Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - oguzkaan

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 7
31
Le Guin (hem bu forumda, ülkemde ve dünya(m)da) oldukça sevilen bir yazardır. Metis Yayınları tarafından çıkarılan Kadınlar Rüyalar Ejderhalar adlı seçkisinde bir makalesinde;
Alıntı
Savaş ve Barış'ı veya Yüzüklerin Efendisi'ni okumak bir "iş" değildir, sadece zevk için yapılabilir bu.

Bunu yazarak okumanın -özellikle kurgu- zevk olduğu konusunda bir fikir birliğine vardığımı göstermek isterim.

Liste ve hedefler konusunda ise açıkçası bu konuda oldukça uç bir bireyim. Ayrıca bu tarz yaklaşımların öznel olduğunu düşünüyorum. Kendi yöntemimin iyi karşıdakinin ise kötü olduğunu belirtmek gibi bir amacımda yok.

Bir çok kitabın yayın evi, çevirmeni, basım yılı gibi özelliklerini yazdığım bir Excel dosyam var. Bu bir çok türü -fantastik, bilim kurgu, dünya edb., Türk edb. gibi- ve  bunları sıraladığım bir çeşit puanlama sistemimde var. Okumadan önce kitap hakkında iyi bir yorum duyduğum veya okuduğum zaman listenin üst sıralarına gidiyor. Eğer yazarın okuduğum bir kitabını beğendiysem yine diğer kitapları da listede üst sıralara tırmanıyor. Böylece elimde beni çok uzun süre idare edebilecek bir veritabanına sahip oluyorum.

Yıllık hedefler koyma konusuna gelirsek biraz daha farklı düşünmek ve geniş bir yelpazede okumak adına, sene başında hedefler belirliyorum. Mesela, 2014 yılı için;
-10 Türk Edebiyatı
-10 Dünya Klasiği
-10 Polisiye, Gizem
veya daha spesifik olarak;
-5 Rus yazar,
-5 Nobel Ödüllü yazar,
-5 II. Dünya Savaş'ı öncesi romanları
gibi temel hedefler belirleyip okuma planımı buna göre çiziyorum. Hedeflerim de bayağı spesifik olduğum için hile yapma imkanım da pek olmuyor.  :xD

Okumayı zevk olarak görsem bile planlı ve hedefli olmayan bir uğraşın istenilen amaca ulaşamayacağını düşünen birisiyim. Teşvik etme bakımından listelerin ve hedeflerin de oldukça etkili olduğu görüşündeyim.  Ayrıca yıl sonunda okuduğum, hakkında notlar tuttuğum kitapları gözden geçirmek, kütüphanemde kalmasını istediğim eserleri belirlemekte oldukça eğlenceli oluyor.

Okuma konusunda ise genellikle 3 kitabı bir arada okumaya çalışırım. Bilimkurgu veya fantastik bir kitap, yabancı veya Türk bir yazarın romanı ve kurgu olmayan ilgimi çeken, okumam gereken bir kitap olur. Klasik kitapları genelde kindledan okurken, fantastik veya bilimkurguyu ise matbu bir baskı edinip okurum. Kurgu kitapları ise duruma göre değişkenlik gösteren bir rutinim var.

Benim için uzun bir yazı olmuş. 

32
Diğer Bilimkurgu Eserleri / Elmas Çağı - Neal Stephenson
« : 07 Ekim 2014, 11:07:42 »

Neal Stephenson - Elmas Çağı yada Genç Bir Kadının Resimli Okuma Kitabı
Alıntı
Hugo ve Locus ödüllerini alması bir yana Stephenson BK dünyasına; nanoteknolojinin hüküm sürdüğü bir gelecek yapılanmasına sosyal sınıf, etnisite ve sunizeka’nın doğası etrafında yepyeni bir terminoloji ile girerken Cyber-Punk’ın ötesine geçerek Post -CyberPunk’ı başlatıyor. Stephenson’un matematik, teknoloji, felsefe ve bilimi edebiyatlaştırdığı noktada okuruna Quentin Tarantino tadı vermekten de geri durmuyor!

Aşağı yukarı bir yıla yakın rafta bekledi. Elime aldığımda okuduğum bir başka kitaptan sıkılmıştım, kaçacak delik arayan bir fare gibi ilk 200-250 sayfası yırtarcasına okudum. En sonunda da okuduğuma pişman olmadım, diyelim.

