Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Lowan

Sayfa: 1 2 [3] 4 5
31
Nedeni ise insanların çoğunun filmi izleyip kitabı alıp okuması.
Hangi ülkeyi kastettiğini merak ettim, Türkiye değil çünkü.

32
Bireysel anlamda düşünürsek "Evet filmini çekmesinler. Kitapların büyüsünü bozmasınlar. " denilebilir. Fakat bu tarzdaki edebiyat ürünlerinin ülkemizde de gereken ilgiyi görmesini sağlamak için gerekli değil mi acaba?

Bence fantastik edebiyat ülkemizde hakettiği ilgiyi görüyor ama talep bazında baktığımızda eserleri getirenlere/çevirenlere topluca baskı yapılmadığı/talepte bulunulmadığı için pek ilgi yokmuş gibi duruyor. Mesela ben A Song Of Ice And Fire'ın 4 kitabını satın aldım, hem de yurt dışından değil, yurt içinden. Diziyi izleyen adam bilmiyor olayları, ben de söylememeye çalışıyorum ama ara sıra ağzımdan kaçıyor birtakım şeyler. Gönül ister ki o adam da gitsin alsın kitabı (veya benden ödünç istesin), okusun, tartışalım. Ama yok... Aynı şey Lord Of The Rings için de tartışıldı defalarca.

Bunun dışında, eğer bir Forgotten Realms filmi çekilecekse gidip Anayurt'u çekmelerini istemem mesela. Kitaptaki ayrıntıları ararım, aktarımın doğru mu yanlış mı olduğuna bakarım, filmi didiklemekten izleme keyfi almaya zamanım kalmaz. Muhakkak da beni tatmin etmeyecek bir film olur. Onun yerine Forgotten Realms'ta geçen ama özgün bir senaryosu olan filmi izlemek daha güzel olur. Hem spesifik bir kıyaslama yapmam, hem de "neymiş bu?" deyip araştırma yapan adam Forgotten Realms'ı öğrenir ve kitaplara yönelir.

33
Bence yapılmamalı, insanları kitap okumaktan alıkoyan bir durum bu. Mesela kitabın anlattığı evren/ortam/zaman üzerine bir film olabilir, ilgiyi de çeker, ama direkt olarak kitabın filmi şeklinde olan filmleri hoş görmüyorum.

34
Yüzüklerin Efendisi / Ynt: Burn of Hope (Umudun Doğuşu)
« : 05 Mayıs 2012, 21:01:47 »
Umudun Doğuşu değil, Umudun Yanışı olmuş başlık.

35
Müzik / Ynt: en çok hangi çalgı aletini çalmak istersiniz?
« : 05 Mayıs 2012, 18:47:23 »
Gitar ve klavye çalıyorum ama bir çellom veya piyanom olsun isterdim.

36
Harry Potter / Ynt: En beğendiğiniz HP filmi?
« : 05 Mayıs 2012, 12:52:19 »
Son film, o da "bitti" diye.

37
Sinema / Ynt: The Avengers (2012)
« : 05 Mayıs 2012, 02:06:47 »
İsmini çok saçma çevirmişler.

38
Oyunlar / Ynt: Baldur's Gate
« : 04 Mayıs 2012, 23:26:45 »
FRP ile bilgisayar oyunlarının bu kadar birbirine bağlı görünmesi hep büyük bir hatası olmuştur bence iki kesimin de. Kaldı ki (Planescape Torment bir yana), oynadığım çoğu RPG oyunu, oynadığım ve oynattığım çoğu FRP oyunundan daha kötüydü senaryo ve kurgu açısından. Bir bilgisayar oyunu için olması gereken şeydi ancak bir FRP uyarlaması açısından bakıldığında inanılmaz eksikti. Bu yüzden, frp ile ilgilenen birisine önermek için çok hatalı kaynaklar olurlar.

