Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - minrand

Sayfa: 1 2 3 [4] 5 6
46
Diyardaki Bela'yı yani İnançsız Thomas Covenant Yıllıkları'nın birinci kitabını uzun süredir okumak istiyordum. Kitabı geçenlerde bitirdim ve şimdi kitaba bu kadar geç başladığım için kendime kızmakla meşgulüm. Kitapta bir epik fantaziden beklediğim çoğu şey ve daha fazlası vardı. Devam etmeden önce hemen kötü haberi vereyim. Serinin şu ana kadar yayımlanmış 9 kitabı var ve serinin onuncu ve son kitabı The Last Dark'ın 2013'te yayımlanması bekleniyor. Ülkemizde ise birinci ve ikinci kitap sırasıyla Phoenix ve İthaki tarafından basıldı. Serinin devamı gelecek mi bilmiyorum ama son kitabın 2007'de çıktığını göz önüne alırsak fazla umutlanmamakta fayda var gibi.

Kitabın arka kapak yazısı şöyle:

Gerçek bir adam - gerçek olarak bildiğimiz her açıdan gerçek bir adam - kendini birden dünyadan soyutlanmış ve varolması mümkün olmayan bir fiziksel duruma sokulmuş bulur. Seslerin aroması, kokuların rengi ve derinliği, görüntülerin dokusu, dokunuşların ses perdesi ve ses rengi vardır. O yere getirilmesinin sebebinin bir kahraman olarak kendi dünyasını temsil etmek olduğunu söyler bedeni olmayan bir ses. Başka dünyadan    bir  kahramana karşı ölümüne, teke tek cenge tutuşmak zorundadır. Eğer yenilirse ölecektir ve kendi dünyası - gerçek dünya - yok edilecektir. Çünkü o takdirde kendi dünyası hayatta kalmak için gerekli, içten gelen kuvveti haiz değil demektir.

Adam, kendisine söylenenin doğru olduğunu kabul etmeyi reddeder. Ya bir düş ya da bir sanrı gördüğünü iddia eder ve gerçek bir tehlikenin olmadığı, sahte bir ölümüne dövüşe girmeyi reddeder. Bu görünürdeki duruma inanmamaya son derece kararlıdır ve diğer dünyanın kahramanı tarafından saldırıya uğradığında dahi kendini savunmaz.
 
Soru: Adamın davranışı cesurca mıdır, yoksa korkakça mı? İşte bu, ahlakın temel sorunudur.

Ahlakmış! diye kendi kendine hırıldadı Covenant. Lanet olsun, kim uyduruyor bunları?


Kitap hakkında söylenmesi gereken ilk şey, Thomas Covenant'ın yani serimizin baş karekterinin gayet başarılı kurgulanmış bir anti-kahraman olduğu. Belki kendisi bir Elric (bkz:Elric Destanı) değil ama favori anti-kahramanlarımdan biri olmaya aday şu anda. Bu tarz bir tahmin yapmak zor ve bazen çok isabetsiz sonuçlar da ortaya çıkabiliyor ama eğer Elric Destanı'nı sevdiyseniz bu kitabı(seriyi) da sevme ihtimaliniz bir hayli yüksek bence.  

Covenant en hafif tabirle geçinilmesi zor bir insan. Sanırım kendisini bencil, korkak, nankör, rezil bir adam olarak betimlemekte mümkün. Eğer kendisinin güçlü bir savaşçı olduğunu düşünüyorsanız durum tam olarak öyle de değil. Kendisi zayıf, güçsüz, hasta ve hastalığının izin verdiği ölçüde de zalim birisi. Kendisi aptal değil ama çok zeki olduğu da söylenemez.

Karakterimizin böyle şekillenmesinin sebebi diyebileceğimiz ya da onun neden böyle bir insan olduğunu anlamamıza yardım edebilecek bir durum var. Thomas Covenant bizim dünyamızda lepra denilen çoğunluğun ise cüzzam olarak bildiği hastalıktan muzdarip. Burda biraz duraklayıp cüzzam hakkında konuşmak gerekiyor sanırım. Çünkü yazarımızın da dediği gibi eğer bir kez bu hastalığa yakalanırsanız cüzzam sizin tek gerçekliğiniz olur ve hayatınızın sonuna kadar geriye kalan her şey ikinci plandadır. Karakteri anlayabilmek için bu hastalığı anlamak gerekiyor bence. Cüzzamı da sanırım en iyi anlatabilecek insanlardan birisi Stephen Donaldson bu sebeple kitaptan alıntı yapıyorum.


Cüzzam insanlığın tüm dertleri arasında en anlaşılmaz olanıdır. O bir sırdır tıpkı canlı ve cansız nesneler arasındaki ince ayrım gibi bir sır. Tabii ki hastalık hakkında bildiğimiz şeyler var ; ölümcül değildir, alışageldik türden bir bulaşıcılığı yoktur, çoğu zaman uzuvlardaki ve göz korneasındaki sinirleri yok ederek etkiler. Çoğunlukla sakatlıklar yaratır; çünkü bedenin hissederek ve acıya tepki vererek kendini koruma yetisini etkisizleştirir; bu ileride tümüyle sakatlıkla, yüzün, kolların ve bacakların biçiminin had safhada bozulmasıyla , körlükle sonuçlanabilir; ve geri dönüşü yoktur, çünkü ölmüş sinir hücreleri yenilenemez. Antibiyotik kullanımıyla gerçekleşen uygun bir tedavinin hastalığın yayılımını durdurabildiğini ve sinirlerdeki kötüye gidişin bir kez önüne geçildikten sonra uygun ilaç kullanımı ve tedaviyle hastanın kalan yaşamı boyunca hastalığı kontrol altında tutabildiğini biliyoruz. Bilmediğimiz şey ise belli kişilerin hastalığı neden ve nasıl kaptığı. Kanıtlayabildiğimiz kadarı ile, hiçbir neden olmadan bir anda ortaya çıkıyor. Ve bir kere bulaştı mı şifa bulmak için umutlanamazsınız.


Hastaların çektiği inanılmaz acılar bir yana hastalığın bir de psikolojik yanı var ki sanırım hastalığın en çok korkulan illetlerden biri olmasının sebebi psikolojik etkileri. Cüzzamlı olmak demek toplumdan izole edimektir; aslında lanetlenmek demektir. Cüzzamlı hastalar uzun yıllar yaşayabilir ama hastalığın ilerlemesiyle birlikte artan sakatlıkları yüzünden çoğu zaman kendi kendilerine bakamazlar. Bu durum  cüzzamlıların dışlanmışlıklarını daha çarpıcı hale getiriyor. Cüzzamlıların dışlamasının çeşitli nedenleri var tabi. İlk ve en çarpıcı olanı cüzzamlıların deforme olmuş vücutlarının çirkinlikleri ve vucutlarından yayılan dayanılmaz nahoş kokular. İkinci neden ise hastalığın sebebi ve de bulaşıcı olup olmadığının bilinmemesinin yarattığı o büyük  gizem.  İnsan bilmediği(anlayamadağı) şeyden korkar denilir ve cüzzam da bu duruma bir istisna değil ne yazık ki. Özellikle Ortaçağ'da hastalığın sebebinin ve tedavisinin bulunamayışından ötürü cüzzamın bir çeşit ceza olduğu inanışı oldukça yaygınmış. Tanrının gazabı, içimizdeki sapkınlığın dışa vurumu ve de ahlaki yozlaşma en popüler cüzzam nedenleri olarak biliniyormuş bu dönemde. Kesin olan ve ne yazık ki değişmeyen tek gerçek ise cüzzamlı  olmanın çoğu zaman ölene kadar süren bir yalnızlığa mahkum olmak anlamına geldiği.

Kitaba ve karakterimize geri dönecek olursak Thomas Covenant bizim dünyamızda başarılı, evli, çocuklu bir yazardır. Bir gün elinde bir gariplik olduğunu farkedip hastaneye gider ve orda cüzzamlı olduğunu öğrenir. Daha sonra eşi onu terkeder, toplum tarafından dışlanır ve bir gün tam kendisine araba çarpacakken yere düşer ve uyandığında Diyar denilen ve bizim dünyamızdan olabildiğince farklı bir dünyada uyanır. Sonradan Diyar'ın ezeli düşmanı olduğunu öğreneceğimiz Lord Foul(Habis Efendi) kendisine bir çeşit şampiyon olduğunu ve Diyar'ın kaderini belirleyecek bir savaşta ölümüne dövüşmek zorunda kalacağını söyler.  Sonrasında Diyar'ın efendilerine kendisinden bir mesaj iletmesi için İnançsız'ı gönderir ve olaylar gelişir.

Kapak yazısında da dendiği gibi her mantıklı insan gibi Thomas Covenant böyle bir durumun mümkün olmadığını düşünür ve kendisini bir rüyada olduğunu inandırır. Bu mekanın gerçek olduğuna inanmaz çünkü hastalığı mucizevi bir şekilde iyileşmiştir ve bunun imkansız olduğunu bildiğinden bir çeşit halüsinasyon gördüğünden neredeyse emindir. Rüyanın sonunu getirmenin tek yolunun rüyayı yaşamak olduğunu düşünür ve görevi kabul eder. Buradan sonra klasik bir epik fantazi tadında ilerliyor kitap. Thomas Covenant görevini yerine getirmeye çalışırken Diyar'ı boydan boya geçmek zorunda kalır, yeni müttefiklerle tanışıp, maceralar yaşar... Gerçi Thomas Covenant sayesinde bu kısımlar da alışılagelmişin oldukça dışında geçiyor. Diyar bir nevi inancın ve umudun vücut bulmuş hali ve Diyar'daki insanlar da barışçıl, dürüst, yardımsever insanlar. Bu topluluğun arasına İnançsız Thomas Covenant'ı saldığınız zaman okuması oldukça eğlendirici sahneler ortaya çıkıyor. Gerçi kitabı Covenant'ın gözünden takip ettiğimiz için kitabın genellikle depresif bir havası olduğunu belirtmekte fayda var.

Diyar hakkında biraz daha bahsedilmeyi hakeden bir kaç ayrıntı var.Yazarın yarattığı Diyar denilen dünya oldukça başarılı. Kitaptaki büyü sistemine gelince şimdilik ilginç diyeyim ama umut vadeden bir yapı var.  Gerçi biraz daha ayrıntılı işlenseymiş daha güzel olabilirmiş sanki. İnşallah serinin devam kitaplarında biraz daha açar bu mevzuyu. Sonra Diyar'da yaşayan devler var. Bana biraz entleri hatırlattılar nedense ama kendilerini çok sevdim en azından Köpükizci isimli devi. Bir de kanbekçileri, Ra-erleri ve Ranyhynlar var tabi ama onları da siz okuyunca görürsünüz artık. Sadece şunu söyleyip geçeyim kanbekçilerine hayran olmamak çok zor.

Şöyle toparlayayım fazla uzadı sanki mesaj. Thomas Covenant'ı dolayısıyla Diyardaki Bela'yı ya çok seveceksiniz ya da nefret edeceksiniz arada kalmak biraz zor gibi. Ama şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirm ki kendisi türün yazılmış en gerçekçi karakterlerinden birisi. Kitap bir baş yapıt olmayabilir ama ortalamanın çok üzerinde bir eser bence. Vaktinizi ayırmaya değer olduğunu düşünüyorum en azından. Son olarak aşağıya kitaptan benim çok hoşuma giden iki pasaj koyuyorum belki ilginizi çeker. (spoiler içermez ama yine de spoiler kutucuğuna koyuyorum)  

Spoiler: Göster

Köpükizci'nin sorusu onu düşüncelerin içinde gezinirken yakaladı. "Sen bir öykü anlatıcısı mısındır Thomas Covenant?"

Dalgınlıkla karşılık verdi Covenant. "Bir zamanlar öyleydim."

"Ve bıraktın öyle mi? Ah, üç sözcükle hüzünlü bir öykü. Anlatmış olabileceğin diğer tüm öyküler kadar hüzünlü bir öykü oldu bu. Ama öyküsüz bir yaşam tuzsuz bir denize benzer. Sen nasıl yaşıyorsun böyle?"

Covenant çenesini küpeştenin önüne dayadı ve kollarını kavuşturdu. Tekne hareket ettikçe, Andelain önünde bir gonca gibi açılmaya başladı; ancak Covenant aldırış etmedi, Andelain yerine pruvanın ötesindeki şikayet edip duran suya yoğunlaştı. Bilinçsizce yüzüğüne dokunarak yumruğunu sıktı.

"Yaşıyorum işte."

"Bir tane daha mı?" diye Köpükizci karşılık verdi. "Yalnız iki sözcükle ilkinden daha hüzünlü bir öykü. Daha fazla anlatma tek bir sözle ağlatacaksın beni."


Spoiler: Göster

"Dev benim... benim dostlara ihtiyacım var."

"Neden? hiç dostun olmadığını mı düşünüyorsun?"

