Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Althar

Sayfa: 1 [2] 3 4 5
16
Güncel / Ynt: Bayram
« : 30 Ağustos 2012, 11:51:15 »
30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun.

17
Tartışma Platformu / Ynt: Harita çizmek
« : 29 Ağustos 2012, 22:58:28 »
Harita yaratıcılığı kısıtlar diyen arkadaşıma katılmıyorum. Harita senin yaptığın bir harita ise tam tersine sana hiç farkında olmayacağın yeni seçenekler sunar. Kendi fikrimi söylemeden edemezdim.

İngilizce google araştırmalarda bir dolu map tasarım programı(map generator, fantasy map maker gibi anahtar sözcükler deneyebilirsin ama bu programlar genelde paralıdır) ve random harita üretici program bulmak mümkün

Mesela bir http://www.profantasy.com/ var ki iyi haritalar yapmak mümkün ama paralı bir program.

Ben sana el ile çizeceğin çok basit bir harita ile başlamanı öneririm. Ayrıca ilgini çekerse burada kendi blogumdan bir link de var konuya ucundan dokunan bir yazım ile. (http://grimaden.blogspot.com/2012/08/altharn-aknclar-nasl-yazld.html)

Hairta üreteçlerinden birisi mesela şehir haritası üreteci.( http://www.inkwellideas.com/roleplaying_tools/random_city/index.shtml?east=random&west=random&south=random&join=random&rotation=random&test=8570107&submit=Refresh!  )

Mesefa süreleri ile ilgili olarak da bir iki bilgi paylaşmak isterim.
ordular günlük ortalama 5-15 kilometre ilerler. Bu ordular kamp yapmak, savunma kurmak, gece kampı hazırlamak zorundadır. Küçük guruplar ve yolcular daha hızlı yol alır.
Gemiler ortalama saatte 20 25 km yol alır diye araştırmıştım.
Yaya ve küçük guruplar günde 30 kilometre kadar yol alabiliyordu galiba.

Bu sürelerde ben izlediğim belgeselleri ve özellikle de üstad David Eddings'in romanlarındaki süreleri referans alıyorum. Eddings romanlarında Sparhawk ve arkadaşları yolculuk  nasıl yapılır, yol ne kadar sürer, askeri terimler ve savaş sahneleri ile ilgili bir sürü gerçekçi bilgi veriyor. Tavsiye ederim. Elmas Taht(http://www.idefix.com/kitap/elmas-taht-elenium-1-kitap-david-eddings/tanim.asp?sid=LEVN0VUNFT8TIP2S90MG) ile başlarsan 6 roman sonra sorun kalmaz :D Üstelik bence Eddings'in Sparhawk romanları aksiyon macera, kılıç % büyü sevenleri mutlaka okuması gereken bir dizidir.

Daha hızlı bir çözüm istersen sadece gerçek dünyada bir yöreyi al ve biraz çarpıt haritayı. Bir iki fantastik haritadan sevdiğin unsurlarla ortaya karışık bir harita yap. Ve hata yapmaktan korkma.

Selamlarımla

18
Fantastik Diller Okulu / İsim Üreteci (name generator)
« : 29 Ağustos 2012, 22:34:11 »

http://www.namegenerator.biz/fantasy-name-generator.php

Vampir isimleri, Dungeons and Dragons isimleri, elf isimleri... Vs. Sayfayı biraz incelerseniz bir sürü "name generator" mevcut. Fena bir şey de değil hani :)

19
Kurgu İskelesi / Ynt: Ruhun gemisi
« : 28 Ağustos 2012, 18:41:45 »
Resimlerde belli yerlerde renk geçişlerinin sert olması normaldir de bazı yerlerde de geçişleri yumuşatman gerekir hani. Hani bir de bazen dizilerin özetleri yayınlanır ve sen bunun özet olduğunu önceden bilmesen bile ekranda gördüğünde hemen bunun özet olduğunu anlarsın, arada bir şeyler yoktur, eksiklik hissedersin. Bu öykünde bence geçilerin sert. Yani arada anlatılması gereken şeyler vardı da sen bunları hızlı geçtin diye düşünüyorum. Mesela bu aşka daha çok zaman ayırmalıydın ve iki kişinin duygularını ve durumunu biraz daha bilmeli, yaşadıkları duygulara biraz daha yaklaşabilmeliydik. Yani kahramanlar bize iyikötü-azçok bir şey ifade etseydi çok daha iyi olurdu. Hikayelerini yazdıktan sonra dinlendiriyor musun bilmiyorum, belki gerek duymuyorsun ama ben genelde ilk yazımın sonrasında baştan hızlı bir okuyup hem genelde nasıl olmuş hem de yazım hataları var mı diye bakarım. Sonra bir iki gün ara verip geri döner tekrar okurum. Böylece ilk anda göremediğim bazı şeyleri görme şansım artıyor, araya bazı cümleler ya da paragraflar sıkıştırıyorum, mantık hataları varsa yeniden yazıyorum vs.
Uzun lafın kısası biraz hızlı gittin gibi geldi. İlginç bir konuydu, eline sağlık. Yazmaya devam et.

20
Kurgu İskelesi / Ynt: Dunganga
« : 25 Ağustos 2012, 15:42:28 »
Ah, kaçak gelmiş. "Son" yazısını görmediğime göre devam ediyor demektir. Arayı çok açma :D

21
Kurgu İskelesi / Ynt: Gvendolyn Öyküleri
« : 25 Ağustos 2012, 15:40:32 »
Bana ağır geldiği için ilk sayfayı geçemedim. Silmarillion'u okurken eksik kalmasın diye okumuştum ve bittiğinde sevinmiştim. Okuyana birşeyler vermeli yazılan diye düşünüyorum. Ya da o satırlarda çekici bir şey bulmalısın ki okumaya devam edebilesin. Yani sonuçta öykü sana hoşlandığın bir şey vermeli ki onu okuyasın. Beni zorlayan satırlarla başladın :) Devam edemediğim için kusura bakma, Conan ve Jules Verne ile okumaya başlayıp çizgi romanlar ve aksiyon ile kavrulmuş bir fantastik delikanlı için biraz yavaş ve renksiz bir girişti. Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi olmasa Silmarillion'u bile ilk sayfada bırakırdım desem anlarsın heralde.

Saygıyla ve Sevgiyle.

22
Kurgu İskelesi / Ynt: 3 dakika
« : 25 Ağustos 2012, 15:30:53 »
Farklı bir konu ve kurgu seçseydin okunur bir öykü yazacak kaleme sahipsin. Ama Azrail'li bir öykü ve bu kurguyla kısacık bitmesi hoşuma gitmedi. Olumsuz manada demiyorum, eleştirmiyorum. Yorum yapıyorum. Benim hoşuma gitmedi öykü. Ama dediğim gibi, kalemin ve sözcükleri kullanma bu öyküden gördüğüm kadarıyla yerli yerinde. Sadece benim pek tarzım olmayan bir tarz ve çok kısa. Bir anda herşey oldu bitti gitti. Bir şey alamadım bu öyküden. Benim yorumum bu.

Selamlar, saygılar.

23
Kurgu İskelesi / Ynt: Dilek Ustası
« : 25 Ağustos 2012, 15:06:20 »
02 Eylül 2009 diyor. Mu hala buralarda mıdır, bu yazıyı okur mu bilmiyorum ama emeğin hakkını vermek lazım.

Güzel bir öyküydü. Kitap yazsan alırdım Mu. Güzel bir öyküydü. Bir dünyanın içinde mi öyküyü yarattın yoksa bağımsız bir öykü müydü bilmiyorum ama bundan bir hikaye dizisi çıkma potansiyeli görüyorum. Ben kılıç & büyü seven birisi olarak aksiyonlu, maceralı, renkli, hareketli devam öykülere hayır demezdim.

Eline sağlık. Güzel yazmışsın. Devamı varsa ya da gelirse okumayı isterim.

Selamlar ve saygılar.

24
Kurgu İskelesi / Ynt: LORD GRANDUS
« : 25 Ağustos 2012, 13:53:40 »
Selamlar forrest

Eleştiri ya da yorum olsun diye yarım yamalak şeyler yazmayı sevmem. Beğenirsem beğendim derim, beğenmezsem düşünürüm acaba benim tarzım değil diye mi hoşuma gitmedi yoksa cidden eksiklikler mi var?
Bu yazında eksiklikler gördüğümü söylemeliyim. Şekil ve yazı olarak eksiklikler var. Şekil eksikliği ciddi olsa da giderilebilir ama yazının da daha yol alması gerek bence. Ve bu o kadar kolay değil. Okuma, yazma ve zaman meselesi. Yazmayı gerçekten istiyorsan ve seviyorsan bunun daha kolay bir yolu yok. Kendini zamanla ve sabırla, yazarak geliştirmelisin.
Çok bilmiş ve kibirli, kaba bir yorum olmasın diye ölçülü yazmaya çalışıyorum. Yapıcı olmak istiyorum, kırmam umarım. Eserlerimiz çocuklarımız gibidir birisi onun hakkında kötü bir şey söyleyince adamın gözünü oymak isteriz.
En kolay tamir edilecek noktadan başlıyorum. Bunlar benim fikirlerim:
*Yazı rengi bu zemin üzerine bence pek uymamış. Göz yorucu. Çok kötü değil ama rahatsız edici oluyor okudukça.
*Bazı yerlerde ben de tamamen büyük harflerle bağıran kelimeler yazdım önceki öykülerimde. Ama burada sen satırlar yazmışsın yahu. Gerçekten çirkin duruyor. Galaxie okursa eminim o da buna işaret eder :D 
*Şekil konusu yine; noktalama işaretinden sonra bir boşluk verilir ve nokta varsa büyük harfle başlanır. Ben eleştirdiğim halde ben de arada hala kaçırıyorum ama senin ki zincirleme kaçmış.
*Başlangıçta beni bir okur olarak hikayenin içine çekecek bir çerçeve, bir zemin bulamadım. Hikaye beni sürükleyemedi. Neredeyiz, kimiz, ne yapıyoruz, bu adamlar kim, karakteri nasıl bir şey, ne için buralardayız, sürükleyici cevaplar bulmak isterdim başta. Bütün örgüyü önüme ser demiyorum katiyen, ama beni içine çekecek kadar hoşluk olmalıydı öyküde. Şeker yoktu başlangıçta. Bu dünyada gezinmeyi isteyemedim.
*Öykün girişten itibaren beni sarmadı ne yazık ki. Sadece bende arıza olabilir ve diğer arkadaşlar çok beğenebilir öykünü. Ben ilk iki sayfada tutunmaya çalıştım ama olmadı. öykünün girişi iyi kurulmamış, mantıksal olarak çok basit ve düz, sanki özensiz kurulmuş bir öykü. O kadar kadim büyücü bir Kral'ın önünde diz çökmeye ve emrine girmeye geliyor gibi bir hava vardı başta ki bu bile bence yeterince itici. Benim tarzım kılıç ve büyü olduğu için şunu söylemeliyim ki kadim büyücüler krallara hizmet için yarışmaz. Benim okuduğum yerlerde böyle olmuyordu en azından.

Benden bu kadar. Eleştiri ve yorum yapmak biraz dikkat isteyen bir şey. Çok kişi bu yüzden kalemini geri tutuyor zaten. Kaba olmayayım, kibirli davranmayayım, yapıcı olalım, destek olalım istiyorum ama bazı şeyleri söylemenin çok kolay daha başka yolu yok. Yazmaya devam forrest. Okudukça ve yazdıkça adım adım daha iyi olacak. Roma bir günde inşa edilmedi.

Sevgi ve saygıyla.
(Yazmaktan vazgeçme)

25
********

Rorklutch risk almıştı. Tehlikenin çok farkındaydı. Bir noktadan sonra liçin onun üzerine dönebileceğinin ve hatta döneceğinin bilincindeydi. İşte bu yüzden büyülü korumalarla ve aldatma yöntemleri ile kendini elinden geldiğince saklamıştı. Yine de sonsuza kadar saklanamayacağı aşikardı. Herşeyden önce saklanabileceği çok fazla yer yoktu ve Leşkesen o yerlerin çoğunu biliyordu. Nitekim liçin iradesi tarafından yönlendirilen rahip onu bulduğunda çok şaşırmadı.

Acı çok berrak ve çok saftı. Rahibin pençesinde havada çırpınıyor ve inleyip ciyaklayıp duruyordu. Leşkesen onu liçin huzuruna götürmeden önce iyice hırpalamaya kararlıydı.
Rahip karmaşık lanetli duyguların girdabında yüzüyordu. Güç hırsının ve iktidar hayallerinin onu götürdüğü yerde en berbat köleliğe kurban olmuştu. Beynini ve ruhunun içinde tecavüze uğramamış tek bir saklı köşe kalmamıştı. Rorklutch'ın her hatasında ilk önce Stakios cezalandırılıyordu ve her uygunsuz düşüncesi; Her direniş çabası birkaç misli ceza olarak üzerine dönüyordu. Leşkesen her köle gibi en çok kendinden olmak üzere herşeyden; Korvenlerden, liçten, Rorklutch'tan esaretinden, açgözlülüğünden çılgınca nefret ediyordu. Ve bu nefretin sonunda ise tek yapabildiği bütün öfkesini, bütün kinini her fırsatta Rorklutch üzerine boşaltmaktı. Rahibin köle ruhunun tek sığınağı, tek nefes alma fırsatı bu hastalıklı anlardı ve bu anlara tatkuyla sarılıyordu.

Rorklutch çektiği acıya dişini olanca direnme gücü ile sıktı. Sabrının bir sınırı vardı ve içindeki vahşi o sınıra gelmişti. Bu liçe daha fazla tahammül etmeyecekti. Sonu nereye varırsa varsındı... Acıyla iyice bulanıklaşıp düşünme kabiliyetini tamamen kaybetmenin eşiğinde sallanan zihni Leşkesen'in daha önce hiç bu kadar ileri gitmediğinin farkındaydı. Birşeyler cidden değişmişti. Yolun sonu belki de burasıydı.

