müziğin fantastik kesime hitap etmesi grubun en önemli özelliklerinden biri olarak kabul edilse de, "yaptıkları sanatın farkında olan" nadide insanlardan oluşur.

Bal-Sagoth Grup Üyeleri

Chris Maudling - Bass (1989-1994), Guitars (1993-hâlâ)
Byron Roberts - Vokal (1989-hâlâ)
Jonny Maudling - Davul (1993-1998), Klavye (1998-hâlâ)
Alistair MacLatchy - Bass (Canlı performans) (1996-1998), Bass (2010-hâlâ)
Paul Jackson - Drums (2007-hâlâ)

Bal-Sagoth - Myspace
Bal-Sagoth - Twitter
Bal-Sagoth - Facebook Grubu
Resmi İnternet Sitesi
Reverbnation sayfası

6
Kurgu İskelesi / Hikâye I - Torhurm Asilleri
« : 09 Haziran 2012, 09:20:04 »
Selam dostlar,

Aşağıda okuyacağınız hikâye, yaklaşık 4 seneliktir. Çok uzun zaman önce yazdım, eksiklikler ve hatalar görürseniz belirtmekten kaçınmamanızı rica ediyorum. Torhurm Asilleri'ni beğenirseniz, bir diğer hikâyemi de sizlerle paylaşmak istiyorum. Onun üstünden de 2 yıl gibi bir zaman geçti. :) 

İyi okumalar dilerim.

-

Torhurm Asilleri
 
Savaş bir kez daha Torhurm’u sarmak üzere. Uzunca bir barış dönemi, bazı kötü niyetli insanların barış ortamından bıkmasını sağlamıştı ve Torhurm’u tekrar o eski ihtişamlı ama ezici savaşlar ile baş başa bırakmak ve bu dünyayı korkunun ve art niyetliliğin hâkim olduğu bir yere dönüştürmek onların tek amacıydı. Ama bunu yapmak bu kadar kolay olmayacaktı. Çünkü karşılarında Torhurm’a barış sağlayan birçok barış yanlısı kral, soylu, savaşçı, köylü gibi sınıflara ayrılmış insanlar bulunuyordu. Bunu engellemek için hiçbiri ölmekten korkmuyor ve düşmanların üstüne olabildiğince güçlü bir şekilde atılıyorlardı. Bu insanların istediği barış ortamı ve kötü niyetlilerin istediği zalim bir dünya, ortamdaki kaosu yeterince arttırmıştı. Ardından gelecek olan savaşlarda bu kaos ortamına çok acı bir tat katacaktı.

Gromi Krallığı’nın o yıkıcı zulmü, Halun Krallığı’nı oldukça zayıf duruma düşürmüştü. Bu iki krallığın uzun yıllar yaptığı savaşlar hem dünyanın zayıf düşmesine hem de tanrıların büyük öfkesine neden olmuştu. Bu iki krallığında kendilerine has tanrı ve tanrıçaları vardı. Hepsi de bu Tanrı ve Tanrıçalar uğruna canlarını feda etmekten çekinmiyorlardı. Bir tarafta yıkıcı gücü olan Netur, bir tarafta da iyilik için çarpışan Ginoya bu iki krallığı kendi aralarında olan kızgınlıkları için birbirlerine düşürmüştü bile. Ne var ki bu ortamın bu derece kızışacağını onlar bile tahmin edemiyordu. Bu kaos ortamındaki savaş, tanrıların savaşı olmaktan çıkıp, krallıkların yüzbinlerce yıl süre gelen savaşlarına konuk olacaktı.

Uzun yıllar sürüp giden Torhurm topraklarındaki barış ortamı, kanlı savaşlar sonucu elde edilmişti. Birçok insan bu uğurda ölmüş ve evsiz kalmıştı. Yine de umutlarını kesmeyip bu topraklarda tekrar iyi bir hayat sürmek için yaptıkları çalışmalar her ne kadar zorlu olsa da Tanrılara olan umutlarını kesmediler ve daha çok çalışıp, şuan ki eşsiz güzelliğe dönüştürmeyi başarmışlardı. Ne var ki bu söz konusu durum Triphorn Savaşı’nın başladığı ana kadar sürecekti. Bir Torhurm Efsanesi’ne göre Triphorn Savaşı dünyaya sonsuz bir karanlık çökertecekti. Ama halk o eski savaş günlerinin ardından bir daha savaş olmayacağını ümit etse de, savaşın kokusu daha şimdiden şehirlerin sokaklarında dolaşmaya başlamıştı bile. 

Savaş çanları bir kez daha Torhurm diyarı için çalıyor. Savaş her geçen gün Torhurm’a daha çok yaklaşıyordu. Bu iki krallık ölümcül ordularını hazırlamaya koyulmuşlardı bile. Savaşın çok yakın olduğu Doğu’dan yükselen savaş çığlıkları ile kendini belli ediyordu. Gromi Krallığı’nın geçmişte verdiği acı hâlâ akıllardaydı ve Greeti'ler için bunu unutmak hiç de kolay değildi. Yüzlerce insan bu savaşta ölmüştü ve o anki dehşet, Torhurm Halkı’nın hafızlarında çok büyük yer edinmişti. Doğudaki korkutucu Krallık kendinden öyle söz ettiriyordu ki, on binlerin canına kıyan, korkunç Gromi Kralı ve ordusu yenilmezliği ile Torhurm Halkı’nın dillerinden ve hafızalarından düşmüyordu. O günlerden birisi daha, uzun zaman sonra yine gelip Torhurm kapılarına dayanmıştı işte. Torhurmluların büyük korku ve inançsızlık ile beklediği o Triphorn Savaşı için çanlar artık çalıyordu. Korkunç Gromi Krallığı’nın askerleri Torhurm’a büyük bir güç ile yola çıkmıştı. Torhurm’u her savaşta savunan Halun Krallığı yapılan son savaşta çok büyük kayıplar almış, askeri ve ekonomik gücünü zor toparlıyordu. Halun Krallığı için işin kötü tarafı ise, üstlerine doğru yaklaşan, Korkunç Gromi Ordusu’ndan haberleri dahi olmamasıydı. Bunlardan habersiz olacakları bekleyen Torhurm Halkının yeni nesli hayatlarındaki en korkunç savaşa hazırlıksız yakalanmaları içten bile değildi.
 
