31
Kurgu İskelesi / Lyner
« : 06 Şubat 2014, 13:11:19 »Bölüm 8 – Gaélo
Lyner Hardem köyünün güneyine ayak bastığında, gece yarısına yaklaşıyordu. Herkes evine kapanmış, pek çoğu uyumuştu. Lyner atını bulduğu ilk ağaca bağlayıp, köyün boş sokaklarında sözde yaratığı aramaya koyuldu.
Aslında korkuyordu. Yalnız başına olmak Lyner’a göre değildi belki de. Kesinlikle yalnız başına bir şeylerin peşine düşüp gizemli bir şekilde insanlara yardım eden garip kahramanı oynamak onun kaldırabileceği türden bir şey değildi.
Sokakları benjamin ağaçları süslüyordu ve birçok ağacın yerdeki yaprakları iç içe geçmiş, rüzgardaki hışırtıları bir melodi gibi tüm köyü içine işliyordu. Bazı evleri kiraz ağaçları süslüyor, mevsimin ve gecenin soğukluğuna meydan okuyormuş gibi dimdik bir şekilde aya bakıyorlardı. Havada yarım ay vardı, her şeyi bir o kadar daha silikleştiren bir loşluk yaratıyordu.
Lyner buraya kadar gecenin bir yarısı kalkıp gelmişti ve en ufak bir ipucu dahi bulmadan ayrılmayı düşünemezdi. Ev sakinlerinin kapılarını çalabilirdi, ama bunu yapmak için birkaç saat önce gelmesi gerekirdi. Heyecanla etrafta dolanmaya devam ederken, birinin kendisine seslendiğini işitti.
“Kimsiniz?”
Lyner arkasına döndüğünde, on üç - on dört yaşlarında olduğunu tahmin ettiği bir kız çocuğu siluetini gördü.
“Ah, ben sadece bu köyde bir şeyler olduğunu duymuştum ve…” Lyner utanarak kafasını kaşıdı. Kelimeleri seçmekte zorlanıyor gibiydi. Çocuk onun sözünü kesmişti.
“Siz kralın askerlerinden misiniz? Oh, hiç gelmeyeceğinizi sandım! Sadece siz mi varsınız?”
“Evet. Yani hayır, ben…”
Çocuk yaklaştıkça, kısa altın saçlı, iri gözlü bir kız olduğunu fark etti Lyner. Minyon bir tipi vardı kızın ve elmacık kemikleri pek belirgindi.
“Oh, o halde hayli güçlü olmalısınız. O hep gece yarısı ortaya çıkıyor. Fakat sizi görmesini istemezsiniz. Buraya saklanın, gelin.” Çocuk bir evin bahçesindeki ot yığınını gösteriyordu. “O neredeyse burada olacak.”
Lyner ödlek adımlarla kızın gösterdiği yere ilerledi. Çömelerek ot yığınının içine saklandı. Çocuk da hemen yanına saklanmıştı.
Sadece on dakika kadar beklediler, ama bu on dakika Lyner’a bir kabus gibi geldi. Lakin asıl kabus, on dakika sonraydı.
Yaratık yere ayak bastığında, Lyner yerin titrediğini hissetti. Bu, hayatında gördüğü en büyük şeydi sanırım. Dört ayağının üstünde duruyordu. Yeşil, kalın derisi, parıltılı pullarla bezenmişti. Vücudunun yarısı uzunluğundaki kuyruğu, kalından başlayıp inceliyor, kuyruğunun ucundaki sivri kısımdan ise yeşilimsi bir alev gözleniyordu. Kanatları açıkken, vücudunun uzunluğundan daha uzun oldukları görülebilirdi. Kalın lakin uzun bir boynu vardı ve başı bir timsahınkini andırır nitelikteydi.
Yaratık bir anda yere konmuş, varlığını en ufacık dahi hissettirmemişti.
“Çok güzel, değil mi?” dedi çocuk. Gülümsüyordu. “Bize zarar vermiyor. Ama her gün ağaçlardan birini söküp götürüyor.”
Lyner ise hala şok içindeydi.
“Bu... Bu… Bunlar gerçekten varlar mıymış?” dedi. Doğrusu yaratık dendiğinde korkmuştu evet, ama bir ejderha görmeyi o da beklememişti.
Çocuk saklandığı yerden dışarı atıldı.
“Hey! Hey! Artık ağaçları götüremeyeceksin! Burada çok güçlü bir asker var!”
Çocuk bağırıyordu. Ejderha çocuğu görünce paniklemiş, hemen birkaç adım geri gitmişti. Yüzü Lyner’a pek endişeli göründü. Fakat Lyner, çocuğun yaptığı bu ani hareketten dolayı korkmuş, hemen kendini çocukla ejderha arasına atmıştı bile.
“Bize zarar vermek istediğini sanmıyorum” dedi Lyner. “Baksana, korkmuş görünüyor. Bence hemen evine gidip biraz uyumak falan isti…”
Lyner’ın sözleri yarım kaldı, zira ejderhanın ağzıyla oluşturduğu yeşil enerji topunu son anda görebildi. Yaratık ağzını açmış, ağzında toplanan enerji gittikçe büyümüş, görkemli bir hal almıştı.
Enerji topu tamamlandıktan sonra, son derecede hızlı bir şekilde Lyner’a doğru ilerledi. Lyner hemen kendine bir kalkan oluşturmuştu.
