Bölüm 49 - Breaking the Habit"Neden yaşıyorum? Yaşamaya devam etsem ne olacak ki? Ne yapacağım da, hayatım düzelecek? Dünyada nereye gidersem gideyim, hayatım her zaman aynı olacak. Hiç bir zaman mutlu olamayacağım. Hiç bir zaman, defolu olmaktan kurtulamayacağım. Yaşamak için ne sebebim var? Ne var, ne? Tek bir tane de olsa yok. O zaman neden yaşamayı sürdürüyorum? Şu siktiğimin hayatına neden devam ediyorum? Belki de şu an kendimi öldürebilirim? Neden olmasın? Şu an yapmasam bile, bu gidişle bir kaç yıl sonra yapacağım. O zaman neden, kaçınılmaz olanı erteliyorum? Neden acımı sürdürüyorum? Tek bir hareket ve her şey sonlanır. Yaşamak için ne sebebim var? Her şey umutsuz..."
Önündeki online günlükten başını kaldıran Yıldırım, okudukları karşısında dehşete düşmüştü. Bunları yazdığını, bu kadar karanlık zamanlardan geçtiğini hatırlamıyordu. Bir yandan, korkutucu geliyordu çünkü hala gerçekliklerini koruyorlardı. Bu yazıyı yazdığından beri yıllar geçmişti fakat hala uğruna yaşayacağı bir şey bulamamıştı. Adalet veya intikam... bunlar istediği şeylerdi ama kendisini mutlu etmeyeceklerini biliyordu. Kişisel bir şeye ihtiyacı vardı bu hayatta. Onu yaşanılır kılacak herhangi bir şey. Bu girdiden sonra nasıl intihar etmemişti, hatırlayamadı. Bu kadar umutsuzluk kokan bir şeyi yazan kişi, nasıl yaşamayı sürdürebilirdi? Aklına bu takıldı. Gerçi, düşünülürse, bütün hayatı umutsuzluk ve hayal kırıklığıyla doluydu. Kimi zaman, neredeyse kalbinin olduğu yerde bir acı hissediyordu. "İçim acıyor," derler ya... kötülükle dolu bir dünyanın içinde, kendisi de kötülük yaparak yolunu bulmaya çalışıyor gibi. Oysa kimseye zarar vermek istemiyordu, kimsenin de ona zarar vermesini. Bütün nefret ve öfkesinin altında... neden o bebekleri öldürmüştü? Silah seslerini tekrar duydu ve bebeklerin hırıltılı solumaları aklında canlandı. Gözlerini ve elleriyle kulaklarını kapadı fakat sesler geçmedi. Ateşliyordu o silahı, tekrar, tekrar ve tekrar...
Ayağa kalktı ve bir hışımla, bağırarak, önündeki dizüstü bilgisayarı elinin tersiyle yere çaldı. Oysa anılar, daha da artmıştı. Onun bastırmaya çalışmasıyla, daha da kuvvetleniyor ve yaptığı şeyi ona hatırlatıyorlardı. Olabilecek en kötü günahı işlemişti, çocukları bile değil, bebekleri öldürmüştü. Sebebi ne olursa olsun, böyle bir şeye kalkışmamalıydı. Bunu düşünmüş bile olduğu için bir canavardı o. Belki, gerçekten, kendisini öldürmeliydi. Onun gibi bir mahlukat, daha azını haketmiyordu.
"Yıldırım?" diye, odasının dışından bir ses duyuldu.
Bu ses, Engar'a aitti. Odasının ses kilidini kapamış mıydı? Hatırlayamadı.
"Gel," diye, adamı davet etti.
Kağıt kapıyı çekerek açan genç adam, içeri girdi ve düz, kumral saçlarının altındaki gözleriyle odayı süzdü. İçinden kendine sövdü Yıldırım. Aptallıkla, yere attığı bilgisayarı kaldırmayı unutmuştu.
"İyi misin?" diye sordu, ayakta dikilen adam, bilgisayara bakarak.
Bağırışını duymuş olmalıydı ama neyse ki, bunun sözünü açmamıştı. Büyük ihtimalle, bunu bilerek yapmıştı.
"İyiyim," diye geçiştirmeye çalıştı "Elimden kaydı."
