61
Kurgu İskelesi / Ynt: Berweuli
« : 26 Temmuz 2016, 20:43:42 »
Arka Kapı
Uli bu gece de uyuyamamıştı fakat bu sefer hücresini arşınlamak yerine sırtını duvara dayamış, yaz gecesinin boğucu sessizliği ile gece nöbetçilerinin rutin sesleri arasında tavana dalıp gitmişti. Yatağında sırtüstü uzanmış olan Kızıl’ın, uzun süredir hareketsiz yatmasına rağmen uyumadığını, adamın düzensiz nefes alıp vermesinden anlayabiliyordu. Her ne kadar adam bir ay zannetse de yaklaşık iki haftadır aynı hücreyi paylaşıyorlardı ve Kızıl’ın uykusunda, buna uyuma denilebilirse eğer, sık sık uyandığı o kısacık dalma anlarında huzursuzca kıpırdandığına çok kereler şahit olmuştu.
Ayaklarının altından gelen bir patlama ile yataklarında sarsıldıklarında, Uli gecenin tek düzeliği gibi dört duvar arasındaki zoraki sakinliğinin de bozulduğunu bilmiyordu. Sırtını korkuyla duvardan uzaklaştırırken Kızıl’ın tepkisi daha da büyük oldu. Hızla doğrulan adam, taştan duvarların izin verdiği her sesi yakalayabilmek için dikkat kesilmişti. Gözleri Uli’ye dikili olmasına rağmen bakışları onu görmeden geçip gidiyordu sanki.
İlk büyük patlamada tüm huzuru kaçan hapishanede o ana kadar uyuyan bir kaç mahkum ya da gardiyan varsa eğer, ikinci ve hemen ardından gelen üçüncü sarsıntı ile hepsi ayaklanmış olmalıydı. Kulak kesilmelerine gerek yoktu artık. Mahkumların merak ve korku dolu bir şekilde neler olduğunu anlamak için sordukları sorulara gardiyanların sakin olmaları için azarlayan ya da onları yatıştırmaya çalışan sözleri karışıyordu.
Uli’yi ne patlamanın sebepleri ne de sonuçları ilgilendiriyordu. Sırtını tekrar duvara yaslarken artık ayaklanmış olan Kızıl’ın hareketlerini merakla izlediğinden, duvardaki parmaklıklı pencereden hücreye dolan dumanı çok geç fark edebildi.
Moita, köşedeki sürahiyi alıp çarşafını ıslattığında, duman hücrenin bir kısmını kaplamıştı bile. Islak çarşafı pencerenin tamamını kaplayacak şekilde sıkıştırmaya çalışan adam Uli’yi harekete geçirmek için öksürükleri arasında seslendi. “Kapıya yakın dur!”
Uli yatağından şaşkınlıkla kalkıp gerilerken bir yandan da Moita’nın pencereyi kapamak için harcadığı çabayı dumanların içinden tedirginlikle izliyordu. Sırtı kapıya çarpınca durabildi fakat dayandığı çelik aniden açıldı. Eğer Durwa’nın koca elleri onu omuzlarından yakalamasaydı, düşecekti.
“Buradan çıkıyorsunuz.” dedi Durwa, hiçbir şey açıklamadan.
Başgardiyanın emri üzerine çarşafla uğraşmayı bırakan Moita, kapıya koşarak temiz havayı aceleyle ciğerlerine çekti. Semu’nun çıkardığı kelepçeyi fark ettiğinde Moita, bağlanacağını anladığından söylenmesine gerek kalmadan hoşnutsuzlukla ellerini önde birleştirdi. Durwa kelepçelediği adamı kolundan tutarak yönlendirirken, Semu’nun yanında Uli’nin serbestçe yürümesine izin verdi.