Buna katılıyorum. Bence Baldur's Gate bir FRPcinin değil de, bir RPG oyuncusunun (gamer) oynaması, hatta oynamış olması gereken bir oyundur. FRP ucu açık, klişe kalıplardan uzak olduğu zaman güzeldir. Öğrenmeye ve araştırmaya sevk eder insanı. Baldur's Gate'in bir Forgotten Realms oyunu olması benim için tek üzücü yanı oldu. Forgetten Realms bilmiyorum, çünkü hiçbir zaman setting öğrenmeye çalışmadım. Sadece bir göz gezdirdim ama derinlerine inmedim. Baldur's Gate'i de 2-3 kere bitirmişimdir ama genel olarak kurguyu umursamadığım için olayları akışına bırakmaya çalışmış ve kaçınılmaz olan yollar aracılığıyla sonuca ulaşmıştım.

Şunu söylemem gerekiyor ki, bir Dragon Age'den kat kat sağlam bir oyundur Baldur's Gate. Günümüz RPGlerinde herkes istediğini alsın oynasın bitsin mantığı var. Eskiden bir wizard/sorcerer/mage karakter yarattığımızda geliştirmesi zordu. Diğerlerine oranla daha geç gelişiyordu ama geliştiğindeyse son derece sağlam oluyordu. Ortada bir emek, azim oluyordu. Bunu yansıtan en güzel oyunlardan biridir Baldur's Gate.

39
Eğlence & Mizah / Ynt: Şu an sizi ne mutlu eder?
« : 04 Mayıs 2012, 16:43:42 »
5$ vererek Sliver Queen alabilmek çok mutlu ederdi beni şu anda.

40
Yayınevleri Soru Hattı / Ynt: Epsilon Yayınları Soru Hattı
« : 02 Mayıs 2012, 18:57:37 »
Amazon şuradaki yayınevinin Amerikalı olduğunu söylüyor da:

-Part I

-Part II

Yayıncı: HarperCollins-> The company name is a combination of Harper & Row, an American publishing company acquired in 1987

Buna dayanarak söyledim.
Tam olarak bilmiyorum ama bir versiyon farkı olduğu aşikar, çünkü bir arkadaşım amazondan set olarak aldığında 3. kitap tek olarak gelmiş. Bendeki UK versiyonu, Virgin'den sterlin üzerinden satın aldım kitapları ve bendeki 2 kitap şeklinde. Belki de setler için özel bir versiyon vardır, onu bilmiyorum ama tek kitap olduğu bir versiyon da mevcut.

Bu arada, para tırtıklamak ifadesine hem bir okur olarak, hem de bir çevirmen olarak karşıyım. Kitapların piyasadaki ücretleri son derece makuldür, orjinal versiyonlarının fiyatlarına rağmen.

41
Yayınevleri Soru Hattı / Ynt: Epsilon Yayınları Soru Hattı
« : 02 Mayıs 2012, 18:26:11 »
Yayıncı cevap verecektir ama ben şunu söylemek isterim, Kılıçların Fırtınası Amerikan basımında da iki kısım halinde basılmış. En azından Amazon.com'daki halleri bizdeki gibi iki kısım.
US versiyonu tek kitap, UK versiyonu 2 kitap.

42
Müzik / Ynt: Günün şarkısı
« : 02 Mayıs 2012, 16:39:57 »
Yazmaya çalıştığım ufak hikayeyi bitirmemin şerefine:
Blind Guardian - Road Of No Release

43
Kurgu İskelesi / Sevilmeyen Adamın Son Günü
« : 02 Mayıs 2012, 15:05:06 »
Spoiler: Göster
Bu, aslında hazırladığım bir NPC'nin backgroundıydı ama hoşuma gitti biraz, öyküymüşcesine paylaşayım dedim.


