Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Acmert

Sayfa: 1 2 3 [4]
46
Kurgu İskelesi / Tanrı'nın George'a Hediyesi
« : 14 Ekim 2012, 01:57:29 »
Tanrı'nın George'a Hediyesi



Koyu kahverengi bir masa, önümde duruyordu. Üzerinde sapsarı bir kalemlik, altında ise yeşil bir kahve altlığı vardı. Masanın tam ortasına düzenli bir şekilde yerleştirilmiş kitaplar dikkatimi çekti. Masanın arkasına doğru yürüyerek kitaplardan birini elime aldım. Birinin üzerinde Zamanla ilgili bir şeyler yazıyordu. Yazıyı tam okuyacakken kitabın kapağı bulanıklaşmıştı ve okuyamamıştım. Kitabı masaya geri koydum.

Daha sonra diğer kitabı aldım elime. Onun da kapağını tam okuyacakken bir bulanıklık görüşümü kapattı. Bunu da masaya koydum.

Bir süre etrafıma baktım. Etrafta masa dışında hiçbir şey yoktu. Yer bile. Olmayan bir yer. Olmayan yerin altındaki boşluğu gördüm. Gözlerime bir perde indi. Perde kalktığında masada bir daktilo vardı. Masanın arkasındaki sandalyeye oturdum. Ellerim istemsiz olarak daktilonun tuşlarında gezindi. Buz ve Ateş yazıyordu. Ne anlama geldiğini kavrayamadan altımdaki sandalyenin artık yerinde olmadığını fark ettim. Düştüm boşluktan.

Başım dönüyordu ancak bunu hissedemiyordum. Bir süre sonra kustuğumu fark ettim. Ancak kusan ben değildim. Neler olduğu belirsizdi bir süre. Ve daha sonra uyandım.

Görüntü aklımın alamayacağı derecede inanılmazdı. Her yerde irili ufaklı taşların bulunduğu kızıl bir boşluktaydım. Nefes alamıyordum ancak bu beni rahatsız etmiyordu. Aslında, bundan rahatsız olacak bir bedenim bile yoktu.

Taşların etrafında bir düzenli olarak dizilmiş dikitler vardı. Bu dikitlerin uzandığı yere baktım. Olmayan gözlerim yanılıyor olmalıydı. Hemen tepemde bir gezegen vardı. Hayır, bu gezegen olamazdı.

Arkasından hafif bir ışık huzmesi üstüme düşüyor, saydam varlığımın bulunduğu yeri yakarak hafif bir duman çıkarıyordu. Arından korkunç bir ses duydu.

“George!” dedi ses. Korkunç sesin nereden geldiğine bakmak için etrafıma bakındım. Ancak ses, zaten inanamadığım ortamda, inanamadığım birinden geliyordu. Gezegen benimle konuşuyordu.

“Elbette, ben gezegen değilim,” dedi korkunç ses, düşüncelerimi okumuşçasına.

“Kimsin sen?” dedim sesimdeki ürkekliği bastırmaya çalışarak ancak buna gerek kalmamıştı. Çünkü sesim yoktu.

“Tanrı diyorlarmış sizin zamanınızda bana!” dedi ses. “Yaratıcınızım ben sizin.”

Bu beni biraz düşündürdü ancak bunun gülünç bir şey olduğuna karar verdim ve konuşmaya devam ettim.

“Ben de İsa’yım! Tanıştığımıza memnun oldum,” dedim.

“Ah!” dedi Tanrı, iğnelememi beğenmemiş görünüyordu. “Âdem’i yarattığımda ona bu kötü espri anlayışını vermemeliydim. Espri anlayışı mı görmek istiyorsunuz? Sana espri anlayışını göstereceğim.”

Ne demek istediğini anlamamıştım, cevap veremeden tekrar düştüm boşluğa. Bu sefer geçen kinden daha kolay bir düşüştü ancak kendimi karanlık ve kasvetli bir ortamda buldum. Küçük bir odadaydım.  Daha sonra annemin sesini duydum. “George için bu ışıklar,” dedi sevecenlikle. Ve annem oradaydı. On yıl kadar önceki genç ve güzel haliyle.

Ardından teyzemin sesi duyuldu. Huysuz teyzemdi bu. “Bu çocuğu şımartmamalısın, Margaret,” dedi. “Tepene çıkar, tüm paranı alır ve seni ıslak odunla döver.”

“Kapa çeneni, yaşlı cüce.” Bu seferki ses her günümü birlikte geçirdiğim ablama aitti. Kendisini çok severdim, hep koruyup kollardı beni. Daha sonra hepsi sustu. Kapının yavaşça açıldığını duyduk ve anahtarın şıngırtısını kapının sertçe vurulması izledi. Bizim bulunduğumuz odanın kapısı da hemen ardından, hızlıca açıldı.

“Neler oluyor burada!” dedi babam. Upuzun boyluydu, simsiyah kirli sakalı, ve omuzlarına dökülen saçlarının arasında zar zor görünen yüzündeki küçük, sigara yüzünden sapsarı olmuş dişlerle dolu ağzından tükürükleri saçarak söylemişti bu lafı.

“Yine mi alkol aldın ayyaş adam!” dedi boşboğaz teyzem. Babam doğrudan anneme bakan gözlerini, kısacık boylu, çiçek bozuğu yüzlü teyzeme çevirerek... Elini arka cebine attı babam ve bir çakı çıkardı.

“O dilin ne kadar gereksiz, değil mi?” dedi teyzeme kan çanağına dönmüş gözleriyle bakarak. Çakıyı açtı ve teyzemin ellerini tek eliyle yakalayıp, diğer eliyle bıçağı yaşlı kadının ağzına soktu. Birkaç saniye sonra teyzem yere yığılmıştı. Dilinin bulunduğu yerden kanlar fışkırıyordu.

Annem korkunç bir çığlık atıp teyzemin cesedine doğru bir hareket yaptı. Bunu gören babam annemin teyzemin kanıyla ıslanmış çakıyı, annemin karnına batırdı.

Bu sefer annem de yere düştü. Ben de ablam da ağlıyorduk. Babam ikimize döndü bu sefer. Ablamı tuttu ve çakıyı onun boğazına soktu. Adamın gözlerinden yaşlar akıyordu. Ancak bunun farkında değil gibiydi.

Bir an durdu. Bana döndü. Hüngür hüngür ağlıyordu. Bıçağı kendi boğazına dayadı son olarak. Daha önce, varlıksız ortamda duyduğum sesle konuştu.

“Espri anlayışı budur, George.” dedi ve boğazını kesti. Birkaç saniye orada durdum. Tüm bedenim acıyla yanıyordu ancak bir anda tüm acılardan muaf tutulmuşçasına sıyrıldım varlığımdan.

Gözlerimi açtım. Yatağımdaydım ve annem başucumdaydı.

“Ne oldu George?” dedi endişe ve sevgi karışımı bir sesle.

“Bir gün bir kitap yazacağım anne,” dedim ona bakarak. “İnsanların sevdiği tüm karakterleri öldüreceğim ve bu onları eğlendirecek.”

47
Diğer Fantastik Eserler / Yeşil Geçit - Dark Sun
« : 11 Ekim 2012, 19:41:25 »


Yeşil Geçit, Troy Denning tarafından yazılmıştır, Dark Sun'ın Türkçeye çevirilmiş tek kitabıdır. Ankira yayınlarından Ekim 2004'te çıkmış olan kitap sahaflarda bulunabilir.



ÖZGÜRLÜK VE UMUTSUZLUK ARASINDA

Athas, karanlık güneşin dünyası. Binlerce yıl boyunca, sahip oldukları güç yüzünden delirmiş olan büyücü kralların yönetiminde, şehirleri köleliğin ve çürümenin habis merkezleri haline gelmiş Athas. Öyle ki yalnızca bileği ve yüreği en güçlü kahramanlar bu derebeylerinin kudretine karşı koyabilirler. Prizma Beşlemesi dizisi işte böyle kahramanların öyküsüdür.

Rikus- özgürlüğüne ancak gladyatörlük hünerleri sayesinde kavuşabilecek olan insan ve cüce karması.

Sadira - dünyanın kurtuluşu için yaptığı mücadele ile yasak sihirlerin cezbedici gücü arasında kalmış, baş döndürücü, yarı-elf köle kız.

Asticles soyundan Agis - zulme uğrayanların hakiki savunucusu, gizemli örgüt, Peçeli İttifak'la karşılaşana dek kendini halk kahramanı zanneden, zihin güçlerinin ustası, isyan yanlısı senatör.

Arka Kapak

Kalak: Kötü büyüleri, saltanat şehri olan Tyr'ı toz, kan ve korkudan ibaret, izole bir yer haline dönüştüren, ölümsüz bir büyücü-kral. Onun bin yıllık ölüm hükümdarlığı, artık sona ermek üzeredir.Bir isyanı başlatmak için bir araya gelenler, başına buyruk bir devlet adamı, çekici bir yarı-elf köle kız ve arenalar için yetiştirilmiş bir insan-cüce gladyatördür. Ancak, eğer insanlar özgürlüklerine kavuşacaklarsa, bu uyumsuz, ancak vefalı asi üçlüsü dehşetin yüzüne bakmalı, aşk ve hayat arasında bir seçim yapmalıdır.


48
Buz ve Ateşin Şarkısı / Savaşlar
« : 10 Ekim 2012, 20:16:54 »
Bu yazı spoiler içermektedir.


Ejderha Kayası Kuşatması ;
(300 - AL )

Ejderha Kayası Kuşatması, Ejderha Kayası'nı ele geçirmek isteyen Kral Tommen önderliğindeki Kraliyet ailesinin gerçekleştirdiği bir kuşatmadır. Demir Taht üzerinde hak iddia eden Stannis Baratheon'ın ada kalesidir. Kuşatmanın sonunda Kraliyet büyük kayıplar vermesine rağmen savaşı kazandı.

    

Kuşatma ;

Sör Paxter Redwyne özgün bir komutandı. Ejderha Kayası'ndaki savunucuları açlıktan veyahut madencilik yoluyla duvarlara gedikler açarak, içeriye girip savunucuları teslim olmaya zorlamak ve kaleyi kan akmadan almak istemekteydi. Menzil'e, Demiradamlar tarafından yapılan akınlar, Redwyne'ın üzerinde baskılar yarattı. Sör Loras Tyrell savaşı yönetmek için Cersei Lannister'dan komut bekliyordu. Lord Paxter'ın kuşatmayı çok uzun tutacağını düşünmekteydi.

Sonunda Sör Loras Tyrell geldi ve Rolland Fırtına'ya teke tek bir dövüş teklif etti ama reddedildi. Sör Loras kendi liderliğinde kaleye baskın yapmayı düşünüyordu. Kalenin kapılarına kadar dayandılar fakat çok geçmeden geriye püskürtüldüler. Bu saldırıda Sör Loras Tyrell, kaynar yağ ile ağır bir şekilde yaralandı.
Lakin sonunda kale düştü.



Sonuç ;

Sör Loras ciddi bir yara almıştır. Kalenin alınmasının üzerine, Lord Redwyn ,büyük amiral, demir adamların Euron Greyjoy önderliğinde Menzil'e saldırılarını savunmak için yola koyulur. Kral Toprakları için son tehdit olan Ejderha Kayası'nı da ortadan kaldırmıştır, Stannis Baratheon çok ağır bir kayıp vermiştir. Sör Loras Tyrell'ın acele etmesi ve kuşatmayı çabucak bitirmesi yüzünden, saldırıda büyük çoğunlukla kraliyet askerlerinden oluşan 1000 kişi ölmüştür. Ölenlerin arasında çok sayıda lord ve şövalye bulunmaktaydı.


49
Diğer Fantastik Eserler / Ara Dünya
« : 09 Ekim 2012, 23:08:28 »

Hugo ve Nebula ödüllü yazar Neil Gaiman ve Emmy ödüllü yazar Michael Reaves’ten sadece gençlere değil tüm okurlara hitap eden, bilimkurguyla fantezinin iç içe geçtiği bir macera: “Ara Dünya“

Joey Harker bir kahraman değil. O aslında kendi evinde kaybolan sıradan biri. Bir gün kaybolduğunda kendi dünyasını geride bırakıp bambaşka bir boyuta adım atıyor. Şimdi bir savaş vermek zorunda. Hem de sadece bu dünyayı değil, olası bütün dünyaları kurtarmak için verilen bir savaş…

Kitap, Joey Harker’ın, paralel evrenlerdeki Dünya’lara ait diğer Joey’lerle beraberce, büyü ve bilim adındaki iki kuvvetin farklı evrenlerdeki tüm Dünya’ları ele geçirmesini önlemeye çalışmasını anlatmaktadır.

