Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Death Symbol

Sayfa: 1 2 [3] 4 5
31
Kurgu İskelesi / Lyner
« : 06 Şubat 2014, 13:11:19 »
Bölüm 8 – Gaélo

Lyner Hardem köyünün güneyine ayak bastığında, gece yarısına yaklaşıyordu. Herkes evine kapanmış, pek çoğu uyumuştu. Lyner atını bulduğu ilk ağaca bağlayıp, köyün boş sokaklarında sözde yaratığı aramaya koyuldu.

Aslında korkuyordu. Yalnız başına olmak Lyner’a göre değildi belki de. Kesinlikle yalnız başına bir şeylerin peşine düşüp gizemli bir şekilde insanlara yardım eden garip kahramanı oynamak onun kaldırabileceği türden bir şey değildi.

Sokakları benjamin ağaçları süslüyordu ve birçok ağacın yerdeki yaprakları iç içe geçmiş, rüzgardaki hışırtıları bir melodi gibi tüm köyü içine işliyordu. Bazı evleri kiraz ağaçları süslüyor, mevsimin ve gecenin soğukluğuna meydan okuyormuş gibi dimdik bir şekilde aya bakıyorlardı. Havada yarım ay vardı, her şeyi bir o kadar daha silikleştiren bir loşluk yaratıyordu.

Lyner buraya kadar gecenin bir yarısı kalkıp gelmişti ve en ufak bir ipucu dahi bulmadan ayrılmayı düşünemezdi. Ev sakinlerinin kapılarını çalabilirdi, ama bunu yapmak için birkaç saat önce gelmesi gerekirdi. Heyecanla etrafta dolanmaya devam ederken, birinin kendisine seslendiğini işitti.

“Kimsiniz?”

Lyner arkasına döndüğünde, on üç - on dört yaşlarında olduğunu tahmin ettiği bir kız çocuğu siluetini gördü.

“Ah, ben sadece bu köyde bir şeyler olduğunu duymuştum ve…” Lyner utanarak kafasını kaşıdı. Kelimeleri seçmekte zorlanıyor gibiydi. Çocuk onun sözünü kesmişti.

“Siz kralın askerlerinden misiniz? Oh, hiç gelmeyeceğinizi sandım! Sadece siz mi varsınız?”

“Evet. Yani hayır, ben…”

Çocuk yaklaştıkça, kısa altın saçlı, iri gözlü bir kız olduğunu fark etti Lyner. Minyon bir tipi vardı kızın ve elmacık kemikleri pek belirgindi.

“Oh, o halde hayli güçlü olmalısınız. O hep gece yarısı ortaya çıkıyor. Fakat sizi görmesini istemezsiniz. Buraya saklanın, gelin.” Çocuk bir evin bahçesindeki ot yığınını gösteriyordu. “O neredeyse burada olacak.”

Lyner ödlek adımlarla kızın gösterdiği yere ilerledi. Çömelerek ot yığınının içine saklandı. Çocuk da hemen yanına saklanmıştı.

Sadece on dakika kadar beklediler, ama bu on dakika Lyner’a bir kabus gibi geldi. Lakin asıl kabus, on dakika sonraydı.

Yaratık yere ayak bastığında, Lyner yerin titrediğini hissetti. Bu, hayatında gördüğü en büyük şeydi sanırım. Dört ayağının üstünde duruyordu. Yeşil, kalın derisi, parıltılı pullarla bezenmişti. Vücudunun yarısı uzunluğundaki kuyruğu, kalından başlayıp inceliyor, kuyruğunun ucundaki sivri kısımdan ise yeşilimsi bir alev gözleniyordu. Kanatları açıkken, vücudunun uzunluğundan daha uzun oldukları görülebilirdi. Kalın lakin uzun bir boynu vardı ve başı bir timsahınkini andırır nitelikteydi.

Yaratık bir anda yere konmuş, varlığını en ufacık dahi hissettirmemişti.

“Çok güzel, değil mi?” dedi çocuk. Gülümsüyordu. “Bize zarar vermiyor. Ama her gün ağaçlardan birini söküp götürüyor.”

Lyner ise hala şok içindeydi.

“Bu... Bu… Bunlar gerçekten varlar mıymış?” dedi. Doğrusu yaratık dendiğinde korkmuştu evet, ama bir ejderha görmeyi o da beklememişti.

Çocuk saklandığı yerden dışarı atıldı.

“Hey! Hey! Artık ağaçları götüremeyeceksin! Burada çok güçlü bir asker var!”

Çocuk bağırıyordu. Ejderha çocuğu görünce paniklemiş, hemen birkaç adım geri gitmişti. Yüzü Lyner’a pek endişeli göründü. Fakat Lyner, çocuğun yaptığı bu ani hareketten dolayı korkmuş, hemen kendini çocukla ejderha arasına atmıştı bile.

“Bize zarar vermek istediğini sanmıyorum” dedi Lyner. “Baksana, korkmuş görünüyor. Bence hemen evine gidip biraz uyumak falan isti…”

Lyner’ın sözleri yarım kaldı, zira ejderhanın ağzıyla oluşturduğu yeşil enerji topunu son anda görebildi. Yaratık ağzını açmış, ağzında toplanan enerji gittikçe büyümüş, görkemli bir hal almıştı.

Enerji topu tamamlandıktan sonra, son derecede hızlı bir şekilde Lyner’a doğru ilerledi. Lyner hemen kendine bir kalkan oluşturmuştu.

Lyner’ın çift üçgenli büyünün bir ürünü olan kalkanı, üç üçgenli bir büyü halkasından çıkan büyüyü dahi birkaç saniye tutabilmişti daha önce. Lakin, enerji topu daha henüz kalkana çarpmıştı ki, kalkanı tamamen parçalara ayırdı. Lyner, o sırada, saniyenin onda biri hızla, kendini başka bir yere ışınlayarak, saldırıyı son anda atlatabilmişti. Enerji topu yere çarptı ve çarptığı yerde derin bir iz bırakarak orayı tamamen kül etti.

Olay çocuğun yakalayamayacağı kadar hızlı olduğundan, kız çocuğu Lyner’ın ezilip tamamen kül olduğunu sanmıştı. Kalbine yerleşen korkunun ismi, ölüm korkusuydu. Fakat bu korku onu delirtmeden önce, hemen yanındaki Lyner’ın sesini duydu.

“Endişelenme, ben iyiyim.”

Çocuk anlam veremedi, ama bu olay, Lyner’a sonsuz güvenmesine neden oldu. Hoş, ne yazık ki, Lyner’ın bu tip bir yaratığa karşı ne yaparsa yapsın başa çıkamayacağını kendi de bilmiyordu.

“Sen ışınlanabiliyor musun?” diye sordu çocuk.

“Evet.”

“Vay! O halde hiç yürümene gerek yoktur. Dünyanın her yerinde bir anda bulunabilirsin!”

“Bunu yapamam!” dedi Lyner. “Bende senin gibi yürümek zorundayım. Bu büyü benim için bile çok enerji harcıyor.”

Lyner doğru söylüyordu. Sıradan büyü kullanıcıları ışınlanma büyüsünü kullandıklarında vücutları kanar ve hayatları kısalırdı. Lyner’ın hayatı kısalmıyordu, ki bu büyüye çocukken maruz kalmasından dolayıydı, ama bu büyü için büyü enerjisi harcaması gerekiyordu. Üstelik gözleri ona olağanüstü bir enerji kaynağı sağlasa da, bu gücü tam olarak kullanmayı bilmeyen Lyner, en fazla iki yüz metre uzağa gidebilmişti ve bunu arka arkaya dört kereden fazla tekrarlayamamıştı. Yani ejderhanın saldırılarından sadece birkaç kere kaçınabilirdi.

Bir anda Lyner korkuya kapıldı. Şimdi yanında bir küçük çocuk vardı ve onu korumak zorundaydı.

Önce güçlü bir yıldırım saldırısı denedi. Saldırı ejderhaya temas etmiş, lakin hayvan gıdıklanma derecesinde dahi saldırıyı hissetmemişti. Derisi adeta demirdendi! Hemen sonra illüzyon yapmayı denedi, ama yaratık illüzyona yakalanmanın yanından bile geçmedi.

Lyner’ın duyduğu korku delilik derecesine ulaştı. Kendinin bile anlam veremediği şeyler yapmaya koyuldu. Dengesizce saldırmaya, yaratık bunlardan etkilenmedikçe delirmeye devam ediyordu.

Saldırmaktan vazgeçip yere çömeldiğinde, yaratık saldırmaya hazırlandı. Kız çocuğu, Lyner’ın yaptığı her hamlenin başarılı ve mantıklı olduğunu sanıyor, sanki bir spor mücadelesi izlermiş gibi havaya sekerek, neredeyse tezahürat ediyordu.

Yaratığın saldırısı Lyner’a çarpmadan önce, ihtişamlı bir ses gökte çınladı.

“Isairis!”

Siyah çubuklar bir yerlerden gelip ejderhanın etrafına çakıldılar. Ejderhanın saldırısı yarım kalmıştı. Hemen sonra, çubukların üstüne siyah, dikdörtgen bir plaka kapandı ve resmen bir kafes oluşturdu. Ejderha gecenin karanlığında gökleri çınlatan, tiz bir çığlık kopardı. Kafese vurdu, lakin kafes en ufak dahi yerinden oynamadı.

“Ah, bir genç. Yeşil bir tanesini görmeyi ummuyordum.”

Lyner ardına baktığında, siyah paltolu bir adam gördü. Beyaz uzun sakalları ve beyaz uzun saçları birleşmiş, ahenk içinde karnına kadar devrilmiş bir adamdı. Yüzündeki kırışıklıklar o yaklaştıkça daha da belirginleşiyor, adamın yaşını ortaya koyuyordu.

“İyi bir mücadele verdin genç çocuk.” Dedi adam. Siyah gözleri parıldıyordu. Zayıftı, lakin göbeği vardı. İçkiden olduğu gayet belli oluyordu. “Adın nedir?”

“Lyner, efendim. Hayatımı kurtardınız. Teşekkür ediyorum.”

“Ah, o mu? Önemli bir şey değildi.”

Lyner, adamın kullandığı büyünün açıkça çok farklı bir boyutta olduğunu görebiliyordu.

“Bu, pek tanıdık bir isim. Önemli biriyle benziyor ismin. Ama aynı değil. Her neyse. Bu ejderhayı ben alıyorum. Bunu hak ettim değil mi?”

Lyner, bu ejderhayla ne yapacağını sormak istemişti adama. Lakin bir sebepten sormadı.

“Benim ismim Gaélo.” Dedi.

Lyner bu ismi pek iyi biliyordu. Az önce, Resdan imparatorluğunun kralı ile tanışmış olmuştu.

Sonra hem kral, hem de ejderha ortalardan kayboldu. Geriye, şaşkın bakışlar içindeki Lyner ve küçük kız kalmıştı.

32
Kurgu İskelesi / Ynt: Lyner
« : 06 Şubat 2014, 12:52:06 »
Yeniden çok çok teşekkür ediyorum.

Stormhold, bahsettiğin Jesi bir illüzyon büyüsüydü. O kısım pek hızlı geçtiği için ufak bir aksaklık yaşanmış olabilir. Okuyup yorumladığın için ayrıca teşekkür ediyorum.

M.K. Immortal, bu tip yorumlardan sonra ben de en az senin kadar heyecanlanıyorum doğrusu. En başından beri hikayeyi takip ediyorsunuz ve yaptığınız yorumlarla beni yazmaya daha da teşvik ediyorsunuz. Size de ayrıca teşekkür ediyorum.

Edit: Ben daha çok bundan sonraki bölümde heyecanlandım ki, o da geliyor şimdi u.u

33
Kurgu İskelesi / Ynt: Lyner
« : 05 Şubat 2014, 21:09:39 »
Bölüm 7 – Dönüş

Yaklaşık bir haftasını aldı, ama Lyner sonunda varmıştı. Hun dağlarının dibindeki Rylei ustanın evi açıklıkta kaldığı için, birkaç kilometre uzaktan dahi belli belirsiz seçilebiliyordu. Çok değil, daha birkaç ay önce ayrılmıştı buradan. Burayı sevdiğini anlaması için önce ayrılması, sonra yeniden dönmesi gerekiyormuş demek ki.

Buraya ilk geldiğinde, her şey pek sessizdi. Sürekli Rylei onu bahçe işleriyle oyalar, fakat o yalnız başına oyunlar icat edip oynardı. Rylei sürekli uyur ve aylaklık ederdi, Lyner’ın huylarını kimden aldığı belliydi. Lyner dağa tırmanmıştı bir keresinde. Sürekli uçsuz bucaksız ovada koşuşturmuş, çocukluğunun hakkını yalnız büyüyen birine göre iyi vermişti. Neden sonra birkaç genç de geldi. Lyner sürekli onlara yaramazlık yaptı, zira kendisinden büyük oldukları için onunla oynamıyorlardı. Rylei aslında eğitmenliğine bir son vermişti, lakin bu genç çocuk yüzünden, birkaç sene daha devam etmenin yarar sağlayabileceğine kanaat getirmişti. Onlar mezun olduktan sonra yenileri geldi. Bu kez büyüdüğü için, gelenler yaşıtıydı ancak, oyun zamanı çoktan geçmişti.