Torhurm Halkı’nın üstlerine gelen karanlık ordudan haberleri bile yoktu. Ta ki, bir Torhurm Habercisi, şehre bu haberi ulaştırana kadar. Torhurm coğrafik açıdan oldukça geniş topraklara sahip bir diyar. Bu diyarın uç sınırlarında belli aralıklar ile akıllıca yerleştirilmiş gizli gözcü kuleleri bulunuyordu. Bu kulelerdeki gözcüler, şehre dışarıdan bir tehlike sezildiğinde hemen bu haberi şehre ulaştırıyorlardı. İşte bu gözcülerden biri, Torhurm Kralı’na haberi ulaştırmış ve Torhurm’un savunma avantajı kazanmasına olanak sağlamıştı.
 
"Kralım, devasa bir ordu doğu bölgesinden bize doğru yaklaşıyor. O kadar çoklar ki, Torhurm’a her koldan saldırabilecek güçteler." dedi gözcü telaşla.
 
Gözcü’nün gözlerindeki korku kralı çok etkilemişti, ama o bunu dışa vurmamaya çalışıyordu. Sanki o orduyu görmediği hâlde, gözcünün gözlerinden ne devasa bir ordu olduğunu görebilir durumdaydı. Sarayda büyük bir sessizlik hâkimdi. Herkes gözcünün getirdiği bu haber karşısında adeta yıkılmış gibiydiler ve bir an önce hazırlık yapmazsalar Torhurm’u tekrar karanlık günlerine gitmesine sebep olabilirlerdi. Kral tahtına oturdu, sanki ölümün soğukluğunu hissedercesine derin bir iç çekti. "Bunu sessizce halledebilmemizin imkânı yok," dedi kendi kedine fısıltıyla ve yanındaki muhafızına emir verdi. "Halkı meydana toplayın. Onlarla bu bilgiyi paylaşmalıyız. Ardından komutanlara surlardaki hazırlıkları tamamlamalarını gerektiğini ilet. Bunun kesin bir emir olduğunu söyle ki, işin ciddiyetine varsınlar."
 
Kral, Torhurm’un şu ana kadar gördüğü en başarılı ve dürüst olanıydı. Adı Kleron olan bu kraldan halkın beklentileri oldukça fazlaydı ve bunları çok başarılı şekilde yerine getirmeyi de başarmıştı. Aynı zamanda asil görünüşlü olan Kleron, giyimine çok düşkün biriydi, ama üzerlerine doğru yaklaşan karanlık orduyu duyduktan sonra, bu asil kıyafetleri ona çok değersiz geliyordu. Çünkü kendisi için ölümün yaklaştığını hissediyordu. Yine de umudunu yitirmemeye çalışan kral, zırhını üzerine giyip, kemeriyle kılıcını taktı. Ardından hızlı adımlarla saray önüne çıktı ve halkına çok etkileyici bir konuşma yaptı. "Torhum'un yüce halkı, size sesleniyorum! Bugün, sınır gözcülerimizden biri bana çok kötü bir haber getirdi. Bunu sizlerin de duymanız çok önemlidir. Bu zamana kadar Torhurm birçok yıkıcı savaş gördü, bunu hepimiz biliyoruz. Bu hikâyeler dilden dile, nesilden nesile dolaştı ve dolaşmaya devam ediyor. Bu savaşların sadece bir tanesini kaybettik ve bu savaşta iktidarda olan kralın başarısızlığının bulunduğunu biliyoruz. O’ndan sonra gelen tüm krallar Torhurm’a barış, refah, huzur ve geniş bir geçim kaynağı sağlamışlardı. Ne var ki şuana kadar kaybettiğimiz sadece bir tek savaş oldu. Bu savaş ile birçok insan öldü ve evsiz kaldı. En önemlisi de, kıymetli diyarlarımız büyük bir karanlığa gömüldü. İşte şimdi bu habercinin getirdiği haberde yeni bir savaşın çanlarının çaldığına ve üzerimize doğru büyük bir karanlık ordunun yaklaştığına işaret ediyor. O günlerin acısını, bu pisliklerden almak için hep birlikte, omuz omuza Torhurm için savaşıp burayı bu pisliklerden temizlemeliyiz. Ve şimdi Torhurm şehitlerinin onuru için hazırlıklara başlayıp, onların karşısına çıkacağız. Hep birlikte bu zafer bizim olacak!"
 
Kralın bu son sözleri Torhurm halkını büyük bir coşkuya sokmuştu. Kazanacaklarından çok emin olan Torhurmlular hemen hazırlıklara başlayıp, mühendisler kale duvarlarının restorasyonunu hızlandırdılar, demirciler daha fazla zırh, kılıç, kalkan üretmeye başladılar. Eli silah tutan, erkek ve kadınlar eğitiliyorlar ve güçlerini artırıyorlardı. Bunlar sadece başlangıçtı ve Doğu’dan yaklaşan bu acımasız ordunun kendilerinden sayıca üstün olduğunu elbette biliyorlardı ama yine de Tanrı Ginoya’ya olan umutlarını kesmiyorlardı.
Savaş Torhurm Kapılarında
 
Torhurm Halkı var gücüyle savaş hazırlığı yaparken kendilerine doğru yaklaşan karanlık ordunun akıbetinden pek haberleri yoktu. Bu devasa orduyu sadece gözcüler görmüştü ve onların yaşadığı korkuyu hiçbir Torhurm Halkı, hatta kral dahî yaşamıyordu. Belki kader onları karanlığa gömecek, beklide yüceltecekti.
 
