Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Amras Ringeril

Sayfa: 1 ... 3 4 [5] 6 7 ... 137
61
Tartışma Platformu / Ynt: Hangi dergileri takip ediyorsunuz?
« : 10 Şubat 2013, 20:05:30 »
Edebiyatın edebiyat dergilerinde yaşadığına dair güzel teoriler var. Destekliyor muyum henüz emin değilim. Ama dergilerdeki tartışma ortamları, bir edebiyat meraklısına verebileceği en faydalı şeyleri verir. Birkaç aydır takip ettiklerim;

- İzafi Edebiyat
- Kalem Dergi
- Dünyanın Öyküsü
- Kitap-lık

Bunun dışında Notos, Sözcükler gibi ara ara aldığım dergiler var (malum pahalı şeyler bunlar).

Fanzinleri dergilerden daha ön plana koyuyorum aslında. Bulabildiğim tüm öykü ve şiir fanzinlerini toplamaya çalışıyorum. Sevdiğim bir iki tanesi; Sıfır Fanzin (Dergi olmuş galiba), Velespit, Aylak, Banliyö, Seyyar Sesler.

62
Gezginler Kamarası / Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« : 08 Şubat 2013, 20:40:55 »
http://www.youtube.com/watch?v=8RakmpZaAMU

Gökyüzü dediğin mavi olur. İçinde birkaç parça beyaz bulut olur. Kırtasiyeden aldığın resim defterine çizersin. Dağ dediğin kahverengidir. Güneş dediğin sarı, nehir dediğin mavidir. Çocuk dediğin top oynar. İki üç tane falandır. Ev dediğin iki katlı olur, bacası tüter. Bodrumu var mı bilmem. O kat sayılmaz zaten. Sen hava atabilirsin “bodrumu da var oğlum üç katlı,” diyebilirsin. Çevresinde çitleri olabilir. Ağaç dediğin çamdır. Yeşil olur. Tamam çam olmayabilir. Bulutların yeşil halidir. Gökyüzünden inip yine kahverengi gövdesinin üstüne yerleşir.

Bu işler böyle. Göz dediğin büyük olur. Sana bakar, sana bakmayan gözü neyleyesin. Yunus dediğin Emre’dir. Emre dediğin biraz gariptir. Göz dediğin sana bakar. El dediğin elinin içinde olur. Ten dediğin temizdir, okşanır. Okşamak dediğin sapıkçadır. Kullanınca utanırsın. Utanç dediğin kırmızı olur. Pembe falan değil, pembe burjuvadır. Burjuva kötüdür. Sevmek dediğin sana olur, sen dediğin bana. Şair dediğin klişedir. Yazar dediğin kasıntı. Kasıntı dediğin mutsuz. Göz dediğin sana bakıyorsa anca onla mutlu olur. Kendini bilen anca onla mutlu olur. El dediğin elinin içindeyse yürümeye devam edersin. Fırtına dediğin anca o zaman çekilebilir. Yağmur dediğin üstüne üstüne yağar. Rüzgar dediğin arkadan vurur, karşına almazsın. İteler seni, dünya bile seni karşına aldığın sana bakan gözlere iteler. Yüz dediğin birbirine yaklaşır. Dünya dediğin döner. Döndüğü için yerinde dursan ona yaklaşırsın. Tersten de olsa, zaman da uzasa, günler de uzun olsa, her şeyi çok çabuk da yaşasak, arkadaşlar da silinse hafızalardan, hayatını da bir kenara çıkarıp atsan, ıhlamurlar adaçayları da içsen el dediğin elinin içindedir.

Göz dediğin halkalı olur. Hiç alışık olmadığın şeylere başlarsın. Değer verirsin, ihtiyaç duyarsın çünkü göz dediğin sana bakar. Gökyüzü dediğin mavidir, bisiklet dediğin güzeldir. Dünya bir bisiklet tekeridir, pedalları çevirdiğin sürece döner. Bir kere öğrenirsin binmeyi asla unutmazsın. Dönüp dönüp tekrar binersin. Özlersin dünyanın o güzel dönüşünü. Yeri gelir sakince döner, yeri gelir yaşamadığın tüm yorgunlukları tek seferde hazmetmek için hızlıca. Bütün öfkenle asılırsın pedallara, tüm öfkeni bir yokuşu çıkıp bitirine kadar atarsın. Yokuş dediğinin tepesinde o seni bekler bisikletiyle. Bir süre bakışırsınız. Sonra yolunuz yine yokuşlardan aşağıya olur.