Lyner at arabasını evin önünde durdurdu ve içeri girdi. Kapıyı çaldı. Açan olmamıştı. Israrla çalmaya devam etti.

Rylei neredeyse yetmiş yaşını buluyordu, ama saçları gürlüğünü korumuş, sadece beyazlamışlardı. Yüzü sivriydi. Hafif de olsa alnında kırışıklıklar başlamış, yaşlandığını yavaş yavaş gösteriyordu. Kapıyı açıp Lyner’ı görmeyi beklememişti yaşlı adam.

Derin bir iç çekti.

“Senden bir türlü kurtulamayacak mıyım ben?” Dedi. Fazla aksi bir hoş geldin olmuştu bu. “Neyse, içeri gir. Çay yapmıştım.”

“Şu yatağı değiştirdin mi?” diye sordu Lyner içeri girerken.

İhtiyar kapıyı kapatıp “Hangi yatak?” dedi. “Sert olan mı? Hayır. Sanmıyorum.”

Lyner kendine bir yer bulup oturdu.

“Sana bir mektup gönderdi.” Dedi. “Filler. Komutanım oydu. Benim orduya katılmadan önce bir süre daha burada kalmamı söyledi.”

“Ah lanet olsun, emekli oldum artık ben!”

İhtiyar hışımla mektubu aldı. Üstündeki mühür henüz açılmadığını gösteriyordu. Hoyratça mektubu yırtıp sabırsız bir şekilde kendine oturacak bir yer buldu.

İhtiyar, mektupta yazanları dikkatli bir şekilde okudu. Piposunu yakmış, açıkça mektup üzerinde hayli kafa yormuştu. Lyner mektupta ne yazdığını sormadı, zira bilmesi gereken bir şeyse, bir şekilde kendisine söylenecekti.

Rylei şimdi bir kahkaha atmıştı.

“Mektuba bir fıkra mı eklemiş?” dedi Lyner. “Filler’dan da bu beklenirdi.”

Rylei’nin kahkahası silikleşip yüzünde sönük bir gülümseme kalınca konuşmaya başladı.

“Senin farklı biri olduğunu ve eğitime ihtiyacın olduğunu söylüyor.” İhtiyar piposundaki tütünü yenilemek için köşedeki bir kutuyu alıp açtı. Bir miktar tütün yerleştirip yeniden yaktı. “Bunun dışında söylediklerini bilmen gerekmiyor. Her neyse. Geri dönüp bilmen gereken her şeyi öğrettiğimi söyle.”

“Beni ölüme yolluyorsun ihtiyar.” Dedi Lyner. “Dışarıdaki dünyada büyünün nasıl işlediğini gördüm. Çift üçgenli büyü şeritleri Leon imparatorluğunun amirallerinden Noa’ya çizik dahi atmıyordu.”

İhtiyar yüzüne korkutucu bir ifade yerleştirdi.

“Öğrettiklerime minnettar olan herhangi bir öğrenciye ne zaman rastlayacağım ki ben! Her biriniz güçlü olma isteği ile egolarınıza yenildiniz. Neden öğrettiklerimle yetinmek yerine bu şekilde karşıma dikiliyorsun!” İhtiyar sinirlenmişti. “Sen üç üçgenli büyü şeridi kullanamazsın Lyner! Sıradan bir büyü çemberiyle dahi anormal bir enerji harcıyorsun. Dengesizsin! Kullanacağın enerji miktarını ayarlayamıyorsun. Üç üçgenli kontrolsüz bir element büyüsü ile kendine zarar vereceksin. Başkalarına da zarar vereceğini söylemiyorum bile, zira büyü zaten zarar vermek için kullanılır değil mi?”

“Yanılıyorsun.” Dedi Lyner. “Birincisi, ben daha güçlü olmak falan istemiyorum. Egolarıma yenik düşmedim. Benim bu hayattan tek beklentim bir yerlere oturup aylaklık etmekten fazlası değil. Bana yaptıkların için sana hep minnettar oldum ihtiyar. Bunu anlaman için dile getirmem mi gerekirdi? Bana büyü öğretsen de, öğretmesen de, seni seviyor ve sayıyorum. Ama yanılıyor oluşunun bir sebebi daha var. Büyü zarar vermek için kullanılmaz. Büyü, sadece değer verdiğimiz şeyleri korumamız içindir! Güçlü olanların güçsüz olanları yok ettiği değil, koruduğu bir ülke hayal ediyorum ben!”

İhtiyar, Lyner’ın yüzüne dikkatlice bakmaya devam ediyordu.

“Filler bana çok önemli bir şeyi fark ettirdi. Ben, insanları seviyorum. Aylaklık etmeyi tercih ederdim tabi. Beni daha güçlü bir hale getirmeseniz dahi umurumda olmayacak. Ama öğretseydiniz ve değer verdiğim şeyler için savaşsaydım, iyi olurdu.”

İhtiyar ne diyeceğini bir an bilemedi. Onu kalbindeki karanlıktan kurtaran, Lyner’ın en son söyleyecekleriydi.

“Kendine haksızlık ediyorsun ihtiyar! Babam ve onun gibi birkaç çürük elma yüzünden, kendini ve kalan sağlıklı elmaları suçluyorsun. Oysa babamı bir canavar yapan sen değil, kendi yaşantısıydı. Onu eğittiniz evet, ama aynı zamanda sizin öğretilerinizle oğlunu koruyabilen ve gözü açık gitmeyen bir anneyi de eğittiğinizi ne çabuk unuttunuz? Ülkesinin masum insanları için kendini hiç düşünmeden siper edebilecek bir adam olan Filler’ı da siz eğitmediniz mi? Annemin ölmesine sebep olan o adamın yolundan mı gideceğimi sanıyorsun? Bana babalık eden o değil, sen olmuştun.”

Söylemek istediklerini bu kadar net ifade eden bir kimse değildi, dolayısıyla Rylei’yi pek şaşırtmıştı bu sözleri.

“Madem öyle, şimdi beni iyi dinle evlat.” Dedi.  “Sana ileri seviyede büyü eğitimi vereceğim. Babana bile beş ve altı üçgenli büyü çemberini öğretmemiştim. Sana bunu da öğreteceğim. Ama öncelikle, enerjini doğru bir şekilde harcamayı öğrenmen gerekiyor.”

“Sen beş ve altı üçgenli büyü çemberini kullanabiliyor musun?”

“Sözümü kesme! Dinle, üç üçgenli büyüyü öğrenmende bir sıkıntı yok. Ama dört üçgenli büyü çemberini kullanamazsın. Çünkü o tip insanlar özeldir ve sende öyle bir güç yok. Beş ve altı üçgenli çemberlerden de sadece bir tanesini öğreneceksin, çünkü her ikisini de öğrenirsen herhangi birinde ustalaşman neredeyse imkânsız olur. Ben ikisini de öğrendiğim için, herhangi birinde ustalaşamadım ve sahip olduğum enerji bu büyüleri sürekli kullanmama yetmiyor. Ama senin enerji konusunda bir sıkıntı çekeceğini sanmam. Zira gözlerin seni bu konuda tam bir canavar yapıyor.

Bu yaptığın konuşmayı zamanında baban yapsaydı, ona bu büyüleri öğretmezdim. Zira onun kalbindeki karanlığı içten içe seziyordum.” Gülümsedi.  “Zaten, onun gözleri ile seninkiler birbirinden çok farklı. Babanın seni öldürmek istemesinin bir sebebi vardı. Bu gözlere sahip olan ve aynı kandan gelen iki kişinin birbirlerine karşı tehlikeli olduğunu biliyordu, ama sebebini bilmiyordu. Sana sebebini söyleyeceğim.

Aynı kandan gelip bu kızıl gözlere sahip olan insanlardan biri diğerini öldürdüğünde, kızıl gözler özelliklerini değiştirir. Bu gözlere sahip olan insanlar çok sevdikleri birini kaybettiklerinde ölmeye mahkûmdurlar. Bu gözlere koruyucu meleğin gözleri denmesinin sebebi budur. Bu gözlere sahip olanların görevi, sevdiklerini korumaktır ve başarısız olduklarında gözler onların ölümüne sebep olur. Babanın kalbindeki karanlığı görmeme rağmen ona güvenmemin sebebi de buydu. Lakin kuşkusuz baban anneni çok seviyordu ki, annen ölünce babanın gözleri etkisini göstererek onu öldürdü.

Tam da bu noktada, senin gözlerin kimlik değiştirdi. Çünkü her ne kadar babanı öldüren sen olmasan da, orada bulunma sebebi sendin. Dolaylı yoldan ölmesine sebep olduğun için, senin gözlerin kimlik değiştirdi.”

Lyner şok olmuş bir şekilde Rylei’ye bakıyordu.

“Gözlerim kimlik mi değiştirdi?”

“Evet. Gözlerin ilk başta Yuu, Koruyucu meleğin gözleriydi. Şu an Zea, Tanrı’nın armağanına dönüştü. Eğer babanı isteyerek öldürseydin, gözlerin Zula, Şeytanın Muskasına dönüşürdü ve tamamen farklı bir şey olurdu, ki bu çok kötü bir durumdur. Sana ileri seviyede büyü öğretmeyi kabul etmemin sebebi de bu. Çünkü senin gözlerin, kuşkusuz ilk şekline göre sana çok daha büyük bir güç veriyor,  ama herhangi birini öldürmen durumunda senin ölmene sebep oluyor. Şimdi sana neden güvenebildiğimi anlıyor musun? Çünkü sen kimseyi öldüremezsin.”

Lyner ifadesiz bir şekilde adamın yüzüne bakıyordu.

“Ne yani, sırf gözlerimin ismini sevdiğin için mi eğitmeyi kabul ediyorsun. İşte bu tam da senden beklenecek bir davranış.”

Rylei bazen Lyner’ın aptal olduğunu düşünürdü.

“Her neyse, seni eğitmeye başlamamdan önce, sana bir görev vereceğim. Başarısız olursan eğitmekten vazgeçerim.”

Lyner somurtmaya başlamıştı.

“Bu işin sonunda bir şey çıkacağı belliydi.”

“Hardem köyüne evin birkaç ihtiyacı için gittiğim sırada, geceleri ortaya çıkıp köylüleri rahatsız eden bir yaratıktan bahsettiler. Bu olayın üstünden üç gün geçmiş olmalı. Gidip bir bakmanı istiyorum. Görelim bakalım insanları korumaya ne kadar istekliymişsin.”

Yaşlı adam hemen sonra içeriye geçip kendini yatağına attı.

Lyner bu uzun yolculuğun ardından yorulmuştu. Akşama kadar uyuyup köye akşam gitmeye karar verdi. Hardem köyü, dağın hemen arkasında kalan, buraya en yakın köydü ve çocukluktan beri ihtiyarla sürekli gittikleri bir yerdi. Zaten yaratık gece ortaya çıkıyorsa, gece gitmek daha mantıklıydı.

Önce dağın girişindeki sıcak su kaynağına gidip biraz temizlendi ve kendini yordu. Sonra eve dönüp, sağlam bir uyku çekti.

34
Kurgu İskelesi / Lyner
« : 04 Şubat 2014, 18:39:14 »
Bölüm 6 – Lyner

İKİ AY SONRA

Filler’ın doğum günü için hazırlıklar neredeyse tamamlanmıştı. Leon ordusu, yaşadığı ağır yenilgiden sonra daha uzun bir süre ses çıkarmayacak gibiydi.

Hayat Lyner için ziyadesiyle zordu. Hala, aylaklık etmek veya uyumak için pek zamanı kalmıyordu. Haftanın her günü alıştırmalar devam ediyordu ve her iki haftada bir gece nöbeti sırası ona geliyordu. İçlerinde Rylei ustanın öğrencileri olan birkaç arkadaşını da savaşta kaybetmişti ve kamp artık olması gerekenden daha sessiz gibiydi. Lakin bu gece, gürültü yapmak için uygun bir gece olacaktı.

Lyner, şatafatlı bir doğum günü olmasını istemişti. Bu, benmerkezciliğinden değil, askerlerinin kafasını bir nebze de olsa dağıtmak içindi. Doğum günü gece olacaktı. Çok büyük bir kamp ateşi yakılacak, bu kamp ateşinin etrafında tüm askerler oturacak ve müzikler, hikayeler ile bir birlerini eğlendirmeye çalışacaklardı. Ayrıca en iyi ateş büyücülerinden oluşan bir grup, gecenin ilerleyen saatlerinde bir havai fişek gösterisi yapacaktı. Elbette ki kimse hediye falan almayacaktı. İstese de alamazlardı.

