Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - M.K.Immortal

Sayfa: 1 ... 17 18 [19] 20
271
Kurgu İskelesi / Ynt: Zamanda Zamansız Yolculuklar
« : 04 Aralık 2012, 21:52:12 »
grikunduz; teşekkür ederim yorumun için :)

estelturin; burada davamı olan bir öykü yayınladım ama hala vakit bulup devamını yazamadığım için pek bu tip öykülere girmek istemiyorum. Tek bölümlük olması hem benim hem okuyanlar için iyi olur sanırım :)

272
Kurgu İskelesi / Ynt: Zamanda Zamansız Yolculuklar
« : 23 Kasım 2012, 17:21:46 »
Can sıkıntısıyla başlanmış, kısa ve eğlenceli olması amaçlanarak yazılmış bir öyküydü sadece. Evet pek derin dialoglar yok ve konuya hızlı girmişim sanırım :)

Zaman ayırıp okuduğunuz ve beğeniniz için teşekkür ederim.

273
Kurgu İskelesi / Zamanda Zamansız Yolculuklar
« : 22 Kasım 2012, 20:17:56 »
Hayatının deneyimini yaşamak üzereydi. Zamanda 3 yıl ileri giderek, gelecekteki kendisini ziyaret etmeye karar vermişti. Suratındaki tebessüm ne kadar heyecanlı olduğunu gösteriyordu. Eli, kapı ziline doğru yaklaştıkça kalbi hızla çarpmaya başlamıştı.

Zile ulaşamadan kapı açıldı. 3 yıl sonraki kendisi sinirli şekilde ona bakarak

“Gir lan içeri!” dedi.

İçeriye girerken ensesine yediği tokat ile neye uğradığını şaşırmıştı. Oturma odasına geçtiğinde, farklı zaman dilimlerinden farklı yaşlarda, 5 tane daha kendisinin de koltukta sıralanmış olarak oturduklarını gördü. En baştaki boşluğa oturdu. Aralarında en yaşlı olanı, iki eliyle ucunu tutup yere dayadığı bastonuna yüklenerek öne eğildi ve dişsiz ağzını şapırdatarak koltuğun diğer ucundaki kendisine seslendi.

“Hoş geldin evladım.”

“Hoş bulduk amca.”

Kapıda onu karşılayan diğer benliği içeri girdiğinde toplam yedi kişilerdi. Ayakta duran ev sahibi, son geleni göstererek konuşmaya başlamıştı.

“Bu da geldiğine göre toplantıya başlayalım. Şimdi hepinize yaş sırasına göre numara vereceğim. Herkes numarasına göre konuşsun. Ben bu durumda 3, son gelen ise 1 numara oluyoruz.”

7 – “Evladım ben kaç oluyorum?”

3 – “Amca sen normalde yedisin ama şu haline bakınca daha çok cennetin yedinci katındaymışsın gibi geliyor.”

7 – “Nasıl?”

3 – “Yok bişi amca yok. Sen takıl kafana göre.”

7 numara hemen yanındaki, elli yaşlarında olan 6 numaraya dönerek

7 – “Nasılsınız? Görüşmeyeli ne var ne yok?” dedi.

6 – “Geçen sene iflas ettim. Hatırlamıyor musun? Sana göre 15 yıl önceydi.”

7 – “Vah vah.”

3 – “Susun lan! Şuraya toplantı yapacağız diye gelmişiz, kadın gününe çevirdiniz ortamı.”

7 yine hafifçe 6’ya eğilerek konuştu.

7 – “Ne kadar da kabaymışım meğer.”

6 – “Değil mi pirim. Gençlik işte nerden nereye gelmişiz azizim.”

3 – “Pirim mi? Azizim mi? Ne oldu lan bana? Ne içiriyorsunuz bana gelecekte hacı?”

4 – “Ya toplantıya başlasak olmaz mı? İki gün önce Ayşe’den randevu kopardım. Ona gitmek için sabırsızlanıyorum.”

3 – “Ne yani, ben yarın Ayşe’den randevu mu alacağım?”

4 – “Evet.”

3 – “Senden önce varırsam benimdir bak karışmam.”

4 – “Abi zaman makinesiyle böyle çakallıklar yapmayacaktık hani. Bekle 3 gün sonra sen de çıkarsın. Milletin hakkını yeme bee.”

3 – “Şaka yaptım şaka. Zaten buraya gelme amacımız, aleti kullanmama kararı almaya yönelik. Şu hale bak yaa, 6 tane daha ben var etrafta.”

2 numara kaşlarını kaldırmış yanındaki 1 numarayı işaret ediyordu.

2 – “Hepsi bunun yüzünden işte.”

Herkes kafasını 1 numaraya çevirmişti. Bir numara neler olduğunu anlamak için zorlanırken, bir anda bütün nefret dolu gözlerin hedefi olmuştu.

5 – “Haklısın. En iyisi 1 numaranın zamanına gidip, zaman makinesini yapmasına engel olalım. Olmaz mı?”

3 – “Ne saçmalıyorsunuz ya? Oldu olacak öldürün bir de kendinizi tam olsun. Lan bir numara makineyi yapmazsa, şimdiki gerçeklik olmaz. Şimdiki gerçeklik olmazsa, onun zaman makinesini engelleyecek biz de olmayız. Yani yine başa sarmış oluruz. Durduk yere paradoksa sokmayın lan insanı!”

6 – “Eee ne yapalım o zaman?”

3 – “Abi benim asıl isteğim, aptal saptal şeylere kullanmayın şu cihazı. Geçende 4 numara geldi şeker bitmiş evinde diye şeker istedi.”

4 – “Ya zaten sonradan fark ettim, şekeri senden aldım diye bitmiş halbuki.”

3 – “Al işte buradan yak. Sırf birbirimize zararız.” 3 numara biraz durup aklına gelen ilk şeyi sordu. “O değil de yarınki Beşiktaş maçı ne oldu?”

4 – “3-1 kaybetmişiz.”

3 – “Hadi ya. Kim atmış golü?”

4 – “Bilmiyorum valla, maçın sonucunu öğrenince izlemedim.”

3 – “E yani ben de izlemem zaten artık.”

5 – “Konuya dönsek olmaz mı?”

3 – “Tamam tamam. Demem o ki, artık birbirimize müdahale etmeyelim. İyice saçma salak birine dönüştük ya. Sizden başka arkadaşım kalmadı. Deli gibi kendi kendime konuşuyorum.”

2 – “E az önce söylediğin sorun olmayacak mı o zaman? Yani şimdiki gerçeklik için yaptıklarımızı yine yapmamız gerekecek değil mi?”

3 – “Evet. Mesela ben bir gün sonra geçmişe gidip 1 fincan şeker isteyeceğim. Üç gün sonra ise şimdiki toplantıya geleceğim.”

2 – “Anladım. Ama normal hayatımıza dokunmayacağız.”

5 numara, 2’ye bakarak

5 – “Sen yine de yarın yolda giderken sana piyango biletini uzatan adamı görmezden gelme. Al bir bilet.” Dedi.

Ortam bir anda değişti. 3 numaranın evindeki eşyalar lüks hale dönüştü ve beş numara yok oldu.

3 – “Haydaa. Adamlara müdahale etmeyin diyoruz siz hala onu alma bunu al diyorsunuz. Piyangoyu tutturmuşum durduk yere.” Beş numaranın olması gerektiği yeri göstererek “Nereye kayboldu bu şimdi?” dedi.

6 – “Parayı bulunca araba aldı kendine. Onla geziye çıkmıştı… Yani çıkmıştım. O yüzden sallamadı toplantıyı.”

3 numara iyice sinirlenmişti. 2’ye dönerek hiddetle bağırdı.

3 – “Olum o bileti alırsan kafanı kırarım senin!”

