Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - minrand

Sayfa: [1]
1
Eğlence & Mizah / Bilimkurgu Tarihi
« : 19 Mayıs 2013, 15:52:43 »
http://www.wardshelley.com/paintings/pages/fullpics/histSciFi.jpg
Geçenlerde karşılaştım bu resimle, tek sayfada bilimkurgu tarihini özetlemeye çalışan bir çalışma. Biraz karışık ama incelemesi zevkli bir resim.(Yakın buldum paylaştım  :))

2
Diğer Bilimkurgu Eserleri / Ender Serisi - Orson Scott Card
« : 19 Mart 2013, 16:44:17 »
Ender'in Oyunu, Orson Scott Card tarafından yazılmış olup Ender serisi, Ender saga, Enderverse olarak da bilinen serinin ilk kitabı. Kitap ilk olarak  1977 yılında  Analog Science Fiction and Fact dergisinde kısa hikaye olarak yayınlandı. Daha sonra yazar hikayeyi bir romana dönüştürdü. Bu dönüşümün başarılı olduğunu varsayabiliriz. Çünkü kitap 1985 Nebula ve 1986 yılı Hugo ödüllerini kazanarak, Hugo ve Nebula'yı ortak kazanan o elit kitaplardan biri olmayı başardı. Ender saganın devam kitabı olan Ölülerin Sözcüsü'nün de bir Hugo ve Nebula ortak kazananı olduğunu söylemem size serinin kalitesi hakkında bir fikir verebilir.

Kitabın başlangıcında Böcek denilen dünya dışı bir türün dünyamızı kolonileştirmek için iki kez saldırdığını ve ikinici savaşta insanlığın neredeyse yok olmanın eşiğine geldiğini öğreniyoruz. Savaşın kazanılmasının tek sebebi ise devletin yetenekli(potansiyel gördüğü) çocukları toplayıp, onları özel bir eğitimden geçirerek olabilecekleri en iyi komutan olmalarını hedefleyen eğitim sistemi. Bu sistem tarafından yetiştirlen efsanevi komutan Mazer Rackham, ikinci istila sırasında böcekleri durdurmayı başarmış ama bu olayın üzerinden yıllar geçmiş durumda. Dolayısıyla donanma kendisinin ve de muhtemelen insanlığın son şansı olan mükemmel lideri yeniden bulmak zorunda. İnsanlığın hayatta kalbilmek için aradığı kusursuz komutanın çabucak bulunması gerekiyor çünkü üçüncü istila yaklaşıyor ve hazırlanacak çok az zaman var.

Bu noktada devreye Andrew Wiggins isimli, üçüncü lakaplı Ender giriyor. Normal şartlar altında en fazla iki çocuk yapılabilirken devlet umut vadeden çocukların ailelerinin Üçüncü bir çocuk yapmasına izin veriyor. Ender de ismini  burdan alıyor; ordunun ısmarladığı üçüncü çocuk. Daha fazla ilerlemeden, Ender karakterinin oluşmasında bana göre en fazla etkiye sahip olan iki kişiden biraz bahsetmek gerekiyor.

Peter Wiggins kardeşlerin en büyüğü. Deha derecesinde parlak ve aynı derecede zalim. Manipulasyon ve yıkım konusunda uzman. İnsanları tehdit etmede, onların zayıf yönlerini ve korkularını keşfedip bunları kullanma konusunda oldukça yetenekli. Aynı zaman da Ender'in en büyük kabusunun kaynağı-onun gibi olma korkusu-. Valentine ise Wiggin kardeşlerin ortanca olanı. En az Peter ve Ender kadar zeki ama uysal bir kişiliğe sahip. Peter sosyopat olmaya çok yakın olduğundan, Valentine ise şefkati yüzünden donanma okuluna çağrılmıyorlar.

Ender'in doğumuyla birlikte Ender-Peter-Valentine arasındaki ilşki şekillenmeye başlıyor. Peter, Ender'in kendisinin yeteri kadar iyi olmadığının ispatı olduğunu düşündüğü içini hayatını Ender'in yaşamını cehenneme çevirmeye adıyor. 6 yaşına gelip, Ender donanma okuluna gelene kadar da bu durum değişmiyor. Çoğunlukla Peter tarafından taciz edilen Ender ve onu korumak için gücünün yettiği her şeyi yapmaya hazır Valentine.

