Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Galaxie

Sayfa: 1 [2] 3
16
Düşler Limanı / Metrobüs Hattı
« : 07 Haziran 2012, 19:14:16 »
Çağlayan'dayım. Gece saatin bilmem kaçı. Otobüs kalmamış buz gibi havada metrobüs bekliyorum. Sokaklar boşalmış, tek tük insan benimle bekliyor. Hiçbirinin cinsiyeti benimle aynı değil, korkuyorum. Korkuyorum çünkü tek başımayım. Korkuyorum çünkü hiç kimse nerede olduğumu bilmiyor. Ben özgürüm ya hani, yalnızım o yüzden. Yanımda üniversite öğrencisi olduğunu düşündüğüm iki kişi bana bakıyor. Daha yakınımda ise iki amcam dünyayı kurtarıyor.

Metrobüs geliyor. Yanımda bekleyen tek tük insanla beraber biniyorum. İstanbulkartım ekranın rengini yeşile çevirdikten sonra gözüme kestirdiğim yere oturuyorum. Kartım benim rengimi değiştirmeye yetmiyor. Ben yine kahverengilerde kalıyorum.

Bir sonraki durakta binen amcalardan birinin akbili basmıyor. Şoför "Tekrar basın" diyor, ama işe yaramıyor. Amcam umursamadan arkaya geçmeye çalışıyor.

"Kardeşim basmadan geçemezsin, bassana!"

Bakıyorum akbili elinde tutan, orta yaşlarını geride bırakmış adama. Üzerinde koyu yeşil bir kaban, çoğu beyazlara bürünmüş saçları dağınık ve toz içinde, sakalları çıkmış ama kesmemiş. Ayakkabısı bakımsız. Bakıyorum ruhu bakımsız... Kaşlarını çatıyor.

"Basıyorum basıyorum olmuyor. Elden vereyim ben size."

"Olmaz. Basacaksın yoksa aşağı inmek zorundasın."

Göbeği nefretiyle dolu şoför inatlaşmaktan vazgeçmiyor. Arkada metrobüse binebilmek için problemin çözülmesini bekleyenlerden biri dayanamayıp "Tamam," diyor. "Ben öderim amcamınkini." Ödüyor da,  iki kez basıyor. Ama o sırada amcanın da akbili basmış!

"Ee şimdi iki kez basıldı, birimizin parasını vereceksin!"

"Veremem kardeşim, akbilin bozuksa ne yapabilirim!"

Ah diyorum, gecenin bu saatinde bu stres neden? Şoför metrobüsü kullanmaya devam ediyor. Dili durmuyor, metrobüs durmuyor. Ben korkuyorum.

"Nakit para veremem ben sana."

"Az önce benim akbilim basmıyor diye beni indirecektin ama. Şimdi aldığın fazla parayı vereceksin."

Hoparlörden mekanik bir kadın sesi “Okmeydanı” diyor. Benim beynime oklar saplanıyor.

Metrobüs harekete devam ediyor, adamlar kavgaya devam ediyor, küfretmeye başlıyorlar. Şimdi şoföre yumruk atacak ve şoför aracın hâkimiyetini kaybedecek, kaza yapacağız biliyorum. Bekliyorum.

Mekanik ses “Edirnekapı” diyor. Kapılarımdan ikisini kapatıyorum. Ama ikisi ellerimi üzerine kapatmama rağmen kapanmıyor. Kendimi kavgadan soyutlayamıyorum.

Neden bu kadar sinirliler? Tahammül eşikleri bu kadar mı düşük? Titriyorum. Arkamdaki çocuk gelip yanıma oturuyor. “Korkma,” diyor. “Nerede ineceksin?”

Cevap veremiyorum. Güvenemiyorum. Arkadaki koltuklara bakıyorum. Hiç kadın yok. Bir yere kadar kendimi savunabilirim, ama ya sonra? Çocuk yüzüme bakmaya devam ediyor. Belki benimle yaşıt ya da birkaç yaş daha küçük. “Avcılar” diyorum kendim bile duymadığım bir sesle. Ama çocuk cımbızla çekip kurtarıyor sesimi. Duyuyor ve kafasını sallıyor. Belki rahatsız olduğumun farkında, hiç konuşmuyor. Yanımda durması güven veriyor.

Var olmayan kadın “Merter” diyor. Sonra susuyor. Biz susuyoruz. Kavgayı dinliyoruz. Kimse inmiyor, kimse binmiyor. Arkadakiler öne gelmiş. Kazayı bekliyoruz.

Anneler kızlar kalmıyor, hepsine tecavüz ediliyor. Bizler izliyoruz. Birileri müdahale ediyor. Ama sonuçlanmıyor.

“Ne yani parası olmayanı hayrına almaz mı metrobüs?”

“Almaz tabi. Paran yoksa binmeyeceksin! Ölsen almam. En azından senin gibileri almam.”

“Benim gibiler nasılmış şerefsiz!”

Kadın “Şirinevler” diyor.

Bir adam ekmeği geç getirdiği için çocuğunu pataklıyor. Anne kızına vuruyor suyu döktüğü için. Dizlerini dövmüyor kızlarını dövüyorlar. Sonra o çocuklar büyüyüp nefret kusuyor. Bir başka zaman ve mekânda ise babam bana “Sakin ol” diyor. “Sakin ol kızım, sinirlenecek ne var bunda?” Bunu beş yaşında bir kıza diyor. Aynı kız on iki yaşındayken çok erken çıkagelmiş hatalarını örtbas eden de aynı adam oluyor. Ve o kız büyüyüp ben oluyorum.

Peki, şimdi bu kız o adamı nasıl suçlayabilir? Şoförü suçlayamıyorum. Amcayı suçlayamıyorum. Ben empati yapabildiğim, onlar yapamadığı için. Kendileri gibi bir nesil yetiştiriyorlarsa, sadece bu konuda suçluyorum onları.

“Cennet Mahallesi” diyor hoparlörler. Şirinevler, Cennet Mahallesi. Sen onu bir de bana sor! Ne evler şirin, ne mahalleler cennet.

Özgürüm ya ben, gecenin bu saatinde metrobüste bitmeyen bir kavgayı dinliyorum tek başıma. Tek kız olmam beni rahatsız ediyor. Feminist içgüdülerim yenik düşüyor. Ama hep öyle değil midir? Birileri Fransa’dan kalkıp İran’a kadar yürüyor. Neden ben yapamayayım diyorum? Sonra düşünüyorum. Ben bir kızım ve Türkiye’de yaşıyorum. Beni suçlamayın. Abartılı bir milliyetçilik de yapmayın. Kız arkadaşımla kafa dinlemek için tatile gittiğimde otel sahibinden garsona kadar herkes fırsat kollarken, kütüphaneden gece dönerken yüzlerce korna yerken nerede olduğumu çok iyi hatırlıyorum. Bana kızmayın. Ben Türkiye’de yaşıyorum. Olabildiğim kadar özgürüm. Ama korkuyorum. Özgür olduğum zamanlarda korkuyorum.

Kavga devam ediyor. Ya inip yumruklaşın, ya da araç hareket halindeyken yumruklaşın diyorum. Kaza yapıp geberelim. Ama susun artık. Küfretmeyi bırakın. Gözlerimi sımsıkı yumuyorum. Yanımdaki çocuk omzuma dokunuyor, elini itiyorum. “İyi misin?” diyor. Cevap vermiyorum, vermek istemiyorum.

Küçükçekmece’de amcam okkalı bir final küfrü savurup metrobüsten iniyor. Şoför ise ön taraftan bir yerden bir sopa çıkarıp peşinden gidiyor. Hah! Korkak! Kimi kandırıyorsun? Birileri onu tutuyor. Tam da istediği gibi, tam tahmin ettiği gibi. Beş-on dakika aşağıda devam edilen kavgadan sonra metrobüse geri dönülüyor ve artık çok az kalmış yola devam ediliyor. O sopayı göbeğine saplasak irini akar mı acaba diye düşünüyorum. Ama işe yaramaz. Hepimiz iltihaplıyken…

Sessiz dakikaların ardında kadın sonunda “Avcılar”ı hatırlıyor. Yanımdaki çocuğu hiç umursamadan, ona teşekkür etmeden koşarak iniyorum. Kalacağım yere gidene kadar bir sürü bakışa, arada kornalara maruz kalıyorum. Ama artık garipsemiyorum. Eve varıp aynaya bir bakıyorum artık kahverengi değil simsiyahım! Korkum, nefretim, isyanım, gözlerimden akmış, yüzümde beyaz beyaz oluklar oluşmuş. İstanbulkartımın yapamadığını gözlerim yapıyor.

Özgürüm ya ben, sonra tek başıma uyuyorum. Uyku beni temizliyor, yarının kirine hazırlanıyorum. Sonra şansım yaver giderse gecesinde sadece kahverengiye dönüşeceğim yeni bir güne uyanıyorum.




17
Bilim & Teknoloji / Phineas Gage Olayı ve Beyin
« : 29 Mayıs 2012, 15:33:03 »


Bu kalınlıkta bir demir kafatasınıza bu şekilde girip çıksa hayatta kalabilir misiniz?

Diyelim ki hayatta kaldınız. Sakince ayağa kalkıp, at arabasına binip doktora gidebilir misiniz?




13 Eylül 1848'de 25 yaşındaki patlayıcı uzmanı Phineas Gage tren yolu hattı için araziyi düzleştirmek amacıyla patlayıcı hazırlıyordu. Barutu çukura doldurmuştu. Bu noktadan sonra iki rivayet var. Birincisi Gage'in patlayıcı için yeterli kum doldurmadığı. İkincisi ise yardımcısından kum doldurmasını istediği ama yardımcının bunu ihmal ettiği. Sonuçta kumu sıkıştırmak için demir çubuğu kavradı ve bir sebeple arkasını döndüğü sırada BUM! Elindeki altı kilo ağırlığındaki demir çubuk şekildeki gibi kafatasını delerek 25 metre uzağa fırladı.


Olay buraya kadar normal. İlginç olan şu ki, Gage bir süre afalladıktan sonra ayağı kalktı, at arabasına bindi ve doktora gitti. Başlarda konuşamadığını farketti fakat doktorun yanına ulaştığında kafasını göstererek söylediği cümle şuydu: "Burada sizin için epey bir iş var!"

Gage hayatta kalabilmiş olsa da karakterinde büyük değişiklikler olmuştu. Kazaya kadar saygı ve itibar sahibi, nerede ne yapması gerektiğini bilen, sorumluluklarının bilincinde olan adam kazadan sonra saygısız, öfkesini kontrol edemeyen, sorumluluklarını yerine getirmeyen, sürekli kavga eden ve saygınlığını yitirmiş bir adama dönüştü.