Ölümün o soğuk gücünü daha fazla hissetmeye başlayan Torhurm halkı nihayet hazırlıklarını tamamlamışlardı. Duvarlar yenilenmiş ve güçlendirilmiş, kadın ve erkeklerden oluşan disiplinli ve güçlü bir ordu oluşturulmuştu. Şimdi sıra karşılarındaki orduyu cesurca durdurmaya ya da bu uğurda onurluca ölmeye gelmişti. Gözcünün söylediklerini dikkate alan kral orduyu üçe böldü ve her bölüme başarılı birer komutan yerleştirdi. Bu komutanların her biri Torhurm’u geçmişte savunan cesur kralların soyundan geliyordu ve üçü de çok iyi eğitilmişlerdi. Kral bu üç komutanı ordunun atadıktan sonra düşmanlara karşı koymak için hazır durumdaydılar. Düşman artık surlara yanaşmıştı ve onlarda saldırı için hazır konumda bekliyordu. Gromi Kralı Tethus birliklerine surlara çıkma emrini veriyordu. "Derhal surlara merdiven ve kuşatma kulelerini dayayın. Artık Torhurm’u kana bulamanın zamanı geldi."
 
Bu sırada kale içerisindeki üç komutan, Sentur, Klopus ve Lenus ordularına surlara çıkmalarını emretti. "Haydi, cesur askerler. Onlara karşılık vermenin vakti geldi. Surlara yönelin!"
 
Bu sırada Kral Kleron on bin atlısı ile düşmanı kanatlarından vurmak istiyordu ve buna en müsait yer olarakta sağ kanadını seçmişti. Süvarilerini o yöne doğru ilerletti. Kleron ve süvarileri düşman ile karşılaşacak ilk koldu. Kral Kleron ordusunu, arkaları sağlam olarak dizilmiş çizgi formasyonuna soktu ve düşmana ta hiza ile ilerlemeye başladı. Torhurm Surları’nda ilk atışmalar bu sırada başlamıştı bile. Surlardaki okçular kuleleri ateşli oklar ile karşılık veriyordu ama kuleler bundan etkilenmiyordu. Gromi Krallığı’nın mühendisleri bu durumu düşünerek kulelerin önlerine 3 kat çelikten oluşturulmuş kalın bir levha yerleştirmişlerdi. Bu hâlde bu kulelere zarar vermek imkânsızdı. Okçularun bir kısmı bu kulelere atışlarını sürdürürken bir bölümü de merdiven taşıyan birliklere yöneldi ve bu birlikler açıkta olduğundan çok ağır kayıplar veriyorlardı. Kısa süre sonra merdiven taşıyan birlikler kırıldı ve bütün okçu birlikler kulelere yöneldiler. Surların sağ kanadının komutasını üstlenen Klopus zor durumda olduğunu biliyordu ama ellerinden başka bir şey gelmiyordu. Kuleler iyicene yaklaştığında okçular ok atmayı kestiler, ama Klopus bunu yapmamalarını söylüyordu. "Neden durdunuz? Okları, fırlatmayı kesmeyin, elinizde ne varsa fırlatın bu pisliklere, hemen!" 
 
Bunu duyan birlikler ok fırlatmaya devam etseler de mühimmatları tükeniyordu ve bu hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Eğer biraz daha saldırmaya devam ederlerse ellerinde hiç ok kalmayacaktı. Bitmek tükenmek bilmeyen Gromi Ordusu hâlâ gelmeye devam ediyordu ve bu okları gelen birliklerde tatmalıydı. Klopus bunun bir çare olmayacağını anladığında okçularına şöyle seslendi. "Bu kadarı onlara yeter. Bu şekilde devam ederek fazla zarar veremeyiz. Yaylarınıza okları yerleştirin ve hazır tutun ve ne zaman ki kuleler surlara dayanıp, kapıları açıldığında oklarınızı serbest bırakın!"
 
Evet. Bu akıllıcaydı. Bu sayede kule içerisindeki birlikleri dökmeyi bile anlıyordu Klopus. Öyle de oldu. Kulelerin kapıları açıldığında, okçular oklarını serbest bıraktılar ve kule içerisindeki birlikleri yere sermeyi başardılar. Bir an önce bu kuleleri yıkmaları lâzımdı. Çünkü ardından gelen birlikler kulelerden yararlanabilirlerdi. Klopus, okçulara birkez daha emir verdi. "Oklarınızın ateşleyin ve kulelere yanlarından saldırın!"
 
Okçular, Klopus’un emirlerini lâyıkı ile yerine getiriyorlardı. Surlara dayanan tüm kuleler parçalanmıştı ve Gromi Ordusu’nun bu durumda surlara çıkacak durumu yoktu. Torhurm Ordusu buna zafer nâraları atarak karşılık veriyorlardı ama karşılarındaki kral o kadar da aptal değildi. Beraberinde getirdiği mancınıklar ile duvarlara saldırma emri verdi. "Mancınıkları hazırlayıp, duvarları derhal YIKIN, YIKIN!"
 