3’ün konuşması üzerine her şey normale döndü. 5 elinde direksiyon varmış gibi bir anda koltukta belirdi.

5 – “Haydaa. Lamborghini ile sahil turu atıyordum tam da. Nereye gitti şimdi araba?”

3 – “Sus! Parayı bulunca kendini bile tanımaz olmuşsun. Tiksindim lan kendimden, ne çıkarcı, ne ahlaksız herifmişim meğer.”

4 – “Tamam o zaman karar verilmiştir. Kimse kimsenin hayatına karışmasın.” 4 Numara ayağa kalkıp 3’ün yanına gitti ve kulağına eğilerek “Ya hiç param kalmamış. Ayşe’ye rezil olmayalım şimdi sen bana biraz borç versene.”

3 – “Ne geri zekalı adamsın yaa. Benden aldığın para yüzünden paran kalmamış olmasın gelecekte? Al yine de al, demek ki vermişiz sana borç ki param kalmamış… Al zehir zıkkım olsun al.”

7 – “Dört numara evladım. Beni de eve bırakır mısın sana zahmet olmazsa.”

4 – “Amca makineyi bu zamanda bırakma ama. Sonra iyice ortalık karışıyor.”

7 – “Gözlerim görmüyor ki evladım. Geçende kendi zamanıma gidim diye bastım bir şeylere bir baktım cenazemdeyim. Nasıl bilirdiniz muhteremi diye sorduklarına en son canlı bilirdik dedim.”

4 – “Öf ya tamam be amca gel hadi gel.”
Bir numara yerinden kalkıp evden çıkarken suratındaki şaşkınlık ifadesi hiç gitmemişti. Dünyadaki en büyük deneyimin sonuçlarına şahit olmuştu. Zamanda yolculuğun sorumluluğunun farkına varmıştı. Gelecek değiştirilemezdi. Ona yapılan müdahaleler, aslında gerçekleşmesi gereken olaylardan ibaretti.

Evden çıktığında ise geleceğiyle ilgili düşündüğü tek şey vardı.

“Vay be, 65 yaşıma kadar yaşayacağım demek…”

274
Düşler Limanı / Ynt: Rüya
« : 17 Kasım 2012, 21:21:51 »
Uzun zaman oldu yeni bir Menekşe hikayesi göremiyoruz hayırdır :D

275
Düşler Limanı / Ynt: Bu Gün
« : 17 Kasım 2012, 21:14:30 »
Ah Menekşe nedir senin bu çektiklerin... Ellerine sağlık aşkım güzel bir öyküydü :)

276
Düşler Limanı / Ynt: Küçüğüm
« : 15 Ekim 2012, 14:19:07 »
hehe :D tüm öykülerini eklemen gerekecek o zaman :D

Bu hikayeni eklemene sevindim... Beni fazla etkilemişti anlatımın... Duyguları ve o karmaşayı, çaresizliği yansıtman çok başarılı... Diğer hikayelerini de eklemen dileğiyle :)

277
Düşler Limanı / Ynt: Olduğum Yerdeyim
« : 15 Ekim 2012, 00:56:38 »
bir başka Menekşe hikayesi daha eklediğini bana geç söylemene bozuldum -_- Ama eklemene sevindim :D Güzel yazıyorsun aşkım diğer hikayelerini de görmek dileğiyle :)

278
Kurgu İskelesi / Ynt: Menekşe
« : 11 Ekim 2012, 19:03:19 »
MENEKŞE: evet duyguları yansıtma konusunda biraz sıkıntılarım olabiliyor :) bu konuda senin yazılarından örnek almam gerekiyor aslında. Yine de beğenmene sevindim aşkım...

Scyther: Şekil biçiminden kastınız nedir anlayamadım? Uzun mu geldi yazı? bölümlere mi ayrımamı isterdiniz? Yanlış anlamayın ama okumadığınız bir yazıyı sunum şekli için eleştirmeniz pek hoşuma gitmedi... Yazıyı bilgisayarınıza kopyalayıp punto ayarları yapabilirsiniz, veya gözünüzü rahatsız etmeyecek şekilde düzenleyebilirsiniz :) Yine de yorum yaptığınız için teşekkürler :)

279
Tartışma Platformu / Ynt: Yayınevleri Hakkında
« : 28 Eylül 2012, 17:01:10 »
İlettim onlara da ama henüz yeni bir kurumuz sadece kitabı olan yazarlara yönelik işler yapabiliriz diye yanıt aldım.

Neyse anlaşılan ya paranız olacak, ya torpiliniz, ya yayınevi tanıdığınız... Diğer türlü yeni bir yazar olarak piyasaya girmeniz çok zor. Yine de zaman ayırıp tavsiye verdiğiniz için çok teşekkür ederim...

280
Tartışma Platformu / Yayınevleri Hakkında
« : 28 Eylül 2012, 13:53:59 »
Tartışmadan çok tavsiye ve önerilerinizi almak istediğim ve sorunlarımı paylaşacağım bir başlık açtım. Forumda açabileceğim tek doğru yer olarak da burayı gördüm. Eğer bir yanlış yaptıysam şimdiden özür dilerim.

Öncelikle bilimkurgu-fantastik türünde bir üçlemenin ilk kitabını yazdım ve 1 seneden fazladır öylesine yatıyor kitabım. Yaklaşık 30 yayınevine mail attım ama neredeyse hiçbirine cevap gelmedi. Temmuz ayında da Yayınevleri Soru Hattı'ndaki tüm yayınevlerine mesaj attım. Onlara da cevap gelemedi ki gördüğüm kadarıyla uzun zamandır zaten burada online olmuyorlar.

Maillere cevap veren yayınevleri ise daha önce bir ismim, yani kitabı kitleye sattıracak bir tanınmışlığım olmadığından kitabı yayımlamaktan vazgeçti. Hatta iki tanesi bu sorunu çözmek adına benden ücret talep ettiler.

İstenilen ücretleri karşılayabilecek bir imkanım yok. İstanbul'a giderek kapı kapı gezecek zamanım da yok. Sizce kitabı yayımlatmak için ne yapmalıyım?

Daha önce kitap yazmış ve yayımlatmış arkadaşların tavsiyelerini özellikle almak isterim. Şimdiden teşekkürler.

281
Kurgu İskelesi / Menekşe
« : 22 Eylül 2012, 15:11:15 »
Spoiler: Göster
Ayna temalı aylık öykü seçkisine katılmak için yazmaya başladığım ancak son birkaç aydır olağan yoğunluktan dolayı bitiremeğim öykümü şimdi bitirebilim ve Kurgu İskelesi'ne koymayı uygun gördüm... Herkese iyi okumalar...


Kuş seslerinin, açılan dükkânların kepenklerinin sesleriyle kesildiği günün erken saatleriydi. Güneş bile binaların arasında gökyüzüne tırmanmaya yeni yeni başlamıştı. Sokak boyunca uzanan, karşılıklı dizilmiş binaların altında yer edinmiş iş yerleri de derin bir nefes almak için kapılarını açıyorlardı.

Menekşe ise güne sigarasıyla başlamıştı. Sol göğsünde kartviziti olan, turuncu, uzun kollu polar giysisiyle kapının önünde duruyordu. Uzun günün getirecekleri henüz belli değildi. Yine de sigarası, gün içinde olacaklar yüzünden şimdiden onu teselli ediyordu.

Bir süre önce yağan karın kalıntıları yükselen kaldırımın kenarında yer bulmuştu. Arada kalan, tek aracın sığacağı kadar dar yoldan ise, bir saat aralıklarla bu sokağa uğrayan otobüslerin ilk seferi geçmekteydi. Menekşe, tam karşısında duran otobüs durağının cam duvarında, silik olarak görünen yansımasına gözlerini dikmişti.