Kitap 2007 yılında piyasaya çıkmıştı. Ancak önümüzdeki günlerde çevirmenliğini Emine Ayhan'ın yaptığı,Nurcan Başer tarafından yayına hazırlandığı hali ile  İthaki Yayınları tarafından bir kaç gün içinde raflarda yerini alacak.

11.10.12'de ön siparişler başlayacak ve İlknokta'dan %30 indirimle kitaba sahip olabileceğiz.

Spoiler: Göster
Kitabın orijinal kapağı




Kitabın künye bilgileri için buraya tıklayınız.

50
Kurgu İskelesi / Mavi Suların Lanet Makineleri
« : 06 Ekim 2012, 23:59:57 »
   

Kuzey derlerdi ona. Masmavi sularda yaşardı. Orada doğmuştu. Hiç ayak basmamıştı kara toprağa. Ne onun üstündekilere ne de ona güvenirdi.


   Deniz ise ona hep güvenilir gelmişti. Onu severseniz, o da sizi severdi. Doğduğu tekne bile bazen ona düşman gelirdi. Ancak gece geldiğinde gök denizi karartıp sinirlendirmişken, onu daha fazla sinirlendiremezdi.


İçindekileri de severdi elbette. Balıklarla dost olmuştu. Onun karnını bile doyuruyorlardı. Yunuslarla ise yüzerlerdi.  Güler oynarlar, bazen ona aşık olurlardı.


Bazen de bir fırtına patlayıverirdi. Buz gibi rüzgar denizi deli ederdi. Deniz ise sanki Kuzey’in suçuymuş gibi onu oradan oraya fırlatırdı. Rüzgarın yırttığı yelken kendini korumaya çalışırdı ancak dayanamazdı o vahşinin gücüne.

Sabah olurdu; deniz sessizleşirdi. Ona sanki rüzgar yaptırdıklarından dolayı özür dilermiş gibi susardı.


Sonra gökyüzü onların küslüğüne dayanamaz, ağlayıverirdi. O ağlayınca, Kuzey de ağlardı. Ancak ona bunu gösterip daha da duygulanmasını istemediği için geçerdi teknenin içine, onun ağlaması geçene kadar orada ağlardı.


Bütün bunları anneciği öğretmişti ona. Denizi nasıl seveceğini; nasıl onunla barışık kalacağını… Üstünde yelkeni olan balığı bile nasıl durduracağını bilirdi o.


Babası ise ona kötü davranırdı. Annesine de vururdu hep. Çünkü o kara topraktan gelmişti. Kara topraktan gelenlere güvenilmezdi.


Günün birinde babası yine vuruyordu annesine. Ertesi gün deniz onların bu kavgasına katlanamayıp, rüzgarla işbirliği yaparak, babasını almışlardı onlardan.


Annesi buna ağlamıştı, Kuzey ona neden ağladığını sorduğunda o da pişman deniz gibi suskunlaşırdı.

Annesiyle birlikte her gün saatlerce konuşurlardı. Ondan dersler alırdı. Annesi yıllarca kara toprağın üstünde yaşamıştı. Sayesinde okumayı, yazmayı biliyordu.

Denizle konuşmadığı zamanlar elindeki kitaplarını okuyordu.


Pek kitabı yoktu ancak tekrar tekrar okumuştu olanları. Yitik Öyküler Kitabı, Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter gibi kitapları vardı. Babası kara toprağa gittiği zamanlarda ona getirmişti onları.


Annesinin ölümü onun hayatındaki en büyük şok olmuştu. Bir gün tekneyle bir kıyıya yaklaşmışlardı.

Üzerinde BP harfleri yazan kocaman aletler, dev makineler vardı. Derinlere inen makineleri korkunç sesler çıkarırdı.

 Vardıkları yanlış yer bunlardan birinin tekneye çarpması ile birlikte annesini o derin çukurlardan birine atmıştı. Tekne zarar görmemişti ama Kuzey kaçmak zorunda kalmıştı. Annesini bırakıp.

Yıllar geçti. Kuzey her geçen gün daha da kötüleşmişti. Annesinin özlemi onu kahretmişti. Ancak yaşıyordu. Deniz onu seviyordu o da denizi... Yunusları ve diğer canlıları hala onunlaydı. Kara toprağın lanet insanları geride durmalıydılar Kuzey’i görünce. Çünkü onlara edeceği bir çift laftan fazlası vardı.


Zaman geçti. Kuzey annesinin ölümünden sonra bir daha oraya yaklaşmamıştı. Dayanabiliyordu yalnızlığa. Ancak içine oturan birkaç şey vardı. Annesinin öldüğü yere gitmeliydi. Yaklaştı oraya fakat beklemediği şeyler gördü.


Teknesine gelen birkaç balık cesedi onu annesinin ölümü kadar üzmüştü. Yavaş yavaş, artan balıklar canını sıkıyordu.

Deniz koyulaşıyor, gözlerindeki yaşlar sıklaşıyordu.
Hayatını geçirdiği o mavi sular, kahverengi pis kokulu şeylere dönüşmüştü.

Kuzey annesinin öldüğü yere geldi ve o makinelerin yandığını gördü. Mutlu etmişti bu onu. Ve artık o mavi suları olmadığına annesine kavuşabilmesi gerekiyordu. Kendini mavi olmayan sulara bıraktı kuzey. Ve nefesini verdi.

O gün Kuzey’in hiç görmediği kahrolası aptal kutularında bir haber geçiyordu. Ve tarih nisan ayının yirminci gününü gösteriyordu. Milattan iki bin on yıl geçmişti.

51
Buz ve Ateşin Şarkısı / Gökkuşağı Muhafızları
« : 30 Eylül 2012, 21:11:29 »
Gökkuşağı Muhafızları


Gökkuşağı Muhafızları, Kral Muhafızları ile aynı amaca hizmet etmek üzere Renly Baratheon tarafından kurulan bir örgüttür. Üyeleri gökkuşağı renklerini taşıyan pelerinler giyerler ve armalarında yine bu renkler vardır. Bu yedi renk Yediler ile ilgili bir anlamı vardır. Kimilerine göre Gökkuşağı dini bir semboldür. Her üye gökkuşağında bulunan renklerden bir pelerin giymektedir. Yedi muhafız, gökkuşağının yedi rengini temsil etmektedir.


Üyeler ;

Sör Loras Tyrell - Lord Komutan
Tarthlı Brienne - Mavi
Sör Bryce Caron - Turuncu
Sör Emmon Cuy - Sarı
Sör Guyard Morrigen - Yeşil
Sör Parmen Crane - Mor
Sör Robar Royce - Kırmızı


Renly'nin ölümünden sonra Muhafızlar parçalandı ;

Sör Loras Tyrell : Kederden delirdi. Lannister-Tyrell Karasu'da Stannis kuvvetlerine karşı birlikte savaştılar. Loras kendi hanesi olan Tyrell bayrağı altında kan döktü. Daha sonra Lannisterler ile yapılan ittifak parçası olarak Kral Muhafızlarına katıldı.

Tarthlı Brienne : Renly'in ölümüne tanık oldu, bundan sorumlu tutuldu ve olay yerinde kaçmıştı.Catelyn Stark'ın yeminli özel koruması oldu.

Sör Robar Royce : Renly'nin öldürülmesine izin verdiği için, Loras Tyrell tarafından öldürüldü.
Sör Emmon Cuy : Renly'nin öldürülmesine izin verdiği için, Loras Tyrell tarafından öldürüldü.
Sör Guyard Morrigen : Stannis adına Kral Toprakları'nda savaştı, Garlan Tyrell'in saldırısında öldürüldü.
Sör Parmen Crane :  Stannis adına savaştı, Acı  Köprü'de yakalandı. Sör Loras Tyrell ve Yüksekbahçe tarafından yargılanacak.
Sör Byrce Caron : Stannis adına Kral Toprakları'nda savaştı, Philip Foote'nin saldırısında katledildi.


52
Buz ve Ateşin Şarkısı / Roman Tanıtımları
« : 30 Eylül 2012, 13:04:57 »
Taht Oyunları


Yedi kitap olarak planlanan Buz ve Ateşin Şarkısı serisinin ilk kitabıdır Taht Oyunları. Epik Fantezi türündeki eser, ilk olarak 6 Ağustos 1996'da yayınlanmıştır. Eser 1998'de Nebula, 1997'de ise Dünya Fantezi Ödülü'ne aday gösterilirken, 1997'de de Locus ödülünü kazanmıştır.

Ülkemizde ilk olarak, Arkabahçe Yayınlarından, iki kısım halinde yayınlanan kitap Game of Thrones dizisi ile popüler olunca Epsilon Yayınevi serinin haklarını almıştır. Çevirmenliğini Sibel Alaş'ın yaptığı serinin Taht Oyunları kitabı, tek kitap halinde çıkmıştır.
 
Taht Oyunları Bölümler

Taht Oyunları kitabında Giriş ve Ekler ile birlikte toplam 74 bölüm vardır ve bunlar şu kişiler tarafındandır:

Daenerys: 10 bölüm.
Catelyn: 11 bölüm.
Jon: 9 bölüm.
Tyrion: 9 bölüm.
Sansa: 6 bölüm.
Bran: 7 bölüm.
Arya: 5 bölüm.
Eddard: 15 bölüm.


Arka Kapak

Yazların on yıllar, kışların bir insan ömrü sürebildiği diyarda, dehşetli ve soğuk zamanlar yaklaşmaktadır. Kışyarı'nın kuzeyindeki buzul topraklarda, Yedi Krallık'ı koruyan Sur'un ötesinde tehditkâr doğaüstü güçler toplanmaktadır. Savaşın tam ortasında, doğdukları topraklar kadar sert, boyun eğmez Starklar vardır. Acımasız soğuğun hüküm sürdüğü kuzeyden, uzak güneydeki sıcak zevk yurduna uzanan, leydiler, lordlar, savaşçılar, büyücüler ve katillerle dolu öykü, korkunç kehanetlerin işaret ettiği bir devirde başlamaktadır. Komplo, trajedi, ihanet, zafer ve dehşet dolu olayların ortasında Starklar'ın, dostlarının ve düşmanlarının kaderi bıçak sırtındadır. Hedef, en ölümcül savaş olan taht oyununda muzaffer olmaktır.

George R. R. Martin türünün sınırlarını zorladığı Taht Oyunları ile bir şaheser ortaya koyuyor. Dünyanın dört bir yanındaki fantastik edebiyat okurlarını kesinlikle memnun edecek epik serinin ilk cildi gizem, entrika, aşk ve macera dolu sayfalarıyla büyülüyor.


Kralların Çarpışması


Kralların Çarpışması, yedi kitap olarak planlanan Buz ve Ateşin Şarkısı serisinin ikinci kitabıdır. İlk olarak 16 Kasım 1998'de Birleşik Krallık'ta yayınlanmıştır. Eser ülkemizde Epsilon Yayınlarından, iki kitap halinde yayınlanmıştır.


Kralların Çarpışması Bölümler

Kralların Çarpışması kitabında Giriş ve Ekler ile birlikte toplam 71 bölüm vardır ve bunlar şu kişiler tarafındandır:

Bran: 7 bölüm.
Jon: 8 bölüm.
Tyrion: 15 bölüm.
Theon: 6 bölüm.
Sansa: 8 bölüm.
Arya: 10 bölüm.
Daenerys: 5 bölüm.
Davos: 3 bölüm.
Catelyn: 7 bölüm.

Arka Kapak

Krallar çarpışırken tüm diyar titrer...

George R. R. Martin, Taht Oyunları'nın sabırsızlıkla beklenen devam kitabı Kralların Çarpışması'nda okuyucuları eşsiz hayal gücüyle buluşturuyor. Büyü, intikam ve savaşla dolu, eşi benzeri görülmemiş bir dünyanın kapıları açılırken büyük bir serüven başlıyor.

