ARPAKÇI KURÇAK BEY
Binbulak'ın en güneyinde kuzey topraklarına açılan kapılardan biri olarak duran Suskubark'ın bundan yıllar yıllar önce bir Kimet balıkçı barkı olarak olarak kurulduğu söylenegelir. Bu, duyanı az da olsa şaşırtan bir bilinti kabul edilir. Çünkü bu bölgelerle ilgili biraz bilgisi olan herkes, Kimet insanının deniz kıyısından pek de haz etmediğini bilir.
Kuzey denizlerinde daha bir özgürce gezinen Denizsoyu düşünüldükçe, Kimetlerin kıyılarda yaşamamalarını çok makul olarak görürsünüz. Çok kimsenin, bırakın karşılaşmayı, sesini duymaktan bile imtina edeceği yaratıklara rağmen, Kimetlerin burada bir yerleşim yeri kurmasının elbette 'kendi içinde' kabul edilebilir nedenleri vardır. Buna ilişkin yine söylenen odur ki; Kimetlerin katı gelenekleri nedeniyle cezalandırılan kaçan bir avuç yerli, vadideki ve dağlarda yaşayan kardeşlerinden uzakta, onlarla karşılaşmayacakları bir yere sürülmüşler. Onlar da sürüldükleri bu kıyıda Suskubark'ı kurmuşlar.
Kimbilir, Suskubark'ın kaderi de belki o anda çizilmiştir. İlk Kimetliler, kendilerini kabul edecek bir oba bulmaları halinde hiç düşünmeden Subarkı'nı, itilmişliğin yuvası olan bu yeri terk edebilirlerdi. Bugün burada, başka yerlere gitmenin düşüyle ayakta duran insanların, yıllar önce itilmişliklerinin sonrasında burada sığınabildiklerini unutmuş görünüp, dua edecekleri liman şehrine küfretmeleri gibi. İtilmişler şehri, itilmişlerce, tüm itilmişlikler görmezden gelinerek, gönül rahatlığı ile tozpembe hayaller eşliğinde itilip kakılabiliyordu.
"Bugün buradayım, ama sadece bugünlük. En kısa zamanda, bir yolunu bulduğumda ..." ile başlayan cümleler buradakilerin beynini kemirip duruyordu. Bir türlü geçmeyen o kısa zaman, törpülenen ömürler, yitip giden yaşamlar... İşini hep yarına bırakmak zorunda kalan, o işi yapacak zamanı hiç bulamayan, sonunda isyan eden, isyanını haykıran, haykırdığı sözcükler kapalı ağzına çarpıp vücudunda yankılanan ve içinde biriken de biriken, acınası insanların barkıdır Suskubark. Belki de o nedenle umutsuzdur... Sessizdir... Suskundur...
Kurçak bey böylesi fırtınalı yılları geride bırakalı çok oluyordu. Elli üç yıl önce bir yaz günü, otuzlu yaşlarına yeni girmiş, henüz daha genç sayılabilecek bir Kovaz olarak, beraber geldiği yaklaşık 100 kişilik göçmen topluluğu ile Suskubark limanına indiğinde, bu kadar uzun süre buralarda kalacağı aklına gelmemişti kuşkusuz. Güneyin sıcak topraklarından kalkıp 'yağışsız günleri' sayılı, bin bir türlü yabanıllığın kol gezdiği derin ormanlarla kaplı bu toprakları tanır tanımaz, tekrar eski evine dönme düşleri kurmuştu, tüm diğer Kovazlar gibi. Ama onun ya da diğer Kovazların eve dönebilmesi bir yana dursun, ondan sonra gelenlerin sayısı artıkça artmıştı Suskubark'ta. Öyle ki, bugün beş bine yaklaşan Subark'ın yarısı Kovazdı... Yarısından çok çok fazlası, eve dönme düşleri kurmuyordu... Ve 'nerdeyse' hiç birinin umudu kalmamıştı artık.
Diğer Kovazlarla benzer yazgıyı ve duyguları yaşasa da, Kurçak beyi diğerlerinden ayıran önemli bir ayrım vardı. O "Gerçeker Kardeşliği" için çalışan ve de bu nedenle özellikleri olan biriydi. Ya da bunun tam tersi: Bazı 'özellikleri' olduğu için o da kardeşliğe kabul edilmiş, 'onurlandırılmış'tı. Diğer Kovazlar gibi "Benice Taşkınlığı" sonrasında buraya göç ettirilmesine karşın özellikle bu bölgeye gönderilmesinin altında başka sebepler vardı. Böylesi düşüncelere sahip olması onu tümden umutsuzlardan ayırıyordu.