Hikaye Ender'in hayatında değer verdiği tek insan olan Valnetine'ı geride bırakıp donanma okuluna gitmesiyle devam ediyor. Zaten ilk kitapta genel olarak Ender'in küçük bir çocuktan insanlığı kurtarabilecek taktiksel bir dehaya dönüşmesini izliyoruz. Bu dönüşümü izlemek pek keyifli değil açıkçası, hatta çoğu zaman düşündürücü ama her şeye rağmen gerçekleşiyor. Yazarın hayatta kalma içgüdüsünün insana yaptırabileceklerinin neredeyse sınırı olmadığını göstermekten çarpık bir zevk aldığını düşünüyorum ben. Evet sorularımız şu insanlığın hayatta kalması için kaç insanı harcayabiliriz, yüzlerce çocuğu alıp onları birer silaha çevirebilir miyiz, başka bir türü zeka sahibi bir türü yok edebilir miyiz, soykırım hangi durumlarda kabul edilebilir?  

Kitap boyunca yaygın olan temalardan bir tanesi kişilik çatışması. Yazar bu temayı Ender karakteriyle işlerken alışılmışın dışında bir iyi-kötü savaşını merkeze almış. Peter ve Ender'in savaşı ve aradaki köprü olan Valentine. Hikaye ilerleken, bir yandan bize iyi olarak lanse edilen Ender karakterinin sürekli test edilerek, yalnız bırakılarak, kabul edilmesinin tek yolunun diğerlerinden daha iyi olduğunu ispatlamak olduğu bir ortam
yaratılarak bir insandan düşmanlarını yok etmenin her zaman en etkili yolunu bulmayı başaran bir yok ediciye dönüşümünü görüyoruz. Diğer tarafta ise canavar olarak bildiğimiz Peter'in insanlığın ortak düşmanı yok edildikten sonra dünyada yüzyıllardır süren barış ortamının bozulacağını farkedip, bu kaos ortamının kendi ihtiyacı olan fırsat olabileceğini düşünerek, kardeşi Valentine ile barışı korumak için politikaya atılmasını izliyoruz.

Peter'ı motive eden dürtü güç arzusuyken Ender'inkinin hayatta kalma isteği olması elbette fark yaratıyor. Fakat yazar sonunda, Peter'ı bir savaşı engelleyip milyonlarca insanın hayatını kurtarabilecek bir konuma koyarken, Ender içinse olası bir soykırımın baş sorumlusu olabileceği bir ortam hazırlıyor. Bu durum klişe sayılabilecek her iyinin içinde bir kötü, her kötünün içinde bir iyi vardır tezini yazarın çok farklı ve bence
özgün bir biçimde işlemesini mümkün kılıyor.  

Bahsedilmesi gereken diğer konu ise kitabın geneline yayılmış olan bireysel ihityaçlar ve çoğunluğun iyiliği çatışması. Yazar bu tartışmada genel olarak daha yüce bir iyilik için azınlığın feda edilebileceği görüşünü benimsemiş durumda. Bu bir bakımdan kitabı daha da çarpıcı yapıyor. Çünkü kitap boyunca bize sürekli gösterilen verilen kayıplar. Kurtarılmaya çalışılan dünyanın nasıl bir yer olduğunu bilmiyoruz. Okuldaki çocuklar 5-6 yaşında evlerinden koparılmışlar. Kendilerini neredeyse hiç tanımadıkları insanlar için tehlikeye atıyorlar. Bu sebeple, yaşananlar gerçekten gerekli mi sorusunu sorarken buluyoruz kendimizi. Benzer bir durumla ne pahasına olursa olsun kazanmak konusu işlenirken karşılaşıyoruz. Askeri bir okulun kazanma odaklı bir eğitim sisteminin olması anlaşılabilir. Çünkü kaybetmek çoğunlukla ölüm demek. Fakat yazar burada da aynı soruyu sordurmayı başarıyor. Kazanmak için ne kadar ileri gidebilirsiniz?

Kitap genellikle bu havada geçiyor. Okurken sürekli yeni sorular sormaya zorluyor sizi. Cevaplara gelince bir cevap olduğundan pek emin değilim açıkçası. Yine de ders niyetine bir motto benimseyelim kitaptan(daha çok seriden). Doğru olduğunu inandığınız şeyi yapın ve bedelini ödeyin.

Not: Ben aslında serinin ikinci kitabı Ölülerin Sözcüsü hakkında bir şeyler yazmak istemiştim. O kitap bence çok daha güzel ama sebebini anlamadığım bir şekilde ilk kitap hakkında konuşuyorum. Gerçi yazar da Ölülerin Sözcüsü kitabı için anlaşma yaptıktan sonra bir yerde tıkanmış. Daha sonrasında hikayenin öncesini yazmadan kitaba devam edemeyeceğine karar verip bir kısa hikaye olan Ender'in Oyunu'nu romana dönüştürmüş. Belki de Ender'in Oyunu olmadan, Ölüler'in Sözcüsü hakkında konuşmak imkansızdır.

