106
Kurgu İskelesi / Anatolya Günlükleri 1- Yeni Bölüm...
« : 17 Nisan 2012, 20:41:48 »
Veis'in Arayışı
3. Bölüm
"Sen de kimsin?" diye sordu Vaiz Mehmet.
Dev, kanlı dişlerini göstererek sırıttı. "Ben Yedi Tanrılar'ın Baş Veisi'yim."
"Veis mi? O ne demek?"
Heybetli adam bir adım öne geldiğinde ahşap zemin isyan edercesine gıcırdadı. Sus pus olan insanlar ise korkuyla gerilediler. "Senin irfan sahibi olman gerekmiyor mu büyücü? Veis'in ne demek olduğunu bilmeyen birini vaiz yapıyorlar mı? Ben Yedi Tanrılar'a hizmet ediyorum. Onların bu dünyadaki yargıcı ve celladıyım. Veis bu anlama geliyor."
Devin sesindeki vahşetin tınısı onu korkutsa da etrafındaki kalabalıktan cesaret aldığından ötürü yaşlı adamın geri adım atmaya niyeti yoktu. "Sen gerçekte kimsin?" diye sordu. "İnsan değilsin değil mi?"
Baş Veis düşüncelere gömüldü. Bu iyi bir soruydu.
Baş Veis bir zamanlar hiç kimseydi. Yanındaki sürüklediği karakura kölesinden bile daha değersizdi. Bundan elli sene evvel Yedi Denizler'de Mücevher Adaları'ndan birinde bir köle olarak doğmuştu. Babası adaya gelen binlerce korsandan birisiydi, onu hiç görmemişti. Çünkü Veis'in annesi de fahişe bir köleydi. En azından ona anlatılan buydu.
Gün boyu çuvallara doldurulan mücevherleri sırtlar, madenin en altından dışarıya taşırdı. Bunun dışında hiçbir şey bilmezdi. Sefil hayatının ilk yirmi yılını kırbaçlanarak, dayak yiyerek, birilerine kul, köle olarak geçirmişti. Ta ki o esrarengiz sarı saçlı kadınla tanışana dek...
Adaya bir saldırı olmuştu ve köleler, cariyeler, fahişelerden oluşan ada sakinleri kendilerini yine bir barbar-korsan savaşının ortasında bulmuşlardı. Mücevher adalarında bu tür baskınlar yaygındı. İşte o zaman cadıyla yolları kesişmişti. Veis'e gerçek kaderini göstermiş, onu tanrıların kanıyla kutsamıştı.
Vaizin çatlamış sesi onu düşüncelerinden uzaklaştırdı. "Sana kimsin dedim! Senin.."
"Buraya senin tanrıların için gelmedim," diye sözünü kesti Veis bir adım daha yaklaşarak. Onun devasa bedeni yüzünden hanın salonu ufalmıştı sanki. Katran lambaların ışığı burayı aydınlatmaya yetersiz kalıyordu. "Bir cadı arıyorum."
"Kimi?"
"Ak Ana denen cadının soyundan gelen bir Ak Cadı'yı."
"Kimi aradığının bir önemi yok," diye buyurdu yaşlı adam tartışmayı sonlandırırmış gibi katı bir tonla. Bir eliyle çenesini sıvazlarken onu tepeden tırnağa inceledi. "Kim olduğun da fark etmez Veis. Sen de Aziler'in Ak Su'yunu tadıp doğru yoldan saptıranlardan vazgeçmelisin. Senin..."
"Söylediğim cadının nerede olduğunu biliyor musun?" diye sordu Veis canı sıkılırmış gibi.
Büyücü onu hiç duymamışçasına devam etti. "Senin de bu kâfirliğini inkâr edebilmen..."
"Kapa çeneni salak!" diye hırladı dev.
"Sen de kim..."
"Ben tanrıların buyruğuyum!" dedi Veis yumruklarını sıkarak. "Konuş ihtiyar!"
Vaiz öfkeden titrerken bileklerini büktü. Hava zerrecikleri bir araya gelmiş, sertleşmiş ve keskin bıçaklara dönmüştü. "Fesa Meyir!" diye böğürdü.
Havadan yaratılan bıçaklar Veis'e süratle çarptığı gibi kayboldular.
Kalabalık, bir işaret verilmiş gibi deve hücum etti. Baş Veis'in arkasında saklanan karakura o zamana kadar kendisini belli etmemişti. Yaratık, adamlardan ikisinin birden üzerine sıçrarken Veis diğerlerinden daha iri yarı iki adamı boyunlarından yakaladı. Onların nefes borularını ezdiğinden emin olduktan sonra öbürlerinin üzerine fırlattı.
Vaiz bileklerini bükerek avuçlarından Veis'e doğru karanlık bir yıldırım gönderdi. Devasa adam yıldırımın vücuduna çarptığını gördü ancak bedeni gelen büyüleri adeta yuttuğundan bunu da umursamadı.
"Sen nesin böyle?" dedi vaiz dehşetle. Adamlarına "Gebertin şu ucubeyi!" diye bağırdı.