Stephenson, Victorian (Duygularını baskılayan, çok çalışan, disiplinli denilebilir.) dönemini geçmişten alıp, günümüzden daha ilerde nanoteknoloji ile insanların nesneleri üretmek yerine "Feed" denilen bağlantıdan elde ettikleri (cyberpunk) ile birleştiriyor. Kısacası cyber-steampunk diyebileceğim  bir türe giren bir kitap olmuş.

Karakterleri bol olan bir kitap diyebilirim. Birkaç ana karakterin yanında hikayeleri üzerinde daha fazla durulabileceğine inandığım ama sonunda  sayfa kalınlığı yüzünden iyi ki üzerilerinde durmamış diye düşündüğüm yan karakterler vardı. Kitap boyunca bazı girip çıkan karakterler var. Bu karakterlerin kimisine ne olduğunu kesin hatları ile öğrenebiliyoruz. Bazısı da sanki hikayede bahsedilmeye artık gerek görülmemiş, unutulmuşlar gibilerdi. Bu  hem rahatsız edici hemde o kısımları neden okuduğuma dair anlam veremediğim için bende hayal kırıklığı yarattı.  Yine de dediğim gibi karakter bakımından bol ama bunları anlatmak bakımından zayıf bir kitap olmuş.

Kurulan evren neredeyse kusursuzdu. Kompleks bir yapıya sahip olmasının yanı sıra birçok farklı alt kültüre sahipti. Bu kültürlerden kastım, Stephenson'un kabile dediği ve aynı kültüre sahip olan farklı ırktan insanların bir araya gelmesi ile oluşmuş topluluklardı. Bu gruplar, insanların kişiliklerinin belirlenmesinde, kültürün oynadığı rolü anlamak bakımından önemliydi. Irkları attığımız zaman ve farklı milliyetlere sahip olan bireyleri süregelen bir kültürel toplum içerisine koyduğumuz vakit, kişiliklerin, dünya görüşlerinin, ahlaklarının vs. girdikleri kültür ile alakalı olduğunu görebilir; atalardan gelen  genetik bağlamların bu soyut kavramlar üzerinde elle tutulur bir katkısı olmadığını görebiliyoruz. Hikayenin gidişatı bakımından bu kısım  bence önemliydi.

Kitapta oldukça ilginç olan bir diğer nokta ise; "Resimli Okuma Kitabı" olarak çevrilen nesneydi. Bu nesnenin eğitim düzeyinde kişide meydana getireceği farklı tepkileri görmek açısından hikaye boyunca kitaba sahip olan karakterlerin çizdikleri yollar oldukça ilgi çekiciydi. Her ne kadar kişinin karşısında bulunan ile kurabileceği bir bağın (insan kaynaklı duygusal bir bağdan bahsedersek.) eğitimini şekillendirmesi açısından önemli olduğunu anlayabiliyoruz. Böylece bu tarz iyileştirici teknolojilerin insanların eğitiminde ana unsur olarak kullanılması yerine sadece bir araç olarak kullanılması fikrini de elde edebiliriz.

Sözlerimi bağlamam gerekirse, okunmasını şiddetle tavsiye ettiğim bir kitap. Birçok fikir, yaratıcı yenilik sunuyor. Hikayenin son kısımlarının sığ olması ve karakterler bakımından zayıf olması eksi olarak düşünülse bile "dünya kurgusu", hikaye akışı bakımından tatmin edici bir eserdi.

Not: Altıkırkbeş gibi çeviri, redaksiyon konusunda sıkıntılı olan bir yayın evine göre eli yüzü düzgün bir kitap olmuş. Elbette hatalar var, yanlış yerde konmuş virgüller, yeri değişmiş harfler ama okumaya engel olacak derecede değiller.

33
Yazarlar / Ynt: George R. R. Martin
« : 23 Eylül 2014, 07:35:12 »
Bir üst mesajla bağlantılı olarak sevdiğim bir sitede yayınlanan bir yazıyı buraya taşıyayım dedim. http://goo.gl/PXGxVz
Aslında üzerinde tartışılabilecek bir mesele olmasının yanı sıra bu konuda yazının sahibi ile aynı düşünceye sahibim. 

34
Korku & Gerilim Eserleri / Ynt: Hannibal - Thomas Harris
« : 21 Eylül 2014, 23:26:47 »
Yazım sırasına göre; Kızıl Ejder, Kuzuların Sessizliği, Hannibal, Hannibal Doğuyor
Kronolojik sıraya göre; Hannibal Doğuyor, Kızıl Ejder, Kuzuların Sessizliği, Hannibal
şeklinde diye biliyorum veya yanılmışta olabilirim. Yayınevi neden bu şekilde tercih etmiş anlamadım.

