Nasıl başlamak gerekir ki böyle bir öyküye ....
Ben, kafamın içinde yaşayan ve ''iç ses'' diye tabir ettiğim gevezeye;
''Yorum istemez, sen sus; yeter!'' diyerek başladım bir şeyler karalamaya.
Aşık olmanın anlamlandırılamaz derece de sıcak anlatıldığı bir öyküydü bu. Herkes aşık olmaz, olsa da
mavi bir aşk olmaz onların ki ...
Ama Nil farklıydı. Tarık... Tarık çok daha farklı.
Anlatım şeklini, betimlemelerini, benzetmelerini; çevre-kişi-durum tasvirlerini öyle ince ve öyle hoş yapmışsın ki ; EGO otobüslerinde cam kenarı koltuklardan birindeymiş gibi ilerledim tüm hikaye boyunca. Sıkılmadım okurken. Bütün halde yazılan paragraflardan, okuduğum yeri kaybetmekten ve bitme/başlama noktalarından nefret ediyor olsamda ,bölük pörçük okuduğumu düşündüğüm zamanlarda kendimi cezalandırarak tekrar tekrar okudum hikayeni. Bir yerleri kaçırmaktan korkarak.
“Ne kadar da mavi bir gün, değil mi?”
O an ne o sorunun anlamını, ne mavinin hangi renk olduğunu, ne de bir günün aslında kaç güne denk olduğunu hatırlayabildim. Sorunun tamamıyla retorik olması bir yana – fikrimi sormuyor, günün maviliğini en az onun kadar takdir edip etmediğimi merak ediyordu – sadece dünyada böyle bir sorunun varlığı bile o an için olasılık dışıydı.
Nasıl insanı içine çeken bir sorudur o öyle. Her şeyi başlatan bu soru oldu bende.
Tarık'ın gözlerinden dünyaya bakmaktan çok büyük bir keyif duydum. Özenli cümleler, abartılmamış ama önemsetecek kadarda oranlı kullanılmışlardı. Böyle bir yazıda fazlası abartı ve aşırı olacaktı. Dozu tutturabilmiş olman gerçekten tebrik edilesiydi.
Mavi ve
Maviyi seven kız'ın sık sık tekrarındandır, bazı yerlerde yoruldum. Ortaya çıkan koskocaman tamlama gruplarından oluşmuş olsa gerek bu yorgunluk hissi, ama yine de bu zorluk dahi, hikayeyi yarıda bırakma isteği doğurmadı bende. Gerekliliktir bu. Biliyorum. Sempatik ve akıcı anlatım bunu tekrar ettirdi bana sıkça.
"Bu gerekli; vermek istediğini ancak bu halde verebilir.
Mavi şart!" dedim kendi kendime.
Ve sabrımın nihayetini aldım elbette...ortalara doğru ilerlerken adını koyamadığım bir his sardı yazının tamamını.
Hiçbirini yapmadım. Onun yerine, hani tam bir şey söylemek için ağzınızı açarsınız; ama sözcükler çıkmaz ve bunu farkettiğiniz an küçük düşmemek için bir anda ağzınızı kapatırsınız ya, bunu defalarca tekrarlayarak otobüsteki diğer insanlara balık taklidi yaptığımı kanıtlamaya çalıştım.
Bu cümle ile birlikte masumane bir anlatımı gördüm satırlarda, o adını veremediğim his buydu işte.Anlatım öyle masum ve kırılgandı ki ....
Tam ne kadar da duygusal diye düşünürken şurada yer alan gerilim ;
Sadece birinin gelip ne istediğimi sorması gerekiyordu. Bu kadar basitti. Muhtemelen ellili yaşlarında, saçlarındaki beyazları umursamadığı için boyatmayan şirin bir bayan gelecek ve bir şey isteyip etmemediğimi soracaktı (gözümün ucuyla baktığımda kalkmakta olan geç çiftin kapının yanından mutfağa doğru gittiklerini haber vererek kafeden çıktığını gördüm), ben de ona mavi elbiseler giyen ve maviyi çok seven bir başka bayanı aradığımı anlatacaktım. Elbette kadın hiçbir şey anlamayacaktı (bir an yerimden sıçramama neden olacak şekilde demin dışarıda kitap okuyan genç kız hızlıca balkon kapısını açıp içeri girdi, kafeyi boydan boya geçti ve çıktı), özür dileyecek ve sorumu tekrarlamamı isteyecekti. Ben de bir kere daha yaptığım aptallıktan ve utançtan yerlerin dibine girerek ona adını bile bilmediğim ve hakkında bir kanıya sahip olduğum tek şeyin mavi rengine olan ilgisi olduğu bir kızı nasıl bulabileceğimi soracaktım (Orta yaşlı adam iki masa önümde yavaş yavaş toparlanıyordu). En başta çok şirin bulduğum o bayan bir anda sinirden küplere binecek, “Benimle dalga mı geçiyorsun sen be adam?” diye üzerime yürüyecek ve orayı hemen terk etmezsem polis çağıracağını söyleyerek beni tehdit edecekti (Orta yaşlı adam çıkarken kapıyı arkasından kapattı).
Bir an büyük bir tedirginlik hissettim. Kafede benden başka kimse kalmamıştı. Etrafıma bakındım. Belki bir yerlere saklanmış, köşede duran, tuvaletten çıkan birileri vardır diye düşündüm. Yanıldım.
İşte bu , bir boksörün yere düşüp nakavt olacağını hissettiği saniyelerde, birdenbire içinde duyduğu azmin etkisiyle yeniden ayağa kalkmasını sağlayan ivmeydi. Verilmişti. Kanlı canlı oradaydı. Satırlar gözüme girip duruyor ve kendine çekiyordu. Tempo budur! Eline sağlık.
Kurgudaki insanı zorlamaya, kafa karıştırmaya ihtiyaç duymayan ilerleyiş, çevresel ve gereksiz geçişlerin verilmeyişi, aralarda bulunan bağlama paragraflarında sunulan açıklamalar; yeter seviyede, yerli yerlerinde ve düzenliydi.Ne eksik ne fazla.
Bir kaç yerde imla yanlışlıkları, bir iki yerde de zamir, sıfat eksikliği gibi küçücük olumsuzluklar farkediliyorsada, o kadar da rahatsız edici değildi. Sonuçta amatörce yapılan yanlışlıklar değildi, sadece gözden kaçmış olabilir...
Hikaye hakkında spoiler içerir!Son söz ; Maviyi seven ve Maviyle ölen kızın ardından bakan bir adamın cümleleriydi sarsıcı olan. Kızın ölmesinden çok Tarık'ın hayatında kalan mavi boşluk üzdü beni. Hüznün içine yerleştiği kavramın Nil'e yakıştığını görüyorum. Farklı olsaydı; ıı ıh... bu kadar hoş olmazdı.