Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Denaro Forbin

Sayfa: 1 ... 30 31 [32]
466
Düşler Limanı / Yalnızım Ben
« : 23 Ekim 2012, 01:35:09 »
Farklı bir duygudur yalnızlık.
Gözü kör olasıca.
Özlüyorum.
Tahmin edememiştim ki.
Her şey bir anda olmuştu.
Kayıp gitmişti ellerimden adeta.
Onsuz yapamam derdim hep.
Ama günler su gibi aktı.
Ben de anlamadım.
Gerçekten.
Şaka sanmıştım ilk.
Gerçekmiş.
Tabii bunu idrak ettiğimde o artık yoktu.
Ben vardım.
Yalnız ben.
Yalnızım ben.
Özlüyorum.
Ah, sigaram nerede...

467
Sinema / Bir Rüya İçin Ağıt
« : 21 Ekim 2012, 18:18:20 »

IMDb Puanı: 8.4/10

Sara Goldfarb, TV bağımlısı dul bir kadındır. Oğlu Harry ise kız arkadaşı güzel Marion ve uyuşturucu dağıtıcısı Tyrone'la takılan madde bağımlısı bir çocuktur. Sara, bir TV şovuna çıkmaya hak kazanır ve çok heyecanlıdır. Ödül olan kırmızı elbiseye girebilmek için kilo vermeye çalışır ve diyet haplarından kullanmaya başlar. Diğer yandan Harry ve arkadaşları, hiç durmadan eroin ve kokain kullanmaya devam etmektedirler. Bu bağımlılıklar zamanla aileyi bir felakete sürükleyecektir.

Yorumum: Tanınmış yazar Hubert Selby Jr.'ın romanından, Daren Aronofsky ve yazarın kendisi tarafından uyarlanan bu başyapıt, şiirsel anlatımı ve üstün görselliğiyle izleyenleri derinden etkileyeceğine inandığım büyülü bir film. Müziğiyle de efsaneleşmiştir aynı zamanda.

Film IMDb Top 250 Listesi'nde mevcut olup, almış olduğu puan ile 61. sıradadır. Darren Aronofsky hayranlarına ve psikolojik tarzda film izlemeyi sevenlere şiddetle tavsiyemdir.


468
Ejderha Mızrağı / Kharas'ın Çekici
« : 14 Ekim 2012, 15:44:07 »
Kharas'ın Çekici ilk olarak Kharas isimli cüce savaşçı tarafından kullanılmıştır. Cüce Geçitleri Savaşı'ndan önce Kharas cüce kralının yakın bir arkadaşıdır. Kral, geçitleri kendi halkına karşı kapatmaya karar verir, (Tepe Cüceleri'ne) bunun üzerine Kharas sakalını bir utanç belirtisi olarak traş eder. Ve kral, Kharas'ın ölümünden sonra bir daha hiçbir cücenin Kharas'ın Çekici'ni tutmadan kral olamayacağını söyler. O günden sonra çekiç kayıplara karışır ve hiç kimse Thorbardin'in gerçek kralı olduğunu açıklayamaz. Savaş sırasında Yol Arkadaşları çekici bulurlar ve Pax Tharkas'daki insanlara kalacak yer vermeleri karşılığında cücelere çekici geri verirler. Çekicin kendi aklı olduğu ve kullanıcısının onu kullanmasını istemediği bir durumda ona karşı gelebileceğini ve ancak kullanıcısının akıl gücü onu bundan alıkoyabileceği söylenir.



Bir de Kayıp Tarihçeler üçlemesinin ilk kitabında Raistlin'in Kharas'ın Çekici hakkında söylediklerine göz atalım:

"Bu günlerde Kharas'ın Çekici olarak bilinen şey, eskiden Onur Çekici olarak anılıyordu," dedi Raistlin. "Çekiç, tanrının dünyayı döverken kullandığı Reorx'un Çekici'ni onurlandırmak için yapılmıştı. Onur Çekici, Ergoth insanları, Qualinesti elfleri ve Thorbardin cüceleri arasındaki barışın sembolüydü. Üçüncü Ejderha Savaşı sırasında Çekiç, ilk ejderha mızraklarını yapması için büyülü Gümüş Kol ile birlikte ulu şövalye Huma Ejderfelaketi'ne verildi. Kara Kraliçe'yi Cehennem'e geri sürdüler ve tanrıça o zamandan beri orada ya da şimdiye kadar oradaydı.

Yüce Kral Duncan ve Cücekapısı Savaşları zamanında Onur Çekici, bir kahramana, Kharas'a verildi; cüceye o kadar saygı duyuluyordu ki, Çekiç'in adı onun şerefine değiştirildi. Çekiç, en son savaş sırasında Kharas tarafından kullanılırken görüldü ama cüce, kendi türünü öldürmekten duyduğu keder yüzünden savaş alanını erken terk etti. Yanında taşıyarak Thorbardin'e geri götürdüğü Çekiç orada kayboldu; zira dağ krallığının kapıları kapatıldı ve dünyanın geri kalanından saklandı."

Soluk almak için duraksayan Raistlin, "Çekiç'i bulan ve onu ejderha mızrakları dövmek için kullanan kişi bir kahraman olarak anılacak. Şöhret, servet, şeref ve şan sahibi olacak," diyerek bitirdi sözlerini.