35
Korku & Gerilim Eserleri / Ynt: Hannibal - Thomas Harris
« : 21 Eylül 2014, 18:27:50 »
Ben Hannibal serisinden ilk Kızıl Ejder'i okudum ve seriye devam edecek kadar hoşuma giden bir kitap olmamıştı. Ayrıca bu seri yayınevinin yayın sırasının tersi şeklinde okunmuyor mu? Kapak seçiminde de harika bir iş çıkarmışlar.

36
Diğer Bilimkurgu Eserleri / Bitmeyen Savaş - Joe Haldeman
« : 20 Eylül 2014, 00:02:00 »
Bitmeyen Savaş -  Joe Haldeman
Alıntı
Er William Mandella, kendisine rağmen bir kahramandır, istemediği halde seçkin askerlerden oluşan özel bölüğe alınır ve binlerce yıl uzaktaki bir savaşta çarpışmak üzere zaman ve uzayda fırlatılır. Asla savaşa gitmek istememişti. Yine de görevini kin tutmadan yerine getirir, yaşadığı sürece rütbesi yükselir. Döndüğünde Dünya’yı bıraktığı gibi bulamaz… Uzay yolculuğundaki zaman genişlemesinden ötürü, Mandella aylarla yaşlanırken dünya yüzyıllarla yaşlanır… Vietnam’da savaşmış bir bilimkurgucunun geçmişle geleceği kaynaştıran romanı.

Bitmeyen savaş, iki ırkın birbiri ile iletişim kuramamasından dolayı görelilik ile yüzyıllarca savaşmasını anlatıyor.
Haldeman'ın kendisi bir savaş gazisi ve kitabında bu savaş boyunca kafasından geçenleri, hissettiklerini zaman üzerindeki oynamalarla konu edindiği Mandella'nın dünya dışı bir ırka karşı savaşması üzerinden aktarıyor.  Bunu yaparken aslında dünyadaki savaşların ardında yatan temel neden olan ekonomiden ve savaşın insanlara, toplumlara ve ahlaka neler yaptığı üzerine fikirler sunuyor.

Mandella iyi bir karakter, tüm savaşı onun gözünden izlemek, nedenlerini ve askeri yapı üzerine düşünceleri ile de okuması zevkli bir karakter. Kitap askerliği tüm yönleri ile ele alıyor. Eğitim, sıcak temas, çatışmayı bekleme, geri dönüş, uyum sağlayamama, yeniden deneme, gazi olmak, rütbe yükselmesi vs. Böylece bir askerin eğitime alındığı ilk andan son anına kadar düşündüklerini, yaşadıklarını okuma şansına eriyoruz. Haldeman bir röportajında aslında kitabının savaş-karşıtı ama askerlik karşıtı bir kitap olmadığını söylüyor. Askerlerin kariyerleri boyunca yaşadıkları travmalar üzerine yazılmış eserlerden biri olduğu da su götürmez bir gerçek.

Kitap boyunca zaman atlamaları dolayısıyla yer yer kafam bulandı ama kendimi hikayenin sahip olduğu ilginç aksiyona bıraktığımda bu da pek sorun olmadı. Sıkmayan ve devam konusunda sıkıntılı olmayan bir hikayesi var.

Bitmeyen savaş yabancılaşma ve sosyal gözlemler adına üst seviye bir kitaptı.  Bunun yanı sıra yazıldığı yıl itibari ile ele alınması zor bir konu olan homoseksüel bireyleri konu edinmesi ve bunu doğum kontrolü için bir önlem olarak düşünmesi -heteroseksüelliğin iyileştirilebilir olması- ise cesurca ama zorlama bir hamleydi diye düşünüyorum. Haldeman aslında eşcinselliği Mandela'nın izole olduğunu ve koca bir grupta farklı tek birey olmasını daha iyi anlatmak için kullandığını ifade ediyor. Bu gözle bakarsanız aslında insanların bulundukları gruptan farklı olması ve bunun tedavi edilebilir bir hastalık olarak görülmesi oldukça ilginç bir mecaz kullanımıydı.

Savaşın anlamsızlığını, pasifist olmasına rağmen, ülkesinde uzakta, yabancı topraklara savaşması için gönderilen ve geri dönen bir gaziden daha iyi kim anlatabilir. Üstelik bunu yaparken bilimkurgu ile bu fikirlerini birleştiriyor. Okuru da boğmayacak bir eser olan Bitmeyen Savaş, kesinlikle okunması gereken bir kitap diye düşünüyorum.