İnsan beyninde bir çok duygu ve tepki için farklı bölgeler vardır. Bir kişinin öfkesinden, mutluluğundan, sorumluluk duygusundan, planlama ve uygulamasından, motor hareketlerinden, duygusal durumlarından sorumlu arealar var. Ama bunlar bağımsız çalışmazlar. Koordinasyon halindeler. Hala tamamı net olarak bilinmemekle birlikte aşağıdaki iki şekilde bunları özetleyebiliriz. (Bu şekillerin ilki beynin dıştan, ikinicisi beynin içten görünüşü)



Duyusal alan (duyular): 1,2,3
Motor alan (kas koordinasyonu ve hareketler): 4,6,8
Yakın Hafıza: 9,10,11,12
Görme: 17
Görülenin yorumlanması ve koordinasyonu: 18,19 (Yüz tanıma bağlantıları)
İşitme: 41,42
İşitilenin yorumlanması ve koordinasyonu: 22
Konuşma: 44,45
Duyma ve konuşma arası bağlantı: 20,21
Karar verme ve empati: 24,32,33 (aynı zamanda kan basıncı ve kalp atımının düzenlenmesi)
Koku: 34
Tat: 43

Karar verme, karakter ve yargılama: 10 (Ventromedial Prefrontal Bölge)

Buna göre teorik olarak bir insanın beyninde birkaç noktaya müdahale ederek karakterini değiştirmek mümkün.

Gage'in başına gelen olay da böyle bir şey. Sol gözü yaradan dolayı alınmış ama bunun dışında hiçbir motor kaybı yok. Çubuk öyle mükemmel bir güzergâh takip etmiş ki, hiçbir felç durumu ya da hareketlerde sıkıntı yok. Ancak ventromedial prefrontal bölge hasar aldığından sosyal çevreyle uyum, duygusal kontrol, karar verebilme gibi bir takım özelliklerinde sıkıntılar oluşmuş. Karakterinin değişmesinin temelinde bu yatıyor.

Olaydan 13 yıl sonra Gage öldüğünde 38 yaşındaydı ve yanından hiç ayırmadığı demir çubuğuyla beraber gömüldü. Sinirbilimcilerin insan beynindeki davranış ve ahlak ağı araştırmalarına ışık tutan kafatası ise şu anda Harvard Üniveritesi Müzesinde sergileniyor.

Phineas Gage Olayı hakkında detaylı bilgi için TIKLAYINIZ.

18
Düşler Limanı / Aynanın Dili Olsa
« : 25 Mayıs 2012, 00:30:06 »


İnsanlar yalnızdır. Ne kadar arkadaşı olsa, ne kadar ailesi olsa da bir başına yaratıklardır. Doğal seleksiyon onların genlerinde ve içgüdülerinde var. Hepsi birbirinin rakibi. Onlar yemek yerken, ürerken, konuşurken, susarken hep birbirleriyle yarışır. Galip gelemeyen, doğadan silinir çünkü.

Bu yüzdendir ki insanların en yakın dostu kendisidir. En çok sevdiği, yine odur. En çok onunla konuşmak ister. Onu görmek ister.

Derler ki daha yeryüzünde ilk bebek ağlamadan insan suya baktı ve kendisini gördü. Başta korktu, çünkü karşısındakinin ne olduğunu bilmiyordu ve bu yaratık hareket de ediyordu. Sonra onun kendi hareketlerini aynen ve hatasız tekrar ettiğini görünce bu garip ve tehlikeli yabancıdan korktu, ve oradan uzaklaştı. Ne var ki aynı düşman her yerde karşısına çıktı. Günlerce onunla tekrar ve tekrar karşılaştıktan sonra onun gerçekte bir insan olduğunu ama suda yaşadığını düşündü. Ve bir süre nehir veya göl gibi su birikintilerine bakmadı.

Yıllar geçti asırlar geçti. İnsan büyüdü, olgunlaştı. Yazlar, kışlar, yağmurlar, ihanetler, ölümler, doğumlar gördü. Dinlemeye devam etti ama konuşmayı da öğrendi. Suyun güzelliğine karşı konulabilir mi? Koyamadı ve bir gün gördüğü bir birikintiye yaklaşma kararını aldı. Aynı yaratığı tekrar görürse konuşacaktı, görmezse ne âlâ!

Suya baktığında aynen beklediği gibi onu gördü ve tereddüt etmeden sordu.

"Ben insanoğlu. Dostumu sever, düşmanımla savaşır, kendimi korurum. Sen kimsin? Dost musun düşman mısın? Benim gibi insan mısın? Görürüm ki ağzın var. Ve beni taklit edersin. Ama ben sustuğumda bana neden sadece bakarsın? Şimdi kendini tanıt ki sana ne yapacağıma karar vereyim!" Yabancı bir süre sadece susup şaşkın şaşkın bakmakla yetindi. Sonra ise ilk kez bağımsız olarak ağzını açtı.

"Sen neysen ben oyum. Dostsan dost, düşmansan düşman olurum. Sadece bana sorulduğunda konuşur, bana bakıldığında susup bakarım. Bana geleni aynen gönderenim. Adım Yansıtandır. Ben parlak ve pürüzsüzün ta kendisiyim. Beni bulmak istiyorsan onları ara."

Ve böylece Yansıtan ve İnsan tanıştılar. Çok da iyi dost oldular. Sohbetler ettiler. Yağmurun altında oturdular, Güneş'ten beraber korundular. Metal bulunduğunda orada da vardı. Her yerdeydi. Ve herkese özeldi. O kadar iyi bir arkadaştı ki, İnsan ne zaman gitse onu orada beklerken buldu. Akıl danıştı, fikir aldı. Bir çok soruyu da cevapladı Yansıtan. Zira ona geleni iyi tanır ve aynen gönderir. Bu yüzden çok şey bilir.

Metal eritildi ve incecik donduruldu. Üstü camlarla kaplandı ve her eve, herkese verildi. Böylece o her cebe girdi, her ağızdan konuşup, her ağızdan dinleyebildi. Ama levhayı kıranlara bir süre görünmedi. Yansıtmaktan başka bir şey yapmadı. Konuşmadı. Bu yüzdendir onu kırmak kimsenin hoşuna gitmez, korkarlar. Yalnız kalmaktan, en yakın dostlarını kaybetmekten korkarlar.

Ama insan nankör, insan bencil. Yansıtan'ı daha iyi, daha net görmek istedi ve diğerlerinden bunun karşılığında çok para istedi. Kalayı ince bir şekilde dondurduktan sonra üzerini cıva ile kaplamayı, cıvanın fazlasını sıkıştırıp üstüne cam levha ile kapatmayı öğrendi. En güzel ve düzgün yüzeyi böyle elde etti. Ama bu zanaat ile uğraşan herkesi bir adaya kapattı. Bu adaya cam ustalarından başka hiçkimseyi almadı ve dışarı çıkmalarına izin vermedi.

Ustalar mutant karıncalar gibiydi. Çalışkanlardı evet, yegane yuvalarında oradan oraya koşuşturdular. Ama yemek bulmak için bile yuvadan çıkamadılar. Onları başkaları besledi. İyi paraları olmasına rağmen paralarını yiyecek yerleri yoktu.  Taa ki küçük ama güçlü bir ayak yuvaya basıp onu dağıtana kadar.

İnsan vahşi, insan kurnaz. Kim Yansıtan'ı onun elinden alabilir? Kim onu en iyi görme yöntemini sır gibi saklayabilir? Sadece kendisi. Adaya zorla girip ustalardan dördünü zorla kaçıran da yine kendisiydi.

İşte o zaman çok büyük hırçınlıklar, kavgalar oldu. Kaçıranın da, kaçırılanın da, diğer ustalar ve ustaları adada tutanların da gözleri döndü. Sırlı levhalardan yüzlercesini kırdılar. Bir o kadarını silah olarak kullandılar. Yansıtan herkese kızdı. Okyanuslarda ve göllerde köpürdü. Gökyüzünden başlarına inip yanı başlarında birikintiler yaparak onlara nefretlerini, şiddetlerini göstermek istedi. Bir baksınlar, gerçekte ne olduklarını görsünler diye.

Ama görmek ne kelime? İnsan bakmadı bile. O öfkesi geçene dek düşünmez. Gözüne sokulsa da farketmez.

Ben Yansıtan. Sen neysen ben oyum. Dostsan dost, düşmansan düşman olurum. Bana geleni aynen gönderenim. Ben parlak ve pürüzsüzün ta kendisiyim. Sadece bana sorulduğunda konuşur, bana bakıldığında susup bakardım. Ama İnsan'a küstüm, artık konuşmuyorum. Nefretine yenik düştüğünde ona gerçek yüzünü ben bile gösteremedim. Çığlıklarımı duymadı, duymazdan geldi. Ben de ağzımı mühürledim. Artık benim sesim de sırdır.

Pek azı bilir hikayemi, daha azı umursar. Çok çok azı ise benim sesimi duyar. Sırrımı herkese fısıldamam. Sesimi duyduğunda deli olduğunu sanma, aklından şüphe etme. Bil ki ben senin en iyi dostunum. Seni senden iyi bilirim. Eğer gerçekten ihtiyacın varsa seninle konuşur, sana akıl veririm.

Ama sen benimle konuşacak kadar insan olabilir misin? Ya da beni kırmayacak kadar insan olmayabilir misin?


19
Çizgi & Anime / Durarara!!
« : 16 Mayıs 2012, 02:37:56 »


Bilinen Diğer Adları: Dhurarara/DRRR
Tür: Macera, Fantastik, Aksiyon, Romantizm
Orijinal Eser: Ryohgo NARITA
Yönetmen: Takahiro Omori
Bölüm Sayısı: 24



Durarara, Ryugamine Mikado adlı kahramanımızın kendi şehrinden ayrılıp lise için Tokyo'nun Ikebukuro semtine gelmesiyle başlıyor. Ryugamine hayatı tek düze giden, yeni olaylar, maceralara karışmak isteyen genç, saf, temiz yüzlü bir arkadaş. Tokyo'ya ilk geldiği gün çocukluk arkadaşı olan Kida Masaomi ile buluşuyor ve Kida-kun ona Ikebukuro'yu şöyle bir gezdiriyor.