Covenant, gözlerini kırpıştırdı ve Diyarda yaptığı her şeyi düşündü. "Saçmalama," dedi.

"O halde bizim gerçek olduğumuza inanıyorsun."

"Ne?" Covenant Dev'in sözlerinin anlamını bulmaya çalışıyor, ama zihni parmaksız eli gibi yetersiz kalıyordu.

"Seni bağışlama gücümüz olmadığını düşünüyorsun." diye açıkladı Köpükizci. "Seni düşler dışında kim seve seve bağışlayabilir ki?"

"Hayır" dedi İnançsız. "Düşler- onlar asla bağışlamaz."

Sonra yalımların ışığı kayboldu, Köpükizci'nin nazik yüzü kayboldu, uykuya daldı.



47
Yayınevleri Soru Hattı / Ynt: Epsilon Yayınları Soru Hattı
« : 03 Mayıs 2012, 17:46:36 »
Tebrik ederim, Kılıçların Fırtınası'nı -önceki kitapta olduğu gibi- yine ikiye bölüp yayımlamışsınız. Sanırım biraz daha para tırtıklamak için yapıyorsunuz ?!

Biraz daha para "tırtıklamak"?

Toplam sayfa sayısına ve fiyata tekrar bir bakmanızı öneririm. Toplam 1200 sayfa için 40 TL gibi bir fiyat bence tırtıklamak değil...

Tamam, 3.kitap 2 cilt çıkmış yurtdışında, 2.kitap neden öyle? Kalın diyorsan, Kralkatili Güncesi'nin 2.kitabına bakmanı öneririm.


Eğer Türkiye'de kitaplar pahalı diyorsan buna katılırım. Her ne kadar kitap fiyatlarını orijinal dilinde basıldığı ülkelerle karşılaştırmanın sağlıklı sonuçlar vereceğine inanmasam bile. Sonuçta bu kitapların telifi için para ödenmeli, bu kitapları çevirip tekrardan bir editöre göndermek gerekiyor, arada benim bilmediğim bir sürü şeyler yapmak lazım. Kısacası yazılmış bir kitabı, bir yerde tekrardan yazmak zorundasın. Eminim hepimiz hemfikirizdir ki bunlar da bedavaya olmuyor. Ayrıca fantastik ve de bilkim kurgu türündeki kitapların yurtdışında (kastedilen ülke ABD) buradakinden daha fazla rağbet görüyor olduğunu da göz önüne alınca ,sürümden kazanmak gibi bir durum da ortadan kalkıyor. Yani kitap fiyatlarının yüksek olmasını bir takım makul sebepleri var ama bu sebepler kitapların fiyatlarını iki katına çıkarır mı? Açıkçası bilmiyorum ama sebebi her ne olursa olsun Türkiye'de kitaplar pahalı.

İlk baştaki sorunumuza gelince; kitapların iki cilt şeklinde basılmasının sebebi okuyucudan -sizin deyiminizle- para tırtıklamak mı diye sorarsanız bence cevap hayır olacaktır. Bilge Adamın Korkusu(referans kitap olarak bu kitabı verdiğiniz için bunu kullanıyorum) 1142 sayfalık bir kitap ve fiyatı 49 lira. Kılıçların Fırtınası'na gelince, 2 kitabı toplamda 1200 sayfa ve fiyatı 44 lira. Burdan yola çıkarak kitapların ikiye bölünmesinin okurdan para tırtıklamanın en iyi yolu olmadığını anlayabiliriz. Gördüğünüz gibi kitapları tek cilt basarak da okurdan çok rahat para tırtıklanabilir.

Peki o zaman niye Kılıçların Fırtınası ikiye bölündü? Bence "Game of Thrones" adlı dizinin çıkması ile birlikte bu kitabın hedef kitlesi değişti. Zaten fantastik kurgu okuyanlar, kitabı abartıp da beşe bölmediğiniz sürece bu kitabı alıp okuyacaklardır.(İngilizce'sini okuma fırsatı olan kitle hariç) O zaman şu soruyu sormak gerekiyor, diğer okurlar 1200 sayfalık devasa bir kitabı mı tercih ederler, yoksa bu kitabın bölünmesini mi? Şahsen ben çantama sığabilecek, girdiğinde de bel fıtığı olmama sebep olmayacak bir kitabı tercih ederdim. Ayrıca 1200 sayfalık bir kitabın biraz göz korkutucu olabileceğini de belirtmekte fayda var. Bir yayınevinin ilk amacının da para kazanmak(para tırtıklamaktan ziyade satış rakamlarını yükselterk para kazanmaktan bahsediyorum) olduğunu varsayarsak, bu kitabı ikiye bölme kararı almaları gayet makul. Peki ben kitabın bölünmesini tercih eder miyim? Hayır, ama daha önce de söylediğim gibi bu serinin hedef kitlesi olduğumu pek düşünmüyorum açıkçası.

Tamam, 3.kitap 2 cilt çıkmış yurtdışında, 2.kitap neden öyle? Kalın diyorsan, Kralkatili Güncesi'nin 2.kitabına bakmanı öneririm.

Wikipedia ya göre A Storm Of Swords 1128 sayfa(sert kapak versiyonu 992 sayfa) ve Bilge Adamın Korkusu 1142 sayfa. 1128 sayfalık bir kitabın bölünmesi sizin için uygunsa 1142 sayfalık bir kitabın bölünmemesinin bir sorun olması gerekmez mi? Yanlış anlamıyorsam istediğiniz şey şu: Toplamda 991 sayfa olan Kralların Çarpışması bölünmemeli, 1128 sayfalık A storm of Swords bülünebilir çünkü Amerikalılar bölmüş ve de 1142 sayfalık Bilge Adamın Korkusu bölünmemeli ve son olarak 1200 sayfalık Kılıçların Fırtınası yine bölünebilir. Allah yayınevlerinin yardımcısı olsun ne diyeyim.

Ayrıca kalın kitapların tek kitap olarak basılacağı zaman, ciltli basılıp basılmayacağı sorunu var ki ona hiç girmeyeyim şimdi ordan çıkamam sanırım. Sanırım sonuçta mutsuz olacak bir kitle hep olacak. Bu sebeple kitapların bölünmesinin hoşuma gitmese bile anlaşılabilir bir durum olduğunu söyleyip bırakayım burda.

Not:Gereksiz yere uzun yazmış olabilirim kusura bakmayın. Ayrıca bildiğim kadarıyla herhangi bir yayıneviyle bir ilşkim yok. Kitapların fiyatlarını ve sayfa sayılarını kitapyurdu sitesinden aldım. Bahsedilen kitap fiyatları indirimsiz halleri.

48
Diğer Fantastik Eserler / Ynt: Malazan Book of the Fallen
« : 01 Mayıs 2012, 02:33:45 »
İsterseniz siz yine kampanyanızı yapın ama Malazan Book Of the Fallen serisi İthaki'ye daha önce de sorulmuştu.(soranlardan biri de bendim) O zaman şöyle bir cevap verilmişti.

''Malazan book of the fallen'' ı istiyoruz Cubor ! :D

Ya Erikson'u ben de çok istiyorum. Ama yayın hakları başka bir yayınevinde diye görünüyor. Bakalım basacaklar mı...

İthaki'yi mail bombardımanına tutmak pek işe yaramayabilir bu sebeple :(. Onun yerine yayın haklarının sahibi yayınevini deneyebilirsiniz.

49
Zaman Çarkı / Ynt: Zaman Çarkı
« : 28 Nisan 2012, 12:26:14 »
Emeğine sağlık güzel olmuş...

Çok teşekkür ederim. Beğenmenize sevindim :). Bu arada bu kısım JordanCon 2012'de okunan bir bölümmüş. Bu yıl bitmeden ayrıca tam ön okuma metni de sunulacakmış. En azından dragonmount.com sitesi bu şekilde olacağını iddia ediyor.

50
Zaman Çarkı / Ynt: Zaman Çarkı
« : 27 Nisan 2012, 15:32:25 »
Alıntı
Beyler Bayanlar bir Zaman Çarkı fanatiği olarak dört gözle bekliyorum Işığın Anısı'nı ve bu gün aldığım haber üzerine kitabın ön okuması Dragon Maunt sitesinde çıkmış İngilizcesi sağlam olan bir arkadaşımızdan ricam bunu çevirip yayınlayabilir mi acaba ?

Ben tam olarak o İngilizce'si sağlam olan arkadaş değilim :üü ama Zaman Çarkı kitaplarını okumanın verdiği heyecanı çok iyi bilirim. Bu sebeple merakınızı yatıştırabilmek adına ön okumayı çevirmeye çalıştım. Dediğim gibi çeviri konusunda çok ehil biri sayılmam, bu sebeple hazırladığım bu metne çeviri deyip de onu yüceltmeyeceğim.  Eminim bir sürü çeviri hatası vardır(fazla küfretmezseniz sevinirim ;)) şahsen çevirmeye çalışırken yaratıcılığımı son damlasına kadar kullandım :P. Bu sebeple bu metni çeviriden ziyade  bir çeviri taslağı gibi düşünürseniz daha az hayal kırıklığı yaşarsınız. Ayrıca genel olarak neler döndüğünü görüp, benden daha yetkin biri ön okumayı çevirene kadar merakınızı bir nebze de olsa dindirmiş olursunuz. Neyse size iyi okumalar. Işık hepinizi korusun.

Spoiler: Göster

-IŞIĞIN ANISI-

Bayrd baş ve işaret parmağıkları arasındaki sikkeye bastırdı. Metalin ezildiğini hissetmek tam anlamıyla sinir bozucuydu.

Baş parmağını kaldırdı. Açıkça parmak izini taşıyan bakır para belirsiz bir meşale ışığını yansıtıyordu. Bayrd ürperdi, sanki tüm geceyi soğuk bir hücrede geçirmişçesine.

Midesi guruldadı. Yine.

Meşaleleri titreştiren kuzey rüzgarı esti. Bayrd sırtını savaş kampının merkezine yakın olan büyükçe bir kayaya yaslayarak oturdu. Aç adamlar ellerini ateş çukurlarının yanında ısıtırken homurdanıyorlardı, azıkları çoktan bozulmuştu. Diğer askerler tüm metel ekipmanlarını-kılıç, zırh tokası, zırh- bir kenara bırakmış, kurumaya bırakılmış çamaşırlar gibi uzanıyorlardı. Belki de güneş doğduğunda maddelerin normale
döneceğini umuyorlardı.

Bayrd elindeki bozuk parayı yuvarlayıp topa dönüştürdü. Işık bizi korusun diye düşündü. Işık...Elindeki topu çimlere düşürdü, sonra uzandı ve üzerinde çalıştığı kaya parçasını aldı.

Lord Jarid "Burada ne olduğunu bilmek istiyorum, Karam" diyerek danışmanını tersledi. Jarid haritalarla kaplanmış masanın önünde durdu. "Nerde olduklarını ve nasıl bu kadar yaklaştıklarını bilmek istiyorum. O lanet olası karanlıkdostu Aes Sedai kraliçenin kellesini istiyorum!" diyerek Jarid yumruğunu masaya vurdu. Bu kez gözleri o çılgın şevkten yoksundu. Üzerindeki baskı -bozulan azıklar, gecenin içindeki garip şeyler- onu değiştiriyordu.

Jarid'in arkasında komuta çadırı bir yığının üzerinde uzanıyordu. Jarid'in koyu saçları-sürgün sırasında uzamıştı- özgürce uçuşarak yüzünü çevreliyordu. Sürünerek çıktığı çadırından kalan ölü yapraklar halen üzerindeydi.

Şaşkın hizmetkarlar çadır çivilerini topladılar kamptaki diğer tüm metaller gibi yumuşamıştılar. Çadırın destek halkası ılık bir jöle gibi gerilmişti ve çıtırdıyordu.

Gece yanlışlık kokuyordu. Bayatlığın, yıllardır girilmemiş odaların kokusu gibi. Ferahlatıcı bir ormanın kokusu antik tozlar gibi kokmamalıydı. Bayrd'ın midesi yine guruldadı. Işık bir şeylerin ucunu sivriltmeyi severdi. Onun yerine dikkatini yaptığı işe verdi, elindeki taşların birini ötekine vurmaya.

Taşları çocukken yaşlı büyükbabasının ona öğrettiği gibi tuttu, gerçi bunu öğreneli yıllar olmuştu. Taşın taşa vurma hissi açlık ve soğukluk hissinden kurtulmasına yardım etti. En azından dünyada halen daha değişmeyen bir şey vardı.

Lord Jarid kaşlarını çatarak ona baktı. Bayrd, Jarid'in kendisini bu gece koruması için ısrar ettiği on adamdan biriydi. Jarid komutanlarına dönerek "Elayne'nin kafasını alacağım, Karam" dedi. "Bu anormal gece onun cadılığının işi"

"Onun kafası mı?" Eri'nin kuşkulu sesi kenardan geldi."Peki tam olarak nasıl, sana onun kafasını getirecek?"