Yolun sonu gerçekten de burasıydı. Altıngöl havzasından epey uzakta bir yerde Rorklutch'ın kaderini çizen hamle sonlandırılmıştı. Liç sonunda düşmüştü. Althar'ın akıncıları başarmıştı.
Bunu ilk önce Rahip Leşkesen hissetti. Üzerindeki büyülü ruhsal zincirlerin süratle gevşeyip dağıldığını duydu. İçindeki soğuk ve karanlık bilinç parçası dağılırken aracılık büyüsünün nişanı olan gözü de soğuk beyaz ışımasını kaybediyordu. Rahibin bedeni ve zihni yeniden kendisine aitti. Farkında olmadan büyük bir rahatlama ile Rorklutch'ı pençesinden bıraktı ve derin bir nefes çekti Leşkesen. Dudaklarından bir rahat nefes adeta gülerek kaçtı.
"Sonunda..." diye mırıldandı rahatlayan sesi.
Rorklutch düştüğü yerden yavaşça ama kinle doğruldu. Kenarda bekleyen Duumkla'ya baktı. Duumkla elinde tuttuğu bir iletişim taşıyla ona bakıyor dudaklarında çok memnun pis bir sırıtışla gülümsüyordu. Duumkla evet anlamında başını sallıyordu.
"En sonunda... En sonunda..." diye açlıkla ve kinle hırladı Rorklutch'ın sesi. Gözlerini kan bürümüştü. Dişleri cinnet geçiren bir kudurmuşlukla sıkılmıştı. Sonraki ses yüzü şok ve dehşetle çarpılmış, neden diye soran bir bakış yüzüne kazınmış rahipten geldi. Leşkesen'in dudaklarından çıkan ses acılı bir hırıltı ve kana boğulan nefeslerinin öksürüp öğüren sesiydi.
Büyükşefin hançeri bir kez daha rahibin bedenine girip çıktı. Ve bir kez daha. Albay'ın hançeri de çılgın bir coşkuyla Rorklutch'ın hançerine katıldığında ortalık kısa sürede havaya fışkıran kan fıskiyeleriyle kıpkırmızı olmuştu. Cinnet geçiren iki fareadam kin ve nefretle dakikalar boyunca Leşkesen'in cesedine hançer vurup durdular, tekmelediler, savurup parçaladılar. Rahibin ölmüş olması yetmiyordu. İçlerindeki kini durdurmaya yetmiyordu sadece ölmesi. Ceset paramparça olup fareadamdan çok bir et yığını halini alana kadar iki çılgın ve ilkel yaratık vahşi; hayvani sesler çıkararak delirmiş bir nefretle heryeri kana buladılar.
Sonunda bu kasaplık sona erdiğinde ikisi de nefes nefeseydi ve üstleri sırılsıklam kan içindeydi, ceset parçaları her yanlarındaydı. Bir yandan nefeslerini düzeltmeye çalışırken diğer yandan yüzlerindeki hastalıklı, vahşi bir gülümseme ile iblisçe sırıtıyordular. Liçten kurtulmuştular işte. İşte kurtulmuştular iblis dölünden.

"Şimdi ne yapacağız Büyükşef?" diyerek biraz daha toparlanmış sesi ile sordu albay.
Rorklutch en çılgın hayallerinde başarı karşısında uygulayacağı bir planı zaten yapmıştı.
"Dikensırt birliklerini derhal geri çek! Asgari çatışma! Güçlerini ve sayılarını mümkün olduğunca savunup süratle Yeşilçukurlara çekilsinler. Toparlanmadan önce kendi içimizde epey bir kavga vermemiz gerekecek Duumkla. Herkes bir kurban arayacak ve o tahta en çok uyan kelle benimkisi,"diyerek onu yeni bir kavganın bilincinde konuştu Rorklutch. Yine de çok daha iyi ve rahat hissediyordu. Bu defa kararları tek başına verecekti ve başında ona ne yapacağını söyleyen bir tiran olmayacaktı. Geriye kalan herşeyle başa çıkabilirdi.

*******
Liçin düşüşü savaş alanında hemen hissedilmişti. Namevt ordunun komutanları olan büyük liçlerin iradeleri şiddetle sallanmıştı ve kısa bir süre sonra kendi aralarında vartdıkları bir anlaşma ya da anlaşmazlıkla tamamına yakını kaçar gibi çekiliyordu savaş meydanından. Kalanlar ise güçlerini geri çekmeye ve guruplayıp biraraya getirme çabasında idi. Korven generalleri ise bir süre daha şuursuzca saldırılarını sürdürdüler ve değişen yeni savaş meydanını çözmeye çabaladılar. Korven anlayışı bazı şartlarda çok hızlı çalışırdı ve Dikensırt birlikleri savaş meydanından süratle çekilmeye başladığında, bunun haberi bütün saflara yaz yangınları gibi yayıldığında... İşte o zaman ortalık karıştı. Bir kıyamet koptu korven saflarında.Fareadam saflarındaki anlaşmazlıklar, kandavaları, düşmanlıklar ve kin su yüzüne çıktı. Korven güçleri hemen bu düşman topraklar üzerinde çıldırmış gibi birbirlerine girerken yer yer de ardına bakmayan tam bir kaçış, koca bir bozgun yaşanıyordu.

Liçin düşüşünün düşman üzerindeki etkisini haber aln Althar'ın yüzündeki gülümseme kocamandı. Törpü ve Levye'nin yüzlerinde de benzer gülümsemeler vardı. Hrar hala sağda solda devam eden küçük çarpışmalarda dövüşüyordu ama o da zafer naralarıyla kükrüyordu.

Şehirlerin rahatlaması raporlarla tamamen resmiyet ve kesinlik kazandığında Althar hemen piramitten Derindere'ye bir geçit açılmasını emretti. Cens hemen piramidin savunma önlemlerini etkisizleştirip bir geçit açarak destek guruplarının şehirlerden piramide akmasını sağlamıştı. Althar derhal buradaki liç filakterilerini bulmak ve liç belasına kalıcı bir çözüm bulmak istiyordu. Beş Şehir'den gelen takviye gececi takımları hiç durmadan Akıncıların çabalarına destek olurken kahraman bölükleri de bu arama esnasında piremit içinde yaşanan direnişleri ezip keşif takımlarına koruma sağlıyordu.
Aramalar süratle ve sonuç vererek devam ederken filakterilerden başka keşifler de yaşanıyordu. Kocaman kadim şehir piremidinin içinde çok ilginç sürprizler de gizliydi. Ve bu sürprizlerden bir tanesi özellikle kocamandı.
"Yeraltı maymunu," diye yanına iyice sokularak sordu Theoros.
Althar sadece dalgın dalgın adımlamaya devam etti ve sessiz homurtularını sürdürdü. Gözlerini hipnotize etmişcesine bağlayan bu manzara karşısında huşu içinde kendi kendine mırıldanıp duruyordu. Karşısında kocaman, devasa bir kadim ejderha vardı. Mavi pulları ışıl ışıl yanan bu ulu yaratığın uyuyan halindeki azameti bile sarsıcıydı.
"Althar?" diye dalgınca ve kendisi de ejderhayı hayranlıkla izlemeye dalmış bir halde bir kez daha seslendi rahip.
"Hıh?" diye kısmen kendine gelerek ama hala çokça dalgın biçimde sordu cüce.
"Ne yapacağız bu ejderhayla Althar?"
"Biliyorsam ne olayım, Theoros. Biliyorsam ne olayım..." diye dalgınca ve ne yapacağını bimezce söylendi cüce paladin.

****
Altıngöl üzerine gerçekleşen bu seferin bedelleri olmuştu. Bu bedelleri savaşın bütün tarafları az ya da çok ödemişti. Ödeyecekti. Korvenler, Liç, Beş Şehir ahalisi... Ve Althar'ın Akıncıları. Hepsi bedeller ödemişti. Savaşın doğası da bu değil miydi zaten. Akan kan, yiten hayatlar, acı, gözyaşı. Althar bunları düşünüyordu. Bu olanların etkileri üzerine düşünürken aklı sürekli olarak kendi ödediği bedele kayıyordu. Bu savaş ona iki iyi akıncısına, iki çok sevdiği arkadaşına mal olmuştu.
Althar'ın akıncıları Jeena ve Romulion'u kaybetmişti. Ve bu ikisi ise aralarındaki çok güzel bir şeyi yitirmişti.
Cüce paladin bütün bunları düşünürken dudaklarından dökülen küfürleri, sıktığı yumruklarını, içinde kuduran öfke fırtınasını engelleyemedi.
Birileri Althar'a bunun hesabını vermeliydi. Liç bu ödemeyi yapacak durumda değildi. Althar bir koca küfür daha savurdu. O adi iblis dölünü bir kez daha diriltip bir kez daha öldürmeyi ciddi ciddi düşündü. Sonra aklına daha iyi bir fikir geldi. Faturayı kesebileceği biri daha vardı ve o kişi çok yakınlarındaydı. Yüzü zalimce gülen cüce süratle yürüdü. Tahsilatları severdi Althar.

Neekor çok sert ve kararlı bir biçimde itiraz ediyordu. Son onbeş dakikadır Althar morlu büyücüyü kökten hızlı bir çözümle Busenger'den kurtulmaya ikna etmeye çalışıyordu. Ama Neekor direniyordu. Diğer sözcüler arada kalmıştı. Neekor'un savları mantıklı ve adildi, medeniydi. Doğruyudu. Beş Şehir'in kanunları vardı. Yasalara uymak ve yasaları uygulamak zorundaydılar. Bununla beraber diğer sözcüler; Ulmatores ve Gilmos, şu bin babanın çocuğu Busenger konusunda bir şeyler yapmanın gerekliliğine de inanıyorlardı. Bu korven seferi esnasında yaşanan olaylar Beş Şehir bölgesinin konseyindeki bütün çarpıklıkları ortaya çıkarmıştı. Adı konmamış gizli bir savaş vardı konseyde. Konseyde uzun zamandır dönen komplo dolapları yeni bir safhaya gelmiş ve işler çok ciddileşmişti. Ortaya kimsenin görmezden gelemeyeceği kadar çok kan dökülmüştü. Bu kanın bir bölümü de Uğultuluşehir sözcüsünün ellerindeydi. En azından Althar son on beş dakikadır bunu bas bas bağırıyordu.

"Yeter Althar! Kararım kesindir! Bu bizim meselemiz," diyerek şiddetle noktayı koymuştu morlu büyücü. Çok kararlıydı Neekor. "Bunu kendi yöntemlerimizle halledeceğiz."
Althar öfkeden kuduruyordu. Yüzü sertleşmişti ve gözleri yanardağlar gibi yanıyordu. Çevreye hiddeti dalga dalga yayılıyordu. Bu konuşmalara sonradan katılan diğer iki sözcüye döndü cüce. Ama Ulma bu konuda istemeyerek de olsa Neekor'un yanındaydı. Gilmos da görüldüğü kadarıyla diğer iki sözcüye karşı çıkmayacaktı. Althar öfke ve umutsuzlukla ağzını açıp gözünü yumacaktı ve ortaya bütün deliliğini kusacaktı. Ama o anda adeta ilahi bir tezahürü yaşadı. Burada bir sözcü eksikti. Althar bir anda güneş gibi aydınlanan yüzü ile kocaman gülümsedi. Tutez'i de bu toplantıya davet etmiştiler ama korsan sözcü burada yoktu. Althar'ın gülümsemesi kocaman bilmiş bir sırıtışa dönüştü. Cücenin ağzı kulaklarına varıyordu. Cüce Neekor'a baktı ve başını onayla salladı.
"Peki," diye kolayca kabul etti paladin. "Bunu kendi yöntemlerinizle halledin."
Neekor ilk başta cücenin neden bu kadar kolayca ve süratle fikir değiştirdiğini anlayamadı. Ulmatores ve Gilmos'a soran gözlerle baktı. Sonra o da fark etti. Burada bir sözcü eksikti. Tutez. Korsan Sözcü Tutez'in eksikliği ve Althar'ın gülümsemesi çok şey anlatıyordu. Neekor memnuniyetsiz ve çok tatsız bir of çekti, koca bir nefes verdi.


*****
Busenger'in misafir salonuna yayılmış bir yandan en iyi kalite balliköründen bir maşrapayı kafasına diken diğer yandan uyuklayan şarkılar söyleyen kişi eski korsan, şimdiki tüccar sözcü Tutez'den başkası değildi. Tutez pek davet beklemeden içeri dalmıştı ve derhal sözcü Busenger ile görüşmek istediğini söylemişti. Son bir saattir burada umursamaz bir biçimde Busenger'in pahalı kilerini mideye indirmekle meşguldü. Yiyor, içiyor ve şarkılar söylüyordu. Uğultuluşehir sözcüsünün onu özellikle beklettiğini biliyordu ama bunu önemsemiyordu. Tutez yıllanmış bir korsan eskisiydi. Busenger gibi bir çömezin politik hamleleri, yüzeysel basit stratejileri onun için sadece şakaydı.

Sonunda bir teşrifatçı gelip ona Busenger'in onu savaş salonunda beklediğini söylediğinde korsan sözcü koca maşrapayı kafasına dikti. Bu güzel içkiyi yarım bırakmak büyük bir israf olurdu doğrusu. Ağzının kenarlarından ballikörü dereleri süzüle süzüle büyük bir iştahla maşrapayı boşalttı  Tutez. Beğeni dolu bir nidayla koca bir oh çekti ve ağzının kenarlarını gömleğinin kollarıyla sildi.
"Busenger ağzının tadını biliyor," diye konuştu ve suratsız teşrifatçının yanından geçerken kasıtlı olarak kocaman geğirdi.