Ellerini bırakırsın. El dediğin gidonu tutmaz. Dünyaya mı tutunduğunu sanıyorsun? Hayır, başka ellere tutunuyorsun. Onlar yoksa gidonlar yok. Gidonlar yoksa, pedallar yok. Çaba sarf etmeler yok. Çaba sarf edilmiyorsa dünyanın dönüşü yok. Dünya da durur. Dünya da durur. Göz dediğin başka yere bakıyorsa, el dediğin başka terliyorsa, saç dediğin bir başka okşanıyorsa, okşayan da utanmıyorsa, kelimeler de ardı ardına klişelerce sıralanıyorsa, sen de kendi kendini kudurturken ayakların pedalları çevireyim derken boşa çıkıyorsa, dünya da durur.

Mezarlıkların önünden geçemezsin, camilerin önünden geçemezsin. Bakkalların önünden sakız alma hayali kurmadan geçmeyi de mi düşündün? Her şeyi hak ettiğini mi sanıyorsun? El dediğin seni tutar da sen buna şaşırmaz mısın? Dünya duruyor ya, dursun dünya. Zaman yavaşça akıyor. Hiçbir şey durmaz. Hiçbir şey sona ermez. Zenon haksız mı sanıyorsun? Zenon bütün ömrünü bunları düşünerek yaşamış. Sen kısacık ömründe ona karşı çıkabileceğini mi sanıyorsun? Hİçbir şey sona ermez. Dünya da durmaz. Sadece daha yavaş döner. Zaman dediğin geçmez. Vakit dediğin nakitle uzaktan akraba. Vakit özlemdir. Az sevgili atalarımız buna kafiyeli bir kelime bulamadı diye böyleyiz. Yoksa hayatımız daha anlamlı olurdu.

Hayat dediğin, göz dediğin sana baktıkça el dediğin seni tuttukça garip değil. Çocuk dediğin böyle basittir canım. Duygu dediğin böyle sıradandır işte. Fark dediğin çekim eki almaz. İnsan dediğin aşağılanmaz. Herkes anlar. Herkes anlar. Saklambaç dediğin uzun süren bir oyun değil. Bu yüzden karanlıkta oynanır. Çünkü en kısa zamanda en yüksek verimde korkmak gerekir. En yüksek verimde kaybedeceğini düşünmen gerekir. Böylece sobelemek için daha büyük bir arzuyla koşturursun. Herkes anlar. Bu yüzden saklanamazsın. Bu yüzden saklambaç en fazla on iki yıl sürer. Mutsuzluğun göz dediğin sana bakıyorsa en fazla üç saniye sürer. Bir anın içinde tüm ömrünü yaşarsın. Yaş dediğin küçükse de söyleyecek sözün yok demek değildir. Kelimeleri yeni öğreniyorsun, bırak gitsinler. Sana anlayış gösterenler çıkacak.

63
Kurgu İskelesi / Ynt: Kaza Bazen Sıyrıktır
« : 03 Şubat 2013, 07:48:32 »
Öykün fikirsel olarak çok ilgi çekici; ancak örneğin bu uzun bir hikaye içeriği istiyor. Buna rağmen oldukça kısa bir metinle anlatma yolunu seçmişsin. Bu, öykünün kafalarda oluşan kurgusunda hasara yol açıyor. Küçücük çantaya bir sürü eşya tıkmak gibi oluyor. Öykünün uzunluğu ve içeriğin yoğunluğu uyumlu olmalı. Uzunluk hikâyenin diğer unsurlarından bağımsız ekstra bir ölçütten ziyade, anlatılması gerekenin ne kadar anlatıldığıyla ilgili bir ana unsurdur. Bu uzun olması gereken bir hikâyeydi ve devamı gelecek gibi görünmediği için bunları söylüyorum. Devamı gelecekse beni çok konuşan biri olarak gör ve gözardı et :)

Bunun dışında, yazımındaki yer yer aldığım haz, içindeki tespit gücünü, okuyucuya hitap etme başarısını ve potansiyelini gösteriyor. Mutlu oluyorum. Örneğin:

"Tokmak gösterişli olduğu kadar ”neden bu kadar gösterişli?” diye düşünülecek kadar abartılıydı."