Cüce Derinlikleri Ejderhaları / 122

469
Sinema / E.T. 30. Yaşını Kutluyor
« : 14 Ekim 2012, 13:21:39 »
Steven Spielberg imzalı E.T.'nin 30. yıldönümü, özel bir DVD ve söyleşilerle taçlandırıldı. Kalplerde taht kuran E.T. tüm zamanların en başarılı dördüncü filmi.

Steven Spielberg'ün fenomen yaratan filmi E.T. otuzuncu yıldönümünü kutluyor. ABD'de halen tüm zamanların en başarılı dördüncü filmi sayılan 1982 tarihli bilimkurgu filminin yıldönümü vesilesiyle Spielberg ile bir söyleşi yapıldı.

Uzaydan gelen sevimli bir canlı ile yalnız bir çocuğun arkadaşlığını anlatan E.T.'nin 30.yılına özel DVD'de yer alan söyleşide usta yönetmen, "Bundan on yıl kadar önce anladım ki, E.T.'nin modası hiç geçmeyecek," diyor. Uzaylı E.T.'nin öyküsünü, çocukların gözünden anlatmayı amaçladığını, o nedenle de filmde Wallace haricindeki yetişkin karakterleri ya siluet olarak, ya uzak mesafeden, ya da belden aşağı gösterdiğini belirten Spielberg, o zamanlar 6 yaşında olan ve Gertie karakteriyle çok sevilen Drew Barrymore ile diğer çocuk oyuncuların, kendisinde baba olma isteği uyandırdığını söylüyor. Yönetmen, çocukken annnesi ve babası boşandığında kafasında yarattığı "hayali arkadaş"tan esinlenerek E.T. karakterini oluşturmuş.



Star Wars'ü bile geçti

Filmde Elliot adlı çocuk karakteri canlandırdığında 10 yaşında olan Henry Thomas şimdi 41 yaşında. Thomas, "Bugünün teknolojisi ve sinema bilgisine karşın insanlar bana hala filmde bisikletin nasıl uçtuğunu soruyor. Mavi ekran ve geri planda projeksiyon kullanıldı. Bu eski bir numara," diyor. 10.5 milyon dolar bütçeyle California'da çekilen ve tam ismi "E.T. The Extra-Terrestrial" (Uzaylı E.T.) olan film, 1982 yılında en büyük gişe başarısını elde etmiş ve dört Oscar'a layık görülmüştü. Tüm zamanların en başarılı filmleri arasında ise Star Wars'u dahi geride bırakarak liderliği elinde tutuyordu. Ta ki 1993'te yine bir Spielberg eseri olan Jurassic Park'a tahtını kaptırana dek...

E.T.'nin tüm zamanların en çok sevilenlerinden olması, efektlerin yoğun olmamasına ve bisiklet sahnesi gibi görsellerinin hafızalara yerleşmesine bağlanıyor.

Kaynak: Taraf Gazetesi

470
Lord Komutanlar ;

Jon Kar : 998. Lord Komutan. Ezici bir çoğunlukla 300 AL senesinde  göreve seçilmiştir. Daha önceden Lord Komutan Jeor Mormont'un özel kahyasıydı, Kara Kale Savaşı'nda komutayı devraldı.

Jeor Mormont : 997. Lord Komutan. 289 AL senesinde göreve seçildi. Lakabı yaşından ve hanesinden geldiği üzere ''Yaşlı Ayı.''

Qorgyle : 996. Lord Komutan. Qorgyle Hanesi'ndendi ve sürekli bu ismi kullanırdı, gerçek ismini kimselere söylemedi.

Brynden Nehir : Daha çok ''Kan Kuzgun'' olarak bilinmekteydi. Kral Aegon 5 Targaryen'in piçi ve Aerys 1 Targaryen'in Kral Eli'ydi. 221'de Kral Eli görevinden alındı ve 233'de Sur'a gitti ve orada Lord Komutan oldu.

Jack Musgood : Uykucu Jack olarak bilinmekteydi. 184 AL senesinde Sur'un Ötesindeki Kral Raymun Kırmızı Sakal tarafından gafil avlandı. Duvarı geçmek ve Uzun Göl Savaşı için çok geç kalmıştı.

Orbert Caswell : 9 yıl boyunca görev yaptı.

Robin Tepe / Tristan Mudd / Marq Rankenfell :

Onlar gururları ve hırsları yüzünden yeminlerini unuttular. Gece Gözcüleri'nin en kötü Lord Komutanları olarak anılırlar.

Osric Stark : Kuzey Kral'ının bir kardeşi veyahut oğlu. Sadece 10 yaşında iken Lord Komutan seçildi. Nöbete 60 yıl hizmet verdi.

Rodrik Flint : Sur'un Ötesinde Kral olduğu düşünülmüştü.

Runcel Hightower

Gece Kralı : 13. Lord Komutan. Gece Nöbetçi'lerini kendi kişisel Ordusu yaptığı söylenmektedir. Kuzey Kralı ve Jaramun Sur'un Ötesindeki Kral ile yapılan savaşta önder olur.


997. Lord Komutan : Jeor Mormont


998. Lord Komutan : Jon Kar

471
Tartışma Platformu / Vakıf mı, Dune mi?
« : 03 Ekim 2012, 20:41:37 »
Bu iki Bilim Kurgu seri de listemde bulunuyor, fakat önce hangisinden başlayacağıma bir türlü karar veremiyorum. Bu konuda, bu iki seriyi de okumuş olanların yorumlarına ihtiyaç duymaktayım. Bana Vakıf daha cazip ve iştah açıcı gelse de, buradaki yorumlara göre bir yol haritası çizeceğim kendime.