Lyner, burada olmayı tamamen işkence olarak görüyordu ama buradan giderse, büyük ihtimalle özlerdi. İnsanların burada birbirine duyduğu bağlılık onu bile etkiliyordu.

Ki tam olarak her şey böyle oldu.

Parti başlamadan hemen önce Filler’ın çadırında özel bir konu konuşuyorlardı.

“Lyner, buraya gelme sebebin neydi?” diye sormuştu Filler. Lyner’ın isteksizliğinin farkındaydı ve çok enteresan bir yaşama stiline sahip olduğunu görebiliyordu.

Lyner’ın cevabı gecikmedi.

“Amiral Torc önemli bir görev için öğrencileri orduya almaya gelmişti. Önemli görev dediği ise tam olarak bu kampa getirilmemizdi. Rylei usta benim eğitimimin bitmediğini ve diğerlerini almasını söylemişti ama Amiral Torc “büyü kullansın yeter” deyip beni de yanına aldı. Aslında ben asker olmayı istemiyordum.”

“Amiral Torc sizi emrivaki aldı öyle mi?” Filler şaşırmıştı. Bu lanet olası ülkede tam olarak neler dönüyordu böyle? “Her neyse. Rylei’nin yanına dönmeni istiyorum Lyner. Sana bir mektup vereceğim. Bu mektubu ona ileteceksin. Bunu Rylei’ye ilet ama mektubu okumanı istemiyorum. Zamanı geldiğinde, eğer bir asker olmaya karar verirsen, tekrar buraya dönebilirsin.”

“Ben savaşları sevmiyorum Komutan. Gidersem dönme…”

Filler sinirle Lyner’ın sözünü kesti.

“Dinle evlat! Savaşları ben de sevmiyorum. Bu ülkeyi sevmiyorum. Bu ülkenin kralını da sevmiyorum. Şu ana kadar sadece ve sadece değer verdiğim insanları korumak için savaştım. Ben savaşmayı sevsem de, sevmesem de, birileri hep savaşacak. Sen bir dost kazanmak için her şeyini verirsin ama başkaları seni düşman görmek için elinden geleni yapar. Günün sonunda birileri masum insanların hayatına göz koyar. Ne yapacaksın? Oturup bunun bir soykırıma dönüşmesini mi izleyeceksin? Önemli olan, ne için savaştığındır! Kimse savaşmaktan zevk almanı beklemiyor. Ama kimsenin, senin sevdiğin şeyleri senden bu kadar kolay almasına da izin veremezsin. İnsanların değer verdiği şeyler için savaşması yanlış değildir!”

Lyner Komutanın bu ani çıkışından dolayı şaşırmıştı. “Lakin ben sevdiğim birinin olup olmadığını bilmiyorum. O yüzden korumam da gerekmiyor, değil mi?”

Filler bir kahkaha attı.

“Bu ülkenin zalimliğine boyun eğmek zorunda kalmış masum insanları seviyorsun.” Dedi. “Rylei’yi, Dean’ı, aileni, hatta belki beni de seviyorsun. En önemlisi, kendini seviyorsun. Aylaklık etmeyi, uyumayı. İnsanları güldürmeyi seviyorsun. Çünkü onları mutlu görmek seni de mutlu ediyor. Kendini, sevmekten mağdur bir kalpsiz olarak görürsen, bir gün öyle olursun Lyner. Sen duygusal ve yumuşak kalpli adamın tekisin. Leon askerlerini bile korumak isteyecek kadar seviyorsun. Kendini odun mu sanıyorsun?”

Lyner şaşkın bir ifadeyle adamın yüzüne bakmaya devam etti.

“Kalbinin etrafına yerleştirdiğin o buzul dağının ne kadar gereksiz olduğunun farkında değil misin? Böyle saf bir kalbi, insanlara iyilik yapmak için kullandığın zaman hayatta bir amacın olacaktır.” Yeniden bir kahkaha attı. “Sen mi insanları sevmiyorsun? Güldürme beni.”

Lyner bir şey söylemedi, ama kalbinde bir heyecan hissetti. Kimse, zavallı gencin annesinin ölümünden dolayı kendini suçladığını bilmiyordu. Ama Filler, farkında olmadan Lyner’ın aklına başka bir düşünceyi sokmuştu. "Senin suçun değildi." Annesi, sadece değer verdiği şey için savaşmıştı. Bu, insanları seven bir kalbin yapması gereken şeydi.

“İnsanların değer verdiği şeyler için savaşması yanlış değildir!”

Filler’ın bu sözleri, Lyner’ın zihninde yankılanıp duruyordu.

Filler, elindeki beyaz zarfı Lyner’a uzattı. “Parti başlamadan gitmeni istiyorum. Ormanın girişindeki at arabalarından birini alabilirsin. O ihtiyara da ayrıca selamımı iletmeni istiyorum.”

Lyner mektubu aldı ve kapının dışına yöneldi. Son kez arkasına döndü ve "Bu arada, doğum gününüz kutlu olsun." dedi. Gülümsüyordu.

İçindeki bu mutluluğun sebebini kendi de bilmiyordu. Tek bildiği, buradan ayrılacağı için ya da o bunak ihtiyarın yanına döneceği için değildi.

Filler’ın patavatsızlığı ve açık sözlülüğü, Resdan Krallığına yeni bir kahraman doğuracaktı.

15 YIL ÖNCE


Ryner, her şeyin başladığı bu yere bir kez daha ayak basmayı hiç planlamamıştı. Kışın göbeğinde, bir kar fırtınasının tam ortasında, atıyla, geçtiği yerde iz bıraka bıraka ilerledi. Kar tanecikleri kızıl saçlarını yer yer beyaza boyamıştı. Yüzündeki gülüş, bir iblisinkini andırıyordu ve şiddetli soğuğa rağmen üstünde sıradan bir üniformadan fazlası yoktu ki, bu onu daha da korkunç kılıyordu.

Rylei’nin eski kulübesini vadinin Hun dağına bakan yamacında, dimdik ayakta gördü. Bacasından dumanlar çıkıyor, sanki soğuğa karşı amansız bir mücadele veriyormuş gibi bir izlenim yaratıyordu. Evin arka bahçesinde, kiraz ağaçlarının üstüne tırmanmış, evin bacasındaki karları aşağıya iteleyen 18 – 19 yaşlarındaki oğlan çocuğunu gördü. Filler, o dönemler pek bir yakışıklıydı. Gür siyah saçları kısacıktı ve yüz hatları son derece belirgindi. Elmacık kemikleri çok olmasa da genişti. Oldukça iyi giyinmiş, yine de zayıf bir çocuk olduğunu gizleyememişti.

Ryner atını hızlandırdı ve çabucak evin önüne vardı. Atını evin girişindeki bahçe kapısının demirliklerine bağladı.

Onu ilk gören kişi, Filler olmuştu. Çocuk kiraz ağacından aşağı atladı. Yanına yaklaşana değin, adamı tanıyamadı.

Ryner Deobilis. Bu adamı tanıyordu. Yüzünü kabuslarında dahi ezberlemiş, onunla yüz yüze geleceği günü hep büyük bir hırsla beklemişti. Filler'ın bu adama duyduğu büyük öfke, tamamen boşu boşunaydı. Çünkü Resdan’ın en güçlü büyücüsünün tamamen kendisi olmasını istiyordu, ama bu çocuksu bir hayalden ötede olamazdı.

Ellerini önünde birleştirdi.

“Hazırlan!” dedi. “Seni düelloya davet ediyorum.”

Ryner’ın kuşkulu gülümseyişi bir nebze dahi olsun azalmadı. Filler daha bir büyü şeridi oluşturamadan, Ryner çoktan üç üçgenli bir ateş büyüsünü çocuğun üstüne gönderdi. Filler’ın tek yapabildiği bir kalkan oluşturabilmek olmuştu. Fakat hiç beklemediği bir şekilde, Ryner’ın büyüsü kalkanı delik deşik edip Filler’ın vücuduna çarpmaya hazırlandı.

Filler, bir anda Rylei’nin yanında bittiğini gördü. İhtiyar’ın elinde garip bir büyü çemberi vardı.

“Ryleiris!”

Ryner’ın büyüsü henüz çocuğa temas edemeden, tamamen ortadan kayboldu.

Filler, Rylei’nin yüzündeki öfkeyi görebiliyordu. “Te, teşekkür ederim usta.” Dedi. Yaptığı büyü çemberinin çok farklı bir büyü çemberi olduğunu görebilmişti. Fakat farklılığın ne olduğunu algılayamayacak kadar toydu.

“İçeri gir, Filler.” Dedi. “Bu adamı şu an ya da gelecekteki herhangi bir zamanda yenebileceğini düşünmüyorum.”

Filler şevki kırılmış bir şekilde içeriye yürüdü. Bu ellili yaşlardaki ihtiyardan, kimi zaman nefret ettiğini düşünmüyor değildi. Ama hep bir şey olur, yine bu adamı hayranlıkla takip etmeye devam ederdi.

“Seni hangi rüzgar buraya attı, Ryner? Ne kadar nankör bir adam olduğunu bir de gözlerimle görmemi mi istedin?”

Ryner’ın yüzü hala gülüyordu. “Sen ve senin gibi sıradan insanların bana konuşmaları bile yeterince cüretkar. Meydan okumak da neyin nesiymiş! O çocuk bunu hak etmişti.” Dedi.

“Onun cüretkarlığı genç oluşundan kaynaklanıyor Ryner. Ama senin cüretkarlığını hafifletecek en ufak bir kalıp bile uyduramıyorum.”

“Sana karşı nefretim asla dinmeyecek ihtiyar.” Ryner’ın gülümseyişi bir sırıtma haline dönüşmüştü. “Az önceki büyü. Demek hep gizli bir silahın vardı.” Bir kahkaha attı.

“Nasıl böyle bir insana dönüştün, Ryner?” dedi Rylei. “Güce olan hırsın seni kör etmiş.”

“Bana doğuştan verilen bu gücü kullanmanın nesi yanlış ihtiyar! Dinle. Ortagarth’dan aldığım ender bulunan cinsten büyülü bir kitapta, çok değerli bir bilgi vardı. Bunun doğruluğu ile ilgili olarak sana danışmak için geldim.”

Rylei, adamın delirmiş gibi bakan yüz ifadesini görmezden gelerek dinlemeye devam etti.

“Kitapta, aynı kandan olup bu güce sahip olan insanların, birbirleri için büyük tehlike arz ettikleri yazıyordu. Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?”

Rylei şok içinde Ryner’a bakmaya devam etti. “Bu konuda bir şey bilmiyorum, Ryner.” Dedi.

"Emin misin?" diye sordu Ryner, yeniden. İhtiyar sadece kafasını sallayarak geçiştirdi.

"Şimdi izin verirsen işime dönmek istiyorum." dedi.

“Böyle söyleyeceğini tahmin ediyordum.” Ryner'ın sırıtışı, şimdi tüm suratına yayılmıştı. Ellerini havaya kaldırdı.

Bir anda garip bir karanlık dağın eteklerine indi. Yağmaya devam eden kar taneleri siyahlaştı. Amansız bir kan kokusu, tüm vadinin üstüne çökmüştü.

“Soruyu değiştiriyorum ihtiyar. Tam olarak kaç kişiyi öldürdüğümde konuşacaksın?”

Ryner’ın çıldırmış yüz ifadesi ve takındığı o sırıtış, Rylei’nin tüm tüylerini diken diken etmeye yetmiş de artmıştı bile...

35
Kurgu İskelesi / Lyner
« : 04 Şubat 2014, 14:16:46 »
Bölüm 5 – Savaş

Noa hışımla ayağa kalktı. Tek bir yara dahi almamıştı. İşaret parmağıyla ileriyi gösterdi.

Aslında ayağa kalkma sebebi, Lyner Noa’nın arkasında belirdikten sonra alelacele yaptığı bir büyüden dolayıydı. Sırtını demirden bir kabuğa dönüştürdü ve çift üçgenli herhangi bir büyünün ya da sıradan fiziksel saldırıların delip geçemeyeceği bir kalkan yaratmış oldu.

“Saldırın, askerlerim!”

O kadar sinirliydi ki, fazla aceleci ve düşüncesizce verdiği bir emirdi bu. Fakat askerler bunu önemsemedi. Kampın bir savaş alanına dönüşmesi birkaç saniye içinde gerçekleşti. Büyü ve kalkanların havada ışık gösterilerine dönüştüğü o andan itibaren, her iki tarafın da kayıp vermeye başlaması kaçınılmazdı.