Spoiler: Göster
Peş peşe atılan iki mesaj birleştirilmiştir.

37
Diğer Bilimkurgu Eserleri / Mezhaba No:5 - Kurt Vonnegut
« : 19 Eylül 2014, 02:09:28 »
Alıntı
Kurt Vonnegut'un İkinci Dünya Savaşı sırasındaki deneyimlerinin benzersiz bir dökümü Mezbaha No. 5. Dresden bombardımanını yaşayan üniü yazar, savaşın anlamsızlığını birçok yazınsal türün iç içe geçtiği bu kıyametsi anlatıda öykülüyor. Kitabın başkişisi Billy Pilgrim'in boşlukta süzülen yaşamı, savaşın anlamsızlığının ve ölçüsüzlüğünün metaforik bir anlatımı. Billy'nin zamanda yolculuğuyla katmanlar arasındaki geçişleri iyiden iyiye belirsiz kılan Vonnegut, insan eliyle yaratılmış bu benzersiz felaketi insan uygarlığının tüm kazanımlarıyla boy ölçüştürdüğü alegorik bir karşı söylence yaratıyor. Vonnegut'un aşağı yukarı tüm yapıtlarında kurmaca bir kişinin benliği altına gizlediği kendi varlığı Mezbaha No. 5'te de o gizemli kişilik göçünün tüm parıltısını yayıyor.



Savaş görüp geçirmemiş bir insanın onun hakkında atıp tutması bana çok bayat geliyor. İzlediğim bir anime olan One Piece'in karakterlerinden olan Donquixote Doflamingo'nun söylediği bir söz aslında büyürken şahit olduklarımızın hayatımızın geri kalanı için nasıl bir temel etkisi gördüğünü anlamak adına oldukça vurucu bir alıntıydı.

Alıntı
“Pirates are evil? The Marines are righteous? These terms have always changed throughout the course of history! Kids who have never seen peace and kids who have never seen war have different values! Those who stand at the top determine what's wrong and what's right! This very place is neutral ground! Justice will prevail, you say? But of course it will! Whoever wins this war becomes justice!”

Yıllarca savaşları hep tek taraflı dinledik, öğrendik, çalıştık. Hiçbir zaman karşı tarafın nedenleri üzerine yüzeysel olmayan bir düşünce geliştirmedik. Birileri bize yanlış ve doğruyu anlattı ve çocuk beyinlerimiz sorgulamadan bunları kabullendi. Sorgulayanlarımız olmadık ithamlara maruz kaldılar. Doğumumuzdan neredeyse 50-100 yıl önce meydana gelmiş savaşların düşmanlıklarını, aşağılanmalarını bilinçaltımıza yerleşti ve ne zaman silkelenmeye kalksak "Dur arkadaş!" tepkileriyle karşılaştık. Ben yine lafı olmadık yerlere götürüp, uzattım. Kısacası savaş kötüdür, birilerini öldürmenin haklı yoluna arayan ve bunu kendisinin ve toplumun gözünde haklılaştıran bireylerden olmayın. Şimdi sen birkaç paragraf önce söylediğinle çelişiyorsun derseniz de boynum kıldan ince.

Kitaba gelirsek, Vonnegut 23 yaşında insanlık tarihinin en karanlık olaylarından biri olan II. Dünya Savaşı'na katılmış, Almanlar tarafından esir alınmış, Dresden'in bombalanmasına sahiş olmuştur. Tıpkı kurgu ile gerçeğin farklı bir ahenkle bir araya geldiği romanının ana kahramanı Billy Pilgrim gibi.

Zaman içerisinde bir ileri bir geri şeklinde atlamalar yaşayan Billy'nin hikayesini Vonnegut'un eşsiz hikaye anlatım yeteneği ile birleştirerek bize üçüncü sayfa haberleri gibi trajikomik bir hikaye şeklinde anlatıyor. Kült bir kahraman ve kült bir hikaye olan Mezbaha No:5 okuması akıcı, hüznün ve komedinin bir arada olduğu bir romandı. Vonnegut'un okuduğum ilk romanı olmasına rağmen diğer eserleri için sabırsızlanmama neden oldu.

38
Bilimkurgu türünün neden herkesin okuması veya okumayı denemesi gereken bir tür olduğunu kanıtlayan harika bir eserdi.