Uğultuluşehir sözcüsü Busenger salonun zeminindeki koca kabartma haritayı inceliyordu. Ya da inceliyor gibi görünmeye çalışıyordu. Yanında albayları ve şehir amiri vardı. Tutez içeri girince ona döndü ve sözcüye gülümseyerek nazikçe selam verdi.
"Affet beni Tutez. Biliyorsun burada hala yapılması gereken pek çok şey, ilgimi gerektiren pek çok konu var," diyerek konuştu sözcü.
Zaman ayırmana sevindim Busenger," diyerek, abartılı bir memnuniyetle gülümseyerek konuştu sözcü Tutez.
Busenger alayı hissetmişti. Amirini ve albaylarını belli belirsiz bir baş hareketi ile salondan gönderirken Tutez ile başbaşa kaldı.
"Biraz daha içki alır mısın? Belki biraz daha ballikörü?" diyerek içki masasının başında sordu evsahibi. Gülümsüyordu.
Tutez de gülümsedi.
"Herşeyden haberin var, değil mi Busenger?" diye anlamlı anlamlı sordu korsan eskisi. Busenger istifini bozmadan kendisine bir içki hazırladı ve kristal kadehi elinde hafif bir ateşle yanan büyük şömineye doğru yürüdü. Ateşi izlerken dalgınca, gülümseyerek konuştu. Elbette herşeyden haberi vardı.
"Ne için geldiğini söylemeyecek misin Yosunkıta Fatihi Tutez?" diyerek korsan ismiyle sözcüye hitab etti Busenger.
Tutez daha dengi bir rakip olsa daha uzun oynamayı isterdi. Belki babası olsaydı, babasıyla... Ama oğluyla değil. Bu velet kibirli ve sıkıcı bir yeni yetme idi. Tutez'in yüzü çok sertleşti ve karardı. Ciddileşti korsan sözcü. Oyunu bıraktı.
"Hain kelleni fahişe bedeninden ayırmaya geldim piç kurusu. Artık senin küçük politik oyunların yüzünden daha fazla masumun can vermesine göz yummayacağım."
Busenger sözcünün bu sözlerine güldü. Bir korsandan bunları duymak çok komiğine gitmişti. Ama daha da komiği Tutez'in onu kendi şehrinde, kendi sarayında ve kendi savaş salonunda açıkça tehtid etmesiydi. Hatta bu tehtid bile değildi. Düpedüz onu öldürmeye geldiğini söylüyordu. Bu çok komikti. Kahkahalarla bir süre güldü Busenger.

"Peki, Yosunkıta Fatihi söyler misin? Bunu kaç kişiyle yapmayı planlıyorsun?" diye gülümseyerek sordu Uğultuluşehir Sözcüsü. Elleriyle çevresini gösterdi. Teke tek kalmıştılar koca salonda.
Tutez belindeki kılıcın kabzasına elini tehtid etmeden yavaşça koydu. Gülümsedi.
"Yeteri kadar kişiyle sözcü Busenger. Sadece yeteri kadar kişiyle."
Tutez'i aşağılayan bir gülümsemeyle baştan aşağı işaret ederek kibirli bir biçimde konuştu Busenger.
"Bunun yeteceğini pek sanmıyorum Korsan," diye konuştu ve o konuşurken önceden görünmez olan dört gece katili muhafızı görünür oldu. Seçkin gece muhafızları Tutez'in etrafını sarmıştı.
Busenger güldü. Kahkahası salonda çınladı. Tutez elini kılıcının kabzasından çekerken yüzünde ciddi ve kararlı bir ifade vardı.
"Yolun sonu Tutez. Buraya kadar. Sıkıldım. Senden ve diğer sözcülerden sıkıldım. Anlaşılan planlarımı hızlandırmam gerekecek. Şu tesadüfe bak ki bu korven saldırısı bana ihtiyaç duyduğum şartları büyük ölçüde sağladı. Öyle ya da böyle seni kısa zamanda diğer sözcülerin de izleyeceğini bilmek belki ölümünde biraz teselli bulmanı sağlar," diyerek konuştu sözcü ve son sözlerini söyledi, "Öldürün!"

Bu emrin etkisi Busenger için oldukça şaşırtıcıydı.
Daha emir ağzından çıkarken görünmezliğin içinden çıkan sekiz gececi Busenger'in dört gececisini kıskıvrak yakalamıştı. Dehşetten kocaman açılmış gözleriyle farkında olmadan bir adım gerileyen Busenger arkasındaki bir şeye daha doğrusu birisine çarptığını hissetti. Aynı anda da boğazında çaprazlama halde yerlerini almış iki çelik namlunun soğukluğunu hissetti. Sadece yüzeysel ve zararsız kesikler olsa da sızlayan acı ve akan kanın sıcaklığı sözcüyü paniğe boğmuştu. Busenger boğazındaki kılıçlarla  kıskıvrak yakalanmıştı.
"Cehenneme benden selam söyle, piç kurusu," dedi ve başını bitir işini anlamında hafifçe salladı korsan sözcü.
Busenger'in boğazındaki kılıçları tutan dişi katilin dudaklarından iki kelime onaylar bir ses tonuyla döküldü. Ses hayranlık uyandıracak kadar hoştu. Busenger bu kadar berbat bir durumda olmasa büyük ihtimalle bu sese aşık olurdu. Ses çok güzeldi. Bir rüya gibiydi bu ses. Sesin sahibi ve bir vampir olan karaelf suikastçi ise güzeller güzeliydi. Adı Lilbelisis idi.
"Edasi Tinomedor," diye söyledi Lil. Zalimlerin hükmüne karşı savaş anlamına gelen bir deyişti bu. Elindeki kılıçları bir makas gibi çalıştı ve kusursuz tek bir hamle ile bir anda Busenger'in kafası bedeninden ayrılıp ayaklarının dibine yuvarlandı.

****

Kahraman sözcü Busenger'in azılı korven suikastçileri tarafından suikaste uğraması elbette büyük savaş zayiatlarından biriydi. Ama Uğultuluşehir halkı güçlüydü ve büyük yöneticilerinin yasını hakkıyla tuttuktan sonra hayat devam edecekti. Busenger yaptığı güzel işlerle hatırlanacak ve Uğultuluşehir tarihinde saygın bir yere sahip olacaktı.
Althar ağ sıçramasından sonra gölcük üzerinde süzülen gemisinin pruvasında güldü. Busenger... Kahraman... Saygın... Yok artık, daha neler. Bu nasıl bir şakaydı böyle. Althar biraz daha güldü. En azından işin bu kısmı bir şekilde halledilmişti. Bu da bir şeydi.

Mavicadı kış devriyesindeki diğer bir durağına doğru ilerlerken rotasını batıya çevirmişti ve batan güneşe doğru süzülüyordu. Gökte ay ve yıldızlar güzel mor ve gece mavisi gökyüzünde kocaman beyaz bulutlar arasında yerlerini alıyorlardı.
Cüce derin bir nefes çekti. Tatsız, üzgün bir nefes ile ah etti. Savaşta pek çok iyi kişi kaybedilmişti ama bu büyüklükte ve bu şiddette bir kavgadan beklenenden çok daha azdı kayıpları. Bu bir teselliydi. Ama... Yine de kayıpları vardı. Mavicadı ve Beş Şehirler kıymetli evlatlarını ölümün gölgeli salonlarına uğurlamıştı. Şehirler ağır kuşatmaların altında inlemiş ve özellikle Derindere dayanıklılığının her bir zerresinin sınandığı ateşten bir çemberden geçmişti. Altıngöl havzasında savaşın izleri derindi. Şehirlerin çevresinde korven cesetlerinden ve namevt kalıntılarından tepeler vardı. Kuşatma silahlarının ve cephanelerinin tahrip edilmesinden doğan koca kraterler uğursuzluk abideleri gibi göze saldırıyordu.
Bütün bunların ötesinde Althar'ın içini en çok yaralayan ise arkadaşlarının yaşadığı yıkımdı. Gemisinde artık Jeena ve Romulion yoktu. İkisi hem ilişkilerini noktalamış hem de Akıncılar ile yollarını ayırmışlardı. Althar derin bir nefes daha çekti. Koca bir of çekti. Sonra bir of daha çekti. İçmesi gerekiyordu. Sarhoş olmadan olmayacaktı. Jonin'in sıkıntılı zamanlar için ayırdığı sert buzüzümü şaraplarının yerini biliyordu paladin. Jonin'in odasına daldığında gördüğü manzara üzerine yüzüne buruk bir gülümseme yayıldı.
"Gel Althar. İçelim,"diyen Jonin idi. Masada Althar'ın yeri ve kadehi hazırdı.
"İçelim Jonin. İçelim. Bu gece çok karanlık ve sabaha daha çok var. Sarhoş olmadan gelmeyecek bu sabah."


Son

Kısa öykü diye başladım sonunda kısa roman olarak hikaye kendini bitirdi. Sağlık olsun. Bruce Dickinson ve Tears of the Dragon'a, Stratovarius ve Destiny'e, King Crimson ve Epitaph'a, Iced Earth ve Melancholy'e teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca Sabaton'a da Attero Dominatus ve The art of war için teşekkür ederim. Bu çocuklar olmadan bu öykü kıvama gelemezdi. Büyüksünüz çocuklar.

26
******

Kemm Liç Auruz Vektashi kontrol etmeye çabaladığı öfkesinin fırtınasında sarsılıp durdu. Güçlükle duygularını kontrol ediyordu. Bu başarısızlık çok büyüktü. Güçlü tasarımı nasıl da alt edilmişti. Bu egosunu epey yaralamıştı doğrusu. Büyük uğraşlar ve çok zaman harcamanın sonunda büyük güçlerle donattığı bu yaratımına ne çok güvenmişti oysa. Koca bir küfür dizisi ve bir dolu koca lanet okudu Auruz Vektashi. Liçin gözleri çılgın gibi parladı.
"Gelin bakalım," diye kinle mırıldandı Liç. "Canlarınıza susadım..."
Hışımla içine döndü ve Rahip Leşkesen ile arasındaki bağı kuvvetle salladı. Rahibin ruhunu çekip huzuruna çağırdı.

Rahip aldığı emirler ile süratle yola çıkarken içinde sıkışıp kalmış korven benliği korkuyla bir çocuk gibi sinmişti. Lanet olsundu o güne. Güç peşinde koşarken içine düştükleri bu lanetli duruma lanet olsundu. İçindeki bütün öfkeyi dışarıya nefret olarak yansıttı Rahip. Çevresindeki güç halesi yoğunlaştı ve şiddetle kararıp gölgelere, buz gibi soğuğa büründü.
Aldığı emir ortadaydı. Hain Rorklutch'ı bulacak ve yok edecekti. Bu emre direnemezdi. Hem neden dirensindi? Zaten kazanmalarına, kurtulmalarına imkan yoktu. Hiç olmazsa sefil hayatının kalan kısmında bu efendiye yaltaklanarak biraz daha az lanetli bir yaşam sürebilirdi. Hem belki liç ondan memnun kalırsa onu güçler ve ölümsüzlükle de ödüllendirebilirdi? Yine de bu son düşünceleri hemen kafasından uzaklaştırdı ve kendinden iğrendi Rahip. Bu sefil varlığının bile bir dayanma kapasitesi vardı ve Rahip Stakios Leşkesen bu iblis dölü kemm liçin kuklası olma düşüncesinde cehennemi yaşıyordu. Uğursuz dudaklarında küfürler ve lanetlerle hışımla yürüdü kukla Rahip.

*******

Althar yönlendirildiklerini hissediyordu. Bu kadarını da bekliyordu doğrusu. Törpü de en önde beraberce ilerlediği paladine dönüp aynı gözlemini söylediğinde Althar sadece kahkahalarla gülerek kafasını sallamıştı. Fareaadam bu içi dolu ve sağlam özgüvenden hoşlanmıştı. Bu gurup çok iyi bir silaharkadaşı gurubuydu. Herşey bittiğinde yine düşman olacak olmaları ve günün birinde bunlardan birkaçını ya da hepsini öldürmek zorunda kalabilecek olma düşüncesi neredeyse üzecekti korveni. Neredeyse. Ama o kadar da uzun boylu değildi yani.

Yol o kadar uzun değildi. Birkaç kat çıktıktan ve birkaç büyük salonu yine büyük iskelet taburları dolusu düşman tarafından daha zayıf bırakılmış istikametlere yönlendirilerek geçtikten sonra artık arkalarından gelen yoktu. Gittikleri yol ortaya çıkmıştı.
"Piramidin büyük ayin salonuna gidiyoruz, Kızıldolunay salonuna. Auruz Vektashi genelde oradadır," diyerek açıklamıştı Törpü. Törpü bu piramide ilk girdiklerinde ekibi ile çok süratli ve iyi bir keşif yapmış ve sonrasında da birkaç kez buraya uğrayıp olası bir saldırı için cesurca keşiflerde bulunmuştu. Ne yazık ki şu güne kadar bir şeyler yapmaları pek mümkün olamamıştı ama işte burada bu kısıtlı bilgileri bile çok işe yarıyordu.
"Görünüşe göre evsahibi ile tanışacağız. Ne şeref," diye güldü Althar. Akıncı gurubuna hazırlık emirlerini verdi ve özel görevi olan birkaç kişiye son kez hatırlatmalarda bulundu. Güçlendirme ve koruma büyüleri tazelendi. Saldırı büyüleri ve silahlar kavgaya hazırlandı.

Uzun koridor kocamandı. Hem çok yüksek hem de çok genişti ve koridorun her yirmi metresinde sağ ve sola açılan kapılar da bu ölçülere yakışır büyüklükte idi. Bu koca koridorlarda koca ejderler rahatlıkla gezebilirdi. Büyülü ateş çanaklarından yayılan ışık ve karanlık gölgeler duvarlarda dans ederken salona yaklaştıkça soğuk mavi ve yeşil bir ışıma güçleniyordu. Hava soğuyor ve açıkça büyü ezgileri, karanlık fısıltılar içlerine dolmaya başlıyordu. Burası piramidin kara büyülerinin beşiğiydi. Burası Auruz Vektashi'nin tahtıydı.