Dumana maruz kalan yakınlardaki hücreler de boşaltılıyor, mahkûmlar gardiyanlar refakatinde başka katlara ve hücrelere naklediliyorlardı. Başgardiyan refakatindeki iki mahkûmu, zemin kata indirmek için koridorun sonundaki merdivenlere yönlendirdiğinde diğerlerinden farklı yöne gittiklerini fark eden Semu, “D bloğuna götürmeyecek miyiz, efendim?” diye merakla sordu.
Durwa “Ceza hücrelerine gidiyoruz.” derken sorudan rahatsız olduğunu kaşlarını çatarak belli etti.
Semu anlamakta biraz gecikti. “Ama diğerleri...”
“Diğerlerini almaya Rebu gelmeyecek.” dedi Durwa, Moita’nın önemini Semu’ya hatırlatarak.
İtiraz şansı kalmayan Semu uysal bir şekilde Başgardiyana boyun eğerken iki kat daha indiler. Ceza hücreleri L şeklindeki hapishanenin alt kuyruğunun en ucundaydı. Zemin katta ilerledikçe boş hücreler çoğaldı, koridor ya da merdiven başlarındaki demir kapılar azaldı. Ceza hücrelerinin bulunduğu koridor ise gardiyanlardan tamamen arınmıştı ve hücreleri boştu.
Başgardiyan yanındaki anahtarlarla bir hücrenin demir kapısını açtığında Uli, Kızıl’ı buraya kapatmalarına hak verse de diğerleri ile birlikte yukarı götürebilecekken neden ona da Rebu’nun kaçağıyla aynı muamelenin yapıldığını sorguluyordu. Durwa nasıl oluyor da buna izin veriyordu bunu anlamakta zorlanıyordu. Hücrelerinden çıkarıldıklarından beri ihtiyar ile göz göze gelmeye çalışmış ama başarılı olamamıştı. Yine de içerlediğini belli etmemek için sessizliğini korudu.
Penceresiz koridorları geçerken taşıdığı meşale ile önden yürümüş olan Semu hücreye de ilk girdi. Moita ve Uli’nin peşinden giren Durwa, ardından kapıyı kilitlediği esnada önlerinden gelen bir gürültü ile hızla döndü. Semu boş bir çuval gibi düşerken beraberinde götürdüğü meşale yerde yuvarlanıyor, hücredeki tek ışık bir kaybolup bir parlıyordu. Hızla kılıcına davranan Başgardiyan daha muhatabını göremeden kolundaki acıyla silahını elinden düşürdü. Uli hücrede kendilerinden başka kaç kişi olduğunu göremiyordu fakat Durwa’yı korumak için panikle kapıya doğru atıldı.
“Dur! Bekle.” Moita, Semu’nun üzerine eğilerek bağlı ellerinin izin verdiği ölçüde gardiyanın hareketsiz bedenini kontrol etti.
O anda Uli, yüzünü göremediği iri yarı karanlık bir siluetin Kızıl’ın sözünü dinlediğini şaşkınlıkla fark etti. Durwa’ya dönerek “Kaçacaklar.” derken ihtiyarın kolunu görebilmek için gömleğinin kolunu sıyırmaya çalışıyordu.
“Gerek yok. İyiyim.” dedi Durwa Uli’nin elini durdurarak.
“Ölmemiş sadece bayılmış. Dadali bazen haklı, elinin ayarı yok, Barva.” dedi Moita rahatlayarak. Ayağa kalkıp, sönmek üzere olan meşaleyi aldı, tutacaklardan birine yerleştirdi. Alevler yavaşça canlanarak karanlık hücreyi aydınlattı.
“Bazen mi? O her zaman haklıdır.” dedi Barva sırıtırken, ablasının haklı olmasından bu kez hoşlandığını hissetti.
Uli artık saldırganı tam olarak görebiliyordu. Adam Kızıl’dan daha iriydi fakat onu asıl şaşırtan Moita ile olan benzerliğiydi. Durwa, koluna dokununca irkildi. Aşırı tepki vermiş olmalıydı ki iki adam da aniden ona döndüler.