Uzun zamandır onunla konuşuyordu yansımaları. Buna alışmıştı artık. Kimseye söylemişti bunu. Delilikti gördükleri, biliyordu. Ama onunla konuşmaktan zevk almaya başlamıştı. Kendisine yol gösteren yansımasını kaybetmek istemiyordu. Onu anlayan tek kişinin de, terapi adı altında gitmesine izin veremezdi.

Yansıması gözlerini ona dikmiş, ellerini, sırtını yaslamış olduğu duvar ile kalçaları arasına koymuş vaziyette duruyordu. Bir süre Menekşe’nin sigara içişini izledi. Ardından konuşmaya başladı.

“Sigarayı içtiğin zamanlarda beni görmezden gelmeni hiç sevmiyorum.” Dedi sitem dolu, sadece Menekşe’nin duyduğu bir sesle. “Ne buluyorsun bu zıkkımdan? Ondan önce de ben vardım. Şimdi bir parça sigara mı teselli ediyor seni?”

Menekşe’nin, yansımasıyla konuşması için dudaklarını oynatmasına gerek yoktu. Ona cevap verdiğini düşündüğünde yansıması onu duyardı. Bu en güvenilir yoldu. Yoksa insanlar onun kendi kendisiyle konuştuğunu düşüneceklerdi. O deli değildi hâlbuki. Sadece onu anlayan, kimsenin bilmediği bir benlikle sohbet ediyordu. Ama kimse anlamazdı bu durumu. Gördüğü hayalleri olabildiğince gizli tutması gerekiyordu.

Sabahın ilk saatleri olmasına rağmen yorgun düşmüş gözleriyle yansımasına baktı.

“Aslında sevdiğim bile söylenemez. İçimi yakmasını, tadını hiç sevmiyorum. Var olan sıkıntılarımı da körüklercesine yanıyor sanki her nefeste. Ama sonrasında her şeyi unutturuyor.”

“Ne zamandır anlatmıyorsun artık. Sadece anlattıkça rahatlarsın, bunu biliyorsun.”

“Senden başka kime anlatayım? Sen bile anlamıyorsun bazen beni.”

Menekşe yarısı bitmiş sigarasını yere fırlatıp mağazadan içeriye girdi. Keskin çamaşır suyu kokusu etrafı sarmıştı. Islanan zemin iyice parlamıştı. Her türden ürün bulmak mümkündü Menekşe’nin çalıştığı mağazada. Hatta çeşitleri o kadar çoktu ki, DVD satmadıkları halde çoğu zaman DVD isteyen müşteriler ile karşılaşırlardı. Ama esnaf politikası açıktı. Asla “biz satmıyoruz” denmezdi. Menekşe de öğrenmişti “yok” dememeyi. “Daha sonra gelecek” adı altındaki yalanlarla gönderirlerdi müşterilerini.

Israrcı müşterilere ise “Bu malzeme iyi olmadığı için hiçbir yerde yok, size şunu verelim” şeklinde pazarlığa tutuşurlardı. Boş atarlardı dolu tutarlardı. Çünkü müşteri, ürünü başka yerde bulsaydı burada ne işi olurdu ki?

Bunca satış yapmanın tek amacı ise, onlara “aferin çok iyi çalışıyorsunuz” diye pohpohlayan mağaza sahibinin övgülerini kazanmak içindi. Ne ikramiye, ne prim alırlardı. Ama işlerini kötü yaparlarsa, işlerinden olabilirlerdi. Bu yüzden övgülerle yetinmeyi öğrenmişlerdi.

Oyuncak, hediyelik eşya ve makyaj malzemelerinin rastgele dizildiği reyondaki yerini almıştı. Birkaç saate kadar müşteriler içeriye doluşmaya başlayacaklardı. Bir türlü beğenmeyen, ne istediğini bilmeyen, çalışanları aşağı gören onlarca insanla uğraşacağı başka bir gün başlamıştı Menekşe için. Her şey bu kadar bile güzel gitmezdi kimi zaman.

Reyonunu düzeltirken, aynalı makyaj kutusundaki yansımasıyla göz göze geldi. Onu bir türlü rahat bırakmayan tanıdık yüz konuşmaya başlamıştı.

“Senin bunak geldi.”

Bir an onun ne demek istediğini anlamak için durdu. Sonra sıkılgan bir tavırla kafasını reyondan dışarıya çıkararak girişe baktı. Altmış yaşlarında, beyaz gür saçlı, güleç yüzlü, ceketinin içine genelde siyah yeleğini giyen ve ceketiyle uyumlu kahverengi, şeritli şapkasını kapalı alanlarda elinde taşıyan Ahmet Bey mağazaya girmişti. Hemen hemen her gün gelir, Menekşe’nin reyonunda zaman geçirirdi. Çok nadir bir şeyler alıp giderdi.

Menekşe, Ahmet beyin niyetini gayet iyi biliyordu. Ahmet Bey mağazanın olmayan öğle yemek saatlerini bilir, mağazanın az ilerisinde bulunan Simit Sarayında hazırlattığı paketle dükkâna girer, müdür görmeden paketi Menekşe’ye verip giderdi çoğu zaman. Bunları yapmasının nedeni de çok belliydi. Aslında Ahmet Bey bu konuda zaten yeterince açık fikirliydi. Ondan hoşlandığını defalarca dile getirmişti. Hayatında hiç evlenmediğini, onu rahat ettirebileceği mal varlığı olduğunu söylese de, Menekşe bu değerlere gönül verecek biri değildi. Her seferinde onu nazikçe geri çevirmişti ama Ahmet Bey fazla ısrarcıydı. Onu kırmamasının tek nedeni ise, naif ve iyi biri imajından kaynaklanıyordu. Aslında bazen onu ciddi anlamda dinleyen tek kişi olması da hoşuna gidiyordu. Onun bir daha gelememek üzere gitmemesini istemesinin bir nedeni de buydu.

Tekrar reyonundaki işleriyle ilgilenmeye başladığında Ahmet Bey de yanında bitmişti.

“Günaydınlar.”

“Günaydın Ahmet Bey. Size nasıl yardımcı olabilirim?”

Ahmet Bey bir süre Menekşe’nin mavi gözlerinde kayboldu. Ardından boş gözlerle düşüncelere daldı ve konuşmaya başladı.

“Yeğenimin oğlunun doğum günü bugün. Ona hediyelik bir şeyler bakacaktım.”

Menekşe’nin hemen sağındaki makyaj malzemelerinin dizildiği, arkası aynalı reyondaki yansıması dile gelmişti.

“Yine bahaneler uyduruyor bu bunak. Ne zaman şundan kurtulacaksın?”

Onu duymazlıktan gelerek devam etti.

“Kaç yaşında?”

“Eee… Sekiz.”

Ahmet Bey ile birlikte biraz ileride dizilmiş olan koleksiyoncular için yapılmış metal arabaların önüne yürüdü. Ucuz olan kalitesiz modeller, genelde çocuklara oyuncak olması için alınırdı. Önünde duran eski model bir aracın küçültülmüş taklidi olan oyuncağı kutusuyla alarak müşterisine uzattı.

“Böyle arabalarımız var. Kaput ve kapıları açılıyor, tekerlekleri direksiyonla beraber dönüyor. Eminim çok sevecektir.”

Ahmet Bey bir süre aracı inceledikten sonra yüzünü büzüştürdü.

“Yeni model arabalar yok mu?”

Başını onay verircesine salladı. Reyonun kenarında duran tabureyi alarak araçların önüne koydu. Tabureye çıkarak en üstteki model arabayı aldı ve aşağı indi.

“Böyle bir spor modelimiz var. Ama bu biraz pahalı.”

“Güzelmiş. Ne kadar fiyatı?”

“Yüz yirmi lira.”