İlk bölümde tanımamız gereken karakterlerin hemen hepsini tanıyoruz. Kida-kun ile Ryugamine gezerlerken birçok insanla karşılaşıyor. Şehir efsanesi olan Başsız Motosiklet Sürücüsü, Izaya Orihara, Shizuo Heiwajima, Rus Suşi satıcısı Simon Brezhnev ve daha birçok karaktere rastlıyorlar. Kida-kun ona bunlardan uzak durması gerektiğini, aynı zamanda Ikebukuro'da bolca bulunan çetelere; özellikle de Dollars adlı çeteye bulaşmaması gerektiğini anlatıyor. Ancak ne yazık ki tüm bunlar ilerleyen bölümlerde Ryugamine'ye bulaşacak!

Anime genel olarak şöyle; ilk bölümde tanıştığımız karakterleri ileriki bölümlerde yavaş yavaş tanımaya başlıyoruz. Geçmişlerine iniyoruz. Ikebukuro öyle bir semt ki o kalabalıkta tüm bu karakterler kesişiyor, hepsinin bağları, ortaklıkları var. İsmini bile bilmediğimiz birçok karaktere çokça sık rastlıyoruz. Aslında birbirinden bağımsız olduğunu düşündüğümüz insanlar gün geliyor çok garip bir şekilde karşılaşıyor.

Karakterler:

Ryugamine Mikado



Liseye başlamak için Ikebukuro'ya gelen çekingen ama hayatına renk katmak isteyen, macera yaşamak isteyen ama Okebukuro'yu fazla kalabalık ve kompleks gören sevimli, saf öğrenci.

Kida Masaomi



Ryugamine'nin çocukluk arkadaşı ve aynı zamanda en yakın arkadaşı. Gari bir kişiliğe sahip, çok hareketli, eğlenceli, biraz kendini beğenmiş ve çapkın. Sürekli birileriyle flört etmeye çalışır ama hep başarısız olur. Ikebukuro'da birçok kişiyi tanır. Geçmişinde taşıdığı büyük bir sırrı var.

Anri Sonohara



Sürekli başkalarına dayanarak yaşamış, kendine güven eksikliği hat safhada olan ancak bunu aşmaya çalışan sevimli kız. Ryugamine ve Kidu-kun ile takılır.

Shizuo Heiwajima



Çok agresif ve sinirlendiği zaman olağanüstü bir güce sahip olan, sürekli barmen kıyafetleri giyen ve güneş gözlüğü takan sarışın adam. Öyle bir güce sahip ki önüne ne gelirse havaya kaldırıp (buzdolabı, trafik lambası, araba kapısı...) rakibine atmaktan hiç çekinmez. Orihara Izayadan nefret eder. Gördüğü an "IIII-ZAAAA-YAAAA" diyerek peşinden gider ve saldırır. Yeri geldiğinde karşısındaki kişiye göre çok incedir.

Orihara Izaya



Kurnaz, sinsi, her yerde parmağı olan bir karakter. Her şeyden haberdardır, elini atmadığı hiçbir konu yoktur. Bilgi tacirliği yapar. Aynı zamanda bir ilaç deney şirketinde anlayamadığım bir işi var. Çok zeki. Ikebukuro'daki çoğu olayda parmağı vardır ve kaosu zevkle izler.

Celty



Başsız sürücü olarak da bilinir. Gerçekten de başı yoktur. Esasen bir Dullahan'dır. (Dullahan:kafasız peri) Amacı kaybettiği başını bulmaktır. At kişnemesi gibi ses çıkaran ve zaten "At'ım" olarak bahsettiği bir motosikleti kullanarak iş yapar. Şehirde efsanedir. Başsız olduğuna bazıları inanmasa da görebilen şanslı kişiler de olmuştur. Vücudundan siyah duman benzeri bir Aura yayar ve bunu zaman zaman cisimleştirir. Shinra Kishitani ile yaşar.

Shinra Kishitani



Yasal olmayan doktor. Genelde yeraltından insanların işlerini görür. Diğer tüm karakterler gibi onu da birçok olayın içinde bulabiliriz. Celty ile yaşar.

Simon Brezhnev



"Russian Sushiiii" diye sürekli bir Suşi Lokantasının önünde suşileri pazarlar. Japonca konuşabilir ama garip bir beyni vardır genelde aynı cümleleri kurar durur. Şehirdeki birçok kişiyi tanır ve hepsi tarafından sevilir. Muazzam bir güce sahip olmasına rağmen şiddetten nefret eder ve barış yanlısıdır.

Seiji Yagiri



Ryugamine ile aynı sınıfta olan yakışıklı karakter. Garip bir aşkı vardır. Aşkı konusunda çok fedakar ve sevecen, onu koruma konusunda çok cesur, ama sevmediklerine karşı çok kaba hatta psikopattır.


Kişisel Görüşüm:

İşleyiş bakımından Baccano'ya çok benziyor. Zaten ikisi de Ryohgo Narita’nın eseri. Çok fazla karakter var, hepsinin hayatları bir yerlerde birbiriyle kesişiyor. Baccano'daki gibi birçok karakterin bakış açısından bakabiliyoruz. Yani aslında "baş karakterimiz şu" diyemem. Her bölümde baş karakterlerimiz var.

Karakterlerin hemen hepsinin geçmişini ve hikayesini öğreniyoruz. Bu da sıkılmayı gerçekten önlüyor. Yani Shinra ile ilgili bir bölümde Shinra'yı tanıyoruz, bir diğer bölümde Kida-kun'u tanıyoruz. Bu açıdan aslında tek anime gibi bile değil. Bu kadar karakteri toparlayabilmek ve anlatabilmek zor olmalı. Ama ustalıkla yapılabilmiş.

Tempo da hiç düşmüyor. Şehirde sürekli bir şeyler oluyor ve biz altında bildiğimiz karakterleri hep görüyoruz. Ya Izaya parmak atıyor, ya Celty karışıyor. Ryugamine de genellikle belayı çekiyor. Her şey kocaman bir zincirin parçaları gibi. Takip etmesi çok güzel.

Animenin şöyle bir sistemi var. İlk 13 bölüm genel olarak bir konu, son 11 bölüm ise bir başka konu. Ama böyle söylemem yanlış bir şey düşündürmesin, esasen dediğim gibi her bölüm ayrı, bambaşka. Tabi bağlantının kesilmediği esas olaylar var, onlardan bahsediyorum.

Çizimleri klasik aslında. Ama genelde bir animede önemli karakterlerin çizimleri çok daha iyidir, daha özenlidir. Durarara'da birçok esas karakter olduğu için özenli çizilmiş çok sayıda karakter varç Bu da görsel olarak çok güzel geliyor. Şehir ortamı da güzel yansıtılmış. Kısacası çizimlerin herkesi tatmin edeceğine inanıyorum.

Müzikler benim Durarara'da en çok sevdiğim şeylerden biri. İki opening'den ikisi de mi bu kadar güzel olur? Evet oluyor. İlk opening bana sorarsanız biraz daha iyi ama. Benim için bugüne kadar dinlediğim en iyi opening. Aynı Baccano gibi opening'de müziğin devam ettiği ama sözlerin kesildiği bir an boyunca kısa ama hızlı ve hareketli bir özet veriyor. Sonra openinge devam ediyor. Bence çok güzel bir ahenk.

Hemen linklerini veriyorum:

Opening 1
Opening 2
Ending 1

Animeden negatif gördüğüm sadece iki şey var. Birincisi Orihara Izaya'nın kim olduğu ve geçmişi açıklanmadı. İkincisi ise Celty'nin başının nerede olduğunu biliyoruz. Ama Celty başına ulaşmadı hala...

Sonuç olarak izlenmesini kesinlikle tavsiye ederim. Özellikle de Baccano'yu seven bir insan Durarara'yı da mutlaka beğenir. İkisi birbirine gerçekten çok benziyor.

İyi seyirler!







20
Genel Kültür / Sushi Nedir ve Nasıl Yapılır
« : 10 Mayıs 2012, 16:31:20 »



Suşi Nedir?

Suşi Japonca'da ekşimsi, sirkemsi anlamına gelir. Pirinç sirkesi eklenmiş pirinçle hazırlandığı için bu adı almıştır. Esasen haşlanmış pirinç ve balıktan oluşan Japonların ünlü yemeğidir. Bir çok çeşidi var, ama buna daha sonra değineceğim.

Aslında suşi başta balıkları taze tutmak için uygulanan bir yöntemdi. Balıklar tuzlanıp haşlanmış pirince sarılarak saklanıyordu. Yeneceği zaman da bu pirinçler atılıyordu. Daha sonra kıtlık zamanlarında pirinciyle beraber yenmeye başlandı ve tadının gayet güzel olduğu farkedilince oldukça çeşitlenen muazzam bir yemeğe dönüştü.

Suşi "chopstick" denilen Japon yemek çubuklarıyla yenir. Chopstick kullanmak başta zordur, ancak birkaç denemede kolayca öğrenilir. Ben chopstick ile ilk denemelerimi Japon saç tokaları ile yapmıştım :D Suşinin çatal-bıçak ile yenmesi ayıp derecesinde yanlıştır. Ancak elle de yenebilir.


Geleneksel servis edilme şekli ahşaptan yapılmış ve cilalanmış tahta üzerindedir. Ayrıca yanında küçük bir kase soya sosu ve yine küçük bir tabakta Wasabi sosu olmalıdır. Wasabi oldukça acıdır. Genelde soya sosuna karıştırarak yenilir. Suşinin pirinç olmayan kısımları (yosun ve balık) bu soslara batırılır. (Pirinç sosları emeceği için temas etmesi tercih edilmez.) Soya sossuz ve Wasabi'siz suşi pek makbul değildir, sadece pirinç ve balıktan oluştuğu için pek tadı tuzu olmaz. Wasabi bulmak pek kolay değil (ben hiç bulamadım) ancak sadece soya sosu bile çok güzel tad verir. Soya sosuna ulaşmak da çok kolay. Küçük marketlerde dahi bulabilirsiniz.



Suşi'de önemli olan pirinç, pirinç sirkesi ve Maki Suşi'de Nori dediğimiz yosundur. Bu yosunu bulmak kolay değil ve aslında bence Suşi yapmaya en büyük engel. Çünkü her markette bulamıyorsunuz. Sadece çok büyük marketlerde, genelde toptan satış da yapan zincirlerde bulunuyor. (Metro market zinciri gibi). Onun dışında balık konusunda oldukça serbest. Her türlü balık kullanılabilir. Çiğ balık da zorunlu değildir, pişmiş balık ve konserve ton balığı bile kullanılabilir (Ama tabi ki orijinali çiğ balık ile yapılır. Çiğ balık ile yapıldığında balığın taze olması çok önemli.) Ayrıca içine saracağımız sebzeler konusunda da serbestiz. Damak tadınız neyi arzu ediyorsa ona göre hazırlayabilirsiniz.