“Uli ile tanış. Bizi buradan çıkaracak asıl kişi o.” Moita açıklama yaparken onlara doğru yaklaşmıştı.
Uli doğruldu ve ince bedeniyle başgardiyana siper olmaya çalıştı. “Sizinle hiç bir yere…” Durwa’nın yanından uzanarak Moita’nın kelepçelerini çözdüğünü görünce, az önce kararlı çıkan sesi aniden kısıldı. “...gelmiyorum.”
Moita şimdiye kadar, Uli’nin de bu planın içinde olduğunu, her şeyden haberdar olduğunu düşünmüştü fakat yanıldığı ortadaydı. Durwa, Uli’den büyük bir itirazla karşılaşacağını bildiği için kaçışı oldubittiye getirmek istemiş olmalıydı. İhtiyarla çocuğun meseleyi halletmesi için uzaklaştı ve Barva’nın uzattığı gardiyan kıyafetlerini giymeye koyuldu.
Anahtarları Barva’ya fırlatan başgardiyanın ağzını açmasına fırsat kalmadan Uli atıldı. “Durwa! Kaçmalarına yardım mı edeceksin?”
“Evet.”
“Bunu neden yaptığını anlamıyorum.” diye fısıldadı Uli, büyük bir hayal kırıklığı ile.
“Seni yanlarında götürmeleri karşılığında onlarla anlaştım.” diyen Durwa, şefkatle Uli’ye uzandı.
Durwa’nın sözleri karşısında Uli geriledi ve gardiyanın elinden kurtuldu. “Sen ne dediğini bilmiyorsun.”
“Buradan kurtulmak için yakalayabileceğin tek fırsat bu. Kaçmakta uzman olduklarını düşünürsen onlarla gidersen güvende olacaksın.” Durwa ikna etmek için kararlı bir şekilde konuşurken Uli’nin omzunu tekrar yakaladı. Yaralı kolu yanında sarkıyordu.
Uli korkuyla büyümüş gözlerini kırpmaya bile cesaret edemedi. “Topraklarını sattıkları gibi beni de satmayacaklarını nereden biliyorsun?” Duyulmaktan çekindiğinden, dinlenip dinlenmediğinden emin olmak için Kızıl’ı ve yanındaki adamı kontrol etti. Giyinmekle meşgul görünüyorlardı. Durwa’ya dönerek “Onlara güvenemeyiz.” dedi aynı kararlı tonla.
“Hiçbir şey bilmiyorlar, merak etme.” dedi Durwa, Uli’nin omzunu hafifçe sıkarken.
Durwa’nın onu kaçırmak için bu kadar kararlı olduğunu görmek, düşünmediği, gerilere ittiği tüm korkularını bir anda yüzeye çıkarmıştı. Yıllarca bir hücrede yaşamaya zorlandıktan sonra, şimdi gitmesi isteniyordu. Durwa onu hiç bilmediği topraklara hiç tanımadığı insanlarla gönderiyordu. Ne hapse girerken ne de hapisten çıkarken fikri bile sorulmuyordu. Uli, korkuyla kapıya doğru geriledi. “Yapamam, artık dışarıda yaşayamam… Ne olur Durwa, beni gönderme.” diye yalvardı.
“Seni bulurum… Nerede olursan ol bulurum.”
Uli başını iki yana inatla sallarken “Hayır, gitmek istemiyorum.” diye inledi.
Durwa çaresizlikle Uli’yi süzdükten sonra Moita’ya “Hadi, götürün onu!” diye bağırdı.
Bir kendisine doğru yaklaşan Moita’ya bir de Durwa’ya şaşkınlıkla bakan Uli, ihtiyara yalvardı. “Lütfen… gönderme…” Moita’nın ellerini itmeye çalıştı. Fakat kendisinin iki katı olan adamın gücünü engelleyebilmesi imkansızdı.