Ahmet Bey biraz düşündü. Çağırılacağı bile belli olmayan iki ay sonraki doğum günü için yüz yirmi lira harcamaya niyeti yoktu.

“Çocuklara bu kadar pahalı hediye alınmamalı. İki gün sonra sıkılacak atacak kenara. Daha ucuz bir şeyler baksak olmaz mı?” dedi Menekşe’nin gözlerinde kaybolurken. Menekşe, sıkıntılı bir tavırla arabayı aldığı yere koymak için tekrar tabureye çıkıp uzandığında ise devam etti. “Tabi kendi evladım için alırdım. Çocukları severim, onlardan bir şey esirgemezdim. Peki ya siz Menekşe Hanım? Siz çocukları sever misiniz?”

“Kısaca seninle evlensek, çocuklarımdan ve senden hiçbir şey esirgemem diyor. Bunağın ayakta durması için bile gücü yokken bir de çocuk mu düşünüyor? Bu yaşta çocuk sahibi olunca evladı ona baba mı desin ister yoksa dede mi?”

Kulağına fısıldayan hayali seslerin ardından gülmeye başlamıştı. Ahmet Bey ise, onun bu gülümsemesini güzel bir işaret olarak algılayıp yüzünde bir tebessüm tutturmuştu. Çocukları sevdiğini, onlarla ilgili dakikalarca konuşmaya başlayacağını beklediği anda, Menekşe’nin aniden asılan suratı ve çatık kaşlarıyla karşılaştı.

“Eğer bir şey almayacaksanız defolup gidin. Size defalarca söyledim. Benimle uğraşmayın. Eğer burada durmaya devam ederseniz sizi patrona şikâyet edeceğim.”

“İşte benim kızım. Bir tane de patlatsaydın gözüne.”

Ahmet Bey’in yüzü kızarmıştı. Endişesini gizlemeden kafasını hafifçe öne eğerek selam verdi ve hızlı adımlarla mağazadan dışarı çıktı.

Günün nasıl geçeceği şimdiden belli olmuştu. Daha ilk saatlerde yeterince gerilmişti. Ona hayranlık duyan yaşlı adamı kötü azarlamıştı. Ama her gün bunu çekemiyordu. Özellikle bugün.

Diğerleri tarafından sadece reyonlar arasında gezip insanlara yardımcı olan bir çalışanmış gibi görülüyordu. Müşteriler onu bir insandan çok bir nesne olarak nitelendiriyordu. Sanki Menekşe daha önce hiç âşık olmamış, hiç acı çekmemiş, hiç sorunları olmamış gibi. Sanki sadece mağazada hizmet vermek için dünyaya gelmiş bir canlı olarak görülürdü. Ruhu olmayan, ya da ruhunu aynaların ardına hapsetmiş, sadece gülümsemek ve müşterilerine yardımcı olmak için yaratılmış bir yaratık.

Aradan geçen birkaç saatin ardından mağaza iyice dolmuştu. Bütün çalışanlar müşterilere yetişebilmek için koşuşturuyorlardı. Dünya, milyarlarca birbirinden farklı insanı barındırıyordu üzerinde. Ve bu insanların birçoğu da sanki Menekşe’yi bulurcasına sorun çıkarırlardı.

Çalışanlar, müşteri sormadığı sürece uzakta beklerlerdi. Kimi zaman “neden kimse ilgilenmiyor bizimle” diye şikâyette bulunanlar ile karşılaşmışlardı. Ancak onların amacı, her gelene hırsız muamelesi yapar gibi peşlerinde kuyruk olmamak içindi. Birçokları bu durumdan rahatsız oluyordu çünkü. Özgürce gezip istediğine bakmak isteyen, ama en ufak bir sorusunu sorması gerektiğinde hemen yanında bitmesi gereken çalışanlar isterlerdi. İmkansıza âşık olan insanoğlunun en güzel örnekleriydiler.

Menekşe ise bütün reyonlara göz atardı uzaktan. Hem müşterileri rahatsız etmez, hem de arandığında çabuk bulunabilirdi. Ancak her gelen bu kadar düşünceli değildi. Makyaj malzemelerini gezen, otuzlu yaşlarında bir kadın Menekşe’den fazlasıyla rahatsız olmuştu.

Aralarında on metre mesafe olmasına rağmen kadın sık sık kafasını çevirip Menekşe’yi kontrol ediyordu. Onun kendisini gözleriyle takip etmesini kafasına takmıştı. Paranoyak düşüncelerini bir süre sonra diline vurmuştu.

“Ne oldu neden bakıyorsunuz sürekli? Bir şey mi çalmamdan korkuyorsunuz?”

“Al işte bir rahatsız daha. Yanlarında dursan kabahat, durmasan kabahat.”

“Bir ihtiyacınız var mı diye bakıyorum hanımefendi. Eğer sormak istediğiniz bir şey olursa diye bekliyorum, siz yanlış anladınız.”

“İhtiyacım olursa çağırırım zaten. Bu ne böyle sürekli gözlerin üzerimde. Reyondan bir şeyi elime almaya çekinir oldum çaldı diyeceksiniz diye. ”

"Durup dururken neden hırsız muamelesi görmekten korkuyor acaba? En iyisi, tamam hanımefendi ben gidiyorum, siz rahat rahat cebe atın istediklerinizi demeliydin.”

Menekşe, kadının üzerine bir de yansımasının sözleri yüzünden iyice gerilmişti.

“Kapa çeneni!”

“Bana mı dedin?” diye öne atıldı müşteri sert bir ses tonuyla.

“Hayır efendim… Şey…”

“Seni müdürünüze şikâyet edeceğim. Bu ne ya, kovsunlar seni. Böyle çalışan mı olurmuş.” Kadın, etrafına hemen göz gezdirip dikkatini çektiği diğer insanları saydıktan sonra tekrar Menekşe’ye döndü. “Görüyorsunuz değil mi? Pusuya yatmış beni izliyor kaç saattir!”

Dünya sadece müşterilerin etrafında dönerdi. Çalışanların bir hayatı yoktu. Onlar kovulunca da yaşarlardı. Yıllarca iş bulamasalar bile, günlerce aç kalsalar bile yaşarlardı. Onlar kovulduktan sonra mağazalar daha güzelleşirdi. Daha güler yüzlü, daha anlayışlı çalışanlar toplanırdı. Ama asık suratlı, üzerinde binlerce derdi ve sorumluluğu tutanlar ise temizlenmiş olurdu. Bencil, empati yoksunu ve megaloman müşteriler onlardan böylece kurtulurdu.

Menekşe’nin kovulmak gibi bir lüksü yoktu. Kardeşine ve sürekli dırdır eden annesine bakmak için çalışması gerekiyordu. Kadının sert çıkmasını yediremiyordu kendisine. Yine de yutmak zorundaydı duyduklarını. Kadına hak verdiğini gösterircesine mahcup bir tavır takındı ve ardından konuşmaya başladı.

“Özür dilerim hanımefendi. Benim hatam oldu haklısınız.”

Ezileni daha çok ezmek için fırsat kollayan insanlardan biriydi karşısındaki kadın. Gücünü kabul eden birini görmüştü ve bu durumu egosunu daha çok şişirmek için kullanacaktı. “Ben senden güçlüyüm” düşüncesini sonuna kadar savunacaktı. Özür dilenmesi önemsizdi. Ne de olsa herkes özür dileyebilirdi. Ama gücünü ispatlamak ve düşüncelerini dayatmak tek gerçeklikti. Asıl güç bunlardı artık.

“Bana hırsız muamelesi yap, et, sonra gel özür dile. Şunu o küçük beynine sok ufaklık. Benim bu mağazayı alacak kadar param var! Sen burada çalışansın çalışan! Burada bize hizmet etmek için bulunuyorsun.”