"Neus, sana özel olarak tasarlamıştı o bilgisayarı. Senin diyarındakilere daha çok benziyormuş. Kırıldığına üzülecek," diye yanıtladı ve devam etti "Yani iyi olmuş. Kaptan, ben ve Kueti, beraber bir yere gideceğiz. Senin de gelmen gerekiyor."
"Elbette, hazırlanmak için beş dakika ver," dedi, kirli sakalını kaşıyan Yıldırım.
Onaylayarak dışarı çıktı, Engar. Koridoru geçerek salona girdi ve Neus'la karşılaştı. Sırtı dönük adam, kütüphaneyi karıştırıyordu. Her zamanki laboratuvar önlüğünü giymişti.
"Durumu nasıl?" diye sordu, Engar arkasından geçerken.
"İyi değil. Yaptığı şeyle yüzleşmesi gerekiyor," dedi, genç adam "Bununla barışmadığı sürece, hayatına devam edemez."
"Bu sefer, onun bize yaklaşması gerek. Gereğinden fazla gurura sahip," dedi Neus ve alaycı bir tonda ekledi "Bu açıdan, tanıdığım birisine benziyor."
"Yaptığın iş de, ağzın kadar iyi olsaydı, böyle bir durumla karşılaşmazdık," diye yanıtladı Engar ama sonra itiraf etti "Dürüst olmak gerekirse, onun hakkında yanılmışım. Yanlış anlama, ilk karşılaştığımızda, gerçeklikle bağlantısını kaybetmeye başlamış, kendini beğenmiş bir pislikti. Ancak... değişebiliyormuş."
"Bir kil gibi yontulabilir," diye onayladı, Neus fakat bunu söylediğine pişman oldu. Düşünmeden konuşmuştu.
"Aynı benim gibi mi?" diye sordu, Engar "Bana yaptığını onun üstünde de denersen, seni buna pişman ederim."
"Engar ben--" diye açıklamaya çalıştı Neus fakat lafı, ona yaklaşan genç yüzünden yarıda kesildi.
"Asla. Bir daha asla böyle bir şey yapmayacaksın. İnsanlar özgürce oynayabileceğin nesneler değil," dedi, keskinleşen, cam gibi gözlerini, kara çukurların içine dikmiş Engar. Kimi zaman, bu adamın ne kadar canavarlaşabileceğini unutur gibi oluyordu. Rolünü çok iyi unuyordu Neus.
Ardından, hışımla çekip gitti. Onun arkasından bakan Neus, kaç yıl geçse de, gencin olanların hala peşini bırakmadığını düşündü. Ancak yargılamak, Neus'a göre değildi. Önündeki işe döndü ve kitapları karıştırmayı sürdürdü. Arada sırada, bir tanesini çıkarıyor ve belli bir kısıma bakıyor ve sonra yerine geri koyuyordu. Bu şekilde, pek çok kitabı, hızla, inceledi. Edindiği bilgilerle, kafasında bir simülasyon oluşturuyordu. Farklı kaynaklardan ve alanlardan bilgilerle oluşturduğu bu simülasyonda test edeceği bir hipotez vardı aklında. Daha doğrusu, bir ürün oluşturmayı amaçlıyordu. Ancak, bunun için öncelikle, bütün koşulları bilmesi gerekiyordu. Yoksa simülasyonu eksik olurdu, hipotezi yanlış olurdu ve istediğinden farklı bir ürün ortaya çıkardı.
Beş dakika kadar bir süre sonra, Yıldırım odasından çıktı ve salona girdi. Gözünün ucuyla ona şöyle bir bakan Neus, tahmin ettiği gibi bir görüntüyle karşılaşmıştı. Sakalını kesmiş olan genç, saçlarını da düzeltmişti. Başkalarının, onun çektiği bu acıyı görmesini istemiyordu. Hislerini saklamaya meyilli birisiydi Yıldırım ve bu konuda uzmanlaşmıştı. Ancak, ne zaman kendisini salacağını ve ne zaman saklayacağını kestirmek, emek istiyordu. Başkasına rastgele gelebilirdi fakat Neus'a değil.