Gromi Ordusu, Kralın emri ile mancınıkları öne doğru ittiler ve atışa hazır konumda emir bekliyorlardı. Torhurm Surları’ndaki askerler zafer naraları atmayı kesip, mancınıkları gördüklerinde birazdan olacakları korku ile düşünüyorlardı. Ama ilk saldırıyı karşıladıklarını da düşününce kalplerindeki cesaret artmıştı. Yine de umutlarını kesmeyen askerler ve komutanları, olacakları bu sefer hem korku hem de cesaretle bekliyorlardı. Öldükleri zaman, Torhurm uğruna ölmek onlar için büyük bir onurdu. Bu da onlara büyük bir cesaret katıyordu. Kral Kleron, süvarileri ile Gromi Ordusu’na sağ kanattan saldırmak için gittikçe yaklaşıyordu ama bundan bir şekilde, Gromi Kralı’nın da haberi olmuştu. "Yüce Kralım, Kleron sağ kanattan bize doğru büyük bir süvari ordusu ile yaklaşıyor. Eğer bir şey yapmazsak, hepimiz bozguna uğrarız."
 
Kral bu haberi dikkate alarak, Kleron’un geldiği yöne doğru karşılık verecek güçte bir ordu yolladı. "Ha! Cesur Kleron, ölüme geliyorsun. Ölümün soğukluğunu hisset! Derhal sağ kanada asker takviyesi yapın!" Adam Kleron'un emrini anlamış gibi başını salladı. "Emredersiniz Yüce Kralım. Sterunlar, beni takip edin!"
 
Gromi Ordusu’nda, Kleron’un zorlayacak belki de sadece Sterun birlikleri bulunuyordu. Bu birlikler Gromi Krallığı’nın en seçkin birlikleriydi ve gönüllüler oldukça ağır bir eğitimden geçtikten sonra bu birliğe katılabiliyorlardı. Sterun Lideri, grubunu alıp sağ kanada doğru hızlıca ilerlemeye başladı. Bu anda surlar çok büyük bir facia ile çalkalanıyordu. Gromi Kralı, mancınık saldırısına emir verdiğinde, toplar surlara doğru fırlatılmaya başlanmıştı. Surlardaki askerler büyük korku ile olacakları bekliyordu. Komutanlar askerlerine çekilmemelerini, kaçarak ölmektense savaşarak can vermelerini haykırıyordu. Öyle de oldu. Surdaki birçok asker, mancınıkların etkisi ile duvarların yıkılmasıyla surların altında kaldılar. Diğer kollardaki askerler bu manzara karşısında daha fazla şekilde korku ve cesaretle karışık bir his içindeydiler. Mancınıkların etkisi ile duvarda büyük bir gedik açıldı ve Gromi Ordusu, dikkatini bu gediğe yöneltip, Kralın emri ile gediğe doğru korkunç savaş çığlıkları ile koşmaya başladılar. Surların orta bölgesini koruyan Lenus askerlerine aşağıdaki gediğe yönelmelerini haykırdı. "Gediğe yönelmeliyiz. Buradan geçecek olursalar sonumuz olur!"
 
Askerler hızlıca bu gediğe yöneldiler ve girişi sivri uçlu mızrakları ile kapatmaya çalıştılar. Buna rağmen hızını kesmeyen Gromi Ordusu yaklaşmaya devam ediyordu. Diğer iki koldaki tehlike geçtiği için Sentur ve Klopus’ta askerleirni gediğe doğru yöneltti. Tüm gücüyle gediğe yaklaşan Gromi Ordusu ile şehri savunan Torhurm Ordusu büyük bir çarpışma ile birbirlerine girmişlerdi. Senturi Klopus ve Lenus savaşıp bir yanda da askerlerine pes etmemelerini söylüyordu. "Sakın pes etmeyin! Zafer bizim olacak! Torhurm için, SALDIRIN!"
 
Büyük bir coşku ile askerler, Gromi Birliklerinin üzerine atılıyorlardı. Savaş o kadar feci ilerliyordu ki, iki tarafında askerlerinden acı çığlıklar yükseliyordu. Gromi Ordusu’nun sayısı azalmasına rağmen geri çekilmiyorlardı. Bir o kadarda zaîatı olan Torhurm Ordusu, şehri korumaya devam ediyorlardı. Bu sırada Sterunlar, sağ kanada intikal edip yerlerini almışlardı ve Krallarının emrini bekliyorlardı. Kleron ve süvarileri de aynı bölgede bekliyorlardı ve bu iki ordu arasında çok acımasız bir savaş çıkacağı her hâlde belli ediyordu kendini.
 
Torhurm Şehri mucizevi şekilde savunulmuştu ve Gromi Ordusu burada ezilmişti. Sağ kalanlar ise, Torhurm Askerleri tarafından oracıkta öldürülüyordu. Şehri savunan askerlerin cesareti ve inancı onlara yardım etmişti. Geçmişteki olaylar hafızlarında yer edinmişti ve intikam vaktinin bugün olduğunu biliyorlardı. Sağ kalan Gromi birliklerini de öldüren askerler tekrar savunma konumuna geçmişlerdi ve yeni bir birliğin daha gelmesini bekliyorlardı. Ama bu olmayacaktı. Gromi Ordusu’nun geri kalan 20 bin kişilik ordusu Torhurm Kralı Kleron’a yönelmişti…
 
Torhurm’un Kaderi Kleron ve Süvarilerinin Elinde

Gromi Ordusu’nun korkunç kralı, ordusunu Kleron ve askerlerine yöneltmişti. Bunun en büyük sebebi belki de surlarda aldığı büyük darbeydi. Gromi Kralı’nın bu hamlesinin ardında yatan şey şuydu: “Torhurm Kralı’nı öldürüp, diğer Torhurm askerlerinin cesaretini kırmak ve onları da yenip, Torhurm’a hâkim olmak.” Korkunç Kralın bu arzusu ya yenilmesine ya da kazanmasına sebep olacaktı. Bu belirsiz ama belirli ve bilinen tek bir şey var ki o da, her iki Krallıktan’da çok insan öleceğiydi. 