"Görkemli devletin parıltıları güllere dökülmemişti." (şahane)

Bunun dışında insan etkilenen saçma bir varlık. Yazdıklarımızı bizden olmalarıyla severiz. O yüzden bize hissettirdikleri şeyler ne kadar yoğun olursa okuduğumuz şeyi o kadar severiz. Özellikle yazan birisi yazmak istediği gibi okumayı, okumak istediği gibi yazmayı sever. Her zaman içinde bulunduğumuz kendimizi geliştirme aşamasının başlarındaki "çeviri metin kokulu yazılar" dönemi görüyorum bu öyküde. Bu aşamayı bir an önce atlatmanı dört gözle bekliyorum.

Zekice kurgulanmış öyküler yazacak potansiyelli arkadaşlara ihtiyacımız var, devam! :)

64
5. Yıl / Ynt: 5. Geleneksel Satranç Turnuvası!
« : 01 Şubat 2013, 17:57:54 »
Ben de dahil olayım.

65
Tarzınızı oldukça beğendim. İçerik açısından oldukça yoğun ve başarılı olduğunuzu söyleyebilirim. Çok güzel çağrışımlar yaptırıyor ve insana bir daha bir daha okumak istediği getiriyor. Saygı duyulası bir tarz. Yalnızca fazla durağan geldi bana; ama şu anki ruh halimden de kaynaklanıyor olabilir yorgunum biraz. Daha dinçken de mesela son son şiyir çok vurucu gelebilirdi.

"karamsar bulut varsa eğer, düşmüştür tepeme
yeşilliklere bulayacağım yuvarlanan bir gelecekte
beyim!
hesabı ödeme vaktidir"

Gerçekten çok güçlü olduğunu bile iddia edebilirim. Amaç ya da planlarınız nedir bilmesem de okumaktan çok zevk aldığım şeyler bunlar. Elinize sağlık.

66
Gezginler Kamarası / Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« : 16 Ocak 2013, 19:20:26 »
http://www.youtube.com/watch?v=pyensj2URjA

Şarkılar kişisel gelişiyorlar.

Bazı şarkıları karşıma alıp konuşmak istiyorum. Bazı şarkılara şarkı bile demek istemiyorum. Hakaretmiş gibi geliyor. Şark-î durumlardan uzak duruyorum. Onları Can Karatek’e verip ellerinden tutup pamuklu şekerleri bile aldırmak istiyorum. Ne var yani pamuklu şekerlerin yapışkanlıklarını da sevmiyorsam ama bisiklete de binmek istiyorsam. Senin ellerinden de tutmak istiyorsam yüzüne de dokunmak istiyorsam, şarkıları facebooktan ekleyemiyorum. Şarkılarla hatıra fotoğrafı çektiremiyorum. Onları Erasmus’a yollayıp çılgınca eğlendiklerini göremiyorum. Ah Muhsin Ünlü’yü de seviyorum, seni de. Hümeyni’yi sevmiyorsam bu aşkımı da kesintiye uğratmaz.

Bazı şarkıları sevgilim yapmak istiyorum. Şarkıların dudakları oluyor, tüm odamı dudakaltı yapıyor. Pencereyi açıp oksijeni biraz içeri dolduruyorum. Sonra biraz Didem Madak okuyup Pokemonlardan bahis açıyorum. Yine aklımdan çıkardığıma üzülemiyorum. Vakit geçmiyor, ay bulutların arkasından çıkıyorsa da bunu göremiyorsam yokluğundandır. Bazı şarkıları yapay gecelerime gerçek yorgunluklarımla dikiyorum. Meyvelerinden yine senler yaratıyorum. Suyunu sıkıyorum. Suyunu çıkarıyorum. İçip içmemekten emin olamıyorum. Bir albüm bitene kadar bu suyu da kana kana içemiyorum. Seviyorum kelimesinin ağırlığı oluyor. Seviyorum ağırlık’tan sınava giriyorum karşıma sorular çıkıyor. Emrah Serbes’ten bir cümle oluyor; “Eşitlik fikrine en çok âşıkken inanırız.”