Bir anda kan beynine sıçradı. Veis güçlerini elde ettiğinden bu yana hiç bu kadar öfkelendiğini hatırlamıyordu. Ona kimse ucube diyemezdi. O tanrılar tarafından kutsanmıştı. Yedi Tanrılar onu seçmişti.
Büyücü korkuyla gerilerken diğer adamlar tasmalarından zorla çekilen köpekler misali Veis'e saldırdılar. Kıtırtır denen karakura birçoğunu pençeleriyle parçalayarak öldürürken Veis adamlardan birinin büyük bir bıçakla üzerine yürüdüğünü gördü.
"Hadi saplamaya çalış!" dedi Veis. Kollarını göğsüne sardı. Adam gözlerinde vahşetin cebbar tutkusuyla bıçağını onun karnına defalarca vurdu. Dev, çeliğin dokunuşunu hissetti ancak buna kayıtsız kalmıştı zira ona hiçbir şey olmadığı gibi bıçağın ucu da eğrilmişti. Adam şaşkınlıkla elindeki bıçağa bakarken Veis ona bir yumruk salladı. Adamın ayakları yerden kesildi ve köşelere çekilmiş masaların üzerine düştü.
Veis, az evvel annesini öldüren küçük kızın da üzerine yürüdüğünü fark etti. Nergis'i tek eliyle belinden tutup kaldırdı. Genç kız yumruklarını ona savuruyor. Tükürükler saçarak küfürler yağdırıyordu. Veis iki adımla odayı aştı ve kapıyı açıp kızı dışarıya çıkardı. Yaşı bu kadar küçük olan birini öldürmemeliydi. Yedi Tanrılar bunu istemezdi.
Tekrar odaya döndüğünde karakuranın birkaç adamın üzerine çıkmış onları pençeleriyle parçaladığını görmüştü. Diğerleri ise ya bayılmış, ya da ölmüştü.
Büyücü korkuyla sırtını duvara vermişti. Kaçacak bir yeri yoktu. Dehşet içinde hıçkırıyordu.
"Sana söyledim," dedi Veis kızgınlıkla. "Ak Cadı'yı arıyorum. Eğer bana yardım edersen..."
Yaşlı adam şok geçiriyormuş gibi kendi kendine söyleniyordu. "Yüce Kızagan sen bu ölümlü kulunu bağışla, iblisi yenemedi ve..."
"Kes sesini!" diye kükredi Veis. Sesi yüzünden yüzeyleri tozdan renk değiştirmiş olan cam şişeler paramparça oldu. Vaiz de hıçkırığını yutkundu. "Bana bilmek istediğimi anlatacaksın. Nerede bu Ak Cadı denen korkunç mahlûkat?"
3. Bölüm
"Sen de kimsin?" diye sordu Vaiz Mehmet.
Dev, kanlı dişlerini göstererek sırıttı. "Ben Yedi Tanrılar'ın Baş Veisi'yim."
"Veis mi? O ne demek?"
Heybetli adam bir adım öne geldiğinde ahşap zemin isyan edercesine gıcırdadı. Sus pus olan insanlar ise korkuyla gerilediler. "Senin irfan sahibi olman gerekmiyor mu büyücü? Veis'in ne demek olduğunu bilmeyen birini vaiz yapıyorlar mı? Ben Yedi Tanrılar'a hizmet ediyorum. Onların bu dünyadaki yargıcı ve celladıyım. Veis bu anlama geliyor."
Devin sesindeki vahşetin tınısı onu korkutsa da etrafındaki kalabalıktan cesaret aldığından ötürü yaşlı adamın geri adım atmaya niyeti yoktu. "Sen gerçekte kimsin?" diye sordu. "İnsan değilsin değil mi?"
Baş Veis düşüncelere gömüldü. Bu iyi bir soruydu.
Baş Veis bir zamanlar hiç kimseydi. Yanındaki sürüklediği karakura kölesinden bile daha değersizdi. Bundan elli sene evvel Yedi Denizler'de Mücevher Adaları'ndan birinde bir köle olarak doğmuştu. Babası adaya gelen binlerce korsandan birisiydi, onu hiç görmemişti. Çünkü Veis'in annesi de fahişe bir köleydi. En azından ona anlatılan buydu.
Gün boyu çuvallara doldurulan mücevherleri sırtlar, madenin en altından dışarıya taşırdı. Bunun dışında hiçbir şey bilmezdi. Sefil hayatının ilk yirmi yılını kırbaçlanarak, dayak yiyerek, birilerine kul, köle olarak geçirmişti. Ta ki o esrarengiz sarı saçlı kadınla tanışana dek...
Adaya bir saldırı olmuştu ve köleler, cariyeler, fahişelerden oluşan ada sakinleri kendilerini yine bir barbar-korsan savaşının ortasında bulmuşlardı. Mücevher adalarında bu tür baskınlar yaygındı. İşte o zaman cadıyla yolları kesişmişti. Veis'e gerçek kaderini göstermiş, onu tanrıların kanıyla kutsamıştı.
Vaizin çatlamış sesi onu düşüncelerinden uzaklaştırdı. "Sana kimsin dedim! Senin.."