Noa’nın gazabının askerlerini yakmasına izin vermeyen Filler’ın işi hayli zordu. İki lider de birbirlerine karşı bir üstünlük mücadelesine girişti. Lyner ise oradan oraya ışınlanıyor, Leon ya da Resdan’lı olmasını gözetmeksizin insanlara bu mücadeleyi durdurmasını söylüyordu. Gözleri korku ile bezenmişti. Kimseye saldırmadı. Kalkanlarla saldırıların içine daldı, sayısız pek çok hayatı kurtardı. Fakat birkaç dakikanın sonunda, verdiği mücadelenin imkânsız bir mücadele olduğunu fark etmişti. Bu insanların öfkesi dinmeyecekti. Kurtardığı her can, teşekkür dahi etmeden savaşmaya devam ediyordu.

Önce bu bir ego mücadelesiydi. Sonraları, kendilerini zayıf görenlerin öfke ve kin mücadelesine dönüştü.

Dean, çoktan birkaç Leon askerini kılıçtan geçirmişti. Fakat aklı, Lyner’ın yaptığı absürtlüklerdeydi. Kendisi de savaşmaktan yana değildi, ancak bu, şu anda bir hayatta kalma mücadelesiydi. Lyner’ın ağacın tekinin üstüne çıkmış, olayı izlemekte olduğunu fark etti. Savaşı izlerken, gözlerinin kızıl bir halka haline büründüğünü gördü, sadece birkaç saniyeliğine. Konsantrasyonunu kaybetmeden, bir sonraki düşmanına karşı hamlede bulundu.

Filler ve Noa, üç üçgenli çemberlerle birbirlerine saldırıp duruyorlardı. Şiddetli saldırıları, yer yer diğerlerinin ilgisini çekecek sarsıntılar yaratıyordu. Lyner onları izlerken, son iki haftadır yaptığı alıştırmaları hatırlıyordu. Bir taraf saldırır ve diğer taraf savunur, sonra savunan taraf saldırırdı. Savaşlar da aynen bu şekildeydi, ancak herkes hızlı davranmaya ve bir açık yaratarak düşmanını katletmeye çalışıyordu bu kez.

Lyner sadece izledi ve savaşlar bitene kadar hiçbir hamlede bulunmadı.

“Bu ısrarınızı anlayabilmiş değilim, Amiral.” Diyordu Filler. “Israrla topraklarınızı genişletmeye çalışıyorsunuz.” Art arda birkaç yıldırımı hızla Noa’ya gönderdi.

“Yıllardır dış ülkelere yönelik küçümseyici tutumunuz, çok mu anlaşılabilirdi komutan?” dedi Noa. “Oak imparatorluğuna yaptıklarınızı ne çabuk unuttunuz?”

Üçlü bir salamander daha yarattı.

Filler bile Noa’nın haklı olduğunu görüyordu. Kendi imparatorluğunun kalır yanı yoktu bu Leon pisliklerinden. Sadece birkaç saniyeliğine, arkadaki ağaçlardan tekine tünemiş Lyner’ı gördü. Çocuk kendince, savaşa katılmayarak, savaşları protesto ediyordu adeta.

Belki de pislik, imparatorluklarda değildi. Belki de kötü olan, sadece insanların kalpleriydi. Kimilerinin. Ya da Lyner’ı görünce Filler’ın düşündüğü şey buydu.

Filler’ın gardını düşürdüğü an o andı. Üstüne gelen ateş huzmesinden son anda kaçınabildi, fakat kolunun dibinden geçen ateş büyüsü kolunu yakmıştı. Savaşın iplerinin Noa’ya geçmesi, bu küçük dikkatsizlikle oldu.

 “Jasi!” diye haykırdı Noa. Neden sonra, etraf bir anda zifiri karanlığa dönüştü. Ay kırmızı bir hal aldı ve kendi dışında hiçbir şeyi aydınlatamazdı ne yazık ki.

Filler, Noa’nın illüzyonlarından birine yakalandığını hemen fark etmişti. Eline baktı. Siyah bir yara gördü, büyümüştü ve bir zehir gibi eline yayılıyordu. Etrafına baktı. Etrafındaki herkes, bir bir düşüyordu.

“Senden de daha azını beklemezdim. İllüzyonu ateş büyüsüne katmak.” Dedi. İllüzyondan kurtulmak için birkaç büyü denedi, fakat kurtulamadı.

“Ben de senden daha azını beklemezdim. Bunun bir illüzyon olduğunu bu kadar erken fark etmen, şaşırtıcı.”

Belki Noa illüzyonun içinde olduğu yerde duruyordu, ama gerçekte bitirici darbeyi yapacak bir saldırıyı çoktan hazırlamıştı.

“Kahretsin” dedi Filler. Hangi büyüyü denerse denesin, illüzyondan kurtulamıyordu.

Salamander şeklinde iki büyük ateş topu Filler’ın bedenine hızla çarptı.

*

Dean, gözüne zorlu bir rakip kestirmişti. Leon askerlerinden biri, şimşekle bezediği kılıcıyla, Resdan askerlerini biçerek ilerliyordu. Dean’ın iki seçeneği vardı. Ya bir şekilde onu durduracaktı, ya da arkadaşlarının çok büyük bir kısmını kaybetmek pahasına o da Leon askerlerini biçerek ilerleyecekti.

Öldürmektense, korumayı tercih etti. Fakat henüz harekete geçmişti ki, yıldırım kılıçlı Leon askerinin kendisine doğru koştuğunu gördü. Yıldırım kılıçlı askerin de ilgisini çekmiş olacaktı sanırım.

Kimse tek bir söz bile konuşmadı. Sadece kılıçlar havada buluştu ve ateş ile şimşeğin çatışması, birkaç yakıcı kıvılcım açığa çıkardı. Arkasına, birkaç güçlü kılıç darbesi daha atmıştı Leon askeri, ama başarılı bir şekilde bu saldırıları atlatmayı başardı Dean. Sıradan gözlerin göremeyeceği kadar hızlı birkaç kılıç darbesi daha havada birleşti. Hemen sonra, Leon askeri boşta kalan eliyle bir yıldırım büyüsü yarattı ve Dean’e bir yıldırım topu gönderdi. Dean de diğer eliyle bir kalkan yaratarak bu büyüyü karşıladı. Bu kez, Dean bir büyü çemberi oluşturdu.

Leon askerinin hatası, bir kalkan yaratmak oldu. Fakat Dean, büyü çemberini elini ateşe bürümek için yaratmıştı. Kalkanın üstünden geçirdiği eliyle düşmanın suratına vurdu Dean.

Asker bu beklenmedik hareketin ardından havalanarak sırt üstü yere oturdu. Güzel yüzünün yandığını hissetmişti. Fakat bu önemli olmadı. Zira, daha ayağa kalkamadan kalbine Dean’ın kılıcı saplandı.

*

Noa, yerde yatan cesedin yanına emin adımlarla ilerledi. Lakin Filler’ın cesedi, karnındaki o devasa yaraya rağmen ayağa kalktı. Noa, bunun nasıl mümkün olduğunu algılayamadı. Ta ki sırtındaki eli hissedene değin.

“Yanılmışım, senden çok daha fazlasını beklerdim Noa. En basit illüzyonu dahi göremedin.”

Filler’ın elinden çıkan şimşek, direkt olarak adamın vücuduna, bu denli yakından temas etti. Noa birkaç metre ileri savruldu ve yere yapıştı. Her şey, sırtını demire dönüştüremeyeceği kadar hızlı olmuştu. Sağ kolu Gaio’yu aradı Noa’nın gözleri. Epey ilerde, Gaio’nun kalbindeki kılıcı çıkarmaya çalışan Dean’ı gördü. Bu da, yaşlı Noa’nın gördüğü son şey olmuştu.

Yaklaşık yarım saat süren savaşın zorlu kısmı bu şekilde sona ermişti. Büyü savaşları böyleydi. En ufak bir hata, ölüme sebep olurdu ve son sözler hiç söylenemezdi. Filler ve askerleri, kalan Leon imparatorluğu askerlerini birkaç saat içinde temizleyeceklerdi.

***

Lyner’ı Filler uyandırdı. Ağacın üstüne tünemiş olan Lyner, savaşın sonlarına doğru uyuya kalmıştı. Gözlerini soğuk geceye açtı.

“Senin sayende kazandık Lyner” dedi. “Onları meşgul ederek askerlerin hazırlanmasını sağladın. Bu ani bir saldırı olsaydı, bu işin bu kadar kolay olmayacağına eminim.”

Lyner esnedi ve gülümseyerek adamın gözlerinin içine baktı.

“O halde bana yumuşak bir yatak borçlusunuz” dedi Lyner. Dolayısıyla Filler’ın sinirlerine hâkim olamayıp attığı yumrukla ağaçtan aşağı yuvarlandı.

“Bu düşmanca tutumunuz yüzünden kalbim kırılıyor Komutan Filler” dedi Lyner, bir yandan da ayağa kalkmış, üstünü silkeliyordu. Yüzündeki gülümseyişi hiç eksiltmedi. Hemen ardından Filler aşağı atladı.

“Eğer onları oyalamasaydın, verdiğimiz kayıp sayısı çok daha fazla olurdu Lyner, sana olan teşekkürüm samimiydi.”

“Orada yüzlerce kişi öldü Komutan. Bizim nüfusumuz da yarı yarıya azalmıştır. Tam olarak hangi kazanmaktan bahsediyorsunuz?” Derin bir nefes aldı.

“Eğer sen de savaşsaydın, belki daha azı ölürdü.”

Lyner ilk başta bir cevap vermedi. Etrafındaki, savaş mahallini tertipleyen askerleri gözetliyordu. Onların, cesetleri kampın dışına, yüksek ihtimalle gömmek için taşıdığını seyretti.

“Haklısınız. Ne de olsa artık savaş başlamıştı ve durdurulamayacaktı. Bencilce bir davranıştı.” Ardından, sıkıntılı bir ifadeyle, diğer askerlere yardım etmek için yürümeye başlamıştı. Son anda aklına gelmiş gibi durup Filler’a baktı.

“Bir de, şu farklı büyü şeridini nasıl yaptığınızı bana öğretir misiniz?” dedi.

“Rylei sana bunu öğretmedi mi?” diye sordu Filler.

“Hayır. O bana dışarıdaki Dünya’da üç şeritli sihir halkaları görebileceğimi söylemişti. Fakat ben bunu kullanamazmışım.”

“Evet. Herkesin kullanabileceği bir şey değil bu. Ama ben senin o güce sahip olduğunu düşünüyorum.”

Lyner gülümsüyordu. “O bana, benim kullanabileceğim büyü halkasının daha farklı olduğunu, bu yüzden de üç üçgenli olanı öğretmek için vakit harcamayacağını söyledi. Fakat öteki büyü halkasını da öğretmedi. Sonuç olarak hiçbir şey öğrenemedim. Ama böyle bir yerde sıradan büyü şeritleriyle pek bir şey başaramayacağımı anladım.”

Güneş doğmaya başlıyordu. Filler’in şakaklarından soğuk ter damlıyordu. Bu Lyner denen çocuk onu şaşırtıp duruyordu.

“Lyner, sana Rylei büyü öğretmeye başlarken bir test yapmış mıydı?”

“Test mi?”

“Bir bardak suyun içine yaprak koyuyorsun ve sonra da…”

Lyner hatırlayarak Filler’ın sözünü kesti. “A, evet. Yaprak kendi etrafında dönüyordu.”

“Kaç kere dönmüştü?” Filler’ı heyecan basmıştı. Akıttığı soğuk terler ve yüzündeki endişeli bakış Lyner’ı korkutuyordu.

“6” diye yanıtladı Lyner. Hala gülümsüyordu.

Filler, Lyner’ın sadece dalga geçtiğini, onunla eğlendiğini düşündü. Fakat ne kadar saçmalasa da, Lyner’ın hiç yalan söylemeyeceğini ve ondan her şeyin beklenebileceğini çoktan öğrenmişti. “O halde altı üçgenli bir büyü çemberi yaratabilirsin Lyner. Ama ben bu gezegende, sana bunu öğretebilecek biri var mı bilmiyorum.” Bir an duraksadı. “Sıradan bir büyücü iki üçgenli bir çember yaratabilir. Kimileri üç veya dört çemberli büyüler de yaratır. Bu konu ile alakalı bir bilgi verecek olursak, iki üçgenli çemberler genel olarak tüm büyüleri yapmanı sağlarlar. Üç üçgenli çemberler ise element ve kalkan büyülerini daha güçlü yapmanı sağlar. Dört çemberli büyüler iyileştirme büyülerini güçlendirir. Çok ender görünen bir büyü şerididir. Ölmediğin takdirde seni dimdik ayağa kaldırabilecek türde güçlü iyileştirme büyüleri yapabilirsin. Fakat diğer büyü çemberlerine dair bir fikrim yok maalesef. Aslında benim bildiğim, büyü çemberlerinin sadece 3 ya da dört olabileceğiydi.” Onun da aklı karışmıştı.

“O halde belki illüzyon büyülerini ya da kara büyüyü güçlendirmek içindir beş ve altı üçgenli büyü çemberleri?”