Lord Jarid diğerleri gibi masaya döndü. Eri gökyüzüne bakıyordu; omuzunda kırmızı mızrağın önünde taaruz eden altın domuz armasını taşıyordu. Lord Jarid'in kişisel muhafızlarının armasıydi ama Eri'nin sesinde çok az saygı vardı. "Kafasını kesmek için ne kullanacak Jarid, dişlerini mi?"

Kamp isyanın eşiğindeydi. Bayrd taşlarını bıraktı, terddüt ederek. Evet Lord Jarid'in delirdiğiyle ilgili konuşmalar vardı. Ama bu.

Jarid'in yüzü öfkeden kıpkırmızı oldu. "Benimle bu tonda konuşmaya cesaret edersin ha. Benim muhafızlarımdan biri."

Eri gökyüzünü incelemeye devam etti.

Jarid "İki aylık ücretin kesildi" deyiverdi ama sesi titriyordu. "Apoletini çıkar ve bir sonraki emre kadar tuvalet görevini üstlen. Eğer bir daha bana karşı gelirsen dilini keserim."

Bayrd soğuk rüzgarla ürperdi. Eri isyankar ordularında ellerinde kalanların en iyisiydi. Diğer muhafızlarlar gözlerini yere dikmiş, homurdanıyorlardı.

Eri lorda doğru baktı ama bir şey söylemedi, ama söylemesine gerek yoktu da zaten. Sadece gülümsedi. Dilini kesmek mi? Kamptaki her metal parçası domuz yağı kadar yumuşamıştı. Jarid'in kendi bıçağı masanın üstünde duruyordu çarpılmış ve eğilmiş- kınından çekerken uzamıştı. Jarid'in kabanı sallandı, açılmıştı; gümüş düğmeleri vardı.

"Jarid..." dedi Karam. Sarand'a bağlı küçük evlerden birinin genç lorduydu, sade bir yüzü ve geniş dudakları vardı. "Gerçekten... bunun gerçekten Aes Sedai işi olduğunu düşünüyor musun? Kamptaki bütün metallerin?"

"Elbette" diye kükredi Jarid. "Başka ne olabilir ki? Sakın bana o kamp ateşi hikayelerine inandığını söyleme. Son Savaş? Pehh." Tekrardan masaya baktı. Köşelerinde çakıl taşlarıyla Andor haritası açık duruyordu.

Bayrd taşlarına geri döndü. Tak tak tak. Arduvaz(bir tür taş) ve granit. Uygun taşları bulmak çaba gerektiriyordu ama büyükbabası Bayrd'a tüm taşları tanımayı öğretmişti. Yaşli adam, babası aile mesleğini sürdürmek yerine şehirde kasap olmayı seçince ihanete uğramış gibi hissetmişti.

Yumuşak, pürüzsüz, sert. Sağlam, yumru ve çıkıntılarıyla. Evet dünyada halen bazı şeyler sağlamdı. Bir kaç şey. Bu günlerde fazla bir şeye güvenemezdin. Bir zamanlar sarsılmaz olan lordlar şimdi yumuş... metal gibi yumuşamıştı. Gökyüzü karanlıkla çalkalanıyordu ve cesur adamlar- Bayrd'ın kendine örnek aldığı adamlar- titreyip sızlanıyorlardı, karanlıkta gördükleri şeyleri fısıldıyorlardı.

Davis "Endişeliyim, Jarid" dedi. Jarid'in sırdaşı olan yaşlı adam Jarid'e herkesten yakındı. "Günlerdir kimseyi görmedik. Ne bir çiftçi, ne de kraliçenin askeri. Bir şeyler oluyor. Yanlış bir şeyler."

Jarid "Insanları geri çekti" diye  hırladı. "Saldırmaya hazırlanıyor."

Karam gökyüzüne bakarak "Bence bizi görmezden geliyor." dedi. Bulutlar halen dalgalanıyordu. Bayrd açık bir gökyüzü görmeyeli aylar olmuş gibiydi. "Neden umursasın ki? Adamlarımız açlıktan kırılıyor. Yiyecekler bozulmaya devam ediyor. İşaretler -"

Jarid tutkuyla açık gözleriyle haritaya bakarak "Bizi ezmeye çalışıyor" dedi. "Bu Aes Sedailerin işi."

Kampa aniden bir dinginlik indi. Sessizlik, Bayrd'ın taşlarının sesi dışında. Kendini hiç bir zaman kasap gibi hissetmemişti ama lordun muhafızları arasında kendine bir ev bulmuştu. İnekleri kesmek ve insanları kesmek, ikisi şaşırtıcı şekilde benzerdi. Birinden ötekine bu kadar kolay geçiş yapması onu rahatsız ediyordu.

Tak tak tak.

Eri döndü. Jarid şüpheyle muhafızını izledi. Saldırmaya hazır görünüyordu, daha ağır bir cezayı bağırmaya.

Her zaman bu kadar kötü değildi, değil mi? diye düşündü Bayrd. Tahtı karısı için istemişti ama bu şansı elde eden hangi lord bunu istemezdi ki? İsimleri arkada bırakmak çok zordu. Bayrd'ın ailesi Sarand ailesini nesillerdir büyük bir saygıyla takip etmişlerdi.

Eri yürüyerek ordugahtan uzaklaşıyordu. Karanlığın içine, kuzeyden esen rüzgara doğru.

Jarid "Nereye gittiğini sanıyorsun?" diye hırladı.

Eri omzuna uzandı ve Sarand Evi muhafızlarının nişanını yırttı. Kenara fırlattı ve meşaleyi bıraktı, gecenin içine doğru ilerledi.

Kamptaki çoğu adam uyumamıştı. Sıcaklığın ve ışığın yakınında olmak isteyerek kamp ateşlerinin yanında oturuyorlardı. Bir kaçı ot, yaprak hatta zırhlarının kayışları gibi şeyleri kaynatmaya çalışıyordu, yemek için herhangi bir şey.

Eri'nin gidişini izlemek için ayaklandılar.

Jarid "Hain" dedi. "Onca şeyden sonra şimdi ayrılıyor. Sadece işler zorlaştı diye."

"Adamlar açlıktan ölüyor Jarid." diye tekrarladı Davies.

"Farkındayım. Aldığın her lanet nefesle bana problemlerimizi söylediğin için de teşekkür ederim." Jarid titreyen avuç içiyle kaşlarını sildikten sonra, haritasıyla avuç içlerine vurarak adamlarına baktı. "Şehirlerden birine saldırmalıyız; ondan kurtuluş yok şimdi nerede olduğumuzu bilirken değil. Beyazköprü. Orayı alıp erzaklarımızı tazeleyeceğiz. Aes Sedaileri bu geceki numaralarından sonra zayıflamış olmalı, aksi takdirde saldırırdı."

Bayrd gözlerini kısarak karanlığa baktı. Diğer adamlar ayaktaydı ellerinde sopalar ve sırıklarla. Bazılarının silahı yoktu. Uyku tulumlarını toplayıp, paketleri kaldırıyorlardı- malzemelerinin son parçaları.

Kamptaki izlerini temizlemeye başladılar, geçişleri sessizdi, hayaletler gibi. Ne örgü zırhların tıkırtısı ne de zırhların tokalarının sesi. Metal içinden ruhu çekip alınmışçasına sessizdi.

"Elayne bize karşı büyük bir kuvvetle hareket etmeye cüret edemez" dedi Jarid, belki de kendi kendini ikna etmek için."Caemlyn de bazı çatışmalar olmalı. Raporladığın o paralı askerler, Shiv. Ayaklanmalar belki. Elenia, Elayne'e karşı çalışıyor, diğerlerinin kendini kraliçe olarak kabul etmesini sağlamak için tabi ki. Evet. Beyazköprü mükemmel olacak."

"Görüyorsunuz ya krallığı ikiye bölüp tutariz. Orada adam toplar, batı Andordaki insanlara sancaklarımız altında toplanmaları için baskı kurarız. Şeye de gideriz, oranın ismi neydi? İki Nehir. Orada yetenekli eller bulacağımıza şüphe yok, sert bir ses emrettiğinde itaat edecek eller." Jarid burnunu çekti. "Onlarca yıldır lord görmediklerini duydum. Bana dört ay verin ve  hükmedeceğim bir ordum olacak. Artık bize  cadılarıyla saldırmaya cesaret edemez..."

Bayrs taşını meşale ışığına doğru tuttu. İyi bir mızrak ucu yapmanın sırrı dışarıdan başlayıp içe doğru çalışmaktır. Doğru şekli bir tebeşirle taşın üzerine çizerdi, daha sonra işi bitirmek için merkeze doğru çalışırdı. Buradan sonra küçük parçaları traş edebilmek için vurmaktan ziyade taşı hafifçe tıklatırdı.?

Bir tarafını önceden bitirmişti; ikinci yarıda neredyse bitmek üzereydi.Neredeyse büyükbabasının çalışırken ona fısıldadığını duyabiliyordu. Biz taştanız Bayrd. Baban ne söylerse söylesin. içerlerde bir yerlerde, biz taştanız.

Daha fazla asker kampı terketti. Garip çok azı konuştu. Jarid sonunda farketti ayağa diklip meşalelerden birini tutup havaya kaldırdı."Ne yapıyor bunlar?" diye sordu. "Avlanıyorlar mı? Haftalardır av hayvanı görmedik. Tuzak kuruyorlar belki de?"

Kimse cevaplamadı.

"Belki de bir şeyler gördüler." diye mırıldandı Jarid. "belki de gördüklerini sandılar. Artık ruh veya başka aptallıklara daha fazla tahammül etmeyeceğim; cadılar bizi sinirlendirmek için hayaletler yaratıyorlar. Böyle... evet böyle olmalı."

Yakınlardan bir hışırtı duyuldu. Karam yıkılmış çadırının içini kazıyordu. Ufak bir çıkınla ortaya çıktı.

"Karam" dedi Jarid.

Karam Lord Jarid'e kısaca baktı ve gözlerini indirdi ve sikkelerini belindeki keseye koymaya çalıştı. Yarısında durdu ve güldü sonra keseyi boşalttı. Kesenin içindeki sikke eriyip tek bir yumruya dönüşmüştü, kavanozdaki bir domuz kulağı gibi. Karam paraların tekrardan eski haline dönme ihtimaline karşı yumruyu paketledi, bu haliyle kimse kabul etmezdi. Kesesini karıştırdı ve bir yüzük çıkardı. Merkezindeki kan renkli yakutun durumu halen iyiydi. "Bugünlerde bir elma almaya bile yetmez herhelde" diye mırıldandı.

Jarid toparlanan askere doğru ilerleyerk "Ne yaptığını bilmek istiyorum. Bunu sen mi yapıyorsun?" "Bir isyan düzenliyorsın , öyle mi?"

Karam utanmış görünerek "Hayır bu benim işim değil." dedi. "Ve aslında sizin işiniz de değil. Ben... üzgünüm."

Karam yürüyerek meşale ışığından uzaklaştı. Bayrd kendini şaşırmış bir halde buldu. Lord Karam ve Lord Jarid çocukluktan beri arkadaştılar.

Lord Davies gitti sonra Karam'ın peşinden koşarak. Genç adamı geri döndürmeye çalışacak mıydı? Onun yerine ona katıldı. Karanlıkta kayboldular.

Jarid tiz sesiyle "Bunun için peşinize düşeceğim" diye bağırdı. Çılgınca. "Kraliçenin eşi olacağımın farkındamısınız! On nesil boyunca hiç kimse size veya hanenizden kimseye sığınak vermeyecek ve de yardım etmeyecek.

Bayrd tekrardan elindeki taşa baktı. Sadece tek bir aşama kalmıştı pürüzlerini giderme. İyi bir mızrak ucunu düzeltmek tehlikeli olabilirdi. Bu amaç için seçtiği bir granit parçasını çıkarıp, dikkatlice taşın kenarına sürtmeye başladı.

Görünüşe göre bu işi beklediğimden daha iyi hatırlıyorum diye düşündü kendi kendine, Lord Jarid atıp tutmaya devam ederken.

Mızrak ucu işçiliğinde güçlü bir şeyler vardı. Bu basit iş kasveti yok ediyor gibi görünüyordu. Son zamanlarda Bayrd'ın ve kampın üzerinde bir gölge vardı. Sanki... sanki ne kadar uğraşırsa uğraşsın aydınlığa çıkamıyordu. Karanlık her zaman oradaydı onu aşağı çekiyordu. Her gün sanki sevdiği biri daha dün ölmüş gibi uyanıyordu.

Bu umutsuzluk seni ezebilir. Niçin mızrak ucu yapmak bunu değiştirsin. Aptallık ediyorsun Bayrd. Ona öyle geliyordu ki birşeyler yaratmak herhengi birşey karşılık vermekti. Ona karşı çıkmanın yollarından biri. Hiç kimsenin bahsetmediği kişi. Lord Jarid ne derse desin bütün bu olanların arkasında olan kişi.
  