Lyner’ın çift üçgenli büyünün bir ürünü olan kalkanı, üç üçgenli bir büyü halkasından çıkan büyüyü dahi birkaç saniye tutabilmişti daha önce. Lakin, enerji topu daha henüz kalkana çarpmıştı ki, kalkanı tamamen parçalara ayırdı. Lyner, o sırada, saniyenin onda biri hızla, kendini başka bir yere ışınlayarak, saldırıyı son anda atlatabilmişti. Enerji topu yere çarptı ve çarptığı yerde derin bir iz bırakarak orayı tamamen kül etti.
Olay çocuğun yakalayamayacağı kadar hızlı olduğundan, kız çocuğu Lyner’ın ezilip tamamen kül olduğunu sanmıştı. Kalbine yerleşen korkunun ismi, ölüm korkusuydu. Fakat bu korku onu delirtmeden önce, hemen yanındaki Lyner’ın sesini duydu.
“Endişelenme, ben iyiyim.”
Çocuk anlam veremedi, ama bu olay, Lyner’a sonsuz güvenmesine neden oldu. Hoş, ne yazık ki, Lyner’ın bu tip bir yaratığa karşı ne yaparsa yapsın başa çıkamayacağını kendi de bilmiyordu.
“Sen ışınlanabiliyor musun?” diye sordu çocuk.
“Evet.”
“Vay! O halde hiç yürümene gerek yoktur. Dünyanın her yerinde bir anda bulunabilirsin!”
“Bunu yapamam!” dedi Lyner. “Bende senin gibi yürümek zorundayım. Bu büyü benim için bile çok enerji harcıyor.”
Lyner doğru söylüyordu. Sıradan büyü kullanıcıları ışınlanma büyüsünü kullandıklarında vücutları kanar ve hayatları kısalırdı. Lyner’ın hayatı kısalmıyordu, ki bu büyüye çocukken maruz kalmasından dolayıydı, ama bu büyü için büyü enerjisi harcaması gerekiyordu. Üstelik gözleri ona olağanüstü bir enerji kaynağı sağlasa da, bu gücü tam olarak kullanmayı bilmeyen Lyner, en fazla iki yüz metre uzağa gidebilmişti ve bunu arka arkaya dört kereden fazla tekrarlayamamıştı. Yani ejderhanın saldırılarından sadece birkaç kere kaçınabilirdi.
Bir anda Lyner korkuya kapıldı. Şimdi yanında bir küçük çocuk vardı ve onu korumak zorundaydı.
Önce güçlü bir yıldırım saldırısı denedi. Saldırı ejderhaya temas etmiş, lakin hayvan gıdıklanma derecesinde dahi saldırıyı hissetmemişti. Derisi adeta demirdendi! Hemen sonra illüzyon yapmayı denedi, ama yaratık illüzyona yakalanmanın yanından bile geçmedi.
Lyner’ın duyduğu korku delilik derecesine ulaştı. Kendinin bile anlam veremediği şeyler yapmaya koyuldu. Dengesizce saldırmaya, yaratık bunlardan etkilenmedikçe delirmeye devam ediyordu.
Saldırmaktan vazgeçip yere çömeldiğinde, yaratık saldırmaya hazırlandı. Kız çocuğu, Lyner’ın yaptığı her hamlenin başarılı ve mantıklı olduğunu sanıyor, sanki bir spor mücadelesi izlermiş gibi havaya sekerek, neredeyse tezahürat ediyordu.
Yaratığın saldırısı Lyner’a çarpmadan önce, ihtişamlı bir ses gökte çınladı.
“Isairis!”
Siyah çubuklar bir yerlerden gelip ejderhanın etrafına çakıldılar. Ejderhanın saldırısı yarım kalmıştı. Hemen sonra, çubukların üstüne siyah, dikdörtgen bir plaka kapandı ve resmen bir kafes oluşturdu. Ejderha gecenin karanlığında gökleri çınlatan, tiz bir çığlık kopardı. Kafese vurdu, lakin kafes en ufak dahi yerinden oynamadı.
“Ah, bir genç. Yeşil bir tanesini görmeyi ummuyordum.”
Lyner ardına baktığında, siyah paltolu bir adam gördü. Beyaz uzun sakalları ve beyaz uzun saçları birleşmiş, ahenk içinde karnına kadar devrilmiş bir adamdı. Yüzündeki kırışıklıklar o yaklaştıkça daha da belirginleşiyor, adamın yaşını ortaya koyuyordu.
“İyi bir mücadele verdin genç çocuk.” Dedi adam. Siyah gözleri parıldıyordu. Zayıftı, lakin göbeği vardı. İçkiden olduğu gayet belli oluyordu. “Adın nedir?”
“Lyner, efendim. Hayatımı kurtardınız. Teşekkür ediyorum.”
“Ah, o mu? Önemli bir şey değildi.”
Lyner, adamın kullandığı büyünün açıkça çok farklı bir boyutta olduğunu görebiliyordu.
“Bu, pek tanıdık bir isim. Önemli biriyle benziyor ismin. Ama aynı değil. Her neyse. Bu ejderhayı ben alıyorum. Bunu hak ettim değil mi?”
Lyner, bu ejderhayla ne yapacağını sormak istemişti adama. Lakin bir sebepten sormadı.
“Benim ismim Gaélo.” Dedi.
Lyner bu ismi pek iyi biliyordu. Az önce, Resdan imparatorluğunun kralı ile tanışmış olmuştu.
Sonra hem kral, hem de ejderha ortalardan kayboldu. Geriye, şaşkın bakışlar içindeki Lyner ve küçük kız kalmıştı.