3
Eğer gök mekaniğinin yasaları bir nesnenin gökte sabit olarak kalmasına olanak sağlıyorsa aşağıya yüzeye doğru bir kablo uzatılması - ve böylece Dünya'yı uzaya bağlayan bir asansör sistemi kurmak mümkün olamaz mıydı?

Arthur Clarke Cennetin Çeşmeleri adlı eserini bu sorunun etrafında şekillendirmiş ve kitabın  Hugo ve Nebula ödüllerini aldığını göz önünde bulundurunca ortaya tatmin edici bir kitap çıkmış demek sanırım abartı olmaz.

Yukarıda da belirttiğim gibi kitabın ana konusu bir uzay asansörünün inşası. Burada hemen şu soruyu sormak gerekiyor sanırım, uzay asansörü tam olarak nedir ve ne işe yarar?  Clarke'a göre uzay asansörü insanın evreni fethetmesi/keşfetmesi/kolonileştirebilmesi için gerekli temel sistemlerden ilkidir. Peki uzay asansörünün faydası nedir? Geleneksel yöntemlerle uzaya herhangi birşey taşımak astronomik fiyatlara malolurken uzay asansörü bu maliyetleri inanılmaz ölçüde düşürerek uzayın keşfinin önündeki en önemli sorunlardan birinin olası çözümüdür, en azından Clarke'ın iddiası bu yönde. Uzay asansörünün ne olduğuna gelince kendisi ufak bir fark dışında bildiğimiz asansör sisteminin aynısı. O ufak fark ise şu ki bu asansörün Taprobane ülkesindeki Sri Kanda Dağ'ı ile 40000 km yukarıdaki yapay bir uydu arasında gidip gelmesi gerekiyor.

Burada belirtmekte fayda var. Fikir ilk bakışta inanılmaz gibi gelebilir bana biraz hayalperestçe gelmişti en azından ama burada devreye hemen Clarke  giriyor ve bence en iyi olduğu şeyi yapıp teknik sorunları çözüyür. Kitabı okurken Clarke sizi o asansörün yapımından sorumlu proje grubunun bir parçası gibi hissettirmeyi başarıyor. Başlangıçtan sonuna kadar projede karşılaşılması olası problemleri belirleyip bunlara akılcı çözümler getiriyor. Öyle ki başlangıçta yapılması imkansız gibi gözüken uzay asansörü kitabın sonlarına doğru ulaşılabilir gözükmeye başlıyor. Hatta zaman zaman bu çok mantıklı neden bu yapılmıyor ki derken bulabiliyorsunuz kendinizi.

Arthur Clarke'ın bence en güçlü yanı teknik konularadaki bilgisi. Kitabı okurken yazarın neden bahsettiğini bildiğini hissedibiliyorsunuz. Arthur Clarke'ın bilim adamı kişiliğini göz önüne alınca bu beklenebilir bir durum sanırım ama beni yine de etkilemeyi başardı. Şöyle söyleyeyim bir Clarke kitabı okurken bilim kurgu kitabı okuduğunuzun farkına varıyorsunuz. Clarke bir sorunu şu anda gelecekteyiz teknoloji çok gelişti herşeyi yapabilen süper aletlerimiz var diyerek çözmek yerine, çözümün arkasındaki bilimsel gerçeği az da olsa okuyucuyla paylaşmaya çalışan bir  yazar gibi gözüktü benim gözüme. Bu durum hoş olduğu kadar benim gibi Clarke'ın tarzına alışmamış olanlar için sıradışı. Zaman zaman kitabı okurken kendinizi makale okur ya da bilimsel bir konferansta gibi hissederseniz şaşırmayın. Clarke'ın bu teknik tarzını şimdilik alışılmadık deyip bırakayım ileride daha fazla kitabını okursam(ki okumayı planlıyorum) tekrardan dönerim.

Kitaba tekrar dönelim kitap yaklaşık olarak 22. yüzyılın ortalarında başlıyor. Olaylar, Vannevar Morgan isimli çağının en önde gelen inşaat  mühendislerinden birinin hayatının en önemli projesini yapmak için Sri Kanda Dağı'nın yer aldığı Taprabone ülkesine gelmesiyle başlıyor. Morgan'ın  bu dağı seçmesinin coğrafi, iklimsel, bilimsel olmak üzere yüzlerce sebebi var. Uzay asansörünün inşa edebileceği Dünya üzerindeki en uygun ve tek yer olan Sri Kanda Dağ'ının Dünya'da halen var olan ender dindar insanlardan Budist keşişlerinin evi olması ise Morgan'ın şanssızlığı.

Yukarıdaki gibi bir girişe sahip olan kitap buradan sonra kabaca üç ana bölüme ayrılabir: Uzay asansörünün yapılacağı yerin seçimi, asansörün yapımı, asansörde mahsur kalan ekip için yapılan kurtarma operasyonu.