Aslında bir çok suşi çesidi var. Ama ben burada sadece Maki Suşi ve Nigiri Suşi'nin tarifini vereceğim. Diğer türlerden ise kısaca bahsedeceğim.


Maki Sushi


Malzemeler:

1 su bardağı baldo pirinç
3 su bardağı su (pirincine göre değişebilir)
Yarım yemek kaşığı tuz
Çeyrek su bardağı pirinç sirkesi
1 parça surimi (kıyılmış balık ve yengeç eti)
2 adet kabuğu soyulmuş ve ince ince dilimlenmiş salatalık
3 adet Nori (yosun) (Her bir Noriden 6 dilim suşi çıkacak)

---

Kaynamış suya pirinç sirkesini ve tuzu atıp pirinçleri bunun içinde 15 dakika haşlıyoruz. Sonra suyunu iyice süzüp 10 dakika soğuması için dinlenmeye bırakıyoruz. Sirke sayesinde kolay şekil alabilecek kıvama gelmiş olacak. Bu noktadan sonra Maki Suşi yapacağımız için pirince şekil vermeyeceğiz.

Nori(yosun)'yi Makisu üstüne açıyoruz. Makisu Noriyi rulo halinde sarmayı kolaylaştıran bir araçtır ama yosunu bile bulamıyorken Makisu bulmak zor. Onun yerine bambu amerikan servislerinden kullanabilirsiniz. O da yoksa bu işi özenerek ellerinizle de yapabilirsiniz.

Nori'yi açtıktan sonra hazırladığımız pirinçten bir miktar üzerine yayıyoruz. Bu miktarı anlatmak için bir resim kullanacağım.




Daha sonra pirincin bir kenarına doğru (ama kesinlikle en kenara veya ortaya değil) malzemelerimizi diziyoruz. Önceden de söylediğim gibi bu konuda serbestiz. Ben tarifte surimi (kıyılmış balık ve yengeç eti) yazdım. Siz bunun yerine herhangi bir balık dilimi koyabilir, konserve ton balığı yayabilirsiniz. Yazdığım salatalık yerine ise havuç veya ıspanak veya canınız her ne çekiyorsa onu yerleştirebilirsiniz. Ama unutmayın tüm bunları ince bir şekilde yerleştiriyoruz (şekildeki gibi) ve yine şekildeki gibi sarıyoruz.

 

Rulo haline gelince de keskin bir bıçakla her bir ruloyu altı eşit parçaya bölüyoruz.


Nigiri Suşi


Malzemeler:

1 su bardağı baldo pirinç
3-4 su bardağı su (pirincine göre değişebilir)
Yarım yemek kaşığı tuz
Çeyrek su bardağı pirinç sirkesi
500 gr somon fileto


Pirinci aynı şekilde hazırladıktan sonra bu kez köfte şeklinde elimizle şekil veriyoruz. Somon filetoyu ince ince dilimleyip şekil verdiğimiz pirincin üzerine yerleştiriyoruz. Somonlarn da üzerine yine isterseniz havuç, salatalık veya avakado yerleştirebilirsiniz. Ama bu durumda onların düşmemesi için ince bir şerit Nori ile sarmanız gerekir.




Diğer Suşi Çeşitleri

Gunkanmaki Suşi: Deniz mahsulleri veya çiğ balıktan oluşan malzeme bu tip Suşide pirincin içersine değil, üzerine yerleştirilir. Özellikle havyar ile hazırlanan Suşilerde bu yöntem terih edilir, çünkü böylece havyarın, sarma basıncıyla ezilip zedelenmesi önlenir.

Temaki Suşi: Elle sarılarak hazırlanan bir Suşi çeşididir, fakat rulo şeklinde değil külah şeklinde sarılır.

Sashimi Suşi: Dilim halinde kesilerek servis yapılan deniz ürünlerine ve ham balığa verilen isim. Yani bu tip Suşide klasik Suşi yapımında kullanılan pirinç katkısı bulunmuyor. Eğer çiğ balık standart dikdörtgen şekilde kesilirse buna Hira Zukuri adı veriliyor. Çiğ balık ince dilimler halinde kesilirse bunun adı İto Zukuri. Balık eğer bir kağıt inceliğinde kesilirse buna da Kaku Zukuri ismi veriliyor. Sashimi ile beraber Shiso adı verilen geniş yeşil bir yaprak ile Daikon adı verilen bir tür Japon hardalı da servis yapılır.

Hako Suşi: Rulo yapıldıktan sonra dikdörtgen şekline getirilen Suşi çeşididir.

Niri Suşi: Çiğ balık diğer Suşi çeşitlerinde olduğu gibi pirincin ortasına sarılmaz, pirincin üstüne yerleştirilir. Daha çok estetiğe önem verilen Suşi sunumlarında kullanılır.

21
(Arama yaptım ama umarım konu başka bir yere başka bir şekilde açılmamıştır.)

Hepimiz karşılaşmışızdır, toplumda pek anime izleyen bulunmadığından izlediğimizi söylediğimizde ilginç yanıtlar alırız. Burada "Anime izliyorum" deyince diğer insanlardan aldığımız garip tepkileri yazacağız  :P

Mesela ben başlıyorum: "Onlarda gözler neden kocaman yaa? Japonların komplexleri mi?"

22
Müzik / Piyano Cover'larım
« : 07 Mayıs 2012, 15:12:51 »
Metal parçalardaki introları çok beğeniyorum. Aynı zamanda animelerde uyarlayabileceğim parçaları da kendi çapımda çalıyorum. Eğer elinizde nota varsa çalmamı istediğiniz parçaları memnuniyetle çalarım :)

Şu an Lilium'a çalışmaktayım. Yakın zamanda onu da upload ederim.

Keyif alırsınız umarım :)

Sentenced-Killing Me Killing You

Higurashi No Naku Koro Ni Main Theme


23
Çizgi & Anime / Darker than Black (Kuro no Keiyakusha)
« : 29 Nisan 2012, 15:11:23 »


Tür: Fantastik, Tuhaf, Drama, Aksiyon

Bölüm Sayısı: 25

Yönetmen: Tensai OKAMURA

Senaryo: Tensai OKAMURA, Yuuichi NOMURA, Shotaro SUGA, Shinsuke ONISHI, Kurasumi SUNAYAMA

Müzik: Yoko KANNO


Hei, Tokyo'ya öğrenci değişimi ile Çin'den gelen bir öğrencidir. Ama perde arkasında işler çok daha farklıdır.


10 yıl önce Tokyo'da Hell's Gate adında sıradışı ve tanımlanamayan bir alan belirir. Ve bununla birlikte gökyüzünden gerçek yıldızlar kaybolmuş, yerine sahteleri gelmiştir. Aynı zamanda değişik psişik yeteneklere sahip bir insan güruhu da meydana gelir. Gökyüzündeki sahte yıldızların her biri bu psişik insanlardan birini temsil eder ve bu insanların kod adları da temsil ettikleri yıldızın numarasıdır.

Bir yıldız ona bağlı olan psişik ajana göre hareket eder. Eğer ajan ölürse, yıldız da yok olur.

Ajanlar farklı şirket ve organizasyonlarda casus olarak yetiştirilir ve bu organizasyona bağlı görevleri yaparlar.

İşte kahramanımız Hei de maskesini takıp bu görevleri yapan ve sahte ad kullanan ajanlardan biridir. Gözleri görmeyen Yin, siyah kedi formundaki Mao ve danışman ve istihbaratçı görevi olan Huang, Hei'nin takım arkadaşlarıdır.


Karakterler:

Hei:


Yin:


Mao:


Huang:



Hell's Gate'in altında yatan sır ne? Hei gerçekte kim ve kimin adına çalışıyor?

Darker than Black oldukça zevkli ve aksiyonlu bir anime. Adının çok duyulmamış olmasına şaşırıyorum. Ben izlerken çok keyif almıştım, eğer vaktiniz varsa mutlaka izlemenizi öneririm. Özellikle bu tarz psişik yetenek ve karakterlerden hoşlanıyorsanız. Ayrıca müzikler ve çizimler çok iyi. Karakterlerin yeteneklerinin bedelleri çok güzel işlenmiş. Belki dövüş sahneleri biraz daha iyi olabilirdi. Bir de animenin en kötü tarafı ürün reklamlarına diğer animelere kıyasla biraz daha fazla yer vermesi.

Tavsiyem ilk birkaç bölümü izledikten sonra bırakmamanız. Aksiyon gittikçe artıyor, finale doğru anime sınıf atlıyor diyebilirim. Biraz sabır, biraz sabır :D

Başlarda kurgu biraz dağınıyor gibi görünüyor. Ama merak etmeyin, sonradan büyük bir ustalıkla birleşiyor ve ayrı bir tat katıyor. Finali muhteşem diyemem (çoğu animenin finali çok iyi değil) ama son bölümler güzel.

Kısacası Death Note, Ergo Proxy gibi animeleri beğendiyseniz bence Darker than Black'de de bir şeyler bulabilirsiniz.

Bölüm Listesi:

01. The Star of Contract Flowed... (Part 1)
 02. The Star of Contract Flowed... (Part 2)
 03. A New Star Shines in the Sky of Dawn... (Part 1)
 04. A New Star Shines in the Sky of Dawn... (Part 2)
 05. The Red Dreams of A Calamity Disappears to Eastern Europe...(Part 1)
 06. The Red Dreams of A Calamity Disappears to Eastern Europe...(Part 2)
 07. The Gardenia Shoots the Fragrance in the May Rain... (Part 1)
 08. The Gardenia Shoots the Fragrance in the May Rain... (Part 2)
 09. Girl's Pure White Dress Stained by Dreams and Blood... (Part 1)
 10. Girl's Pure White Dress Stained by Dreams and Blood... (Part 2)
 11. Beyond the Gate, Recovering the Lost... (Part 1)
 12. Beyond the Gate, Recovering the Lost... (Part 2)
 13. On a Silvery Night, the Heart Shakes on the Water's Surface...(Part 1)
 14. On a Silvery Night, the Heart Shakes on the Water's Surface...(Part 2)
 15. Memory of Betrayal, the Amber Smile... (Part 1)
 16. Memory of Betrayal, the Amber Smile... (Part 2)
 17. A Love Song is Sung in a Rubbish Heap...(Part 1)
 18. A Love Song is Sung in a Rubbish Heap...(Part 2)
 19. Renouncing Superficial Dreams, and Falling Drunk...(Part 1)
 20. Renouncing Superficial Dreams, and Falling Drunk...(Part 2)
 21. The Enforced City is Moistened by Tears...(Part 1)
 22. The Enforced City is Moistened by Tears...(Part 2)
 23. God is in the Heavens...
 24. Meteor Shower
 25. Does the Death God see a darkness darker than black in his dreams?

