Kardeşlik'i daha çocuk yaştayken öğrenmişti Kurçak bey. Dedesi, Kardeşliğin Benice koluna bağlı önemli arpakçılardan biriydi. Babasını erken yaşta kaybeden küçük Kurçak, bu talihsiz olaydan sonra dedesinin yanına taşınmış, onun yanında Kardeşliğe ilişkin her öğretiyi yakından görme fırsatı yakalamıştı. Bu sayede çok genç yaşlarda Kardeşlik için çalışmaya başlamış, on beşinci yaş gününde özel bir törenle "Gerçekerlik" yoluna adım atıp kardeşliğe katılmıştı.
Benice'de yeteri kadar örgütlenen Kardeşlik, ölüm, savaş, hastalık ya da Kurçak'ın o dönem içinde bulunduğu 'zorunlu göç' gibi olumsuzlukları bile bir amaç için kullanmayı iyi biliyordu. Böylesi bir kara yazgıda genç Kurçak'a da bir yol çizilmişti hemen. Kurçak bey, daha önce Kardeşlik'ten kimsenin gitmediği yerlerden biri olan Binbulak'a gidip Kardeşlik çalışmalarını burada yürütmek üzere görevlendirilmişti. Yani 'Yaklaşan Yıkım' öngörüsü doğrultusunda hareket edip, bulundukları yerleri inceliyor, doğaüstü, sıradışı, aklın almayacağı her olayla ilgileniyor, eldeki bilgileri diğer 'kardeşlerine' ulaştırıyordu. Yerez'in başka bölgelerindeki yüzlerce diğer Gerçeker gibi.
Gerçeker Kardeşliği, olağanüstü bir durum olmadıkça çeyrek yüzyılda bir görevi devralması için başka bir kardeşi gönderirdi. Bayrağı devreden kıdemli kardeşler bundan sonraki yaşamlarını, deneyimlerini aktarmak için, yerleri saklı olan iki Kardeşlik Okulu'ndan birinde geçirirlerdi. Bildiklerini kardeşlik adaylarına aktarmak, kendi aralarında uzun tartışmalar yapmak onların son sorumluluğu ve görevsel keyifleri olurdu. Bundan sonrası içinse pek çoğu kalan ömürlerini geçirecek sakin yerler ararlardı.
Kurçak bey elli üç yıldır Binbulak'ı köşe bucak geziyordu. Aynı zamanda fazla bilinmeyen bu bölgenin haritasını çıkarmaya çalışıyor; deneyimlerini, ileride eğitim verirken faydalanacağını sandığı parşömenlere yazıyordu. Yöre yöre tüm köylere ulaşmaya çalışıyor, orada yaşayanları inceliyordu. Bunları yaparken de, dışarıdan gelen bir yabancı olmanın yarattığı tüm zorlukları yaşıyordu. Kimi yerlerden kovuluyor, çok şanslıysa sadece taşlanıyor, genellikle bıcak, kargı, ok yaraları alıyordu. Yöre insanının hayvanları tarafından kovalanıyor, çocukların alay konusu da oluyordu. Tepkisizce ya da olumlu bir şekilde karşılandığı bölgeler çok azdı. Bu da genellikle güven kazanmak gerektiğinde kullandığı arpağ becerisinin ödülü sayılırdı.
Kurçak bey, tüm bu zorluklara rağmen dedesinin yolundan ilerlediği için şikayetçi değildi. Hep iyi bir arpakçı olmak istemişti. Kendini geliştirmeye, çevresindekilere yardım etmeye, iyi ve sevilen biri olmaya çalışmıştı. Ama nedense bildiği en etkili arpağları hep Benice'de yapma fırsatı bulmuştu. En azından o öyle anımsıyordu. Gücü burada fazla gerekmediğinden olsa gerek, çok yoğun şekilde kullanmamış, bu nedenle kendini biraz körlenmiş hissediyordu.