İçeriye yürüdüklerinde ilk farkına vardıkları şey tam karşılarındaki tahtın üzerinde süzülen Kemm Liç ve salonun büyüklüğü idi. Salon içinde ejderhaların uçabileceği kadar büyük bir alan kaplıyordu ve tavanı da çok yüksekti. Karanlık gölgeler ve kötücül soğuk yeşil nmavi ışıltılarla, ateş çanaklarından saçılan kızıl islerle çevrelenmiş kocaman bir kare şeklindeki salonda liç ile başbaşa gibi görünüyordular. Ama onlar ilerledikçe bu durum süratle değişti.

Görünmezlik büyüleri kalktı ve mumya büyücüler ile mumya savaşçılardan oluşan seçkin yakın koruma ordusu liçin her iki yanında ve salonun her iki kenarı boyunca ortaya çıktı. Bu görüntü karşısında paniğe kapılıp kaçmaya kalkacak olsaydılar, akıncıların hemen fark edeceği ilk şey devasa kapıların süratle çoktan kapandığı ve mühürlendiği olacaktı. Ama Akıncıların kaçmaya hiç niyeti yoktu. Korku hayatlarında ilk kez karşılaştıkları bir şey değildi, onunla yaşamayı çok iyi biliyordular.


Mühür büyüsü ile salonu kapatmıştı Liç. Bütün yan geçitler ve ana kapı büyü ile kapatılmış ve mühürlenmişti. Bu zamanlı ve çok sağlam bir büyü idi. Zaman ile bağlanmış büyüleri sadece büyüyü yapan kişi ya da büyüyü yapandan çok daha güçlü bir büyücü kaldırabilirdi. Şu durumda buna hiç mi hiç gerek duymuyordu Aknıcılar.
Cens durumu bildirdiğinde Althar ve Theoros gözgöze geldi. Althar gülümsedi. Theoros bezgince başını salladı ve dudaklarından küfürler akarken belindeki küçük bir kesenin içinden bir büyük kese çıkardı. Althar'a attı. Cüce iddiayı kazanmıştı. Liçin salonu mühürlemeyeceğini, sürekli destek alacağını iddia etmiş ve buna hazırlıklı gelinmesini sağlamıştı savaş rahibi. Ama Althar yine de aksini iddia etmişti. Liçler ne kadar güçlüyse o kadar kibirli olurdu ve bu liç çok güçlüydü. Bu da en büyük zayıflığıydı.
"Ya...k kafalı yeraltı maymunu..." dedi Theoros öfkeyle fısıldarken. Bu kesede son iki seferden kazandığı bütün altınları vardı. Kısacık zamanda bir hışımla, liçe bir sürü koca küfür ve hakaret sayıp döktü rahip.
Althar keseyi kendi para kesesinin içine tıkıştırırken ağzı kulaklarında gülüyordu. Theoros'un parasını almaya bayılıyordu.

Liç kendisine ağır ama kararlı adımlarla yaklaşan, şimdiden salonun ortasına gelmiş guruba doğru karanlık ve soğuk sesiyle, yıpratıcı ezgiler fısıldayarak konuştu.
"Beni bu sefil minik gurubunuzla mı durdurmaya geldiniz? Ben Auruz Vektashi'yim! Efendimiz Kıyametelçisi'nin Birinci Kulu ve Xalazoph-Kheem'in Gardiyanı'yım! Ben sizin ölümünüzüm! Bana karşı duramazsınız! Buradan sağ çıkmanıza imkan yok!" diye sonunda kahkahalarla gülerek kocaman kükredi Liç.
Sesi bile o anda ilk dalga saldırısı gibi akıncı gurubu sarsıp etkilemişti. Sesindeki büyüler çok güçlüydü. Düşmanın aklını karıştırıp savaş gücünü budayacak güçlü efsunlar yılan gibi sinsice ruhlara sokuluyor ve sokacak bir delik arıyordu. Ama cüce Althar'ın gurubunun üzerine ördüğü liderlik iradesinin zırhı çok kalın ve dayanıklıydı. Althar sadece liçin gözlerine canı sıkılmış biçimde bakıyor ve esniyordu. Esniyordu!

Liç bu esnemeyi ve sıkkın, kayıtsız bakışı gördüğünde kahkahalarının içinde ilk kez şüpheye düştü. İlk bakışta görülen bir ışıltı vardı cücenin gözlerinde. Şimdi dikkatle baktığında çok daha iyi görüyordu. Güngörmüş bir cüce, yıllanmış bir cengaver, kudretli bir ermiş savaşçı vardı karşısında. Karşısında Durathar'ın en büyük ihsanlarına nail olmuş çok güçlü bir paladin vardı. Bu cücenin gözlerinde uzun yıllar önce sadece bir kez daha gördüğü bir şey görüyordu Liç. Sarsılmaz bir inanç. Bu nadir bulunan pek kıymetli ve pek tehlikeli bir şeydi.

"Bütün bu tantananın, bütün bu dökülen kanın ardındaki sensin demek. Güzel. Sorunun köküne inmişiz sonunda," derken kocaman pis bir sırıtışla konuştu Althar. Yüzünde kendine güven ve kararlılık vardı. "Sevdiklerimiz için imkansızı mümkün yaparız Auruz Vektashi! Ve biz Altıngöl'ü çok seviyoruz!" diye konuştu gülümseyen Althar
"O halde gazabımı alacaksınız!" diyerek cevabı hemen yapıştırdı Auruz Vektashi. Sesi soğuk ve ürkütücüydü. Pek çok savaşçı bu ses yüzünden bile arkasına bakmadan kaçmaya başlayabilirdi. Sesindeki efsunlar şimdi çok daha karanlık ve yıkıcıydı. Ama bazılarını hiç mi hiç etkilemiyordu bu dehşetli efsunlar...
"Sen daha önce benim ünlü ve muhteşem değneğimi alacaksın, hem de köküne kadar!" diye araya giren, kemerinin önününde asılı sallanan koca büyülü değneğini eliyle sağa sola anlamlı anlamlı sallayan bembeyaz ve gümüşlü, ışıltılı cüppeli rahip Theoros idi.
Liç bu ahlaksız göndermeyi almıştı ve cevaben kükredi.
"Küstah! Saygısız, sefil insan! Bakalım canlı canlı derini yüzüp, etini kemiklerinden ellerimle sıyırırken de  böyle konuşabilecek misin!"
"Kızdırdın onu Theoros. Bunu hep yapıyorsun, hani bu defa temiz oynayacaktık," diyerek sahte bir azarlamayla konuştu Althar. Liç ile dalga geçerken Theoros ile şakalaşıyordu. Rahip koca kahkahalarla sinir bozucu bir biçimde gülüyordu.
Liç kızmıştı hem de çok. Kocaman kükredi.
"Yeter!!! Bu kadar yeter. Hazırlıklı olduğunuzu sanıyorsunuz! Ama gerçekten öyle misiniz, şimdi göreceğiz. Saldırın!" diyerek emretti Liç.

Bir anda ortalık soğuk rüzgarlar ve tipi patlamalarıyla uğuldayıp gürledi. Işıklar çaktı ve savaş sesleri her yeri sardı. Üç jares sırtlarında kudretli liç süvarileri ile devasa salonun kuzeybatı, güneybatı ve güneydoğu köşelerinde görünmezliğin içinden belirdi. Althar'ın Akıncıları kuşatılmıştı işte. Kavga işte böyle başladı.

Bir anda ortaya çıkan üç jares ve liç süvarileri çok beklenmedik bir şey değildi ve akıncıların buna hazırlığı vardı. Althar'ın Akıncıları çeşitli ırk ve geçmişlerden renkli bir gurup gibi görünse de işin özünde hepsi tek bir vücut idi. Yıllar ve yolların sonunda artık bu gurup kaynaşıp bir olmuş, tecrübe ve acı ile birbirine sımsıkı bağlanmıştı. Dağınık biçimde salona girişlerine kadar çok ustaca aldatmacaların ardında saklanan bu gurup göründüğünden çok daha güçlü ve tehlikeli bir akıncı topluluğu idi. Salona girdikleri anda bile hepsi muhtemel düşmanlarına karşı savunma ve saldırı için en uygun pozisyonu almaya ve hedefleri paylaşmaya hazırlardı.
Nitekim Jaresler ileri doğru kanat çırptıkları anda akıncı gurubu süratle savaş durumu aldı ve altı guruba ayrıldı. Her gurubun koruyucuları hedeflerine kafadan dalmak için koşarken şifacılar ve silahşörler ile büyü kullanıcıları ortada sağlam bir pozisyon alıyordu. Yakın dövüşçüler ve celp edilen elemental muhafızlar, golemler ortadaki gurubu mumya savaşçılardan ve mumya büyücülerden korumak için çevrelerinde kalkan gibi konumlanıyordu.

Liçe dalanlar Brom ve Althar ile Jeena idi.
Brom koşarken bir yandan içindeki dev mirası gücünü çağırıyor bir yandan da silah arkadaşı Jeena'ya fısıldıyordu. Jeena ona kulak veriyor ve göz ucuyla bakıyordu.
"Jeena. Hepsini öldür, Jeena. Hepsini öldür," diye fısıldamıştı Brom'un anlamlı sesi. Brom bu çılgın ve yaramaz amazonu çok seviyordu. Ve onun bu lanet liçin çıkardığı belalar yüzünden çok mutsuz olduğunu gördükten sonra Brom da çok kızmıştı. Rom ile Jeena'nın beraberliği Althar'ın Akıncılarının hepsi için bir neşe ve mutluluk kaynağı iken şimdi ayrılıkları hepsinin içini kederle kamçılıyordu.
Jeena sadece kısaca başını salladı koşarken ve dudakları çok vahşi bir ela savaş çığlığı haykırdı. Yırtıcı çığlığı duyanlar canlı olsaydı daha ilk kılıç darbeleri inmeden kanları donardı. Amazonun içinde intikamcı fırtınalar esiyordu. Bu savaş ondan Romulion'u çalmıştı. Bu liçten nefret ediyordu ve şimdi burada bunu açıkça gösteriyordu. Liç ile aralarındaki mumya savaşçıların hattına bindirdiğinde mumyaları üzerlerindeki güç zırhları ve kudretli silahları bile koruyamadı.

Yeşimkılıçlı savaşçının yeşil alevlere dönüşmüş ışıktan kılıçları ışık ve ateş rüzgarları patlatarak, havada ateş tokatları ve girdap rüzgarları yaratarak dövüşüyordu. Jeena rüzgar gibi, şimşek gibi dövüşüyordu. Hiç darbe almadan, kılıçlarıyla bile düşman darbelerini karşılama gereği duymadan dehşetli bir dans ile kaçıp sakınarak dövüşüyordu. Kılpayı denecek mesafelerle ama hala yıldızlar kadar uzak bir rahatlıkla düşman hamlelerinden kaçıp kendi hamlelerini bütün korumalarına rağmen mumyaların özlerine gömüyordu. Kısa süre içinde sadece Jeena'nın liçin önündeki koruma hattına indirdiği felaket bile korkunç idi. Büyücü ve savaşçı mumyaların hattında koca bir gedik açılmştı. Yeşil ışık patlamaları ve ışıktan tokatlar havada çakıp duruyordu.

Jaresleri karşılayan savaşçıların yüzleştiği saldırılar ilk önce buzul çemberi ışımasıydı. Bu dondurucu ışımanın etkisine karşı koruma ve destek büyüleri almalarına karşın koruyucular sadece bununla uğraşmak zorunda değildi. Karanlık mızraklarından yaylım ateşlerine karşı durmalı, yıkıcı gazap ışığı saldırılarından sakınıp korunmalı, ayaz mızrakları ve zehir oklarından rüzgarlarla boğuşmalıydılar. Üzerlerine yağan siyah şimşeklere rağmen hareket etmeyi bırakmamalı ve sürekli vurmalı ve vurmalıydılar. Savaşçı tanrı Azes'in koruyuculara ihsan ettiği çelik efsunları sayesinde sert ve isabetli vuran silahlarıyla düşmanlarını sürekli üzerlerinde tutup diğerlerini korumalıydılar.

Yaptıkları buydu ve bunu çok da iyi yapıyorlardı. Azes'in efsunları düşmanların üzerine kamçı gibi inip ateş gibi özlerini yakarken Jaresler ve süvarileri koruyucuları aradan çıkarmadan gurupların üzerine çökemeyeceklerinin çok farkındaydılar. Koruyucuların kılıçlarındaki efsun gurup büyücülerinin güçleri için bir akıntı yoluna dönüşmüştü ve bu güce arkanı dönmek demek ölüm demek idi. Büyücülerin güçlü büyüleriyle yüklediği kılıçların vuruşları arada mesafe olsa bile bir mızrak gibi, bir şimşek gibi çakıyor ve Jaresleri isabetle vuruyordu.