Gromi Kralı Sedoin, ordusunu Kleron ve askerlerine yönelttiğinde aklından birçok şey geçiyordu. Ama bildiği ve inandığı tek şeyin kendisini zafere ulaştıracağına hissediyordu. Her iki ordu da artık yerlerini almıştı ve savaş düzenine girmişlerdi. Kral Kleron savaş alanında beklerken derin ve korkulu şekilde bir iç çekti ve Gromi Ordusu’nun kendisine doğru gelmesini beklemeye koyuldu. Karşısında ne derece korkunç ve güçlü, seçkin askerlerden oluşan ordu olduğunu biliyordu ama yine Tanrıları Ginoya’ya olan inançları onların tek cesaret kaynağıydı. Kral karşı ordunun gelmesini beklerken, beklide Torhurm’u kurtaracak bir mucize haber ile sevindi. Surlardaki ordular kendilerine destek için yola çıkmışlardı. Bu haber hem orduyu hem de Kralı sevindirmişti, ama vakit çok azdı. Her Gromi Ordusu saldırıya geçebilir ve büyük çatışma başlayabilirdi. Kleron’un umutları arasında bu haberden sonra bir şey daha eklendi. Destek birliğinin zamanında yanlarına ulaşması.

Kral Sedoin, Kleron’a arkasından saldırmak için ordusunu yola koydu ve Kleron’un arka cephesine doğru yol almaya başladı. Kleron derin bir nefes daha aldıktan sonra gözlerini yavaşça açtı ve düşman birliklerini gözleri ile süzdü. Düşman üstlerine doğru geliyordu ve askerlerine emir verdi. "Herkes düzen alsın! Savaş düzenine geçin!"
Askerler hızlıca savaş düzenini aldılar ve karşı saldırı için emri bekliyorlardı. Askerler beklerken o dehşet verici karanlık borazanın sesi duyuldu. Öylesine korkunç ve ağır bir sesti ki askerlere korku hissettiriyordu. Bu işaret ile düşman birlikleri olağan güçleri ile hücuma kalkmışlardı. O kadar hızlıydılar ki Kleron’un askerleri ile çarpıştıklarında kulakları çınlatan çelik sesleri yükseldi. Düşman birliklerinin çoğu Kleron süvarilerinin karşı saldırı ile mızraklarına kurban gitmişlerdi. Bunu gören diğer düşman birliklerde aynı hızda süvarilerin üzerine hücum ettiler ve bu hücum Kleron’un ordusuna büyük zarar veriyordu. Birçok askeri yerde can çekişerek acı çığlıklar atıyordu ve her biri düşmanın kılıç, mızrak, topuz, ok ve savaş çekicinin tadını tadıyordu. Burada savaş çok kızışmıştı ve iki tarafta ağır kayıplar vermeye başlıyorlardı. Yine de iki taraf, sanki ölümsüzler gibi direniyorlardı. Bu arada Gromi Kralı Sedoin, Kleron’u arkadan kuşatıp saldırmak için ilerliyordu ki, ön saflarda güvenlik için ilerleyen küçük bir grup bu orduyu fark etti ve diğerlerine haber verdiler. Sentur, Klopus ve Lenus askerlerini hemen düşman ordunun zayıf bölgelerine dizdiler. "Unutmayın; hep birlikte saldırı yapacağız. Eğer canımızı okurlarsa, hep birlikte ölürüz. Şimdi, Torhurm’un onuru için SALDIRIN!"

Askerler hep bir ağızdan savaş çığlıkları ile düşmanın üzerlerine atıldılar. Öylesine çepeçevre geliyorlardı ki, Gromi Ordusu hangi tarafa saldıracağını kestirememişti. Çünkü bu saldırı sürpriz bir saldırı olmuş ve bunu hiç plana eklememişlerdi. "Haydi Torhurmlular! Atalarımızın onuru için SALDIRIN!"

Sentur’un bu sözü askerleri coşkulandırmıştı ve çarpıştıkları anda birçok düşman ezilmişti. Sentur, Klopus ve Lenus’un asıl hedefi Gromi’nin Korkunç Kralı Sedoin’di. Hepsi birden, biran önce onda ulaşmak ve atalarının ruhlarınınrahat etmesi için öldürmek istiyordu. Ne yazık ki bu hırsları yüzünden üçü de ölmüşlerdi. Gromi’lerin öncü ordusu sur askerlerini de alt etmişti. Sedoin’in aklında şimdi iki düşünce vardı: Ya şehre girip, tüm halkı kılıçtan geçirip yeni ordu toparlamak için geri çekilmek ya da Kleron’un kıstırıp öldürmek. Bu karar onun için çok zordu elbette ki. Çünkü her iki kararın sonunda, “öldürmek” vardı. Böyle bir kral için kaçınılmaz bir düşüncedir bu. Sedoin, şehri bırakıp Kleron’a yöneldi. Bu şekilde, önce kralı sonra şehri yok etmeyi planlıyordu. Kleron savaş alanında zor durumdaydı. Bir şeyler ters gidiyordu. Gelmesi gereken destek ordu gelmemişti ve bu onların sonu olabilirdi. Her şeyden habersiz Kleron ve ordusu savaşmaya devam etti. Gromi Kralı Sedoin, kralı nihayet arkadan kuşatmayı başarmıştı. Kleron’un bunu görecek pekte vakti yoktu. Zira arka saflardaki savaşçılar bunu rahatlıkla görmüş ve çoktan, savaş pozisyonlarını almışlardı. Ordu içerisindeki bir savaşçı Kleron’a haber verdi. "Efendim, Grom Kralı Sedoin bizi arkadan kuşattı!"

"Demek yine sahtekârlık peşindesin he Sedoin! Pekâlâ, savaşçı, siz bu cepheyi tutun. Ben arka cepheye ilerleyeceğim."