Yükselen gürültü birçoklarının dikkatini çekmişti. Mağaza müdürü de kısa sürede reyonun diğer ucunda bitivermişti. Olaya müdahale edip müşteriyi sakinleştirmek için ilerlerken, Menekşe biriktirdiği nefreti kusmaya başlamıştı.

“Sen kimsin! Benden ne farkın var söylesene? Paran var diye mi bunca havan? Yoksa üç kolun mu var? Öldükten sonra sana ayrı mı muamele yapılacak? Beni bu kadar aşağı görmeni sağlayan tek bir geçerli sebep söylesene? Senden korkmam mı gerekiyor? En kötü geberip giderim bu dünyadan, bu bana koymaz bile. Ama sen beni kovdurunca çok mu mutlu olacaksın? Dünya senin sayende daha mı iyi olacak zannediyorsun. Defol git, kime şikâyet ediyorsan et. İşimi yaptığım için kovdur beni. Sonra da bir insanın ekmeğiyle oynadığın için böbürlenerek yaşa, ama bir köpek gibi öl.”

“Bu kadarını ben bile söyleyemezdim.”

Kadının gözleri kocaman açılmış, ne diyeceğini bilemeden kaskatı kesilmişti. Ufak gördüğü insan onu ayakları altında, onlarca insanın önünde ezmişti. Diğer müşteriler Menekşe’ye hak verircesine fısıldanıp başlarını sallıyorlardı. Kadın sadece gözlerini hareket ettirerek etrafını süzdü. Gücünü gösterememişti. Gururuna yediremediği bu olayın üstüne ağız dalaşına girmeyi düşündü ancak Menekşe’nin kararlı ifadesinden korkmuştu. Bunca sözün ardından bir de dayak yemeyi kaldıramazdı. Sessiz adımlarla başını öne eğerek hızla mağazadan dışarı çıktı.

Mağaza tekrar olağan koşuşturmasına dönmüştü ama Menekşenin içindeki heyecan, müdürün yanına gelmesiyle daha da artmıştı. Kim olursa olsun, hiçbir çalışan, müşteriyle böyle konuşmamalıydı. Çalışanlar sadece nesneydi. Reyonların arasında gezinen, yeri gelince başkaları tarafından beğenilen, yeri gelince ise hor kullanılarak kenara atılan birer paçavraydılar.

Müdür dikkatlice Menekşe’ye bakıyordu. Bir süre konuşmadan durdu. Onun içinde ne denli fırtınalar koptuğunu bilmiyordu, ama az çok tahmin edebiliyordu. Ailesinin durumundan dolayı işe alınmıştı. Başlarda en iyi çalışanıydı mağazanın. Ancak her insan gibi zamanla tükenmişti. Güler yüzü, hayatın ağırlığına yenik düşerek asılmıştı. Gözleri yere bakıyordu artık. Beklentilerini daha da aşağılarda araması gerektiğine inanan birinin, mavi gözleriydi onunkiler.

Üzgün, emin olamayan ama bir o kadar kararlı bir ses tonuyla Menekşe’ye seslendi.

“Hemen odama gel.”

Artık sona geldiğini düşünüyordu. Şimdiye kadar yaptığı fevri davranışlar alttan alınmıştı ama daha ne kadar onu alttan alacaklarını bilmiyordu. Kovulmasına az kalmıştı. Bazen gereksiz yere olayları büyüttüğünün farkındaydı. Mağaza personelinin yapmaması gereken şeyler yapmıştı. Hayatın sadece ona acı vermediğini biliyordu. Yinede davranışlarına yansıyan isyankâr tavrına engel olamıyordu.

Başını durgun bir ifadeyle salladı. Pişman değildi. Neler olacağını tahmin etmesine rağmen pişman değildi. Müdürün ürkek adımlarının hemen arkasında, dik, kendine güvenir şekilde ilerliyordu. Uzun zamandır ilk defa göze çarpar şekilde canlı görünüyordu. Sert ifadesini bozmadan, olacaklara göğsünü gereceğinin habercisini verircesine adımlarını sıralıyordu.

Müdürün odasına girdiğinde kapıyı kapattı. Odanın ortasını kaplayan ahşap masanın önündeki, karşılıklı duran siyah sandalyelerden, kapıya arkası dönük olarak konulmuş olana oturdu. Duvarlar huzur vermesi için maviye boyanmıştı ama Menekşe’ye, uçsuz bucaksız bir denizin ortasında, onu sulara gömmek için can atan bir fırtına hissi uyandırmıştı.

Masanın diğer ucunda, çapraz olarak koyulmuş aile resmi dikkatini çekmişti. Resimdeki en tanıdık yüz, kendi yansıması, onunla konuşmaya başlamıştı.

“Merak etme. Yine sana nutuk çekip yollayacaktır. Seni şimdiye kadar kovmadıysa bir sebebi var. Olduğum yerde senin olmanı istiyor. Eşinin yerinde sen. Sen de biliyorsun bunu.”

Menekşe sadece kafasını iki yana salladı. İlk defa yansımasına katılmıyordu.

Müdür, kafasını ellerinin arasına kıstırmış bir süre bekledi.

“Ahh Menekşe… Seninle ne yapacağız biz?”

Sessizliğin hakim olduğu zaman boyunca ikisi de aynı şeyi düşünüyordu. Çıkmazda kalmış, ne yapacağından emin olmayan iki insanın, aynı odada birbirlerine sadece varlıklarını hissetmeleriyle mesaj yollaması gibi konuşuyorlardı.

“Buraya kadar her şey. Daha fazla sorun çıkmayacak.” Dedi Menekşe kısık bir sesle.

“Anlıyorum seni, zor durumdasınız. Ama patronun gözüne batıyorsun artık. Ben olsam…”

“Zaten bir sorumluluğum olmamıştı hiç. Kader beni buraya sürükledi.”

“Böyle konuşma. İlk zamanlar buranın en iyi çalışanı sendin. Herkese…” müdür sözünü bitiremeden Menekşe, çapraz duran resme bakarak konuşmaya başlamıştı.

“Ve olanları bitirmek de bana düşüyor. Kimseye daha fazla acı çektirmeyeceğime söz veriyorum.”

Müdür onun içinden geçenleri kestiremediği için lafı daha fazla uzatmamaya karar vermişti. İstifa etmesine göz yumamazdı. Bu yüzden, onun söylediklerini, “artık sorun çıkarmayacağım ve düzgünce çalışacağım” şeklinde anlamış gibi cevap verdi.

“Peki. Sana güveniyorum. Bir daha olmayacağına inanıyorum. Bunların hiç yaşanmamış olduğunu var sayıyorum.”

Menekşe yorgun bir gülümsemeyle konuşmaya devam etti.

“Beni hiç tanıyamadın. Senin için söylemesi kolaydı. Sen yerimde asla olmadın. Sadece konuştun.”

“İnan ki seni anlıyorum. Neler yaşadığını biliyorum. İstersen bir haftalık izin verebilirim sana. İşten bir süre uzaklaşmak sana iyi gelecektir.”

“Uzaklaşmak… Evet… İhtiyacım olan bu… Her şeyden uzaklaşmam gerekiyor.”

Menekşe sandalyesinin kenarlarından destek alarak ayağa kalktı. Ağır adımlarla arkasına bakmadan kapıdan çıktı.

Hava yeni kararmıştı. Evine erkenden gitmek için koşuşturan insanlar sokağı doldururdu bu saatlerde. Birçoğu önce amaçsızca dolaşıp zaman geçirirdi mağazalarda. Menekşe’ye göre hayatın anlamı da buydu. Ömrünün çoğunu zaman geçirmek için harcıyordu. Mağazanın önünde, son sigarasını yaktığında düşündükleri bunlardı. Otobüs durağındaki yansımasına doğru, içini yakan dumanı üflerken bile düşüncelerinde vazgeçmiyordu. Hayat boş bir koşuşturmacaydı. Herkes başkaları için yaşıyordu. Anlamsızca hayatta kalma çabası içine girmişti insanlar. Ama o artık biliyordu.