Alev ve kan rengine bürünmüş bir kuyruklu yıldız, gökyüzünü baştan başa kaplamıştır. Ejderha Kayası'nın kadim kalesinden, Kışyarı'nın haşin topraklarına kadar korkunç bir keşmekeş hâkimdir. Altı güç, Demir Taht'ı ve parçalanmış Yedi Krallık'ı ele geçirmek için kıyametvari bir savaşa hazırlanmaktadır. Gecenin karanlığında ölüler yürümekte, kardeş kardeşi katletmektedir. Bir akıl şövalyesi, tehlike saçan bir büyücü kadını zehirlemek peşindedir. Bir prenses, öksüz oğlan kılığında dolaşmakta; Ay Dağları'nın vahşi adamları, yağma için inmektedir. Kardeş katli, zillet, simya ve kıyımla ilerleyen bu macerada zafer, kılıcı ve kanı en soğuk olanların dahi olabilir...



Kılıçların Fırtınası


Kılıçların Fırtınası, yedi kitap olarak planlanan Buz ve Ateşin şarkısı serisinin üçüncü kitabıdır. Kitap, serinin en uzun kitabıdır ayrıca.

Eser, 2001'de Locus Ödülünü kazanmıştır. 2002'de Geffen Ödüllerinde en iyi eser ve 2002'de Nebula Ödüllerinde en iyi eser ödülüne aday gösterilmiştir.

Eser, İnternet Kitap Listesinde Ekim 2005'den beri ilk sıradadır.Listeye ulaşmak için buraya tıklayınız.

Kılıçların Fırtınası Bölümler:


Kılıçların Fırtınası kitabında Giriş ve Ekler ile birlikte toplam 83 bölüm vardır ve bunlar şu kişiler tarafındandır:


Sansa: 7 bölüm.
Jon: 12 bölüm.
Samwell: 5 bölüm.
Tyrion: 11 bölüm.
Arya: 13 bölüm.
Jaime: 9 bölüm.
Daenerys: 6 bölüm.
Davos: 6 bölüm.
Bran: 4 bölüm.
Catelyn: 7 bölüm.

Arka Kapak

George R. R. Martin’in muhteşem serisi, Kılıçların Fırtınası ile modern fantastik edebiyatın istisnai başyapıtlarından biri konumuna geliyor, imgesel kurgunun büyük eserleri arasındaki yerini sağlamlaştırıyor.

İktidar mücadelesindeki beş savaşçıdan birinin ölmüş, bir diğerinin gözden düşmüş olmasına rağmen savaş tüm şiddetiyle sürmektedir. Yedi Krallık’ın zor durumdaki hükümdarı Joffrey, Demir Taht’ta oturmaya devam etmektedir. En amansız düşmanı Stannis, takip ettiği büyücü kadının kurbanı olmuş ve bozguna uğramıştır. Nehirova’daki Genç Robb, Kuzey’e hükmetmekte; Daenerys yaşayan son ejderhalarla beraber kana bulanmış bir kıtayı katetmektedir. Rakipler son hesaplaşma için harekete geçerken büyük bir yabanıl ordusu, efsanevi Ötekiler’le birlikte medeniyetin merkezine doğru ilerlemektedir.

Diyarda sükûnet, Yedi Krallık’ın kılıçların fırtınası ile sarsılmasıyla mümkündür…



Kargalara Ziyafet, yedi kitap olarak planlanan Buz ve Ateşin Şarkısı serisinin dördüncü kitabıdır. İlk olarak 8 Kasım 2005'te Birleşik Krallık'ta yayınlanmıştır.

Kargalara Ziyafet Bölümler:

Kitapta Giriş  bölümü dahil olmak üzere 46 bölüm vardır. Bunlar;


Cersie:10 Bölüm

Jaime: 7 Bölüm

Brienne: 8 Bölüm

Sam: 5 Bölüm

Arya: 3 Bölüm

Sansa:3 Bölüm

Aeron: 2 Bölüm

Victarion:2 Bölüm

Arianne :2 Bölüm

Asha: 1 Bölüm

Areo: 1 Bölüm

Arys: 1 Bölüm

Pate:1 Bölüm

Arka Kapak

George R. R. Martin, imgesel kurguya yeni bir soluk getiren abidevi serisinin uzun zamandır beklenen dördüncü cildi Kargaların Ziyafeti ile şaheserine devam ediyor.

Yedi Krallık’taki çetin mücadelelerde hayatta kalmayı başaranlar, emelleri için yeni savaşlara girişir. İnsan suretindeki kargalar, ziyafet için bir araya gelerek yeni komplolar hazırlar ve tehlikeli ittifaklar kurar. Asiller ve sıradan insanlar, askerler ve büyücüler, katiller ve bilgeler; bahtları ve elbette hayatları uğruna bir araya gelir…

Kargaların ziyafetinde çoğu misafirdir fakat azı nefes almaya devam edebilecektir…




"Müthiş bir cilt daha." -Time Out London

"Martin, Buz ve Ateşin Şarkısı’nın bu cildiyle de fantastik türünü yüceltmeye devam ediyor." -STL today.com


Buz ve Ateşin Şarkısına Yorumlar:

“Kendisinden her zaman en iyi işleri beklediğim George R. R. Martin beni asla şaşırtmıyor.”

-Robert Jordan

“Muhteşem bir öykü, muhteşem bir tarihi fantastik yapıt! Göz kamaştırıcı.”

-Anne McCaffrey.

“Muhtemelen gelmiş geçmiş en iyi epik fantastik eser.”

-Marion Zimmer Bradley.

“Döneminin başat fantastik kitabı… Okumamak mümkün değil.”

-The Denver Post.

“George R. R. Martin en iyi bilim kurgu yazarlarımızdan. Taht Oyunları da en iyi kitaplarından biri.”

-Raymond E. Feist

“Hem romantik hem gerçekçi.”

-Chicago Sun-Times.

"Amerika’nın Tolkien’i."

-Time.

"Buz ve Ateşin Şarkısı sağlam bir şekilde çok satanlar listelerinde çünkü muhtemelen en iyi fantastik seri."

-Detroit Free Press

Ejderhaların Dansı



Arka Kapak

Kötülüğün yükseldiği bir vakitte olaylar; kanunsuzların, rahiplerin, askerlerin, derideğiştirenlerin, asillerin ve kölelerin büyük roller oynadığı bir sahnede geçmektedir. En zorlu dans, Ejderhaların Dansı başlamaktadır.
Daenerys Targaryen, toz ve ölüm dolu topraklar üzerinde hüküm sürmektedir. Tyrion Lannister, yeni müttefikler edinmiş, bilinmezlerle dolu bir serüvene çıkmıştır. Donmuş kuzeyde Jon Kar, Sur’un ötesinden gelen buzdan düşmanlarla ve en yakınları arasından hasımlarla karşı karşıyadır.
Yedi Krallık’ın akıbeti, uçurumların kenarındadır…

“Fantastik edebiyat tarihinin en iyi serilerinden.”
Los Angeles Times
“Edebiyat dervişi George Martin… Çok yaşa!”
The New York Times
“Ejderhaların Dansı, olması gerektiği gibi bir epik fantastik eser: tutku dolu, merak uyandıran, tatmin edici derecede detaylı, güzelce hayal edilmiş.”
The Washington Post
“Buz ve Ateşin şarkısı sağlam bir şekilde çok satanlar listelerinde çünkü muhtemelen en iyi fantastik seri.”
Detroit Free Press


Serinin künye bilgileri için buraya tıklayınız.

53
George R.R. Martin'in Yayınlanmış Tüm Kitapları





George Raymond Richard Martin'in ana hikayesi olan Buz ve Ateşin şarkısının sadece beş kitap yayınlandı. Ülkemizde ilk kitap Taht Oyunları adı altında iki parça olarak Arkabahçe Yayınları'ndan çıkmıştır. Dizi popüler olunca Epsilon hakları satın alıp tüm kitapları çevirme kararı almıştır. Martin normalde üçüncü kitapta her şeyi bitirmişti lakin çok fazla ilgi gelince seriyi yedi kitap yapacağını açıklamıştı. Şuan kendisi altıncı kitap olan The Winds of Winter'ı yazmaktadır, Türkçe'ye Kış Rüzgarları olarak çevrilmesi muhtemeldir. Bunun yanı sıra ülkemizde pek bilinmeyen çok önceleri piyasaya sürülmüş, normal seriden 100 sene öncesini anlatan bir çizgi romanı bulunmaktadır: Romanın adı 'Gezgin Şövalye' dir. Aşağıdaki listede George R.R. Martin'in yayınlanmış eserlerini bulabilirsiniz.

Eserler

-Dying of The Light (1977)
-Windhaven, Lisa Tuttle ile yazmıştır.  (1981)
-Fevre Dream (1982)
-The Armageddon Rag (1983)
-Tuf Voyaging (1986)
-Hunter's Run (2007)   


Buz ve Ateşin şarkısı:

-Taht Oyunları (1996)
-Kralların çarpışması (1998)
-Kılıçların Fırtınası (2000)
-Kargaların Ziyafeti (2005)
-A Dance with Dragons (2011)
-The Winds of Winter (Bilinmiyor)
-A Dream of Spring (Bilinmiyor)

Çocuk kitapları:

-The Ice Dragon

Diğer Eserleri:

-A Song for Lya (1974)
-Night of Vampyres (1975)
-The Skin Trade (1989)
-Tales of Dunk and Egg (Buz ve Ateşin Şarkısı dünyasından)
  -Gezgin Şövalye (1998) (Türkiye'de Erimer Bilişim Yayınları tarafından basılmıştır.)
  -The Sworn Sword (2003)
  -The Mysery Knight(2010)
  -The She-Wolwes of Winterfell (Bilinmiyor)

-Shadow Twin (2004)
-Sandkings (1981)
-Meathouse Man (1976)
-GRRM: A RRetrospective (2003); Dreamsongs'un iki kısımı olarak yayınlanmıştır.
-Fort Freak (Wild Card Eseri)
-Dead Man's Hand (Wild Cards, 7.kitap)
-Jokers Wild (Wild Cards, 3.kitap)
-One-Eyed Jacks (Wild Cards, 8.kitap)
-Marked Cards (Wild Cards: A New Cycle, 2.kitap)
-Ace in the Hole (Wild Cards)
-Jokertown Shuffle (Wild Cards)
-Songs of Stars and Shadows (1977)
-Songs the Dead Men Sing (1983)
-Portraits of His Children (1987)
-Quartet (2001)
-Nightflyers (1985)

Türkçe'ye çevrilmemiş olanlar orijinal isimleriyle bulunmaktadır.

54
Buz ve Ateşin Şarkısı / Tüm Kral Muhafızları Üyeleri
« : 30 Eylül 2012, 02:53:55 »
Bilinen Görev Yapmış Tüm Kral
Muhafızları ;


- Arryk
- Boros Blount
- Sandor Clegane
- Criston Cole
- Alyn Connington
- Gwayne Corbray
- Tom Costayne
- Kısa Clerance Clabb
- Clement Crabb
- Rupert Crabb
- Roland Crakehall
- Rolland Darklyn
- Jonothor Darry
- Arthur Dayne
- Darry Şeytanı
- Duskendale'li Donnel
- Dunk
- Erryk
- Robert Çicek
- Gwayne Gaunt
- Harlan Grandison
- Kocayürek
- Preston Greenfield
- Gyles
- Gerold Hightower
- Addison Tepe
- Orsmund Kettleblack
- Jaime Lannister
- Lewyn Martell
- Michael Meryns
- Mandon Moore
- Arys Oakheart
- Olyvar Oakheart
- Orivel
- Ryam Redwyne
- Robert Strong
- Barristan Selmy
- Serwyn
- Lucamore Strong
- Balon Swaan
- Aemon Tangaryen
- Terrence Toyne
- Meryn Trant
- Loras Tyrell
- Oswell Whent
- Willem Wylde



55
Kurgu İskelesi / Egreta ve Krallık
« : 27 Eylül 2012, 23:34:45 »
Bunu benim daha önceki yazdıklarımdan daha iyi bir şekilde yazdığımı düşünüyordum. Ancak elbette oldukça eksik var. Bu yüzden eğer eleştiri yapabilirseniz, hatalarımı anlamak için çabalayacağım. :)

Bu öykünün ilk bölümü ve henüz tamamlanmadı bile. Buna rağmen sabırsızlanıp göndermek istedim. 