Age Of Draconism – Particles #1

Sevilmeyen Adamın Son Günü

Bir zamanlar Fallrad bölgesindeki küçük bir kasabada yaşayan bir adam vardı. Bu adamı kimse sevmezdi. Kimine göre sevimsiz, kimine göre de ürkünç bir adamdı. Kasabada sadece hancı ve birkaç tipsiz adam dışında kimse onunla konuşmazdı. Aslında hangisinin daha tipsiz olabileceği, ortalıklarda yokken handa veya kasabanın sokaklarında, sıfatı anıldığı zamanlarda insanlar için büyük bir tartışma konusu olabiliyordu. Uzun, çelimsiz bir silüete sahip olmasının yanında yüzündeki sivilcevari yara bere, uzun ve biçimsiz burnu, kısa bir çizgiye benzeyen yamuk ağzı ve omuzlarına kadar uzanan kirli, yağlı siyah saçlarıyla da insanları kendinden soğutmayı başarabiliyordu. Ten rengi olması gerekenden daha solgundu, ama kesinlikle bir albinonunki gibi değildi. Ondaki bu farklılık bir zamanlar insanların, hasta olduğunu düşünerek ona acımasını sağlamış bir durumdu. Ancak, konuşmaya çalışan herkesi kendinden uzak tutmuş, birinin kendisine dokunmasına dahi hiç izin vermemişti. Durum o kadar kötüydü ki, on adımdan daha yakınına gelen insanların önce biraz içi üşüyor, ardından korku ve nefretle karışık bir tiksinme güdüsüne sahip oluyorlardı. Bu onun için başta anlaşılamaz bir lanet olmuşsa da, zamanla alıştığı ve rahat etmesini sağlayan bir duruma dönüşmüştü.

Yirmi küsür bloktan oluşan kasabanın doğu çıkışının yaklaşık yediyüz adım ötesinde derme çatma bir kulübe yapmıştı kendine. İnsanlar bu cılız, çelimsiz adamın öyle bir kulübe yapabilmesini doğaüstü olarak görüyorlardı, tabi böyle düşünmelerindeki sebep sadece bu değildi. Kulübe dense de oldukça büyük ve genişliği otuz, uzunluğu kırkbeş, yüksekliğiyse en fazla yirmi adımlık uzunlukta olan derme çatma ev sadece inşaa edildiği düzlükte çirkin bir görüntü oluşturmuyor, aynı zamanda da güneşin bile kendisinden kaçtığı zamanlarda çarpık bacasından dışarı üflediği ve genellikle yeşil-pembe bulamacı bir renge sahip olan dumanla bütün gökyüzünü kirletiyordu. Evin içinde olup bitenleri kimse bilmiyordu ama ayda bir kere gelen Falangar’lı bir adamın, o çirkin ucubeye –içinde muhtemelen bir miktar para olan- büyük bir kese ve iki üç tane de kitap getirdiğine birçok kasaba sakini şahit olmuştu. Ormana giden yolun sol tarafında kalan bu ürkünç yapı ve içindeki ürkünç adam gün geçtikçe kasaba sakinlerini daha fazla korkutuyordu ve artık insanlar birşey yapmalıydı.

Sevilmeyen adam, bir gün ormanlara doğru yol almıştı. Bunu gören sakinlerden biri, haberi yaydı. Kısa bir süre sonra bir grup kasaba sakini bir araya gelmişti. Bu küçük kalabalıkta kasabanın her kesiminden kişiler bulunmaktaydı. Çelimsiz çiftçiler, şişko madenciler, kasabanın muhafızları, hatta ayyaş ve terzilerden bile birkaç kişi bulunmaktaydı. Karar belliydi: önce o uğursuz, biçimsiz, ev demeye bin şahit isteyen ve havayı oldukça pisleten yapıyı yakıp kül edecek, ardından da o iğrenç adamı öldüreceklerdi. Bazıları bunun bir parçası olmak istemiyordu, çünkü sevilmeyen adamın lanetinin bulaşacağına inanıyorlardı. Bir cadının doğurduğu piçten bulaşacak olan bir lanet, bütün düzeni yerle bir edebilir, yapılan işleri aksatabilirdi. Düzenli olarak ödenen vergilerde sıkıntı yaşanması, birçok zorlukla karşı karşıya kalmalarına sebebiyet verebilirdi. Bunu göze almak istemeyenler vardı. Vergide en son sorun çıktığı zaman Kara Çakal askeri köyden bir düzine çocuk ve yarım düzine kadın alıp şehre dönmüştü. Aradan geçen iki yıl boyunca hiçbirinden bir haber alınamadı. Bu yüzden batıl inançlar, sevilmeyen adama karşı örgütlenenlerin sayısını az bir miktarda tutuyordu. Diğerleriyse kararlıydılar. Basit bir batıl inancın bu pislikten kurtulmalarına engel olamayacağını söylüyorlardı. Büyükler ve bilgeler, grubu ayıpladılar. Başlarına kötü işler açacaklarını söylediler, ama kimse kulak asmadı. Olacağı neyse olsun dendi.