Moita bir deri bir kemik olan bedeni kapıya doğru sürüklemekte zorlanmadı. Uli’nin çırpınmalarından çok hala onu göndermemesi için acıyla yalvaran sesi, hıçkırıklarla sarsılan bedeni elini kolunu bağlıyordu. “Durwa için işi daha da zorlaştırıyorsun.” diye Moita fısıldadığında Uli’nin elleri kolları yavaşça düştü. “İşte böyle, evlat.”
Durwa, Barva’ya dönerek başıyla işaret etti.
“Bunu görmesen iyi olur.” Moita, Uli’yi hücreden uzaklaştırırken Barva, ihtiyara sert bir yumruk attı.
Barva birkaç dakika içinde Durwa’nın kılıcıyla yanlarına geldiğinde elindeki kan lekelerini gizlemeye çalıştı. Uli ile göz göze geldiklerinde iri yarı adam utanarak bakışlarını kaçırdı. Fakat “Durwa nasıl?” diyen Uli’nin endişeli sorusundan kaçamadı.
Barva kısaca “Bayıldı.” dedi fakat ihtiyarın birkaç kaburgasının kırdığını söyleyemedi.
“Kaçışımızla bir ilgisi olmadığını kanıtlamak için bu gerekliydi. Kendisi böyle olmasını istedi. Anlıyor musun?” diyen Moita, kendini Uli’nin gözlerinde neden temize çıkarmaya çalıştığına anlam veremedi.
“Ne yapmamı istiyorsunuz?” diye sordu Uli hiç de istekli olmayan bir sesle. Gözyaşlarını yanağından silmeye çalışırken öfkeyle Kızıl’ı süzüyordu; eğer Moita yakalanıp buraya getirilmeseydi ihtiyarın aklına onu kaçırmak gibi bir fikir düşmeyecekti.
“Bizi labirentlerden dışarı çıkar, ondan sonrasını bize bırak. Bizde seni bu hapishaneden, bu kasabadan güvenli bir şekilde uzaklaştıralım.” dedi Moita Uli’yi ikna etmek için.
Uli, ‘ya sonra?’ diye sormak istedi ama dudaklarından farklı şeyler döküldü. “Şu anda nerede olduğumuz hakkında hiç bir fikrim yok.” dedi önlerindeki karanlık koridoru çaresizlikle gösterirken.
“Meşale taşımayı göze alamayız.” diye açıkladı Moita.
“İhtiyar, bu koridorun sonundan sağa dönmemizi, ardından sol yapmamızı söyledi. Kilitli bir kapı bizi labirente çıkaracakmış. Orasını biliyormuşsun Uli. İki gün önce, akşam gezintisinden hapishaneye oradan girmişsiniz.” Barva, Başgardiyanın sözlerini aktarırken Uli’nin yeni bir isyanı ile karşılaşmaktan tedirgindi.
Uli, Durwa’nın tüm o bulmaca saçmalıklarını bu yüzden, kaçma durumunda yolunu bulabilsin diye yaptığını şimdi anlıyordu. Başını kabullenmişlikle sallarken, karanlıkta göremeyebileceklerini hatırladı. “Orayı biliyorum.” diye ihtiyarın sözlerini onayladı.
Barva, Uli’nin sakinliğini görünce rahatladı. “O çıkıştan sonra bizi surun arka kapısına götürmen gerek.”
“Orası çok sıkı korunur. Çıkardığınız yangına rağmen nöbetçiler yerlerinden ayrılmayacaklardır.” dedi Uli itiraz ederek.
“Sen bizi labirentten geçir, gerisini merak etme.” dedi Moita. Uli’nin koluna dokunarak yürümesi için yönlendirdi.
Barva, hiç bir talimat beklemeden öne geçti. Moita Uli’yi aralarına aldı ve arkayı kollayarak ilerledi. Herhangi bir sorunla ya da gardiyanla karşılaşmadan labirente açılan kilitli kapıyı buldular. Durwa’dan aldığı anahtarlarla kapıyı açan Barva’nın ardından karanlıkta bile yeşili insanı boğan çalıdan dehlizlere aceleyle girdiler.