Önce Vakıf okumalısın. Çünkü;

Önce Dune okumalısın. Çünkü;

Şimdiden teşekkür ediyorum yardımcı olacak herkese.

472
Buz ve Ateşin Şarkısı / Yedi Krallık Muhafızları
« : 29 Eylül 2012, 21:22:14 »
Batı Muhafızları

Batı Muhafızları, 7 Krallık'ın Batı Topraklarını korumak, kollamak ve adalet sağlamak için çalışmalar yapmaktadırlar. Fetih Savaşı'ndan bu yana bu ünvan daima Lannister Hanesine aitti. Westeros'un en büyük 3. şehri olan Lannis Limanı, Batı Toprakları'nın içerisinde yer almaktadır.

Batı Muhafızları'nın kuruluşu, demirdoğumlu korsanların bölgeyi yağmalamasına dayanmaktadır.


Bilinen Batı Muhafızları

Casterly Kayası Lordu Tytos Lannister
Casterly Kayası Lordu Tywin Lannister
Lord Daven Lannister


Güney Muhafızları

Güney Muhafızları, Menzil bölgesini koruyan, kollayan ve adalet getirmesi üzerine kurulan bir ünvandır. Westeros'un en yaşlı ve en çok gelişmiş 2. şehri olan Eski Şehir bu bölgede yer almaktadır.


Bilinen Güney Muhafızları

Yüksek Bahçe Lordu Luthor Tyrell
Yüksek Bahçe Lordu ve Kral Eli Mace Tyrell


Kuzey Muhafızları

Kuzey Muhafızları, geleneksel olarak Stark Hanesi'nden çıkmaktadır ve bunlar aynı zamanda Kışyarı Lordlarıdır. Westeros'un en kuzey noktası olan ve Kuzey olarak adlandılan bölge Kuzey Muhafızlarının sorumluluğundadır. Kuzey Muhafızlığı Stark Hanesi ünvanı olsada, son yaşanan olaylardan sonra Bolton Hanesine geçmiştir. Westeros'un en büyük 5. kenti olan Beyaz Liman, Kuzey toprakları içerisinde yer almaktadır.

Kuzey Muhafızları'nın en büyük görevi Sur'un ötesinden gelen yabanılları engellemektir, fakat başka tehtidlerde vardır, korsanlar ve yağmacılar gibi.

Eddard Stark'ın Kral Eli olup Kral Toprakları'na gitmesi ve orada başı kesilerek idam edilmesinden sonra, Kuzey bağımsızlığını ilan etti ve Demir Taht'tan ayrılıp savaş açtı. Kral Robb Stark'ın Kızıl Düğün olaylarında katledilmesi sonucu ünvan Kral 1. Tommen tarafından Roose Bolton'a yani Boltan Hanesine geçmiş oldu.


Bilinen Kuzey Muhafızları
Kışyarı Lordu Rickard Stark
Kışyarı Lordu Eddard Stark

Dehşet Kalesi Lordu Roose Bolton


Doğu Muhafızları

Doğu Muhafızı, 7 Krallık'ın Doğu kıyılarını savunması ve adalet sağlaması için sorumlu olan kişilere verilen ünvandır. Geleneksel olarak Muhafızlar genelde Arryn Hanesi'nden çıkar ve bunlar aynı zamanda Eyrie Lordlarıdır. Westeros'un en büyük 4. olan Martı Kasabası bu bölgenin muhafızının sorumluluğunda olacaktır.

Doğu Muhafızları'nın oluşumunun temeli, Essos'tan gelen korsanlara ve ayaklanmaları önlemek üzerinedir.


Bilinen Doğu Muhafızları
Lord Jasper Arryn
Lord Jon Arryn

Sör Jaime Lannister

Lord Robert Arryn


Güney Hudutları Muhafızları

Güney Hudutları Muhafızlığı, Kuzey Kralı Robb Stark tarafından oluşturulan ünvandır. Kral Robb Stark, Nehirova Lordu Edmure Tully adını yapılacak olan düğün için İkizler'e daha sonrada Kuzey'e Moat Cailin'e dönmek istemekteydi Güney Hudutlarının boş bırakılmaması için büyükbabasının kardeşi olan ve savaşlarda ona çok yardım eden keskin zekasına güvendiği Sör Brynden Tully'e bu ünvanı layık gördü.

Bilinen Güney Hudutları Muhafızları
Sör Brynden Tully

473
Kurgu İskelesi / Kılıçkardeşleri Kitap 1 - Asa'nın Sahibi
« : 27 Eylül 2012, 19:36:54 »
Bu öykü, Denaro Forbin, Daarlan Gardan ve TheSpell ortak yapımıdır.


Giriş
Kitap 1 & Bölüm 1
Değişmez Otlar, Değişmez Yüz

Çevre halkın Gökkuşağı Dağları dediği, gerçekte Novalist Dağları olarak bilinen dağların önündeydi. Kış mevsiminin dağlar üzerinde bıraktığı eseri inceliyordu. Dondurucu mevsim geçeli çok olmamıştı. Bu yüzden dağların en uç noktalarında birikmiş karları görmek çok şaşırtıcı değildi. Şaşırtıcı şey, üzerinde durduğu yoldu. Yolun kenarlarında kristal parlaklıklar görülebilmekteydi. Elmas olmaları imkansızdı. Değerli bir şey olmaları imkansızdı. Bunca senedir bu dünya üzerinde nefes alıyordu, geri vermeyi ihmal etmiyordu, fakat bu gördüğü şeyin bir açıklamasını yapması çok güçtü. Biraz daha yaklaşıp incelemek istiyordu.
 