Bir grup serserinin laf atıp geçmesine dahi aldırış etmeden sigarasını bitirdi. Sonra mağazanın en arkasındaki reyonu kendisine doğru çekerek dar koridora girdi. Sağ tarafındaki personel soyunma kabinlerinin tam karşısındaki lavaboya yürüdü. Sinirlerine hâkim olmak için sık sık uğradığı lavabonun önünde ağlamamak için dişlerini sıkar, ellerini beyaz mermerin üzerine koyup gözlerini aynaya dikeri. Ama bu kez kendi kararlılığından korkmaya başlamıştı. Geride bırakacağı onca şeyi düşündü sonra. Emek verdiği her şeyden bu kadar çabuk vazgeçip geçemeyeceğinin sorgulamasını yaptı. Onca koşuşturma, sabır ne içindi? Yüzüne dikkatlice baktığı dakikaların ardından öğrendiklerini hatırladı. Asla hiçbir şey “yok” olmazdı. Daha sonra yerine başkası gelirdi. Hiç olmazsa onu arayanlara, daha güzeli sunulabilirdi. Nede olsa aranılan şey dünyada olsaydı, insanlar onu zaten şimdiye kadar bulurlardı!

İlk kez yansımasıyla yer değiştirmişti Menekşe. Kendi, anlatılamaz bir mutluluğu ve hafifliği yaşarken, yansıması kızgın ve korkmuş bir ifadeyle ona bakıyordu. Konuşmadan birbirlerini süzdüler. Artık söylenecek söz kalmamıştı. Müdürün odasında zaten bu konuyu konuşmuşlardı.

Müdürün bilmediği ise, Menekşe’nin onu hiç duymadığıydı. Aslında orada, kendiyle çatışma içindeydi ve fark etmeden sesli olarak konuşuyordu;


     “Buraya kadar her şey. Daha fazla sorun çıkmayacak.” Dedi Menekşe kısık bir sesle.

     “Ne yapmayı düşünüyorsun? İşini bırakırsan sorumluluklarını kim yerine getirecek peki?”

     “Zaten bir sorumluluğum olmamıştı hiç. Kader beni buraya sürükledi.”

     “Kaderini kendin yazdın. Olanların sorumlusu yine sensin.”

     “Ve olanları bitirmek de bana düşüyor. Kimseye daha fazla acı çektirmeyeceğime söz veriyorum.”

     “İntihar etmeyi düşünüyorsun değil mi? En kolayını seçiyorsun kurtulmanın. Direnmeden.”

     Menekşe yorgun bir gülümsemeyle konuşmaya devam etti.

     “Beni hiç tanıyamadın. Senin için söylemesi kolaydı. Sen yerimde asla olmadın. Sadece konuştun.”

     “Ben zaten senim. Senin söylemek isteyip de söyleyemediklerinim. Benden farklı biri olamazsın asla. Benden ne kadar uzaklaşabileceğini sanıyorsun?”

      “Uzaklaşmak… Evet… İhtiyacım olan bu… Her şeyden uzaklaşmam gerekiyor.”


Menekşe üzerini değiştirmeden beş katlı mağazanın terasına çıktı. Soğuk rüzgâr saçlarını savuruyordu. Hayat ona gerçekleri göstermişti. Güzel şeyler bile, sonradan elinden alınması için ona geliyorlardı. Çünkü elinde hiçbir şey kalmayan insan acı çekemezdi.

Bu döngüye daha fazla katlamayacaktı. Ailesinin kaderi kendilerinindi. Asla Menekşe’ye muhtaç değildiler. Kim bilir, belki onun ölümü, ailesinin kurtuluşu olurdu.

Teras kenarlığının üzerine çıktığında rüzgâr daha da hiddetlenmişti. Yansıması için bu doğanın ona kızma şekliydi. Pes etmemesi için ona bağırıyordu rüzgâr. Ama Menekşe için ondan nefret eden her şeyin karışımıydı. Kulağında uğultulu çığlıklarını duyabiliyordu insanların.

Karanlığı yarıp geçerken etrafı ışıldamaya başlamıştı. Rüzgâr tenini okşayarak onu yavaşça taşıyor gibiydi. Zaman durmuştu sanki. Tüm yaşadıkları gözlerinden akan yaşların içine hapsolmuş anılardan ibaretti. Hepsi teker teker etrafa saçılıyordu.

Maaşının bir kısmıyla kendisine ayakkabı aldığı için annesinden dayak yediği gün… Geride kalmıştı artık…

Ahmet Bey’in onu asla tanımak için uğraşmadığı halde onu sevdiğini söylediği yalanı… Rüzgara karışıp gitmişti…

Bir müşterisi tarafından “küçük beyinli” olarak hakarete uğraması… Unutmuştu bile…

Sevgilisini başka bir kıza sımsıkı sarılıp dudaklarına yapıştığını gördüğü an… Son gözyaşının içinde hapsolup saçılmıştı etrafa...

Sonra büyük bir gürültü koptu. Ardından çığlıklar, koşuşturmalar, kalabalık... Menekşe otobüs durağının camına gözlerini dikmiş yatıyordu boylu boyunca. İlk defa yansımasıyla aynı görünüyordu ifadesi. İkisi de gülümsüyordu. Ve son sözü, yansıması söyledi.

“Hoş geldin.”

282
Kurgu İskelesi / Ynt: Yaseldin
« : 17 Eylül 2012, 13:17:59 »
Beğeni ve yorumlarınız için hepinize teşekkür ederim

283
Kurgu İskelesi / Gerçekler Elması
« : 02 Eylül 2012, 13:47:30 »
BÖLÜM 1

“Hala göremiyorsun değil mi?”

Uğur, etrafını sarmış karanlığın içinden gelen ağır ve etkili sese doğru konuştu.

“Hayır.”

“Neden görmek istemiyorsun?”

“Burası çok karanlık.”

“Gözlerini aç.”

“Gözlerim açık. Ama hiçbir şey yok.”

“Aciz insanlar!  Gözlerinize dahi söz geçiremiyorsunuz. Sizlere öğretilenleri görmeye şartlandığınız için göremiyorsunuz. Hâlbuki daha fazlası var.”

“Neyi görmem gerektiğini söyle.”

“Beni.”

“Sesini duyuyorum. Ama karşımda karanlıktan başka bir şey yok. Işık olmayan yerde seni nasıl görebilirim ki?”

“Ben ışığın ta kendisiyim. Beni bir kalıba sokma. Beni aklında şekillendirdiğin gibi görmeye çalışma. Sadece bak.”

Uğur, gözlerini boş karanlığa iyice dikti. Bir süre ne göreceğini bilmeden baktı. Sonra tam karşısında ufak bir parıltı belirdi. “Işık” diye düşündü. “Işığı görüyorum.” Onu daha iyi görebilmek için dikkatini parıltıya verdi. Işığın neye benzediğini anlamak için iyice yoğunlaşmıştı.

Işık hızla büyüyerek aleve dönüştü. Yuvarlak, turuncu ve sarı karışımı renkte bir alev topu yanmaya başladı karşısında. Üstünden yukarıya yayılan alev parçaları, hafifçe yaptığı hareketler ile dalgalanıyordu. Topun tam ortasında, etrafa en fazla ışığı yayan bembeyaz iki göz ve ağız belirdi. Karanlığa ışık yayan gözler kısılıp Uğur’a sinsice bakıyordu. Ateşin ağzı hafifçe gülümseyerek konuşmaya başladı.

“Artık görüyorsun… Şimdi uyan.”