İlk bölümde Clarke'ın kendi deyimiyle "Durdurulamaz bir güç, yerinden oynamayan bir nesneyle karşılaşacağı zaman ne olur?" sorusuna cevap arıyoruz. Karşısına çıkan zorluklar karşısında asla pes etmeyen, yıldızlara ulaşma hayalini gerçekleşitirmeye çalışan bir bilim adamı ile binlerce yıllık evlerini korumaya çalışan keşişlerin mücadelesini anlatıyor ilk bölüm. Benim en sevdiğim bölüm burasıydı. Bunun sebebi de Clarke'ın bu kısmı anlatırken 2000 yıl önceki Kral Kalidasa ve Sri Kanda keşişleri arasındaki mücadeleyle Morgan'ın hikayesini paralel biçimde anlatması. Burada hikayeler arasındaki geçişler özellikle güzeldi. Ayrıca genelde teknik konulara ağırlık veriyormuş gibi görünen Clarke, istediğinde gayet güzel kurgular ve karakterler yaratabileceğini de göstermek istemiş sanki bu kısımda. Bu kısımdaki eksiklik en azından benim için kısa olmasıydı. Kral Kalidasa'nın hikayesini biraz daha okumaya hayır demezdim açıkçası. Clarke burada okurun ağzına bir parmak bal çalıp bırakmış gibi geldi bana.

İkinci bölüme gelince kitabın sanırım en başarılı olduğu kısım bu. Bunun sebebi de daha önce belirttiğim gibi Clarke'ın bilim kurgunun bilim kısmına hakim olması. Bu bölümde teknolojik gelişmeler Clarke'ın hayal gücünün gerisinde olduğu için Clarke hayata geçiremediği projesini anlatmış gibi sanki. Tamamen benim hayal gücüm de olabilir ama Clarke'ın hayatına biraz göz attım ve bence Vannevar Morgan karakteriyle kendisini anlatmış yazar. Bu benim çıkarımım tamamen yanlış olabilir ya da Clarke bunu doğrulayan ya da yalanlayan bir şeyler söylediyse bile haberim yok.

Son bölüm hakkında ise Clarke bize duygusal ve tatmin edici bir son vermiş demekten fazlasını söylemeyeceğim.

Kitabın beğenmediğim taraflarına gelince kitapta Yıldızplanörü isimli bence kitaptan tamamen alakasız bir bölüm var. Bu bölümde insanlığın kendi dışındaki ilk zeki yaşam formuyla temasları anlatılıyor ki kitabın konusuyla uzaktan yakından alakası yok. Bu bölüm o kadar eğreti duruyor ki sanki Arthur Clarke hazır elim değmişken uzaylılarla da bir iletişime geçeyim de o da aradan çıksın deyip bu bölümleri yazmış gibi. Bir ara bu bölümlerin kitabın arasına karışmış olabileceğini dahi düşündüm  :).

Arthur Clarke hakkında fikir sahibi olmak, yazım tarzını görmek kısaca Clarke okumaya başlamak için uygun bir kitap gibi gözüktü bana Cennetin Çeşmeleri.

4
Televizyon / Prophets of Science Fiction
« : 30 Temmuz 2012, 06:30:14 »
Prophets of Science Fiction, Ridley Scott'ın yapımcılığını üstlendiği, her bölümünde saygın bir bilim kurgu yazarını mercek altına alan, ilk bölümü 2011 Kasım ayında yayınlanmış ve de hali hazırda ilk sezonu tamamlanmış hafif belgesel tadında bir televizyon dizisi.

Serinin ismini Türkçe'ye Bilim Kurgunun Peygamberleri ya da Bilim Kurgunun Kahinleri diye çevirmek mümkün ama dizinin içeriğini göz önüne alıca bence Bilim Kurgunun Kahinleri diye çevirmek daha doğru olacaktır. Dizinin ilk sezonunda hayatları ve eserleri incelenen yazarlar şunlar:
       
       Mary Shelley
       Philip K. Dick
       H.G. Wells
       Arthur C. Clarke
       Isaac Asimov
       Jules Verne
       Robert Heinlein
       George Lucas


Serinin konusuna gelince, dizi aşağı yukarı iyi bilim kurgu yazarı aynı zaman da biraz da iyi bilim adamıdır önermesi üzerine kurulmuş gibi. Dizi boyunca x veya y yazarı şu alanda sayılı uzmanlardan biriydi, çok ileri görüşlüydü, bu alanda vizyon sahibiydi  onun hayal ettiklerini biz daha yeni yeni gerçekleştirebilmeye başladık alt metni(çok da alt metin sayılmaz ya gerçi) hakim. Her bölümde ünlü bir yazarı alıp onun eserlerinde bundan yıllar önce bahsettiği kavramları, aletleri, fikirleri anlatıp sonrasında da o alanda çalışan bazı bilim adamlarını çıkarıp bugün artık bunlar hayal değil, kurgular yavaş yavaş gerçek olmaya başladı, ileride kim bilir neler olur muhabbeti yapılıyor. Bölümlerin her biri yaklaşık olarak bu formatta.