Egreta ve Krallık

Ellerini önünde bağlayarak saygılı görünmeye çalıştı kolcu.

“Peki, neden senin gibi, düz bir kolcuya, kendi imkânlarımı verip, ordumda savaştırayım?” dedi karşısında oturan mağrur Kral. Sarı saçları gözlerinin önüne kadar geliyordu.

“Kendimi size sunuyorum lordum çünkü sizin ordunuzdaki hiçbir adam benimle düelloda karşılaşmak istemeyecektir. Sizin ordunuza en büyük desteği sağlayacağım.”

“Adın ne, kolcu?” dedi adam kendini beğenmiş bir tavırla.

“Acmert, efendim. Acmert Egreta.”

“Seni masama çağırıp beni ikna etmeni istedim, Acmert. Ve sen edemedin. Bana karşı, sanki benden bile daha üstünmüşsün gibi davranıyorsun. Benimle karşılaşmaya cesaret edebilir misin, Acmert?”

“Evet,” dedi Acmert. Bunu söyleyince geniş odadaki herkesten garip bir şaşkınlık nidası duyuldu. “Bu ülkedeki, bu ulustaki, bu diyardaki, bu dünyadaki herkesle karşılaşmaya cesaretim var, Kralım.”
Kral şaşkınlıkla kalakaldı. Bir kolcu, kendini tüm diyardan üstün görmüştü.

“Emin misin?” dedi adam. Ona inanmıyordu fakat eğer dediği doğruysa onunla karşılaşmak pek akıllıca olmazdı. Hayır, o sadece bir kolcu idi. Kendisi ise bir Kral. “Madem bu kadar iyi bir savaşçı, neden bu tahtta ben oturuyorum?” diye sordu kendi kendine.

“Evet, kralım.”

Adam ayağa kalktı. Bu adam asla onunla bir olamazdı. Eline baktı. Dışarıda ki derin soğuktan korunmak için taktığı eldiveni çıkarttı ve adamın önüne attı.

“Seni düelloya davet ediyorum, Egreta. Eğer kabul etmezsen, bu muhafızlar seni yakalayacak ve yarın sabah tüm halkımın önünde yakılacaksın. Kabul ediyor musun?”

“Kabul ediyorum,” dedi. Yıllardır aradığı fırsat buydu. Her şehre gitmişti ve hanlardan en kendini beğenmiş lord ve kralları sorup soruşturmuştu. Ve işte sonunda kendini göstermesini sağlayacak bir fırsattı. Ancak Kral’ı öldürdükten sonra kaçmak için bir fırsat yakalayabilir miydi, bilmiyordu.

“Eh, o zaman yarın görüşeceğiz, seni kendini beğenmiş pis kolcu!” dedi adam. Kendi kendini yenilmez olduğuna o kadar inandırmıştı ki. “Yarın, Egreta. Turnuva meydanında.”

Acmert reverans yapıp çıkmaya yeltenmişti ki, Kral ona bir kez daha seslendi.

“Eğer, beni mağlup edersen, Kolcu unvanından kurtulacaksın, Egreta. Sör Acmert Egreta diyecekler sana,” dedi adam ona sertçe. “Ama yenilirsen, sana türlü türlü işkenceler uygulayacağım. Gelecek hafta, diyarın en üstün şövalyeleri ve krallar bu masada oturup, seni parçalara ayıracaklar. Ve bunu sen canlıyken yapacaklar.”

Acmert ona boş gözlerle baktı. Ve tekrar reverans yapıp arkasını döndü, misafir odasının büyük kapısından dışarı çıkıp, kendine gece konaklayacak bir han bulmaya hazırlandı.

Şehir karla kaplıydı. Yarın karın erimesini umuyordu, eğer Kral’ı öldürecekse karda izini rahatça bulabilirlerdi.
Şehirde akşam olmuştu. Bu soğukta insanlar ya sıcacık yataklarında yatarak uyuyorlardı ya da bir handa içlerini ısıtmak için içiyorlardı. Egreta için han demek, hem bedenini koyduğunda yarının tüm kaygılarını tamamen yok edecek, sıcak bir yatak hem de içini ısıtacak bir şarap demekti.

Kalenin içinde han yoktu, bu yüzden kale kapısından atıyla yavaşça ayrıldı. Dışarıda bir ışık arıyordu ancak çoğu yer kapatılmıştı. Fakat bir han asla kapalı kalmazdı. Ve oradaydı işte. Yükselen Güneş yazıyordu hanın dışından hafif rüzgârın etkisiyle sallanan küçük tabelada. Etrafa ışık saçan bir yuvarlağın içine, yüz çizilmişti. “Ne kadar aptalca!” diye düşündü Acmert. Güneş gülümsemezdi. Güneş sadece Tanrının bir meleğiydi. Bizi cehennemin ateşini hatırlatmak için gönderilmiş bir melek.

İçeri girdi ve hanın hemen girişindeki büfede duran adama;
“Yatacak bir yer arıyorum, Hancı!” dedi. Sesini daha da yükselterek konuştu bu sefer. “Yarın Kralla bir düello yapacağım. Hepinizi izlemeye davet ediyorum! Kralınızın ölümü beni, bir şövalye yapacak!”
Adamın bu sözleri bütün gözleri ona çevirmişti. Ona garip bir şekilde baktılar. Ve yanındaki hancı yavaşça güldü.

Onun ardından da tüm Han ona kahkahalarla gülüyordu. Acmert onların üzerinde istediği etkiyi bırakabilmişti. Tekrardan hancıya döndü. “E, ne diyorsun?”

“Eh, sanırım bir yerimiz var komik bey. Üst katta sola dön ve en uçtaki odaya git. Kapının hemen dışında bir meşale vardır. Koridordaki ateşten tutuşturuverirsin. Hadi iyi geceler sana.”

“Birazdan sıcak bir şarabını içmeye geleceğim, ne uykusu!” dedi Acmert ve yukarı, eşyalarını koymaya gitti. Eşyalarından kastı iste, omzundaki eski bir bayrağa sarılmış elbiseleri, sırtındaki kalkanı ve kınındaki kılıcı idi.

Bayrağın hangi krala ya da lorda ait olduğunu bilmiyordu fakat çok uzaklardan olmalıydı. Onu da çok uzaklarda bulmuştu zaten.

Adamın dediği gibi yaptı ve handakilerin ilgisini kaybetmiş bir şekilde merdivenlerden üst kata çıktı. Koridordaki daha önceden yakılmış ateşe rağmen, meşaleyi bulmakta zorlandı. Bulduğunda ise en yakın ateşten yakıp girdi odasına.

Odada da her duvarda bir tane olmak üzere, dört tane ateş yakacağı vardı. Her bir yakacağa birkaç saniye tuttu ve odada meşaleye ihtiyacı kalmamıştı. Kapıdan tekrar dışarı çıktı ve meşaleyi aldığı yere koydu. Odaya tekrar girip kapıyı kapattı.

Üstündekileri çıkarttı ve gece uyurken giymek için satın aldığı elbiseleri giydi. Bunların ikisi de siyahtı. Ancak alt kıyafetinin arka tarafında hafif bir yırtık vardı. Ona bu halde satmaya çalışan tüccarı öldürmüştü ve oradaki muhafızlardan kaçarken zorda olsa bu gecelikleri almıştı.

Üstünü giymeyi tamamladığında yatağın üstündeki örtüyü kaldırdı ve oraya kalkanını ve diğer eşyalarını koydu. Kınındaki kılıcı ise belinden çıkartmamıştı. Tedbiri elden bırakmazdı.

Aşağı inerken dışarıdaki koridordaki ateşin sönmesi ona bir yerlere çarpıp çapmayacağını görmek için düzenlenmiş bir sınav gibi geldi. Sınavını başarıyla atlattı ve merdivenlerden aşağı indi.

Onun gidişinden beri hiçbir şey değişmemişti, Yükselen Güneş’te. Tekrar büfenin önüne geldi ve uzun sandalyelerden birine oturup hancıya seslendi.

“Bana bir kadeh şarap getir. Ama önce süt istiyorum. Yarın Kralla kapışacakken sarhoş bir halde serserinin tekinin kılıcını tadamam.”

“Gerçekten Kralla mı karşılaşacaksın?” dedi yanına ne zaman geldiğini anlayamadığı orta yaşlı bir adam. Yüzünde hafif bir çökmüşlük vardı. Yorgunluğu kehribar renkli gözlerinden anlaşılıyordu. Bunu sorduktan sonra keçisakalını yavaşça sıvazladı.

“Evet,” dedi Acmert. Adamı daha önce gördüğünü sanmıyordu.

“Ah, ne büyük aptaldır insanlar,” dedi adam üzgün bir ruh halini takınarak. “Bir Kralla karşılaşmak… Her genç askerin rüyasıdır bir kral katili olup adını tüm diyarlarda duyurmak. Ne büyük aptallıktır bu. Kralımız tüm halk tarafından sevilir. Eh, biraz kibirlidir. Aptaldır da. Seninle karşılaşmak istediğine göre.”

Acmert bu sözler üzerine sinirlenmişti. Adamın tipinde bir kusur bulmaya çalıştı.

“Sen de kim oluyorsun, pis herif?” dedi.

“Evet, bunu sorarsınız hep,” dedi adam gerilerek. Hancının adama bir bardak, ne olduğunu bilmediği bir içki getirdiğini gördü. “Ben Merlin. Kralın yardımcısıyım.”

Hancı konuşmanın başından beri ilk defa konuştu, Acmert ’e sütü ve şarabı verirken.

“Hizmetkârıyım desene şuna!” dedi babacan bir tavırla. “Gören de her şeyi senin sayende başarıyor sanır. Sen Kral Arthur’dan da kibirlisin.”

“Ondan herkes içinde böyle bahsetmemelisin, Johen,” dedi Merlin. “Camelot’ta her şeyi dinleyen binlerce kulak var! Ben bile bilmediğim hareketlerimi Arthur’un kulağına fısıldayanlardan öğreniyorum,” dedi ve Acmert’in garip bakışına cevap verme gereği duydu. “Arthur bana çok önem verir. Seni nasıl buldum sanıyordun?”

“Her neyse,” dedi Acmert. Önündeki sütü bitirmişti. Şimdi yavaşça sıcacık şarabı midesine indiriyordu.

“Buraya belki fikrini değiştirebilirim diye düşünerek geldim, Acmert,” Diyerek konuşmaya devam etti Merlin. “Bence bu gece Camelot ’u terk et. Ve bir daha gelme. Arthur gerektiği zaman kin de tutan biridir. Buna rağmen muhteşem bir şövalyedir. Seni tek eliyle paramparça eder. Kimsenin ölmesini istemiyorum.”

“İnsanlar gelecekleri için bedenlerini feda edebilirler, Merlin,” dedi Acmert. Her nasılsa bu orta yaşlı adama göre oldukça genç olmasına rağmen ona ismiyle hitap etmek istiyordu. “Ben de feda edecek olanlardanım.”

“Ah. Sanırım senin gibi genç birini durdurmak zor olacak. Ben de öyleydim. Arthur için o kadar şey yaptım, bunun sayesinde en güvendiği yardımcısıyım.”

“Sen onun hizmetkârısın Merlin!” dedi Hancı kahkaha atarak.

“Ama güveniyor, değil mi?” Merlin de gülüyordu şimdi. Acmert de bu içten insanlara karşı kendini gülmekten alıkoyamadı.

Daha sonra Acmert ayağa kalktı ve Merlin ‘e iyi geceler dileğinde bulundu. Hancıya da rahatsız edilmek istemediğini söyledi. Sonuçta yarın hayatının düellosuna çıkacaktı. Ancak Merlin onunla tekrar konuştu.

“Ne arıyorsun, Acmert?” dedi içtenlikle. Onun içinde, boşluk yaratmış bir şey; belki bir anı, belki bir özlem, belki de bir düşünce olduğunu tahmin edebiliyor gibiydi.

Acmert doğrudan kehribar rengi gözlerine baktı Merlin’in. “Rıhtım’ı,” dedi sadece Merlin’in duyabileceği şekilde mırıldanarak.

İkisini de arkasında bırakarak yola çıktı. Kafasında hafif uyuşukluk hissediyordu. Şarap etkisini gösteriyor olmalıydı. Üst kata çıktığında koridorun hala karanlık olduğunu fark etti ve duvarlardan el yordamıyla kapısını buldu.