Uğur yatağından ter içinde kalkmıştı. Kuruyan boğazını ıslatmak için yutkundu. Yatağının baş ucundaki saat 5:30’u gösteriyordu. Okula gitmesine daha üç buçuk saat vardı. Hiç bu kadar erken uyanmazdı. Yine de gördüğü kâbus nedeniyle tekrar uyumaya niyeti yoktu.

Kâbusun etkisini kafasından atıp, birkaç saatlik zaman geçirmenin ardından hazırlanıp koyu kırmızı sırt çantasını yüklendi ve okula doğru yola koyuldu. Mayıs ayının sıcaklığı ve yol kenarındaki ağaçlara tünemiş kuşların sesleriyle yürüyordu. Gece yaşadıklarından geriye eser kalmamıştı. Uzun süredir içinde sevgisini beslediği lise aşkı olan Aylin’i görmek için hayaller kurarken, aklında düşünmeye başka şey bırakmamıştı.

Yolu yarıladığı sırada kulağına fısıldayan ses ile irkildi. Etrafına bakıp birinin kendisine seslenip seslenmediğini kontrol etti. Aynı fısıltıyı duyduğunda korkusu gün yüzüne çıkmıştı. Kâbusunda gördüğü şey onunla konuşuyordu.

“Beni göremiyor musun?”

Hala rüyanın etkisinde olduğunu, bu yüzden beyninin kendisine oyunlar oynadığını düşünmeye başlamıştı. Sıklaşan nefesini kontrol etmek için derin bir iç çekti. Onu korkutan düşünceleri dışarı atarcasına kafasını sallayıp yoluna devam etti.

Birkaç yüz metre ilerideki ışıklara varana kadar dalgın şekilde yürümüştü. Kırmızı ışıkta takılmış beyaz arabanın yanından geçerken, aracın içinden gelen ses ile olduğu yerde durdu.

“Sana öğretilenlere mi bakıyorsun hala?”

Uğur, aracın arka koltuğuna oturmuş on yaşlarındaki kız çocuğuna baktı. Sesin, okul kıyafetlerini giymiş, sıkılgan tavırla ileriye gözlerini dikmiş kız çocuğundan geldiğine emindi. Dikkatini iyice ona vererek tekrar konuşması için bekledi. Aracın kapalı penceresindeki yansımalar yüzünden kızı görmekte zorluk çekiyordu. Konuşanın o olması için dua eder gibiydi. Eğer o değilse, bu sesler onu çıldırtabilirdi.

Dikkatini iyice verdiği sırada, kızın kafası alevler içinde kalarak Uğur’a döndü ve ışık saçan gözlerini gözlerine dikti.

“Artık görüyorsun. Şimdi uyan.”

Uğur korkuyla geriye hızla bir adım attı ve sırt üstü yere düştü. Sırt çantası kenara fırlatmış, kollarıyla geriye doğru sürüklenerek ilerliyordu. Gözlerini kocaman açmış, aklına hâkim olabilmek için insanüstü gayret gösteriyordu.

Yanında biten takım elbiseli, evrak çantalı adam eğilerek onu kolundan tuttu ve ayağa kaldırdı.

“İyi misin genç? Bir şeyin yok ya?” Bu soruya ne cevap vereceğini bilemeden bir süre bekledi.

“İyiyim. Tökezleyip düşmüşüm.”

Gördüğü hayaller yüzünden düştüğünü söylerse,  ona deli gözüyle bakacaklarını biliyordu. Kendisi bile delirip delirmediği konusunda şüpheler içindeydi.

Doğrulduğunda başını önünden kaldırmayıp hızlı adımlarla okulunun yolunu tuttu. Gözlerini kocaman açmasına rağmen etrafında olan biten hiçbir şeye bakmıyordu. Arabaların yanından geçip gitmesi onu korkutur hale gelmişti. Yine aynı sahneye şahit olursa, daha fazla aklına mukayyet olamayacağından emindi.

Okuluna vardığında sınıfına giden koridorda gergin adımlarla ilerliyordu. Yine tanıdık bir ses ile olduğu yerde irkildi.

“Günaydın.”

Endişeyle sesin geldiği yöne baktığında, Aylin’in uzun kirpikli güzel gözleriyle karşılaştı.

“Günaydın.” Dedi, cılız, titrek bir sesle.

“İyi misin? Yorgun görünüyorsun.”

“Biraz kafam karışık bugün.”

“Ders başlamak üzere, sonra konuşuruz. Hadi geç kalmayalım.”

Uğur ve Aylin, sıkıcı matematik hocasının anlattıklarını dinlermişçesine ellerini çenelerine dayamış, durgun gözlerle sınıfın içinde dolaşan öğretmeni takip ediyorlardı. Uğur’un kafası, dersi düşünmekten çok daha karışıktı. Yanında oturan Aylin’le birlikte geleceğe dair hayaller kurmanın yanı sıra, bugün yaşadığı olaylar yüzünden söylenen hiçbir şeyi aklı alacak durumda değildi.

Zihnini meşgul eden düşüncelere bir nebze ara vermek için başını sol tarafa çevirerek hemen yanındaki pencereden dışarıya bakmaya başladı. Güneşin ağaçları okşadığı okul bahçesinde huzur buluyordu. Camın yanına gelen bahçıvan, makasıyla çimenleri biçiyordu. Uğur ile göz göze geldiğinde gülümseyerek başını hafifçe salladı. Uğur da aynı şekilde ona karşılık verdi.

Bahçıvan yerde duran cisme odakladığı gözlerini ayırmadan, onu almak için eğildi. Uğur da adamın tekrar kalkıp huzur dolu işini yapmasını izlemek için bekliyordu. Bahçıvan elindeki odun parçasıyla ayağa kalktığında gözlerini Uğur’a dikmişti. Kafası alevler içinde yanan bir topa dönüşmüş, parlayan gözleri ve ağzıyla sinsice ona gülümsüyordu.

“Tam burada. Ayaklarımın altındaki yeri kaz. Gerçekleri göreceksin.”

Uğur korkuyla kaskatı kesilmişti. Ateş yüzlü bahçıvanın söyledikleri üzerine kendini yere attı ve etraf bir anda kararmıştı.

Gözlerini açtığında matematik hocası ve öğrenciler tepesine toplanmış merakla onu süzüyorlardı. Bilincinin yerine geldiğini gören öğretmeni hemen konuşmaya başladı.

“Uğur, evladım, iyi misin?”

Birkaç öğrencinin yardımıyla onu ayağa kaldırıp sandalyesine oturttular. O ise söylenenlerin hiçbirini dinlemiyordu. Delirdiğine son derece emindi artık. Yaşadıklarını kimseye anlatamazdı. Ona kimse inanmayacaktı nede olsa.

Öğretmeninin izniyle sınıftan çıkıp tuvalete gitti. Yüzünü yıkayıp aynaya bakmadan dışarı çıktı. Yüzüne bakıp neler olduğunu sorgulamayı istese de, tekrar o alev topunu görme korkusu buna mani olmuştu. Bahçeye çıktığında ise titreyen bacakları onu zorla taşıyordu. Omurgasından bedenine yayılan sürekli bir soğukluk ve ürperti hissediyordu. Saf korkunun ne olduğunu öğrenmişti artık.

Teneffüs zili çalıp öğrenciler dışarıya akın etmeye başladığında, o yaratığı son gördüğü yere gitmeye cesaret bulmuştu. Kalabalığın içinde başına bir şey gelmeyecek güvencesiyle, ağır adımlarla yeşil, tenha bahçe alanına girdi. Çam ağaçlarının arasında, arkasından gelen gülmeler ve koşuşturma seslerinden uzaklaşarak yürüyordu. Gerginliği her adımda daha çok artıyordu.