Bayrd ayağa kalktı. Daha sonra biraz daha düzenleme yapmak istiyordu, ama mızrak ucu gerçekten de çok iyi gözüküyordu. Tahta mızrak sapını havaya kaldırdı -metal bıçak haftalar önce şer(kabarcığı) kamplarını vurduğunda düşmüştü- ve yeni mızrak ucunu yerine bağladı. Tıpkı büyükbabasının ona yıllarca önce öğrettiği gibi.

Diğer muhafızlar ona bakıyorlardı. "Onlardan daha fazlasına ihtiyacamız olacak." dedi Morear. "Eğer yapabilirsen"

Bayrd kafasını salladı. "Gidiş yolumuzda yamaçta durabiliriz, arduvazları bulduğum yerde."

Jarid sonunda bağırmayı bırakmıştı, gözleri meşale ışığında kocaman açılmıştı. "Hayır. Sen benim kişisel muhafızımsın. Bana karşı gelemezsin."

Jarid öldürmek niyetiyle Bayrd'ın üstüne atladı ama Morear ve Rosse lordu arkasından yakaladılar. Rosse kendi asi davranışından dolayı donakalmıştı, yüzünden panik akıyordu. Ama yine de lordu serbest bırakmadı.

Bayrd sırt yatağını karıştırıp bir kaç eşya çıkardı. Sonra diğerlerine bir baş işareti verince diğerleri de -Lord Jarid'in 8 kişisel muhafızı- tükürükler saçan lordu kampın kalıntılarından sürükleyerek ona katıldılar. Kampı terk edip  büyük sayılarla kuzeye doğru yol alan askerlerin sebep olduğu sönmüş ateşlerin ve yıkılmış çadırların yanından geçtiler. Rüzgara doğru.

Kampın sonunda Bayrd güzel, sağlam bir ağaç seçti. Diğerlerine el salladı ve onlar uzattığı ipi alarak Lord Jarid'i ağaca bağladılar. Morear ağzına bir mendil tıkayana kadar adam tükürükler saçmaya devam etti.

Bayrd yaklaştı. Matarayı Jarid'in kolunun kıvrımına sıkıştırdı. "Fazla zorlamayın yoksa bunu düşürürsünüz lordum. Mendilden kurtulabilmeniz gerekir-çok sıkı görünmüyor- ve mataradan su içebilmeniz. İşte kapağını da açıyorum."

Jarid Byard'a dik dik baktı.

"Sizle alakalı değil lordum." dedi Bayrd. "Aileme her zaman iyi davrandınız. Seni takip ederek hayatımızı zorlaştırıyoruz. Yalnızca yapmamız gereken bir şey var ve sen herkesin bunu yapmasını engelliyorsun. Bu doğru değil; sanırım bu yaptığımız da öyle. Neyse olan oldu. Bazen eti çok fazla sarkıtırsın ve bütün bir but gider. İşler bazen böyle yürür."

Bir şeyler toplamak için dağılan diğerlerine kafa salladı. Rosse'a yakınlardaki bir arduvaz taş birikintisini işaret etti ve iyi bir mızrak ucu taşında ne araması gerektiğini söyledi.

Mücadele eden Lord Jarid'e döndü. "Bu cadılık değil lordum. Bu Elayne de değil...Sanırım onu kraliçe olarak çağırmalıyım artık. Garip, öylesine güzel ve genç bir şeyi kraliçe olarak hayal etmek. Onun önünde eğilmektense onu bir handa dizlerimde hoplatmak isterdim, ama Andor'un Son Savaş'ta takip edeceği bir hükümdara ihityacı olacak ve bu sizin karınız değil. Artık savaşamayız. Üzgünüm."

Jarid çökmüştü, kızgınlık ondan akıyor gibi görünüyordu. Ağlıyordu. Görmesi garip bir durum.

"Gördüğümüz insanlara-eğer hiç görürsek- nerede olduğunuzu söyleyeceğim" diye söz verdi Bayrd "ve üzerinizde muhtemelen biraz mücevher vardır. Sizin için gelebilirler. Gelebilirler." Tereddüt etti. "Karşı koymamalıydınız. Sizden başka herkes neyin geldiğini bilir gibi gözüküyordu. Ejder yeniden doğdu, eski bağlılıklar koptu, eski yeminler bozuldu...ve ben Andor'un Son Savaş'a bensiz gitmesine izin vermektense asılırım daha iyi."

Bayrd ayrıldı, gecenin içine doğru yürüyerek, yeni mızrağını omzuna atarak. Hem zaten senin ailene olandan daha eski bir yeminim var. Ejder'in kendisinin bile bozamayacağı bir yemin. Toprağa edilmiş bir yemin. Kayalar onun kanının içindeydi ve kanı da Andor'un kayalarında.

Bayrd diğerlerini topladı ve kuzeye doğru yol aldılar. Hayaletler kampı dolaşmaya başladığında, arkalarında, gecenin içindeki lordları yalnız başına inliyordu.


  

51
Zaman Çarkı / Ynt: Zaman Çarkı
« : 24 Nisan 2012, 00:58:13 »
@harunsena21
Kehanet(görü) aşağı yukarı şöyle bir şey.
Spoiler: Göster
Aslında bir kılıç olmayan, defne yapraklarından bir taç olan bir kılıç, bir dilenci asası, kumlara su döken sen, kanlı bir el ve kor beyaz bir demir, senin içinde bulunduğun bir tabutun çevresinde üç kadın, kanla ıslanmıs siyah kaya...


Spoiler: Göster

Zaten kehanetlerde Rand'ın öleceğinden ziyade kanının akması ön plandadır. Şöylede bir durum var kehanetler açık açık öleceğini söylese bile kehanetlerin yoruma fazlasıyla açık olduğu konusunda hemfikirizdir sanıyorum. O yüzden kehanetlerden çıkarım yaparak Rand'ın öleceği veya ölmeyeceğinden emin olmak imkansız. Bunu söylemek benim için zor(sonuçta fanboy sayılırım) ama ben Rand'ın ölmesini bilmekten ya da tahmin etmekten çok istiyorum diyebilirim. Zaten son kitaptaki değişiminden(aydınlanmasından) sonra bu dünya için fazla iyi olduğunu düşünmüşümdür. Artık Işık ile birleşmelerinin vakti geldi bence. Eğer ölmezse de çok problem olmaz ama dediğim gibi umarım ölür.

"Yıkım olmadan kurtuluş yok ve ölümün bu yanında umut yok."


@daifunka_vc
Spoiler: Göster

Ya Rand'ın ölüp ölmeyeceği mevzusu benim için çok karışık. Yukarıda da söylediğim gibi ölmesi gerektiğini düşünüyorum(istiyorum) ölümü bence bu seriyi çok daha güzelleştirecek. Ama burada büyük bir ama var bu sadece beynimin isteği. Kalbim yaşamasını istiyor Rand'ın olası bir ölümünü okursam muhtemelen ağlayabilirim :üü .

"Bırakın aksın gözyaşları , ey dünyanın halkları, Kurtuluşunuz için ağlayın."

Kitabın sonunda benden gözyaşı akacağı kesin ama bu Rand için mi olur yoksa kurtuluşumuz için mi bilemiyorum. Gerçi belki son kitapta Egwene de ölür o zaman sokaklara dökülürüm  ;D

52
Zaman Çarkı / Ynt: Zaman Çarkı
« : 23 Nisan 2012, 19:51:18 »
Spoiler: Göster

Resmi ilk gördüğümde ürperdim. Şu anki hali sanırım bir taslak ama umarım kitapta da bu veya benzer bir versiyonu kullanılır.

Bence resimdekiler Aviendha, Min Farshaw ve Elayne Trakand. Eğer resimdekiler bunlarsa(nedense ben aksini düşünemiyorum) ortadaki anıt mezarda kimin yattığını tahmin etmek de çok zor değil. Zaten Elayne bakmak istemiyor(bakamıyor bile) muhtemelen Rand al Thor'un mezarının başındalar. Fondaki bulutlarda Aes Sedai'ların sembolü de olunca çok fazla şüpheye yer kalmıyor bence. Sanırım bulutlar Yenidendoğan Ejder'den başkası için o şekle bürünmezler. Mezardaki kayalardan süzülen kanlar çok hoş bir ayrıntı olmuş gerçi bu günün geleceğini yıllardır biliyordum ama yine de görünce insan üzülüyor. Karaethon döngüsünden geliyor.

Siyah üstüne kırmızı, kanı Shayol Ghul’deki kayaları lekeler.
Kıyamet Çukuru’nda kanı insanlığı Gölge’den azat eder.

Onun Shayol Ghul kayalarındaki,
Gölgeyi sürükleyen kanı, insanlığın kurtuluşu için feda edilecek

Hepimizi şafak gibi körleştirip doğuracak ve Yenidendoğan Ejder, Son Savaş’ta Gölge ile yüzleşecek ve kanı bize hayat verecek. Bırakın aksın gözyaşları , ey dünyanın halkları. Kurtuluşunuz için ağlayın.

İşin ilginç tarafı resimdeki dağ sanırım Ejder Dağı. Shayol Gul'den Ejder Dağı'nın görünmesi biraz zor sanki ama belki de o dağ Ejder Dağı değildir. Thakan'dar en mantıklı tahmin ama Shayol Gul'de ormanların, otların yetişmesi de çok mümkün görünmüyor. Belkide Rand al Thor ölünce ilk kitaptaki gibi mucizevi bir bahar gelmiştir. Neyse fazla zorlamayayım ben kitap çıkınca öğreniriz artık.  
 


53
Diğer Fantastik Eserler / Ynt: Karanlık Cevher
« : 11 Nisan 2012, 08:30:33 »
Kuzey Işıkları, Philip Pullman

Kuzey Işıkları(Northern Lights) Philip Pullman'ın Karanlık Cevher Dizisinin(His Dark Materials) ilk kitabı ama durum tam olarak bu kadar net değil. Çünkü serinin ilk kitabı dünyanın bazı bölümlerinde (Kuzey Amerika, Avustralya) The Golden Compass(Altın Pusula) isminde basılmış. Serinin ilk kitabından uyarlanan filmin ismi de Altın Pusula olunca, kitabın hatta bazı yerlerde serinin ismi Altın Pusula olarak biliniyor. Bizde ki durum çok daha farklı çünkü kitapların kapağında seri ismi olarak Karanlık Cevher yazmasına rağmen hem Kuzey Işıkları hem de Altın Pusula ismi kapakta yer alıyor. Kitabın ismini kapağa bakarak anlamak biraz zor anlayacağınız. Ayrıca kitabın ana karakterinin(Lyra Belacqua) kullandığı alethiometer (aletiyometre) denilen bir alet var.Bu alet de görünüş itibariyle altın bir pusulayı anımsattığından kafalar iyice karışabiliyor ama bu durum tamamen tesadüfi. Seriye ya da ilk kitaba ismini veren Altın Pusula John Milton'un Paradise Lost adlı eserinden gelmektedir. Kitaptaki aletiyometre ile alakası yok.

He(Son of God) took the golden compasses,
prepared In God's eternal store, to circumscribe
This universe, and all created things.

Zaten seri de Paradise Lost'un alegorisi şeklinde yazılmış. Ben şahsen serinin Karanlık Cevher, ilk kitabın da Kuzey Işıkları olarak bilinmesi taraftarıyım. Mesajın devamında da bu ismleri kullanacağım.

Kitabın arka kapık yazısı:

Bizimkine paralel bir dünyada, on iki yaşındaki didişken Lyra ile cini Pantalaimon, bildiğimiz Oxford'dan farklı ama yine de tanınabilen bir Oxford'da yaşar. Bir akşam, Lyra'nın amcası Lord Asriel okulu ziyarete gelir. Lyra ile cini, onun hocalarla yaptığı gizli toplantıya kulak misafiri olurlar. Lyra gizlendiği dolapta, Toz, Kuzey'de havada asılı bir şehir ve cinayetle sonuçlanan bir keşif seferi hakkında esrarengiz hikayeler dinler. Sonra arkadaşı Roger, çocuk hırsızı Gokgoklar(Kitapta Gokgok diye bir şey yok benim bildiğim kadarıyla. Sanırım burada Hamhumlar denmek istenmiş ama kitabın arka kapak yazısı olduğu için değiştirmedim) tarafından çalınır, tekinsiz ama güzel Mrs Coulter onu birlikte yaşamak için Londra'ya götürür. Çingenelerin kurtardığı Lyra onlarla Kuzey'e gider, zırhlı ayılar ile Arktik'in cadı klanlarının da dahil olduğu bir savaşa karışır.