Program çoğunlukla  bilim kısmna odaklanıp yazarların edebi yanını pas geçmeyi tercih ediyor. Bu sebeple teknolojik ve de bilimsel terimler bazen havada uçuşabiliyor. Eğer bu alanla pek ilgili değilseniz izlerken bazı bölümlerde sıkılabilirsiniz. Bu bölümlerde serinin belgesel yanı hemen devreye giriyor. Zaman zaman yazarların yaşantılarından ilginç kesitler sunulup yazarı ve fikirlerini daha iyi tanımanız amaçlanıyor. Mesela Asimov'un orduda yaşadığı zorlukları göstermeleri sonrasında Asimov'un kaba kuvvetten ziyade zekaya dayanan çözümleri benimsemesidiğini vurgulamalarını izlemek benim çok hoşuma gitti. Programı izlerken yazarları bir nebze de olsun daha iyi tanımaya başlıyorsunuz bu sebeple her bilim kurgu okurunu ucundan köşesinden bir şekilde yakalayabilecek bir yapım olduğunu düşünüyorum. Özellikle kitaplarını okuduğunuz yazarların  bölümlerini izlemek apayrı bir keyif.

Diziyi Science kanalının internet adresinden izleyebiliyorsunuz sanırım. Gerçi internette bulmak da çok zor değil. Eğer vaktiniz olursa kesinlikle göz atmanızı tavsiye edeceğim bir program. Bir Suits değil belki  ;D ama hoşça vakit geçirmenizi sağlayabilir.

Dizinin internet sayfası: http://science.discovery.com/tv/prophets-of-science-fiction/
IMDB sayfası             : http://www.imdb.com/title/tt2091018/

5
Diğer Fantastik Eserler / Jonathan Strange & Mr. Norrell
« : 28 Haziran 2012, 21:49:22 »
Jonathan Strange & Mr. Norrell 2004 yılında Susanna Clarke tarafından yazılan ve 2005 yılında Hugo Award for Best Novel, World Fantasy Award for Best Novel ödüllerini almış bir kitap.  Kitap bence fantastik kurgununun en özgün ve en okunası örneklerinden biri ama Türkiye'de nedense çok bilinmiyor ya da bilenler hakkında fazla konuşmuyor da olabilir.

Spoiler: Göster

Spoiler: Göster


Kitap Türkiye'de siyah ve beyaz iki farklı kapak tasarımıyla satışa sunulmuş, kapak tasaramları geyet sade ve hoş ayrıca siyah kapaklı versiyon ekstra şık. Bay Norrel, Jonathan Strange ve John Uskglass isimli üç bölümden oluşmakta kitap. Başlarda biraz tutuk gibi başlasa da ikinci bölümden sonra kitap sizi içine çekmeyi başarıyor. İlk bölümün görece daha durağan olmasının sebebi sanırım Bay Norrell. Karaktere ısınmak pek kolay değil. İyi kurgulanmış bir karakter olmasına rağmen, okurken sanki bişeyler eksik duygusunu bir türlü üzerimden atamadım. Belki de Jonathan Strange'in büyücü olmaya karar verdiği anı, ilk büyülerini gördüğüm halde Bay Norrell'la ilk kez yetkin bir büyücüyken karşılaşmış olmamdır sebep. Neyse özetle ilk bölüm zaman zaman sıkıcı olsa da kitap ilerleyen bölümlerde ritmini buluyor ve bir çırpıda okunan bir final bölümüyle son buluyor.

Biraz içerikten bahsedeyim.(sonraki 3 paragraf çok az spoiler içerebilir)

İngiliz büyücüler bir zamanlar peri hizmetkarlarının da yardımıyla bilinen dünyanın harikalarını yaratmışlardı. Onlar rüzgara, taşlara, ağaçlara  hükmedebiliyorlardı. Güçlerinin ve yapabileceklerinin bir sınırı yok gibi gözüküyordu. Ama 18. yüzyılın sonlarına doğru yani kitabımızın başladığı tarihlerde, yüzlerce yıldır İngiltere'de büyü yapıldığı hatırlanmıyordu. Yaşayan İngiliz büyücülerin tek yapabildikleri büyü tarihini araştırmak
ve atalarının yaptıkları muhteşem işler hakkında yazılar yazmaktan ibaretti. Peri hizmetkarlar ise gittikçe silikleşen çok az kişiniz hatırladığı bir efsaneydi yalnızca.