“Bu konuda bilgi sahibi değilim. Ama şimdi hatırlıyorum da, Rylei bir keresinde anlamadığım bir büyü çemberi yapmıştı. Sanırım kara büyüydü. Belki onun da çemberi beş ya da altı üçgenlidir? Ama o aynı zamanda üç üçgenli çemberi de yaratabiliyordu. O ihtiyarın bir şeyler sakladığına eminim.”

“O aslında bana büyü eğitiminden çok ev işlerini yaptırıyordu. Bana bir şeyler öğretmekten kaçınıyor gibiydi. Hep basit şeyleri öğretmişti.”

“Madem sana büyü öğretmekten kaçınıyordu, neden ışınlanma büyüsünü öğretti ki?”

“Aslında öğretmedi. Küçükken bu büyüye maruz kaldığım için, bir yan etki oluştu. Onun aksine ben ışınlandığımda burnum kanamıyor. Benim için ışınlanmak nefes almak gibi bir şey oldu.”

Filler, bilgi sahibi olmadığı bir konuya çatmıştı. Ortada bir tuhaflık olduğu çok açıktı ancak, onun gibi zeki bir adam bile ne olduğunu çözemedi.

“Şimdi gidip savaş alanındakilerine yardım edelim Lyner. Bu konuyu yeniden konuşacağız.” Dedi. Birlikte, diğer askerlerin cesetleri taşımasına ve dağınıklıkları toplamasına yardım etmeye gittiler. Güneş doğduğunda zarar görmüş çadırlar hala düzeltilememişti.

Kuzey kampının nüfusu, o gece dörtte üç oranında azalmıştı. Güneş doğduktan bir saat sonra, Lyner yeniden uyuya kalmıştı.

36
Kurgu İskelesi / Ynt: Lyner
« : 04 Şubat 2014, 13:39:57 »
@Stormholder;

Yorumunuz için çok teşekkür ediyorum. Aslında karakterlerin çözümlenmesi, benim zamanla sindirmeyi sevdiğim bir husustur. Örneğin bir savaşın orta yerinde aniden olayla hiç alakası olmayan bir karakterin geçmişine dönebilirim ya da tamamen farklı bir karaktere geçiş yapabilirim. Bu genellikle insanların aklını karıştırıyor ve bu konuda haklısınız da. Lakin yine de, ben bunun yarattığı farklılıktan hoşlanıyorum ve umarım siz de zaman içinde buna ısınabilirsiniz.

@ M.K.Immortal;

Bahsettiğiniz kısım benim on kere düzenleyip istemeye istemeye bu şekilde bıraktığım bölümdü. Aslında o tip bir paragrafa hikayenin ihtiyacı yoktu. Sonuçta ağlamak istemesi adamın karizmasını bir nebze çiziyordu. Fakat işin arkasında, Leila ve Rylei arasındaki bağ ve büyük sırlar var. Dolayısıyla şimdilik her ne kadar adamın karizması çizilmiş gibi görünse de, birkaç kere daha geçmişten kesitler verdiğimde adamın neden bu kadar üzüldüğü daha iyi anlaşılabilir. "Zira" kelimesi ile ilgili olarak da haklısınız. Şiirsel bir şekilde görünmesi için çok fazla tekrar ettim fakat sanırım sonunda yine rahatsız edici bir görüntü oluşturdum. Bunu amatörlüğüme vermenizi rica edip tekrar tekrar yorumladığınız için çok teşekkür ediyorum. :)

37
Kurgu İskelesi / Lyner
« : 03 Şubat 2014, 17:02:52 »
Bölüm 4 – Noa

12 YIL ÖNCE

Elli beş yaşındaydı, ama kısa beyaz saçlarına nispet yapar gibi, yüzü pek bir diri görünüyordu Rylei’nin. Bir akşamüstü, evinde oturmuş, tatilin keyfini çıkarıyordu. Henüz bir hafta önce, kalan son öğrencisini, Filler’i eğitmeyi tamamlamış, artık emekliye ayrılmanın zamanı geldi diye düşünüyordu.

Belki de mezun ettiği son öğrenci olduğu için, ya da belki de sadece açık yürekli bir genç olduğu için, Filler’dan ayrılışına hayli üzülüyordu. Yine de, elden bir şey gelmezdi.

Piposunu yaktı ve yenile hazırladığı çayından bir yudum aldı. Havanın soğuk olmasından dolayı öğleden sonra yakmıştı evindeki taş şöminesini. Bu, günümüz şömineleri gibi süslü bir sıcaklık kaynağı değildi elbet. Kendi icadı, hatta belki de tüm mal varlığıydı. Ahşap küçük sandalyede oturmuş, bir yandan da yalnızlığa mahkûm kalışına isyan ediyordu.

Tam da bu sırada, genç bir oğlan çocuğu şöminenin önünde belirdi.

Havada, uğultulu bir sessizlik hâkimdi. İhtiyar, şaşkınlıkla oturduğu yerden havaya sekti, elinde tuttuğu çay kâsesi hışımla yere düştü. Fakat bunun farkında bile olmadı, sadece çocuğa dikkat kesilmişti. Görünüşe göre, çocuk derin bir uykudaydı.

Çocuğun yüzüne ellerini götürdü, fakat herhangi bir hareketlilik yoktu. “Uyan, evlat.” Dedi. Çocuktan bir ses gelmedi. Büyü ile uyutulduğuna yemin edebilirdi. Çocuğun sırtına dokundu. Başka türlü, Lyner bu kadar erken uyanmayacaktı.

Ancak, tam da çocuğun uyandığı sırada her taraf karardı. Karanlık bir sis perdesi tüm ülkenin üstüne çökmüş, her yeri kör, koyu bir perde kaplamıştı. Lakin ihtiyar buna şaşıracak zamanı bulamadı. Çocuğun gözlerindeki o kızıl çembere odaklanmıştı zira. Sadece birkaç salise görmüştü onu, o şeytani gözleri.

“Bu mümkün değil!” dedi.

Hiçbir şeyden haberi olmayan Lyner, pencereden gelen ışığı kesmekte olan karanlığın dağılışını izliyordu. Pencereden içeri yeniden ışık girmeye başladı ve o kasvetli, soğuk hava yok oldu.

“Siz kimsiniz? Annemi istiyorum!” dedi Lyner. Fazla korkmuş görünüyordu. Rylei’nin yüzündeki şok ifadesi ise, hala ziyadesiyle belirgindi. O ifade, Lyner ağlamaya başlayana kadar hiç dağılmadı. Zavallı çocuk ağlayarak, annesinin yanına dönmeyi arzuluyordu.

İhtiyar piposunu bir kenara koyarak, ona sarıldı. “Söyle bakalım, genç.” Dedi. “Annen senin ağladığını görse ne derdi? Erkek adam, asla başkalarının önünde ağlamamalıdır!” Yutkundu ve bir nefes aldı. “Annen kimdi? Seni ona götüreceğim.”

Çocuk, bir anda ağlamayı kesip gülümsedi. “Beni ona götürür müsünüz gerçekten? Onun adı Leila.”

İhtiyar, şimdi yüzüne daha sağlam bir şok ifadesi yerleştirdi. Tüm senaryo, tek bir isimle açığa kavuşmuştu. Şöminenin önüne ışınlanan bir çocuk, gözlerindeki kızıl leke, her yerin kararması.

“Yoksa…”

İhtiyar önce ağlamak istedi. Zira, Leila’nın bu çocuğu ışınlayarak kendini feda edişi, çok açıktı. Sonra, yeniden ağlamak istedi, zira çöken karanlık, Ryner’ın gözlerinin uyanışını temsil ediyordu. Daha sonra, yeniden ağlamak istedi, zira az önce, bu çocuğa tutamayacağı bir söz vermişti.

İhtiyar ayağa kalkıp, sandalyesine oturdu. “Hemen ayağa kalk, çocuk” dedi. Lyner’ın, büyük bir hevesle ayağa kalkışın seyretti. “Şimdi de arka bahçeye gidip, tüm domatesleri sulamanı istiyorum.”

Lyner anlam veremeyen bakışlarla ihtiyara bakıyordu.

“Anneni tanıyorum. Benim öğrencimdi. Sana büyü öğretmem için seni bana gönderdi.”

Lyner, anlam veremeden bakmaya devam ediyordu.

“Ne duruyorsun, çık hemen!” bu kez bağırmıştı. Lyner korkuyla kendini evden dışarı attı. “Ben uyuyacağım, beni uyandırırsan, seni öldürürüm.” Şeklinde bağırmaya devam ediyordu, Rylei.

Onu hemen dışarı yollamasının, çok daha önemli bir sebebi vardı. Lyner evin arka tarafına doğru koşarken, ihtiyarın gözleri çoktan sulanmaya başlamıştı. O genci evin dışına göndermesinin sebebi, bu iki çift gözyaşıydı tabi. Kendini kalkıp, yatağına yürürken buldu.

Leila’nın, Lyner’ı şöminenin önüne ışınladığını hatırladı yaşlı adam. “Şöminenin önü ha!” diye düşündü. “Bu, ona iyi bak mı demek oluyor, seni kahrolası velet!” O şöminenin Rylei için ne kadar önemli olduğunu bilen, onun en büyük sırrını paylaşabildiği tek kişi, Leila, artık ölümü tatmıştı.

LYNER’IN KUZEY KAMPINA VARMASINDAN İKİ HAFTA SONRA

Lyner, aylaklık ve tembellik yapmanın imkânsız olmasını kınayarak her saniyesine küfrettiği hayatını, ne daha kötü yapabilirdi diye düşünürken, cevabı Filler verdi.

“Bu gecenin nöbetçisi sensin, Lyner.”

Eğer bir volkan olsaydı, Lyner kesinlikle patlardı. En sıkıcı işlerin ve sorumlulukların sırtına yük edildiği bu hayattan tek beklentisi, günün elli altı saatini rahatsız edilmeden uyuyabileceği ve sınırsız yemeğin kendine servis edileceği bir han odasında, yumuşak bir yatağa sahip olmak ve hiç para vermemekti. Fakat o, herkes yavaş yavaş yatağına girerken, somurta somurta gözetleme kulesine tırmanmaya koyuldu. Gerçi aklındaki tüm isyan mekanizmalarını gecenin bir yarısı bir kenara atıp, uyuya kalmıştı. Eğer uyuya kalmasaydı, saat iki civarında kampın kapısından içeri dalan Leon casusunu görürdü.

Lyner, ancak birkaç saat sonra uyanabildi. Gökyüzünde patlayan bir bomba, ya da ona benzer bir şey, gökyüzünü kızıla çalmıştı. Çıkardığı ses o kadar yüksekti ki, Lyner bile derin uykusundan aniden uyanarak gözetleme kulesinin üstünde yalpaladı ve neler olduğunu anlamaya çalıştı. Dikkatle çevresine bakındığında, Komutan Filler’ın çadırını delerek göğe değin yükselen büyünün kızıl dumanlarla bıraktığı izi gördü. Bu, apaçık bir işaret fişeği gibiydi. Hemen ardından, son derece kalabalık bir asker grubunun, kampın girişinden içeri daldığını görebildi.

Lyner’ın hayatta ilk kez tattığı bu duygunun ismi, pişmanlıktı sanırım. Birkaç saniyede, neler olduğunu kavramayı denedi ve ne yapması gerektiğini bulmaya çalıştı. Çadırlarından dışarıyı gözetleyen bir grup pijamalı asker gördü.

“Kahretsin!”

Leon askerlerinden bir ya da birkaç kişi gizlice içeri dalıp, komutan Filler’ı bir savaş başlatmadan önce savaş dışı etmeye çalışmış olmalıydı. Peki o kızıl işaret, başarılı olduklarını mı gösteriyordu, yoksa başarısız olduklarını mı? Bunu anlamak için, kapıdan içeri bir sürü halinde dalan Leon askerlerinin yüzlerine baktı. Tedirginlik. Eğer o işaret başarı anlamına gelmiş olsaydı, askerlerin yüzü gülmez miydi?

Lyner iki seçenek üstünde durdu. Filler’ın çadırına gidip duruma müdahale edebilirdi. Ya da içeriye dalmakta olan yüzlerce Leon askerinin karşısına dikilip, kendi askerlerine savaşa hazırlanmaları için zaman kazandırabilirdi.

Birkaç salise içinde, kendini Leon askerlerinin karşısına ışınlamayı başardı. Filler ile alakalı aklındaki negatif düşünceler ve hissettiği bu garip huzursuzluk, ki tam açılımı kendini suçlu görmekti, beynini kemirip duruyordu ama o yine de en doğru olan seçeneği birkaç saniye içinde bulup, o yönde kararlar vermişti.

Kendini kampın girişine ışınladığında, iki yüz kadar askeri seçebiliyordu Lyner. Fakat uzaklardan hala buraya doluşmakta olan askerler olduğunu da görebiliyordu. Bu bir çatışma falan değildi, bu, resmen bir savaştı.