Bilimkurgu, şurdaki uzay gemisine kim ateş etti, şu gezegeni de keşfetsek mi, bizi saldıran uzaylıları öldürelim, distopik bir gelecekte ergenlerin başına gelenlerden ziyade uç fikirlerin araştırıldığı ve anlatıldığı bir tür olarak anılmalıdır. Ve bunu en iyi başaran yazarlardan biriside Ursula K. Le Guin.

Kitaptan bir pasajda bunu oldukça güzel ve benim kurabileceğim cümlelerden çok daha anlaşılabilir bir biçimde anlatıyor.

   
Alıntı
Tamam, kitaptaki insanlar androjen; ama, bu bin yıl içinde hepimizin androjen olacağı kehânetinde bulunduğum ya da her nedense androjen olmamız gerektiğini düşündüğüm anlamına gelmiyor. Ben sadece bilimkurguya özgü o acayip, sapkın ve düşünce -deneysel tarzda, belli havalarda, günün belli, biraz tuhaf saatlerinde bize bakarsanız zaten öyle olduğumuzu görürsünüz gibi bir gözlemde bulunuyorum. Kehânetler savurduğum, "bu böyle olacak" dediğim falan yok. Sadece betimliyorum. Psikolojik gerçekliğin bazı yönlerini romancıların hep yaptığı gibi, yani şık ve ayrıntılı yalanlar uydurarak betimliyorum.



LeGuin Karanlığın Sol Eli'nde doğuşumuzdan itibaren beynimize dikte olan erkek-kadın kavramlarının hiçbir anlam taşımadığı Kış gezegeninin çift cinsiyetli(hem eril hem dişil üreme organlarını bulunduran) sakinlerini anlatıyor. Gezegenler arası birliğin Elçi'si olarak Kış gezegenine gelen Ai, hermafrodit canlıların bu buzul çağındaki gezegende hayatta kalışlarını ve bizim cinsiyet kavramını koyduğumuz yere insanlık, bütünlük gibi kavramları koymasını anlatıyor.

Toplumda ki yerimizi cinsiyetimiz belirlemediği bir medeniyette kendinize yer edinmek için ne yaparsınız? Erkek, kadın etiketlerinin altında yatan nedir? İnsanlık mı? Onur mu? Çevreyle olan etkileşim mi? Bunların cevabını vermek zor hatta bir bakımdan imkansız. Henüz daha cinsiyet değiştiren insanlara tahammül edemezken, çocuk doğurmuş babalarla nasıl empati kurabiliriz ki?

İşte bu yüzden, Karanlığın Sol Eli, bilimkurgunun sayfa çevirten eserlerinden sıkılmış ve aslında türün en önemli özelliği olan deneysel fikirlerin keşfini okumak isteyen herkesin okumasını şiddetle tavsiye edeceğim bir eser.

39
Diğer Fantastik Eserler / Ynt: Kan Şarkısı - Anthony Ryan
« : 19 Eylül 2014, 01:52:16 »
Öncelikle kapak tercihini bu yönde kullanan yayınevini kınıyorum. İğrenç bir kapak olmuş. Başka bir kapakla da basılmayacağını düşünürsek açıkcası yazık oldu. :inca

Kitaba gelince, öncelikle geleneksel bir epik fantastik bir eserdi. Indie olarak başlaması ve çöplüğe dönmüş bir türde bu derece iyi bir eser olması ile nadide bir parça olduğunu gösteriyor.

Anlatımı akıcı -çevirisininde iyi olması ile- , hikaye aksiyon ve gizem dolu idi. Aynı zamanda bunların dozunu da kaçırmaması ile sayfa çevirten bir kitaptı. Kanımca, bu tarz tuğlamsı kalınlığa sahip kitapların düştüğü en büyük hata bazen hikaye veya karakter gelişimi ile hiç alakası olmayan, uzun, gereksiz kısımlar bulundurmalarıdır. Kan Şarkısı'nda ise bu neredeyse yok denecek kadar azdı. Uzun sayılabilecek bir zaman aralığını konu edinse de bölümler arasında bağlantı iyi kurulmuştu. Karakter üzerine süregelen bir hikayeye sahipti. Ana ve yan karakterler üzerinde iyice düşünüldüğü de belliydi.

Kan Şarkısı, büyü, kılıç, savaşlar, ihanetler, entrikalar ile dolu, hızlı hikaye ilerleyişine sahip, harika karakterleri ile şiddetle tavsiye ettiğim bir kitaptır.