Yaşlı bacaklarının elverdiği hızda yürüdü, yolun kenarına ulaşmaya çalıştı. Sonra burnuna bir koku çalındı, neydi ki bu? Sanki yıllardır bildiği bir kokuydu, ancak aynı zamanda hiç bilmediği bir koku.
Uzaktan kristal maddeye bir bakış attı. Kokusu bir insanı rahatsız edebilecek kadar kötüydü! Cüceyi rahatsız etmemesi imkansızdı. Toprak yolun kimler tarafından açıldığını merak ediyordu. Ellerini beline bağladı ve çevreyi süzdü. Yeni bir mevsimin güneşi vardı o gün, sonbahar her zamanki gibi güneşle gelmişti. Alnında birikmiş teri sildi ve toprağa çaldı.
 
''Hey! Küçüklük! Senin bu saatte okulda olman gerekmiyor mu?'' diye yankılanan bir ses duydu. Çevresine tekrar baktı. Çalıların arasından güneşin ışınlarıyla kızıl görünen saçları omuzlarına dökülen, siyah zırh kuşanmış bir bayan çıktı. Konuşma tarzına bakılırsa bu yerli biri değildi. En azından cücenin hatırladığı kadarıyla buranın insanları bu kadar güzel kelimelerle konuşmuyorlardı.
 
Ayağını sertçe yere vurdu ve burnundan solumaya başladı. Bu velet kimdi ki kendinden büyük birine laf atıyordu? Cücelerin çabuk sinirlenme özelliği Mikael'de de fazlasıyla vardı, bu sebeple karşısındaki kadına döndü ve konuşmaya başladı. "Dedene de ufaklık diyor musun sen bakayım?" dedi hışımla. Gözlerine yakınlaşan bir tutam beyaz saçı arkaya attı. Uzun süredir yürümesinin sonucunu göstermeye çalışır gibi teri vücudunun her yerinden akıyor, yere ulaşmaya çalışıyorlardı.
 
Calissa'nın omzuna küçük bir çekirge fırladı, toprak yolun iki yanı yeşil otlarla kaplanmıştı. Otlar hiçbir zaman solmuyor, ölmüyorlardı. Aralarından bazıları belki de Mikael'in yaşıtlarıydı. Sadece kış mevsiminde değişiyorlardı, mevsimin bereketi denilen kar üstlerine yatıyor ve onların bir süre beyaz görünmelerine neden oluyorlardı. Yerliler 'Değişmez Otlar' diye isim vermişlerdi zamanında onlara. Calissa çekirgeyi yakaladı ve Mikael'a uzattı. Cüce boş boş kadına bakıyordu.
''İstemez misin cüce efendi?'' dedi sakinlikle elini uzatırken. Yaşlı cücenin yüzü kararmıştı.
 
Mikael şaşkınlıkla bir kadına bir çekirgeye bakıyordu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Bu kadın ne yapmak istiyordu? Kendisine bir çekirge vererek? Amacı neydi ki? tam bir muammaydı.
 
''Calissa!'' diye bir haykırış duyuldu. Büyük ihtimal erkek sesiydi. Kadın sesi olsaydı, o sesin sahibini görmek istemeyeceğini düşündü cüce. Irkının kadınları savaşlara katılmazdı. Ama insan kadın savaşçılar vardı. Otların arasından kıpırdama sesleri duyuldu, yeşillikler birbir sağa sola yatmaya başladı. Cüce neyle yüz yüze geleceğini düşünmeye çalışıyordu, bunu yaparken baltasını sıkıca kavradı. Calissa'nın yanında bir erkek yüzü beliriverdi. Mikael, baltasını tuttuğu ellerini gevşetmeye başladı. Bu yüzü tanıyordu. Cüceler unutkan bir ırk olarak damgalanmalarına rağmen bu unutulacak bir yüz değildi.
 

474
Diğer Fantastik Eserler / Moira Üçlemesi
« : 25 Eylül 2012, 22:06:07 »
Fransız yazar Henri Lœvenbruck'in kaleme aldığı "Moira Üçlemesi" Fantastik Edebiyat tutkunlarının ellerinden düşürmeyecekleri bir eser.

Önceleri antolojiler hazırlayıp eleştirmenlik yapan Henri Lvenbruck Dişi Kurt ile Çocuk'la birlikte kendine yepyeni bir sayfa açıyor. Serüven romanları arasında en çağdaş tür olarak nitelediği fantastik roman hayranlığı, genç yazarı bu türde bir üçleme yazmaya itmiş. Dişi Kurt ile Çocuk, üçlemenin ilk kitabı.