İri yarı, uzun burunlu bir adam, askerlerin en önünde durmuş, kendine güveni ziyadesiyle yüksek bir şekilde etrafına göz gezdiriyordu. Başı o kadar büyüktü ki, kafasındaki hasır şapka bir oyuncak gibi görünüyordu. İri yarı kolları ve bacakları, diğer Leon askerlerine kıyasla son derecede fiyakalı bir üniforması vardı. Uzun bıyıkları tüm yüzünü gizliyor, hasır şapkanın altından birkaç tel beyaz saç fışkırıyordu.

Diğer askerlerden birkaç metre ileride durmuş, beklediği gibi karşılanmayışının verdiği soru işaretleriyle kafasını meşgul ediyordu. Karşısında yüzlerce asker bekliyordu, küçük bir çocuk değil.

Lyner gülümseyerek adama dik dik bakıyordu.

“Hoş geldiniz” dedi. “Buraya savaşmak maksadıyla geldiyseniz, oturup bir kâse çay eşliğinde konuşarak anlaşabileceğimize inanıyorum.”

Lyner dalga falan geçmiyordu. Bir çocuğun savaşları saçma bulması kadar olağan, dünyada başka hiçbir şey olamazdı. İnsanlar birbirlerini öldürmemelidir. İnsanların yapacağı tek iş, oturup karşılıklı birer kâse çay içmektir çok çok, en azından Rylei böyle söylerdi.

Lakin Leon komutanı bu davranışı küstahça ve fazla kendinden emin buldu. Onun için kabul edilemeyecek tek şey, bu yerden bitme çocuk tarafından dalga geçilmekti. Yüzündeki gülümseyiş ve kendinden eminlik kayboldu ve çok daha ciddi bir ifade aldı.

“Benim kim olduğumu biliyor musun sen, çocuk!” dedi. “Adım Noa. Leon imparatorluğunun yüksek amirali.”

Lyner gülümseyişini gıdım dahi azaltmadan, adamın gözlerinin içine bakmaya devam etti.

“Benim zalim kralım bile bir ülkeyi fethe çıktığında ültimatom göndermenin onurlu bir davranış olduğunu biliyor.” Lyner, kampın dışına dikkatle baktığında, ucu bucağı görünmeyecek kadar çok asker olduğunu gördü. Yüzlerce asker. Israrla, oradan buradan akın etmeye, kalabalık Leon askerlerine katılmaya devam ediyorlardı. Lyner gibi bir genç için bile, durumun ciddi bir hal aldığı açıktı.

Noa, şaşkın bir ifadeyle çocuğun yüzüne bakmaya devam ediyordu.

“Bu işler böyle yapıldığında daha zevkli oluyor, evlat.” Dedi. “Onurlu savaşlar geçtiğimiz yüzyılda kaldı. Savaşları bilirsin. Onurlu olup olmamak, ölü sayısını değiştirmiyor.”

Lyner esneyerek adamın gözlerinin içine bakmaya devam etti ve gülümsedi.

“Eğer topraklarınız nüfusunuzu barındırmakta zorlanacak kadar azsa, size bir iki ev satın alabilirim.” Dedi. “Sonuçta sadaka ile savaşlar arasında çok ince bir çizgi vardır.”

Yaşlı amiral şok geçirmiş bir halde çocuğun yüzüne bakmaya devam etti. Birkaç yüz askerin önünde ilerleyen, yer yer beyazlamış saçları olan, ancak hala orta yaşlı olduğu belli bir adamı o sırada seçebildi. Yüzünü o tarafa çevirdi. Küçük bir kahkaha attı.

“Komutan Filler, sonunda yüzünüzü görebildik. Eh, bu kadar kolay ölmeyeceğiniz belliydi.”

Filler yalnız başına yüzlerce askeri havaya uçurabilecek türden bir adamdı. Amiral Noa için bile, ziyadesiyle zorlu bir rakip olabilirdi. Sayı üstünlüğüne sahip olmanın bu tip adamlar karşısında önemsiz olduğunu biliyordu Noa. Kurduğu strateji de, bu tip bir gücü daha savaş başlamadan saf dışı edebilmekti, ancak başarısız olacağı daha en baştan belliydi.

Noa’nın ordunun en önünde savaşması, büyük bir riskti. Ancak, askerlerin arkasından gelmesi, çok daha büyük bir risk olurdu. O hem bir motivasyon kaynağı, hem de önemli bir savaşçıydı.

“Lyner, buraya gel.” Dedi Filler. Yüzünde, daha önce hiç olmadığı kadar ciddi bir ifade vardı. Lyner’a kızgın değildi, tam tersine minnettardı. Belki aylaklık etmek isterken görevini yerine getirememişti, lakin Filler onun uyuyacağını zaten bile bile onu görevlendirmişti. Üstelik yüzlerce düşmanın karşısına dikilip, askerlerin hazırlanması için zaman kazandırdığını görmemek, bir nankörlük olurdu.

“Hayır, efendim. Bu adamla şerefli olmak üzerine hoş bir sohbet içerisindeydik zira.” Diye yanıtladı Lyner. Komutan Filler’a bakıp gülümsüyordu. Komutan Filler derin bir iç çekti. Nasıl bir cevap verebileceğini bile kestiremiyordu.

Noa’nın iki elini vücudunun önünde birleştirmesi, o kadar kısa bir sürede gerçekleşti ki, Filler son ana kadar bunu göremedi.

“Üç başlı Salamander!”

Filler henüz bir büyü şeridi yaratamadan, başı ejderhaya benzeyen üç büyük ateş topu, hızla üstüne doğru ilerledi. Ellerini önde birleştirdi, ama çok yavaş olduğunu fark etmekte gecikmedi.

Bu, Filler’in yaklaşık iki hafta önce Lyner’a saldırırken kullandığı büyü şeridi gibi, üç üçgenin iç içe geçtiği bir büyü şeridiyle oluşturulmuştu. Filler ve askerlerinden hiçbiri, bu büyüye karşılık verebilecek anı yakalayamamıştı. Lyner dışında.

Yuvarlak bir büyü halkası hızla büyüdü ve Noa’nın yaptığı büyünün önüne kendini siper etti. Lyner’ın kullandığı büyü şeridi, normal bir şeritti. Ateşten ejderhalar kalkana çarpıp, onu un ufak etti ancak, kalkan büyüyü birkaç saniye de olsa tutabilmişti. Filler’ın karşı büyü oluşturmak için ihtiyacı olduğu zamanı kazanması, bu birkaç saniye sayesinde oldu.

“Kuzeyin üçüz ışınları!”

Üç beyaz ışın, hızla salamanderlere çarptı ve havada patlayarak her iki saldırı da birbirini bloke etti.

Noa’nın gözleri, Lyner’a kaydı. Sıradan bir büyü kalkanıyla dahi, bu amansız saldırıyı birkaç saniye tutabilmişti. Lyner kalkanın kırılacağını çok iyi biliyordu. Noa’nın yarattığı büyü şeridinin çok farklı bir büyü şeridi olduğunun farkındaydı. Lakin, tüm gücüyle Filler’a birkaç saniye kazandırmak için hızlı bir karşı savunmada bulunmuştu. Bunu hem Noa, hem de Filler rahatlıkla fark edebildi.

Fakat tuhaf olan şey şuydu ki, Noa şaşkın bir ifadeyle Lyner’ın olduğu yere yeniden bakınca, onu orada göremedi. Şaşkınlığı iki katına çıkmıştı ve gözleri onu aradı. Sırtındaki hançeri o sırada fark edebildi.

“Ne güzel, konuşuyorduk.” Dedi Lyner. Noa’nın arkasında, elindeki hançeri Noa’nın sırtına dayamış bir şekilde duruyordu. “Gerçekten de, neden böyle ahlaksız bir harekette bulundunuz?”

Her şey sadece birkaç saniyede gerçekleşti. Noa’nın askerleri hemen birer büyü şeridi oluşturarak şok içinde Lyner’a doğrulttu.

Noa, Lyner’ın onu öldüreceğini sandığı için, vermemesi gereken bir emir verdi.

“Beyler, saldırın!”

Lyner eski yerine ışınlanırken, ateş ve yıldırımlardan oluşan bir büyü yığını, direkt olarak Noa’ya çarptı. Leon Amirali, kendi adamları tarafından, tam o sırada saldırıya maruz kalmıştı.

Lyner ifadesiz bir şekilde olayı seyrediyordu.

“Sanırım, yine birinin ölmesine sebep oldum.” Dedi.

Noa’nın tekrar ayağa kalkmasına sevinen tek Resdan askeri, o olmalıydı.

38
Kurgu İskelesi / Ynt: Lyner
« : 03 Şubat 2014, 00:01:53 »
Yeniden çok teşekkür ediyorum.

Profil resmim, Fairy Tail animesindeki bir karakter olan Gray'e ait. Doğrusunu söylemek gerekirse de pek çok animeyi zevkle izledim ve hala izlemeye devam ediyorum. Dolayısıyla anlatımımın ya da konu seçimlerimin animelere benzetilmesi pek kolay olur. Lakin hikayenin herhangi bir animeye ait olmadığını gönül rahatlığıyla belirtebilirim. Olsa olsa, yeni bir anime olurdu bu hikayeden. Ha tabi alçak gönüllülükle bir itirafta bulunacak olursam, büyüyü oluşturulan bir halka ile yapmaları benim animelerden gördüğüm bir şey. Fairy Tail de dahil olmak üzere pek çok animede büyü bu şekilde yapılıyor. Eğer bu fikir çalmak olduysa, özür dilemek isterim. Karakterlerin renkli saçlı olmalarıysa, sanırım yine benim anime tutkumdan kaynaklanıyor. Ama bu evrendekilerin kafaları vücutlarından büyük değil ya da gözleri kafalarından büyük değil :D

İlginiz için yeniden teşekkür ediyorum.

39
Kurgu İskelesi / Lyner
« : 02 Şubat 2014, 22:40:19 »
Bölüm 3 –  Filler

Lyner derin bir uykudaydı. Onu uyandırmak için yaklaşık yirmi kişi uğraştı. Çadırda kalan diğer askerler, genç oğlanı uyandırmak için elinden geleni ardına koymadı. Onu uyandırmaya en yaklaşmış kişi Feur ismindeki bir diğer askerdi. Lyner’ın yüzüne bir bardak su dökmüş, Lyner “Bunu bir kere daha yaparsan seni öldürürüm” diye sızlanıp uyumaya devam edince bunu tekrar denemeye cesaret edememişti.

Askerlerin sabah altıda antrenman sahasında toplanacağı öngörülmüştü fakat Lyner’ı uyandırmaya çalışmanın faydasız olduğuna karar veren arkadaşları bunu denemekten vazgeçip onu almadan gitmek durumunda kaldılar.

Komutan Filler’in ilk başta durumdan haberi yoktu tabi ki. Eski ve yeni tüm askerler antrenman sahasında toplanmışlardı ve Filler bile kaç kişi olduklarını bilemezdi ya da sayamazdı. Fakat ne yazık ki Lyner’ın şakaya karışık tehdidini ciddiye alan Feur, durumu komutanına bildirmekten en ufak bir vicdansızlık duymadı.

Filler’in sinirlenişinin iki sebebi vardı. Birincisi Lyner adlı bu çaylağın böyle önemli bir toplantı sırasında uyuyor oluşuydu. Ama daha da sinirlendiği şey, arkadaşlarından birinin onu kendisine ispiyonlamasıydı. Sinirle on dokuzuncu çadıra yürümeye başladı.

Feur son üç yıldır Rylei ustanın yanında büyü eğitimi almış biriydi. Lyner, sekiz yaşından beri Rylei ustanın yanındaydı. Dolayısıyla birbirlerini tanıyorlardı ve Rylei ustanın birkaç öğrencisi daha bu kampa onlarla birlikte gelmişlerdi.

Filler çadırdan içeri girdi ve gerçekten de 18 – 19 yaşlarında bir oğlanın arkadaki yatakların birinde uyuyor olduğunu gördü.

“Uyanmak için sana sadece üç saniye veriyorum!” diye bağırdı. “Üçe kadar sayacağım. Eğer uyanmazsan, şiddete başvuracağımın garantisini veriyorum.”

Filler daha dikkatli bakınca, bu çocuğun dün akşam Torc ile olan konuşması sırasında kıkırdayan çocuk olduğunu gördü. Gerçekten korkusuz ve sorumsuz bir tiplemeyle karşı karşıya kaldığının farkına varmıştı.

“1, 2, 3!”

Adam yuvarlak bir büyü şeridi oluşturdu. Bu büyü şeridinden çıkan ve şiddetle Lyner’ın yüzüne doğru ilerleyen bir su hortumu, zavallı genci uyandırmayı bırakın, yatağı kırmış, çocuğu adeta yere gömmüştü.

Lyner ayağa kalktı ve şaşkın bir şekilde etrafına bakındı. Komutan Filler’ın kızgın yüzünü görünce gülümseyip selam verdi.