Bir köşede Althar ve Brom ile Jeena liçin üzerine çökmüş onunla dans ediyorlardı. Diğer köşede Hrar ve Kuup bir jares ile boğuşuyordu ve Kuup'un jaresin üzerine sıçrayıp liç süvari ile yaratığın üzerinde dövüşmeye başladığı anlarda savaş alanının bu köşesi çok hareketlenişti. Hrar da bir ilham ile Jares'in üzerine sıçrayıp boğazına yapışmıştı ve çıldıran jares savaş alanının üzerinde dört döner bir halde paniğe yakalanmıştı.
Bir diğer köşede son derece düzenli ve disiplinli bir kavgada Paladin Lokka kendi payına düşen jares ve liçi canlarını öldüresiye sıkarak meşgul ediyordu. Güçlü paladinin içindeki ışık çok kudretli ve ateşliydi. Göz kamaştıran ışığı ve kılıcındaki kutsal ateşler yüzünden jares bu paladinden hem uzak durmaya çalışıyor hem de ondan uzak durmamaya çalışıyordu. Jares şaşırmış ve karmaşayla kendini kaybetmenin eşiğine gelmişti. Süvari liç öfkeden kuduruyor ama bir türlü jarese hakim olup istediği saldırıları istediği şekilde gerçekleştiremiyordu.
Bolthar'ın üzerine çöktüğü Jares ise diğer bütün savaşçı ve büyücülerin de üzerine odaklandığı ilk hedef idi. Arkayı temizleyip öne doğru dönme düşüncesiyle dövüşen akıncılar bu jares ve liç üzerinde korkunç bir hızla, bütün güç ve kabiliyetleri ile çalışıyorlardı. Süratle buradaki sayıları indirmek istiyorlardı. Bir liç kendini ve savaşan ordusunu yenileyip tazelemek için çok ilginç yöntemlere sahip bir düşman idi ve buna fırsat verilmemeliydi.
Bunlar olurken çevreyi sarmış olan mumya büyücüler ve mumya savaşçılar ise çevreye cömertce saçılmış Althar'ın savunma önlemleriyle yüzleşmekle meşguldü. Bu önlemler arasındaki kristal golemler süratle bir elma büyüklüğündeki çekirdeklerinden patlayıp beş metre boya ulaştığı andan itibaren büyücülerin başının belası olmuştu. Büyüye bağışıklık sahibi olan bu canavarların saldırısı mumya büyücüleri daha az doğrudan yöntemlerle kendilerini savunmaya itmişti ama azalan sayıları yüzünden bu yöntemler de kısa sürede gücünü kaybetmişti. Silahşörlerin saçtığı mayınlar ve süratle kurup kullanmaya başladıkları kıyıcı taret silahlar gölgeörücülerin evcillerinden de yardım alıyordu. Ateş ve toprak elementalleri yanında yarım düzine iskelet devi de Akıncıların safında dövüşüyordu. Özellikle Radorna'nın iskelet devleri ve Rom'un golemleri burada kemm savaşçılar üzerinde çok etkili oluyordu. Bu savunmaları aşıp hala merkezdeki guruba yaklaşabilen sayılı mumyayı karşılayan ise Şaman Vjanix'in şimşekler çaktıran totemleri ile koca bir kar kaplanına dönüşmüş druid Snowmia'nın ayazlı pençe vuruşları ve donduran nefesiydi. Avcı silahşörlerin evcilleri de bu koruma çemberinde olanca güçleriyle vahşice çarpışıyordu. Büyücü ve şifacılara ne büyü ne de kılıç yaklaşabiliyordu.

Yine de kavga bu kontrol halinde gibi görüntüsüne karşılık son derece zorlu ve parmak uçlarında cereyan ediyordu. Auruz Vektashi güçlü bir liç idi ve ondan önce de güçlü bir büyücü rahip idi. Üzerindeki kadim ve kudretli kan asası olamadan bile bir dolu kudret yadigarının güçleriyle kuşanmıştı. Büyülerinde usta ve irfanda derindi. Auruz güçlü ve belalı bir düşmandı ve Brom ile Althar bunu iliklerine kadar işleyen soğukta hissedebiliyordu. Auruzu'un ustaca ve yıkıcılıkla kullandığı asasının girdap darbeleriyle savaşıp onun üzerine kalmaya çalışmak iki koruyucu için de çok zorlayıcıydı.
Kemm Liç arka arkaya kullandığı büyüleri ve doğaüstü yetenekleri ile hem koruyuculara hem de salondaki bütün akıncılara neyle uğraştıklarını bir an olsun unutturmuyordu. Liçin üzerindeki vampir ışıma durmaksızın bütün akıncılardan kan emiyor ve can çalarak acı şokları vuruyordu. Ayrıca liçin aldığı bütün hasar bu salondaki kullarının üzerine bu ışıma yüzünden belli bir oranda dağılıyordu ve liç daha az hasar alıyordu. Ayaz rüzgarı patlamaları gurubu vurup sarsıyor ve bir süre için hepsini hareketsiz bırakıp ayaklarını dizlerine, bellerine kadar buza saplıyordu. Bunun ardından gelen soğuk kuyu büyüsü ile oluşan kara hiçlik kuyusunun soğuk ışıması yakınında yakaladıklarının bedeninden bütün ısıyı emerek onları donduruyordu. Soğuk kuyuların sayısı git gide artıyordu ve salondaki savaş alanı her an değişerek akıncıları hareket halinde tutuyordu. Kemik tuzağı büyüsünün yarattığı engeller yüzünde hareket etmek sorundu ve yavaşlayıp saplanan akıncılar hemen o anda üzerlerine yağan karanlık mızrağı dalgalarıyla yüzleşiyordu. Bir yere çok fazla akıncı toplandığında liç oraya hemen bir yeşilköz topu büyüsü gönderiyordu ve geniş bir alanı parçalayan bu büyü yüzünden şifacılar zor anlar yaşıyordu.
Ama şifacılar en çok gazap ışığı büyüsüyle zor anlar yaşıyordu. Bu saldırıyla vurulan kişiyi tam zamanında yakalayıp süratle koruma altına alamaz ve iyileştirmezlerse bu kişinin süratle kaybedilmesi hem de diriltme kabul etmeyen lanetli bir ölüme kaybedilmesi işten değildi. Şimdiden üç akıncıyı ölüme kaybedip Snowmia ve Vjanix'in diriltme büyüleriyle geri getirmiştiler zaten ve bunu savaş sürerken daha kaç kez yapabileceklerinden emin değildi şifacılar. Savaş alanında savaş sürerken bir ölüyü canlandırmak çok tüketici bir çabaydı.

Althar kavgayı olabildiğince yakından izliyordu ve sürekli kardeşi Hunthar'dan iletişim taşıyla bilgi alıyordu. Akıncılarının gücü süratle eriyordu. Vampir ışıma ve maruz kaldıkları diğer saldırı büyüleri şifacıları çok zorluyordu. Hem kemmler ve hem de Jaresler ile uğraşmak da akıncıları tüketiyordu. Ellerindeki en sert saldırılarla büyük bir çaba göstererek dövüşüyordu Althar'ın Akıncıları. Hem kaçıp sakınıyor hem de vurup duruyorlardı. Bu söylendiği kadar kolay yapılan bir şey değildi. Çok büyük bir odaklanma ve çok büyük fedakarlıklar gerektiren bir çabayla terliyordu hepsi.

Savaşın dönüm noktası salonun mühürlerinin kırıldığı andı ve Hunthar bunu bekliyordu. Hemen işaretini verdi ve diğer üç silahşör hemen Hunthar ile harekete geçtiler. Shokunami ve Sulvor da Hunthar ile beraber hemen belirledilkleri beş noktaya koşturdular. Sırtlarındaki çantaların içinden çıkardıkları büyülü kutuları yerlerine yerleştirip etkinleştirdiler. Büyülü kutuların kurulmuş büyüleri hemen birbirini tanıyıp birleşti ve ortak güçleriyle salonun bütün duvarlarını karış karış gezip bir kabarcıkla sardılar. Kabarcık kısa süre içinde yoğun bir büyü ile ışıldamaya başladığında Hunthar tamam olduğunu biliyordu.
"Eris! Romulion! Sizin sıranız!" diye bağırdı cüce.
Gölgeörücüler hemen öne çıktılar ve ortak büyülerine başladılar. Eris'in yönetimindeki büyüye destek oluyor ve bütün gücünü Eris'e aktararak onun odaklanmasına, dayanmasına yardımcı oluyordu Rom. Eris bağlar ve karanlık iblis büyüleri konusunda bir uzman olarak üne sahipti. Burada uzmanlığı gerekiyordu. Burada kesilmesi gereken bir bağ vardı!

Ejderhanın varlığı ve liç ile bağlantısı konusunda ellerinde ne kadar az bilgi olsa da bildikleri Eris için çok şey ifade etmişti ve Eris hemen hazırlıklara başlamıştı. Eris bunun çok zor olmadığını ama çok riskli ve tehlilkeli olduğunu söylemişti. Ama riskler de ona göre azdı çünkü liç son derece işi başından aşkın bir halde olacaktı. Eris o zaman bunu rahatlıkla yapabilirdi.

Aslında Brom ve Althar bir şeyler hissedip hışımla duruşunu değiştirmeye başlamış liçin üzerine ellerindeki en ağır saldırılarıyla aciliyetle çökmeselerdi Eris bunu biraz zor başarırdı ama takım oyunun gücü de birbirini kollayıp desteklemekten geçiyordu. Eris Ejderha ile Liç arasındaki bağı önce yozlaştırmış ve zayıflatmış ve sonra da tamamen kesip atmıştı. Bu bağın kopmasının ardından liç bir an için paniklemiş ve boşluğa düşmüştü. Bu öfkelenmesine ve saldırılarının gücünü daha da arttırmasına neden olmuştu. Bu aynı zamanda savunmalarında daha çok açık vermesine ve her darbede daha çok hasar almasına da neden olmuştu..
Daha, daha ve daha... Liçin karşılaştığı durum karşısında öfkesi ve saldırısı büyüdükçe savunması da düşmüştü ve canı gitgide daha çok kanamaya başlamıştı. Liçin özü her an daha çok darbe alıyordu çünkü artık salonda kalan tek bir jares ve bir avuç kemm savaşçısının düşmesi sadece an meselesiydi. Bütün akıncıların gücü ve dikkati şimdsi liçe dönüyordu.
Liçin buna cevabı daha çok öfke ve daha sert saldırı oldu. Saldırısı o kadar sertleşti ki artık tek bir koruyucuyu liçin gücü karşısında ayakta tutmanın yolu yoktu. Kısa bir süre karşısında dikilebilen bir koruyucu heme geri çekilip yerini arkasındaki arkadaşına bırakıyordu ve hatta arkadaki adam öne çıkıp artık ayakta duramayan arkadaşının önüne siper oluyordu.

Taretler artık liçe dönmüştü, golemler etrafını sarmıştı ve elementallerin saldırıları durmaksızın üzerine iniyordu. Büyücülerin ve silahşörlerin en güçlü saldırıları yağmur gibi üzerine yağıyordu.

Liç artık çıldırmıştı. Kaçış yolu ve destekleyici bağı yok olmuştu. Üzerine çöken bir kıyametti ve buna dayanamıyordu artık. Saldırıları bir noktadan sonra artık ıskalamaya ve hedefini bulmamaya başlamıştı. Gücü ve kontrolü zayıflıyordu, özü sarsılıp varlığı titreşiyordu. Aklı ve iradesi gölgeler ile kaplanmıştı. Düşünme gücü ve hakimiyeti zayıflarken içindeki bir duyguya sarıldı. Sadakat.
Hışımla, yeni bir şevkle ayağa kalktı içindeki gücü. Hem efendisi ve hem de Atası için son bir dik duruşla son kavgasını verdi. Cesurca ve onurla dövüştü, kudurmuş bir gazapla dövüştü Auruz Vektashi. Ama kaçınılmaz olan kaçınılmaz idi. Ve kaçamadı. Sonunda özü bu saldırıya tamamen boyun eğdi ve dağılıp saçıldı. Auruz Vektashi yenildi ve Althar'ın Akıncıları'nın önünde düştü.

(devam edecek)

********

27
Kurgu İskelesi / Ynt: Drow Kraliçenin Hazinesi
« : 04 Ağustos 2012, 12:19:41 »
Selamlar

Kılıç&Büyü öykülerini diğer bütün öykülerden daha çok "kelimelerle resim yapmaya" benzetiyorum. Çünkü kılıç&büyü yazarken yaptığımız şey aklımızdaki resmi kelimelerle ifade etmek. Okumayı ve yazmayı sevdiğim tarz bu olduğu için özellikle öykün kakkında fikirlerimi yazmak istedim.
Hangi yazarları ve kitapları okuyorsun, kimlerden etkilendin bilmiyorum ama burada gördüğüm kadarıyla aksiyon yönü ağır basan satırlara imza atmışsın. Aksiyon yönünün ağır basmasında bir sıkıntı yok eğer bunu dengeleyecek kadar bilgiyi ve örgüyü satırlara yedirip büyük resmi iyi çizebiliyorsan.
Benim eleştirim burada büyük resmin biraz zayıf kalması olacak. Karakterler kim kimdir, necidir bunlar, neredeler, ne yapıyorlar, ortam nasıl, buraya nasıl neden geldiler? Gibi soruların bence havada kalmaması lazım ki aksiyon yerine otursun.
Resmin arkaplanına biraz daha zaman ayırıp öykünü destekleyecek kadarını çizmen gerektiğini düşünüyorum. Benim söyleyeceklerim bu kadar.

Saygılarımla.

28
Kir Jarad koca bir kükreme ile öne atıldı ve yürüyüşü saldırı koşusuna dönüşürken aynı şekilde karşılık gördü. Althar, Bolthar ve Brom koşarak öne atıldılar. Althar'ın dudaklarında güçlendirme ve koruma duaları bütün akıncıları için fısıldanırken Bolthar yırtıcı bir savaş narası ile cüce tanrısı Durathar'ın adını haykırdı. Brom içindeki kan mirası gücünü; ateş devinin gücünü çağırdı. Cüssesi o koşarken büyümeye, derisi kalınlaşmaya, ateşi har yanmaya başladı. Koca zırhında işli dev demirciliği efsunlarının yardımıyla zırhı da bu değişime süratle ve kuvvetle uyum sağlıyor, değişiyor, yeni bir cüsseye ve güçlere bürünüyordu. Brom birkaç kısa an içinde altı metre boyunda bir deve dönüşmüştü. Kızıl derisi altın ve kızıl ışıltılı rünlerle desenlemiş yarıdevin siyah zırhı da ateş gibi yanan rünlerle parıldıyor ve etrafına bir ateş çemberi yayıyordu. Elindeki devasa kara kalkanı ve ateş gibi yanan kocaman enli kılıcıyla ilk vuran Brom idi. Ve sağlam vurdu.