Kuzey Işıkları basitçe söylemek gerekirse Lyra'nın hikayesi. Lyra paralel evrenlerin birinde Jordan Koleji Oxford'da yaşamakta olan bir kız. Lyra'nın  dünyası bizimkine ne kadar benzese de bazı farklılıklar hemen göze çarpıyor. Örneğin  ülkeler,şehirler, konuşulan diller, kültürler bizim dünyamıza çok benzer. Farklılıklara gelince bu dünya eğitimden askeriyeye kadar kilisenin(tam olarak bildiğimiz kilise yapısı olmasa bile çok benzer bir yapı) kontrolünde olan bir dünya. Bilimsel araştırmalar kilise tarafından yakından takip edilmekte ve kilisenin onaylamıdığı buluşlar hasır altı edilmeye çalışılmakta. Bu dünyanın bence en orijinal tarafı, tüm insanların ruhlarının yanlarında dolaşan, hayvan şeklinde cinler olması. Çocukların  cinleri  (ruhları) şekil değiştirebilme yeteneğine sahip ama yetişkinliğe ulaşınca cinler bağlı olduğu insanın karakterini en iyi anlatacak hayvanın şeklini alıp bu şekli ölene kadar muhafaza ediyorlar. Bu cinler konuşabilen,düşünebilen, özgür iradeleri olan yaratıklar ama ne insan ne de cini birbirinden bağımsız seyahat  edemiyorlar. Cin ve insanı birbirlerinin hisettiği şeyleri hissedebiliyorlar ve normal şartlar altında insan ölünce cini de ölüyor terside doğru.

Seride bir de Toz(dust) denilen bir kavram var ki yazarın bunu açıklayışı, yüklediği anlamlar, kullanışı yazara olan hayranlığımı kat kat arttırdı. Tozun ne olduğunu spoiler vermeden anlatmak biraz zor o yüzden hakkında daha fazla bir şey söylemeyecğim. Kitapta ayrıca zırhlı ayılar, aletiyometre (bir çeşit hakikat bulucu), cadılar, çingeneler(çinganlar) var. Kitabın çok zengin bir içeriğe sahip olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

Seride anlatılan hikaye, kitabın macera kısmı oldukça eğlenceli olmasına rağmen kitabı benim gözümde değerli kılan kitaptaki teolojik, mitolojik ve felsefi altyapı. Kitabın anti Hristiyan propagandası olduğu iddia ediliyor ama ben pek aynı fikirde değilim. Kitap pek Hristiyan yanlısı olmayabilir ama kitapta eleştirilen olgu dinden ziyade dinsel dogmalar. Kitap daha çok Majisteryum'un(kilisenin) öğretilerine körü körüne inanılmasını eleştiriyor. Gerçi şöylede bir gerçek var. Philip Pullman ateist olduğunu açıklamış birisi ve bu yüzden dini öğelerin kitapta fazla pozitif olarak kullanılmadığını görmek insanı fazla şaşırtmıyor. Örneğin, kilise biraz yozlaşmış ve baskıcı bir yapıya sahip ve öğretilerine karşı gelenleri ya da o  konuda çalışma   yapanları susturmaktan pek çekinmiyor.

Kitabı eğer imkanınız olursa İngilizce okumanızı tavsiye ederim ama Türkçe çevirisi kötü değildi. Bir de fırsatınız olursa kitabı okumadan önce Tevrat'ın Genesis bölümünü ve John Milton'un Paradise Lost'unu okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Paradise Lost biraz uzun olduğu ve bildiğim kadarıyla Türkçe'si olmadığı için aşağıya özeti denebilecek bir şey ekliyorum. Bunları okuduktan sonra kitaptan adaha fazla keyif alacağınıza inanıyorum.

Spoiler: Göster

Lost of Paradise

Kitap 1
Yılan kılığına girmiş Satan'ın meleklerle birlikte tanrıya karşı isyanını ve sonrasında cehenneme mahkum edilmesi ile Adem ile Havva'nın düşüşünün kısa bir girişi. Sonrasında Satan yanan bir gölün yanında yaralı bir şekilde, yanında Beelzebub ile uyanır. Satan yenilen birliklerini bir araya toplar ve yaptığı konuşmasıyla ruhlarını ateşler. Sonrasında Pandemonium isimli sarayı inşa ederler. Burada yüksek melekler(Satan ve yanındakiler) konsülü toplanır.

Kitap 2
Cennete tekrardan saldırıp saldırmamaları gerektiğini tartışırlar. Üçüncü bir fikir kabul edilir, yaratılacağı antik kehanetlerde söylenen yeni dünyanın intikamları için daha uygun bir yer olduğuna karar verirler. Satan bu yeni yaratılan dünyanın yerini bulma görevini üstlenir. Satan cehennemin kapısında oğulları Günah ve Ölüm ile karşılaşır.Günah kapıyı açar ve Satan cennet ve cehennem arasındaki kaos girdabında yolculuğuna başlar ve cennetin yakınlarında yaratılmakta olan yeni dünyayı görür.

Kitap 3
Tanrı Satan'ın dünyaya doğru yola çıktığını görür ve insanları ayartmak için çıktığı şeytani görevin başarıya ulaşacağını görür. Tanrı insanlara olan merhametini ve sevgisini açıklar ama yine de adeletin sağlanması gerektiğini söyler ve olaylara müdahele etmez. Sağ tarafında oturan oğlu insanların kurtuluşu için kendini feda edeceğini söyler.

Bu sırada Satan yeni yaratımın dış kabuğunu araştırarak yeni dünyaya girmenin yollarını aramaktadır. Uriel'in muhafızlığını yaptığı güneşe uçar. Kılık değiştiren Satan tanrının yeni yaratımını övmek için gelmiş gibi davranır böylece Uriel'i kandırır ve dünyaya giden yolu öğrenir.

Kitap 4
Niphates dağının tepesine inen Satan hayal kırıklığı yaşar ama sonra şeytani görevine devam eder. Kolaylıkla cennet bahçesine giden gizli yolu öğrenir. Güzelliklerini merak ederek bahçede dolaşırken kısa zamanda Adem ve Havva ile karşılaşır ve mutluluklarını kıskanır. Tanrının bilgi ağacının meyvesini yemelerini yasakladığını bildiği için bu yasağı delmelerine sebep olmaya çalışır.

Uriel şüphelenir ve Cennetin kapılarını koruyan Gabriel'i ve onun meleklerini uyarmaya gelir. Gabriel'in gönderdiği iki birlik Satan'ı Havva'nın uykusunda kulağına fısılderken yakalarlar. Birlikler Satan'ı yakalarlar ve  Satan'ı Cennet Bahçesi'nden sürerler.

Kitap 5
Ertesi sabah Havva Adem'e rahatsızlık verici düşlerinden bahseder ve Adem tarafından teselli edilir. Tanrı Raphael'i Adem ve Havva'yı ziyaret edip onları düşmanları hakkında uyarması için gönderir. Melek onların yanına gelip onlarla yemek yer ve Satan'ın düşüşünün tarihini anlatır. Tanrı'nın oğluna duyduğu kıskançlığın, kuvvetleriyle birlikte tanrıya karşı açtığı savaşa nasıl sebep olduğunu, Abdiel isimli meleğin nasıl
Satan ve birliklerine karşı gelip, tanrıya sadık kaldığını anlatır.

Kitap 6
Raphael, Michael'in sadık meleklerle birlikte Satan'a(Lucifer olarak anılan) karşı verilen savaşa önderlik etmeye gönderildiğini söyler. Yaralı ve kargaşa içindeki Satan ve birlikleri geri çekilirler. O gece yeni bir silah geliştirirler ve ertesi sabah Michael ve melekleri bu silah yüzünden geri çekilmek zorunda kalırlar. Savaş üçüncü gününe girerken tanrı Mesih'i kendi oğlunu savaşı bitirmesi için gönderir. Savaş arabasıyla ilerleyen Mesih isyanı durdurur ve düşmanlarını cehenneme sürer.

Kitap 7
Raphael daha sonra tanrının, oğlunu yeni dünyayı yaratması ve onu yeni yaratıklarla doldurması için gönderdiğini ve yaratımın altı gününü anlatır.

Kitap 8
Adem Raphael'in ziyaretinin verdiği keyfi uzatmak için kendi yaratımı hakkında ne hetırladığını, dünya ve içindeki yaratıklar hakkındaki ilk izlenimlerini, Cennet Bahçesi'ni, Havva ile ilk karşılaşması ve evliliğini sorar. Uyarılarını tekrarladıktan sonra Raphael ayrılır.

Kitap 9
Satan dünyaya geri döner ve en sevdiği kılık olan yılan görünümünü alır. Ertesi sabah Adem ve Havva bahçede yürürlerken Havva farklı yönlere gitmeyi teklif eder. Adem terddüt etmesine rağmen sonunda ikna olur. Yılan Havva'yı yalnız yakalar ve ona yaklaşır. Havva konuşabilen bir hayvan görünce çok şaşırır ve kısa zamanda yasak meyveyi yemeye ikna olur. Adem, Havva'nın yaptığı şeyi öğrenince dehşete düşer ama ondan ayrılmayıp kaderini paylaşmak için kendisi de meyveyi yer. Meyveyi yiyince hırsla dolup, huzursuz bir uykuya dalarlar. Uyandıklarında çıplak olduklarını farkedip utanırlar ve kendilerini yapraklarla sararlar. Utanç ve huzursuzlukları yüzünden birbirlerini suçlayıp ayıplarlar.

Kitap 10  
Gardiyan melek insanlığın başarısızlığı sebebiyle üzgün bir biçimde cennete döner. Tanrının oğlu günahkarları yargılamak için dünyaya iner. Onların haline acıyan ve tekrardan tanrının onayını almalarını uman Mesih, ölüm cezalarını erteler ve onları giydirir.

Cehennem kapılarında Günah ve Ölüm Satan'ın başarısını hisseder. Kaosun içinden dünyaya giden bir yol yaparlar. Satan cehenneme döner ve karşısındaki muhteşem saray karşısında şaşkına döner. Pandemonium'a varınca Satan zaferi için böbürlenir. Oradaki melekler onu alkışlamak yerine yuhalarlar. Tanrıdan gelen bir ceza olarak o ve yanındaki melekler yılana dönüşürler.

Tanrı meleklerine dünyadaki durumu anlatır. Adem'in kendi acınası durumu ve insanlığın kaderi için ağıt yaktığını söyler. Adem, Havva'nın kendisini teselli etmesine izin vermez ama Havva ısrar ederek Adem'in affını kazanır. Havva intiharı önerir ama Adem kendi soyundan gelenlerin yılanlardan intikam alacağı konusunda tanrının verdiği sözü hatırlatır. Ayrıca gücendirdikleri yaratıcıdan af dilemeleri gerektiğini söyler.

Kitap 11
Tanrı Michael'ı günahkar çifti Cennet Bahçesi'nden kovması için gönderir ama öncesinde günahlarının sebep olduğu geleceği göstermesini ister. Sürgün haberlerini alınca Havva göz yaşlarına boğulur. Michael Adem'i bir tepeye götürür ve orada Büyük Tufan'a kadar olacak olan olayları gösterir.

Kitap 12
Michael kehanetine devam eder. Büyük Tufan'dan sonra söz verilen kurtarıcının kimliğini ve insanların günahının bedelini nasıl ödeyeceğini anlatır. Adem bu kehanetlerden sonra rahatlar ve uysallıkla Michaele'la birlikta dünya üzerinde bir tepeye iner ve orada Havva ile buluşurlar. Adem ve Havva'nın cennetten kovulmasının ardından ateşli bir kılıç ile cennet kapıları kilitlenir.

Not: Adem ile Havva ilk başta Eden denilen bir bahçede yaşıyorlar bu bahçe cennet ile dünya arasında bir yerlerde. Buradan dünyaya kovuluyorlar şiirde sanki zaten dünyadaymışlar izlenimi var onu netleştireyim dedim.


Edit:Paradise Lost, Kayıp Cennet/Adem İle Havva'nın Cennetten Kovuluş Öyküsü ismiyle Pegasus Yayıncılık tarafından basılmış.  Bu durum özeti biraz gereksiz kılıyor ama kalmasının zararı olmaz herhalde.

54
Bartimaeus üçlemesinin üçüncü ve ne yazık ki sonuncu kitabı Batlamyus'un Kapısı. Golem Gözü'nden üç yıl sonra başlıyor kitap. Tahmin edilebileceği gibi bu üç yılda çok fazla şey değişmiş. Bu süreç içerisinde Nathaniel Enformasyon bakanı olup hükümetteki en genç ve en güçlü bakanlardan biri olmayi başarmış. Kitty ise bu süreyi yaklaşan kanlı isyanı durdurabilmenin daha barışçıl ve daha kalıcı olmasını umduğunu yollar arayarak geçirmiş. Bartimaeus'a gelince sahibi tarafından(Nathaniel) öteki tarafa(cinlerin dünyası)  neredeyse  hiç gönderilmediği için güçten düşmüş, eski güçlü halinin yalnızca bir gölgesi olan bir yaratığa dönüşmüş.