Kitap böyle bir atmosferde zengin, içine kapanık bir İngiliz beyefendisi olan Bay Norrell'in İngiltere'de büyü hakkında yazılmış her türlü  kitabı toplayıp, muhteşem bir kütüphane kurarak ve kendi kendini eğiterek İngiltere'nin büyü yapabilen ilk büyücüsü olarak ortaya çıkmasıyla başlıyor. Norrell'in tek amacı İngiltere'ye   büyüyü geri getirmek ve şekillendirmektir. Fakat Norrell'in kurguladığı İngiltere'nin modern büyü sisteminde, bir zamanlar büyücülerin en güçlü hizmetkarları ve güçlerinin kaynağı olan periler yer almamaktadır. Norrell amacını gerçekleştirmek için var gücüyle çalışıp kendisiyle aynı fikirde olmayan insanları çoğunlukla sindirmeyi başadıktan sonra İngiltere'de büyü namına gelişen olayları kontrol etmeye çalışır. Hemen hemen her şey Bay Norrell'in istediği gibi gitmekteyken rakip bir büyücü ortaya çıkar, Jonathan Strange.

Strange yakışıklı, etkileyici, sevecen akla gelen her yönden Norrell'in tam tarsi bir kişilktir. Strange ve Norrell ay ve güneş kadar farklı olsalar da Norrell Strange'i çırağı olarak kabul eder ve kendi uygun gördüğü şekilde Strange'i eğitmeye başlar. Fakat aradan zaman geçtikçe iki büyücünün İngiliz büyüsünün geleceği hakkında çok farklı fikirleri olduğu ortaya çıkar. Bay Norrell her zaman için büyü hakkında dikkatli olunması, kontrolün ne olursa olsun kaybedilmemesi gerektiğini savunurken; Strange vahşi peri büyüsünün cazibesine kapılmıştır. İngiltere'nin belki de tüm zamanların en güçlü büyücüsü, İngiltere'nin ve peri diyarlarının kralı, şeytanın bile kendisinden çekindiği Kuzgun Kral(John Uskglass) Strange'in kahramanı ve rol modelidir. Strange'in kayıp peri büyüsü konusundaki ısrarları sonunda Norrell ile aralarının açılmasına sebep olur ve sonunda iki büyücü
arasındaki anlaşmazlık, iki fikir arasındaki savaşa dönüşür. Zaten çok basitçe özetlemek gerekirse Jonathan Strange & Mr. Norrell, Strange ve Norrell'in ortaya çıkışlarının, tanışmalarının ve İngiliz büyüsü odaklı mücadelelerinin öyküsüdür diyebilirim sanırım.

Kitabın konusu hakkında biraz fikir sahibi olduktan sonra kitabın arka kapak yazısını paylaşayım. Kitabın içinde kehanetin tam metni de buluyor ama arka kapkta yer alan kısım şu şekilde:


“İngiltere'ye iki büyücü gelecek...”
İlki benden korkacak, ikincisi beni görme özlemiyle yanacak,
İlkini hırsızlar ve katiller yönetecek, ikincisi kendi yıkımında suç ortağı olacak,
İlki kalbini karanlık bir ormanda karlar altına gömecek ama yine de sızladığını hissedecek, İkincisi
en değerli varlığını düşmanının elinde görecek...

“İlki hayatını yalnız geçirecek, kendi kedisinin gardiyanı olacak, İkinci ıssız yollarda yürüyecek, başında fırtına, yüksek bir tepede karanlık bir
kule arayacak...


Kitap hakkında bahsedimesi gereken diğer önemli nokta dipnotlar. Kitapta uzunlukları bir satırla dört sayfa arasında değişen yüzlerce dipnot mevcut. Bu dipnotlar kitaptaki asıl hikayeyle çoğunlukla doğrudan ilişkili değiller. Bu sebeple dipnotları gözardı ederek kitabı okumanız pekala mümkün ama bunu kesinlikle tavsiye etmem. Şöyle açıklayayım; kitapta olaylar genellikle İngiltere'de geçiyor ve zaman zaman peri diyarından bahsedilse de bu kısımlar genellikle yüzeysel olup hemen hemen hiç ayrıntı içermiyor. Ama yazar peri diyarı hakkında anlatmak istediği her şeyi dipnotları kullanarak anlatmış. Dipnotlarla yeni bir dünya yaratmış diyebilirim biraz abartarak. Periler ve peri diyarıyla alakalı tüm bildiklerimizi dipnotlardan öğreniyoruz. Gerçi internette dipnotlara lanet eden yorumlarla da karşılaştım ama bence yazar dipnotlarla kitabına çok farklı bir tat katmış. Dipnotlar kitabı bir kaç seviye yukarı çekmiş diyebilirim.