Üzerine savrulan baltayı başını eğerek ve ileri iki koca adımla sıçrayarak karşıladı Brom. Yandan güçlü bir yarma vuruşuyla kılıcını şiddetle savurup ilk kanı akıttı. Ejder Özlü ilk kana uludu ve cezalandıran darbelerle Brom'un kalkanına defalarca çöktü. Brom iyice savunmaya çekilip karşıladı bu darbeleri ve bıraktı cüce kardeşler bu sinirli anında düşmanlarına vurabildikleri kadar vursunlar. Cüceler bu fırsatı kaçırmadı zaten ve balta ile çekiç dinmeyen bir şiddetle, bu öfkeden göz dönmüş ve darbeleri henüz hissetmeyen, ejderdeve indi durdu.

Kavganın ilk anında bütün büyücüler, ulaşım büyüleriyle kendilerini yer seviyesinden yukarıya taşımışlardı.  Köprülerin arasında kalan bölümlerde bulunan koca su oluklarından şelale gibi sular çağlıyordu. Bu şelalerin gürleyip püskürdüğü olukların üzerinde küçük teraslar gibi üzerinde dikilebilecekleri uygun alanlar vardı. Bu alanlar kavgaya güvenli bir mesafeden yıkım ve ölüm yağdırmaları için biçilmiş kaftandı. Bu teraslar aynı zamanda yanlarına bütün maharetlerini kullanarak sinsice tırmanan gececiler ve silahşörlerin savaş evcilleri için de biçilmiş kaftandı.

Sinsice geri çekilip gözden ustaca kaybolmuş gececilerin ve silahşörlerin büyücülerin üzerine çökmesi hiç de uzun zaman almamıştı. Sıçrayıp tırmanarak, süzülüp uçarak kısa sürede aradaki mesafeyi ve yüksekliği, ulaşılmazlığı aşmıştı Akıncılar. Büyücülerin ilk anlarda gurubun üzerine bolca akıttığı büyüler az sonra tekliyordu ve büyücüler üzerlerine çöken bu güçlendirilmiş kıyamet kılıçlarıyla yüzleşiyordu. Koruma ve güçlendirme büyüleri sayesinde, normalde tek başlarına karşı duramayacakları rakiplerine karşı güçlü bir avantaj yakalamış akıncılar, acımasızca saldırıyorlardı.

Ana gurup ilk anlarda sadece sıkı bir savunma ile üzerine çöken büyüye karşı durmaktan başka bir şey yapamadı. Üzerlerine gölge sütunları yağarken, yozlaştırma ışınları tek tek onları yoklarken, zehir voleleri saflara dalgalar halinde bindirirken, ateştopları ortalığı cehenneme çevirirken... Sadece direndiler ve ayakta kaldırlar. Büyücüler ve ruhbanlar olanca güçleriyle korumaları ayakta tutup şifa büyülerini dost safların üzerinden eksik etmediler. Cezalandırmaya karşı yapabilecekleri çok fazla bir şey yoktu çünkü açık alanda ve dört yanları çevrilmiş biçimde çok güçlü bir büyücü çemberinin içine düşmüştüler. Ama gececiler ve silahşörler büyücüleri oyalama işini alır almaz, çember kırıldı ve felaket dişlerini çıkardı. Sahaya bu andan sonra Akıncıların yıkıcı gücü ağırlığını koydu.

Jakk sinsiliğinin pelerinine sığınarak süratle safların arkasından dolanmış ve diğer gececilerle, silahşörlerle her zamanki yöntemlerle paylaştıkları hedefine dönmüştü. Jakk kendini sütun terastan aşağıya savururken hala Gececi Tanrıçası Xilli'nin ihsanı olan görünmezliği üzerindeydi. Raskan cengaver bir müddet düştü ve sonra bilekliğindeki halatkamçı düzeneğini iradesi ile çalıştırdı. Büyülü halatkamçıdan örümcek ağı gibi, sarmaşık gibi bir kol ileri ok gibi atıldı. Yukarıdaki su oluğunun başını süsleyen koca ejderha başı süslemesindeki dişlerden birine sıkıca sarıldı. Halatkamçı minik raskanı süratle yukarı çekti ve Jakk su gibi akıcı bir çeviklikle, ölüm gibi sinsice tırmanıp büyücü kemmin arkasına geçti.
Kemm daha ne olduğunu anlayamadan üzerindeki bütün korumaları düşmüş ve bütün büyüleri susmuştu. Hışımla arkasını dönüp elindeki koca asasıyla savunma pozisyonu almaya çalışırken kalın zırhının delinip bedeninin deşildiğini hissetti. Güçleri de hemen hemen aynı anda geri geliyordu ama çok geçti. Bedenine işleyen zehir kokteyli çok güçlüydü, bedeninin içini oyan bu kama çok acımasızdı. Amansız ölümün kollarında acıyla inlemeye bile güç bulamadı kemm büyücüsü. Jakk çok temiz ve hızlı bir biçimde kemmin kafasını diğer kamasıyla kesti ve şelaleden aşağıya bıraktı. Çocuksu ve neşeli bir gülümsemeyle safça konuştu.
"Biri gitti, kaldı yedi." Jakk'ın yanında taşıdığı en pahalı donanımlardan birisi anti büyü kristali taşıyan büyücü kapanıydı. Tek bir kristalin bedeli eşek sürüsü yüküyle altın ve mücevher değerinde olduğundan ve güçlü büyücülerle, büyülerle karşılaştığında bu nesne çok çabuk özelliğini yitirdiğinden; bu nadir nesneleri bulundurmak ve verimli kullanmak her babayiğidin harcı değildi. Jakk çok ensesi kalın bir babayiğit idi.

Furin, Jakk kadar oyuncak meraklısı değildi ama yarı kan kanatlı elf olan bu cengaverin de kendine has kabiliyetleri vardı. Furin sırtındaki kanatlarını gizleyen büyüyü etkisizleştirip gerçek görüntüsüyle kendini sütun terastan aşağı savurduğunda kanatları onun hemen yukarı kaldırdı ve süratle çizdiği küçük bir yayın ardından görünmezlik pelerinine bürünmüş halde kendi payına düşen büyücünün üzerine çöktü. Furin'in dalışı habersiz büyücünün kalkanının üzerine patladığında büyücü sendeledi. Kanard(kanatlı elf kanı taşıyan yarı elflere verilen isim) elinde tuttuğu iki ucu bıçaklı koca savaş asasıyla çılgın bir saldırıya kalkmıştı. Büyücü korumalarını güçlendirip itici ve zarar verici büyülerini arka arkaya gönderiyordu ama Furin'in havadaki dansı kusursuzdu. Kanatlı savaşçının bir arıkuşu gibi süratli ve çevik saldırısı hem büyücüyü sürekli savunmada kalmaya zorluyor hem de arada bir çıkartabildiği büyülerin büyük bölmünden sakınmasını sağlıyordu. Yine de bu uzun süre devam edebileceği bir dans değildi ve Furin arkadaşlarına sadece zaman kazandırdığının farkındaydı. Varsın öyle olsundu. Onlar gerekeni en kısa sürede yapacaktı zaten, silah arkadaşlarına güveni tamdı.
Shokunami ve Hunthar'ın kendi paylarına düşen büyücülere karşı yaklaşımı bu gececi ve büyücü silahşör tayfasının yaklaşımından daha farklıydı. Avcı silahşörler olarak menzilli savaş taktiklerine ve savaşçı evcillere güvenen bu cengaverlerin saldırısı ilk anda iki büyücüyü kilitlemişti. İki evcil; ejderkedi Çozz ve fazörümceği Yapışş, efendilerinin saldırıları için iki büyücünün dikkatini dağıtıp duruyor ve büyü kullanmalarına engel olmak için bütün maharetlerini ortaya koyuyordu. Çozz uçarak ve yer değiştirip kah yakından, kah uzaktan vurarak kemmin bir saldırı taktiği geliştirmesini zorlaştırıyordu. Shoku bu esnada bu güçlü kemmin büyülü korumalarını kırmak için Nesinfey300'ü ile durmadan güçlü özel atışlarını saydırıyordu. Hunthar'ın buharlı arbaleti de geri kalmıyordu. Uzun bir sıçrayışla, süratli ağ halatlarıyla kısa sürede kendi büyücüsüne ulaşmış olan Yapışş isimli fazörümcek, büyücü kendisini itici şok dalgası büyüleriyle aşağılara fırlatsa bile süratle geri dönüyordu ve asitli ağ tükürüğü ya da zehir püskürten ısırışıyla oyalama işini başarıyla yerine getiriyordu. Hunthar'ın atışları büyücünün büyü gücünü emen sülük atışlar ve sessizlik etkisi getiren atışlar ağırlıkta olmak üzere hastalık ve zehir özellikleri taşıyan sinsi atışlardı. Atışları yağmur gibi yağıyor ve hiç ıskalamıyordu.

Diğer büyücüler de benzer yöntemlerle kontrol altına alıdığında gurubun savaşçıları öne çıkabilmiş ve kendilerine yüklenen devasa kemm savaşçıları ile çarpışmaya başlamıştı. Bu noktada Cens'in bu salondaki şelalerin gücünü suejderinden kollara çeviren büyüsü çok etkili olmuştu. Büyü oldukça kalabalık sayıda kemm savaşçısını bu yuvarlak savaş alanından süpürüp aşağıdaki sulara fırlatmıştı. Suejderleri Kir Jarad tarafından çözülüp ortadan kaldırılana kadar gölgeörücüler de savunucu konumdaki güçlerini yeniden düzenleyip iblis evcillerinden oluşan bir gurubu savaş alanına celp etmişti. Eris ve Romulion ikilisi güçlü ustalardı. Sanatlarında derin ve karanlık güçleri olan ikili pek az sayıda gölgeörücünün aynı anda hükmedebileceği sayıda iblis evcile sahipti. İki büyücü de beşer evcilini(imp, sukubus, kılıçiblisi, gölgedevi, cehennemdevi) savaşa sürdüğünde ortalık bir anda çok daha kalabalıklaşmış ve aynı anda da çok daha hızlı seyrelmeye başlamıştı.
Büyücülerin ve şifacıların önüne kalkan olan koruyucu cengaverlerin yanına destek gelen bu on ifritin güçleri efendilerinin gücüyle birlikte katlanırdı ve Eris ile Romulion'un evcilleri burada kemm saflarına kıyamet gibi vuruyordu. Kemm safları yavaşça ama sürekli biçimde toparlanıp biraraya getirilerek büyücülerin vuruşları için daha kolay hedefler halinde kontrol altında tutuluyordu.

Çok karmaşık gibi görünen savaş alanı aslında şu haliyle sınırları Althar tarafından çizilmiş son derece düzenli bir oyun sahasıydı ve herşey yerli yerindeydi, herkes vazife başında idi.

Koca devin vuruşları sert ve çok etkiliydi. Büyülü güçlerle yüklenmiş baltanın ve fiziksel gücünün koruyucuların üzerine yüklediği mistik hasarların tedavisi zorlayıcıydı. Üç koruyucu mükemmel bir dans ile sürekli değişerek devin ilgisini üzerlerine çekiyordu ve diğerleri saldırıların hasar ve etkilerinden arınırken kendini feda ediyordu. Koruyucu olmanın doğası ve kuralı buydu. Ne Brom, ne Bolthar ve ne de Althar bundan şikayetçiydi. Bu onların onuru ve dostlarına borcuydu. Bir koruyucu olmak zorlu ve fedakar, cefakar, acı dolu bir yol idi.

Acı hiç eksik olmuyordu koruyucuların üzerinden. Kir Jarad'ın güçleri keskin ve şiddetliydi. Güçlerini hışımla ve ustalıkla kullanıyordu. Taktikleri vardı ve Althar'ın hemen dikkatini çektiği üzere çok akıllı bir düşman olmasa da son drece disiplinli ve kararlı bir düşmandı. Brom'un ateş güçleri ve darbeleri epey yaralayıp canını yakmasına rağmen hiç gerilemiyor ve temkinli yaklaşmıyordu. Kir Jarad kafadan dalmaya ve öfkeyle kudurarak dalmaya devam ediyordu. Vuruşları git gide güçleniyor ama savunması da daha çok açık veriyordu. Yine de dev yaratık bu üç koruyucunun verdiği hasara daha saatlerce dayanabilecek gibi güçlü bir duruşa sahipti.

Güç... Bu ejderdevin sahip olduğu şeydi. Koca yaratık savaş ve kıyım için, yıkım için yaratılmıştı. Vuruşları ve kabiliyetleri çok etkiliydi, çok sakınılasıydı. Üç koruyucu mümkün olduğunca bu darbelere hedef olmamaya ya da aldıkları hasarı daha azaltacak şekilde darbeleri kabul etmeye çabalıyordu.
Ejderdevin vuruşları düzen içinde ve neredeyse şaşmaz bir ritim içindeydi. Büyücülerin kilitlenmesinden sonra ritm kısa sürede çok daha belirgin hal almıştı. Büyücüler gidince bir iki yeni taktik daha kullanmaya ve hem koruyuculara hem de akıncı gurubun tamamına vurmaya başlamıştı.