Karar verilmişti, geri dönüş olmayacaktı. Bir an önce harekete geçmek için ayrıldılar ve kasabanın doğu çıkışında buluştular. Tırpanlar, meşaleler ve kılıçlar hazır bir şekilde sevilmeyen adamın evine doğru yola koyuldular. Kararmaya başlayan hava, yerlilerin yüzlerindeki korku, nefret ve hırs duygularını birleştirip meşale ateşleriyle süsleyerek sevilmeyen adam ve evinden bile ürkünç, ürpertici bir görüntü oluşturuyordu. Eve vardıklarında, kalabalığı bir araya getiren işçilerden biri öne atıldı ve zorla eve girmeye çalıştı. Fazla zorlamasına gerek kalmamıştı, attığı bir tekmeyle kirişleri hiç de sağlam olmayan kapı yere yığıldı ve yerdeki tahtalardan birine zarar verdi. Adam, bunu yapmasının doğuracağı sonuçları düşünmemişti. Bilemezdi de zaten. Kapının yere yapışmasıyla birlikte içeriden köpeğe benzeyen, derisi soyulmuş, hatta göğsünün bir bölümünde et olmamasından dolayı kaburga kemikleri görünen, yüzü gözü erimiş ve yamulmuş bir yaratık koşarak önce adamın üstüne atlayıp onu gerisingeri yere düşürdü, sonra da ormana doğru koşmaya başladı. Diğerleri bunun ne olduğunu bilmiyordu ama hoş bir durum olmadığından emindiler. Koşarak uzaklaşan yaratığın sadece arkasından bakabilmişlerdi, hatta terzinin bacakları titremekteydi, bir an elinden tırpanını düşürdü. Şoku atlattıklarındaysa işçiyi yerden kaldırdılar, terzi tırpanını yerden aldı, meşaleliler evin etrafını sardı. Ardından evin etrafına ve biraz da içine yağ döktüler. Sonra da meşaleleri fırlatarak evi tutuşturdular ve yanmasını izlemeye başladılar. Ev yanarken resmen uğulduyor, feryad ediyordu. Etrafını saran ateşse ilginç bir şekilde önce biraz küçülüyor, sonra hızlıca büyüyor ve güçleniyordu. Herkes seyre dalmışken sevilmeyen adam görünmeye başladı. Koşa koşa evine geliyordu, peşinde çirkin yaratığıyla birlikte. Topladığı bitkiler çantasından ve kollarından sıyrılıp yerde yuvarlanıyordu, ama adam onları umursamıyordu bile. Ev gür bir sesle uluduğundaysa dizlerinin üzerine çöküp ağlamaya başlamıştı. Hangisinin daha rahatsız edici olduğuna karar veremeyen grup, bir süre sadece izlemekle yetindi. Sonra da çiftçilerden biri tırpanıyla birlikte adama doğru yürümeye başladı. Adam hemen doğrulup geriledi, çiftçi iyice yaklaşamadan elini çantasına attı ve serçe parmak boyunda bir kristal çıkardı...

Kendince yaşadığı hayatın bütün anlamı yanıp kül olmaktaydı. O andan sonra ne yaparsa yapsın, kaybettikleri geri gelmeyecekti. Bu yüzden insanlara bir ders vermek geldi içinden. Böylece yaptıkları saygısızlığın bedelini ödeyeceklerdi ve diğerleri için ibret olacaklardı. Kasabaya bir lanet salacaktı. Lanet işledikçe halk cezasını çekecek, halk cezasını çektikçe adalet yerini bulacaktı. Bu yüzden, kendisine doğru yürüyen çiftçiye bir kristal uzattı ve “Khu’dos naras spiritus inflonarin Xath!” diye kısık bir ses tonuyla birşeyler mırıldandı. Diğerleri boş boş bakmaktan fazlasını yapamıyordu, ta ki çiftçinin bedeninden çıkan mavimsi dumanın kristalin içini doldurduğunu idrak edene kadar... Geç olmuştu aslında, idrak etmeleri bile o kadar zamanlarını almışken bir de tepki göstermelerini beklemek fazla olurdu. Zaten ne yapabilirlerdi ki? Adamın ruhu kristalin içine girmişti resmen. Bununla nasıl savaşacakları ayrı dursun, bunun nasıl gerçekleştiğini anlayacak akla bile sahip değillerdi. Kaderlerine boyun eğdiler.