1.Kitap: Dişi Kurt ile Çocuk



Fransız fantastik romanının 'çok satanlar'ından Dişi Kurt ile Çocuk, Jack London´ın Beyaz Diş´i ile Yüzüklerin Efendisi arasında kendine bir yer ediniyor. Lvenbruck kitabında iki yalnız kahramanın birbiriyle kesişen öykülerini akıcı bir dille anlatıyor: Ailesi tarafından terk edilmiş küçük bir kız ve sürüsünden kovulmuş bir kurt. Küçük kız Aléa 13 yaşında, sokaklarda yaşıyor. Herkes tarafından itilip kakılırken, gizli bir güce sahip olduğunu fark ediyor. Efsaneye göre 'kurtarıcı' olan Samildanach yoksa o mu Ama olamaz, Samildanach nasıl olur da küçük bir kız olabilir Samildanach olsun olmasın, sahip olduğu güçler onu avare ve yoksul yaşamından koparacak ve cüceler, büyücüler, ozanlar, savaşçılar, canavarlarla dolu büyülü bir serüvene sürükleyecek. Ve onun bu tehlikeli yolculuğu, tuhaf bir koşutlukla, dişi kurdun yaşamında yankı bulacak.

Fransız fantastik romanlarının en çok satanlarından biri olan Dişi Kurt ile Çocuk´un en önemli özelliklerinden biri de bu: Dünyanın yazgısının bağlı olduğu kişi bu kez küçük bir kız. Aynanın öteki tarafındaki dişi kurdun varlığı metne tadına doyulmaz bir şiirsellik katıyor. Yazar kitabı yazmaya başlamadan önce Gévaudan'daki Kurt Parkı'nda uzun araştırmalar yapmış.

Elif Gökteke´nin özenli çevirisiyle Türkçe´ye kazandırılan Dişi Kurt ile Çocuk, sadece bir başlangıç. Aléa´nın ve kurdun serüvenleri 2.ve 3.kitaplarla devam ediyor.

1.Kitaptan Tadımlık: Bir kurt (İmala) birkaç metre ötemde beliriyor. Onu tanıyorum. Bu beyaz kürk. Daha önce görmüştüm. Burada. Rüyalar âleminde (Djar’da). Kurt ağır ağır ilerliyor. Bu kez beni gördü. Bana doğru geliyor. Ona dokunabileceğim kadar yakınıma gelince yavaşça geri dönüyor (peşinden gelmemi istiyor). Yerden yükseliyorum. Belki de rüzgâr (Moïra) itiyor beni. Öyle hızlı gidiyorum ki. Kurt kadar hızlı. Ormanın içine dalıyoruz. Ağaç dalları yüzüme çarpıyor. Etrafımı görmez oluyorum. Her şey çok hızlı kayıp gidiyor. Sadece dişi kurdun arkasında olduğumu biliyorum. Çevremde bağrışlar, gülüşler var. Şarkılar. Bedenime çarpıp çatırdayan dalların sesi. Yüzüme sürünen yapraklar. Nerede olduğumu bilmiyorum artık. Sonra kurt birdenbire duruyor. Başımı kaldırıyorum. Ormanın ortasında, güneş ışınlarının doldurduğu bir açıklıktayız. Bulutların karanlık kubbesi yokolmuş. Rüzgâr dinmiş. Sadece ben varım, önümde de bir adam (orman perisi). Kurdu okşuyor. Bana gülümsüyor. ‘Aléa kaybedecek zaman kalmadı.’ Adımı biliyor. Başka bir dil konuştuğunu biliyorum ama söylediklerini anlıyorum. Dişi kurt da anlıyor. ‘Buraya gelmen gerek Kailiana. Her şey burada doğdu.’ Bana şimdi neden Kailiana diyor? Onunla konuşmak istiyorum ama dudaklarıma sözüm geçmiyor. ‘Her şey burada doğdu. Hayat Ağacı’nın kalbinde. Seni bekliyoruz Kailiana.’ Peki orayı nasıl bulacağım? Ama hâlâ konuşamıyorum. Yine de beni anladığını sanıyorum. Yeniden gülümsüyor. ‘Ben Obéron’um. Kaybedecek zaman kalmadı.’ Bu son cümle dağdaki bir yankı gibi tekrarlanıyor. Kaybedecek zaman kalmadı.

2.Kitap: Kurtların Savaşı



Moïra üçlemesinin bu ikinci kitabı yine hiç beklenmedik olaylarla, farklı farklı dünyalarla, sıra dışı kişilerle dopdolu. Ozanlar, savaşçılar, oyuncular, büyücüler, kurtlar, siyasetçiler, din adamları, çıkar çatışmaları, savaşlar, ölümler, aşklar, öçler, olağanüstü bir düşün, bir destanın tüm öğeleri akın ediyor sayfalara.