Kapıyı açtı ve ışıkla tekrardan buluştu. Merhaba, dedi kendi kendine; sessizce. Yatağına doğru yürüdü. Üstündeki örtüyü kaldırdı ve önce kalkanı alarak yere bıraktı. Daha sonra kalkanın üzerine kıyafetleri koydu. Daha sonra eline yere bırakılmış, su dolu kabı aldı ve önce yatağın karşısındaki duvar, en son ise yatağın yanındaki duvar olmak üzere tüm ışıkları söndürdü.

Kınındaki kılıç hala belindeydi ve bu şekilde uykuya daldı.

Uyandı. Gözlerini açıp, pencereye doğru yürüdü. Perde niyetine takılmış iki tane uzun kumaş parçasını camların önünden çekti ve güneşin henüz yeni doğmakta olduğunu gördü. Buna rağmen uykusunu almıştı ve kendini dinç hissediyordu.

Üstündeki elbiseleri çıkarttı ve yerine önceki gün giydiği kıyafetleri giymeye hazırlandı. Ama onlardan önce üstüne gizli bir zırh giydi. Bu ağır bir zırh değildi, dışarıdan ise sadece iç çamaşırı sanılırdı.

Acmert hiç yanından ayırmadığı kılıcını kınından çıkarttı. Bu kıpkırmızı bir kılıçtı. Yakuttan yapılmıştı. Kendisine nasıl geldiğini bilmiyordu. Kendisini bile hatırlamıyordu aslında. Kendisini on yıl kadar önce bir mağarada bulmuştu. O zamanda üzerinde bu kılıç ve koyu yeşil kalkanı vardı. Kalkanın üzerinde bir mantikor resmi vardı.Ama hiçbir kitapta bulamamıştı bu sembolü.

Aklına takılan şey ise, kendisini bile hatırlayamamasına rağmen; okumayı, yazmayı, hatta ustaca kılıç kullanmayı bile biliyordu. Kendine güvenmesini sağlayan şeylerden biriydi bu. Bir başkası da fiziksel görünüşüydü.

Mağaradan çıkar çıkmaz kendini aramıştı. Bir mermer ustasının kapısında gördüğü ayna adı verilen cisimde, kendisini görmüştü. Kapkara saçları vardı. Kaşları da ona tamamen uyuyordu. Burnu hafif uzun ve hafifçe kalkıktı. Küçük dudakları ve yanakları vardı. Boyu ise uzundu ve fiziksel olarak bir aslanla dövüşebilecek kadar güçlüydü. Dövüşmüştü de.

Bugün ise gücünü tüm diyara kanıtlayacaktı. Dün gece karanlık olan koridora çıktı ve hızlıca merdivenlerden aşağı indi. Hancı da uyanmıştı ve bir masaya yiyecek diziyordu. Onu görünce gülümsedi.

“Ah, uyanmışsın! Sana inanmamıştım ancak Merlin’in her dediğine inanırım. Cesaretinden dolayı çok güzel bir kahvaltıyı hak ediyorsun!” dedi. Acmert buna gülümsedi.

“Teşekkür ederim Johen,” dedi adama. Ona çok çabuk ısınmıştı. Masaya doğru gitti ve bir sandalye çekerek oturdu. Masada Domuz etinden yapılmış sucuk, üstünden dumanlar tüten bir kahve, bir tabak bal ve üzerine baharat serpiştirilmiş bir lapa duruyordu. Bunlar onun iştahını açmaya yetmişti bile.

Her birinden bolca yedi Acmert ve en sonunda midesi dolmuştu. Birkaç saat içinde karnı boşalmaya başlayacaktı bu da onun en dinç olacağı zaman demekti.

Kahvaltısı bitince kalktı ve büfeye doğru yürüdü. İçeride birkaç adam vardı sadece ve onu izliyorlardı.

“Merhaba!” dedi onlara yüksekçe. Adamlar da ona başlarını yukarı aşağı sallayarak karşılık verdiler. Acmert arkasını döndü ve hancıyla konuşmaya başladı.

“Ben biraz talim alanına gitmeyi planlıyordum. Düello saatine kadar orada olacağım. Elbiselerimi de burada bırakacağım. Zarar görmemelerin sağlarsın umarım,” dedi. Aslında kıyafetlerine bir daha kavuşamayacağını biliyordu. Kral’ı öldürdükten sonra kaçacaksa, kıyafetlerine elveda demeliydi.

Dışarıda atı onu bekliyordu. Çok güzel bir at idi bu. Simsiyahtı fakat yelesi beyazdı. Defalarca kaçırılmaya çalışılmıştı fakat şuan hiçbiri bir ele sahip değildi.

Atının eyerinin Hancı tarafından hazırlanmış olduğunu tahmin etti. Ona teşekkür etmeyi düşündü fakat vakti yoktu. Atına bindi ve onu sürmeye başladı. Hızlıca sürdü. Çok daha hızlı… Kimse nereye gittiğini anlayamazdı bu şekilde çünkü. Takip edilemezdi.

Sonunda, adanın sonuna kadar sürdü. Otuz kadar dakikasını alan bu sürüş, sorunsuz geçmişti. Orada atıyla limana kadar geldi. Bir geminin yanına kadar geldi ve kaptanı olduğunu tahmin ettiği adamın yanına gitti.

“Merhaba,” dedi kaptana. Kaptanın sapsarı ve dağınık uzun saçları vardı. Koyu kahverengi gözleri ise Merlin’inkini hatırlatıyordu. Yorgun ve bıkkın…

“Ne istiyorsun?” dedi adam hızlıca.

“Bir gemi. Ne zamana yola çıkacaksınız?”

“Daha dur hele! Seni gemime alacağımı bile söylemedim yabancı! Saatine gelince. Güneşin tepede olduğu vakit gibi çıkarım.”

“Nereye gidecek bu gemi?”

“Arapların olduğu yere. Daha önce onları görmedim ama orada bir isyan çıkmış diyorlar. Eh, isyan asla iyi bir şey değildir.  Bir kral bize isyancıları bastırılması için silah götürmemizi söylüyor,” dedi ve konuşmanın en can alıcı noktalarından biriymiş gibi elini kaldırdı. “Adam peygamber olduğunu iddia ediyormuş! Kahretsin, ben İsa’ya bile inanmamıştım!”

“Eh, sanırım ben de geleceğim.  Kabul ediyor musun?”

“Ne kadar paran olduğuna bağlı… Bir altına asla hayır demem!” dedi ve kahkahalarla güldü. Acmert bu adamda Johen ve Merlin’in içtenliğini görememişti.

“Kabul ediyorum!” dedi Acmert. Ona, cebindeki keseden bir altın çıkarıp uzattı.

“Hey! Bu nerenin?” Altını dişleriyle kontrol etti. “Eh, gerçekse nereden olduğunun ne önemi var!”

“Pekâlâ,” dedi Acmert ve tekrar yola koyuldu. 

Acmert tekrar atına atladı. Yine aynı yolu kat edip, kaleye girdi. Turnuva alanında hazırlıklar yapılıyordu. Acmert oraya gitmeyecekti. Talim alanına gitmeliydi.

Oraya vardı ve bir saat kadar çalıştı. Artık düello için yapacak bir şeyi kalmamıştı. Kalenin diğer ucundaki talim alanından ayrılıp, Turnuva alanına atını sürmeye başladı. Halk da yavaş yavaş oraya gidiyordu. Bir kolcu ile bir Kral’ın düellosu az görülmüş bir şeydi.

Turnuva alanına vardığında hazırlıklar tamamlanmıştı. Kendisi için de arka tarafta bir çadır inşa edilmişti. İçine girdi ve çadırın zırhlarla dolu olduğunu gördü. Buradan sadece iki küçük bıçak alıp, pantolonunun ceplerine güvenle yerleştirdi.

Ve orada bir pelerin gördü. Yeşil bir kumaşın üzerine gümüş bir mantikor dikilmişti. Onu omuzlarına taktı. Aynaya baktı ve ne kadar görkemli olduğunu düşündü. Hâlbuki hiçbir zenginliğe sahip değildi.

Dışarıda alkışlar duyuldu. Acmert dövüşün başlamak üzere olduğunu düşündü. Bir adam tarafların kim olduğunu açıklıyordu. İlk olarak Acmert’i açıkladı adam.

Kuzey Camelot’un düşük mevkili;  fakat güçlü, kolcusu! Kendini Diyar’ın en iyi dövüşçüsü olarak tanıtıyor gururlu Kolcu! Karşınızda Kuzey’in Acmert Egreta’sı!

Adamın sözlerini bitirmesiyle çok düşük seviyeli bir alkış duyuldu.

Devamını kısa sürede göndereceğim...

56
Buz ve Ateşin Şarkısı / Hanedanlar
« : 26 Eylül 2012, 20:08:58 »
Bu yazı beşinci kitaba kadar bilgi içermektedir.

Tyrell Hanedanı


Tyrell Hanesi, Yedi Krallık'ta ki Büyük Hanedanlardan biridir ve Menzil üzerinde hakimiyet kurmuşlardır.  Hanedan, Lannister Hanesinden sonra en varlıklı hanedir ve güçlü bir orduya sahiptir. Ayrıca sancaktarları olan Redywneların filosunu, Kalkan Adası lordları, ve kıyı lordlarını çağırdıkları takdirde Kraliyet Filosuna eşit bir filoyu kumanda edebilirler.
 Tyreller kendilerine "Menzilin Savunucuları" ve "Menzil'in Yüksek Mareşalleri" derler ve Güney Muhafızı'dırlar. Sancakları çimen yeşili üzerine altın bir güldür. Sözleri ise "Güçlenerek Büyür"dür. Aile üyelerinin genelde kıvırcık kahverengi saçları ve kahverengi yada altın rengi gözleri vardır.

Tarihçeleri ;

Tyreller soylarını, anne tarafından, Kahramanlar Çağı'nda İlk İnsanlar'ın asma dalları ve çiçeklerden yapılma taç giyerek topraktan hayat fışkırtan efsanevi bahçıvan kralı Gardener Greenhand'e dayandırılar. Gardener Hanedanı'nın son kralı Mern Ateş Tarlasında katledildiğinde, kralın yaveri Harlen Tyrell, Yüksekbahçe'yi Fatih Aegon'a teslim etti ve Aegon tarafından kale ve Menzil'in hakimiyetiyle ödüllendirildi.
1.Daeron, Genç Ejderha, Dorne'un Fethine başladığı sırada Yüksekbahçe Lordu ordusuyla Prens Geçidi üzerinden işgale başladı. İlk zaferden sonra, Daeron Lord Tyrell'i Dorne Valisi yaptı. Lord Tyrell Dorne kadınlarından hoşlanırdı ve bir  bir gece onlar sayesinde öldürüldü. Onun ölümü yeni bir isyana neden oldu ve bir kaç hafta içinde Dorne sanki fetih hiç yapılmamış gibiydi.
İşgalci Savaşı sırasında, Tyrell Hanedanı Aerys Targaryen'a sadık kaldı ve Lord Mace Tyrell'in güçleri Robert Baratheon'a karşı Ashford Çarpışması sırasında zafer kazandı. Mace Tyrell bu zaferi kendisinin olarak görmesine rağmen aslında savaş henüz Mace Tyrell gelmeden, Lord Randyll komutası altındaki öncü kuvvetleri sayesinde kazanılmıştır.
Daha sonra Mace Tyrell Robert'in kardeşi Stannis'in bulunduğu Fırtına Burnu'nu kuşatmak için gitmiştir fakat Kralın Topraklarındaki Targaryenler yenilince fetih hakkıyla kral olan Robert Baratheon  onları affetmiş ve yeminli vasalı olarak kabul etmiştir.

Yakın zamandaki olaylar ;

Serinin başlangıcında Sör Loras Tyrell , nam-ı diğer Çiçek Şövalyesi, Hanedan'ın Menzil dışındaki tek üyesiydi. El'in Turnuvasına gitmiş ve Sör Gregor Clegane'i yenmiştir. Tazı Sandor Clegane, kendisine saldıran Dağ'ın elinden kurtarmıştır. Kral Robert öldüğünde Loras Renly Baratheon'u , Prens Joffrey ya da Lord Stannis tahtta hak iddia etmeden önce, taht için desteklemiştir ve Lord Eddard Stark Renly'nin yardım telebini reddettiğinde onunla birlikte Yüksekbahçeye kaçmıştır.