“Son derece rahatsız bir yataktı zaten” dedi. “Daha yumuşağını verirseniz sizi affederim.”

Filler’in duyduğu öfke tarif edilemezdi. Bu çocuğun kendine olan güveni ve bu kadar sempatik oluşu kabul edilemezdi ve nasıl bu kadar rahat olabildiğini anlamakta sıkıntı çekiyordu.

“Peki,” diye yanıtladı adam alaycı bir şekilde. “Kesinlikle bana darılmanı istemiyorum. Sana daha yumuşak bir tane vereceğim.”

“Anlıyorum.” Dedi Lyner. “O halde uyumaya devam etmek istiyorum.” Bir başka yatağa doğru yürüdü.

Arkadaki askerlerden bir kıkırdama duydu. Bu çocuk aptal falan mıydı?

“Benimle dalga mı geçiyorsun!” diye bağırdı. Hayatında ilk kere bu kadar sinirlendiğini hissediyordu. Bir diğer büyü şeridi yarattı. Bu kez çok daha hızlı davranmıştı. Büyü şeridi maviydi ve üstündeki semboller, sıradan büyü çemberlerindekilerden çok daha farklıydı.

Filler’in amacı Lyner’ı öldürmekten başka bir şey değildi. Güçlü bir yıldırım şeritten fırladı ve Lyner’a çarparak genci duvara, sonra da yere yapıştırdı.

Herkes şok olmuş bir şekilde olayı izliyordu. İçlerinden en çok şoke olmuş olanı, kesinlikle Filler’dı. Lyner ayağa kalktı. Hala gülümsüyordu.

“Oh, bir an öleceğimi sandım.” Dedi.

Sıradan bir büyücü, Filler’ın yarattığı büyü şeridinin diğer büyü şeritlerinden farklı olduğunu anlayamazdı. Sıradan bir büyü şeridi yuvarlaktır ve üstünde iki üçgenin iç içe geçtiği bir sembol vardır. Filler’in yarattığı bu büyü şeridinde, üç üçgen iç içe geçmişti. Dolayısıyla sıradan bir büyücü, sıradan bir kalkan yaratmaya çalışıp, sonucunda başarısız olurdu. Peki, en ufak bir kalkan yaratmadan böyle bir saldırıdan canlı kurtulmak, nasıl mümkün olabilirdi? En azından oradaki askerler böyle düşünmüşlerdi. Filler’in aklındaki soru ise, tamamen bambaşkaydı. Bu genç çocuk saldırıya maruz kalmadan hemen önce kendini duvara nasıl ışınlamıştı? O çocuk hiç saldırıya maruz kalmamıştı, sadece maruz kalmış gibi rol yapmıştı.

Filler arkasına dönüp dışarıya doğru yürüdü.

“Rylei’nin öğrencisi misin?” diye sordu bir yandan da. Bir cevap beklemedi. Cevabı çok iyi biliyordu. Işınlanmak, Rylei’nin kullandığı bir teknikti ve ona bile güvenip öğretmemişti. Eğer bu çocuğa güvenip öğretmişse, Filler de ustasına inanıp bu çocuğa güvenecekti.

O ihtiyarı bulduğu yerde, yüzüne bir yumruk çakmak istiyordu. Kıskanmıştı.

O dışarı yürürken, Lyner da cevap vermedi ve adamı takip etti. Ne de olsa artık uyanmıştı.

Dean

Tüm askerler alıştırma sahasında toplanmışlardı. Filler en nihayetinde herkesi toplamış, konuşmaya başlayabilmişti.

“Dediğim gibi, sürekli savaşa hazır bir halde olmalısınız. Leon krallığı ile sürekli çatışmak durumunda kalıyoruz. Bu sebeple sürekli antrenman yapıyoruz. Bunun için de iki kişilik takımlar oluşturup büyü alıştırmaları yapacaksınız. Herkes kendine bir eş bulsun ve önceden burada olan askerlerin yaptıklarını yapmaya başlasın.”

Hali hazırda burada asker olanlar, ikişer kişilik takımlar halinde alıştırma sahasındaydılar. İki kişilik gruplar, kendi içlerinde büyü saldırılarında bulunuyordu. Bir kişi büyü yaparken diğeri kalkan yapıyor, sonra kalkan yapan saldırıp büyü yapan kalkan yaratıyordu.

Yarım saat geçmeden yeni gelenler de iki kişilik takımlar kurarak onlara katıldı. Lyner, Dean ile bir takım oluşturmuştu. Dean onun en yakın arkadaşıydı ve Rylei ustayla birlikte çalışmışlardı. Dean; kısa, koyu mavi saçları olan; kısa boylu, çelimsiz bir tipti. Sırtında bir kılıç taşıyordu. Aşırı uzun ve süslü bir kılıçtı bu. Dean kılıcı mavi alevlerle sarıyor ve bu şekilde savaşıyordu. Herkes ona yıldırım lakabını takmıştı, zira kılıcını o kadar hızlı sallardı ki, mavi alevler bir kıvılcım gibi görünür ve parlarlardı.

Lyner çok rahat bir şekilde Dean’ın yaptığı kılıç darbelerini bir kalkan ile durduruyordu. Dean’ın Lyner’ın şimşeklerini savuşturması da bir o kadar kolaydı, ama sıradan bir büyücünün çok zorlukla karşılayabileceği türdendi.

Onları izleyen Filler’ın ilk fark ettiği, Dean’ın tüm gücüyle saldırdığıydı. Lyner ise sanki gücünü kısıtlamaya çalışıyor gibiydi.

“Bu çocuk nasıl bir canavar böyle” diye düşünmeden edemedi Filler. Kusursuz bir şekilde yıldırımı kullanabiliyordu. Hemen arkasından gelen kılıç darbesini kusursuzca durdurup, bu kez bir ateş büyüsüyle saldırabiliyordu. Büyüler arasında değişimi ve hâkimiyeti çok güçlüydü. Filler’ın fark ettiği, Lyner’ın yüzündeki sıkıntılı ifadeydi. Sanki Dean’a zarar vermekten korkuyor gibiydi.



40
Kurgu İskelesi / Ynt: Lyner
« : 02 Şubat 2014, 22:37:50 »
Siz sanırım Ryner ile onun öğretmeni Rylei'nin ismini karıştırdınız =)

41
Kurgu İskelesi / Ynt: Lyner
« : 02 Şubat 2014, 20:02:34 »
Beni çok onure ettiğinizi söylemek durumundayım. Çok mutlu oldum bunu duymaktan. Bu şekilde beni daha da yazmaya teşvik ediyorsunuz ki bende aklımdakileri bir an önce yazıya dökmek için sabırsızlanıyorum.

Çok teşekkür ediyorum.

42
Kurgu İskelesi / Lyner
« : 02 Şubat 2014, 18:13:21 »
Bölüm 2 - Rylei

RYNER’IN ÖLÜMÜNDEN 14 YIL ÖNCE

Rylei, orta yaşlı bir adamdı ve kendini ülkenin yararına olabilecek savaşçılar yetiştirmeye adamış, onurlu bir büyücüydü. Onun yöntemleri hep fazla sert görülürdü. Ancak hiçbir öğretmen, onun sevdiği kadar öğrencilerini sevemezdi. Bu adam, bir çok efsanevi büyücü yetiştirdiği için, efsanelerin lideri gibi bir lakapla anılırdı.

Saçları yer yer beyazlamış, mavi gözlü bir adamdı. Onun tek gayesi, yıllardır ülkenin başında hüküm süren zalim kralların ülkeye yaptığı zalimlikleri düzeltebilecek bir kahraman yaratmaktı, ama zavallı adamın şu ana kadar yetiştirdiği tüm büyücüler bu zorbalığı devam ettirmiş kör nankörler olmuşlardı. Bunun için kendini suçlardı Rylei.

Leila ve Ryner, onun şu sıralar ümitlerini omuzlarına yüklediği öğrencileriydi.  O ikisi, masum bir aşkın kurbanıydılar ve Rylei aşkın insanları güzelleştirdiğine inanırdı. Onları diğerlerinden özel yetiştirişinin sebebi buydu.

Leila o kadar güzel bir kadındı ki, bu Dünya’dan olduğuna inanmak şahit isterdi. Ryner ise ona yakışacak bir yakışıklılıktaydı. Kısa kızıl saçları yukarıya doğru dikilmiş, yüzünün hatlarını ortaya koyuyordu. İnanılmaz keskin yüz hatları vardı. İnce dudakları, düzgün burnu ve çatık kaşlarıyla, pek çok genç kadının arzuladığı bir gençti.

“Siz ikinizle ayrılacağıma ziyadesiyle üzülüyorum.” Diyordu Rylei alıştırma kampının kuzeyindeki korulukta yürürlerken. “Ayrıca daha önce kimseye güvenmediğim kadar size güveniyorum. Bu ülkeye yetiştirdiğim en iyi öğrencilerimden olduğunuzu düşünüyorum. Size bu tekniği öğretmek istememin sebebi de buydu.”

Adam bir ağacın önünde durdu. Öğrencilerinin gözlerinin içine bakıyordu. “Usasiki. Gözlerin aynası olarak bilinen büyü.” Sessizleşmişti ve piposunu yaktı. “Kendi varlığınızı yok edip, başka bir yerde yeniden var edebilmenizi sağlar.” Şeklinde konuşmaya devam etti.

Ryner ve Leila şaşkın bir ifadeyle yaşlı adama bakmaya devam ediyorlardı.

O sırada Rylei, bir salise içinde ortadan yok olup, hemen arkalarında belirdi ve Ryner ile Leila’nın sırtına ellerini dayadı. Şimdi, onları iteleyerek yere düşürmüştü. Adamın ortadan yok oluşuyla arkalarında var oluşu arasında en ufak bir salise farkı bile yoktu.

Ryner ve Leila şok içinde yerden kalkıp adama döndüler. Rylei’nin burnu kanıyordu.

“Ancak varlığınızı ne kadar uzakta yaratırsanız, hayatınız o kadar kısalır.”

Ryner, o esnada, hiç sormaması gereken bir soru sordu.

“Peki bunu başkalarına yapmak mümkün müdür?”

“Kendi hayatınızın tamamını vermek şartıyla başkasını yok edip başka bir yerde yeniden var edebilirsiniz. Ama kendinizde bu büyüyü yapabilmek için bile yıllarca tecrübe etmek gerekir. O tip bir şey yapmak çok kolay olmasa gerek.”

Zavallı adam, Ryner’ın bir şeytan olduğunu ve Leila’nın bu büyüyü oğlunu ışınlamak için kullanıp kendini feda edeceğini bilmeden, öylece gülümsemişti o sırada. Kimse kötü bir şey yaptığını söyleyemezdi. Ama iyi bir şey yapıp yapmadığı da tartışılırdı.

RYNER’IN ÖLÜMÜNDEN 12 YIL SONRA

Kuzeydeki asker kampında, herkes birbirini sevip sayardı. Kuzey, ülkenin en çok savaşmak durumunda kalan bölgesiydi. Ölüm korkusu, buradaki askerleri birbirine sevgiyle kenetliyordu.

Kuzey kampının en önemli özelliği, tüm askerlerin büyü kullanabilmesiydi. Stratejik önem taşıyan bu bölge, kral tarafından sıkça ziyaret edilir, iyi korunduğuna hep emin olunurdu. Ülkenin kuzeyindeki Leon imparatorluğu, yıllardır yaptığı vur kaç politikasını uzun bir süredir yapmıyor gibiydi. Kuzey kampı lider komutanı Bay Filler, bunu hiç hayra yormamaktaydı. Sanırım Leon krallığının kuzey kampıyla verdiği küçük ama ölümcül mücadelelerin uzun bir süredir yapılmayışı, fırtına öncesi sessizlik gibi bir şeydi.

Bölgeye yeni transfer edilen bir grup asker, gecenin karanlığında ve ormanın uğultulu sessizliği ardında, at arabalarıyla kampın ışıklarını arıyordu. Doğrusu bu çaylaklar kuzey kampına gecenin bir yarısı varmayı kendileri de planlamamışlardı. Onlar sadece kuzey kampını korumak adına güneyden gönderilen yeni askerlerdi.

At arabalarından tekini sürerken sürekli uyuyup yeniden uyanıyordu Lyner. Hayatının kalanını verirdi belki tek bir yatak ve bir yastık için. Saatlerdir bu ruh hali içindeydi fakat bir şekilde arabayı sürmeyi başarıyordu.

Kampın ışıklarını ilk gören o oldu. Konvoyun en önünde falan değildi ve son derecede yorgun ve uykuluydu, ama yine de o ışıkları ilk gören o olmuştu. Çevresine bakındı. O tarafa doğru yönelen bir toprak yol olmalıydı. Belki geride bırakmışlardı? Yine de, konvoyu takip etmeye devam etti.