2.Kitaptan Tadımlık: Lugnasad

Koca Gaeliada bundan daha beyaz bir kurt yoktu. Masalcılar İmala adını verdiler ona, orman perilerinin dilinde kar renginin adıydı İmala. Adadaki başka bir kurtla karıştırmak olanaksızdı bu dişi kurdu, üstelik onu türdeşlerinden ayıran tek fark bu değildi. İmala değişmişti. Bütün öbür kurtlardakinden daha fazla bir şeyler vardı onda. Hem bu durum yürüyüşünden, gözlerinden, beyaz başını asaletle tutuşundan anlaşılıyordu.
İmala dikeylerle karşılaşmıştı.
Şimdi ağır ağır kuzeye doğru yürüyor, her adımda yazın, yeşil otların, zambak ve beyaz yoncaların bolluğundan anlaşıldığı kadarıyla serin ve nemli olan toprağın, avın, karacaların, yaban tavşanlarının, kekliklerin tadını çıkarıyordu. Zaman zaman güneşin ışıkları altında yan yatıyor, yaz sıcağının keyfini sürüyor, sonra fazla yaklaşan böcekleri kovalamak için birdenbire kafasını sallıyordu.
Eski sürüsünün arazisinden hâlâ çıkmamıştı, oysa buraya geri dönmemesi gerekirdi. Etrafta klanın kurtları tarafından bırakılmış olan ve İmalanın buraya ait olmadığını gösteren işaretleri yok sayamıyordu. Ama İmala pek kaygılanmıyordu bu durumdan. Dominant dişi Ahénayı, bütün sürünün tanık olduğu uzun bir mücadele sonunda alt etmişti. Üstünlüğünü kanıtlamıştı. Ahéna kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp kaçmış, öbür kurtlar ses çıkarmamıştı. Artık gelip İmalaya meydan okumayacaklardı. En azından bir süreliğine.
İmala sürüde kalıp Ahénanın yerine geçebilirdi. Klan için ideal bir dominant dişi olurdu. Henüz gençti ve şimdiden hem güçlü hem kararlıydı. Ama İmalanın aradığı başka bir şeydi. Aklının kavrayamadığı bir şey. Bu şey açık seçik değildi dişi kurt için ama içgüdüsü kendisini uzaklara, kuzeye çağırıyordu. İmala da hiç pişmanlık duymadan klanını geride bırakıp yola koyulmuştu. Eski dominant Ahéna muhtemelen klanın öbür üyeleri tarafından dışlanıp kovulacaktı. İmalaya boyun eğerek, gösterişinden çok şey kaybetmişti. Daha genç bir dişi kurt sonunda ona meydan okuyacak ve kuşkusuz onu yenecekti. Doğanın kanunu böyleydi. Bir dişi kurdun ömrü boyunca bir klana egemen olduğu pek ender rastlanan bir durumdu. Bir zamanlar İmalanın yavrularını öldürerek annenin kaçmasına yol açan Ahéna, sessiz sedasız çekip gidecekti.
Ama İmala bunu göremeyecekti. Yapacak daha iyi bir şeyler vardı onun için. Kuyruğunu sallaya sallaya, kendisine yaklaşan, kendisini okşayan dişi dikeyin peşinden kuzeye doğru ilerledi... Kuşkusuz pek o kadar açıkça anlayamasa da, İmalanın aradığı, siyah saçlı bu genç kızdı düpedüz.
Güneşin altında birkaç gün süren bir yürüyüşün ardından, İmala artık klanın bölgesinden çıktığını anladı. Aslında bu durum bir bakıma pek içini rahatlatmıyordu. Kendini daha az güvende hissediyor, her gürültüde durup çevreyi kolaçan ediyor, yere daha yakın ilerliyor, kulaklarını arkaya yatırıyordu.
Artık avlanmak zorundaydı. Açlıktan midesi kazınmaya başlamıştı. Ama tek başınaydı ve iri bir av yalnız bir kurt için hiç de kolay bir av değildi. Av bakımından zengin orman uzak bir anı olarak kalmıştı. Burada daha az tavşan, tavşanların kaçacağı daha fazla alan vardı.
Dişi kurt hiçbir ize rastlamadan böyle kuzeye doğru yoluna devam etti; akşam tam çökmeden, adımlarını birdenbire yavaşlattı. Tanıdık bir koku almıştı. İçgüdüsel olarak düzlükteki yüksek otların arasına yattı. Birkaç adım ötede İmala bundan emindi doğuya uzanan tepelerin ortasında bir koyun sürüsü vardı. Kolay, güçsüz, korkak ve ağır hareket eden birer avdı koyunlar. Tek başına kalmış bir kurt için bile kolay bir yemekti.
İmala yalandı. Sessizce ayağa kalktı ve doğuya doğru ufak ve hızlı adımlarla yürümeye koyuldu. Doğrusal bir yol tutturmamıştı, sürüye yandan saldırmak için geniş bir daire çizecekti, hafif esen rüzgâra karşı yürüyordu; esinti İmalanın kokusunu ve adımlarının sesini hiç olmazsa bir süreliğine gizleyecekti. Çok geçmeden sürüyü gördü. Aşağı yukarı on koyun vardı. İmalaya bir tanesi yeterdi.
Önce bir seçim yapmak gerekiyordu. Koyunları gözleyip en zayıf olanını seçmek. İmalayı en az koşturacak olanı belirlemek. Yorulmaya gerek yoktu. Ara sıra, bir koyun otlamayı bırakınca İmala fark edilmiş olduğu korkusuyla duruyor, sonra bakışlarını sürüden ayırmadan yeniden sessiz yürüyüşüne koyuluyordu. Koyunlara ulaşmasına birkaç metre kalmıştı ama hâlâ hiçbir koyun onu fark etmemişti. Yine de hayvanlar hareketlenmeye başladı. İçlerinden biri kuşkusuz tehlikeyi hissetmiş ve melemeye başlamıştı, ötekiler de onu işitince melemeye giriştiler. Saldırmanın tam sırasıydı. İmala da hazırdı üstelik. Avını seçmişti. Sürünün İmalaya yakın tarafında bulunan bir kuzu. Ayağı aksayan ve İmalanın yakalamakta hiç zorlanmayacağı bir kuzu. İmala tam saldıracakken beklenmedik bir koku aldı. Başka bir hayvanın kokusu. Koyun değildi bu.
İmala saldırmaktan vazgeçip daire çizmeye devam etti ve otların arasından kokunun kaynağını görmeye çalıştı. Bu kez koyunlar onu fark etmişti. İlk saniyelerde kıskıvrak yakalanınca kıpırdamamışlardı ama şimdi hayatta kalma içgüdüsü baskın çıktı ve sürü kaçmaya başladı. Düzensiz bir koşuydu bu kaçış; birkaç sıçramadan, önce bir yöne hemen ardından bir başka yöne doğru atılan birkaç adımdan oluşuyordu. Anormal bir şeyler vardı. Koyunların koşusunu değişikliğe uğratan ve İmalanın anlayamadığı bilinmeyen bir unsur vardı işin içinde. Yine de dişi kurt adımlarını sıklaştırmaya ve bilinmeyen kokunun gösterdiği tehlikeye karşın sürüye daha da yaklaşmaya karar verdi. Saldırmadan biraz mesafe aldı, sonra birdenbire neler olduğunu kavradı. Koyunlar yalnız değildi. Yanlarında bir köpek vardı.