Bir şarkı başlayıp bitene kadar seni tanımam için yeterli süre geçiyor. Ben eşitleniyorum ve bir restoranda yine gangsterleşiyorum. Notalardan da bahsetmek istiyorum Beckett’ten de ama ikisini de tanımıyorum. Bu noktada sevdiğim sesler bile yardımcı olmuyor. Telefonlardan edebiyat yapmak istiyorum; ama çok klişeleşmekten de korkuyorum. Sinemaların yağmura çalabileceği gerçeği yapay geceme soğuklar işliyor. Duşlar beni bekliyor. Köpükler istiyor ve uzun zamandır leğen göremiyorum. Kar yağmıyor artık, güneş çıkıyor seviniyorum. Mutsuz olduğuma mutsuz oluyorum. Mutluluktan bir cümle duyuyor yine mutsuz oluyorum. Biz eşitiz diyorum. Yalnızız. Birlikteyiz. Yalnızız. Yalnızlıktan artık bahsetmeyi hak etmiyorum. Bazı şeyleri hiç hak etmediğimi düşünüyorum. Sonra geçiyor. Parlak zekâlar bana selâm ediyor. Birilerine haksızlık ediyorum. Başkalarının mutluluğuna da seviniyorum. Elele tutuşan anneanne ve dedeler benim yerime de tutuşuyorlar; ama ben başka ellerle de tutuşabilirim.

Anlatmama izin ver. Bazı şarkılara şekillerini de ben veriyorum ve çok konuştuğuma bakma-yın- ben hiçbir şey bilmiyorum. Gecelerin karanlıklarından ve gökyüzünün edebiyat demek olduğundan başka söyleyecek söz bulamıyorum. On iki yaşımdan sonrasını hatırlamıyorum. Seninle henüz tanışmamış olduğum için yazdıklarıma giremeyecek olmandan korkuyorum. Yorgunum. Uykusuzum. Sıradanım. Her yorgunluğumu mutsuzluk sanıyorum. Eşitliğimizi, özgürlüğümüzü de düşünüyorum. Ben sadece basit şeylerden söz etmiyorum. Tarlalardaki fareler de var içimde, kocaya kaçmış komşular da. Büyüler yapılmış akrabalardan söz etmeyi de seviyorum, siyasi sorunlara değindiğim de oluyor. Bunlar hep Amerika’nın da oyunu olabilir, İsrail’in de Nintendo’nun da. Belki de Tezer Özlü’nün ya da Shakespeare’in. Ben Oğuz Atay’ı tercih ediyorum. Henüz oyun yazmamış arkadaşlarımın da ellerini öpmek istiyorum, sevebileceğim şarkılar dinlemeyi de. Rüyalar görmenin içinde gezmek istiyorum Orçun Can'a bir dakika duruyorum. Eşitliğimizi tekrar düşünüyorum. Onur Selamet geliyor aklıma Düzbeyaz Bey kaybediyor ben düşüyorum.

Reşit olmamızın üstünden birlikte bir ya da üç ya da iki sene geçesi oluyor ve ben ilk kez eşit olduğumu hissediyorum ve aklıma yine Barış Bıçakçı geliyor.

“Aşk eşitler arasında yaşanır.”

Seni konuşmuyorum, zaman geçmiyor. Şarkılar dinliyorum, zaman geçiyor. Gözlerinin içinde yaşadığı elmalar benim yorganımın altından bile sıcak olmalı. Tüm isteklerimi bir kenar süsü olarak boyayabilirim doğmamış fanzinlere. Sezaryanla zamanı yerinden çıkarabilir, Sezar olup tüm anlamsızlıklara darbe düzenleyebilirim. Sonra o an gelir. O an gelir. Darağacından bile bahsettiğim yaşlara gelirim. Üzülürüm, bisikletim yanmıştır. Çağrışımlarım damarlarımdan fırlamıştır. Sen sandığım her ses gökkuşaklarının tınılarıdır. Henüz sesini bile ben yaratıyorum. Cehaletime biri şapka çıkarır. Şarkılar bütün bunları bana çok önceden söylemiştir.

67
Yeraltı Edebiyatı / Ynt: Ölüm Pornosu
« : 09 Ocak 2013, 23:16:14 »
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1064904&Date=30.09.2011&CategoryID=77

Çevirmenine üç yıl hapis istemiyle dava açılmış.