Uli bu gece de uyuyamamıştı fakat bu sefer hücresini arşınlamak yerine sırtını duvara dayamış, yaz gecesinin boğucu sessizliği ile gece nöbetçilerinin rutin sesleri arasında tavana dalıp gitmişti. Yatağında sırtüstü uzanmış olan Kızıl’ın, uzun süredir hareketsiz yatmasına rağmen uyumadığını, adamın düzensiz nefes alıp vermesinden anlayabiliyordu. Her ne kadar adam bir ay zannetse de yaklaşık iki haftadır aynı hücreyi paylaşıyorlardı ve Kızıl’ın uykusunda, buna uyuma denilebilirse eğer, sık sık uyandığı o kısacık dalma anlarında huzursuzca kıpırdandığına çok kereler şahit olmuştu.
Ayaklarının altından gelen bir patlama ile yataklarında sarsıldıklarında, Uli gecenin tek düzeliği gibi dört duvar arasındaki zoraki sakinliğinin de bozulduğunu bilmiyordu. Sırtını korkuyla duvardan uzaklaştırırken Kızıl’ın tepkisi daha da büyük oldu. Hızla doğrulan adam, taştan duvarların izin verdiği her sesi yakalayabilmek için dikkat kesilmişti. Gözleri Uli’ye dikili olmasına rağmen bakışları onu görmeden geçip gidiyordu sanki.
İlk büyük patlamada tüm huzuru kaçan hapishanede o ana kadar uyuyan bir kaç mahkum ya da gardiyan varsa eğer, ikinci ve hemen ardından gelen üçüncü sarsıntı ile hepsi ayaklanmış olmalıydı. Kulak kesilmelerine gerek yoktu artık. Mahkumların merak ve korku dolu bir şekilde neler olduğunu anlamak için sordukları sorulara gardiyanların sakin olmaları için azarlayan ya da onları yatıştırmaya çalışan sözleri karışıyordu.
Uli’yi ne patlamanın sebepleri ne de sonuçları ilgilendiriyordu. Sırtını tekrar duvara yaslarken artık ayaklanmış olan Kızıl’ın hareketlerini merakla izlediğinden, duvardaki parmaklıklı pencereden hücreye dolan dumanı çok geç fark edebildi.
Moita, köşedeki sürahiyi alıp çarşafını ıslattığında, duman hücrenin bir kısmını kaplamıştı bile. Islak çarşafı pencerenin tamamını kaplayacak şekilde sıkıştırmaya çalışan adam Uli’yi harekete geçirmek için öksürükleri arasında seslendi. “Kapıya yakın dur!”
Uli yatağından şaşkınlıkla kalkıp gerilerken bir yandan da Moita’nın pencereyi kapamak için harcadığı çabayı dumanların içinden tedirginlikle izliyordu. Sırtı kapıya çarpınca durabildi fakat dayandığı çelik aniden açıldı. Eğer Durwa’nın koca elleri onu omuzlarından yakalamasaydı, düşecekti.
“Buradan çıkıyorsunuz.” dedi Durwa, hiçbir şey açıklamadan.
Başgardiyanın emri üzerine çarşafla uğraşmayı bırakan Moita, kapıya koşarak temiz havayı aceleyle ciğerlerine çekti. Semu’nun çıkardığı kelepçeyi fark ettiğinde Moita, bağlanacağını anladığından söylenmesine gerek kalmadan hoşnutsuzlukla ellerini önde birleştirdi. Durwa kelepçelediği adamı kolundan tutarak yönlendirirken, Semu’nun yanında Uli’nin serbestçe yürümesine izin verdi.
Dumana maruz kalan yakınlardaki hücreler de boşaltılıyor, mahkûmlar gardiyanlar refakatinde başka katlara ve hücrelere naklediliyorlardı. Başgardiyan refakatindeki iki mahkûmu, zemin kata indirmek için koridorun sonundaki merdivenlere yönlendirdiğinde diğerlerinden farklı yöne gittiklerini fark eden Semu, “D bloğuna götürmeyecek miyiz, efendim?” diye merakla sordu.