3.Kitap: Dişi Kurdun Gecesi



Dişi Kurdun Gecesi'yle bir efsane daha sonlanıyor. Samildanach Saîmanın son çocuğu. Gaelia'da yeni bir çağın başlamasını sağlamak zorunda. Çünkü Gaelia can çekişmekte. Adanın dört bir yanı savaş halinde. Avcılar da kurtların peşine düşmüş! Nefret ateşi coşmuş, din fanatikleri ve iktidara susamışlarca körükleniyor; büyüyse yavaş yavaş yitiyor. Gaelia can çekişmekte, zaman daralıyor. İnsanların avlamaya çalıştıkları beyaz kurdu bulmak, Moïranın ve üç kehanetin anlamını çözmek, her şeyden önemlisi yarının dünyasını hazırlamak gerek.

Okurken en çok eğlendiğim ve hiç sıkılmadığım serilerin başında geliyor Moira Üçlemesi. Henri Loevenbruck’un Fantazya Edebiyatı’na daha çok eser kazandırmasını isterim açıkçası. Çok akıcı bir dili ve anlatımı var. Beni oldukça etkileyen bir seridir. Son kitabın son sayfalarında duygulandım desem yeridir. Bitmiş olması beni derinden üzdü. Eh, okuyanlar zaten bilir, ama henüz okumamış olanlar için söylüyorum; gerçekten bu üçlemeyi okuduğunuza pişman olmayacak, çok sevecek ve bittiğine siz de üzüleceksiniz.

475
Televizyon / Terra Nova
« : 25 Eylül 2012, 21:13:07 »


Steven Spielberg imzalı bilim-kurgu dizisi Terra Nova.

Konusu:2149 yılında Dünya gezegeni üzerindeki yaşam, nüfus patlaması ve kirlilik sonucunda yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bilim adamları geçmişi değiştirerek geleceği kurtarmak amacı ile zamanda yolculuk yaparak tarih öncesi döneme gitmenin yolunu keşfederler. Shannon ailesi (Baba Jim, Eşi Elisabeth, ve çocukları Josh ve Maddy) 150 milyon yıl geriye giderek kendilerini "Terra Nova" adlı bölgede bulurlar. İlk insan kolonisi kurulması ve diğer insanlarla karşılaşmaları ile devam eder.

Oyuncular;

Jason O'Mara
Christine Adams
Byron J. Brochmann
Joel Amos Byrnes
Jason Chong
Shelley Conn
Elizabeth Shannon
Eka Darville
Dean Geyer

İnsanın her devirde aynı olduğunu ve geçmişten ders alınmadığını, ayrıca hırs ve kibirlerine yenik düştüğünü vurgulayan ama herkesin ikinci bir şansı da hak ettiğini belirten, izlenilmesi gereken kaliteli bir dizi.

Son olarak şunu da belirtmeliyim ki, 2.sezon %99 ihtimalle çekilmeyecek. Yani dizi ilk sezonuyla ekranlara veda ediyor. Bunun tek sorumlusu Fox kanalıdır elbette. Ne diyeyim, kaliteli ve gayet de sevilen bir diziydi Terra Nova. Yazık oldu. Ama eğer boş vaktiniz varsa ilk sezonunu izlemenizi öneririm. Benim hoşuma giden ve severek takip ettiğim bir diziydi. Sizlerin de seveceğinden eminim.

476
Kurgu İskelesi / Karanlığın Elleri
« : 16 Eylül 2012, 16:12:53 »
Her gün olduğu gibi o gün de erkenden uyanmıştım. Çünkü yıllardan beri değişmeyen bir huyum vardı. Fazla uyuyamıyordum. Bu nedenle hep erken uyanırdım. Erken uyanmaktan kastım, öyle güneşin doğduğu saatler değil, çok daha öncesi. Horozların dahi henüz ötmediği vakitler. Uyuyamıyordum işte, zorlamanın da bir mantığı olmasa gerek, öyle değil mi?