24
Çizgi & Anime / Kuroshitsuji
« : 28 Nisan 2012, 20:13:53 »


Tür: Doğaüstü Güçler, Komedi, Drama, Tarihi
Bölüm Sayısı: 24
Yönetmen: Toshiya SHINOHARA
Senaryo: Mari OKADA
Animasyon: Hiromi OKAZAKI, Kazuo TAKIGAWA, Minako SHIBA, Takayuki FURUKAWA, Hiroyuki MORIYAMA, Shigenori TANIGUCHI
Müzik: Taku IWASAKI, SID, Yuki KAJIURA, Kalafina, Mao, Becca


Aynı adlı mangadan uyarlanan 2008 yapımı anime Viktoryan dönemi İngiltere'de geçer. İngiltere'nin soylu ailelerinden Phantomhive'ların malikanesi esrarengiz bir yangında yanar. Geriye sadece ailenin 12 yaşındaki küçük çocuğu kalır: Ciel Phantomhive.

Ama aslında Ciel o yangında yaşama geri dönebilmek için bir şeytanla anlaşma yapmıştır. Bu şeytana "Sebastian" adını verir. Sebastian olağanüstü yetenekli ve itaatkar bir uşaktır. Kurşunlar ona işlemez, ölümsüzdür. Ancak bir yere kadar Ciel'in uşağı kalacaktır. Ciel ona acı çektienlerin intikamını alana dek. 12 yaşındaki çocuk bu amacına ulaştıktan sonra anlaşmaya göre Sebastian onun ruhunu alacaktır.

Bu arada Ciel, Sebastian’la birlikte Kraliçe Victoria’nın ilgilenmesini istediği Londra’daki gizli davaları çözmektedir. Bu yüzden ona "Kraliçenin bekçi köpeği" denir.


Kuroshitsuji en baştaki "Şeytan ile anlaşma" kısmı dışında pek fazla doğaüstü öge içermiyor. Bazı noktalarda çok komik olabiliyor; mesela Sebastian'ın "Yes my lord"ları çok komik :D Ayrıca malikane ahalisi kısımlarında bol bol gülebilirsiniz. Animede kararınca aksiyon da var. Dövüş sahneleri güzel işlenmiş. Kraliçenin davalarını çözerken oldukça hareketli, kesinlikle sıkmıyor. Her şey yerli yerinde. Çizimler çok güzel. Mekanlar çok güzel. Ev ahalisinin geçmişi konuyla çok güzel bağlanıyor. Animenin tek kötü tarafı Ciel'in az biraz zorlama bir karakter olması. Yani 12 yaşında olmasa iyi olurmuş Şöyle bir 16-17 olsaydı animede bir kusur bulamazdım. 12 yaşında bir çocuk bu kadar da olgun olmaz ki...

Animeyi Hellsing'e benzetenler oluyor (özellikle ilk bölümlerini) ben bu konuda yorum yapamayacağım ama benim fikrim animenin kesinlikle izlemeye değer olduğu.

Bu arada jeneriği muhteşem! BURADAN bakabilirsiniz.

"Aşırı kutsallık kötülükten de beterdir."
Sebastian

Bölüm Listesi:

01. His Buttler, Talented
 02. His Butler, Strongest
 03. His Butler, Omnipotent
 04. His Butler, Whimsical
 05. His Butler, a Chance Meeting
 06. His Butler, At the Funeral
 07. His Butler, Travel
 08. His Butler, Training Animals
 09. His Butler, a Phantasm
 10. His Butler, On Ice
 11. His Butler, Whatever
 12. His Butler, Lonely
 13. His Butler, Dependent
 14. His Butler, Unusually Talented
 15. His Butler, Competes
 16. His Butler, Alone
 17. His Butler, Dedicates
 18. His Butler, Transfers
 19. His Butler, Jailed
 20. His Butler, Escapes
 21. His Butler, Hires
 22. His Butler, Cancels
 23. His Butler, Admires
 24. His Butler, Swift
 












 




25
Mitolojiler / Türk Mitolojisi-Tanrı ve Tanrıçalar
« : 27 Nisan 2012, 01:00:13 »


Ak Ana



Sonsuz sulardan çıkıp, Ülgen’e yaratma emrini veren ve tekrar sulara dönen tanrıça ak anadır. Altay Türklerinin inancına göre, ışıktan bir kadın hayali şeklindedir. Ülgen ilk yaratılış ilhamını Ak anadan alır ve dünyaya destek olması için üç tane de balık yaratır.
 

Türk mitolojik görüşlerine göre Ak ana boynuzlu olarak betimlenir. Eski çağlarda Ana tanrıça heykelcikleri de boynuzlu olarak simgelenmiştir.




Kara Han (Kayra Han)



Altay Türklerine göre gökyüzündeki tanrıların en büyüğü Kara Han’dır. Kara Han 17. katta oturur. Bütün Tanrıların babasıdır ve oradan evrenin kaderini tayin eder. Eliade’ya göre Kara Han dünyanın yaradılışı ve sonu gibi konularda daima ön plandadır .Kara-Han yeryüzünü yarattıktan sonra dokuz dallı bir çam diker ve 16. kata oğlu Ülgen’i oturtur. Kara-Han, dokuz kişinin bu dallardan türemesini, dokuz ulusunda buradan meydana gelmesini ister. Kara-Han, insanoğlunun “ata” ve “ana”sıdır. Şamanlara göre Kara Han’ın Ülgen, Kızagan, Mergen adında üç oğlu vardır.




Ülgen



Bay Ülgen göğün 16. katında Altın dağda ikamet eder ve altın bir taht üzerinde oturur. Tahtı ay ve güneşin ötesindedir. Ülgen, gök cisimlerini yönetir, yağmur yağdırır, gök gürültüsü ve yıldırımları da o gönderir. Tanrı Ülgen biri ak biri kara taşla gelerek ateşin nasıl yakılacağını insanlara öğretmiştir.
 

Eliade’ya göre gök gürültüsü ve şimşek tüm mitolojilerde gök tanrının silahıdır ve yıldırımıyla vurduğu yer kutsallık kazanır. Ülgen iyilik yapmayı sever. Ülgen’in kendisi, kızları ve oğulları insan şeklindedir.




Kızagan Tanrı



Ülgen’in oğludur. Göğün 9. katında oturur. Çok kuvvetli tanrı anlamına da gelir. Roux’a göre 9. Kat Mars’ın konumlandırıldığı gök katıdır. Kızagan Tanrı, Banzarov’a göre, savaş tanrısıdır. Onlarca tehlikeli geçitlerde orduyu yönetmek ve düşmanı yenmekte, bu koruyucu ruhun yardımı olur. Altay Kamı göğe çıkarken Kızagan Tanrı’yı “kırmızı yularlı, kızıl erkek deve sırtında, gökkuşağı asalı baba!” diye çağırır. Buna bakarak, onun kırmızı renk ile simgelendiği sanılmaktadır.




Erlik Han



Erlik korkunç bir ihtiyardır. Gözleri ve kaşları kömür gibi kara, çatal sakalı dizlerine kadar uzamış, yaban domuzunun azı dişlerine benzeyen bıyığı kulakları üzerine yerleşmiş, çenesi tokmağa, boynuzları ağaç köklerine benzer. Saçları kapkara ve kıvırcıktır. Bir Şaman duasında: “bindiği kara küheylan, döşeği kara kunduz derisinden, beline kuşak yetişmez. Göz kapağı bir karış, bıyığı ve sakalı kara. Kovası kişi göğsünden, kadehi insan kafatasından, kılıcı yeşil demirden, kürek kemikleri yassı demirden, dizgini kara ipekten, kamçısı kara yılan” denmektedir. Beş oğlu iki kızı vardır. Kurban olarak koyu renkli at kesilir . İnsanlara kötülük eden bir yer altı tanrısıdır. Mitlerde Erlik tasvir edilirken körük, çekiç ve örs motifleri de birlikte geçer . Erliğin yer altında damı demirden, ocağı balçıktan yapılmış bir sarayı vardır. Bu sarayın önünde gümüşten bir tahtı vardır. Kılıcı yeşil demirden, kalkanı yassı demirden yapılmıştır. Eyerlenmiş dokuz boğası vardır .
 



Mergen Tanrı



Her şeyi bilen, akıllı Mergen Tengere Göğün 7. katında oturur. Mergen kelime anlamı olarak okçu nişancı anlamına gelir.
 

Bu anlamda Mergen, Yunan mitolojisindeki Hermes’i (Merkür) anımsatır. Hermes, akıl tanrısıdır ve bütün bilgilere sahip tanrı olarak kabul edilir. O karanlığın güçlerini yenen tanrıdır, çünkü “o her şeyi bilir ve her şeyi yapabilir”.





Umay Ana



Umay, çocukları ve hayvan yavrularını koruyan bir tanrıçadır.
 

Arkeologların Altaylarda buldukları seramik ürünler üzerindeki resimlerde Umay ana üç boynuzlu olarak betimlenir.Orta Asya da bazı arkeolojik buluntulardan anlaşıldığına göre Umay ana motifi, beyaz saçlı ve beyaz giyimli olarak, insanbiçimci bir görünüm sergilemektedir. Kuş kılığında kanatlı bir kadın görüntüsü de vermektedir. Altay Türkleri onu göklerden inen gümüş saçlı, güzel yüzlü bir kadın olarak düşünmüşlerdir.





Yayık Han



Şaman duaların da Yayık şöyle tasvir edilir. “Ülgen beyin habercisi, kızıl bulut kenarlı, gök kuşağı dizginli, solgun şimşek kamçılı, gökten haber alan Ak Yayık, üç boğumlu Ak Yayık, altın kenarlı Ak Yayık”.Tuva Şamanları “ak eren” ismini kullanır. Yayık büyük tufandan sonra gökyüzüne çıkıp Ak Yayık adını alır. Güney Altaylılar ona “yaratıcı” ve “gök oğlu” adını vermişlerdir. Tölösler “koruyucu” adını verir. Ülgenin oğlu veya kızı olarak da düşünülür. Yayık sözcüğünün kökü “parçalayarak kurban vermek” anlamına gelen “yay” ile ilişkilendirilir. Mitolojik bir varlık olarak kocaman bir ejderha görünümündedir.





Karlık



Suyla ile birlikte görülen ve onunkine benzeyen görevi olan bir ruhtur. İşareti dumandır.