Durwa “Ceza hücrelerine gidiyoruz.” derken sorudan rahatsız olduğunu kaşlarını çatarak belli etti.
Semu anlamakta biraz gecikti. “Ama diğerleri...”
“Diğerlerini almaya Rebu gelmeyecek.” dedi Durwa, Moita’nın önemini Semu’ya hatırlatarak.
İtiraz şansı kalmayan Semu uysal bir şekilde Başgardiyana boyun eğerken iki kat daha indiler. Ceza hücreleri L şeklindeki hapishanenin alt kuyruğunun en ucundaydı. Zemin katta ilerledikçe boş hücreler çoğaldı, koridor ya da merdiven başlarındaki demir kapılar azaldı. Ceza hücrelerinin bulunduğu koridor ise gardiyanlardan tamamen arınmıştı ve hücreleri boştu.
Başgardiyan yanındaki anahtarlarla bir hücrenin demir kapısını açtığında Uli, Kızıl’ı buraya kapatmalarına hak verse de diğerleri ile birlikte yukarı götürebilecekken neden ona da Rebu’nun kaçağıyla aynı muamelenin yapıldığını sorguluyordu. Durwa nasıl oluyor da buna izin veriyordu bunu anlamakta zorlanıyordu. Hücrelerinden çıkarıldıklarından beri ihtiyar ile göz göze gelmeye çalışmış ama başarılı olamamıştı. Yine de içerlediğini belli etmemek için sessizliğini korudu.
Penceresiz koridorları geçerken taşıdığı meşale ile önden yürümüş olan Semu hücreye de ilk girdi. Moita ve Uli’nin peşinden giren Durwa, ardından kapıyı kilitlediği esnada önlerinden gelen bir gürültü ile hızla döndü. Semu boş bir çuval gibi düşerken beraberinde götürdüğü meşale yerde yuvarlanıyor, hücredeki tek ışık bir kaybolup bir parlıyordu. Hızla kılıcına davranan Başgardiyan daha muhatabını göremeden kolundaki acıyla silahını elinden düşürdü. Uli hücrede kendilerinden başka kaç kişi olduğunu göremiyordu fakat Durwa’yı korumak için panikle kapıya doğru atıldı.
“Dur! Bekle.” Moita, Semu’nun üzerine eğilerek bağlı ellerinin izin verdiği ölçüde gardiyanın hareketsiz bedenini kontrol etti.
O anda Uli, yüzünü göremediği iri yarı karanlık bir siluetin Kızıl’ın sözünü dinlediğini şaşkınlıkla fark etti. Durwa’ya dönerek “Kaçacaklar.” derken ihtiyarın kolunu görebilmek için gömleğinin kolunu sıyırmaya çalışıyordu.
“Gerek yok. İyiyim.” dedi Durwa Uli’nin elini durdurarak.
“Ölmemiş sadece bayılmış. Dadali bazen haklı, elinin ayarı yok, Barva.” dedi Moita rahatlayarak. Ayağa kalkıp, sönmek üzere olan meşaleyi aldı, tutacaklardan birine yerleştirdi. Alevler yavaşça canlanarak karanlık hücreyi aydınlattı.
“Bazen mi? O her zaman haklıdır.” dedi Barva sırıtırken, ablasının haklı olmasından bu kez hoşlandığını hissetti.
Uli artık saldırganı tam olarak görebiliyordu. Adam Kızıl’dan daha iriydi fakat onu asıl şaşırtan Moita ile olan benzerliğiydi. Durwa, koluna dokununca irkildi. Aşırı tepki vermiş olmalıydı ki iki adam da aniden ona döndüler.
“Uli ile tanış. Bizi buradan çıkaracak asıl kişi o.” Moita açıklama yaparken onlara doğru yaklaşmıştı.