Batlamyus'n Kapısı'nda, üç yıl önce bıraktığımızdan çok farlı bir Londra ile karşılaşıyoruz. Eskiden büyücülerin mutlak hakimiyetinin olduğu İmparatorluk başkentinde artık yavaş yavaş çatlak sesler çıkmaya başlıyor. Halk bir araya toplanıp darbe planlarını konuşuyor. Amerika ile yapılan savaşın iyice yıprattığı Londra, kendi içindeki problemler yüzünden de iyice bunalmış durumda. Bartimaeus'un söylediği gibi  kendisinden  önceki tüm büyük imoaratorlukların yaptığı hataları yapan İngiltere çöküş sürecine girmiş bulunmakta. Bu kitapta bu yaklaşan isyanı, çöküşü durdurmaya çalışırken bir yandan da büyücülerin tarihte yaşadığı en büyük problemlerden birini çözmek zorunda kalıyor kahramanlarımız.

Nathaniel bu problemler yüzünden bunalmış durumda. Halkı yapılan savaşın kazanıldığına herşeyin güllük-gülistanlık olduğuna inandırmak onun işi. Çocukken kurduğu düşlerin gerçeğin yakınından bile geçmediğini yavaş yavaş anlamaya başlıyor. Bir şeyleri değiştirmek-düzeltmek istemesine rağmen çok uzun zamandır oynadığı,oynamak zorunda olduğuna inandığı politik oyunlar kendisine engel oluyor. "Bir maskeyi uzun süre giyersen maskenin altındaki kişiyi unutursun" Nathaniel tam olarak bu sendromu yaşıyor. Küçüklüğünden beri bir şeyleri düzeltmek uğruna, güçlü bir büyücü olabilmek için verdiği tavizlerin kendisini değiştirdiğini farkediyor. Radikal değişimler yapmaya ihtiyacı olduğunu görmesine rağmen kendi etrafına kurduğu zincirlerden kurtulması o kadar da kolay olmuyor. Olmak istediği adamla dönüştüğü insan arasında uçurumlar olduğunu farkedince kariyerini,özgürlüğünü sahip omak için çok çalıştığı hayatını riske atıp inandığı değerler için savaşmaya başlıyor. Nathaniel seride en az sevdiğim karakter olmasına rağmen son kitapta beni en çok etkileyen karakter oldu sanırım. Yaşadığı gelgitler, içindeki sıkıntılar, iç muhasebeleri, yaşadığı dönüşüm, bu dönüşümün sebepleri özellikle tetikleyicisi çok iyi işlenmiş.

Kitty için ne söylemem gerektiğini bilmiyorum. İdealist onu tanımlamak için basit kalıyor, kız sanki sadece iradeden oluşmuş. Bartimaeus'un anlattığı, cinler ve insanlar arasındaki sonsuz savaşın en son çatışmasının Londra'yı vuracağını gördüğü için, masum insanları kurtarmak için elinden gelen her şekilde bu savaşı durdurmaya çalışıyor. Büyücülerden, büyüden ve büyünün temsil ettiği çoğu şeyden nefret etmesine rağmen ihtiyacı olan bilgiyi elde etmek için Button isimli bir büyücünün asistanı oluyor. Büyü ve cinler hakkında elde edebildiği kadar bilgi edip büyücüler ve cinler arasında bir çeşit uzlaşma-barış sağlamak için durmaksızın çalışıyor. Tabi binlerce yıllık nefreti yok etmek çok kolay değil ama Kitty,  Batlamyus'tan    (Bartimaeus'un eski efendilerinden birisi) beri yapılamayan bir şey yaparak(ne olduğunu söylemesem daha iyi) barış için halen daha ümit olduğunu ispatlıyor. Bu süreçte binlerce insanın kurtulmasında da kilit bir rol oynuyor.Ayrıca büyücü olmayan insanların da hükümette görev almasına yardım  ederek,  gelecekte bazı şeylerin değişebileceğinin  sinyallerini de veriyor.
Spoiler: Göster
Kitabın sonlarına doğru olan Kitty'nin öteki tarafa yolculuğu özellikle çok güzeldi.


Bu kitapta Bartimaeus ve geçmişi hakkında da pek çok şey öğreniyoruz ki Bartimaeus hayranı olduğum için bu bölümler benim çok hoşuma gitti. Bartimaeus'un en sevdiği görünüm olan Mısırlı efsanevi büyücünün kimliği (Batlamyus) hakkındaki bölümler kitaba farklı bir tat katmanın yanısıra Kitty'nin  yolculuğunu, yapmaya çalıştığı şeyi anlamamıza da yardım ediyor. Ayrıca Bartimaeus'un bile saygısını daha önemlisi sevgisini kazanmayı başarmış bir insanı bir büyücüyü tanımak kesinlikle yaşanması gereken bir deneyim. Bartimaeus-Batlamyus bölümleri kitabın en güzel taraflarından biriydi bence. Bu kitaptaki yeniliklerden biri de her zaman güçlü, neredeyse yenilmez olarak bildiğimiz Bartimaeus'u güçsüz,sefil bir cin olarak görmemiz. Nathaniel yüzünden gücünü büyük ölçüde kaybetmiş, zaman zaman kendine acıyan, depresif, umudunu kaybetmiş bir Bartimaeus görmek şaşırtıcı olsa da hikayeyi Bartimaeus'un gözlerinden takip etmek halen daha çok eğlenceli.

Son olarak bence çok iyi yazılmış, güzel, iyi kurgulanmış bir serinin son kitabı Batlamyus'un Kapısı. Sürükleyici, eğlenceli, çoğu zaman güldüren, bazen duygulandıran, okumaktan büyük keyif aldığım bir seri.
   
    

55
Golem Gözü, Bartimaeus üçlemesinin ikinci kitabı.Semerkant Tılsımı'nın bitişinin üzerinden yaklaşık olarak üç yıl(kesin konuşmak gerekirse 2 yıl 8 ay) sonrasını anlatıyor. Daha yaşlı, daha yetenekli kesinlikle daha hırslı bir Nathaniel'le karşılaşıyoruz bu kitapta. Bu süreç içerisinde Nathaniel'in hükümet için çalışmaya başladığını, hükümetin yükselen yıldızlarından biri haline geldiğini öğreniyoruz. Nathaniel'in  İç İşleri için çalışan bir hükümet görevlisi olduğunu ve ilk kitapta hafiften değinilen Direniş isimli yasadışı ve rejimi tehdit eden oluşumu yok etmekle görevlendirildiği de edindiğimiz bilgiler arasında.

Nathaniel Direniş'e son vermek zorundadır ama Direniş her zamankinden daha güçlü ve daha etkili saldırılar yapmaktadır. Londra ard arda yapılan terör eylemleriyle vurulmaktadır. Yapılan saldırıların kaynağı tam olarak bilinmese de herkes saldırılardan Direniş'i sorumlu tutmaktadır. Dolayısıyla Nathaniel'in kariyeri bu saldırıların sorumlusunu yakalamasına bağlıdır. Gelişen olaylardan sonra başka çaresi kalmayan Nathaniel bir kez daha eski ortağı-kölesi(cini) Bartimaeus'u çağırmak zorunda kalır. Bartimaeus'un tekrardan özgür kalabilmek için tek yapması gereken ise Londra'ya yapılan esrarengiz saldırıların kaynağını bulup onu yok etmek, Direniş isimli örgütün üyelerinin kimliklerini bulmak ve onları adalete teslim etmektir. Bir de bunları yaparken hükümet içindeki sahibinin ayağını kaydırmak isteyen büyücülerin saldırılarından korunmak ve sahibini korumak zorundadır .Sanırım kitabın konusu aşağı yukarı böyle bir şey, kitabın arka kapağından bir alıntı da yapayım. "Jonathan Stroud'un heyecan verici ikinci macerası Golem Gözü, Nathaniel, Bartimaeus ve Kitty'nin kaderlerinin çakıştığı politik dalaverelerle ve büyülerle örülü yürek hoplatan bir serüven" yürek hoplatan kısmına pek katılmasam da geri kalan kısım kitap hakkında iyi bir fikir edinmenizi sağlayabilir.


Golem Gözü için söyleyeceğim ilk şey umut verici bir devam kitabı olduğu. İlk kitabın hoşuma gitmeyen yanları bu kitapta neredeyse tamamen yok olmuş. Bu kitapta karakteri ve kişiliği biraz daha oturmuş bir Nathaniel karşımıza çıkıyor. İlk kitapta kişilik bölünmesi yaşadığını düşündüğüm Nathaniel bu kitapta çok daha tutarlı bir karakter haline gelmiş. Bu değişim Nathaniel'i daha sevilesi bir insan haline getirmemiş ne yazık ki ama karakterin dönüşümünü izlemek keyif verici. Birden fazla yerde kendisi için çok zor olabilecek seçimler yapmak zorunda kalıyor Nathaniel. Yazar bu kısımları anlatırken çok iyi iş çıkarmış. Nathaniel'in yaptığı seçimleri, bu seçimlerin sebeplerini-sonuçlarını, Nathaniel'in bu kararları alırken neler yaşadığını ,kendisini neye dönüştürdüğünü ustaca anlatmış yazar. İlk kitabın bana göre en zayıf tarafı Nathaniel iken Golem Gözü için aynısını söylemek bir hayli zor. Ayrıca bu kitabın artılarından biri de Kitty. Kitty Direniş'in kilit üyelerinden biri, esneklik denilen bir tür büyüye karşı doğal dirençle dünyaya gelmiş. Kitty ve Direniş seriye bir hayli zenginlik katmış. İlk olarak, birinci kitapta sadece büyücülerin bakış açısından takip ettiğimiz hikayeye bir denge gelmiş bu sayede. Daha sonra bu değişiklik yazarın politik eleştiriler yapmasını büyük ölçüde kolaylaştırmış .Gerçi yazar şu ana kadar Direniş'in genel olarak fiziksel eylemleriyle ilgilense de araya serpiştirilmiş bir kaç siyasi-ekonomik gönderme de kitapta mevcut .Ben şahsen üçüncü kitapta Kitty'den bir çeşit Direniş manifestosu bekliyorum.

Kitty'e gelince sanırım Bartimaeus'tan sonra serideki en güzel ikinci şey kendisi. Hikayesi çok iyi işlenmiş. Bir yandan Direniş'teki eylemleriyle büyücülere zor anlar yaşatmasını izlerken bir yandan da geriye dönüşlerle Kitty'nin çocukluğundan sahneleri okuyarak Kitty'i Direniş üyesi olmaya iten olaylar silsilesini takip ediyoruz. İlk başlarda büyücülere ve onların temsil ettiği her şeye karşı anlamsız bir nefreti varmış gibi görünen
Kitty'nin hikayesini okudukça kendisini anlamaya, anladıkça da saygı duymaya başlıyorsunuz. Kitty'nin en olağanüstü özelliği ise kendi kendini sorgulamaktan asla çekinmemesi. Sürekli kendini sorgulayan, alternatifler üretmeye çalışan, kendisinde bir yanlış farkettiği anda da bunları düzeltmekten çekinmeyen birisi.(İsmi lazım olmayan Nathaniel gibi değil anlayacağınız :)). Özetle Kitty seri için önemli bir kazanım olmuş gibi. Bartimaeus hakkında yine söyleyecek çok sözüm yok; halen daha muhteşem. ;)

Kitabın beğenmediğim yanlarına gelince kitabı daha yeni bitirdim fazla objektif olamayacağım o yüzden. Gerçi fazla eleştireceğim yanı da yok kitabın çünkü beklediğimden çok daha iyiydi ikinci kitap ve beklentilerim çok da düşük değildi. Şunu söyleyebilirim ama Direniş biraz daha ayrıntılı anlatılsa daha hoş olabilirdi belki çünkü şu haliyle neyi-nasıl değiştirmek istediklerini tam olarak anlamak zor, çünkü sadece fiziksel saldırılarla var olan bir topluluk. Ayrıca bir tane de büyücü olan ama yozlaşmamış bir karakter getirebilir seriye değişiklik olsun diye. Her ne kadar ben de "Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır" sözüne inansam da bir istisna görmek hoş olabilir.Bu sebeple böyle babacan,yardımsever bir bakan bekliyorum parlementoya(bkz: the exception that proves the rule). Uzun lafın kısası bana göre gayet başarılı bir devam kitabı ve seri hakkındaki beklentilerimi ve umutlarımı da bir hayli yükseltmeyi başardı.

56
Güncel / Ynt: YGS sınavı
« : 29 Mart 2012, 19:53:32 »
May the force be with you, young padawan ;)

Do or do not there is no try :)

Ha bir de unutmadan başarılar.