Kim açtıysa ne has etmiş. Her yazılan değerlidir mantığı bana göre saçmalık çünkü toplumun bir ahlak düzeni var. O ahlak düzeninin altına düşürecek kitapların veya yayınların kaldırılması daha iyi.

İroniden anlamayan nesil olup aşina olunmamak istiyorum şu an.

68
Aylık Öykü Seçkisi / Seçkide Kırk Üçüncü Ay
« : 05 Ocak 2013, 15:36:08 »

Önce birkaç ay boyunca imzanızın altına attığınız tarihte zorlanırsınız. Yeni yılın sayıları, önceki yılın alışmışlığına karışır. İçinizden bir türlü o yeni ve yabancı rakamları yazmak gelmez. Bir yılın bitmesi ve yeni bir senenin başlaması bu hisle özetlenebilir. 2013’ün ilk öykü derlemesinde aynı hisleri sizinle paylaşıyoruz. Kayıp Rıhtım’ın beşinci yılını kutladığımız şu günlerde, doğum günü partimize bol iyi amelli mektuplarımızla çağırdığımız Noel Baba oldukça meşgulmüş. Bu yüzden, gökyüzünden ren geyiklerinin maharetli toynaklarıyla yağdırdığı sihirli karı bize yolladı. Bu karla yapılmış her Kardan Adam, bir başka büyülü öykünün kapılarını açtı.

Bu ay tam ON DOKUZ öykü Kardan Adam’a merhaba dedi. Kimisi dehşetli bir canavar olarak tezahür ederken, kimisi tatlı bir arkadaşlıkla öykünün içinde yoluna devam etti.

Bu ayın özgün çizimiyse, Nil Müge Felekten’in şahane ellerinden geldi.

     - Kardan Arkadaş adlı öyküsü ile Alperen Akbaba

     - Kardan Adam adlı öyküsü ile Banu Taylan

     - Karda Bir Kulübe, Yalnız adlı öyküsü ile Burak Malkoç

     - Kardan Adam adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı

     - Bir Kardan Adam Masalı adlı öyküsü ile Elif Şahin

     - 2120 adlı öyküsü ile Emel Kosi

     - Çanak Çömlek adlı öyküsü ile Erdal Gencer

     - Kurmaya Cesaret Ettiğin Hayaller adlı öyküsü ile Hazal Claire Biçare

     - Ölümü Tadarken adlı öyküsü ile Kayahan Demir

     - Nesretan adlı öyküsü ile Mahbeker Arıcı

     - Harekât-I Put adlı öyküsü ile Mehmet Berk Yaltırık

     - Küçük Hanry’nin İnsanlığa Veremediği Ders adlı öyküsü ile Mehmet Kayhan

     - Sır adlı öyküsü ile Mehmet Utku Yıldırım

     - Kandan Adam adlı öyküsü ile Onur Altan

     - Radyokafa adlı öyküsü ile Orçun Can

     - Kardan Adam adlı öyküsü ile S. Esra Akdoğan

     - Yeliz adlı öyküsü ile Sandrax Pandrax

     - Kardan Babam Eriyor adlı öyküsü ile Şevket Önder

     - Kar, gece ve sarı sokak lambaları… adlı öyküsü ile Ümit İhsan

Kar yağıyordu, yeni yıl başlıyordu. Yok olacağımıza emin olan milyonlarca kişi, 2012’nin nasıl da hiçbir şey olmadan bittiğine üzülüyordu. Buna kimse dayanamazdı. Dayanamadık ve kalemlerimize tekrar sarıldık! Evrenin gerçekleştirmediği hayallerimizi ve sevmediğimiz bir tarihe imza atmanın korkusunu, kendi düş gücümüzle var etme hevesine tekrar giriştik. Kardan Adamlar’ı bu amaç uğruna yardıma çağırdık. İşte böylece BEŞİNCİ yıl, KIRK ÜÇÜNCÜ ay ve tam ON DOKUZ öykü.

Gelecek ayın temasını ise “ÇOCUK” olarak belirledik. Öykülerinizi, şubat ayının ilk haftasına kadar, oykuseckisi@gmail.com adresine yollayabilirsiniz.