Savaş başladığında Tyreller Renlyi destekledi. Margaery Renly'nin kraliçesi, gizli sevgilisi Sör Loras Gökkuşağı Muhafızlarının Lord Kumandanı ve Lord Mace da Kral Eli yapıldı. Tyrellerin desteği ile Renly, Beş Kralın Savaşında en güçlü orduya sahip oldu. Ağabeyi Stannis ile geçen başarısız görüşmelerinden sonra, herkes Renly'nin çarpışmayı kazanacağını düşünüyordu. Renly o gece öldürüldüğünde, çılgına dönen Loras onu koruyan iki şövalyeyi öldürdü. Renly'nin suikasta uğramasından bir çok kişi Stannis'i sorumlu tuttu. Bu yüzden Tyreller ve sancaktarları Petyr Baelish tarafından ziyaret edildi. Onları Kral Joffrey'e ve Lannister Hanedanına destek vermeye davet etti. Tyreller Tywin Lannister'a katıldı ve Kralın Topraklarını kuşatan Stannis Baratheon'un ordusunu Karasu Savaşında bozguna uğrattı. Mace'nin ikinci oğlu Sör Garlan Renly'nin zırhıyla savaştı ve bu Stannis'e katılanları korkutmaya yetti.

Savaştan sonra, Mace Tyrell, Küçük Konsey tarafından Filonun Efendisi olarak ödüllendirildi. Garlan, Florentler Stannis'e hizmet ettiği için, Parlaksu Kalesi'nin Lordu ilan edildi. Loras Kral Muhafızlarına katıldı ve Margery Joffrey ile nişanlandı. Margaery'nin Kralın Topraklarına gelişinden önce Tyrelller şehirde yiyecek dağıttı ve Margaery halkın sevgisini kazandı. Mace'nin annesi Leydi Olenna, Sansa Starkla tanıştı ve onunla Joffrey hakkında konuştu. Ve onun Joff ve Margaery arasındaki evliliği önemsemediğini karar verdi ve Petyr Baelish ile Joffrey'i kendi düğününde zehirlemek için komplo kurdu. Tyrion Lannister ise haksız suçlamalara maruz kaldı ve Mace yargılamada onun yargıçlardan biriydi. Mace Tyrell İblis'in ölmesini istiyordu çünkü Margaery'de şarabını aynı kadehten içiyordu. Ne yazık ki zehirleme olayı annesinin suçuydu ama Tyrion gizlice şehirden kaçtı.

Bu tarihten sonra Tyrell Hanedanı kesinlikle "Güçlenerek büyüdü", Kraliçe Cersei'nin paranoyak müdahalelerine rağmen Lannisterlarla zayıf ittifakları sürdü. Kral Eli olan babasının ölümünden sonra Cersei Vekil Kraliçe'liğine devam etti ve Mace'i ve onun özel sancaktarını Küçük Konsey'den uzaklaştırdı. Cersei'nin onu uzaklaştırmasından sonra Mace, Margaery yeni kral, Joffrey'in kardeşi Tommen, ile evlenene kadar şehirden ayrılmadı. Margaery halkın sevgisini kazanmaya ve Tommen'in krallığını sağlamlaştırmaya çalıştı; fakat Cersei'nin onun bütün önerilerini reddetmesini şaşkınlıkla karşıladı ve Cersei'nin muhbiri Osney Karakazan'ın baştan çıkartma girişimlerine direndi. Cersei, onları hem başkentten uzaklaştırmak hem de tehlikeye düşürmek için Loras'ı Ejderha Kayası'nı kuşatmaya ve Mace'i de Fırtına Burnu'nu kuşatmaya gönderdi. Loras kuşatmada ağır yaralandı fakat Mace Margaery'nin tutsak alındığını öğrendiğini duyduğunda çabucak geri döndü. Ancak geldiği zaman Randyll Tarly'nin onun özgürlüğünü zaten güvenceye aldığını öğrendi; Tarly onları duruşmaya kadar elinde tutuyordur. Mace bu sefer, Margaery davadan beraat edene kadar şehirde kalacağına yemin etti. Cersei'nin tutsak olarak alınmasıyla, Sör Kevan Lannister Tommen tarafından Kral Naibi ünvanını aldı ve Cersei'nin hareketlerini düzeltmek için bir kaç adım attı. Mace Tyrell ise sonunda Kral Eli ilan edildi ve onun sancaktarları olan Randyll Tarly ve Paxter Redwyne sırasıyla Kanunların ve Filo'nun efendisi ilan edildi. Varys Lannister-Tyrell ittifakının çatlamaya devam etmesini umut ettiği için, Sör Kevan örümcek sayesinde öldürülmüştür.

Soy Ağacı ;

-Lord Mace Tyrell, Yüksekbahçe Lordu, Menzilin savunucusu, Menzilin Yüksek Mareşali, Güney Muhafızı ve Kral Eli.
  -Leydi Alerie Hightower, eşi.
   -Willas Tyrell, en büyük oğlu ve varisi. Bir kötürüm.
   -Lord Garlan Tyrell, nam-ı diğer Yiğit Garlan, Leonette Fossoway ile evlidir. Parlaksu Kalesinin sözde Lordudur.
   -Sör Loras Tyrell, üçüncü oğlu, nam-ı diğer Çiçek Şövalyesi. Kral Muhafızlarının yeminli bir kardeşidir.
   -Kraliçe Margaery Tyrell, kızı, Yedi Krallık'ın Kraliçesi. Renly Baratheon ve Joffrey Baratheon'un duludur ve şu an Kral Tommen ile evlidir.
-Leydi Olenna Redwyne, annesi. "Diken Kraliçesi" olarak bilinir.
-Leydi Mina Tyrell, kızkardeşi. Lord Paxter Redwyne ile evlidir.
-Leydi Janna Tyrell, kızkardeşi. Sör Jon Fossoway ile evlidir.
-Garth Tyrell, amcası, nam-ı diğer Kocaman. Yüksekbahçenin Lord Vekilharcı'dır.
 -Garse Çiçek, Garth'ın oğlu; piç.
 -Garrett Çiçek, Garth'ın oğlu; piç.
-Sör Moryn Tyrell, amcası. Eski Şehir'in Şehir Muhafızları'nın Lord Kumandanı'dır.
 -Sör {Luthor Tyrell}, Moryn'in en büyük oğlu, Elyn Norridge ile evlidir.
  -Sör Theodore Tyrell, Luthor'un en büyük oğlu. Lia Serry ile evlidir.
   -Elinor Tyrell, Theodore'nin kızı. Kraliçe Margaery'nin nedimesi.
   -Luthor Tyrell, Theodore'in oğlu. Yaver.
  -Üstat Medwick, Luthor'un ikinci oğlu. Bir üstat.
  -Olene Tyrell, Luthor'un kızı. Sör Leo Blackbar ile evlidir.
  -Leo Tyrell, Moryn'in ikinci oğlu. nam-ı diğer Tembel Leo. Hisarda çalışıyor.
-Üstat Gormon, amcası. Bir üstat.

-Sör {Quentin Tyrell}, Lord Mace'in kuzenidir. Ashford Savaşında katledildi.
 -Sör Olymer Tyrell, Quentin'in oğlu. Lysa Meadows ile evlidir.
  -Raymund Tyrell, Olymer'in en büyük oğlu.
  -Rickard Tyrell, Olymer'in ikinci oğlu.
  -Megga Tyrell, Olymer'in kızı, Krarliçe Margaery'nin nedimesidir.
-Üstat Normund, Lord Mace'in kuzenidir. Blackcrown'da hizmet vermektedir
-Sör {Victor Tyrell}, Lord Mace'in kuzeni. Kralormanı Kardeşliği'nin Gülümseyen Şövalye tarafından katledildi.
 -Victaria Tyrell, Victor'un kızı. Lord Jon Bulwer'ın dulu.
  -Alysanne Bulwer, Victaria'nın kızı. Blackcrown Leydisi.
 -Sör Leo Tyrell, Victor'un oğlu. Alys Beesbury ile evlenmiştir.
  -Alla Tyrell, Leo'un en büyük kızı. Kraliçe Margaery'nin nedimesidir.
  -Leona Tyrell, Leo'nun ikinci kızıdır.
  -Lyonel Tyrell, Leo'nun en büyük oğlu.
  -Lucas Tyrell, Leo'nun ikinci oğlu.
  -Lorent Tyrell, Leo'nun üçüncü oğlu.

57
Televizyon / Breaking Bad
« : 25 Eylül 2012, 21:04:51 »
Spoiler: Göster


Breaking Bad, ABD'deki AMC kanalında yayınlanan bir drama dizisidir. Başrollerini Bryan Cranston ve Aaron Paul'un paylaştığı dizinin konusunu kısaca açıklamak gerekirse;

50 yaşında, lisede kimya öğretmeni olan Walter White (Bryan Cranston), maddi açıdan ailesinin gereksinimlerini karşılayabilmek için araba yıkamacısında ek iş yapmaktadır ancak bir süre sonra ileri derecede akciğer kanseri olduğunu ve çok kısa bir ömrünün kaldığını öğrenir. Dizide Walter White ailesine para bırakabilmek için, uyuşturucu yaptığını bir rastlantı sonucu öğrendiği eski öğrencisi Jesse Pinkman (Aaron Paul) ile birlikte metamfetamin işine girer. Kimya konusunda çok başarılı işlere imza atmış öğretmen ile uyuşturucu piyasasını iyi bilen eski öğrencisi, yüksek kalitede ve saflıkta metamfetamin üreterek uyuşturucu ticaretine başlarlar. "Şimdiye dek, namusum ve şerefim ile dürüst bir insan olarak yaşadım, ancak kanserden başka bir sonuç elde edemedim." diye düşünen Walter White'ın bundan sonraki geleceği, yaşanan olay örgüsüyle birlikte sadece kendisini ve ailesini değil, beraberinde tanıdığı/tanımadığı herkesin geleceğini değiştirecektir.

20 Ocak 2008'de 7 bölümlük bir sezonla yayın hayatına başlayan dizinin 4,5 sezonu yayınlanmıştır. 4,5 dememin nedeni ise dizinin 5.sezonunun iki kısma ayrılmasıdır. (8 bölüm yayınlandı, 8 bölümde gelecek yaz yayınlanacak.)

Dizi, gerek aldığı Emmy ödülleri, gerekse Bryan Cranston'un ve Aaron Paul'un oyunculukları nedeniyle oldukça beğeni almıştır. CNBC-E'de ise yetişkinler için bir dizi olarak, izleyicilerin beğenisine sunulmuştur. Dizi, Internet Movie Data (IMDb)'de 9,4 ortalama puan alarak Game of Thrones dizisinden sonra 4. olmuştur.

Dizinin IMDb'deki sayfasına ulaşmak için;


58
Yazarlar / George R. R. Martin
« : 25 Eylül 2012, 00:09:56 »
Son günlerde buradan sürekli George R.R. Martin hakkında tartıştığımız bir arkadaşım var. İsmini vermeyeceğim. Kendisi George R.R. Martin'in pek sevilmediğini, Rıhtım'dan bahsediyorum, ve çoğu yazardan daha düşük olduğunu savunuyor.
Ben kişisel olarak George R.R. Martin'i çok severim. Hatta kendisi en sevdiğim yazardır. Merak ediyorum, sizce en iyi fantastik yazarları listelerinde  en üst sıralarda yer alan bu yazar, yerini hak etmiyor mu? Benim düşünceme göre -Bir çok yazarın yazarın eserlerini okumamış olsam da- kendisini en iyi fantastik yazarlarından biridir.
Burada merak ettiğim George R.R. Martin'in diğer bir kaç yazarla (Tolkien,Jordan,Weis gibi) karşılaştırılması değil, genel olarak, bu listelerdeki yerini hak edip etmemesi. Siz ne düşünüyorsunuz?

59
Bu öyküyü, kitapta olandan tamamen farklı bir şekilde kurgulayarak yazdım. Yorumlarınızı bekliyorum.



JAIME


Kollarını sıkı sıkıya bağlanmıştı Jaime’nin. Onu İri Jon’un atının arkasına iple bağlamışlar ve ona kahkahalarla gülerek düşmemesini söylemişlerdi. Hadi bakalım Kral Katili! Merak etme kılıçlarımız kınında. Seni arkana sokmayız!