"Emredersiniz kralım." dedi asker gözleri parlayarak.

Kleron arka cepheye ilerlediğinde, Grom Kralı Sedoin’in elinde çok az ordu gördü. Evet, bu koca öncü ordu, surdaki askerler tarafından fark edilmiş ve karşı saldırı yapılmıştı. Kleron’da olanları şimdi daha net anlıyordu. Arka cephedeki ordu direkt düşman üzerine bir saldırı başlattı ve kısa sürede çarpışmaya girdiler. Bir süre iki kral ve orduları yorgun düşmüştü. Birçok kişi yerde acı içinde kıvranıyor ve kimse yerdeki askerlere dokunmuyordu bile. Çünkü ufak bir yanlışlarının hata yaratacağını biliyorlardı. Birçok kayıp verdikten sonra iki koca orduda zayıf düşmüştü ve çok azalmışlardı. Bu arada sonunda olan olmuştu. Kleron ve Seodin karşı karşıya kalmışlardı. Seodin’in içerisindeki nefret onu bir anda Kleron’un üstüne itti ve baltasını Kleron’a sert ve hızlı şekilde doğrulttu. Buna başarılı şekilde karşılık veren Kleron zorla dayanıyordu. Karışışında koca cüsseli bir düşman onu çok yoruyordu. Sedoin, çok sert bir darbe ile Kleron’u yere serdi ama Kleron hâlâ hayattaydı ve onu öldürmesi gerekiyordu. Sedoin tam hamle yapacakken, Kleron kılıcını Gromi Ordusu askerlerinin en zayıf noktası olan omuz ile başları arasındaki bölgeye savurdu. Bu bölge Gromi Zırhı’nın kavramadığı en etkili bölgelerdendir. Bu darbe ile yere çok acı şekilde düşen Sedoin’den artık, Torhurm’un intikamını almak vakti gelmişti. Kleron tekrar kılıcını kavradı ve Sedoin’in göğsüne olağan gücü ile sapladı. Bu darbeden sonra Sedoin, öyle acı çekiyordu ki, çığlıkları neredeyse o savaş ortamının sesini dindiriyordu. Kısa bir süre sonra Sedoin yerde hareketsiz şekilde kaldı ve artık Torhurm’un intikamı alınmıştı "Torhurm artık özgür! Torhurm artık, esaretten, kıtlıktan, savaştan, kötülükten kurtuldu! Artık Torhurm Devri başlıyor!"

Bu nâralar askerleri de coşkulandırmıştı ve hep bir ağızdan "Torhurm için ZAFER, Torhurm için ZAFER!" diye haykırıyorlardı.

7
Müzik / Estampie
« : 12 Aralık 2010, 17:05:28 »
Estampie



Ülke: Almanya
Kuruluş: 1985
Tür: Neo-Medieval
Tema: Orta Çağ

Grup Üyeleri: Sigrid Hausen (Syrah), Sarah M. Newman (Mariko), Michael Popp, Ernst Schwindl, Boris Koller, Christoph Pelgen, Sascha Gotowtschikow

Estampie, Alman Orta Çağ müziği yapan bir gruptur. 1985 yılında Sigrid Hausen, Michael Popp ve Ernst Schwindl tarafından kurulmuştur. Grup, benimsediği minimalist müziği Orta Çağ müziği ile birleştirerek ortaya mükmemmel bir karışım çıkarmıştır. Bu grubu dinlerken, Loreena McKennitt dinliyormuş gibi olmanız muhtemeldir. Grubun müziklerindeki hareketlilik ve duygu, grubu mükemmel yerlere ulaştırmayı başarmış ve şuanki durumu da bunun en belirleyici kanıtı olarak görünüyor.


Myspace Sayfası: http://www.myspace.com/estampie
Resmi Sitesi: http://www.estampie.de/

8
Müzik / The Moon and the Nightspirit
« : 12 Aralık 2010, 17:01:34 »
The Moon and the Nightspirit



Ülke: Macariston
Kuruluş: 2003
Tür: Pagan Folk
Tema: Pagan Peri Masalları ve Şamanizm

Grup Üyeleri:  Ágnes Tóth ve Mihály Szabó

The Moon and the Nightspirit, 2003 yılında Ágnes Tóth ve Mihály Szabó ikilisinin kurmuş olduğu Macar Pagan Folk grubudur. Grubun şarkılarında çoğunlukla Pagan Peri Masalları ve Şamanizm ile alakalıdır. Şarkılarının birçoğu Macarca'dır ama İngilizce olarak yaptıkları şarkıları da bulunmaktadır.

İlk albümleri olan Of Dreams Forgotten and Fables Untold'da hem Macarca, hemde İngilizce şarkıları vardır. İkinci albümleri, Regõ Rejtem'dir ve 2007 yılında yayınlanmıştır. Bu albüm tamamen Macarca'dır. 2009 yılında çıkarılan üçüncü albümleri Ősforrás'da bilgelik ve doğal mistisizme odaklanmışlardır.

The Moon and the Nightspirit'in dünya çapında iyi tanınmasının sebebi şarkılarındaki yumuşaklık ve şarkılarını yaparken kullandıkları enstrümanlar olarak nitelendirilebilir.