Öyle ya da böyle, -işte- zamanı gelmişti. Kapısı zayıfça çalınmış, ayak işlerine bakması için uzun yıllardır yanında bulunan sadık dostu Abur kapıyı açıp gelenleri karşılamıştı. Sadık dost, gelen konukları geniş odaya alıp Kurçak beyi bilgilendirmek için çalışma odasına geçmişti. Geride kalan sert kış nedeniyle biraz rahatsızlanmış olan beyi, son zamanlarda dışarı çıkmak şöyle dursun, çalışma odasından hiç çıkmıyor, son sayfalarına geldiği kitabını bir an önce bitirmek için uğraşıyordu. Çok fazla misafiri de olmuyordu yaşlı Kovaz'ın. Suskubark'taki dostları ya yıllar önce buraları terk etmiş, ya da bu dünyadan çoktan yitip gitmişlerdi. Kalan iki üç dostu da en az kendisi kadar yaşlı oldukları için dışarı çıkmıyor, ya da tüm günlerini -keyfi yerinde olduğu günlerde Kurçak beyin de yaptığı gibi- Sılankonak'ta geçiriyorlardı.
Abur, konukları "Buradan değiller ...", "sanırım son gelen yelkenliden inenler ...", "daha önce benzerini görmediğim bir kadın ..." türü cümlelerle anlattığından mı yoksa bir arpakçıda olması gereken içseziden dolayı mı bilinmez Kurçak bey heyecanlanmış, gelenleri görmek için yaşından hiç beklenmeyecek hızda hareket ederek çalışma odasına yönelmişti. İçinden kaç kez 'acaba... acaba?' diye geçirdiğini bilemiyordu. Geniş odaya geçtiğinde karşısında kendisine bakan meraklı üç çehre gördü. Belirsizlikle titreyen göz bebekleri işte tam o anda sulandı ve ihtiyar arpakçı başından ayaklarına doğru yayılan ve en güzel şekliyle gözbebeklerinde görünen bir rahatlama yaşadı.
"Geldiniz ..." diyebildi yutkunmayla karışık. Bunu yapamayınca genzini temizlemeyi denedi. Bu sefer başardı. Kendisine bakan ve o anda ona dünyanın en güzelleriymiş gibi görünen üç yüze hayranlıkla baktı.
"Kurçak bey?" diye sorar bir şekilde konuştu Saykul. Karşı taraftan cevap gelmesi için bekledi fakat yaşlı adamın yaşadığı heyecan nedeniyle tutulduğunu, çok duygusal anlar yaşadığını hisseder hissetmez konuşmasına devam etti.
"Benim adım Saykul. Bunlar da arkadaşlarım Akyapera ve Umu..." dedi ve bekledi. Sonra devam etti: "Güneyden geliyoruz. Taşıdığınız kardeşlik yükünü devralmaya geldik..."
Daha sonra denilenleri hayal meyal hatırlıyordu Kurçak bey. Oturmalarını söylemişti. Hepsine dikkatlice bakmıştı. Elbette önce çok uzun yıllardır görmediği bir güzelliğe sahip aydınlık Akyapera'ya baktı.
"Bir yelin ..." diye mırıldanabildi. Doğunun görülmeye değer, inanılmazlarındandı yelinler. "Alayelin" diye düzeltmişti güzel kadın. Hiç gülmeyen, tepkisiz ama yaşlı adamın rahatlıkla da iddia edebileceği gibi bugüne kadar gördüğü ve göreceği en güzel dudaklar arasından. Ona bir şeyler soramadan çalışmalarını anlatmaya girişti yaşlı adam. Güzel gözlerin konuya ilgisini hissedince Abur'a çalışma masasındaki kitabı getirip alayeline göstermesini istedi.
Umu'yu ise kendine benzetmişti. Oturup konuşmaya başladığında benzerliklerinin daha da arttığına inanıyordu. O da dedesiyle büyümüş, ortalama bir Arpakçı eğitimi almıştı. Buraya ise arpağ becerisinden ziyade aytarlık yapmak için gelmişti. Kırk bir yaşında olmasına rağmen -ki bunu özellikle sormuştu ona- yuvarlak ve çocuksu yüzü onu daha genç gösteriyordu. Dökülmüş saçlarının da bunda bir payı var diye düşündü ihtiyar. Konuşmasını da çok sevimli bulmuştu. Son derece saygılı, yer yer anlattığı okul anılarıyla neşeli biri de sayılırdı. Umu konuşmasının ilerleyen bölümlerinde acı konulara da değinse onunla ilgili görüşleri değişmeyecekti yaşlı adamın. Umu, eşini yakın zamanda kaybettiği ve arkasında merak edecek bir çocuk bırakmadığı için böylesi bir görevi üstlenmeye razı olmuştu. Yoksa onun gibi yaşamın tam da orta yerinde alınacak yol değildi Suskubark yolu.