Suyla



Güneş ve Ay’ın kırıntılarından yaratılmıştır. Altay Türklerine göre Suyla, at gözlü, kartal gagalı, eşek kulaklı ve yılan saçlıdır. Ağaçkakan Suyla’nın sembolüdür.
 

Ülgen’e Yayıkla birlikte kurbanın ruhunu ulaştırır. İnsanların hayatını kontrol eder ve bir değişiklik olduğu zaman Ülgen’e bildirir. Bundan dolayı iki dilli de denir.





Utkuuçi



Kurbanı Ülgen’e ileten bir ruhtur. Güler yüzle karşılayan anlamına gelir. Gökyüzünde yaşar, Ülgen’e en yakın ruhtur. Şaman altın kazıktayken Utkuuçi’dan kazları alır ve yeryüzüne döner.





Ayızıt



Ayzıt güzelliğin sembolüdür. Bu anlamda Sümer ve Yunan mitlerindeki İştar ve Afrodit’e (Venüs) benzer. Süt gölünden getirdiği damlayı çocuğun ağzına damlatır ve çocuğa ruh verir. İnsan yavrularını, kadınları, hayvanları ve hayvan yavrularını korur. Simgesi, Kuğu kuşlarıdır. Ayısıt’ı simgeleyen kuğular kutsal sayılır ve dokunulmaz. Kuğu aslında kutsal bir kızdır. Bu kız kuğunun beyaz tülünü üzerine giyince kuğu, çıkarınca kız olur.
 

Ayızıt. gökten gümüş tüylü bir kısrak suretinde iner. Yele ve kuyruklarını kanat gibi kullanır. Ayzıt şaman dualarında şöyle tarif edilir. “Başında ak gökten ak bir kalpak, çıplak omuzlarında ak gökten bir atkı, baldırına kadar siyah bir çizme. Bu şekilde bir kayaya yaslanarak uyumuştur veya ormanda dolaşmaktadır”.





Ayızıt'ın Kızları

 

Ayızıt’ın sarayının kapısında ellerinde gümüş bakraçlar olan yasakçıları vardır. Yazın şamanlar ak elbise, kışın kara elbise giyerek Ayzıt bayramını kutlarlar. Eliade’ya göre yasakçıların ellerinde gümüş kamçıları vardır ve kötü insanları içeri almazlar.
 




Oğuz Kağan



Bazin, eski Türklerde biri ata kurt, diğeri de ata boğa üzerine kurulu “ikili kökeni” yansıtan farklı iki gelenek olduğunu söylemiştir. Oğuz’a adını veren ata da bir boğadır. Oğuz, bütün yaşamı boyunca kurdun korumasına ve rehberliğine başvurmuştur.
 

Oğuz kağan destanında Ay, Oğuz’u doğuran tanrı olarak sunulur. Bu da Oğuzun Tanrı oğlu olduğu fikrine götürür. En eski çağlardan beri tanrısal kahramanların işaretleri boynuzlu bir taçtır. Orta çağ minyatürlerinde Oğuz Kağan ve oğulları boynuzlu olarak tasvir edilir. Campbell’a göre, Boğa, “Kutsal Ay Boğası” olarak bilinir. Boynuzları Ay’ın alegorisidir ve Tanrının sembolüdür.





Oğuz'un Eşleri

 

Efsanede, Oğuz kağan, ava gider. Bir gölün ortasında, önünde bir ağaç ve ağacın oyuğunda bir kız vardır. Kız muhteşem bir güzelliğe sahiptir. Saçları akarsular gibi, gözleri maviydi ve inci gibi dişleri vardır. Oğuz kağan bu kızı alır ve “gök”, “dağ”, “deniz” adında üç oğlu olur. Günlerden bir gün gökten mavi bir ışık düşer. Bu ışık, güneş yada aydan daha parlaktır. Oğuz Kağan yaklaşır ve bu ışığın ortasında bir kız olduğunu görür. Kız olağanüstü güzelliktedir. Başının tepesinde, sanki kutup yıldızı gibi ateşten bir ışık demeti vardır.. Oğuz kağan kızı görünce sever ve onu alır. “gün”, “ay”, “yıldız” adında üç oğlu olur.





Ayhan



Oğuz Kağanın oğludur ve ongunu kartal’dır. Türklerde kartal sürekli olarak hükümdarlık ongun’u olmuştur. Altay Türklerine göre, Ay-ata göğün altıncı katında oturur ve Ay ile sembolize edilir.





Dağhan



Oğuzun oğullarından olan Dağhan’ın ongunu üç kuştur.





Deniz Han



Oğuzun oğullarından biridir ve ongunu çakır (çağrı) kuşudur. Çakır, mavi gözlü, “mavi-deniz” ve “beyaz-mavi-deniz” türünden bir kuştur.
 
Uygur sanatında Basaman isimli alp-tanrı, kuzey yönü, Merkür (su yıldızı), su unsuru ile alakalı görülür ve bu Alp-tanrının tuğu yırtıcı hayvan kuyruklarından oluşmuş olarak resmedilirdi. Elinde tuttuğu kargı ise üç dilimlidir.
 




Gök Han



Oğuz’un oğullarından biridir ve ongunu sungurdur. Türklerde kartal hükümdarlık sembolü olurken, sungur, sıklıkla tigin unvanlarında kullanılır. Kaşgari’nin büyük bir yırtıcı kuş olarak tanımladığı sungur, maviye çalan beyaz kuşlar arasındadır. Pelliot Çin’de su kuşlarını avlamakta kullanılan sungurun, “deniz mavisi” türünden olduğunu söyler. Moğollar aynı kuşa “mavi yırtıcı kuş” derler.






Gün Han



Oğuz’un oğullarındandır ve ongunu şahindir.
 

Gün han Oğuzun göksel eşinden olan en büyük oğludur. Oğuz Kağan sembolik olarak bulduğu altın yayı Günhan, Ayhan ve Yıldızhan arasında pay eder ve kendisinden sonra hakanlık tahtını Günhan’a bırakır. Günhan kendisi için altın bir çadır kurdurur ve kendi yönü olan sağ tarafa kırk kulaç yüksekliğinde bir direk ve onun tepesine de altın bir tavuk oturtur. Pelliot’a göre Günhan, Güneşi karşılar ve Güneş hanı anlamına gelir. Altın hakanlara ait bir semboldür ve güneş altının alegorisidir.





Yıldız Han



Oğuz’un oğullarındandır ve ongunu tavşancıldır. Türklerde yıldız bilgisi, çok önemlidir. Geceleri zamanı öğrenmek için yıldız bilgisi, tek yol ve çaredir. Türklerin göğün ilk ve ana yıldızları olarak gördükleri gezegenler ilk tanrısal arketiplerdir. Yaradılışın başlangıcı ve temelidir.





Ürüng Ayıg Toyon

 

Yakut Türklerine göre ilk insanı o yaratmıştır. Eski Türkçede ürüng-beyaz, ayıg-yaratan, toyon-tanrı, efendi demektir. Yakut Türklerinde beyaz yaratıcı diğer yaratıcı ruhların en büyüğüdür. Kainatı o yaratmıştır. Dünyayı idare eden de odur. İnsanlara yaratıcı gücü ve çocukları o verir. Yerin ve toprağın verimli olmasını o sağlar. Hayvanların çoğalması ve bolluk onun sayesinde olur. Eliade aynı tanrıya ata bey de dendiğini söyler.
 

İnsana kut veren odur. Büyük efsane kahramanlarını yeniden hayata döndürerek ölümden kurtarır. Bu yaratıcıya canlı beyaz at kurban edilir. Ürüng Ayıg Toyon, çok saygı gösterilen, kutlu, nur yüzlü ve ulu bir varlıktır.





Su İyesi- Su Perisi



Su iyelerinin hepsi sularda yaşar. İnsanlara zarar vermezler. Onların yaşadıkları sarayın girişi, nehirlerin derinliklerinde bir taşın altındadır. Su sahiplerine Kazaklar, “su perisi”, Türkmenler “suv adamı”, Özbekler “su alvastisi” derler.


Pınarlarda yaşayan peri kızları, beyaz giyimlidirler ve cisimsiz varlıklardır. Kuş ve yılan kılığına girebilirler.




Kübey Hatun



Altay Türklerine göre, ağaç, ulu ananın yaşadığı ve kahramanlara memesinden süt verdiği yerdir. Yakut Türklerine göre Doğum tanrıçası Kübey-hatundu ve ağacın içindeydi. Kökünden hayat suyu akıyordu.
 

Er Sogotoh destanında mitolojik bir ağaç tasviri şöyledir. “Yarı beline kadar çıplak, alt tarafı ağaç kökleri gibi,Orta yaşlı ciddi bakışlı bir kadın kabaran göğüslerinden süt verir.”

 

Mitlerde çoğunlukla ağaç, ışık temasıyla ilişkilendirilir. Şaman dualarında ağaç, altın yapraklı, yetmiş yapraklı mübarek kayın olarak anılır. Kübey hatun yani doğum tanrıçası da bu kayın ağacının içinde yaşar.





Semrük-Berküt



Yakutlar çift başlı kartala “öksökö kuşu” derler. Türkçe “bürküt” kartal demektir. Bakır tırnaklıdır, sağ kanadı ile güneşi, sol kanadı ile ayı kaplar. Ona gök kuşu da denir. Büyük kartallar için Bürküt kelimesi kullanılır.
 

Çift başlı kartallar, gök direklerinin veya kayın ağacının tepesinde tasvir edilir ve tanrı Ülgenin sembolüdür. Çift başlı öksökö kuşu gökten yıldırım indirir.
 

Başkurt efsanesinde “Semrük” adındaki kuş iki başlı kartaldır. Bu başlardan biri insan başı olarak da düşünülür.
 

Türk mitolojisinde, ay ve güneşi pençeleriyle tutan doğanlar görülür. Tuğ’lar bir boz doğan ile birlikte gökten düşmüştür. Tanrıya açılan göğün kapısını çift başlı bir kartal bekler ve tanrının sembolüdür. Bu kartallar gökten yıldırım indirir.
 

Türk mitolojisinde çift başlı kartallar ve gün ve ay simgeleri ying ve yang sembolüdür. Çinlilerin ying-yang sembolü olarak tasvir ettikleri kozmos ve kozmosun dönüşünü, Türkler karşılıklı iki hayvan yada kartal koymak suretiyle ifade etmişlerdir. Bu sembolik hayvanların döndükleri merkez, yer ve göğün ortasıdır. Türklerin Yaruk-Kararıg ilkesini, göğü anlatan yuvarlak plakalara sarılmış siyah ve beyaz kartallar temsil eder.