57
Semerkant tılsımı Bartimaeus üçlemesinin ilk kitabı. Seri Golem Gözü ve Batlamyus'un Kapısı isimli kitaplarla devam ediyor. Serinin The Ring of Solomon isimli ek kitabı(prequel) da var ama bu kitap henüz Türkçe'ye çevrilmedi bildiğim kadarıyla. Neyse kitabımıza dönelim kitabın konusu yaklaşık olarak şöyle:

Nathaniel isimli çok yetenekli bir çocuk 5 yaşında ailesi tarafından büyücülük eğitimi alması için hükümete satılınca Arthur Underwood isimli orta yaşlı, vasat bir büyücünün çırağı olarak yeni hayatına başlar. Daha sonra her büyücü çırağı gibi kendini düşmanlarından korumak için 11 yaşına geldiğinde gerçek ismini arkada bırakarak John Mandrake ismini alır. Ustası Nathaniel'ini eğitimine yeteri kadar önem göstermeyince, Nathaniel kendi kendisini eğitmeye karar verir ve kısa zamanda ustasından çok daha kabiliyetli elit bir büyücü olur. Ustası tarafından diğer büyücülerle tanıştırılırken dönemin en güçlü(hırslı) büyücülerinden Simon Lovelace ile tartışır ve Simon tarafından herkesin önünde küçük düşürülür. Nathaniel Simon'dan intikam almaya karar verir ve  Bartımaeus isimli çok güçlü bir cini çağırır. Normalde Nathaniel'in kölesi olması ve emirlerini yerine getirmesi gereken cin Nathaniel'in gerçek ismini öğrenince aralarındaki köle-sahip ilişkisi evrim geçirir ve bir çeşit ortaklığa dönüşür. Kitap Nathaniel ve Bartımaeus'un Simon'dan intikam almaya çalışmasını ve bunu başarmaya çalışırken yaşadıkları maceraları anlatıyor.

Kitap büyücüler tarafından yönetilen Londra'da geçiyor. Olaylar bizim dünyamızda geçiyor ama bizim bildiğimizden çok farklı bir geçmişe sahip bir dünya burası.Kitap büyücülerin tarih boyunca bu dünyada yaşamış olduğu alternatif bir geçmiş sunuyor bizlere, tanıdığımız tarihi figürler ve olaylar büyücülerin ve cinlerin gözünden anlatılıyor bu sefer. Evet bahsettiğim gibi ilk ve belki de en önemli farklılık dünyanın büyük bölümünün büyücülerin kontrolünde olması. Londra'daki yönetimde başbakan da dahil olmak üzere tüm parlamento büyücülerden oluşuyor. Bu sistemde büyü yapamayan insanlar ikinci sınıf insan muamelesi görürken, sahip olunan büyü gücü genel olarak insanların konumunu belirlemede en önemli etken. Büyü yapamayan(sıradan) insanlar büyücülerin farkındalar ve aralarında bu oligarşik yönetime karşı çıkan "direniş" isimli bir grup da var. Bu grup büyücülerin yönetiminden hoşnut değiller, şimdilik sadece ufak çaplı eylemleri olsa da büyücülerin çözmesi gereken önemli problemlerden biri de bu grup. İşin ilginç tarafı her ne kadar ilk kitapta fazla işlenmemiş olsalar da sıradan halk arasında büyüye karşı bir çeşit bağışıklığı olan insanlar da var.(devam kitaplarında daha fazla işlenir belki bu konu ve de direniş)

Kitabın büyü sistemi çok hoş mu desem yoksa ürkütücü mü emin olamadım ama üzerinde düşünülmüş ve iyi kurgulanmış diyebilirim rahatlıkla. Büyücülerin tek gücü çağırabildikleri yaratıklar ve onların üzerindeki hakimiyetleri. Büyücüler pentagramlar ve emir sözcüklerini kullanarak iblisler,cinler, ifritler çağırıp onları köleleştiren insanlar. Bu yaratıklar genellikle insanlardan emir almak istemedikleri için her buldukları fırsatta efendilerini öldürüp özgür olmaya çalışmakla meşguller. Anlayacağınız yapılan en basit hata pentagramı yanlış çizmek ya da çağrılan yaratığın kontrolünü bir anlığına kaybetmek gibi büyücü için ölüm anlamına geliyor çoğu zaman. Büyücünün gücünü neyin belirlediği tam olarak açıklanmasa da her büyücü kendi gücüyle orantılı yaratıkları kontrol altına alabiliyor. Bu sistemin ürkütücü olan tarafına gelince, eğer serideki cinleri müslümanlıkta anlatılan cinler gibi düşünme gafletinde bulunursanız hafiften bir ürperiyorsunuz ;).

Kitabın anlatım tarzına bakacak olursak, tam olarak şudur diyemeyeceğim ama serinin anlatımında okuyucuyu kendine bağlayan bir şeyler var. Zaten birinci ağızdan anlatılan hikayeleri çok severim ama bir hikayeyi Bartımaeus'un alaycı bakış açısıyla takip etmek inanılmaz keyifli. Sonra hemen hemen her sayfada olan dipnotlar tamamen farklı bir tat katmış kitaba. Yazar dipnotlarda bazen çok kaliteli espriler yaparken bazen de ukalalık yapıyor bazen de çok ilginç bilgiler verip sizi şaşırtabiliyor. İşin tek kötü yanı Bartımaeus'un
anlattığı kısımlar o kadar güzel ki Nathaniel'in gözünden takip edilen kısımlara gelince ufak bir hayal kırıklığı oluyordu bende. Kısacası iyi bir hikayeyi akıllıca ve eğlenceli  bir şekilde anlatmış yazar.

Karakterlere gelince, Bartımaeus hakkında çok fazla konuşmaya gerek yok bence. Simom Lovelace isimli eleman da kötü adam olarak görevini layıkıyla yerine getiriyor hatta ekstrası bile var. Genelde kötü adamların istediği gibi dünyayı yok etmek ya da insanlığı yok etmek yerine(niye?) herkesin istediği şeyi istiyor güç. Aklı başında bir kötü hatta kötü bile değil mantıklı bir adam kendisi.(bence olmuş) Nathaniel'e gelince tamam çocuk ailesi tarafından satılmış, kendisini seven kimsesi bir arkadaşı yok falan filan ama karakter gelişimi çok acayip. Halkın ortasında dönemin en önemli büyücülerinden birine hakaret etikten sonra aşağılanınca ben bu adamı alaşağı etmek zorundayım, benim hayatımın amacı bu moduna geçiyor.(Hayır ne bekliyordun ki yani :)) Büyücülerin kurduğu sistemi  körü körüne desteklediği halde, sistemin kendisine davranış biçimine tahammül edemiyor. Bize bir çeşit dahi olarak tanıtılmasına rağmen burnunun dibindeki şeyleri görmemekte ısrar ediyor. Bir an 12 yaşında şımarık, kendini beğenmiş, duygusal, hayal aleminde yaşayan bir çocukken bir an sonra iyi eğitilmiş, zeki, kontrollü, pragmatist,paniğe kapılmayan ideal bir lidere dönüşüyor ve geçişler çok sert. Nathaniel en fazla sempati duyabileceğiniz bir karakter, karakteri sevmek, güdülerini, düşünme tarzını anlamak çok zor. Kitabın bence en önemli eksiği Nathaniel  ve de onun sebep olduğu tutarsızlıklar.

Özetlemek gerekirse, Semerkant Tılsımı genel olarak iyi kurgulanmış ve çok iyi yazılmış bir kitap. Sıradışı büyü sistemi, ortalamanın üzerindeki hikayesi ve de Bartimaeus karakteriyle güzel olacağına inandığım bir serinin ilk bölümü.

58
Diğer Fantastik Eserler / Ynt: Enwor Serisi 1- Gezgin Orman
« : 24 Mart 2012, 08:33:43 »
Yanan Şehir Enwor serisinin ikinci kitabı. Kitabın konusunu kısaca anlatayım. Bu kitapta savaş yetenekleri tüm dünyaca bilinen, neredeyse yenilmez Satai kahramanları Skar ve Del birbirlerinden ayrılmak zorunda kalıyorlar. Vale isimli bir errish (kitapta errishin ne olduğu tam olarak açıklanmıyor ama bir çeşit büyücü olarak düşünebiliriz sanırım) Skar'ı efsanevi güçleri olan Combat taşını bulması için ikna ediyor. Zaten kitap da Skar'ın bu yolculuğa nasıl ikna edildiğini ve de Skar ve yanındaki bir grup insanın Combat taşını ararken yaşadıkları maceraları anlatıyor.

Combat taşının tam olarak ne tür güçleri olduğu ya da bu taşın nasıl kullanılacağı şimdilik bir gizem. Ama taşı ele geçirmenin neredeyse imkansız olduğu bir gerçek. Combat halkı taşın gücünü kullanarak görkemli şehirlerini yaratmışlar ama daha sonra kendi güçlerinden sarhoş olup  tanrılara meydan okuyunca, tanrılar üzerlerine akıl almaz bir gazap göndermişler. Bu lanetten sonra Combat şehri binlerce yıldır sürekli alevler
içinde olan bir viraneye dönüşmüş. Anlayacağınız kahramanlarımızın taşa ulaşmak için sadece yol üzerindeki klasik büyülü engelleri, paralı askerleri, kendilerini durdurmak isteyen karşı güçleri ve yaratıkları geçmeleri
yeterli değil. Bunların yanı sıra bazen kanınızı donduran soğuklarla, bazen de sizi anında pişirebilecek cehennem sıcaklarıyla baş etmek zorunda kalıyorlar. 

Bu formatı oldum olası sevmemişimdir. Bir grup özel yetenekleri olan insanı bir araya getir, dünyanın kaderini etkileyecek bir silahı,bir gücü bulmaları için onları kutsal bir yolculuğa gönder. Yolda bir kaç düşmanla karşılaşıp bir kaç badire atlatsınlar daha sonra da görevlerini  tamamlasınlar ya da bu uğurda can versinler. Ne yazık ki bu kitap da bir istisna değildi. Kitap genel olarak bu formatta ilerlediği için bu kitabı da sevmedim. Ama bu kitapta şöyle hoş bir durum var gerçi ilk kitapta da vardı ama bahsetmeyi unutmuşum. Kitap doğrusal bir çizgide ilerlemiyor. Kitabın başında kendinizi bir anda bilmediğiniz bir yerde bilmediğiniz insanların arasında buluyorsunuz. Bir yandan hikaye devam ederken diğer yandan arada bazen geriye dönüşler yaparak kahramanların orada olmasına sebep olan olaylar zincirlerini de görme şansınız oluyor. Bu anlatım tarzı benim oldukça hoşuma gitti. Kitabın benim gözümdeki az sayıda artılarından biri de bu. 

Kitapta ilginç olan yerler de vardı tabi. Bataklık adamları direk insanın merakını uyandırıyor ayrıca errish Vela, gruptaki Gowenna ve de Tantor  isimli karakterler de  ilgi çekici ama yazar bu karakterleri anlatmak yerine hızlıca kahramanlarımızın macerasını anlatıp kitabı bitirmeyi seçmiş ki bu durum da pek hoşuma gitmedi. Satailer hakkında biraz daha bilgi sahibi oluyoruz bu kitapla birlikte ki sanırım kitapla alakalı güzel diyebileceğim bir diğer şey de bu. Satai savaşçılarının yalnızca çok iyi eğitimli paralar askerler olmadığını, onlarda görünenden çok daha fazlası olduğunu görüyoruz. Bu durum tatmin edici olsa bile Satailer hakkında bildiklerimiz halen daha  buz dağının görünen parçası gibi geldi bana. Ayrıca şöyle de bir durum var ki kitapta bence tam bir hayal kırıklığı; gruptaki 3-4 kişinin kitap boyunca diyaloğu yok desem yeridir. Yalnızca isimlerini bir kaç kez duyduğumuz bu karakterler  birilerinin ölmesi gerektiği yertlerde ölüp görevlerini başarıyla sonlandırıyorlar. :) Bu yüzden kitapta birileri ölünce bir şeyler hissetmek çok zor çünkü genelde ölen kişi hakkında bir fikriniz olmuyor. Tanımadığınız biri hakkında bir şeyler hissetmek de bir hayli zor en azından benim için.

Şunu da belirtmem lazım sanırım. Kitap geçiş kitabı diye tabir edilen türden bu sebeple yukarıda bahsettiğim negatif durumların bazıları devam kitaplarında düzeltiliyor olabilir ama sadece bu kitabı düşünerek konuşacak olursam beklediğimden çok daha kötü bir kitapla karşılaştım. Eğer serinin devam kitaplarını bir şekilde okumayı planlamıyorsanız bu kitabı okumanızı kesinlikle tavsiye etmem. Ama ilk kitabı okuyun. ;)

59
Terry Pratchett-Büyünün Rengi

Kitap Diskdünya serisinin ilk kitabı. Kitap hakkında söylenebilecek çok fazla şey var ama benim ilk
söyleyeceğim şey kesinlikle kendine özgü bir tarzı olduğu. Zaten bir kaplumbağanın üzerindeki 4 filin sırtına tepsi şeklinde yerleştirilmiş bir dünyadan bahsediyoruz sanırım kitaptan orijinal bir şeyler beklemek çok da anormal değil.