Saykul ise çok kibardı. Konuştuğu insana gösterdiği saygı onun ileride önemli biri olacağını gösterir gibiydi. Yirmi sekizindeydi. İnce sakalı, renkli gözleri, kısa açık renk saçları ve ince yapısıyla kumral yakışıklı da bir çocuktu. Onun hikayesi daha ilginçti. Küçük yaşta batıdaki korsanlar tarafından yağmalanan Burban adalarında doğmuştu. Yağmalama sırasında ailesini kaybetmiş, kendi durumundaki diğer çocuklar gibi güneyin esir pazarlarında satılmak amacıyla gemiye alınmıştı. Korsan gemisiyle Yerez'in nerdeyse tüm sularında seyretmişti. O sıralarda sahip olduğu özel gücü keşfetmişti. Bu fark edilince lanetinden korkan korsanlarca güneydeki esir pazarlarının birinde, aynı zamanda Umu'nun da dedesi olan bir arpakçıya satılmıştı.
Anlatılanları dinledikten sonra beraberce içinde bulundukları durumu konuşmaya başladılar. Yaşlı Kovaz yaptıklarını teker teker anlatmaya başladı. Kimetleri, daha doğuda yaşayan Sartları, Binbulak'ın güneyinde yayılmaya başlayan Kovazları, Kovazlar gibi ama onlardan çok daha önce buralara sürülen ve Binbulak'ın batısında yüksek kayalıklardan oluşan Farkaseli'nde yaşayan Farkasları anlattı. Kuzeyde yaşayan akıl almaz altıkarış halkından sevimli Boztefeklere, yabani Bozaçlara ve sadece adını işittiği orman ecenelerine geldi sonra.
Kurçak bey tüm bunları anlatırken yer yer zamanları şaşırdığını fark etti. Olayların sırasını karıştırıyordu. Karıştırdığını anlar anlamaz dönüp tekrar anlatmaya çalışıyordu. Sonra tekrar kafası karışıyordu. Düzeltmeye uğraşırken bu sefer de bu kadar uzun süre konuşmaya alışkın olmayan dili başına dert oluyordu. Daha sonra bunu konuklarına da fark ettirdiğini anladı. Umu ve Saykul saygılarını hiç yitirmeden dinlediler karmaşa içindeki anlatıları. Yaşlı adam tıkanınca kısa bir sessizlik yaşanmasına engel olamadılar. Sessizliği yine Kurçak bey bozdu. Abur'a seslenip misafirleri için sofra hazırlamasını istedi. Konukların henüz aç olmadıklarını öğrendiğinde belki de Güney Binbulak'daki en güzel şey aklına geldi. Arpasu! Evet, bunu tatmalıydılar. Suskubark lanet bir yer olabilirdi ama böylesi bir yerde bile kafanızı rahatlatacak şeyler bulunabilirdi. Arpasu bunların başında gelenlerdendi. Hatta ticaret için buraya gelen denizciler, boşalan fıçılarını zaman zaman bu içecekle doldurur, Güney yolunda içip keyiflerine keyif katarlar, limanda geçen sıkıcı anılarını unuturlardı.
Akyapera, Abur'un sunuları içinde sadece kitaba ilgi gösterdi. Umu ve Saykul ise içkileri keyifle kabul ettiler. Kurçak bey de aldı koca bir bardak Arpasu ama boğazındaki düğüm nedeniyle içemedi hemen. Tekrar düşündü. Sonra tüm düşündüklerini topladı. Bunca süredir en çok merak ettiği şeyi sorabildi sonunda.
"Neden bu kadar geciktiniz?"
Saykul bardaktan aldığı yudumu yarıda kesmek zorunda kaldı. Bu soruyu o da çok düşünmüştü. Ama Kurçak beyin de tahmin ettiği gibi, çok kibar ve ileride iyi yerlere gelebilecek bir kişikti Saykul. Her şartta politik olmayı becerebilirdi.
"Ne gibi?"
Kurçak bey'ın gözleri tekrar titremeye başladı. Ağzını açtığında konuşabilmeyi, hiç olmazsa sesinin çıkmasını diledi.