40
Her insan hayatında bir kez olsun piknik veya benzer birşey yapmıştır. Eğer piknik için gittiğiniz alan kamusal ise "Bulduğun Gibi Bırak!", "Çöp Atmayın!" vb birçok etkinliği tartışılır yazı görmüş ve genel itibari ile dikkate de almamıştır. Kabul edin, pikniğe gidince herkesin içinde yatan bir canavar olduğunu görüyorsunuz.

Uzayda Piknik'te Strugatsky kardeşlerde eğer bizim pikniklerde yaptığımızın aynısını uzaylı bir ırk yapsa ne olurdunun cevabını tartışmışlar. Daha önce Anglosakson bilim kurgu edebiyatınında ilgisini çekmiş bir eser olmasının yanısıra uyarlamalarada ilham vermiş.
Kitap boyunca uzaylı ırkın dünyaya yaptığı ziyaretten arta kalanların devletler, şirketler tarafından incelenmesi işlenirken, tehlikeli olan bölgeye girerek hayatları pahasına birşeyler aşırıp satan insanların -cambazların- en gözü karalarından birisi olan Red ana kahramanımızıdı. Red roman kısa olmasına rağmen sırıtmayın bir karakter olmuş, neredeyse hangi durumda ne söyleyeceğini tahmin edebileceğiniz kadar iyi betimlenmiş bir karakterdi.

Strugatsky kardeşler bilim kurgunun bilim kısmını unutmadan biraz mühendislik birazda bilimin sınırları ve 'akıl' denilen olgunun insanlık tarafından sadece kendisini betimleyecek biçimde oluşturulduğundan da bahsediyorlar. Ayrıca normal okuyucuyu (kitapları rahatlamak için, zevk alarak okuyanlarınıda) unutmadan aksiyon ve gizemide es geçmemişler.

Uzayda Piknik, orijinal bir konunun, güzel bir anlatımla buluştuğu ve türde baskın dil olan İngilizce dışında bir eser arayanlar için gözü kapalı tavsiye edebileceğim bir eser.

41
Güzel bir seri olacağını ilk kitaptan görüyorsunuz. Kurulan evreni, karakterleri ve anlatımı ile oldukça tatmin edici bir romandı. Karakterlerin trajik geçmişlerini, hapsoldukları yaşamın veya çevrelerinin dışına açılmaları anlatırken oldukça akıcı ve sıkmayan bir anlatım -çevirisi- vardı.

Farklı karakterlerin hikayelerini zarifce birbirine bağlayan yazar kitap boyunca birçok zaman atlaması yapıyor. Bu zaman atlamalarının bazısını açıkcası okumak istiyorsunuz. Kısada olsa bir bölüm ayrılabilirmiş diyorum. İlginç bir şekilde -Kitapların uzunluğundan yakınan birisiyim.- daha uzun hatta iki kitaba bölünecek kadar daha hikaye çıkardı. Yine aksiyonu sürekli olan bir eserdi. Günün bitip gecenin başlaması ile zaten kitabın heyecanı doruk noktaya ulaşıyor. Aksiyon olmasında ne olsun?

Karşılaştığı engelleri kolayca geçemeyen ve yazar tarafından öldürmekten çekinilmeyen karakterleri, hızlı ve akıcı hikayesi ve iyi kurgulanmış evreni ile Dövmeli Adam iyi bir kitaptı.

İlk kitap olan Dövmeli Adam'ın bıraktığı yerden devam eden Çöl Mızrağı ise İblis Döngüsü'nün Arlen'in değilde, insanların nüveliklere karşı verdiği hayatta kalma savaşının hikayesi olduğunu gösteriyor. Eğer tek karakter ve onun çevresindekileri anlatan kitaplardan hoşlanıyorsanız bu seri size göre değil.

Çöl Mızrağı iblislerin sosyal yapısı, hiyerarşileri hakkında biraz daha fikir sahibi olmamızı sağlıyor. Böylece insanlığın en büyük düşmanının toplumsal yapısı hakkında fikir sahibi olmaya başlarken insan denilen yaratığın hiç bir zaman kendi bencil çıkarlarından vazçemeyeceğini görüyoruz.