Önce bir şimşek zinciri geldi. Üç koruyucu bu şimşek zinciri üzerlerine vurduğunda acıya ve iradeyi test eden bedenlerinin tepkilerine karşı direndi. Bu zayıflamış hallerinde ikinci geniş alanlı saldırıya hedef oldular. Yıldızateşi nefesi ejderin ağzından geniş bir koniye acımasızca, hiddetle kükrendi. Vuran darbe hem yakıcı hem de dondurucuydu. Vuran darbe bir dağ gibi güçlüydü. Şifacılar ve büyücüler tam koruyuculara destek büyülerini göndermeye çalışırken bu defa da onların üzerine bir yıldırım fırtınası büyüsü patladı ve koca akıncı gurubu bu yıkıcı fırtına çemberinden sağa sola çılgınlar gibi kaçışıp savruldu. Bunun üzerine Ejdervekil diğer bir büyüyü haykırdı ve saldırdı. Baltasını yüklenmiş koca büyü ile yere bir çekiç gibi vurdu. Baltadan patlayıp yayılan enerji kubbesinin dalga dalga vuruşu hem koruyucuları hem de diğer beş gurubu birden vurdu. Bu kaçınılmaz darbenin ardından toparlanmaları daha da geciktiren koca savaş çığlığının içindeki girdaplı şok ezgileriydi. Büyücülerin ve şifacıların güçleri bu saldırı dizisi her cerayan ettiğinde test ediliyordu. Kısa süre içinde arka arkaya bu kadar yoğun saldırı yapabilen pek az rakip ile karşılaşmıştı Akıncılar. Bu dev tam bir yokedici idi. Zaman büyük bir düşmandı, bu dev süratle yok edilmeliydi!
 
Büyücülerin üzerine çöken saldırı, ejderdevin saldırı dalgalarından fırsat buldukça ama artan bir aciliyet hissinin verdiği artan bir güçle gerçekleşiyordu. Büyücüler onları oyalayıp zayıflatan silahşörlerin ve evcillerin karşısında tek başlarına hala güçlüydü ama uyum sağlamaları, taktik bulmaları, karşısındakinin korumalarını tüketmeleri zaman alıyordu ve bu zaman onlara kendi yıkımları olarak dönüyordu. Büyücü kemmler olanca dayanıklılıklarına ve sahip oldukları yıkıcı öldürücü güçlere rağmen akıncı gurubun mükemmel bir savaş dansı sergileyen birlik ruhu karşısında boyun eğiyordu.

Bir büyücü daha, daha çok savaşçı kemm... Bir büyücü ve bir tane daha... Ve daha çok kemm savaşçısı... Sayıları azaldıkça Akıncıların bu düşmanlara vuruşu daha da sertleşiyor ve güçleri artan bir oranla koruyucuların uğraştığı Ejderdeve dönüyordu.

Sonunda bütün büyücüler gittiğinde kalan savaşçılar da biraraya toplanmış ve hepsi süratle alan etkili katliam büyüleri ile yokedilmişti.
İşte bu anda yapılması gereken kapıların mühürlenmesi ve köprülerin yıkılması idi. Shokunami, Kuup, Sulvor ve Levye ile Hunthar bu işe verilmişti. Sabotaj ustaları kısa sürede bir bir tünelleri çökertiyor ve köprüleri havaya uçuruyordu.

Ejderdev üzerine çöken felaket karşısında gitgide daha da öfkeleniyor ve şiddeti artan bir saldırıyla üç koruyucuya yükleniyordu. Üç koruyucu daha sık biçimde yer değiştirmek zorunda kalıyordu. Devin saldırı dizisindeki aralıklar gitgide azalıyor ve saldırıları sıklaşıp güçleniyordu. Ama aldığı karşılık da güçleniyordu. Akıncılar deve tamamen uyum sağlamıştı ve ritmik saldırı düzenine karşı tepkileri kısa sürede ezberlemişti. Dev ile dans ediyordular...

Dans daha fazla uzamadı. Bir kez ritmi yakaladıklarında bu iş Althar'ın Akıncıları için çocuk oyuncağı idi.

Ejderdev üzerine yağan saldırılar karşısında elinden geleni olanca şiddetiyle yaptı ama bu onun kaldırabileceğinden daha ağır gelmişti. Karşısındakiler bir çapulcu ork ordusu değildi. Bunlar Althar'ın Akıncıları idi. Ve dev boyun eğdi.

Dizlerinin üzerine şiddetle yığılırken kanatlarını ve kollarını açıp son bir savaş çığlığı ile kükredi. Bir kez daha ayağa kalkmaya çabaladı ama Brom'un göğsüne attığı güçlü bir tekme ile yere sırtüstü serildi. Bolthar'ın baltası iki kaşının tam ortasına indi, Althar'ın savaşçekici göğüskafesinin ortasına patladı. Bir daha da yerden kalkamadı Kir Jarad. Akıncıların silahları birbiri ardına üzerine saplanıp onu yere adeta mıhladı. Büyüler onu ezdi ve özünü yakıp kül etti. Ejderdev, Kir Jarad işte böyle düştü ve öldü.

(devam edecek)

******

29
*****

Törpü yolu çok iyi biliyordu ve Albay Duumkla da bu yolun üzerinde herhangi bir devriye ya da karakol noktası ile karşılaşmamaları için gerekli ayarlamaları yapmıştı. Korvenler yedi aşiretten oluşuyordu ve şu andaki fetih ittifakı sadece Rorklutch'ın aşiretinin ordu gücüne, rahip Leşkesen'e Kemirgen Baba Schpidemos'un dokunduğu söylentilerine dayanarak ayakta kalıyordu.
Lakin o durum bile liçlerin varlığı ve yaşanan bozgunlar ile zora girmiş bir durumdu. Şu anda bir korven ve Altıngöl ittifakının ortaya çıkması demek bütün herşeyi yerle bir eder ve Rorklutch'ın seneler boyunca inşa etmek için uğraştığı çok şeyi yıkar yok ederdi. Rorklutch bozgun sonrası dağılmayı bir şekilde kurtarabileceğine inanıyordu ama bu ittifak ortaya çıkarsa herkesin gözünde hain olacaktı. Bütün korvenler onu hain bilecekti. Onlar gerçeği -bütün aşiretleri kurtarmak için bu ittifakı kurduğunu- bilmeyecekti.

İşte bu çetrefilli durumun göbeğindeki akıncı gurup tam hız ilerlerken diğer tarafta Rorklutch da içinden küfürler yağdırarak ordularına saldırı emrini veriyordu. Son ve Altıngöl şehirleri düşene kadar durmayacak büyük saldırı başlıyordu. Althar koca fare bineğin sırtında süratle karanlık tünellerde ve havzalarda ilerlerken içine doğan ilahi hisle bunu biliyor ve görüyordu. Tanrısı Durathar'ın ona gönderdiği görüş ile saldırının başladığını biliyordu. Cüce paladin dişini sıktı ve derin, sıkıntılı bir nefesle kaşlarını çattı. Yüzü öfkeyle buruştu ve karardı.
"Daha hızlı seni pis kokulu iğrenç kıl yığını! Daha hızlı!" diye bağırdı Althar.
Hemen Althar'ın önünde giden Törpü, Althar'ın neden hız istediğini bilmiyordu belki ama ses tonundaki acele tınısını çok iyi biliyordu. Törpü sadece lider binek olan kendi bineğinin eyerindeki hız tılsımlarını etkinleştirerek cevap verdi. Törpü'nün bineğine tılsımlı bağlarla bağlı diğer eyerler de hemen aynı şekilde hızlandı ve bir an sonra fareler yeraltında eskisinden çok daha hızlı ilerliyordu.

Yolları pek çok karanlık ya da ışıklı bölgeden geçti. Fosforlu dev mantarlarla kaplı koruların yanından ve içinden geçtiler. Koca bir rengarenk asit gölcükleri bölgesinin içinden yıldırımlı bir hızda geçip karanlık bir tüneller labirentinde ilerlediler. Bir noktada suyun altına indiler ve uzun dakikalar boyunca eyerlerinin onları korumak için başlarının çevresinde yarattığı su baloncuğundan bir korumayla yolculuk ettiler. Bataklık benzeri sıcak ve boğucu havzalardan ilerleyip her yandan şelale ve boşalan derelerle dolmuş koca bir göleti yüzdüler, şelale basamaklarını tırmanıp karannlık ve ıslak, rüzgarlı tünellerde ilerlediler. Devfareler ilerlerken zamanın ucunu kaybettiler. Süratle ve durmadan, büyülü bir dayanıklılıkla ilerlediler.

Uzun saatler sonra hatta belki de bir gün sonra aniden durduklarında hedeflerine ulaşmıştılar. Devasa bir sıcak su göller bölgesi olan büyük Nauzor Rashnil havzasının karanlık ve çorak, kayalık bir kenarındaydılar. Havzanın neredeyse tamamına hakim bu tepecikten önlerindeki koca piramidi bütün azametiyle görebiliyordular.
"Nauzor Rushnill," diyerek konuştu Törpü. Pek konuşmamıştı yol boyunca. Althar'ın birkaç kez sorduğu sorulara kısaca cevaplar vermişti ve bunlar da sadece baş sallama, el kol hareketleriyle işaret etmeler ya da onaylayan nidalar olmaktan öteye girmemişti. Ama şimdi konuşuyordu ve bu seste yoğun duygular vardı. "Kan Tabyası. Kemmlerin yükselişte olduğu zamanlarda yapılmış bir kale, bir sunak. İçeride tutsak bir mavi Ejderha Umlobb Uykusunda uyuyor ve Liç ondan emdiği ejder özüyle ordularını güçlendiriyor. Kendisi de Ejderha'ya bağlı. Gogan'ın Şamanlarının elinden bu sayede kaçabildi. Ejderin özüyle olan bağı onu yokoluştan kurtarıp kudretli bir liçe dönüştürdü."
Althar onaylayarak başını salladı.
"Anlıyorum. Ürkütücü," diyerek bir kez daha uzun uzun havzaya baktı paladin.

Yaklaşık bin metre taban uzunluğuna ve sekiz yüz metre yüksekliğe sahip devasa bir şehir piramidi idi bu. Bu piramidin kuzey duvarına sırtını verdiği havzanın ölçüleri, kuzeyden güneye yedi fersaha yakındı. Doğudan batıya uzunluğu da neredeyse bir bu kadar vardı. Bütün bu havza sucak su vahaları ve sıcak su nehirleri, fosforlu mantar koruları, kristal kolonileriyle doluydu.  Yer yer bataklık ve yer yer soğuk su dereleri nedeniyle sisli boğucu bölgeler de vardı. Piramidin üzerinde oturduğu kayalık zeminin çevresi doğal hendekler ve içinde namevt orduların gezindiği sık yeraltı ormanları ile çevriliydi. Havada koca rüzgar tünellerinden akan yer yer yumuşak, yer yer vahşi rüzgarlar vardı.  Piramidin kendisi uğursuz ve boğucu bir hava yaratmada geri kalmıyordu. Üzerindeki devasa büyülü ateş çanakları ve kızıl siyah rün yazıtlar ışıldıyordu. Gölgeler ve ürkütücü yeşil alevlerin ışıkları piramidin üzerinde dans ediyordu. Althar derin bir nefes çekti. Burayı hiç mi hiç sevmemişti. Burası burnunun direğini kıracak kadar kara büyü ve kadim efsun kokuyordu.

Fareler Törpü'nün önderliğinde sessiz ama fırtınalı bir süratle ilerlediler. Dev binekler öncünün çok iyi bildiği kenarda köşede kalmış yeraltı su tünellerini, zemindeki yarıkları, mağara ağlarını kullanarak ilerlediler. Tırmandılar, yüzdüler, sıçradılar, süründüler ama hiç durmadılar, yorulmadılar. En sonunda derin nefesler çekerek uzun bir dalış ile suların altında kayboldular.
Basit haberleşme büyülerinin küçük ağında Törpü beklenen sözlerini fısıldarken son hazırlıklar yapıldı, kemerler sıkılaştırıldı, silahların emniyet bağları hazır konuma getirildi, savunma ve güçlendirme büyüleri hazırlandı.
"Neredeyse geldik. Hazır olun. Lağımlardan tırmanacağız ve ana boşaltma tünellerine ulaşana kadar yukarı doğru yüzeceğiz."
"Lağımlar mı?" diye inleyen ses Theoros'un sesiydi ve ses Althar'a dönüktü. Althar sessizce pis pis sırıttı. "Harika, gerçekten çok harika. Kişi köklerinden asla kurtulamıyor değil mi..." diye gözlerini devirerek ve memnuniyetsizce konuştu savaş rahibi.
Theoros titiz, şık, temiz ve bakımlı bir rahip idi. Bir de çocukluğunda Althar onu oradan çekip alana kadar pis bir lağım çocuğu, bir yankesici idi. Eski günlerin hatıralarından ve onları hatırlatan şeylerden pek hoşlanmıyordu. İlk gençlik yıllarında bu onun için çok acılı ve ciddi bir sorun olmuştu ama yıllar geçtikçe bununla başa çıkmayı öğrenmişti. Artık bu konu Althar ile aralarındaki bir şaka, bir atışma konusuydu.

Karanlık sular soğuk ve sıcak akıntılarla harmanlanan rengarenk bir palet gibiydi. Daha ileri gittikçe suyun sıcaklığı kararlı bir ılıkta sabitlendi ve düzgün duvarlar Törpü'nün yaktığı büyülü fenerinden yayılan ışıkla aydınlandı. Piramidin tünellerinin bağlandığı yeraltı mağara tünellerinden çıkmış ve el yapımı kanallara ulaşmıştılar.

İlerlerken önlerine birkaç mağara timsahı çıkma hatasını yaptı ve Törpü bu hataları arbaletinden çıkan oklarla hemen cezalandırdı. Ölü vücutları akıntıda dalgalanırken akıncılar timsahlara ikinci kez bakmadılar. Baksaydılar diğer timsahların yavaşça bu cesetlere doğru hamle ettiğini görecektiler.