Kartal Ana



Yakut Türklerinin inanışlarına göre Şamanlar yeryüzüne kartal ana tarafından getirilmişlerdir. Er-Töştük destanında da kartal dişi olarak görünür. Kartal Yakutlara göre Güneşin sembolüdür. Yakutlar analarının bir kartaldan geldiğine inanırlar. Bundan dolayı Kartal “güneş kuşu” olarak da nitelendirilir. Kendi küllerinden doğan phoenix daha genç olarak dünyaya gelir. Bu nedenle yeniden doğuşu, ebedi hayatı, ölümsüzlüğü ve güneşin doğuşunu simgeler. Çin mitolojisinde de ateşi, sıcaklığı, hasat mevsimini ve güneşi sembolize eder.





Asena



Oğuz Kağan’a yol gösteren ve liderlik yapan kurt erkektir. Türeyiş destanındaki kurt ise dişi olarak gösterilmiştir.
 

Göktürklerin kurttan türeyişi ile ilgili destan Bahattin Ögel’in Türk Mitolojisi adlı eserinde şu şekildedir:
 “Göktürkler eski Hunların soylarından gelirler ve onların bir koludurlar. Kendileri ise Aşina (A-shih-na) adlı bir aileden türemişlerdir. Sonradan çoğalarak ayrı oymaklar halinde yaşamaya başladılar. Daha sonra Lin adını taşıtan bir ülke tarafından mağlup edildiler. Mağlubiyetten sonra Göktürkler, soyca yok edildiler. Tamamen öldürülen Göktürkler içinde, yalnızca on yaşında bir çocuk sağ kalır. Lin memleketinin askerleri, çocuğun çok küçük olduğunu görünce, ona acırlar ve öldürmezler. Çocuğun el ve ayaklarını keserek bir bataklığa bırakırlar. Bu sırada çocuğun etrafında bir dişi kurt peyda olur ve çocuğu besler. Bir süre sonra kurt hamile kalır ve bir mağaranın içinde on çocuk doğurur. Zamanla bu on çocuk büyür ve evlenir. Zamanla her birinden bir soy türer. Göktürk devletinin kurucularının geldikleri Aşina ailesi de bu on boydan biridir.






Al Karısı-Albastı



Bazı edebi metinlerde çirkin, saçları dağınık, avurtları çökmüş, güçlü kuvvetli ve uzun boylu olarak tasvir edilir. Bazı mitolojik metinlerde ise, dünyadaki en güzel kadından bin kat daha güzel olduğu anlatılır. Kazaklarda “cadı kadın” “küpe giren karı” anlamında kullanılır. Baş al bastı, iri gözlere sahip, baştan aşağı demir giyimli ve erkektir. Ulu ana yani ana tanrıça arketipinin olumsuz türevidir.Kazak metinlerinde alnında tek gözü olan, iğrenç görünüşlü bir mahluk olarak tasvir edilir. Albastı, Al karısı, genellikle kırmızı siyah uzun elbise giyer. En çok sevdiği şey atların yelesini örmektir. Onu yakalamak için elbisesinin yakasına bir iğne saplamak gerekir.
 

Loğusalara musallat olan bu kötü ruh, al karısı, albastı, albis, almis, adlarıyla da anılır. Albastı iki surette görülür. Sarı albastı ve kara albastı. Sarı albastı sarışın bir kadın suretindedir. Bazen keçi ve tilki suretine de girer. Kara albastı daha ağırbaşlı, ciddi, sarı albastı hoppa ve şarlatandır.






Alp Er Tonga



Tonga, Kaşgarlı Mahmut’a göre leopar veya kaplan cinsinden bir hayvandır. Orta Asya kaplanları Türklerin Bars dedikleri, Pars cinsinden hayvanlardır. Hun Pazırık kurganında çok rastlanan bir figürdür. Roux’a göre, ismi genelde ”kahraman erkek kaplan” şeklinde algılanmaktadır, ama ona göre Tunga “Sibirya panteri” dir. Budist metinlerde “uzun saçlı tonga” tabirlerine rastlanması, uzun saçın Alplik simgesi olmasını anımsatır.Uygur döneminde, Alp Er Tonga’nın ve başka Türk beylerinin adı ve unvanı olarak yırtıcı hayvanların isimleri kullanılırdı ve Alp’ler yırtıcı hayvan postu giymiş olarak resmedilirdi. Kaplan postu savaşa giden Alpler tarafından zırh yerine giyilirdi ve savaş sembolüydü.






Ötügen- Yer Tanrıçası





Roux’a göre, etügen / itügen yer tanrıçasına verilen bir isimdir. Seyidov’a göre de Ötügen, devleti ve hakimiyeti koruyan bir ilahedir. Cengiz han Ötügen’e “ötügen anamız” der. Ayrıca bazı araştırmacılar, bir şaman ismi olan “utagan” kelimesinden türediğini ve bu kelimenin Türkçe “döl yatağı” anlamına geldiğini söyler.
 
İtügen, hayvanları ve toprak ile ilgili tüm ürünleri koruyan bir tanrıçadır. Aslında yer tanrıçası, ile doğum ve üretim arasındaki bağ neredeyse evrenseldir.






Od Ana- Ateş Tanrıçası



Yakut Türkleri ateş tanrıçasını ak saçlı bir kadın olarak görürler. Buryatlar ise, kırmızılar giymiş yaşlı bir kadın olarak veya ateşin yalımıyla dalgalanan yeşil veya kırmızı ipekten kaftan giymiş bir kadın olarak da düşünmüşlerdir. Bir başka şaman duasında da şöyle tasvir edilir. “sen karanlık gecelerde, genç kızlar gibi saçlarını dalgalandırarak oynuyorsun! Kırmızı ipekli kumaşlar sallayarak, genç al kısrak üzerinde geziniyorsun”.
 
Ocak ruhu dişildir. Evin tam ortası “evin kalbi”dir ve ocak yeri buradadır. Orta Asya da Hunlara ait, üç ayaklı ve kutlu kabul edilen kazanlar bulunmuştur. Yakutlara göre ilk ocağı Ülgen’in üç kızı yakmıştır. Yakutlarda ateş tanrıları yedi kardeştir.
 





Geyik



Radlof, boynuzları iki kürekli sığın geyiği Altay Türklerinin ululadıklarını ifade eder.
 

Teleüt Türklerinde her şamanın bir ruhu vardır. “bura”, “bur”, “pur” gibi çeşitli sözcüklerle ifade edilir ve geyik anlamında da kullanılır. Geyik boynuzları Şamanların önemli sembollerindendir.
 

Türklere, Ergenekona girişte, Hunlara batıya göçlerinde dişi bir geyik yol gösterir.
 
Orta Asya sanatında, yarı insan yarı geyik halinde gösterilmiş tasvirler vardır. Mitlerde dokuz boynuzlu yada budaklı sigun geyikler de görülür.
 





Gök Kurt



Gök Kurt ve Ak Geyik gökte doğmuşlardır. Kurt sürülerini idare eden kurtlara gök kurt, geyik sürülerini idare eden geyiklere gök geyik denir. Bazı Türk halkları, soylarının, kurttan bazıları geyikten türediğini kabul eder. Cengiz hanın ilk ataları gök kurt ve dişi bir geyiktir. Gök kurt Türk mitlerinde özel bir yere sahiptir, öyle ki Türkler kendilerine “göksel Türkler” anlamına gelen “Kök Türk” adını vermişlerdir.






Ak Sakallı Hızır



Hızır anlayışı, Türklerde eski Türk düşüncesi ile bezenmiştir. Mitlerde kayın ağacından inip, insanlara yardım eden ve çocuklara ad veren “gök sakallı “ veya “aksakallı” ihtiyarlar görürüz.
 
Aksakallı yaşlılara ak-boz atlı tanıtması da eklenir. Altın sakallı “ay koca” olarak da tasvir edilir. Elinde hayvan başlı “çevgen” denen bir asa tutar, Ak-boz ata biner ve giyimi de aktır.






Bügü Tekin



En tanınmış adları “bögü” ve “tengri” idi. Bögü Uygurca alim, filozof anlamında kullanılır. Ayrıca büyücü sihirbaz anlamına da gelir. Kendisi savaşçı bir kağan değil, filozoftur. Bügü Kağan, Mani dinini Uygurların resmi dini olarak kabul etmiştir. Mani dinine mensup olanlar beyaz elbise giyerdi.






Geyik Tanrıça



Göktürklerle ilgili bir mitoloji de, Göktürklerin atalarından birinin, (ki ataları kurttur) bir mağarada, ak geyik kılığına giren bir deniz tanrıçası ile ilişkisi olduğu anlatılır. Göktürkler nesillerinin kurttan geldiğini söylemekle beraber efsanelerinde dişi geyikte rol oynar. Dişi geyik bir ilahedir ve vücudundaki lekeler yıldız işaretleri olarak görülür. Dişi geyik eski Hun anlatılarında yol gösterici rolü oynar.






Tepegöz



Tepegöz Kaf dağında yaşar çoban ve peri kızının evliliğinden doğar. Annesi dişi bir Alageyiktir.
 

Tepegöz su üzerinde yüzen başı gözü belirsiz bir ciğere benzetilir. Tepegöz bazen dişi bazen erkektir. Tepegöz tek gözlüdür. Tepegöz’ün parmağındaki yüzüğü annesi takmıştır.
 

Altay Türk destanlarında devlere yelbegen denir. Yelbegen insan biçiminde, çok büyük, üç yedi veya on iki başlı siyah ve sarı renklidir. Güneş ve ay tutulması devlerin yemesi olarak tanımlanır. Türk destanlarında devler atların düşmandır. Demir yelbegen karaçam boylu, kara atlı ve çokmarlıdır.(çokmar hayvan başlı sopa veya gürz asa sopa) Büyük kulaklı devler ise yeraltındadır. Dev anası denen dişi devler de vardı. Alt dudağı yerde üst dudağı gökte olan devler Anadolu Türk masallarında sık kullanılan bir motiftir.

26
Çizgi & Anime / Higurashi No Naku Koro Ni Kai
« : 26 Nisan 2012, 00:44:12 »


Higurashi no Naku Koro Ni ile bağlantılı olan bu anime genel olarak ilk sezonda aklımızdaki sorulara çözüm niteliği taşıyor. Neden sürekli başa dönüyoruz, neden Furude Rika ölüyor, neden Watanagashi gecesi, Oyashiro-sama Laneti nedir? Tüm bunların cevabını alıyoruz.