"Yirmisekiz yıl ..." diyebildi ancak. Bunu Saykul'un yere inen gözleri ve Umu'nun parçalanan yüreği takip etti. Akyapera ise çok ama çok sessizdi. Belki de olanları, konuşulanları, ifadeleri ve mimikleri en başından beri çok dikkatli bir şekilde dinliyordu. Yoldaşlarını ve 'Öncel Gerçeker Kardeşi'ni en ince ayrıntısına kadar çözümlemeye çalışıyordu. Tepkisizliğini ve soğuk bakışlarını başka türlü açıklamak mümkün olamazdı yoksa.
"Tam yirmi sekiz yıldır bekliyorum. Beni yerimden salıverecek ardılım gelecek diye ..." Sonrasında sessizlik devam etti. Acı acı güldü yaşlı adam. Bu sefer konuklarına her zamankinden daha yaşlı göründü nedense.
"Sadece bir haber bekledim aslında. Gönderdiğim mesajlar yerine ulaştı mı ..? Bunu bilmeden beklenen her günün, gürültüyle yüreğinize inen bir yumruktan beter olduğunu bilir misiniz..." Yine yutkundu Kurçak bey.
"Yirmi sekiz sene" diye tekrarladı sonra. "Kurçak bey ..." diye girmek istedi söze Saykul. Ama duymuyordu yaşlı adam.
"Bazen beni burada unuttular diye düşündüm." dedi gülümseyerek, ama gözü bulutlu şekilde "Sonra işime devam ettim. Herhalde makul sebepleri var, buraya gönderecek bir kardeş çıkmadı, ya da çok baskı altındalar diye geçti aklımdan. Sözümü yel alsın ama 'Kardeşlik dağıldı mı' diye kendimden ve görevimden hatta aklımdan şüphe ettiğim zamanlar bile oldu. Başarısız geçen günlerimde ise geceleri yaptıklarımı ulaştıramıyorum diye düşündüm yatağımda, kendime kızdım ... Sonra yine en başa döndüm. Beni ve burayı umursamıyorlar bile dedim kendi kendime."
"Hayır" diye söze girdi Saykul "Sandığınız gibi değil. Sizin emeğinizi, çalışmalarınızı hep takdirle karşılandığını biliyoruz. Sadece buraya gönderecek birini eğitmek zaman aldı sanırım. Şu ana kadar anlattıklarınız ise inanın çok işimize yaradı"
Ya yaşlılıktan ya da içinde bulunduğu duygusal durumdan olsa gerek arpakçı işitmiyordu denilenleri.
"Bir yıl ... İki yıl ... Üç yıl ... Beş yıl. Hep bir gecikme payı bırakarak geçti yıllar. On yıl ... Her geçen gün önce meraklandım, sonra kızdım, sonrasında ise umutsuzluğa düştüm." derin bir nefes çekti Kurçak bey. "Yirmi yıl ... Zaman geçtikçe alıştığımı sanıyorsunuz değil mi? Ben de öyle olacağını sanırdım. Ama zaman geçtikçe hayatımı adadığım görevime ilişkin korkum artmaya başladı. Ben ne yapıyorum dedim." Acı acı güldü bu sefer "Beni gerçekten buraya gönderdiler mi? Yaptıklarımın bir amacı var mı? varsa ben onu yerine getirebiliyor muyum? Yoksa tüm bunlar birer oyun mu? Eğer öyleyse ben elli üç yıldır burada ne yapıyorum? Her şey boşunaysa ben bugüne kadar ne yaptım?.. Ve daha önemlisi; ben bundan sonra, seksenimden sonra için başka ne yapabilirim ki?" Sonra ilk gözyaşı aktı yanaklarından.
"Sizi onun için böyle karşıladım. Kusuruma bakmayın. Elli üç yılımı harcadığım işin boşuna olmadığını göstermenizi bekledim. Yaşamımın bundan sonrası için yapacak bir şeyimin kalmadığını biliyorum..." Eliyle Akyapera'nın elindeki kitabı göstererk devam etti "... bu yazdığım kitap ve geride kalan yaşamımın önemli bir bölümünü oluşturan görev anılarımı hatırlamak dışında."
Umu da gözyaşlarına engel olamadı. Aynı hisleri yaşayan ve kendini zorlukla tutan Saykul ile göz göze geldiler sonra. Yürekleri kutsal bir görevi gerçekleştirme ile harcanmışlık duygusu arasında gidip geldi. Bir şeyler söylemek istediler ama ne kendilerinde, ne de birbirlerinde görebildiler bu gücü. O noktada Akyapera ile bakıştılar.