Genel olarak, Yıldırım'ın yüzünde çok fazla ifade olmazdı ve bir çok kişiye göre, okuması daha zor birisiydi; bunu, onu gözlemlediği ve geçmişini değerlendirdiği süreçte fark etmişti. Bununla beraber, kendisine bakmasının tek sebebi bu değildi. Hayatını daha düzgün bir hale getirmeye çalışan herkes gibi, yüzeysel özelliklere dikkat etmenin işe yarayabileceğini düşünmüştü. Bir yerde de haklıydı. Kendine bakmak, kişinin zihinsel durumu hakkında bir şeyler söylerdi fakat Neus'un da gayet iyi bildiği üzere, herkesin kişisel bakım standardı farklıydı.
Yıldırım'ın göz altlarına bakılırsa, uyumaktan sorun çekiyordu. Yaşadığı travmadan sonra çok normaldi. Onunla iletişime geçerek, biraz daha veri edinme ve ona göre davranma kararı aldı, Neus.
"Nasılsın, Yıldırım?" diye sordu.
Yıldırım dediğinde, gencin gözbebeklerinde hafif bir büyüme ve yüz hatlarında genel bir gevşeme olmuştu. Yaptığı şartlamanın işe yaradığını görmek güzeldi. İblis denilen Ugi, ona Eiros adını takarak, kendi amacına yönelik bir şekilde, genci koşullandırmıştı. Bu kelime üstüne kurduğu kimlik sayesinde, Eiros demek, acı, çaresizlik, öfke, umutsuzluk vb. demekti. Kısacası, Ugi'nin kendi "intikam" amacıyla kullanabileceği duygular. Hakkını vermek gerekiyordu, İblis işinde oldukça iyiydi. Sonuçta, Neus'un hasmı çağlar boyunca tekniklerini geliştirme fırsatı olmuş, kadim bir canlıydı. Ancak Neus, gencin kendi adını hatırlatarak ve onunla pozitif şekilde iletişim kurarak, onu bu durumdan çıkarmıştı. Standart sapma göz önüne alınırsa, hesaplamalarına uygun bir süre içinde gerçekleşmişti. Yaptığı gözlemler, boşa gitmemişti. Zaten gidemezdi de, kaç tane uykusuz gece geçirmişti bu proje için.
"İyi..." diyecekti ki, durakladı "Pek de iyi değil, Neus. Fabrikada yaptığım şeyden beri..."
"... kendimi öldürmek istiyorum, aynı ergenliğimdeki gibi," diye aklından tamamladı, kara gözlü adam "Ancak bunu asla söyleyemez."
"... yaptığımla nasıl yaşarım? Onların görüntüsü ve sesi gözümün önünden gitmiyor," diye devam etti Yıldırım ve cılız bir tonda ekledi "Onları öldürdüm."
"Yaşadıkların çok doğal. Travmatik bir olay yaşadın ve bu sende iz bıraktı. Ancak zamanla bunun üstesinden gelinebilir," diye yanıtladı adam.
"Öyle ama... o kadar yoğun ve gerçek geliyorlar ki, asla geçmeyecek gibi. Gözlerimi ne zaman kapasam, onları tekrar öldürüyorum. Uyumaktan korkar oldum, bilincimden korkar oldum," dedi "Çok yorgun ve gerginim. Sürekli tetikteyim."
"Dünyaya dair güven anlayışın sarsılmış. Sonuçta, insanlar için en masum şey denilen bebekleri bile öldürmek zorunda kalmışsan, seni buna zorlayan dünya nasıl bir yer olabilir?" diye, onun yerine bir sorgulamada bulundu.
"Kesinlikle!" dedi, Yıldırım "Bildiğim her şey yalanmış gibi geliyor. Kimseye güvenemezmişim ve yapmak zorunda olduğum seçimler karşısında çaresizmişim gibi."
"Kendine dair algın hakkında değişen bir şey var mı?" diye sordu Neus, bir yandan aklının köşesine bir not alırken.
"Bilmiyorum. Sanırım elimde bulundurduğum güçten tiksiniyorum. Bir daha asla kimseye zarar vermek istemiyorum. Düşüncesi bile... onlar gözümün önüne geliyor."
"Anlıyorum. Bir amacın olduğu sanıyordum, Yıldırım. Buna nasıl ulaşmayı planlıyorsun o zaman?" diye sordu, adam.