Jaime’nin elleri yaralarla dolmuştu. Öldürdüklerini düşündü. Bu onu gülümsetmiyordu. Öldürmeyi seviyordu fakat insanların hayatlarına son vermeyi değil. O, onlar için üzülüyordu. Onlardan biri Karstark olmalıydı. Çünkü askerlerin ona bakarak konuşmalarının arasında Lord Karstark’tan bahsettiğini duymuştu birkaç kez.

Hızla ilerliyorlardı ağaçların aralarında. Bacakları yorgunluktan bitap düşmüştü. Çarpışmadaki heyecan, öldürme içgüdüsü gitmişti. Artık yaşamıyorum, dedi kendi kendine. Ağaçlar git gide seyrekleşmeye ve bodurlaşmaya başladı. Biraz sonra artık düz bir alana gelmişlerdi. Burası Stark’ların kamp kurdukları yer olmalıydı. Ve sancakları gördüğünde bunun doğru olduğunu anladı.

“Özgürlüğe ve temiz havaya elveda de, Kral Katili,” dedi İri Jon. “Demir parmaklıklar ya da kılıcın keskin tarafı. Daha iyi seçenekler de görmüştüm.”

“Akıllı Lann’ın demiri aklıyla erittiğini duymuş muydunuz?” dedi Jaime, nefes almakta zorlanarak. Atın peşinden koştuğu yetmezmiş gibi bir de konuşuyordu.

“Hayır, Lann’ın insan olduğunu sanırdım,” Umber esprisinin komik olduğunu düşünüyor olmalıydı ki bunu herkesin duyabileceği bir ses tonuyla söylemişti.

“Ah!” atını bir anda hızlandırmıştı ve ellerini ata bağlayan halat bileklerini kesmeye başlamıştı. “Ben de öyle sanıyordum.”

“Neymiş peki?”

“Doğruyu söylediğimi mi sanıyordunuz? Lannisterlar bile zekasıyla demiri eritemez, Lordum.”

Lord Umber ona cevap vermeye yeltenmedi, Jaime de onunla uğraşmadı. Lord Stark’ın Ulu kurdunu izledi. Daha sonra da gözleri kurdun yanındaki Robb’a kaydı. Zeki biriydi. Stratejisi de başarılıydı. Beni aldatabilecek kadar zeki. Ama bu onun galip olduğunu göstermezdi. Savaş henüz yeni başlamıştı ve Jaime’nin burada ölmeye niyeti yoktu.

Jaime kendini zorladı ve ileri baktı. Birkaç kişi vardı çıkmaya başladıkları tepede. Ortalarında da bir kadın gülümsüyordu. Bu Catelyn Stark olmalıydı. Üzerinde mor bir elbise vardı. Eteklerine doğru genişliyordu ve bu paçalarındaki çamurun nedenini açıklıyordu.

Jaime düşünmemeye çalıştı. Fiziksel yorgunluk zaten yetiyordu. Birkaç dakika sonra tepeye varmışlardı. Lord Umber atından indi ve Jaime’yi ata bağlayan halatı çözdü. Adam sırıtıyordu. Jaime de kendini zorlayarak ona tatlı tatlı gülümsedi.

Jaime’yi kolundan tuttu ve Catelyn’in önüne attı. Jaime başını kaldırdığında üç yüz gördü. Robb Stark ve Leydi Stark. Yanlarında ise Brynden Tully ve Theon Greyjoy vardı. Karabalık, diye düşündü Jaime. Catelyn, doğrudan onun gözüne bakıyordu. Bu onu rahatsız etmedi. Ona sırıttı. Kadının yüzünde oluşan ifade onu tatmin etmeye yetiyordu.

“Kral Katili!” diye duyurdular.

“Lord Karstark’ın yerinde kalmasını sağlayın, Lord Umber,” dedi Robb, Jaime’ye tiksintiyle bakışla bakarak.

Catelyn Jaime’den ayırdığı gözüne bakarak, “Neden bunu yapsın?” dedi.

“Onları öldürdü,” dedi Robb gözlerini Jaime’den ayırarak.

Arkalardan biri açıklama yaptı “Lord Karstark’ın oğullarını.” Ses Galbart Glover’e aitti.

“İkisini de.” Robb’un sesi acı doluydu. “Torrhen ve Eddard’ı.”

“Kral Katili, kaybettiğini anlayınca vadiyi tırmanmaya başladı. Lordumuzu öldürmeye çalışıyordu.  Neredeyse başaracaktı,” diyerek açıklamayı sürdürdü Glover.

“Ancak araya Torrhen ve Eddard girdi,” dedi Robb. Sesinde suçluluk duygusu vardı. Sör Jaime ikisini de katletti.”

Jaime’nin gözlerinin önünde bunları konuşmaları onu şaşırtıyordu. Ancak insanlrda tepki oluşmasını istemiyordu. Öfkeyle kınından çıkan bir kılıcın neler yapabileceğini biliyordu.

“Onlar yapmalarını gerekenleri yaptı, lordum,” dedi Karabalık. “Eminim şu an huzurlulardır.”

Jaime konuşmayı bölmesi gerektiğini düşündü. “Kardeşim nasıl, Leydi Stark?” dedi.

“Hücresinde çok huzurlu, sör.” Dedi Catelyn, bir gülümsemeyle. “En azından hücresinde rahat nefes alabiliyor.”
“Ah, umarım Ned Stark da öyledir,” dedi Jaime sırıtarak.

Catelyn Glover’e döndü. “Bu tutsağı ne yapacağınızı biliyorsunuz. Gözlerimin önünde olmasına katlanamıyorum.”

Jaime kendisine doğru gelen Glover’i görünce bunun belki de son şansı olduğunu anladı.

“Kendini suçlu görüyorsun, Stark,” dedi Robb’u kışkırtmaya çalışarak. “Binlerce adam senin yüzünden öldü. Hepsini ben ve diğer Lannisterlar yaptı. Ancak bunların hepsi senin suçun... Bu savaşı burada bitirebilirsin. Binlerce kişiyi öldürdük. Binlercesini daha öldürmemiz gerekmez. Silahını sen seç.”

Catelyn bir anda Robb’a döndü. Onun bu fikri kabul etmesini istemiyor gibiydi. Robb’un gözlerinde ise şüphe vardı. Ancak kafasını yerden kaldırıp, Jaime’ye baktı.

“Kabul ediyorum Kral Katili,” dedi. “Theon, Sör Jaime’ye bir kılıç ver.”
Herkes Robb’un bu kararına şaşırmış görünüyordu.

“Lord Robb?” dedi Theon şaşkınlıkla. Ama Robb bunu umursamıyor gibiydi. Theon başka çaresinin olmadığını düşündü ve kılıçla önce bileklerindeki ipi kesti, sonra da o kılıcı Jaime’e verdi.
Etraflarındaki tüm askerler ve lordlar açıldı. Catelyn ise bunları şaşkın ve çaresiz bir şekilde izliyordu. Bu sırada arkadan Richard Karstark’ı tutmaya çalışan İri Jon gözüktü.

“Lordum!” diyerek haykırdı Karstark. “Onu öldürme görevini bana vermenizi talep ediyorum.”
Robb ona cevap vermedi. Lord Karstark olduğu yerde bekledi ve düello başladı. Bileklerindeki acı veren ip kesiklerine rağmen elinde kılıç varken güçlü hissediyordu Jaime.

İlk hamleyi de o yaptı. Kılıcın keskin tarafıyla Robb’un bacaklarına doğru bir hamle yaptı. Robb da buna karşılık verdi ve çelikler çarpıştı. Robb bu hamleyi savuşturduktan sonra elindeki uzun kılıcı hızlı bir şekilde Jaime’nin karnına yönlendirdi. Jaime’de ustaca savuşturdu bu hamleyi.

Henüz bu onun için çok erken, diye düşündü Jaime. Robb bu hamleden sonra hızlıca gerilemişti. Jaime bir nefes aldı ve kılıcıyla şekiller çizerek Robb’un aklını karıştırmaya başladı. “Hadi ama, Stark! Savaşta bu kadar korkmuş görünmüyordun! Burada Torrhen ve Eddard yok! Burada o piç kardeşin ya da Sör Rodrik yok! Burada baban yok! O hücresinde ölümü bekliyor!”

Robb ağzını açmadı ancak öfkelendiği her halinden belli oluyordu. Kılıcını Jaime’nin beline doğru o kadar hızlıca savurdu ki, az kalsın yarım bir adam olacaktı Jaime.

“Beni Tyrion’a mı benzetmeye çalışıyorsun, Stark? Tek yapabildiğin bu mu?”

Robb hızlıca birkaç yönden saldırıp, Jaime’nin açığını arıyordu. Ancak Jaime bunları ustalıkla karşılıyordu. Robb biraz sonra yorulacaktı. Ve yorulduğunda, Eddard Stark’ın varisi kötürüm bir çocuk olacaktı.

Robb kılıcını Jaime’nin ilk hamlesi gibi bacağa yapmaya çalıştı ancak Jaime bunu da savuşturdu. Ardından da Robb Stark’ın karnına var gücüyle bir tekme atarak onu yare düşürdü. O yere düşerken, kılıcı da elinden fırlamıştı.
 
Jaime zaferin ve özgür olma düşüncesinin verdiği mutlulukla, kılıcını yerde yatan Robb’un boğazına götürdü.

“Ölüm bu kadar yakınken, korkuyor musun, Stark?” dedi kimsenin duyamayacağı bir şekilde. Ancak biri duymuş görünüyordu. Birisi Jaime’nin boğazından tutarak onun nefessiz kalmasını sağladı.

Adam konuştuğunda bu sesin Lord Karstark’a ait olduğunu anlamıştı Jaime.
“Ya sen korkuyor musun Lannister?”

60
Kurgu İskelesi / General
« : 14 Eylül 2012, 13:29:22 »
Öyküye başlayacak olanlar, aşağıya eklediğim Giriş bölümüyle başlayabilirler. :)


BÖLÜM 1

“Ah, pozisyonuna göre gerçekten çok küçük birisi; fakat babasının mevkisini bu kadar çabuk geri alması şaşılacak düzeyde,” dedi adam gayet şaşırdığını belli eden bir ifadeyle. “Sanırım ondan çok büyük şeyler beklemeliyiz.”

“Belki haklısın, geleceğin Tek Lerap’ı olmaya aday. Ama ona karşı bir oyun düzenlendiği de ortada. O yaştaki bir çocuk bu derece önemli bir Ulusun Emir’i olmayı hak ediyor muydu? İşte bu noktada başlıyor olay. O Ulus karmaşık. Hiç kimse güvenilmez. O çocuğu Emir yapan da bir başka kuvvet,” Adam oldukça sert konuşuyordu ve sözleri gerçekleri yansıtıyordu. İnsanlar bu tür şeyleri göremeyecek kadar aptal değildi. “Biliyorsun; son Emir İmparatorluk Seçimlerine katılamayacaktı. Ancak o katılabilir.”

“Ne yani? İmparator mu yapacaklar onu. Bazı kuvvetler.”

“Evet! Bunu görmek bu kadar mı zor?” dedi adam şiddetle. “Ben yeni Emir’e güvenmiyorum. Ancak sanırım belli bir korumayı hak ediyor. Yarın oraya gidip olayı kontrolümüz altına almalıyız. Yoksa Emir’i kontrol edenleri asla bulamayız.”

Adam ona katıldığını belli eder bir şekilde başını salladı. Ancak hala kafasında bazı sorular olmalıydı ki tekrar konuşmaya başladı.

“Peki ya Emir Bolar ’ı, Tanrı ruhunu bağışlasın, kim öldürdü? O izler. Bize gönderilen yazıda burnunun koparılmış, gözlerinin yerine de Pelr taşı konmuş. Yüzyıllardır bu ülkede bulunmamıştı. Ve bedeni odasındaymış, tanrı aşkına Alb, çalışma odalarımızda bile güvende değiliz. Bir zamanların yenilmez Leraporas’ı nerede? Emir’ler bile odalarında katlediliyor. Sokaklarda irili ufaklı çeteler kol geziyor ve birliklerimiz onlara karşı koyacak güce sahip değil.”