Furude Rika, öldürüldükçe Hanyuu adında öldürülmüş bir tanrı tarafından dünyaya tekrar çekiliyor. Peki Rika-chan neden öldürülüyor?

Hinamizawa Köyünde "Hinamizawa Sendromu" adında bir hastalık var. Bu daha çok insanların beynine yerleşen bir parazit. Bu parazitin etkisi ise yoğun stres altında ortaya çıkıyor. Böylece karakterlerimizin bir önceki sezonda stres altında neden paranoyaklaştığını anlamış oluyoruz. Hastalığın belirtileri ise herkesi bir ölüm tehtidi olarak görme, şiddet, vücuduna zarar verme vs...

Köyde her kuşakta kraliçe parazite sahip bir kişi var. Biz buna Kraliçe diyoruz. Bu kişi hep Furude ailesinden, bu kuşakta da Rika-chan. Köydeki insanlar eğer Kraliçeden uzaklaşırlarsa hastalığın belirtileri 36 saat içerisinde görülüyor. Tüm köy halkı paranoyaklaşma tehtidi içerisinde oluyor. Bu da Oyashiro-sama Lanetini açıklıyor. Çünkü lanete göre köyden ayrılanı bu lanet bulur ve öldürmeden bırakmaz, oysa köyden ayrılan hastalığın semptomlarını göstereceği için eskiler tarafından bulunmuş mükemmel bir kılıf bu lanet.

Hinamizawa Sendromunu araştırmak isteyen ve hatta biyolojik silah olarak kullanma gibi hedefleri olan bir grubumuz da var. İşte bu sezonda tüm bunlar Rika-chan'ın ölümüyle bağlanıyor. Rika-chan yeni bir döngüde kendini kurtarmalı, ölümünü engellemeli ve onu kimin öldürdüğünü bulmalı,  çünkü Hanyuu'nun onu geri döndürme gücü yavaş yavaş azalıyor ve köyü kurtarmak zorunda. Bu konuda ise en büyük desteği dostlarından görüyor ve ne kadar cesur arkadaşlara sahip olduğuna şaşırıyor.

Bu sezon Rika-chan'ın kaderine karşı savaşmasıdır. İlk sezondan çok daha iyi, ve tüm sorularımıza yanıt aldığımız için tatmin olmuş bir şekilde sonlandırıyoruz.



27
Çizgi & Anime / Higurashi No Naku Koro Ni
« : 26 Nisan 2012, 00:13:42 »



İlk bölümünü izleyip "Gerilim ve korku nerede?" demeyin, devamına buyrun!

1983 Haziranında geçen olaylar Maebara Keichi'nin Hinamizawa Köyüne gelmesiyle başlar. Çok sevimli olan köyde geçen ilk 1-2 bölüm sorunsuz, hatta komiktir. Keichi-kun köyde arkadaşlar edinir -Mion, Rika, Satoko, Rena- ve okul çıkışları kulüp aktiviteleriyle okulda geçirdikleri vakit muhteşemdir.


Yalnız 3. bölümde gerilim yüzünü göstermeye başlar, karakterlerimiz stres altında kendilerini kaybeder ve bu bizi 4.bölümdeki trajediye götürür.

Ama sonra bir bakarız başa dönmüşüz!

Higurashi no Naku Koro Ni, bağlantılı olduğu ikinci sezon ve OAV ile işte böyle yürüyor. 4-5 bölümde bir başa dönüyoruz. Başka karakterlerimiz paranoyanın esiri oluyor. İlk birkaç bölüm sorunsuz ve mutlu, sonraki bölümler ise korku dolu dehşet ve vahşetin hüküm sürdüğü bölümlere dönüyor. 5.bölüm ise ölümlerle sonuçlanıyor. Bir ortak noktamız var: Furude Rika'nın ölümü.

Hinamizawa'da her yıl düzenlenen Watanagashi Festivali sırasında bir kişi ölüyor ve bir kişi kayboluyor. Bu gizemli olay karakterlerimizin aklında büyük soru işaretleri olarak her döngüde ortaya çıkıyor.

Anime.gen.tr Tanıtımı:

Alıntı
Haziran 1983… Maebara Keiichi, büyük şehirden yeni taşındıkları Hinamizawa köyüne alışmaya çalışırken kendisine dört yeni arkadaş bulur; Rena, Mion, Rika, ve Satoko. Yeni arkadaşlarının kurduğu kulübe katılarak onlarla oyunlar oynayarak vakit geçirmeye başlar. Hinamizawa’nın sakin ve huzurlu görünüşü altında aslında karanlık bir sır yatmaktadır. Watanagashi festivali sırasında bir cinayet işlenmekte ve bir diğer kişi de kaybolmaktadır ve bu kişilerden bir daha haber alınamamaktadır. Tekrarlanan bir cinayet sonrasında Keiichi olayları kendisi çözmeye karar verir ve araştırmalara başlar. Keiichi, cinayetler, adam kaçırmalar derken kendisini daha da karmaşık durumlar içerisinde bulur. Peki, tüm bu olaylar sonrasında bulduğu gerçeği kabullenebilecek midir?

Benim fikrimi soracak olursanız çok güzel sevimli bir anime. Kafa patlattım neden hep başa dönüyoruz diye ama cevap ikinci sezon: Higurashi no Naku Koro Ni Kai'de. Eğer izleyecekseniz mutlaka onu da izlemelisiniz. Ve yorumlarınızı ikinci sezonun sonuna saklayın, zira ancak o zaman seriyi tam olarak anlamış olursunuz.

Ayrıca olayların geçtiği Hinamizawa Köyünün gerçekte Shirakawa adında bir köyün modeli oluşu beni çok heyecanlandırdı! Şöyle ki;

Spoiler: Göster











Çok güzel, izlenir, tavsiye edilir :)
 

28
Eğlence & Mizah / Bilimsel Karakter Testi
« : 18 Nisan 2012, 20:05:31 »
Arkadaşlar test şöyle:

Altta görmüş olduğunuz 6 şekli aklınızda ilk neyi çağrıştırıyorsa ona göre basitçe tamamlıyorsunuz (üstüne çiziyorsunuz yani). Yanına da size göre tamaladığınız şekli basitçe ifade eden 3 net kelime yazıyorsunuz -mümkünse sıfat-. Şekil tamamlarken hiçbir şekilde çekinmemeniz gerekiyor. Eğer herkes görecek falan diye aklınıza geleni çizmezseniz doğru sonuç almanız mümkün değil.

Tamamlanmış halini bir webcam veya herhangi bir kamera ile çekip ya bana pm atın ya da burada paylaşın. Ben de yine isteğinize göre pm olarak veya mesajınıza cevap olarak yorumlayayım ve nasıl çözümlendiğini de açıklayayım ki başkalarına yapabilin.

İşte resim:


29
Çizgi / Galaxie - çizimlerim
« : 16 Nisan 2012, 17:37:04 »
Eskilerden bulabildiklerim...


Spoiler: Göster


Spoiler: Göster


Spoiler: Göster


Spoiler: Göster


Spoiler: Göster


Spoiler: Göster


Spoiler: Göster


Spoiler: Göster

30
Sinema / The Phantom of the Opera
« : 16 Nisan 2012, 15:29:56 »

Tür: Müzikal, Dram
Yönetmen: Joel Schumacher
Senaryo: Joel Schumacher, Andrew Lloyd Webber, Gaston Leroux
Yapım: 2004  -  ABD
Oyuncular: Gerard Butler, Emmy Rossum, Patrick Wilson, Minnie Driver, Miranda Richardson, Ciaran Hinds, Jennifer Ellison


O’nun sesi, masum koro kızı Christine Daaé'yi (Emmy Rossum) öksüz kaldığı günden beri evi bildiği opera binasının gölgelerinin arasından çağırmakta ve Christine’in olağanüstü müzikal yeteneğini eğitmekteydi. Bu gizemli Müzik Meleği’nin, opera binasının mahzeninde yaşayan yüzü çirkin ama müzikal dehası da bir o kadar tartışılmaz olan ve tiyatro binasında çalışanları korkutmasıyla tanınan Operadaki Hayalet/Phantom (Gerard Butler) olduğu gerçeğini ise sadece genç balerinlerin eğitmeni Madame Giry (Miranda Richardson) biliyordu.
 
Tiyatronun kaprisli baş sopranosu La Carlotta’ (Minnie Driver), tam da yeni oyunun giysi provaları esnasında Hayalet olduğu iddia edilen birileri tarafından performansının sabote edilmesine sinirlenip yapımdan çekilir. Tiyatronun yeni yöneticileri Mösyö André (Simon Callow) ve Mösyö Firmin’in (Ciarán Hinds) de, gizemli bir öğretmenden müzik dersleri aldığı söylenen koro kızı Christine Daaé’yi, Carlotta Guidicelli’nin yerine sahneye çıkarmaktan başka çaresi kalmaz.
 
Christine’in açılış gecesindeki büyüleyici performansı hem seyircileri, hem de kendisini bu yeni öğrencisini operanın yıldızı yapmaya adayan Hayalet’i etkiler. Ama Hayalet, genç sopranodan etkilenen tek erkek değildir, dolayısıyla Christine kendisini birden tiyatronun varlıklı sahibi – ve çocukluk aşkı – Vicompte Raoul de Chagny (Patrick Wilson) ile flört ederken bulur.
 
Karizmatik hocası Hayalet’ten etkilenmesine rağmen, Christine ister istemez yakışıklı aşığı Raoul’un çekimine kapılırak kendini bir aşk üçgeninin ortasında bulur. Bir tarafta sesi ruhunu okşayan, romantik, onun sesini eğiten ve basit bir koro kızıyken prima donna olmasını sağlayan Hayalet, bir tarafta yakışıklı, genç, zengin ve çocukluk aşkı Raoul… Fakat bu durum Hayalet’in hiç de hoşuna gitmez; tutkuların, şiddetli kıskançlıkların ve tutkulu aşkın kreşendosunu sahneye taşıyarak ezeli âşıkların geri dönüşü olmayan noktayı geçtiğinin habercisi olur.
 

Ben normalde müzikal sevmeyen biri olarak bu filmi çok beğendim. Film 1800'lerde geçiyor, ortamından, kıyafetlerinden, karakterlerin seslerinden etkilenmemek mümkün değil. Soundtrack zaten çok güzel. Gerard Butler'ın muhteşem oyunculuğu ve sesi filmi uçurmuş bana kalırsa. Filmin birçok ödüle adaylığı ve kazandığı birçok ödülü var. Eğer müzikal seviyorsanız mutlaka izlemelisiniz.











Sayfa: 1 [2] 3