Uli doğruldu ve ince bedeniyle başgardiyana siper olmaya çalıştı. “Sizinle hiç bir yere…” Durwa’nın yanından uzanarak Moita’nın kelepçelerini çözdüğünü görünce, az önce kararlı çıkan sesi aniden kısıldı. “...gelmiyorum.”
Moita şimdiye kadar, Uli’nin de bu planın içinde olduğunu, her şeyden haberdar olduğunu düşünmüştü fakat yanıldığı ortadaydı. Durwa, Uli’den büyük bir itirazla karşılaşacağını bildiği için kaçışı oldubittiye getirmek istemiş olmalıydı. İhtiyarla çocuğun meseleyi halletmesi için uzaklaştı ve Barva’nın uzattığı gardiyan kıyafetlerini giymeye koyuldu.
Anahtarları Barva’ya fırlatan başgardiyanın ağzını açmasına fırsat kalmadan Uli atıldı. “Durwa! Kaçmalarına yardım mı edeceksin?”
“Evet.”
“Bunu neden yaptığını anlamıyorum.” diye fısıldadı Uli, büyük bir hayal kırıklığı ile.
“Seni yanlarında götürmeleri karşılığında onlarla anlaştım.” diyen Durwa, şefkatle Uli’ye uzandı.
Durwa’nın sözleri karşısında Uli geriledi ve gardiyanın elinden kurtuldu. “Sen ne dediğini bilmiyorsun.”
“Buradan kurtulmak için yakalayabileceğin tek fırsat bu. Kaçmakta uzman olduklarını düşünürsen onlarla gidersen güvende olacaksın.” Durwa ikna etmek için kararlı bir şekilde konuşurken Uli’nin omzunu tekrar yakaladı. Yaralı kolu yanında sarkıyordu.
Uli korkuyla büyümüş gözlerini kırpmaya bile cesaret edemedi. “Topraklarını sattıkları gibi beni de satmayacaklarını nereden biliyorsun?” Duyulmaktan çekindiğinden, dinlenip dinlenmediğinden emin olmak için Kızıl’ı ve yanındaki adamı kontrol etti. Giyinmekle meşgul görünüyorlardı. Durwa’ya dönerek “Onlara güvenemeyiz.” dedi aynı kararlı tonla.
“Hiçbir şey bilmiyorlar, merak etme.” dedi Durwa, Uli’nin omzunu hafifçe sıkarken.
Durwa’nın onu kaçırmak için bu kadar kararlı olduğunu görmek, düşünmediği, gerilere ittiği tüm korkularını bir anda yüzeye çıkarmıştı. Yıllarca bir hücrede yaşamaya zorlandıktan sonra, şimdi gitmesi isteniyordu. Durwa onu hiç bilmediği topraklara hiç tanımadığı insanlarla gönderiyordu. Ne hapse girerken ne de hapisten çıkarken fikri bile sorulmuyordu. Uli, korkuyla kapıya doğru geriledi. “Yapamam, artık dışarıda yaşayamam… Ne olur Durwa, beni gönderme.” diye yalvardı.
“Seni bulurum… Nerede olursan ol bulurum.”
Uli başını iki yana inatla sallarken “Hayır, gitmek istemiyorum.” diye inledi.
Durwa çaresizlikle Uli’yi süzdükten sonra Moita’ya “Hadi, götürün onu!” diye bağırdı.
Bir kendisine doğru yaklaşan Moita’ya bir de Durwa’ya şaşkınlıkla bakan Uli, ihtiyara yalvardı. “Lütfen… gönderme…” Moita’nın ellerini itmeye çalıştı. Fakat kendisinin iki katı olan adamın gücünü engelleyebilmesi imkansızdı.