“Seçimlerden önce hep böyle olur. Sokaklar savaş alanına döner. Merak etmeyelim. İmparatorluk zayıflıyor olabilir fakat Ulusun merkezine giremezler. Güvendeyiz. En azından bu gece…” Gülümsedi. “Savaş başlıyor Qrast.”

“Ne savaşı?” dedi adam. İmparatorlukta savaş olması mümkün değildi onun görüşüne göre. Son savaş, imparatorluğun kuruluşunda idi.

“Özgürlük savaşı. Demokrasi düzenine geçilmesine istiyorlar. En azından üç ulus bunu açıkça dile getirme cesaretini gösterdi. Bir isyan çıkaracaklar. Ya ötekileri. Onlar isyana katılırsa ne olacak? Kan. Denizimiz kızıllaşacak. Bir daha gülemeyeceğiz. Ya da özgürlüklerle dolu, yepyeni bir dünya inşa edeceğiz kendimize. Sanırım, şu an İmparator’un yanında olanların o yeni düzende yaşama ihtimali yok.” Tekrar gülümsedi. “Sonumuz yaklaşıyor, dostum. Ama masum insanların bunda kukla gibi kullanılmalarına izin vermeyeceğim.”

“Yani yarın Peqrel Ulusuna bir yolculuğa çıkıyoruz.”

“Ah, vazgeçtim! Yarın askerleriniz bilgilendirilmeli. Ertesi gün yola çıkarız. Ve bir veda ziyafeti iyi olur diye düşündüm. Eğer Genç Emir ele geçirilmişse, iç savaş birkaç gün içinde başlayacak demektir!”
“Ziyaretimize dair bir bilgilendirme alacaklar mı? Yoksa bu yolculuğumuz gizli mi olacak?”

“Sorunun cevabını biliyorsun, dostum,” dedi adam arkadaşına gülümseyerek.

İki dost el sıkışıp ayrıldılar. Alb, birlikte konuştukları Han’ın kapısından onunla birlikte çıktıktan sonra şehirdeki evine doğru yola çıktı. Gece olmuştu. Şehirde yağmur başlamıştı ve onun üzerinde sadece yırtık kısa bir gömlek ve beyaz ama yılların acılarıyla sararmış bir pantolon vardı. Elbette bu onun gerçek elbisesi değil, sadece gözlerden uzak bir sohbet edebilme isteğiydi.

Evinin kapısına geldiğinde cebinden büyük anahtarı çıkarıp deliğe yerleştirdi. Ve sıcacık evindeydi. Gitmeden önce şömineyi yakmıştı ve ateşin en kuvvetli olduğu an eve geri dönmüştü. Kıyafetlerini çıkardı ve yerine daha temiz kıyafetlerini giydi. Yumuşak kıyafetler ve tatlı sıcaklığın etkisiyle uyuştu. Gözlerini kapattı ve düşlerin sonsuz boşluğuna bıraktı kendini.

Rüyasında bir evdeydi. Masmavi duvarları ve içinde bir masası olan bir odaydı burası. Masanın arkasında tozunun sürekli olarak alındığı belli olan bir kitaplık ve içinde de Alb ’ın hayatı boyunca okuyamayacağı kitaplar vardı.

Masada bir adam oturuyor ve önündeki yığın oluşturmuş kâğıtlara hızlıca bir şeyler karalıyordu. Alb bu yüzü tanıdığından emindi fakat bir türlü hatırlayamıyordu.

Merhaba, dedi. Fakat sesi dalgalandı ve yok oldu. Ve rüyasında olduğunu hatırladı. Adam onu göremiyor ve duyamıyor olmalıydı. Ancak bir saniye sonra kâğıtlardan kafasını kaldırdı adam. Ve ona baktı. Gözleri korkuyla açılmıştı. Bir şeyler söylüyordu adam fakat duyulmuyordu. Kapı açıldı. İçeri uzun boylu, kapkara saçları olan, çiçek bozuğu yüzlü bir adam girdi. Adam onu görünce sırıttı ve masadaki adam’a bir şeyler söylüyordu. Alb ise hiç birini duyamıyordu.

Adam cebinden bir pala çıkarttı. Alb ise bedenine hâkim olamıyordu. Masadaki adamı kollarından tuttu ve onu kendine çekerek etkisiz hale getirdi. Yaklaşan adam elindeki palayı adamın kasıklarına götürdü. Ama bir an durdu. Başını kaldırdı ve korku içinde çığlık attığı anlaşılan adama sırıttı. Ve o anda acı içinde yere yığıldı adam. Adamın sol kasığından kan fışkırıyordu. Bunu yapan adam cebinden çelik, içi delik bir makas çıkarttı. Makastaki deliği adamın burnuna götürdü ve deliği kapattı. Adamın burnundan akan kanlar yüzünden adam bembeyaz kesilmişti ve artık ölmeye hazırlanıyordu. Alb elini cebine attı. İki küçük taşı çıkarttı. Ve uyandı.


Alb rüyasını unutmuş bir şekilde kaleye doğru at sürüyordu. Ancak bacağında bir ağrı vardı. Bu onu sürekli rahatsız ediyordu.

Kapıda bekleyen iki nöbetçi başlarını eğerek Alb a yol verdiler. Alb biraz ilerdeki kulübeye kadar atını sürdü. O kulübenin önüne gelince kulübeden dışarıya, kırışık yüze ve bembeyaz saçlara sahip oldukça yaşlı bir adam çıktı. Alb a gülümsedi.

“Kalede bu gece ziyafet verilecek dostum,” dedi Alb onun gülümsemesine karşılık vererek. “Saygıdeğer Lerap ’ımız sizin gibi bir emektarı da aramızda görmek isteyecektir. Ne dersin?”
“Ah, Alb,” dedi yüzünde buruk bir gülümseme ile. “Bu ziyafet işler, politika yuvası. Artık bu işlerde olmadığım için atlarınıza bakıyorum unuttun mu?”

Alb başını eğdi. Bu adama hep saygılı davranmıştı çünkü o soylu biriydi. Daha genç yaşında Teralor Emir’i ve General’di. Aynı anda hem Emir hem General rütbesini kazanmış tek insandı da. Fakat son Lerap ile girdiği tartışma onu bunların hepsinden etmişti. Şimdi o küçük bir kulübesinde at bakıcılığı için yaşıyordu.

“Sizi yine de görmek isterim,” dedi ve sesini alçaltarak ekledi. “efendim.”

Adam gülümsedi. Arkasını döndü ve atı alıp bağlamak üzere uzaklaştı.

“Majesteleri sizi bekliyor, General,” dedi arkasından bir ses Alb’ a. “Sizinle özel bir konuşma yapmayı umuyor.”
Arkasını döndü Alb ve karşısında Lerap ’ın dalkavuk yaveri Sezer’i gördü.

“Ah, Sezer,” dedi Alb şaşırmış gibi yaparak. “Majestelerine hemen geleceğimi bildirin.”

“Sanırım sizinle birlikte yürüsem iyi olur,” dedi adam fakat Alb ‘ın yüzündeki ifadeyi gördüğünde; “Pekâlâ, bildireceğim.” Dedi ve kale kapısına doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı.

General de hemen oraya gidecekti fakat kendisine emir verilmesi onu rahatsız ediyordu. Ve gözden kaybolan Yaver’in hemen peşinden o da kaleye doğru yürümeye başladı.

Kale’ye vardı ve doğrudan Lerap’ın odasına gitmek için merdivenlere gitti. Üst kata çıktığında koridor’da ki tek oda olan Lerap’ın odasının kapısında Sezer’in beklediğini gördü. Yavaşça, koridordaki camlardan dışarıyı gözleyerek kapıya doğru yürüdü.

“Bakıyorum da yolumu gözlüyorsun, Sez,” dedi adama sırıtarak. Kızaran Yaver ise ağzını bir şey söyleyecekmiş gibi açtı ancak General’e hakaret etmeyi göze alamayarak tekrar kapattı. Başını camlara doğru çevirdi ve dışarıyı gözetlemeye başladı.

Bu sırada kapıyı tıklatan Alb içerden gelen homurdanma sesini Gel, olarak kabul etti ve kapıyı yavaşça açtı. İçeride masasında oturan kırklı yaşlarda, güçlü olduğunu belli eden, güzel yüzlü ve iyi giyimli Lerap vardı.
“Beni çağırdığınızı duydum, majesteleri.” Dedi Alb reverans yaparak.

“Ah, evet, General Tram. Konuşmamız gereken meseleler olduğunu düşünüyorum.”

“Elbette efendim,” dedi Alb. Lerap’tan korkmuyordu fakat tüm İmparatorluk onun elindeydi. Bir süreliğine.
“Dün gece Mareşal ile bir konuşma yaptığınızı duydum,” dedi ve ağzını açan Alb’ı susturarak konuşmaya devam etti. “Şunu söylemeliyim ki, sizin, ülkemizin kötülüğünü düşüneceğinizi sanmıyorum. Lakin savaşın yaklaştığını düşünüyormuşsunuz. Bilin ki benim var olduğum sürece savaş olmayacaktır.”

“Evet, efendim. Fakat birkaç ay içinde seçim olacak. Ve siz aday olamayacaksınız.”

“Öyle mi?” dedi adam gülümseyerek. “Her neyse. Askeri hareketlerinizi bana resmi olarak açıklayacağınızı umuyorum. Biliyorsunuz, birkaç aylık bir zamanım kalsa da tüm yetki hala bende.”
Alb’ın suratı kasıldı. Ancak ona karşı gelmeyecekti.

“Yarın Peqrel Ulusuna bir yolculuk yapmayı planlıyordum. Genç Emir’in sağlığından emin olmak için.”
“Hım, elbette. İzin veriyorum, bir Emir Adamının sağlığından önemli tek şey, İmparator’un sağlığıdır,” dedi ve kendi esprisine güldü. “Şimdi çıkabilirsiniz, akşam verilecek ziyafette görüşmek üzere.”

Alb ayağa kalktı ve boynunu eğerek dışarı çıktı. Kapıdan tüm konuşmaları dinlediği açıkça belli olan Yaver sırıtıyordu.

“Ah!” dedi Alb. “Sanırım her anne ve baba çocuğuna böyle şeylerin tehlikeli olduğunu küçük yaşta öğretmeli.”
Kızaran yaver bu sefer arkasını döndü. Alb sırıttı ve tekrar merdivenlere kadar gitti. Kale kapısından tekrar çıkarak Han’a doğru yürümeye başladı. Han’a vardığında oturdu ve Ziyafet’e kadar burada beklemeye karar verdi.

Ortalık karardı ve Alb Ziyafet için kaleye gitti. Büyük salonda verilecek olan ziyafete yüzlerce kişi katılmıştı. Tüp Pilotları, Kılıçlı Şövalyeler ve diğer piyadeler de dâhil... Şehir muhafızları bile.
En uçta ve yüksekte Lerap’ın ve diğer üst düzey insanların oturduğu bir masa vardı. Alb ise en masanın en ucunda oturan Mareşal’in yanındaki boş yeri görüp oraya doğru gitti. Lerap’a reverans yapan Alb diğerlerine de selam vererek yerine oturdu.

“Eh, General de geldiğine göre sanırım bir konuşma yapmamız gerekiyor,” dedi ve ayağa kalktı.

“Öncelikle hepinize hoş geldiniz demek istiyorum!” dedi Lerap. Fakat o sırada kapatılmış olan kapılar yüksek bir gürültüyle açıldı ve içeri ıslanmış bir adam girdi. Koşarak Yüksek Masa’ya geldi ve Lerap’a bir mektup uzattı. Ve hemen oradaki sandalyelerden birine kendini atıp bir hizmetkâr kızdan su istedi.

Lerap elindeki mektubu yavaşça açtı ve okumaya başladı. Ve hemencecik bitirdi. Yüzünde belli olmayan bir ifade vardı. Salondaki tüm insanların gözleri önünde mektubu General’e uzattı. Buna general bile şaşırmıştı. Bu Lerap’ın doğal davranışlarından biri değildi.

Üzerinde ki aceleyle yazılmış, Peqrel Ulusu temsilcisinden gelen mektubu okuyan General şaşkınlıkla olduğu yerde kaldı.

Sayfa: 1 2 3 [4]