İyi okumalar,
Özgürcan “Amras Ringeril” Uzunyaşa

69
Güncel / Ynt: 12.12.12
« : 12 Aralık 2012, 19:53:53 »
Bugün 12.12'de saate bakmış olsaydım bir anlığına gülümser ve mutlu olurdum. Bunun önemsiz olduğunu düşünüyor ve üstüne dikkat edenleri aşağılıyorsanız, öfkenizle mutlu yıllar.

70
Duyurular / Ynt: Kayıp Rıhtım 5. Yıl Buluşması
« : 11 Aralık 2012, 22:20:28 »
"Neden hep Kadıköy, neden?!" diye isyanımı belirttikten sonra eğer bir engel çıkmazsa ben de bu sene ordayım. :)

Çünkü Kadıköy muhteşem, Taksim muhteşem değil.

71
Aylık Öykü Seçkisi / Seçkide Kırk İkinci Ay
« : 08 Aralık 2012, 22:27:48 »

Hayat, evren ve her şeye dâir bilmediğimiz nihai sorunun cevabını arayıp duruyoruz. Soruyu aramak belki de daha mantıklıdır. Ancak arayışımız bizi, damarlarımızda akan çağrışımları kalemlerimiz yoluyla birbirimize bulaştırmaya itiyor. Sonucunda cevabımız olduğuna bir sure için de olsa inandığımız “Kırk İki” sayılı bir aya geldik. Tam Kırk İki aydır, gencinden orta yaşlısına, faresinden yunus balığına her türlü yazarı ve öyküyü konuk etmeye çalıştığımız seçkimizin bu ayki teması “Mezarlık”.

Kimilerinin geceleri, kimilerinin sabahları ve kimilerininse günün herhangi bir öğününde girmekten itinayla kaçındığı ölüler mahallesidir mezarlıklarımız. Oysa anneannelerimiz ne derdi; ‘ölüden değil diriden korkacaksın’. Bir yazar, korkularının üstüne kahramanca giden kimse midir? Onu belki de bu ayki birbirinden hayranlık uyandırıcı öykülerde göreceğiz. Ancak böyle bir mahallede, her sokağın kendi kâbusu vardır. Bunlardan kimisi gülünç bile olabilir. Okurken duanızı dilinizden eksik etmeyeceğiniz bu macerada tam “ON BEŞ” öykü ile karşınızdayız.

Bu ayki çizimimiz ise Mehmet Özen’in bol maharetli ellerindendi. Kendisine sonsuz teşekkürler.

     - Anne Sevgisi adlı öyküsü ile Alptekin Çetin

     - Yeniden Doğuş Mezarlığı adlı öyküsü ile Banu Taylan

     - Charlotte adlı öyküsü ile Çevrem Yersu Erküçük

     - Portreler ve Leş Kokan Kayıkhaneler adlı öyküsü ile Emre Çelik

     - Titreyen Bir Gölge adlı öyküsü ile Erdal Gencer

     - Alacamezarlık S01E01 adlı öyküsü ile Harun Çimen

     - Kefensizler Mezarlığı adlı öyküsü ile Kayahan Demir

     - Lazarus adlı öyküsü ile M. Bahadırhan Dinçaslan

     - Bu Bir Uyarı adlı öyküsü ile Mahbeker Arıcı

     - Bataklığın Ruhu adlı öyküsü ile Mehmet Berk Yaltırık

     - Sabitleyici adlı öyküsü ile Mehmet Kayhan

     - Şems adlı öyküsü ile Melahat Yılmaz

     - Ve Bütün Yolculukların Bir Sonu Vardı adlı öyküsü ile Mert Bitmez

     - İki Anahtara, İki Dünya adlı öyküsü ile Pınar Kumsal Başdağ

     - Ölü Benler adlı öyküsü ile Umut Serin

Umarız sizi yerinizde huzursuzlukla kıpırdatacak, pencerenizi, kapınızı, ışığınızı kontrol ettirecek ya da neşeyle rahatlamanızı sağlayacak öyküleri ulaştırabilmişizdir. Bu amaçla çıktığımız yolda, 2013’ün ilk günlerini “Kırk Üç”üncü seçkimiz ile kutlayacağımız Ocak ayı temamız ise “KARDAN ADAM” olarak belirlendi. Öykülerinizi kayiprihtim@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

Edebiyatın zihinlerde dolanan yankısı ve hayal gücünün şaşırtıcı etkisi hayatınızdan eksik olmasın. Keyifli okumalar dileriz.