"Buraya senin tanrıların için gelmedim," diye sözünü kesti Veis bir adım daha yaklaşarak. Onun devasa bedeni yüzünden hanın salonu ufalmıştı sanki. Katran lambaların ışığı burayı aydınlatmaya yetersiz kalıyordu. "Bir cadı arıyorum."
"Kimi?"
"Ak Ana denen cadının soyundan gelen bir Ak Cadı'yı."
"Kimi aradığının bir önemi yok," diye buyurdu yaşlı adam tartışmayı sonlandırırmış gibi katı bir tonla. Bir eliyle çenesini sıvazlarken onu tepeden tırnağa inceledi. "Kim olduğun da fark etmez Veis. Sen de Aziler'in Ak Su'yunu tadıp doğru yoldan saptıranlardan vazgeçmelisin. Senin..."
"Söylediğim cadının nerede olduğunu biliyor musun?" diye sordu Veis canı sıkılırmış gibi.
Büyücü onu hiç duymamışçasına devam etti. "Senin de bu kâfirliğini inkâr edebilmen..."
"Kapa çeneni salak!" diye hırladı dev.
"Sen de kim..."
"Ben tanrıların buyruğuyum!" dedi Veis yumruklarını sıkarak. "Konuş ihtiyar!"
Vaiz öfkeden titrerken bileklerini büktü. Hava zerrecikleri bir araya gelmiş, sertleşmiş ve keskin bıçaklara dönmüştü. "Fesa Meyir!" diye böğürdü.
Havadan yaratılan bıçaklar Veis'e süratle çarptığı gibi kayboldular.
Kalabalık, bir işaret verilmiş gibi deve hücum etti. Baş Veis'in arkasında saklanan karakura o zamana kadar kendisini belli etmemişti. Yaratık, adamlardan ikisinin birden üzerine sıçrarken Veis diğerlerinden daha iri yarı iki adamı boyunlarından yakaladı. Onların nefes borularını ezdiğinden emin olduktan sonra öbürlerinin üzerine fırlattı.
Vaiz bileklerini bükerek avuçlarından Veis'e doğru karanlık bir yıldırım gönderdi. Devasa adam yıldırımın vücuduna çarptığını gördü ancak bedeni gelen büyüleri adeta yuttuğundan bunu da umursamadı.
"Sen nesin böyle?" dedi vaiz dehşetle. Adamlarına "Gebertin şu ucubeyi!" diye bağırdı.
Bir anda kan beynine sıçradı. Veis güçlerini elde ettiğinden bu yana hiç bu kadar öfkelendiğini hatırlamıyordu. Ona kimse ucube diyemezdi. O tanrılar tarafından kutsanmıştı. Yedi Tanrılar onu seçmişti.
Büyücü korkuyla gerilerken diğer adamlar tasmalarından zorla çekilen köpekler misali Veis'e saldırdılar. Kıtırtır denen karakura birçoğunu pençeleriyle parçalayarak öldürürken Veis adamlardan birinin büyük bir bıçakla üzerine yürüdüğünü gördü.
"Hadi saplamaya çalış!" dedi Veis. Kollarını göğsüne sardı. Adam gözlerinde vahşetin cebbar tutkusuyla bıçağını onun karnına defalarca vurdu. Dev, çeliğin dokunuşunu hissetti ancak buna kayıtsız kalmıştı zira ona hiçbir şey olmadığı gibi bıçağın ucu da eğrilmişti. Adam şaşkınlıkla elindeki bıçağa bakarken Veis ona bir yumruk salladı. Adamın ayakları yerden kesildi ve köşelere çekilmiş masaların üzerine düştü.
Veis, az evvel annesini öldüren küçük kızın da üzerine yürüdüğünü fark etti. Nergis'i tek eliyle belinden tutup kaldırdı. Genç kız yumruklarını ona savuruyor. Tükürükler saçarak küfürler yağdırıyordu. Veis iki adımla odayı aştı ve kapıyı açıp kızı dışarıya çıkardı. Yaşı bu kadar küçük olan birini öldürmemeliydi. Yedi Tanrılar bunu istemezdi.
Tekrar odaya döndüğünde karakuranın birkaç adamın üzerine çıkmış onları pençeleriyle parçaladığını görmüştü. Diğerleri ise ya bayılmış, ya da ölmüştü.
Büyücü korkuyla sırtını duvara vermişti. Kaçacak bir yeri yoktu. Dehşet içinde hıçkırıyordu.
"Sana söyledim," dedi Veis kızgınlıkla. "Ak Cadı'yı arıyorum. Eğer bana yardım edersen..."
Yaşlı adam şok geçiriyormuş gibi kendi kendine söyleniyordu. "Yüce Kızagan sen bu ölümlü kulunu bağışla, iblisi yenemedi ve..."
"Kes sesini!" diye kükredi Veis. Sesi yüzünden yüzeyleri tozdan renk değiştirmiş olan cam şişeler paramparça oldu. Vaiz de hıçkırığını yutkundu. "Bana bilmek istediğimi anlatacaksın. Nerede bu Ak Cadı denen korkunç mahlûkat?"