Neil Gaiman, "Son yetmiş yılda yazılmış en mükemmel İngiliz fantastik roman örneği" demiş eser hakkında. Ben İngiliz fantastik kurgu kitapları hakkında Neil Gaiman kadar uzman sayılmam ama kitabın çok başarılı olduğunu söyleyebilirim. Kısaca bu kitabı okuyun, okutturun. Umarım ve de büyük ihtimalle beğenirsiniz.

6
Diğer Fantastik Eserler / Enwor Serisi 1- Gezgin Orman
« : 16 Mart 2012, 21:03:41 »

Aslında kitabı okumayı yeni bitirdim ama yinede buraya yazıyorum.

Gezgin Orman Wolfgang Hohlbein'in yazdığı Enwor Serisi'nin ilk kitabı. Seriye başlamayı düşünenler için hemen kötü haberi vereyim. Seri 11 kitaptan oluşuyor ama sadece ilk iki kitabı Türkçe'ye çevrildi. İkinci kitabın 2000 yılında basılmış olduğunu da göz önünde bulundurunca serinin tamamlanacağını ummak fazla iyimser bir yaklaşım olur sanırım. Şimdi iyi habere geçelim, serinin ilk kitabında öykü tek bir kitapta başlayıp bitiyor. Yani Gezgin Orman'ı seriden bağımsız, tek kitap(stand alone) olarak düşünüp okuyabilirsiniz.

Kitabın arka kapak yazısı şöyle:

Gezgin Orman, çölün ortasında yeşermiş bir orman uygarlığının serüvenini anlatıyor. Kahramanlarımız Skar ve Del zorlu bir çöl yolculuğunun ardından tesadüf eseri bir ormana ulaşırlar ve kurtulma sevinçleriyle ormanın gizleri karşısındaki şaşkınlıkları birbirine karışır. Orman halkı, çölü aşmayı başarmış bu iki profesyonel savaşçıyı uzun süredir bekledikleri kurtarıcılar olarak görürler. Ne varki, yörenin yöneticileri son gelişmeleri kurulu düzen için tehlikeli bulurlar. Skar ve Del'i yine zorlu bir mücadele ve sonunda kötü bir sürpriz beklemektedir. Gezgin Orman, hızlı kurgusu ve adım adım çözüme ulaşan gizemleriyle görsel yanı da oldukça güçlü bir roman.

Kitap hakkındaki yorumlarım,düşüncelerim ve kısa özet:

Satai profosyenel savaşçıları olan Skar ve Del Nonakesh denilen ve geçmesi neredyse imkansız olan çölde ölmek üzereyken, esrarengiz orman ülkesine(Cearn) ulaşırlar. Kendileri ölümden dönmenin vermiş olduğu şaşkınlıkla henüz farkına varamamış olsalar da, orman halkının hayatını dramatik bir şekilde değiştirmek üzeredirler. Orman halkı, satailerin binlerce yıldır beklediği kehanetlerinde anlatılan ve onları anavatanlarına götürecek olan mucizevi kurtarıcılar olduğuna ikna olmuş durumdadır. İlerleyen sayfalarla görüyoruz ki eğer yeterince insan kurtarıcı olduğunuza inanırsa, kahraman olup olmadığınız gerçeği aslında o kadar da önemli değildir. Kitap genel olarak Skar ve Del'in orman ülkesindeki maceralarını anlatıyor.

Orman halkından biraz bahsedeyim. Orman halkı iyi kurgulanmış ve yazılmış bir topluluk. Çölün etrafında şekillenen medeniyetlere sebebini anlayamadığım bir sempatim var ve orman halkını da çok sevdim.(Bkz. Dune-Fremen, Zaman Çarkı-Aiel) Orman halkı binlerce yıl önce kaybettikleri bir savaş sonrasında hayatta kalabilmek için Nonokesh(dönüşü olmayan yol yada ölülerin patikası anlamına gelir) çölüne kaçmak zorunda kalan bir halk. Çölde inanılmaz kayıplar verdikten sonra çok küçük bir grup küçük bir vahaya ulaşmayı başarıyor. Grup bu vahada yaşamaya başlar ve bir gün anavatanlarına dönüp o toprakları alacaklarına yemin eder. Vahada yaşam hiçte kolay değildir bir yandan acımasız çölle bir yandan da hager ve khtaam denilen yaratıklarla mücadele etmek  zorunda kalırlar. Ama bir mucize olur ve grup hayatta kalmayı başarır. Sanırım bunun sebebi belki de insanlık tarihinde bir ilki gerçekleştirmiş olmalarında yatıyor. Yaşadıkları çevreyi değiştirmek yerine ona uyum sağlayıp onu geliştirmeyi seçiyor bu halk. Bu çabaları sonuç veriyor ve kuşaktan kuşağa sahip oldukları vahayı büyütüp binlerce insanın yaşayabileceği Cearn ülkesine dönüştürmeyi başarıyorlar.