Moita bir deri bir kemik olan bedeni kapıya doğru sürüklemekte zorlanmadı. Uli’nin çırpınmalarından çok hala onu göndermemesi için acıyla yalvaran sesi, hıçkırıklarla sarsılan bedeni elini kolunu bağlıyordu. “Durwa için işi daha da zorlaştırıyorsun.” diye Moita fısıldadığında Uli’nin elleri kolları yavaşça düştü. “İşte böyle, evlat.”
Durwa, Barva’ya dönerek başıyla işaret etti.
“Bunu görmesen iyi olur.” Moita, Uli’yi hücreden uzaklaştırırken Barva, ihtiyara sert bir yumruk attı.
Barva birkaç dakika içinde Durwa’nın kılıcıyla yanlarına geldiğinde elindeki kan lekelerini gizlemeye çalıştı. Uli ile göz göze geldiklerinde iri yarı adam utanarak bakışlarını kaçırdı. Fakat “Durwa nasıl?” diyen Uli’nin endişeli sorusundan kaçamadı.
Barva kısaca “Bayıldı.” dedi fakat ihtiyarın birkaç kaburgasının kırdığını söyleyemedi.
“Kaçışımızla bir ilgisi olmadığını kanıtlamak için bu gerekliydi. Kendisi böyle olmasını istedi. Anlıyor musun?” diyen Moita, kendini Uli’nin gözlerinde neden temize çıkarmaya çalıştığına anlam veremedi.
“Ne yapmamı istiyorsunuz?” diye sordu Uli hiç de istekli olmayan bir sesle. Gözyaşlarını yanağından silmeye çalışırken öfkeyle Kızıl’ı süzüyordu; eğer Moita yakalanıp buraya getirilmeseydi ihtiyarın aklına onu kaçırmak gibi bir fikir düşmeyecekti.
“Bizi labirentlerden dışarı çıkar, ondan sonrasını bize bırak. Bizde seni bu hapishaneden, bu kasabadan güvenli bir şekilde uzaklaştıralım.” dedi Moita Uli’yi ikna etmek için.
Uli, ‘ya sonra?’ diye sormak istedi ama dudaklarından farklı şeyler döküldü. “Şu anda nerede olduğumuz hakkında hiç bir fikrim yok.” dedi önlerindeki karanlık koridoru çaresizlikle gösterirken.
“Meşale taşımayı göze alamayız.” diye açıkladı Moita.
“İhtiyar, bu koridorun sonundan sağa dönmemizi, ardından sol yapmamızı söyledi. Kilitli bir kapı bizi labirente çıkaracakmış. Orasını biliyormuşsun Uli. İki gün önce, akşam gezintisinden hapishaneye oradan girmişsiniz.” Barva, Başgardiyanın sözlerini aktarırken Uli’nin yeni bir isyanı ile karşılaşmaktan tedirgindi.
Uli, Durwa’nın tüm o bulmaca saçmalıklarını bu yüzden, kaçma durumunda yolunu bulabilsin diye yaptığını şimdi anlıyordu. Başını kabullenmişlikle sallarken, karanlıkta göremeyebileceklerini hatırladı. “Orayı biliyorum.” diye ihtiyarın sözlerini onayladı.
Barva, Uli’nin sakinliğini görünce rahatladı. “O çıkıştan sonra bizi surun arka kapısına götürmen gerek.”
“Orası çok sıkı korunur. Çıkardığınız yangına rağmen nöbetçiler yerlerinden ayrılmayacaklardır.” dedi Uli itiraz ederek.
“Sen bizi labirentten geçir, gerisini merak etme.” dedi Moita. Uli’nin koluna dokunarak yürümesi için yönlendirdi.
Barva, hiç bir talimat beklemeden öne geçti. Moita Uli’yi aralarına aldı ve arkayı kollayarak ilerledi. Herhangi bir sorunla ya da gardiyanla karşılaşmadan labirente açılan kilitli kapıyı buldular. Durwa’dan aldığı anahtarlarla kapıyı açan Barva’nın ardından karanlıkta bile yeşili insanı boğan çalıdan dehlizlere aceleyle girdiler.