Genci yargılamadığı, sesinden belliydi. Yıldırım da bunu biliyordu, o yüzden içinde bir çekince yoktu. Bu güven ve uyumluluk bağını oluşturmak için, Neus'un çabalaması gerekmişti.
"Ben... sanırım bunun gerçekçi olmadığını biliyorum. Dünyayı, en azından ülkemi değiştirmek gibi bir hedefim var. Her ne kadar bu konuda oldukça gerizekalıca davranmış olsam da," dedi, Tepe Semti'nde yaptıklarını hatırlayarak "Hala amaçladığım bir şey. Elimde bir güç var ve bunu iyi yönde kullanmak istiyorum."
"Çok güzel. Unutma ki, önündeki günlerde bu anılar arada sırada, özellikle şu sıralar aklına gelecek. Nelerin onları tetiklediğini hatırla ve anlamaya çalış fakat elinden geldiğince, onlardan kaçınma. İşini sadece daha zorlaştırır," dedi, Neus.
"Doğru. Yine de, bütün bunlar yetecek mi? Hedefime ulaşsam bile mutlu olacak mıyım? Onun dışında, hayatımda hiç bir şey yok şu an," dedi, genç Yıldırım.
Beklediği gibi, gencin farkındalığı gelişmişti. Zaten belli açılardan, daha önce de ortalama bir insanın üstündeydi fakat kendisinin yanında geçirdiği zaman süresince, daha da artmıştı. Travmasına rağmen, amacı uğruna ne yapması gerektiğini bilmesi ve bu amacın tek başına, mutluluğu için yeterli olmayacağını bilmesi bunu gösteriyordu.
"Sen bir insansın, Yıldırım ve insanlar, kimi zaman aksini ne kadar isteseler de, sosyal canlılardır. Kueti'yle sohbetten ne kadar keyif aldığını sen de gördün," diye yanıtladı adam.
"İyi ama gerçekten bu kadar basit mi? Bütün bu acılarımı, üstüne tonlarca gerçeklik inşa ettiğim acılarımı, sadece insanlarla etkileşerek geçirebilir miyim?" diye sorguladı, genç ve aklından ekledi "Ve öylelerse, bütün o gerçekliklerim yalan mıydı?"
"Bu kadar basit olmayacaktır. Ancak, kilit bir nokta," diye, emin bir şekilde cevapladı, siyah saçlı adam.
Genç, biraz sarsılmış gibi görünüyordu. Sanki kabullenmek istemediği bir gerçekle yüzleşmişti. Karşılaştığı bu yorumu sindirmeye çalıştı.
"Aslında," dedi "Düşünüyordum da, insanlığa dair herhangi bir sosyal organizasyon büyüdükçe, içindeki kötülük de artıyor. Devletler, şirketler vb. devasa organizasyonlar bu yüzden oldukça kötü. Aynı şekilde, küçük sosyal çevreler, aile, arkadaş vb. iyi olabiliyor. Bunca zaman, kendi yaşadıklarımdan dolayı, onların da iğrenç olduğunu düşünmüştüm ama buradaki bağı görmek, sanırım bir şeyleri fark etmeme yol açtı. Aramızda kalsın ama Engar ve Yugiera arasındaki duruma imrendim. Engar çok şanslı birisi. Keşke ben de, büyürken böyle birisiyle karşılaşmış olsaydım. Her neyse! Sanırım, insanlar hakkında yanılmışım. Böyle küçük sosyal çevrelerde, iyilik ve mutluluk mümkün olabilirmiş."
Bunu derken, utanmamıştı. İlk başta. Sonra kulaklarını yandığını hissetti, sanki bir sır ifşa etmişti. Bir açıdan da öyleydi. Birisine imrendiğini itiraf etmek, hele ki böyle bir konuda, oldukça zordu.
"Neyse, çıkmam gerek. Kaptan bir şeyler yapacakmış. Görüşürüz!" diyerek aceleyle laflarını bitirdi ve yollandı, Yıldırım.
Çıkan üründen memnun kaldı, Neus. Her şey, kafasındaki simülasyona göre gidiyordu. Yıldırım'ın davranışları, tamamen beklediği gibiydi.