Sevgiler,
Özgürcan “Amras Ringeril” Uzunyaşa

72
Gezginler Kamarası / Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« : 02 Aralık 2012, 00:33:24 »
2012 adlı güzel sayı biterken, eskilerden iki karalama;

bunaltılı düşlerden uyandıran bir gece

ben bir gece istasyona gitmeyen tren olmak isterim
bu gece istasyona gitmemek isterim
ben bütün geceler treni bekleyen istasyonum

ben bütün akşamlar ender gelişen osasuna ataklarına
oynadım
bir sayısından mütevellit akşam
rakip yarı sahada kamp kuran taraftan olmak isterim

ben sadece bir kez akşamüstü yağmurunun altında
buğulu camlardan izlenen o trafik lambası olmak isterim
kırmızı yanacağım ve kimse geçemeyecek
her akşamüstünü onu izleyerek geçirmemiş olan
yalnızca yağmurlu bir akşamüstü
damlalar bana düşmüyormuşçasına tüm
arabaların park lambaları kırmızıma boyansın isterim

bir kez pencereden sızan güneş ışıkları altında
ne son ne de ilk kez
uyunan öğle uykusu olmak isterim
çünkü bütün öğleler, acele yenen anlamsız kuru fasulye tatsızlığında

ben yalnızca bir cuma sabahı olmak isterim
bir geceyi cuma sabahı olarak bitirmek
  ve
bir kez olsun pazartesi olmamak
bir kez olsun pazartesi olmadan
kalkmak.
kalmak.



zenon'un günlük hayatı

sanki saatte doksan derece ateşle
çakılmayacakmışçasına yere
ve kızgın bir elçabukluğundan fırlamış
alevsiz bir ok olarak saplanmayacakmışçasına hedefe,
zenon, tepelerin artları hâlâ varken doğan güneşe
saygıyla eğilirmiş.

73
Düşler Limanı / Ynt: Çalar Saat Sabahın Beş'i
« : 28 Kasım 2012, 03:08:22 »
Şimdi sen bu öyküyü buraya koyuyorsun ve bana bundan sonra sürekli örnek gösterebileceğim bir yazı kazandırıyorsun. Öykünün, kurgunun, akıcılığın ve muzipliğin ne kadar önemli olduğunu kanıtlıyorsun. Okurken sesli tepkiler verdiğim öyküler kafamın içinde uzun süre yer ediyorlar, bu da öyle oldu. Dönüşleriyle ve sürpriz olan sürprizleriyle çok başarılı olduğunu düşündüğüm bir öykü olmuş bu.

Çok ufak tefek çelişkiler ve dilde yer yer monotonluklar var; ama kesinlikle rahatsız etmiyor. Bu tarz öyküleri çok daha fazla okumak istiyorum.

74
Gezginler Kamarası / Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« : 28 Kasım 2012, 00:09:18 »
Metinler bir trajedi eserinden fırlayıp günümüze sıçramış gibi. Her cümlenin üzerinde düşünmek ve tekrar tekrar okumak gerekiyor, her biri anlatmadığı şeyi anlatıyor.Duvara yansıyan titrek gölge gibi çok gizemli ve bunları aklım almıyor!

Teşekkür ederim bu çok güzel bir yorum. Beğenilerinizin devam etmesi dileğiyle.

75
Şişedeki Mısralar / Ynt: Tesla'ya Dair
« : 27 Kasım 2012, 22:41:52 »
Üslubun o kadar her ay akan bir dere ki saygı duruyorum. İnsanın rüyalarına girecek şeyler yazıyorsun ve çok iyi akıyor.

Eskilerden gelen bir şeyi eleştirmek istemiyorum ama, eve girerken ayakkabı çıkarılır çünkü ayakkabılar kapının önündeyse bu ne demektir iyi biliyorsun.

"desem ki uzaydan gelecekten başka yerden geldim
geçmişe gidiyorum yolumu bilmiyorum desem
size adınızı sorsam siz kimsiniz adınızı bahşetseniz
ben oracıkta onu unutup size hanfendi diye hitap etsem
ne derdiniz"

Sayfa: 1 ... 3 4 [5] 6 7 ... 137