Aslında Brett seri boyunca kabada olsa dini inanışlar üzerinden iki taraflı bir hikaye anlatmaya çalışıyor. Krasia(İslam), Yeşildiyarlıları (Hristiyan) olarak lanse edilmiş. Kendisi bu fraksiyonları bir çok kültürden etkilenerek oluşturduğunu söylesede genel hatlar itibari ile benzerlik şüphe götürmez. Bu grupların üzerinden bir peygamber, mesih inanışı üzerinde süregelen hikayeye sahip. Özellikle ikinci kitabın Ahmann Jardir üzerine olması ile bu ayrımı daha net görülebiliyor. Brett, serinin "iyi" ve "kötü" olarak bellediğimiz karakterlerinin eylemlerinin nedenlerini de öğrenerek onları yargılamayı ve sıfatlandırmayı okuyucuya bırakıyor.

Kitapta herkes gibi benimde oldukça eksik bulduğum ve yakındığım şey romantizmin ve kadın karakterlerin oldukça güçsüz durması idi. Leesha dışında kadın karakterleri okurken tepkiler ve etkileşimlerini anlamakta oldukça zorlandım. Tabii burada benim kadınlarla olan tecrübelerimde önemli bir kriter olabilir ;D

Çöl Mızrağı eğer bir delilik yapıpta serinin ilk kitabını okumadan başladığınız bir eser ise en kısa sürede ilk kitabı da alın ama eğer ilkini okuduysanız kaçırmadan Çöl Mızrağı'na başlamanızı tavsiye ederim.

42
Artı-eksi şeklinde ilk kitap hakkında birkaç şey söyleyeyim. :(

Öncelikle ben bu tarz kolonilerin ve istasyonların Dünya'ya gezegenine düşman oldukları eserleri severim. Nedense insan doğasını daha iyi anlattıklarını düşünürüm. Sonuçta hepimiz benciliz. Bu tarz bir anlatım seçmesi kitap açısından benim için artı değerdi.

Diğer yandan karakterlerin geliştiğini görmek zordu. İki ana karakterde bana pek çekici gelmediler. İdealizmin gözünü kör ettiği ortalama bir kaptanın ve takıntılı ama neye, niçin, nasıl takıntılı olduğu anlaşılmayan bir eski polisin yarım yamalak karakterler olduklarını hissettim. Eh, bu da bir eksi sayılır.

Sıradaki: Neden bu kadar uzun? Kitap boyunca varlıkları bir enstantene, kısa bir cümle ile açıklanabilecek karakterlere, olaylara ayrılmış en az 150 sayfa vardı. Uzun kitapların iyi kitaplar olduğunu düşünmek kadar basit bir yaklaşıma sahip olmadığım gibi, yazarlarında benim gibi düşündüğüne de eminim. Kitabın sonu ise, devam kitabı çıkarabilirsiniz ama böyle ucuz çizgi roman veya klasik tv-dizisi bitirme hamlesine benzer bir son yazmadan bunu yapmalısınız.

Huyum kurusun devam kitabını okuyarak yarım kalan olayları tamamlarım. Leviathan Uyanıyor, evreni güzel olmasına rağmen, karakterlerinden hoşlanmadığım ve politik, askeri ve şoke edici yanlarını bulamadığım bir kitap oldu.

43
Kitap Amazon'da şu an bedava durumda, almak isteyenler kaçırmasın. http://goo.gl/Jkg8tg

44
Diğer Fantastik Eserler / Ynt: Amber Yıllıkları
« : 04 Ağustos 2014, 22:15:26 »
Ben bu seriyi çok severim. Çok uzun yazmadan da derin ve karmaşık bir seri yazılabileceğine örnek olabileceğini düşünürüm. Serinin tamamı -10 kitap- 1200 sayfa civarı olması ile günümüzde yazılan tuğla gibi ama yarısından fazlası boş lafla dolu olan kitaplara göre daha iyi düşünülmüş bir evrene, politik oyunlara, savaşlara, büyülere, kılıç oyunlarına sahiptir.

Serinin ilk 5 kitabı "savaşcı" sınıfına dahil edilebilecek Corwin'i konu alırken, son 5 kitap ise "büyücü" sınıfında olan Merlin'i anlatmaktadır. İlk beşlemenin kurgusunu ikinciye göre daha fazla sevsem de tüm seri genel itibari ile herkese gözü kapalı tavsiye edebileceğim bir eserdir.

Ayrıca Zelazny'nin yazdığı eserlerin bir çoğunu okudum. Dilimize bu serisinin yanısıra 2 kitabı daha çevrilen yazarın aslında mitoloji ile kurguyu mükemmel harmanlayan biri olduğunu düşünüyorum. Daha çok kitabın dilimize çevrilmesi ve daha fazla okunması dileğiyle.