Eh yine hiç kimse uyanmamışken ben günlük koşuşturmalarıma başladım. Önce dışarı çıkıp bahçede aşağı yukarı on beş dakika kadar hava aldım. Uyandıktan sonra temiz hava ciğerlerime gayet iyi geliyordu. Bunun nedenini tam olarak bilmiyordum ama en azından ben öyle hissediyordum diyebilirim. Günüm daha iyi geçiyordu büyük ihtimalle. Yani temiz hava almamın başka bir nedeni varsa da şu an için bilemeyeceğim. Neyse, bu konuya bu kadar takılmamıza gerek yok aslında. Anlatacağım şeylerle uzaktan yakından alakası olmayan bir konu ne de olsa.

Ciğerlerimi yeteri kadar temiz havayla doldurduktan sonra içeriye girdim. Her yer karanlıktı doğal olarak. Banyoya doğru yöneldim. Lambayı açmak için kapının yanında bulunan düğmeye bastım. Ama ışık yanmadı. Pek şaşırmadım aslında, elektrikler sürekli kesilirdi bizim evde, daha doğrusu bulunduğumuz mahallede. Alışıldık bir şeydi elektriklerin kesilmesi. Bu yüzden sürekli kullanmış olduğumuz bir gaz lambası bulunuyordu evde. Dış kapının hemen girişine asılıydı lambamız. Lambayı almak için geri dönmem gerekiyordu ama tembellik edip dönmedim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra gider alırım dedim kendi kendime.

Banyoya girdim, göz gözü görmüyordu. Lakin ben içeride iki çift göz gördüğüme yemin edebilirim. İkisi de bana bakıyordu sanki. Bir anda rüyada mıyım yoksa gördüklerim gerçek mi anlayamadım. Neden sonra bana bakan parlayan gözler kayboldu. Derhal kapıya doğru koştum. Kapının arkasında asılı duran gaz lambasını elime aldım ve ışığını yaktım. Şimdi etrafımı çok net bir şekilde görebiliyordum.

Tekrar banyoya doğru yöneldim. Yavaş ve temkinli adımlarla ilerliyordum. Bu arada dışarıdan horozların sesleri gelmeye başlamıştı. Ben banyonun önüne geldiğimde banyonun lambasının yanmakta olduğunu gördüm. Elektrikler gelmiş olmalı diye düşündüm. Gaz lambasını söndürdüm ve banyonun girişine koydum. İçeri girdim ve etrafıma korku dolu gözlerle bakmaya başladım.

Fazla korkak biri değildim aslında ama o an korkmuştum. Gözlerimi kapayıp derin bir nefes aldıktan sonra tekrar açtım. Her şey yolunda gibi gözüküyordu. Banyonun havalandırmasından da anlaşılacağı üzere gün ağarmaya başlıyordu. Ellerimi ve yüzümü yıkayıp banyodan çıktım. Çıkarken de kapının yanında bulunan gaz lambasını alıp tekrar yerine astım.

Odama geçtim ve o gün giyeceğim pantolon ve tişörtü almak için dolabın kapağını açtım. Tam o sırada yattığım yatağın yanında bulunan duvardaki pencerenin açık olduğunu fark ettim. Ben açmamıştım. Gerçekten o pencereyi ben açmamıştım. Perde rüzgarın da etkisiyle içeriye doğru dalgalanıyordu. Pencereyi kim açmıştı? Hayır, hayır ben açmış olamazdım. Çünkü asla pencere açık uyumazdım. Daha doğrusu uyuyamadım. İçim rahat etmezdi. Uyumadan önce pencere açık olsa dahi, pencereyi kapattıktan sonra uyurdum. Sonra annem aklıma geldi. Ben uyurken annem gelip açmış olabilir mi? Bir müddet bu tez üzerinde düşündüm. Fakat doğru olabileceğine ihtimal dahi vermiyordum. Annem ben uyurken neden gelip pencereyi açsın ki? Annem geceleri odama giriyor olsa bile yapacağı tek şey eğer üstüm açıksa örtüp geri dönmek olurdu. Bunun haricinde odamın penceresini açmakla neden uğraşsın? Hem de bu sonbahar gününde. Geceleri havanın serin olduğu bir zamanda?

 Hayır artık çok emindim. Annemin gece ben uyurken odama gelip pencereyi açmış olma ihtimali, benim en çok sevdiğim tatlının yapılmış olduğu bir gün onu yememe ihtimalimden çok daha düşüktü.

Bir süre yatağımın üzerinde oturdum. Geçen süre zarfında hava tamamen aydınlanmıştı. İnsanlar yeni bir günle birlikte uykularından uyanarak işlerine doğru yola çıkmıştı. Ayağa kalktım tekrar ve dolaptan çıkarmış olduğum kıyafetleri giyindim daha sonra annemin odasına doğru yöneldim. Evimiz iki katlı olduğundan, annemin odası üst kattaydı. Merdivenleri teker teker çıktıktan sonra annemin yattığı odanın önüne geldim. İçeriye kafamı uzatıp baktım ve annemin uyumakta olduğunu gördüm.

Yaşamakta olduğumuz Sentos kasabası, küçük bir kasabaydı. Bu kasabada yaşayan insanların birçoğu birbirini tanırdı. Annem de çok saygın biri olarak tanınırdı kasabada. İyi kalpli ve yardımsever biridir annem. Çocukları çok seven bir kişiliğe de sahiptir. Yaşlı Niggleton dendiğinde annemi tanımayacak kişi tanımıyorum Sentos kasabasında.

 Ve ben de onun oğluydum. İlk ve son çocuğu. Rick Gron.

Sayfa: 1 ... 30 31 [32]