Bu zafer orman halkına çok ucuza mal olmuyor ne yazık ki. Fedakar, özverili, çalışkan, duyarlı, mücadeleci insanlardan oluşan bir topluluk kuruyorlar belki ama karşılığında kendi benliklerini ,rüyalarını, umutlarını, hayallerini veriyorlar. Zamanla neredeyse bir karınca kolonisene dönüşüyorlar, herkes gelecek nesillerin görebileceği bir cennet yaratmaya çalışırken kimsenin bugünü yaşamadığı gerçeğini görmezden gelmeye çalışıyorlar. Satailerin çölü aşıp Cearn'e gelmesiyle kendi yarattıkları illüzyondan uyanıp ne yaptıklarını sorgulamaya başlıyorlar. Anavatanlarına geri dönene kadar geçici olarak  yerleştikleri vahanın dünyanın en güzel hapishanesine dönüşüp dönüşmediğini merak etmeye başlıyorlar.

Kitap bu kısımdan sonra benim gözümde zirveye ulaşıyor. Karakterler doğru cevapların olmadığı soruları sorup, her seferinde en az yanlış olan cevabı bulmaya çalışıyorlar. Yazar bu kısımda ardı ardına karakterlerini imkansız seçimler yapmaya zorluyor. Cennette tutsak olmaktansa cehennemde özgür olmayı tercih edip etmediklerine karar vermek zorunda kalan kahramanlarımız, bir ulusun hayatta kalabilmesi için kaç masum insanın hayatını feda edebileceklerini düşünmek zorunda kalıyorlar. Daha sonra gerçeği bilmenin tüm umut ve hayallerinizin sonu olduğu bir durumda bir yalanı yaşamanın daha doğru olup olmadığını seçmek kahramanlarımıza düşüyor. Bu kısımlar benim çok hoşuma gitti. Hikayenin siyah beyaz ilerlemesindense aradaki gri  bölgelerde gezinmek özellikle çok hoştu. Yazar bu kısımda karakterlerin yaşadığı çelişkileri,iç çatışmalarını başarıyla anlatmış.

Satailere gelince, bu kitapta satailerin çok iyi eğitimli, disiplinli savaşçılar olduklarını öğreniyoruz. Umut veren bir topluluk gibi görünseler de şimdilik biraz kapalı kutu gibiler. İlerleyen kitaplarla daha yakından tanıyacağız gibi görünüyor sataileri.

Kitabın görsel yanı önsözde de söylendiği gibi çok güçlü. Yazar neredeyse kelimelerle resim yapabiliyor, kitabı okurken mekanları, kişileri, olayları hayal etmeyi sizin için oldukça kolaylaştırıyor. Kitap oldukça sürükleyici ben kitabı çabucak bitirdim en azından. Biraz alışılmışın dışında bir şeyler okumak isterseniz kesinlikle okumanızı öneririm bu kitabı, hatta okumayı ertelediğiniz her gün için kendinizi cezalandırın bence. ;D  Kitabı yeterince iyi anlatamadığımın farkındayım ama bunun kitabın çok güzel olduğu gerçeğini değiştirmeyeceğini unutmayın. :P

7
Gediksavaşları Efsanesi / Gediksavaşları Yardım
« : 13 Mart 2012, 22:56:01 »
Öncelikle bu kadar spesifik bir konuda başlık açtığım için özür dilerim ama en iyi seçenek bu gibi göründü. Sıkıntı olacaksa yöneticiler başlığı taşırlar, tek savunmam görece olarak yeni bir kullanıcı olmam yaklaşık bir aydır forumu düzenli takip ediyorum.

Şimdi yardım istediğim konuya gelince.

Gediksavaşları serisinin

1-Büyücü (Çırak)
2-Büyücü (Usta)
3-Gümüşdiken
4-Sethanon’da Karanlık

kitaplarını okudum. Burdan sonra tavsiye edilen sıralamanın Krondor Serisi, Gediksavaşları Dünyasından, Yılan Savaşları Efsanesi, İmparatorluk Üçlemesi diye gittiğinin farkındayım.

Benim sorum şu: Gediksavaşları Efsanesi'ni okuduktan sonra aradaki serileri okumadan direk İmparatorluk Üçlemesi'ne geçersem ne kadar sıkıntı yaşarım? İmparatorluk Üçlemesi Tsurani İmparatorluğu'nda geçtiği için diğer kitaplarla bağlantısının görece az olacağını varsaydım. Seriyi okumuş olanlar ya da bu konu hakkında bilgisi olanlar yardımcı olabilirlerse çok minnettar kalırım.

Şimdiden çok teşekkürler.

Sayfa: [1]