Konvoyun en önündeki at arabasında bulunan kişi, Amiral Torc’du. O da kampı birkaç saniye önce fark etmiş, sürücüye bağırmakla meşguldü. Sürücü durdu. Onu takip eden tüm at arabaları da durdu tabi. Amiral herkesin arabalardan inmesini işaret etti. Kampa yaya olarak ulaşacaklardı.

Amiral Torc, yaşlı, beyaz saçlı, şişman bir adamdı. Fakat şişmanlığının sebebi yağ değil, aksine kaslarıydı. Korkutucu bir kas torbasıydı bu adam ve ülkenin en iyi yakından dövüşebilen büyücüsüydü. Yumruklarını ateşe dönüştüren bu adamın lakabı, Demir yumruk Torc’du. Şu aralar kralın sağ kolu gibiydi. Ryner öldükten sonra, kralın amiral yapmaya karar kıldığı isimdi. Belli ki, birlikte çalıştıkları bu son yedi – sekiz yılın ardından, Kral onu, onun adına kuzey kampını kontrol etmesi ve yeni çaylaklar taşıması için gönderebiliyordu.

Kuzey kampının lider komutanı Bay Filler, Amiral Torc’u kampın girişinde karşıladı. Amiral, bu kez çok daha fazla çaylak taşımıştı yanında.

“Hoş geldiniz, Amiral Torc” dedi Filler. Torc kampın girişinde, Filler’in önünde durdu ve sağlam bir kahkaha atarak yanıtladı onu. Buraya taşıdığı çaylaklar da onun arkasında durdu.

“Misafirperverliğinden ve resmiyetinden hiç ödün vermiyorsun Filler” dedi. “Şu haline bak, savaş korkusu saçlarını bile senden almaya başlamış.”

Filler, son zamanlarda gür siyah saçlarının yerini beyaz ve kuşkusuz ki çok daha az sıklıkta bir saç örtüsü aldığının elbette ki farkındaydı. Ancak bu tip samimi şakaları bir iblisin sağ kolundan duymayı hak etmiyordu.

“Saçlarımın beyazlamasından bahsediyorsanız Amiral, bunun savaş korkusundan çok yaşlanmaktan olduğunu düşünüyorum. Zira sizin gibi tüm gün haremde oturup envai çeşit sulu meyve yiyen birinin bile, kafasında saç kalmamış.”

Amiral bu sözlere epey bozulmuştu. Fakat ona gülümsedi ve bunu şakaya yordu. Onun bu sakin hallerini bozan şey, hemen arkasındaki gruptan gelen bir kıkırdama oldu. Arkasına sert bir ifadeyle baktı ve yeniden Filler’e döndü:

“Eh, artık yaşlandığımızı kabul etmek gerek.” Dedi. Arkada kıkırdayan her kimse, şimdi bir kahkaha atmıştı. Torc’un yüzünde kızdığını belli eden bir ifade oluştu ama dikkatinin dağılmasına izin vermedi. “Geçen seneden bu yana kaç asker kaybınız oldu?” diye sordu Filler’a.

“Yaklaşık iki yüz kişi”

Kıkırdamalar bitmişti. “Beklediğimden daha az oldu.” Dedi Torc. “Sanıyorum Leon imparatorluğu boşuna savaştığını anlayıp geri çekiliyor.” Filler ciddi bir ifade ile onu dinliyordu. “Bunlar yeni askerleriniz. Bu kampta görev yapacak yaklaşık üç yüz kişi. Üstelik kimisi Rylei’nin öğrencisiymiş.”

Filler’in ciddi ifadesi bozulmamıştı. Hafifçe kafasını eğerek yetindi.

Torc, geldiği yere döndü. Çaylakların arasından geçerken, Filler’in gür sesini duyuyordu: “Buradan gelin, size boş çadır bulayım” diyordu. Yavaşça ilerlemeye devam etti. At arabalarından birine binerek, ormanın içinde kayboldu.

43
Kurgu İskelesi / Ynt: Lyner
« : 02 Şubat 2014, 14:48:33 »
Eleştirinizden dolayı çok teşekkür ediyorum, beni gerçekten çok mutlu ettiniz. Kelime tekrarlarının göz yorar cinsten olduğunu siz söyledikten sonra metni okuyarak ben de fark ettim. Buna hikayenin devamını yazarken çok daha dikkat etmeye çalışacağım. Okuduğunuz için de ayrıca teşekkür ediyorum.

44
Kurgu İskelesi / Lyner
« : 01 Şubat 2014, 23:15:14 »
Bölüm 1 - Ryner

Yeşil arazi, tek bir kulübe ve kulübenin etrafındaki birkaç iri çiftlik hayvanı dışında bomboştu ve dolayısıyla fazlasıyla sıradan görünüyordu. Orta yaşlı bir kadın kulübenin etrafındaki çiçekleri sulamakla meşguldü. Gereksizce gülüyordu. Olması gerekenden daha mutluydu. O kadını, herhangi bir şey bile mutlu edebiliyordu ve buna petunyaları sulamak da dâhildi.

Hasırdan yapılma bir salıncak üzerinde oturup annesinin sıcak gülümseyişini izleyen çocuğun adı Lyner’dı. En fazla sekiz, dokuz yaşlarındaydı. Gözlerini yarıya kadar örtecek, siyah, uzun saçları ve yumuşak yüz hatlarıyla, pek can yakacak bir oğlana benziyordu.

Arazinin ücra bir köşesinde, yaklaşık iki yüz asker ile birlikte kulübeye doğru yürüyen komutanın ismi ise Ryner’dı. Kralın sağ kolu olarak da bilinen, Ryner Deobilis. İsmini tüm Resdan krallığı içinde bilmeyecek tek bir kişi bile olamazdı. O, zalimdi. Zalimliği, diğer tüm krallıklar için bile fazla ünlüydü. Tabi o bile, kralın kendi kadar zalim olmayı beceremiyordu.

Ryner, tüm Resdan krallığındaki en güçlü büyücü olarak bilinirdi. Yine de, onun bile korktuğu şeyler vardı. Bugün, bu arazide, tedbirli bir şekilde ve bu kadar askerle yol alışının sebebi de bu korkularının en büyük kaynağı olan Lyner, kendi öz oğluydu. Kulübe Ryner’ın görüş mesafesine girdiğinde, çocuk her şeyden habersiz salıncakta sallanıyor, bir yandan da bir melodi mırıldanıyordu. Fazla nazik, narin ve masum görünüyordu, oradaki askerler için bile. Bunu göremeyecek en kör zalimlerden birinin kendi babası olması büyük talihsizlikti.

İşte o askerler, hızla kulübenin görüş alanına girdi. Resdan askerlerini gören Leila, yüzündeki gülümseyişi birkaç milisaniyede şok ifadesine, daha da küçük bir sürede ise korku dolu bakışlara dönüştürdü. Bu değişim, insan beyninin bir şaheser oluşunun en belirgin görünümüydü. En olağanüstü senaryolar gerçekleşirken, durumu kusursuz bir şekilde analiz edebilir, bir o kadar kısa bir sürede de ne yapılabileceğine dair fikir üretebilir. Dolayısıyla, kulübeye doğru bir anda yöneltilen yüz kadar oka karşı kadının muhteşem bir kalkan oluşturması, nerdeyse okların serbest bırakılışıyla aynı salise gerçekleştirilmişti.

Mavi, yuvarlak bir büyü şeridi birkaç saniyede evin etrafını kuşattı. Bu, bir annenin oğlunu kurtarmak için verdiği umutsuz mücadeleydi. Oklar, bu şeride çarpıp yere düştüler. Hemen ardından, güçlü bir yıldırım büyü şeridinden, ordunun olduğu tarafa doğru yöneldi.

Ryner, Leila’nın oluşturduğu kalkan şeridinin on katı büyüklüğünde bir kalkan yaratabilirdi, evet. O yıldırımın yüz kat güçlüsüne karşı bile bir ülkeyi koruyabilecek bir kalkan. Fakat o, sadece kendini koruyacak küçük bir kalkan yapmayı tercih etti. Bunu fark eden askerlerden, sadece büyü kullanabilenleri kendini koruyacak bir kalkan yaratabildi, kalan tüm okçular ve askerler ölümle sonunda tanışmışlardı. Yıldırımın çarptığı toprakta, yuvarlak bir iz kalmış, toprak içine çökmüştü.

Ryner’ın uzun kızıl saçları, yıldırımın ardından esen bir rüzgar sayesinde havada uçuşurken, kulübeye doğru hızla koşmaya başlamıştı. Hayatta kalanlar onu takip ettiler. Ryner’ın gülümsemesi ziyadesiyle kuşkuluydu.

Tüm bunlar olurken, Leila oğlunun yanına koştu ve eliyle sırtına dokundu. Aslında tüm bunlar o kadar hızlı olmuştu ki, çocuğun salıncağı durdurup “anne” demesiyle, annesinin onun sırtına dokunması aynı saniyeye denk geldi. Leila Lyner’ın sırtına dokunduğu anda, zavallı çocuk derin bir uykuya daldı. Çocuk annesinin kolları arasında uykuya dalmışken, annesi onu yavaşça yere bıraktı. Görevi Leila’nın sarı, uzun, ipeksi saçlarını toplamak olan kelebek görüntüsündeki bir saç tokası o sırada saçlarından yere düştü. İnanılmaz güzel bir kadındı aslında ve tüm bunları hak etmeyecek kadar temiz yürekliydi.

Oluşturduğu kalkan tam da bu sırada çatladı ve toz halinde yok oldu. Leila’nın bunu fark edişiyle, şüpheleri doğrulanmış oldu. Bu güçte bir kalkanı böyle kolay yok edebilen bir büyücü, bu işin arkasındaki isim, Ryner’dan başkası değildi. O bunu fark edene kadar, kızıl saçlı o şeytan, çoktan kadının birkaç metre ilerisinde dikilmişti zaten.

Ryner kalkanı yıkıp hızla içeri atılırken, askerleri de onu takip etmişti. Ryner’ın Leila’yı öldürmek gibi bir gailesi yoktu. Zira, onu seviyordu. Böyle hastalıklı bir kalp bile, birilerini sevebiliyordu belki. Ama kesinlikle Lyner’ı öldürmeliydi.

İlk öne Leila’yı gördü. Kadın, yüzündeki gülümseyişiyle onu bekliyordu. Fakat, oğlundan bir iz yoktu.

“Leila, güzel kadın!” dedi. “Benim tatlı sevgilim, gücünden hiç düşmemiş.” Duraksayıp etrafına bakındı “Aşkımızın küçük meyvesi nerede? Belki babasına hoş geldin demek isteyecektir?”

“Biraz geç kaldın Ryner.” Diye cevapladı Leila. Kadının burnundan kan akmaya başlamıştı. “O burada değil.”

Adamın gülümseyişi bir anda sona erdi. “Ne yaptın sen, Leila?” diye sordu.

Leila, şimdi çok daha içten gülümsüyordu. “Tanıdık olduğun bir büyü. Usasiki.”

Kadının burnundan kan akmaya devam ediyordu. Ryner’ın gülümsemeden ifadesizliğe dönen yüzünü bir anda korku almıştı.

“Yapmış olamazsın!”

Leilanın gülümseyişi güçlendikçe, adamın öfkesi körükleniyordu. Ryner kudretli bir çığlık attı ve gözleri kızıla dönüştü. O kızıla çalan gözlerinde, mavi bir mühür belirdi bir anda.

Her şey, Leila’nın olmasını istediği gibi oluyordu. Ryner’ın, hayatında ikinci kez, ki ilki doğduğu sıradaydı, gözünden yaş damladı. Bu bir damla yaş yere düşene kadar, kapkaranlık bir perde yayıldı her yere. Saçtığı öfkenin hüküm bulmuş hali olarak, askerlerini doğrayan gölgelere dönüştü bu siyah perde ve her şeyi parçalara ayırdı. Önce askerler, sonra kadın ve en son olarak kendisi, o uğultulu karanlığın içinde ölümü tattı.

O karanlığın içinde Ryner hıçkırıyordu. “Bu gözlere sahip olmak, benim hatam değildi Leila” diye bağırıyordu. Zavallı kadın da, son nefesini onun için harcamıştı.

“Biliyorum, Lyner’ın da değildi.” Ve yok oldu.

Ay karardı ve karanlık bir duman, tüm krallığın üstünde belirdi. Bu, Ryner’ın öldüğü andı.

45
Kurgu İskelesi / Ynt: Craf
« : 03 Mart 2013, 12:30:15 »
@Wanderer: Bunun bir ütopya olduğunu düşünmeni istemem. Zira kendi düşüncelerimi yazıya katmışım gibi bir önyargı oluşmuşsa bunu aşmak lazım. Tanrı'nın ne düşündüğünü ben bilemem. Ne düşündüğünü biliyorum da diyemem, lakin, ne düşünmesi gerektiğini sorgulayabilirim. Sen de yapabilirsin. Aslında, herkes yapabilir.

@BerkeB: Okuyup yorumladığınız için teşekkürler.

Sayfa: 1 2 [3] 4 5