Sevilmeyen adam, içine ruhları topladığı kristalleri büyülü sözler mırıldanarak sol koluna taktı. Kolunda birtakım yaralar vardı. Kimisi kesik gibiydi, fazla derin değildi; kimisiyse normal bir şekilde açılamayacak kadar acayip ve derin yaralardı. Çürükler de vardı ama teninin renginden ötürü rahatlıkla anlaşılacak gibi değildi. Derin yaralarsa, sanki kristallerin oturması gereken yuvalarmış gibi duruyordu. Adam kristalleri derin olan yaralarına yerleştirdi ve Falangar’lı ulağının getirdiği kitabı aradı çantasında. Bulduktan sonra açtı ve hızlıca okumaya başladı. İlk cümle ağzından kısık sesli bir mırıldanma olarak çıktı ve sonraki her cümlede sesi biraz daha yükseldi ve kalınlaştı. Beş sayfalık yazıyı soluksuz okumuştu ve o sırada olanlar gerçekten korkunçtu.

Hala yanmakta olan evin feryadları kesilmişti zaten, insanların ruhlarını toplarken, ancak; adamın sesi yükseldikçe evin feryadı kahkahaya dönüşmeye başlamış, gökyüzündeki pembe-yeşil kırması bulutlar yerlerini gri yağmur bulutlarına bırakmıştı. Sayfalar geçerken rüzgarlar sertleşiyor, kitabı okumayı zorlaştırdığı gibi etrafta ne bulduysa uçurmaya çalışıyordu. Bir sonraki sayfada yağmur yağmaya başlamıştı ve evin kahkahaları gittikçe boğuklaşıyordu. Sonrakindeyse yağmur şiddetlenmişti ve gök gürlüyordu. Evin ölüsü bile artık olacaklardan korkuyordu. Kahkahası sinmiş, yerini rüzgarın öfkeli uğultusuna ve yağmurun şiddetli akınına bırakmıştı. Son sayfayı okumak oldukça zordu, ama duramazdı. Son cümlesini bitirdiğinde tek hatırladığı, son anısı olan yıldırım sesiydi. Anlık bir enerji hissetti ve öylece yere düştü. Buna direnemezdi.

Sevilmeyen adam, bir lanet salmıştı. Topladığı ruhları lanetleyeceği ruhlara yönlendirmiş, yaptığı büyünün kalıcılığını sağlamak içinse kendi ruhunu feda etmişti. Anlık bir intikam değil, ebedi bir adalet istiyordu. Çağırdığı güçler bir yıldırımla onun ruhunu almış, biraz sonra çakan şimşekle kasabaya iletmişti. İnsanlar hastalanmış, adamdan daha beter görünmeye başlamıştı. Karanlık bulutlar o kasabanın üzerinden ayrılmamış, oranın insanlarını cezalandırmak için her fırsatı değerlendirmişti. Aradan geçen yıllar bile bu durumu değiştiremedi. Sevilmeyen adamın son günü, ona istediği adaleti getirmişti, canı pahasına bile olsa.

44
Diğer Fantastik Eserler / Ynt: 19. Departman // Will Hill
« : 01 Mayıs 2012, 17:28:53 »
İçeriği farklı olsa da, isimler bana Fallout'u anımsattı. Fırsat bulunca bakmak gerek.

45
Oyunlar / Ynt: Diablo III
« : 01 Mayıs 2012, 13:19:46 »
Bazı spoilerlar var ki, doğru mudur değil midir merak ettiğim için daha büyük bir şevkle bekliyorum. Book Of Cain zaten oyundan beklentilerimi ilginç bir şekilde arttırdı, bir de Sword Of Justice'i alırsam uçarım herhalde :D

Sayfa: 1 2 [3] 4 5