Son adımının ardından omzundan tutan el ile irkildi. Onu bu denli korkutan kişiyi görmek için döndüğünde, Aylin’in endişeli gözleriyle karşılaştı.

“İyi misin?” diye sordu Aylin merakla ona bakarak.

“Bilmiyorum.”

“Sınıfta rengin atmıştı resmen. Ne oldu? Neden bayıldın?”

“Anlatsam da bana inanmayacaksın.”

“Deneyebilirsin.”

Uğur derince çektiği nefesi uzunca burnundan verdi. Korkuyla çattığı kaşları, kocaman açtığı gözlerinin üstünde çizgi gibi kalmıştı. Daha fazla dayanamayıp yaşadıklarını anlatmaya başladı.

“Bugün bir kâbus gördüm. Alev topu gibi bir yaratık benle konuşuyordu. Gerçekleri görmem gerektiği hakkında öğütler veriyordu.”

“Ne yani sırf kötü bir rüya yüzünden mi bu durumdasın?”

“Hayır. Gün boyunca onun sesini duydum. Hatta onu gördüm. Bahçıvan Mehmet efendinin kafası, o şeyin kafasına dönüştü.”

Aylin büyük bir şaşkınlıkla Uğur’un söylediklerini anlamaya çalışıyordu. Uğur onun konuşmasına fırsat vermeden devam etti.

“Biliyorum delice geliyor ama bana güven. Onu son gördüğüm yeri kazmamı söyledi. Orayı kazmam gerekiyor. Eğer oradan bir şey çıkmazsa tamamen delirmişim demektir. Lütfen beni yargılama. Beni anlamanı istemiyorum, ama beni deli gibi görme.”

“Seninle geliyorum.” Dedi Aylin, büyük bir kararlılıkla. Uğur’un ne denli bir durumda olduğunu düşünemiyordu. Hatta anlattıkları yüzünden iyice tedirgin olmuştu. Yine de sonraki sözlerini hiç düşünmeden sıralamıştı. “Belki son zamanlar biraz stresli olduğun için hayaller görüyor olabilirsin. Ama ne olursa olsun seninle birlikteyim.”

Uğur yüzüne takındığı tebessümle başını sallayarak onayladı ve birlikte ateş topunu son gördüğü yere yürümeye başladılar.

Üzeri çimlerle kaplı toprağı aralarına almış, altında ne olabileceğini düşünüyorlardı. Bir süre sonra Aylin konuştu.

“Kazmayacak mıyız?”

Uğur durgunlukla cevap verebilmişti.

“Ya altından bir şey çıkmazsa? Ya gerçekten delirdiysem?”

“Bunu, burayı kazıp öğrendikten sonra düşünsen daha doğru olur bence.”

Uğur ona hak vermişti. Birlikte dizleri üzerine çökerek çimleri yolmaya başladılar. Çıplak kalan toprağı merakla ve heyecanla önce elleriyle eşelediler. Sonra birer dal parçası alarak daha hızlı kazmaya başlamışlardı. On santim kadar kazdıklarında Uğur iyice umutsuzluğa düşmüştü. Gördüklerinin, zihninin ona oynadığı kötü oyunlardan ibaret olduğuna gittikçe inanıyordu.

Bu sırada ateş topunun söylediklerini hatırladı. Gerçekleri görmesi için ne aradığını düşünmemesi gerekiyordu. Onu bir kalıba sokmamalıydı. Sadece kazması gerektiği için, bir şey bulmak hedefinde olmadığı için kazması gerekiyordu.

Düşüncelerini bunlarla değiştirdiğinde daha hızlı kazmaya başladı. Tek amacı daha çok toprak çıkararak en derine inmekti.

Son avuç dolusu toprağı kenara attığında yirmi santimlik bir çukur açmışlardı. Kahverengi toprağın altından parlayan beyaz, mavi karışımı ışığı gördüğünde durmadı. Tekrar elini atıp kazmaya devam etti.

Yükselen ışığın etkisiyle Aylin geriye çekildi. Toprağın altında Uğur’un dediği gibi bir şey vardı ve parlak bir ışık saçıyordu. Ona daha ulaşamadıkları halde şimdiden ışığını görebiliyorlardı. Uğur’un yüzüne dikkatlice baktı. Onun yüzünde şaşkınlık veya korku ifadesi yoktu. Gördüklerini gayet normal karşılarcasına kazmaya devam ediyordu. Aylin ise aynı cesareti bulamamıştı.

Işık saçan kaynağın üzerindeki son toprağı da attığında, delikten dışarıya doğru parlayan elmas gün yüzüne çıkmıştı. Aylin, Uğur’un kolunu gergince tutarak korkusunu ve hayranlığını dile getiriyordu.
“Bu… Bu çok güzel.”

“Sen de görebiliyor musun?”

“Evet. Haklıymışsın.”

Uğur elması almak için elini uzatınca Aylin onu sarstı.

“Ne yapıyorsun? Alev başlı bir yaratık sana bunu gösterdi diyorsun. Sence buna güvenebilir misin? Ya bu şey sana zarar verirse.”

“Bilmiyorum. Ama senin dediğin gibi, bunu öğrendikten sonra düşünsek daha iyi olacak.”

Uğur sol elini elmasa uzatıp avucuna aldı. Elmas çok daha şiddetli bir parlamayla uzun süre sıcaklık yaydı. Uğur ve Aylin gözlerini kapatarak ışığın geçmesini beklediler. Avucundaki sıcaklığa olabildiğince dayanarak onu bırakmadı. Ve ışık bittiğinde ise her şey sakinleşmişti.

Uğur elini çukurdan çıkardı. Parlamayı bırakmış olan şeyi görmek için yavaşça avucunu açmaya başladı. İkisi de merakla neyle karşılaşacaklarını bekliyordu. Ama beklentileri, Uğur’un eli tamamen açılınca hayal kırıklığına dönüşmüştü. Elmas yoktu.

Çukura tekrar ve tekrar baktılar ama elmas ortadan kaybolmuştu. Geride bıraktığı tek şey ise, Uğur’un avucunda değişik sembollere benzeyen, siyah, yanık izlerin oluşturduğu yazıydı.

284
Kurgu İskelesi / Ynt: Yaseldin
« : 15 Temmuz 2012, 19:05:46 »
Oldukça farklı bir hikaye olmuş. O durumdaki bir insanın duygularını gerçekten iyi yansıtmışsın. Tebrik ederim.
Yapmayı öğrenmek için zorlandığım şeye konsantre olmalıydım.
Ancak burası nedense dilime takıldı.

Not: Devam ettirmeyeceksin galiba.

Beğeniniz için teşekkür ederim... Hayır devam etmeyecek ne yazık ki... Devam etse fazla klişe ilerleyecek o yüzden burda kalması en iyisi :)

285
Kurgu İskelesi / Ynt: Çıplak Ayaklar
« : 15 Temmuz 2012, 19:04:37 »
İlk başta okuyup okumamakta kararsız kaldım, Okuyunca beğendiğimde karar kıldım.

Öncelikle akıcı ve sıkmayan bir anlatımın var. Ben genelde okuduğum hikayelerde sıkılırım. Ya da bir kısmını okurken "Haydi, şurayı da bitir, daha iyi olacak hikaye!" diyerek kendimi avutmaya çalışırım. Ancak bu hikayede öyle bir şey yaşamadım.

Konusu da ilginç pek tabii. Görünmez insanlar ha? Yeterince özgün bir konu bence.

Umarım devamı gelecektir. Heyecanla bekliyor olacağım.

Övgüleriniz için teşekkür ederim... Ne yazık ki devamı gelmeyecek, sadece 2 bölümlük bir öyküydü... İlginiz için tekrar teşekkür ederim...

Sayfa: 1 ... 17 18 [19] 20