Resmi Sitesi: www.themoon.equilibriummusic.com
Myspace Sayfası: www.myspace.com/themoonandthenightspirit

9
Müzik / Lyriel
« : 12 Aralık 2010, 17:00:24 »
Lyriel



Ülke: Almanya
Kuruluş: 2003
Tür: Folk Metal/Folk Rock/Celtic Metal
Tema: Ortaçağ

Grup Üyeleri: Jessica Thierjun, Linda Laukamp, Oliver Claymore, Joon, Martin, Sven, Marcus Fidorra
 
Lyriel, ismi kadar çok güzel bir müzik tarzına sahipler. 2003 yılında Almanya'da Folk Metal türünü kendine hedef seçen bir tür olarak doğdu. Daha sonraları Folk Rock ve Celtic Metal olarakta adını duyuran grubun seçtiği müzik tarzı büyük beğeni toplamış ve şarkı sözlerindeki içtenlik, ve kültür öylesine işlenmiş ki adeta şarkının içerisinde kayboluyorsunuz. Grubun vokali Jessica Thierjung'in büyüleyici sesi grubun yandaş üyelerini de etkilemiş olacak ki, Jessica Thierjung'e geri vokal olarak eşlik eden grup üyeleri ile müthiş bir ses uyumu içerisine giriyorlar. Grup içerisinde belki de insanı etkileyen birde, kemandır. Keman'ı ustaca kullanan Johannes Anand, vokalin büyüleyici sesine eşlik ettiğinde bir müzik şöleni dinleyeni etkilemeye devam ediyor. Grubun bir diğer beğenilen özelliği ise Viyolonsel(çello olarakta bilinir) kullanılmasıdır. Viyolonsel'i yine ustaca çalan Linda Laukamp'ta gruptaki bütünlüğü ayırmayan ve sağlam tutan kişidir. Bunların dışında 4 adet çalgı aleti kullanan grup bir bütün olarak şarkılarında bizi etkilemeyi başarıyor...

Size önerebileceğim bütün şarkılarıdır ama öncelikli önerim, My Favorite Dream ve Wild Bird adlı şarkılarıdır. Belkide çalgıların en çok ön plâna çıktığı şarkılarıdır.


Resmi Sitesi: www.lyriel.net
MySpace Sayfası: www.myspace.com/lyrielband

10
Müzik / Tverd
« : 12 Aralık 2010, 16:59:09 »
Tverd



Ülke: Rusya
Kuruluş: 2007
Tür: Folk Metal
Tema: Slav Paganizmi

Grup Üyeleri: Alexander Ivanov, Svetlana Lebedeva, Vetrodar, Ratibor, Sigurd, Demosthen

2007 doğumlu Rus Folk Metal grubudur. Müziklerinde işledikleri konuların büyük bir çoğunluğu Slav Paganizmini içermektedir. Birçok Rus Folk Metal grubunda olduğu gibi bu grupta da bayan vokal bulunuyor. Bu tür Pagan kültürünü anlatan müzik gruplarında belkide en iyi yöntem, gruba bayan bir vokal eklemktir. Hafif toprak kültürünü barındıran müziklerde bayanların sesleri oldukça işlevli şekilde gruba hava katıyor ve grubun daha çok dinlenmesine sebep oluyor. Çoğu kesim tarafından bu böyle görünmesede benim görüşüm bu yönde.

Son bir not; Tverd dediğinizde türün sevenlerinin aklına hemen Pagan Reign gelirse şaşırmayın; çünkü grubun temeli Pagan Reign'dir. Çoğunlukla bir olarak anılırlar...

Dinlemenizi kesinlikle tavsiye ederim...


Resmi Site: www.tverd.com
MySpace Sayfası: www.myspace.com/tverdmetal

11
Müzik / Falkenbach
« : 12 Aralık 2010, 16:57:24 »
Falkenbach



Ülke: Almanya
Kuruluş: 1989
Tür: Folk/Viking Metal
Tema: Destansı Hikâyeler, İlim, İskandinav Mitolojisi ve Heathenizm(Alman Neopaganizmi)

Grup Üyeleri: Vratyas Vakyas, Hagalaz(2003-2005), Tyrann(2003-2005), Boltthorn(2003-2005)

Şuana kadar dinlediğim müzik türleri içerisinde belki de beni en çok etkileyenlerden biridir. 1989 yılında Almanya'da ortaya çıkan bu saygın grup yaptığı müzik ile ülke dışına çıkmayı başarmıştır. Ben her ne kadar grup diye hitap etsemde aslında uzun zamanlar grubu ayakta tutan daimi bir tek üyesi bulunmaktadır; o da adı gibi gizemli biri olan Vratyas Vakyas'tır. Çok gizemli bir isim değil mi? Vratyas Vakyas, Falkenbach için giriştiği bir albümünde ekipman yetersizliği nedeniyle tamamlayamamış. 1989 yılından itibaren yapmış olduğu 5 adet demosu bulunduğunuda ekleyeyim. Daha sonra 1996 yılında resmi ilk albümü olarak nitelendirilen ...En Their Medh Riki Fara... adlı albümü ile Napalm Records'un dikkatini çekmiş ve Napalm Records etiketi ile ilk albümünü piyasaya sürmüştür. Bu albümü ile beğeni toplayan Vratyas Vakyas, daha sonraları dinleyenleri derinden etkileyen albümlerde çıkarmayı ihmal etmemiştir. 1998 yılında çıkardığı ikinci albümü ile de dinlenme oranını arttıran Vratyas Vakyas, 2003 yılında Ok Nefna Tysvar Ty adlı çıkardığı albümüyle kendisine küçük bir grup oluşturdu ve yoluna devam etti. Bu grupta bulunan kişilerin isimleri ise; Hagalaz, Tyrann, Boltthorn'dur. Bu 3 arkadaşı ile Ok Nefna Tysvar Ty ve 2005 yılında çıkardığı The Fireblade adlı albümünü tamamladı. Tek kişlilik bir grup olması nedeniyle başlarda işi beceremez olarak görünen bu gizemli arkadaşımız, kendinde nasıl bir yetenek olduğunu şarkılarını yaptıktan sonra herkese göstermiştir. 2011 yılında da çıkaracağı Tuirida adlı albüm haberi ile de hayranlarını sevindirdi. Size önerebileceğim güzel şarkılarından; Falkenbach - Gjallar'ı dinleyip, bir hipotez çıkarabilirsiniz...