Ve Akyapera konuştu:
"Sizden gittiğiniz ilk günden beridir haber alınamıyor Kurçak bey." dedi yaşlı adamın ağlamaklı gözlerinin içine bakarak. "Kendi adıma konuşacak olursam aslında sizin adınızı bilmiyordum da." Kurçak bey birden bire üşüdüğünü hissetmişti.
"Yaptığınızı iddia ettiğiniz çalışmaların ve gönderdiğinizi söylediğiniz bilgilerin hiçbiri Gerçeker Kardeşliği'ne ulaşmadı..."
Saykul araya girme gereği hissetti ama diyebildiği tek şey "Akya.." idi. Alayelin soğuk konuşmasına devam etti.
"İçinde bulunduğunuz durumu anlıyoruz. Göreve bağlılığınızı takdir de ediyoruz açıkçası. Bize örnek olmanız açısından önemli şeyler belki bunlar. Ama tüm bu iyi niyetimiz bile şu saçm.." durdu. düzeltme gereği hisseti. Vermek istediği mesajı verdiğini düşünerek devam etti. "Şu basit şeylere bir arpakçıdan çok bir üfürükçü işi diye bakmamıza engel değil."
Akyapera okuduğu notları yanındaki masaya fırlattı. Saykul ayağa fırladı. Yaşlı adam o halde nasıl yaptığını bilmeden titreyerek ayağa kalktı.
"O benim hayatım" diye mırıldanabildi sadece. "Yeter ..." diye fısıldamaya çalıştı Saykul yine telaşla ama saygınlığını yitirmediğini düşünerek. Kurçak bey işitince ve Akyapera umursamayınca anlamsızlaşıvermişti bu da.
"O sizin yaptığınız 'iş' sadece beyim... Şunu öğrenmiş olduk: Kuzeyde Eceneler var, güneyde Denizsoyu. Batıda Farkaslar, doğuda Sartlar. Ve çok sevdiğiniz ama nedense sizi oklayıp duran Kimetler her yerde... Peki ya "El"! Çalışmalarınızın hiç birinde, anlattıklarınızın hiç bir yerinde El'e ilişkin bir şey yok"
Kurçak bey'in gözü hala kitaptaydı.
"O benim hayatım" diye tekrarlayabildi.
"Özür dilerim..." dedi Akyapera. "O, hiç bir şey"
Saykul, acımasızca yaşlı adam üzerine giden Akyapera'ya bundan daha fazla dayanamadı ve hiddetle üzerine yürüdü. Ama Akyapera'nın tek bir el hareketi ile olduğu yere çakılı kaldı. Kıpırdayamamanın vermiş olduğu çaresizliğin yanında, yola çıkmadan önce yaptıkları büyü kovan kalkanının ne kadar basit bir şekilde aşıldığını dehşetle fark etti. Büyüsü aşılmakla kalmamış, genç arpakçı nefessiz bırakılmış adeta komik bir duruma düşürülmüştü. Umu durumu algılayana kadar Akyapera yaptığı işe son vermiş, Saykul da büyük bir direnç kaybıyla olduğu yerde kalakalmıştı. Kadının bu sefer nedense artık soğuk bakmayan gözlerini üzerinde hissetti Saykul. Ve nedense anda söyleyeceklerini sonraki bir zamana saklamayı tercih etti.
"Buraya görevi devralmaya geldiniz." diye tekrar konuştu Kurçak bey. "Görev sizindir." Sonra dışarıda beklemekte olan Abur'a seslendi. Yatağını hazırlamasını istedi. Arpakçı Kurçak Bey odadan çıkarken yarım bir başla konuklarına döndü "Şimdi izninizle çocuklar..."
Sonrasında odaya tekrar sessizlik doldu. Akyapera önce Umu sonra canını yaktığı Saykul'a baktı. Onların yıkılmış bir durumda olduklarını biliyordu. Belki de yaşlı adamda kendi geleceklerini görmüşlerdi. Daha fazla düşünmek istemedi ve çıkışa yöneldi alayelin.