45
Yeraltı Edebiyatı / Eşekarısı Fabrikası - Iain Banks
« : 07 Temmuz 2014, 04:11:11 »
Eşekarısı Fabrikası (The Wasp Factory) - Iain Banks
Ayrıntı Yayınları - 1996


Alıntı
Eşekarısı Fabrikası'nda Banks, 16 yaşındaki Frank'in hikayesini anlatırken bizi insan doğasının en karanlık yönlerinden kesitler sunuyor. İzole bir adada Frank hayvaları sakatlamaktan ve ölüleri ile kendince ritüeller yapmaktan hoşlanan birisidir. Tuhaf bir kişiliğe sahip olan babası ile birlikte yaşıyordur. Günleri tımarhaneden kaçan kardeşi Eric ve eşekarısı fabrikası ile doludur.

Yeraltı edebiyatı olarak adlandırılan veya sınıflandırılan eserler genelde insanların karanlık yanlarını keşfe çıkan ve bunlara açıklamalar getiren rahatsız edici kitaplar olurlar. En azından kendimce yaptığım tanımlaması budur. Frank eşekarısı fabrikası adını verdiği ve hastalıklı bir beynin muhteşem bir manifestosu olarak gördüğüm eseri ile alametler okuyan, cinayet işleyen ve küçük adasında kendi mistik öğeleriyle kurduğu fantazi dünyasında babasıyla yaşayan tuhaf bir çocuktu. Frank harika bir karakterdi diyemem çünkü aşağılık bir yaratıktı. Eşekarısı Fabrikası'nı çağdaş İngiliz edebiyatının en önemli eserlerinden biri haline getiren ve rahatsız edici bir kitap haline getirende buydu.

Hepimiz çocukların masum yaratıkları olduğuna inanırız. Bu bize toplum psikolojisinden gelen bir şartlandırmadır. Ama insan zevk için nedensiz yere öldüren tek yaratıkdır. Bunun yaşla, cinsiyetle alakası yoktur. Kendinden güçsüz yaratıklara eziyet etmek de doğamızda bulunan ve büyük çoğunluğun bastırdığı bir dürtüdür. Aksi halde medeniyet denilen olguyu oluşturamazdık. Herneyse, konuyu farklı bir yere getirdim. Çok dağıtmadan bitireyim.

Eşekarısı Fabrikası okuyucuya herhangi bir ahlaki çıkarım sunmamakta olmasına rağmen gösterdiği fikirler ve anlatımı ile tedirgin edici bir eserdi. Bulubailirseniz okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Iain Banks'a saygılarımla, keşke yaşasaydı ve daha fazla kitap yazsaydı.

Yayınevleri,lütfen Banks'in özellikle bilimkurgu veya kurgu dalında verdiği tüm eserleri çevirin.
An itibariyle çevrilmiş eserleri;
Rock Laneti (Espedair Street), Ayrıntı Yayınları -1996
Camda Yürümek (Walking on Glass), Dost Kitabevi - 2009
Kanal Düşleri (Canal Dreams), Dost Kitabevi - 2009
Iain M. Banks olarak yazdığı bilimkurgu eserlerinden çevrilen;
Cebirci (The Algebraist), İthaki Yayınları - 20114
 
Bir inşaat mühendisi olarak ilgimi çeken ama kitabın konusu ile alakası olmayan güzel bir pasajı paylaşmak istiyorum. :)

Alıntı
Küçükken bir baraj inşa ederek evi kurtarmayı hayal ederdim. Kum tepelerinin üzerindeki otlar tutuşacaktı ya da bir uçak düşecekti, bir kanal yardımıyla barajdan aldığım suyu eve naklederek bodrumdaki barutun patlamasını engelleyen de ben olacaktım. Bir zamanlar en büyük isteğim babama bir ekskavatör aldırmaktı, böylece gerçekten büyük barajlar yapabilecektim. Ama artık baraj yapmayı daha ince, hatta metafizik bir şey olarak görüyorum. Suya karşı asla zafer kazanılamayacağını fark ettim; sonunda hep o kazanıyor, sızıyor, süzülüyor, dolduruyor, çukur açıyor ve üstten aşıp gidiyor. Aslında tek yapabileceğin onun yolunu değiştirmek ya da akışını bir süreliğine durdurmak; aslında yapmak istemediği bir şeyi yapmaya onu ikna etmek. İşin keyfi onun gitmek istediği yerle (yerçekimi ve üzerinde yol aldığı maddeye uygun olarak) senin onunla yapmak istediğin şey arasında bir orta yol bulmakta.

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 7