Tünellerin içinde yaklaşık yarım saat kadar ine çıka, döne tırmana ilerlediler. Rota zorlu değildi ama temkinli ve yavaş ilerlediler. Sonunda başlarını suyun altından hava olan bir salona çıkardıklarında akıncıların hepsi biraz daha rahat hissediyordu. Bu bineklerle yaptıkları huzursuz ve rahatsız yolculuktan azad olma düşüncesi hoşlarına gidiyordu. Bu yola çıkış öncesi yaptıkları görev toplantısında binekleri bırakacakları yer olarak ifade edilen rezervuar salonuydu.
Yarıya kadar suyla dolu olan derin salonun zemininden, yüksekteki yürüyüş yollarına ve balkonlara önce gececiler ve avcılar çıktı. Hemen çevrede güvenlik aldılar. Fenerlerini yaktılar. Öte yandan ışıklara ek olarak karanlık görüş iksirleri içildi ya da karanlıkta görmeyi sağlayan nesneler çalıştırıldı. Diğerleri de yavaş yavaş derin sulardan çıkarken Törpü bineklere döndü ve ağzında sessiz bir kavalı çalarak onlarla konuştu. Binekler koca salonun yer yer yıkılıp çökmüş bölümlerine doğru ayak altından çekildiler ve üzerlerindeki eyerlerin büyüsü ile görünmezliğe büründüler.

En önde Törpü ve Kuup ile bir İldar efsanesi olan gececi raskan Jakk Bestius Perfekto Triksturm vardı. Arkayı kollayanlar ise şöhretli Hunthar ve cengaver Shokunami idi. Öncüler ve ardçılar bu kadar sağlam kahramanlarken gurubun bir tuzağa yürümesi gibi bir ihtimal çok düşüktü. Nitekim etrafları iskelet kemm bölükleriyle sarıldığında bunun geldiğini çok önceden görmüş ve hazırlanmıştılar.
Onları uygun bir dörtyol ağzındaki koca bir meydanlıkta sarmak isteyen iskelet yüzbaşıların ve büyücülerin aldıkları karşılık beklediklerinden çok sert idi. Elbette iskeletler de buna sert karşılık verecekti ama akıncı gurubu dehşetli sayıdaki düşmana rağmen çok sağlam duruyordu ve disiplinli çarpışıyordu.

Saldıranlar iskelet kemmler idi. Bunlar celp büyüleriyle çağrılmış iskeletler değildi. Bunlar bir zamanlar yaşamış olan kemmlerin uyandırılmış iskeletleriydi ve üzerlerindeki silah ve zırhlar kendi seçkin statülerini hemen gösterecek kadar gösterişliydi. Sadece gösterişli olmanın ötesinde bütün donanımları aynı zamanda efsunlarla yüklüydü. Boyları üç buçuk metreye varan kocaman zırh ve kalkanlar taşıyan kocaman baltalarını savuran iskelet kemm savaşçılar dehşetliydi. Koca yaylarından yeşil zehir ışımasıyla yüklü koca oklar atan kemmlerin yanında havada süzülüp hasar büyülerini saçan iskelet büyücüler de vardı. Kanatlardan vurmak için süratle gelenler ise iki ayaklı kocaman kertenkele bineklere binen -kızıl küçük alevlerle tüten- kemm süvarileri idi.

Düşman iyice yayılıp ortaya çıkana kadar Althar'ın ana gurubu daha az saldırgan ve daha çok savunmacı bir yaklaşımla ağır adımlarla savaşarak ilerledi. Durum süratle netleşip saldırının rengi belli olunca Althar daha saldırgan biçimde emirlerini verdi.

"Ezin! İleri! Durmak yok! Ezin! Dağıtın! Parçalayın! Derindere için! Altıngöl için! Şehitlerimiz için! Vurun!!! Vurun!!! Komayın!!! Hücuuuum!!! Onod Durathar!!!

Althar'ın ağzından gümbürdeyen bir gök gibi çıkan bu sözler ile Akıncılar ileriye kutsal bir şevk ateşiyle tutuşmuş gibi atıldılar. Büyülerin gücü ve deliciliği arttı, savrulan kılıçlar daha hızlı ve güçlü vurdu, şifa ve koruma büyüleri daha da güçlendi. Savaş alanına sanki meleklerin ordusu yardıma inmiş gibi bir anda Althar'ın saflarından koca bir ışık dalgası yükseldi ve iskeletlerin safları her yönde bu savrulan güçlü kılıçların, büyülerin önünde dağılmaya başladı.

Althar'ın gurubu ilerlerken oklar üzerlerine fırtına gibi uçuştu. İskelet süvariler yanan saldırıları ile saflarına bindirdi. Büyücü iskeletlerin ayazmızrakları ve zehir oku saçılım büyüleri uçuştu, kızıl şimşek zincirleri safların üzerinde dans etti. Bunların hiçbiri Althar'ın Akıncıları'nı durdurmak bir yana yavaşlatamadı. Kayadan bir sel gibi aktı ve önüne kattığı iskeletleri ezip geçerek ilerledi Akıncılar.

Auruz Vektashi bu kavgayı yakından izlemişti ve orduları saldırırken bir yandan böyle sinsi bir karşı saldırıya maruz kalması kahkahalarla gülmesine neden olmuştu. Üç fareadamı bu akıncı gurubun içinde görünce hem öfkelenmiş hem de neşelenmişti. Beyinsiz Rorklutch ona karşı çıkma cüretini göstermişti. Bir yandan bu davranışı için ona saygı duymuş öte yandan da ondan öldüresiye nefret etmişti. Ama şimdi öldürmeyecekti, hayır şimdi değil. Savaşın ya da duruma göre en azından sıradaki hamlenin sonucunu bekleyecekti.
Liç büyülü bir aynaya doğru süzüldü ve o aynadaki görüntüde yarattığı melez devi gördü. İlerliyordu. Kir Jarad. Ejder Özlü.
Bir ejderha vekili ve bir devin özlerinin arasına başka unsurlar da katarak oluşturduğu bu melez yaratığı gerçek savaşın göbeğinde bir kez daha deneyecekti. Orkların üzerindeki etkisi beklediğinin çok üzerinde yıkıcı olmuştu. Bakalım burada bu sefil yüzey pisliklerine neler yapacaktı. Neşeli ve sabırsız kıkırtılarla, için için bir neşeyle hasta kahkahalar attı Auruz Vektashi. Zevkle izlemeye koyuldu.

********

Devasaydı bu tünellerin ve koridorların ölçüleri. Bu piramit bir adak, bir sunak olarak inşa edilmişti ve dev bir ırkın devasa ölçülerdeki ordularının içinde hareket edebileceği, ejderhaların ve koca savaş kertenkelelerinin koridorlarında gezebileceği, uçabileceği büyük ölçülerde inşa edilmişti. Bu büyüklük ve ezici enginlik aynı zamanda kara tanrılarının ezici ve sınırsız gücüne de bir gönderme ve methiye idi.

Devasa şehir piramidin içi yer yer gece gece gibi karanlık ve yer yer de çeşitli büyüklüklerdeki sönmeyen büyülü ateş çanaklarının varlığıyla gün gibi aydınlıktı. Değişmeyen tek şey koridorların ve salonların duvarlarındaki oluklardan ya da çatlaklardan akan sulardı. Zemin kimi yerlerde bileğe, kimi yerde dize kadar suyun içindeydi ve bazı koridorların iki yanındaki su kanallarından sürekli su akıyordu. Büyük salonlarda duvarlardan fışkıran su oluklarının ve yıkılmış üst katlardan şelale misali akan derelerin şırıltıları, çağlamaları  kulaklarından eksik olmayan seslerdi.
Bu piramit sanki su altındaymış gibi her yanından su sızdırıyordu ve bu doğal kabul edilebilirdi. Çünkü havzanın kuzey duvarından akan koca derelerin büyük bölümü kanallar yoluyla piramidin içinden havzaya akacak şekilde düzenlenmişti. Uzun yıllardır bakım ve tamirat yüzü görmediğinden bu koca yapının içindeki çürüme ve yıkılmalar bir yere kadar çok anlaşılabilir idi.

Akıncılar durmadan ve çarpışma yoğunluğu kimi zaman hiçe kimi zaman da zirveye ulaşarak ilerlediler. Süratli ve acımasızdılar. Büyük salonları, uzun tünelleri, koca merdiven şaftlarını aştılar ve sonunda piramidin lağım seviyesinden yeraltındaki daha üst katlara onları ulaştıracak kavşak şaftına ulaştılar. Althar onları burada sıkı bir karşılamanın beklediğini öncü gececilerinden duymaya ihtiyaç duymadan biliyordu. Burada sıkı bir karşılaşma olacağından adı gibi emindi ve nitekim burada kıyamet gibi bir çarpışma olacaktı.


Yuvarlak şekilli kavşak bölgesinin çapı iki yüz metreye yakındı. Bu silindir şekilli kuyu bölgenin su yüzeyinden tavana yüksekliği ise iki yüz yetmiş metreydi. Su yüzeyindenyüz kırk metre yukarı yükselen silindir şekilli platformun çapı da yüz yirmi metreydi ve akıncılar şu anda bu terasın üzerindeydi. Dört ana ve dört ara yöne mükemmel bir mühendislikle konumlandırılmış sekiz girişten bu terasa uzayan sekiz adet kocaman köprü vardı. Ve bu köprülerin hepsinin -az önce akıncıların geldiği köprü de dahil- üzerinde  birer bölük kanlı canlı, seçkin kemm savaşçısı vardı. Bu bölüklere komuta eden birer kertenkeleadam büyücüsü vardı ki bunların çevresindeki güç halesi uğursuz şarkılarla uğulduyordu. Ve, tam karşılarında ise hakkında pek az gerçek bilgiye sahip oldukları ama yine de kısıtlı istihbarat toplayabildikleri melez dikiliyordu. Kir Jarad. Auruz Vektashi'nin seçkin savaşçısı. Ejder Özlü.

Ejder Özlü, iki ayakta dik duran muazzam kaslı gövdesiyle karşılarında dikiliyordu. Sırtında koca ejderha kanatları vardı. Boyu sekiz metreyi bulan dev kertenkele melezinin üzerinde zırh levhaları vardı ve derisinin çıplak yanları da mavi kertenkele pullarıyla kaplıyıdı. Mavi teni meydanlığın kızıl sarı ışıyan ateş çanaklarından gelen ışıklarla parlıyordu. Elindeki kocaman, uzun saplı, iki ağızlı savaş baltasının üzerinde elementlerin yozlaştırılmış kara güçleri haykırarak parıldıyordu. Ama en çok gözleri parlıyordu. Kara gözleri kuvvetli kızıl bir ışıltıyla yanıyordu. Duruşu hiddet ve yıkım açlığıyla etrafındaki havayı titreştiriyordu. Bedeninden büyü ezgileri tütüyordu.

Althar etrafına kısaca bakındı. Bu salondan sağ çıkmak istiyorlarsa son derece disiplinli ve çabuk hareket etmeleri gerektiğini biliyordu. Bir kişinin hatası hepsini öldürebilirdi burada. Herkesin üzerine düşeni dört dörtlük yapmasının gerektiği o kader kavgalarından biriydi buradaki, bunu kemiklerinde hissediyordu paladin. Cüce bu konularda hiç yanılmazdı.

"Gececi öncüler, büyücüleri paylaşın. Elinizdeki herşeyi kullanıp onları tutabildiğiniz kadar tutun. Ana gurubun hedefi bu büyücüleri tek tek indirmek olacak. Savaşçı ve süvarileri beş gurup ile karşılayıp büyücü ve şifacılardan uzak tutarak mümkün olduğunca toparlayacağız. Topla ve Boğ taktiği hanımlar ve beyler. Süratle işlerini bitirmeye bakın, Bolthar ve Brom benimle birlikte Dev'e dalacaklar. Bu kocaoğlan için yardımımıza mümkün olduğunca çabuk gelin," diye hızlı hızlı her zamanki saha komutanı ağzıyla konuştu Althar.
Buna benzer taktik açıklamalarını ilk kez yapmıyordu cüce ve buna çok benzeyen kavgaları daha önce de yaşamış gurubuna daha fazla ayrıntılı açıklama yapmasına da gerek yoktu. Hem zaten savaşın doğasında karmaşa vardı, az sonra belki de bütün bu taktikler havaya uçacak ve her şey değişecekti. Kim bilebilirdi?

Bunlar konuşulurken Kir Jarad ağır ama koca adımlarla öne çıkmaya ve Althar'a doğru koca baltasını savurmaya başlıyordu! Kavga başlıyordu! İşte geliyordu!

(devam edecek)

Not: Beklemeden öykünün sonunu okumak isteyenler için adres: http://www.izedebiyat.com/yazi.asp?id=109546

30
Kurgu İskelesi / Ynt: 2012: Ölülerin İntikamı
« : 25 Temmuz 2012, 01:09:27 »
Hikaye gerektiği hızda ve uzunlukta ilerledi. Bazen bir hikayenin kendini inşa etmesi zaman alır ve çok sıkıcı bile olabilir ama bu hikayenin bütünlüğünü sağlamak için tutulması gereken bir yoldur; Hikayenin hakkını vermek zorundasınız, temeli sağlam atmalı ve hikayeyi dayandırdığınız temelde malzemeden çalmamalısınız. Baştaki kısım öykünün düşünce temellerinin dayandığı kök kısımdır ve dikkatli bir okuyucunun seçkin dikkati öykünün tamamındaki ipuçlarından bu bütünlüğü kolaylıkla yakalayacaktır. Okuyucu beğenmeyip yarıda bırakabilir bu ayrı bir konu.
Sürekli giysi tasviri dediğiniz şey iki yerde geçen ve gerekli bir anlatım idi. Bu olmaksızın hikaye eksik ve havada kalacaktı.
Olanca saygımla söylemek zorundayım, eleştirilerinizi yerinde bulmuyorum.

Sayfa: 1 [2] 3 4 5