Resmi Site: www.falkenbach.de/
MySpace Sayfası: www.myspace.com/falkenbachband

12
Müzik / Rivendell
« : 12 Aralık 2010, 16:55:43 »
Rivendell



Ülke: Avusturya
Kuruluş: 1998
Tür: Folk/Epic Black Metal
Tema: Tolkien

Grup Üyeleri: Falagar (Gerold Laimer), Boltthorn (Michel Spithoven), Patrick Damiani

Tolkien... Hepimiz tanırız sanırım bu eşsiz hayaldünyasına sahip insanı. Yüzüklerin Efendisi romanıyla milyonları etkileyn bu insanın yapıtlarına özgü bir de müziği var desem? Sanırım şaşırmazdınız; çünkü böyle bir romanın filmi olduysa, müziği de olur diye düşünüyorsunuzdur. Evet. Rivendell, adında da anlaşılacağı üzere Tolkien'in Orta-Dünyası'nı konu alan müzikler ile uğraşıyor. Orta-Dünya tarihi dahil her köşesinden, oldukça aşırı ve derin yoğunlukta konular içeren bu grubun şarkı sözleri çok etkileyici. 1998 yılında Avusturya'da Epic Black Metal türünde olup, Folk müziğide barındıran bir tarza sahip bir grup olarak ortaya çıktı. Grubun beyni, Falagar (Gerold Laimer)'dır ve tüm sözler ve müzikler onun yaratısıdır(çok deli bir Tolkien hayranı var karşımızda). Çıktığı yıllarda belkide bulundukları ülke bakımından pekte yakı yaratmayan grubun müzikleri internette yayıla yayıla bir hâl olmuş ve bir üne kavuşmuştur. 1998 yılından bu yana 3 adet albüm çıkardılar ve bu 3 albümde oldukça başarılı müziklere sahip. Dinlerken Lord of the Rşngs Online oynayası geliyor insanın. Eğer sizde bir Tolkien hayranıysanız(Orta-Dünyası'da olur) mutlaka dinleyin...

MySpace Sayfası: http://www.myspace.com/rivendellfan

13
Müzik / Ex Deo
« : 12 Aralık 2010, 16:54:09 »
Ex Deo



Ülke: Kanada
Kuruluş: 2008
Tür: Death Metal
Tema: Roma Tarihi/Mitoloji

Grup Üyeleri: Maurizio Iacono, Stéphane Barbe, Jean-François Dagenais, François Mongrain, Jonathan Leduc, Max Duhamel

Ex Deo 2008 yılında kurulmuş bir Death Metal grubudur. Grubun solisti Kataklysm'den tanıdık bir isim olan Maurizio Iacono'dur. Grubun müziği Kataklysm'de benzese de, çok uzak bir yapıya sahip. Her ne kadar, Kataklysm Tarih ve Savaş konulu müzikleri olsa da, Ex Deo grubu tamamı ile Roma İmparatorluğu'nu konu alan müzikler yapmıştır. Bu konuda oldukça başarılı olan grubun ilk ve şuan için tek albümleri olan 2009 yılında çıkardıkları Romulus adlı albümdür. Albüm de, Roma İmparatorluğu'nun konu alınması gruba ayrı bir özellik katıp, eşsiz kılmaya da yetmiştir. Şuan günümüz de bu tarzda müzik yapan çok az bir grubu göz önünde bulundurursak, türünün en iyi örneği diyebiliriz Ex Deo için.

MySpace Sayfası: http://www.myspace.com/exdeo

Not: Eğer Roma İmparatorluğu'na bir hayranlığınız(bende ki büyük Roma İmparatorluğu hayranlığında olduğu gibi) varsa şiddetle öneriyorum.

14
Müzik / Battlelore
« : 12 Aralık 2010, 16:50:42 »
Battlelore



Ülke: Finlandiya
Kuruluş: 1999
Tür: Folk Metal/Melodik Death Metal/Gothic Metal/Power Metal
Tema: J.R.R. Tolkien/Orta-Dünya

Grup Üyeleri: Kaisa Jouhki, Tomi Mykkänen, Jussi Rautio, Jyri Vahvanen, Timo Honkanen, Maria Honkanen, Henri Vahvanen

Battlelore Finlandiya'lı bir Metal Müzik Grubu'dur. Battlelore'un tüm şarkı sözleri neredeyse J.R.R. Tolkien'in Orta-Dünya'sı ile ilgilidir. Bu grubun tarzı biraz karmaşıktır ve Gothic Metal, Melodik Death Metal, Folk Metal ve Power Metal'in ezgileri de görünür biçimde öne çıkabiliyor. Battlelore'un müziği anlaşılmaz veya karmaşık bir biçimde olabilir ama kendilerine özgü bir tarzları olduğu kesindir. Fantastik ve Epik bir metal müzik anlayışı olan bu grubun kendilerine has türleri ön plândadır.

Battlelore'un tüm şarkıları J.R.R. Tolkien'in Orta-Dünya'sı etrafında geçiyor. J.R.R. Tolkien'in bu gruba verdiği inanılmaz ilham onları, Ortaçağ kıyafetlerini giymelerine ve değişik makyajları ile bu tarzda bir müzik çıkarmalarına olanak sağlamış.


Resmi Sitesi: www.battlelore.net
Myspace Sayfası: www.myspace.com/battleloremusic

15
Genel Kültür / Amatör Dijital Tasarımlarım
« : 12 Aralık 2010, 16:26:12 »
Merhabalar,

Aşağıda paylaşmış olduğum resimler, dijital ortamda hazırladığım tasarımlardır. Bu işte yeni olduğum için amatörce hazırlanmışlardır. Umarım beğenirsiniz...  :)












Sayfa: [1]