Kitapta bir fantastik kurguda olması beklenen neredeyse herşey var. Tanrılar ejderhalar, kahramanlar, büyücüler, dilenciler loncası, katiller loncası... Şöyle ufak farklılıklar var yalnız. Diskdünya'da tanrılar olayların nasıl gelişeceğine karar vermek için zar atarlar ve boş zamanlarında da ateistlerin camlarını kırarlar. Ejderhalar yalnızca siz onların var olduğuna inanırsanız var olurlar.Bu dünyadaki büyücülerin en büyük amacı diskdünyanın üzerinde durduğu kaplumbağa olan A'Tuin'in cinsiyetini belirlemektir,  çünkü bu bilgi dünyanın kaderini yakından ilgilendirir. Ve de büyücüler Görünmez Ünüversite'de eğitim alırlar. Yukarıda  anlatmaya çalıştığım gibi Diskdünya bilindik fantastik evrenlerden birazcık daha farklı bir dünya.

Büyünün Rengi fantastik kurgu ve mizahın mükemmel bir karışımı. Kitabı fantastik kurgu eserinden ziyade fantastik kurgu parodisi olarak da görmek mümkün. Kitap boyunca genel olarak fantastik kurgu klişeleri tiye alınıyor zaten. Yazarın mizahi yönünün çok kuvvetli olduğu bir gerçek ama kitap salt komedi demek yazara ve kitaba haksızlık olur. Kitapta yer yer çok ince politik-kültürel-dini göndermeler de mevcut. Ayrıca diyaloglar sizi çoğu zaman kahkahalara boğsa bile uzun uzun düşünmenize sebep olan diyaloglar da mevcut. Hepsinden öte yazarın hayalgücü ve alışılmışın dışındaki düşünce tarzı kitabı değerli kılıyor. Yazar alışılmış kalıpların dışında düşün "think outside the box" sözünü benimsemiş hatta yaşam mottosu haline getirmiş bence. Hiç sorgulamadan kabul edilen fikirlerin sorgulanması, o fikirleri temel alan sistemlerin yıkılıp yerine yeni sistemlerin kurulması kitaba değer katan başka bir etmen.

Kitap Ankh-Morpork şehrine İkiçiçek isimli Karşıağırlık Kıtası'ndan bir turistin gelmesiyle başlıyor. İkiçiçek yaşadığı kıtada canı sıkılmış bir risk hesaplayıcısı ya da Diskdünya'da bilinen şekliyle skortacıdır. Bir gün Diskdünya'nın efsanevi güzelliklerini görmek ve sıkıcı hayatını biraz olsun renklendirmek adına dünyayı dolaşmaya karar verir. İkiçiçek yolculuğunun başında Rincewind isimli büyücüyle karşılaşır ve onu seyahat
rehberi olarak tutar. Her ne kadar turizm ve turist kavramları (Rincewind turist sözcüğünün gerizekalı anlamına geldiğini düşünmektedir) Ankh-Morpork şehrine yeni olsa bile Rincewind çok iyi bir ücret
karşılığında seyahat rehberi olmayı kabul eder ve olaylar gelişir. Büyünün Rengi, Rincewind ve İkiçiçek'in başından geçen birbirinden bağımsız diyebileceğimiz 4 hikayeden oluşuyor.

Kitabın dili çok akıcı, kitabın inceliği ve hikayenin sürükleyiciliği bununla birleşince kitap bir çırpıda bitiyor zaten. Yazar ayrıca diyalog yazma konusunda çok başarılı, doğuştan korkak Rincewind ile aşırı iyimser İkiçiçek'in diyalogları ayrı bir güzel. Karakterlere gelince yazar yan karakterler  için hiç çaba sarfetmemiş kendisine bir savaşçı lazım olduğunda hemen klişe bir savaşçıyla işini halletmiş. Özetle yan karakterler de genellikle fantastik kurgu stereotiplerini kullanılmış. Ama ana karakterler de durum tamamen farklı. Rincewind karakteri çok başarılı ve iyi kurgulanmış bir protagonist. Kendisi karşılaştığım en sıradışı büyücülerden biri, gerçi büyü yapamadığı daha doğrusu bildiği tek bir büyü olduğu gerçeğini göz önüne alırsak bu durum çok şaşırtıcı değil sanırım. Yan karakterlerden ölüm de çok fazla gözükmemesine rağmen beni etkileyen bir diğer karakter.

  
Kitabın olumsuz yönlerine gelince kitabın içine girmek çok kolay değil. Kitabın başlarında çok fazla kişi,şehir,kavram öğrenmeye çelışıyoruz ve bu durum okuyucunun işini biraz zorlaştırıyor. Kitabın sıradışı tarzını da düşününce kitabın başlarında bir kaç kez kitabı bırakma fikri akla geliyor. Daha önce söylediğim gibi yan karakterler üzerinde fazla durulmamış. Bir de şöyle bir durum var kitapta. Herhangi bir anda belirli bir sebebi yokken ya da  okuyucuya hiç ipucu verilmeden rastgele bir şey olabilir ve hikayenin akışı tamamen değişebilir. Yani tutarlı bir olay örgüsü yok kitapta, "Bir Otostopçunun Galaksi Rehberi" ile benzerlik gösteriyor bu açıdan biraz. Fakat bu durum bir eksiklikten ziyade tarz meselesi bence ama niyeyse buraya yazdım. Ayrıca yazar bazen İngilizce kelime oyunları kullanarak espiri yaptığından çeviri okurken bazı espriler arada kayboluyor ne yazık ki.

Serinin şu ana kadar yazılmış 39 kitabı var ve bunların 13'ü Türkçe'ye çevrilmiş durumda. Böyle uzun soluklu bir seriye başlama kararı çok kolay verilemese de Diskdünya'ya en azından bir-iki kitabına şans vermek gerekiyor bence.  

60
Diğer Fantastik Eserler / Enwor Serisi 1- Gezgin Orman
« : 16 Mart 2012, 21:03:41 »

Aslında kitabı okumayı yeni bitirdim ama yinede buraya yazıyorum.

Gezgin Orman Wolfgang Hohlbein'in yazdığı Enwor Serisi'nin ilk kitabı. Seriye başlamayı düşünenler için hemen kötü haberi vereyim. Seri 11 kitaptan oluşuyor ama sadece ilk iki kitabı Türkçe'ye çevrildi. İkinci kitabın 2000 yılında basılmış olduğunu da göz önünde bulundurunca serinin tamamlanacağını ummak fazla iyimser bir yaklaşım olur sanırım. Şimdi iyi habere geçelim, serinin ilk kitabında öykü tek bir kitapta başlayıp bitiyor. Yani Gezgin Orman'ı seriden bağımsız, tek kitap(stand alone) olarak düşünüp okuyabilirsiniz.

Kitabın arka kapak yazısı şöyle:

Gezgin Orman, çölün ortasında yeşermiş bir orman uygarlığının serüvenini anlatıyor. Kahramanlarımız Skar ve Del zorlu bir çöl yolculuğunun ardından tesadüf eseri bir ormana ulaşırlar ve kurtulma sevinçleriyle ormanın gizleri karşısındaki şaşkınlıkları birbirine karışır. Orman halkı, çölü aşmayı başarmış bu iki profesyonel savaşçıyı uzun süredir bekledikleri kurtarıcılar olarak görürler. Ne varki, yörenin yöneticileri son gelişmeleri kurulu düzen için tehlikeli bulurlar. Skar ve Del'i yine zorlu bir mücadele ve sonunda kötü bir sürpriz beklemektedir. Gezgin Orman, hızlı kurgusu ve adım adım çözüme ulaşan gizemleriyle görsel yanı da oldukça güçlü bir roman.

Kitap hakkındaki yorumlarım,düşüncelerim ve kısa özet:

Satai profosyenel savaşçıları olan Skar ve Del Nonakesh denilen ve geçmesi neredyse imkansız olan çölde ölmek üzereyken, esrarengiz orman ülkesine(Cearn) ulaşırlar. Kendileri ölümden dönmenin vermiş olduğu şaşkınlıkla henüz farkına varamamış olsalar da, orman halkının hayatını dramatik bir şekilde değiştirmek üzeredirler. Orman halkı, satailerin binlerce yıldır beklediği kehanetlerinde anlatılan ve onları anavatanlarına götürecek olan mucizevi kurtarıcılar olduğuna ikna olmuş durumdadır. İlerleyen sayfalarla görüyoruz ki eğer yeterince insan kurtarıcı olduğunuza inanırsa, kahraman olup olmadığınız gerçeği aslında o kadar da önemli değildir. Kitap genel olarak Skar ve Del'in orman ülkesindeki maceralarını anlatıyor.

Orman halkından biraz bahsedeyim. Orman halkı iyi kurgulanmış ve yazılmış bir topluluk. Çölün etrafında şekillenen medeniyetlere sebebini anlayamadığım bir sempatim var ve orman halkını da çok sevdim.(Bkz. Dune-Fremen, Zaman Çarkı-Aiel) Orman halkı binlerce yıl önce kaybettikleri bir savaş sonrasında hayatta kalabilmek için Nonokesh(dönüşü olmayan yol yada ölülerin patikası anlamına gelir) çölüne kaçmak zorunda kalan bir halk. Çölde inanılmaz kayıplar verdikten sonra çok küçük bir grup küçük bir vahaya ulaşmayı başarıyor. Grup bu vahada yaşamaya başlar ve bir gün anavatanlarına dönüp o toprakları alacaklarına yemin eder. Vahada yaşam hiçte kolay değildir bir yandan acımasız çölle bir yandan da hager ve khtaam denilen yaratıklarla mücadele etmek  zorunda kalırlar. Ama bir mucize olur ve grup hayatta kalmayı başarır. Sanırım bunun sebebi belki de insanlık tarihinde bir ilki gerçekleştirmiş olmalarında yatıyor. Yaşadıkları çevreyi değiştirmek yerine ona uyum sağlayıp onu geliştirmeyi seçiyor bu halk. Bu çabaları sonuç veriyor ve kuşaktan kuşağa sahip oldukları vahayı büyütüp binlerce insanın yaşayabileceği Cearn ülkesine dönüştürmeyi başarıyorlar.

Bu zafer orman halkına çok ucuza mal olmuyor ne yazık ki. Fedakar, özverili, çalışkan, duyarlı, mücadeleci insanlardan oluşan bir topluluk kuruyorlar belki ama karşılığında kendi benliklerini ,rüyalarını, umutlarını, hayallerini veriyorlar. Zamanla neredeyse bir karınca kolonisene dönüşüyorlar, herkes gelecek nesillerin görebileceği bir cennet yaratmaya çalışırken kimsenin bugünü yaşamadığı gerçeğini görmezden gelmeye çalışıyorlar. Satailerin çölü aşıp Cearn'e gelmesiyle kendi yarattıkları illüzyondan uyanıp ne yaptıklarını sorgulamaya başlıyorlar. Anavatanlarına geri dönene kadar geçici olarak  yerleştikleri vahanın dünyanın en güzel hapishanesine dönüşüp dönüşmediğini merak etmeye başlıyorlar.

Kitap bu kısımdan sonra benim gözümde zirveye ulaşıyor. Karakterler doğru cevapların olmadığı soruları sorup, her seferinde en az yanlış olan cevabı bulmaya çalışıyorlar. Yazar bu kısımda ardı ardına karakterlerini imkansız seçimler yapmaya zorluyor. Cennette tutsak olmaktansa cehennemde özgür olmayı tercih edip etmediklerine karar vermek zorunda kalan kahramanlarımız, bir ulusun hayatta kalabilmesi için kaç masum insanın hayatını feda edebileceklerini düşünmek zorunda kalıyorlar. Daha sonra gerçeği bilmenin tüm umut ve hayallerinizin sonu olduğu bir durumda bir yalanı yaşamanın daha doğru olup olmadığını seçmek kahramanlarımıza düşüyor. Bu kısımlar benim çok hoşuma gitti. Hikayenin siyah beyaz ilerlemesindense aradaki gri  bölgelerde gezinmek özellikle çok hoştu. Yazar bu kısımda karakterlerin yaşadığı çelişkileri,iç çatışmalarını başarıyla anlatmış.

Satailere gelince, bu kitapta satailerin çok iyi eğitimli, disiplinli savaşçılar olduklarını öğreniyoruz. Umut veren bir topluluk gibi görünseler de şimdilik biraz kapalı kutu gibiler. İlerleyen kitaplarla daha yakından tanıyacağız gibi görünüyor sataileri.

Kitabın görsel yanı önsözde de söylendiği gibi çok güçlü. Yazar neredeyse kelimelerle resim yapabiliyor, kitabı okurken mekanları, kişileri, olayları hayal etmeyi sizin için oldukça kolaylaştırıyor. Kitap oldukça sürükleyici ben kitabı çabucak bitirdim en azından. Biraz alışılmışın dışında bir şeyler okumak isterseniz kesinlikle okumanızı öneririm bu kitabı, hatta okumayı ertelediğiniz her gün için kendinizi cezalandırın bence. ;D  Kitabı yeterince iyi anlatamadığımın farkındayım ama bunun kitabın çok güzel olduğu gerçeğini değiştirmeyeceğini unutmayın. :P

Sayfa: 1 2 3 [4] 5 6