"Akşam olmak üzere. Konaklarda yer kalmayabilir. Orada oda bulmalıyız. Hatta şanslıysak bilgi verecek insanlar da bulabiliriz. Daha önemlisi, orada bizi bekleyen biri var." Sonrasında başka şeyler de söyledi ama çoktan evden ayrıldığı için bunları iki arpakçı duymadılar.
Odada yalnız kalan Saykul ve Umu şüpheyle ve biraz da tedirginlikle birbirlerine baktılar. Sonra içlerinden küfürler ederek, kendilerine lanet okuyarak o an için en istemedikleri şeyi yaptılar. Usul usul Akyapera'nın peşinden yürüdüler.
Binbulak'ın yeni Gerçekerleri o adını çokçana duydukları Sılankonak'a yönelirlerken Kurçak bey yatağına boylu boyunca uzanmış anlamsızca tavana bakıyordu. Mırıldanıyordu sanki ya da şarkı söylüyordu. Çocuk gibi:
"Kü-çük kü-çük e-ce-ne-ler, ki-şin-le-ri sev-me-di-ler"
"bir e-ce-ne gel-di ba-na, de-di-ki i-nan-mam sa-na"
"ö-zün di-lin hiç u-yuş-maz, bir gö-zün var-ki hiç doy-maz"
"bir e-ce-ne ya-rı bo-yun, hiç ta-nı-maz be-ni so-yun"
"bo-yum kü-çü-cük-te ol-sa, ce-sa-re-tim tı-ka ba-sa"
Sonra yüzünde anlamsızca bir gülümseme belirdi. "El" dedi sesli sesli.
"Gün gelip de el indiğinde, Işık aydınlatmalı gölgeyi."
"'Gerçeker Kardeşliği' parlamalı."
"Kıyıcıyı uçaran el yakılmalı..."
"Yoksa olacaktır kara otağın direği."
Sonra gözünü yumdu. Her zamanki gibi geçmişini, hiç unutamadığı eski anılarını düşündü. Arpakçı Kurçak bey, çok ama çok zaman sonra derin ve huzurlu bir uykuya daldı.
======
SÖZLÜKÇE:
Binbulak: ("Bin" + "Bulak" Çeşme bulunan yeşillik alan.) Kuzey topraklarının en güneyinde yer alan geniş ormanlar, dağlar ve bol su kaynaklarıyla kaplı bölge.
Kimet: Binbulak topraklarına yerleşmiş en eski kişioğlu boyu.
Denizsoyu: Denizkızları ve Denizbeylerini de içeren, kimilerinin uygar topluluktan çok canavarlar olarak kabul ettiği deniz halkı.
Benice Taşkınlığı: Güneyin önemli şehirlerinden Benice'de kral ailesine karşıt çıkan önemli bir isyan. Bu taşkınlığı çıkartanlar katledilirken bir şekilde taşkınlıkla ilgili olabileceği düşünülen kişi ve aileleri damgalanıp başka yerleşim bölgelerine gönderildi.
Gerçeker Kardeşiliği: (Ermişler Birliği) Yerez'in daha önce çokça kez olduğu gibi kötü güç Yavmar'in buyruğu altına girmesine engel olmaya çalışan gizemli örgüt.
Yaklaşan Yıkım: Demirçağ'dan sonunda ordusu yok edilen Yek'in en az kendi kadar güçlü bir varlık ile Yerez'i tekrar kasıp kavurmak için geleceğine ilişkin öngörü, yoru.
Arpakçı (Arpağcı): Özel yetenekleri olan ve eğitildiğinde arpağ (büyü) yapma güçleri artan kişiler.
Sılankonak: ("Sılan" + "Konak") Rahat, huzurlu han.
Aytar: Haberci. Mübaşir.
Arpasu: Kuzeye özgü bitkiler damıtılarak yapılan bir tür içecek. Bira.
Büyü kovan kalkanı: Yapılanı, farkında olmadan yapılmak istenen zararlı büyülerden koruyan bir büyü. Yapıldığı yerden uzaklaşıldıkça kalkan direnci zayıflar. Büyü kovan kalkan, ayni zamanda geride belli bir süre yapana ilişkin bir iz bırakır.
Alayelin: (Ala (Yarı) + Yelin) Yarı yelin anlamına gelir. Yelenler (Dişileri yelin oluyor
) ana elementi toprak olan insanlara benzeyen, ışık temelli varlıklardır. Yeryüzünde kişinler (insan), denizsoyu ve gökkanlar (keleren) ile birlikte dört baskın ırkı oluştururlar.