Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - strider

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 10
31
İnanmamamız için bir sebep yok, inanmamız için de kanıt yok. Mesela Hp dünyasının var olamayacağını kimse söyleyemeyez. Gördükleri unutturulmuş muggle'lar olmadığımız ne malum? Orta dünya benzeri diğer evrenler ve gerçeklikler de elbette var olabilir. Bu, başka dünyalar veya uzaylılar da var mı sorusuna benziyor. Neden olmasın diyorum, kanıtsız kabul ettiklerimiz gibi bunu da kabul edebiliriz. Kimseye bir zararı olmaz.

32
Sinema / Ynt: Sen Aydınlatırsın Geceyi
« : 15 Nisan 2013, 20:12:07 »
Böyle bir filmi izleyememe ihtimalidir beni korkutan. Her şehirde oynatılmayacak, bir şehirde de birkaç (belki sadece bir) seans olacak, e bu durumda bilet bulamama durumu ortaya çıkar. Filmin değerini artırması ve sinemaya koymak için harcanan paranın karşılığını bulamaması ihtimalinin ortadan kaldırılması, yapımcının lehinedir. Ve ben bu farklı düşünceye karşı değilim. Ne var ki işte bu izleyememe ihtimali var ya...

33
Sinema / Ynt: Sen Aydınlatırsın Geceyi
« : 14 Nisan 2013, 22:03:53 »
Sen aydınlatırsın geceyi, İstanbul film festivalinde en iyi film ödülüne layık görülmüştür...

34
Kara Kule / Ynt: Açılış ve Ön Bilgilendirme
« : 14 Nisan 2013, 18:51:07 »
Kesinlikle okunması gereken kitaplar-seriler vardır ya, işte bu da onlardan biri. Kapalılığı ve olanları daha sonra öğreneceğimizin bilinci, seriyi ve King'i sevmeme sebep oldu. Henüz Çorak toprakları okumakta olmama rağmen yazardaki gelişmeyi anlayabiliyorum(hele ikinci kitaptaki çeviriden sonra çağ atlamış gibi hissettim.) Hiçbir şekilde hız yapmamaya çalışarak, sindirerek okuyorum -bu yüzden bitirmem bayağı sürecek. İlk iki kitapta kara kulenin ne olduğunu dahi bilmiyordum, daha yeni yeni kafamda şekillenmeye başladı. Benim bu seriye başlamama sebep olan abime burdan teşekkür ediyorum.

35
Tartışma Platformu / Ynt: Yazmak İçin Uygun Ortam
« : 14 Nisan 2013, 10:24:50 »
Benim için ilk olarak ortam sessiz olmalıdır. Ne tür yazacağımın önemi yok burada. Yazma aşamasında ben ve materyalden (kağıt veya bilgisayar) başka kimse olmamalı; yoksa o, n'apıyon, bu ne yazıyon gibi sorular sorar. Sormasalar bile bakışlardan rahatsız olurum. Kalabalık bir ortamda yazmayı denedim ve bu sorularla direkt karşılaştım. Gözlem yapıp onları uygun bir ortamda yazmayı tercih ederim.

Kısacası gizlilik ve sessizlik diyorum. 

36
Müzik / Ynt: Günün şarkısı
« : 14 Nisan 2013, 10:09:15 »
Eski şarkısı - mor ve ötesi

37
Kurgu İskelesi / Ynt: Cehennemden Çıkan Çılgın Zenci
« : 12 Nisan 2013, 23:02:24 »
Okuduğun için teşekkür ederim. Akıcı ve anlaşılır bulmana sevindim. Ben daha çok boğduğumu düşünüyordum oysa. 'Son'lama işini biraz biraz öğrendim artık -Çırak'ın sonunu da bu ay yaz(abil)dım.

Zaten tüm dünya Türk'müş ya, Orta Asya'dan her yere yayılmışız hani :) Zenci gibi olsun diye araya lanet olsun'lar serpiştirmiştim.

not: Hikayenin başlığı direkt spoiler olmuş, yeni fark ettim. Onu koyma amacım da cartel'e bir göndermeydi (olumlu anlamda)

 Şunu da belirtmem gerekir ki bu benim 'birinci tekil kişi' ağzıyla yazdığım ilk öykü. Yazarken diğerlerine göre çok daha zorlandım. Buna sık sık başvurmayacakmışım gibi gözüküyor.

38
Müzik / Ynt: Günün şarkısı
« : 11 Nisan 2013, 17:26:58 »
Biraz nostalji yapalım: Cartel.
(Şarkının ismini hatırlamıyorum, ama sözleri şu şekildeydi: "Cartel bir numara, en büyük. Cehennemden çıkan çılgın Türk.... Gel gel gel cartele gel, carteldekiler kan kardeşler...")

39
Kurgu İskelesi / Cehennemden Çıkan Çılgın Zenci
« : 11 Nisan 2013, 16:39:59 »
(Burada zencilerle ilgili oluşturduğum mitimi hikayeleştirerek anlattım)            


Cehennemden Çıkan Çılgın Zenci


                       Ateş beni yıkayan, yuyan, emziren annem!
             Bir arınma kurnası olsa gerek cehennem…
                                              Necip Fazıl Kısakürek


Yine sıcak bir gün! Buraya geldiğimden beri farklı bir şey görmedim ki zaten. Uyuyoruz, kalkıyoruz; yine sıcak, hep sıcak. Gerçi uyku benim için ve daha niceleri için çok çok uzak bir galakside kaldı ya, neyse biz adına gene uyku diyelim. Işığı, güneşi ve soğuk karanlığı ne kadar özledim, bilemezsiniz. Ah, ne günlerdi! Güneş olmadığı halde bu lanet olası yerde de gece ve gündüz var. Aralarındaki tek fark, küçük ve sinir bozucu zebanilerin geceleri ortalıkta gözükmemesi. Yoksa sıcaklık her an görevini layığıyla yapıyor.
 
Ben nerede miyim? Cayır cayır yanan, karanlık bir yer hayal edin. Hayır, fırın değil. İçine dünyanın en çirkin yaratığını –zebaniyi- koyun. Evet, Cehennem. Ablam, cehenneme kadar yolun var! demişti de bunun gelişigüzel söylenmiş bir söz olduğunu sanmıştım. Gerçekten de buraya ince bir yoldan geçmeye çalışırken geldim ve bir daha çıkabileceğimi de zannetmiyorum. Ölümsüzlüğü arzulayanlar neredesiniz? Sonsuz yaşam burada!

Buranın dokuz kattan oluştuğunu duymuştum önceki yalan hayatımda. Katın numarası büyüdükçe çekilen ceza da artıyormuş. En aşağıdaki dokuzuncu kat, sıcaklığın ve azabın merkezi olarak anılıyor. Ben ve kader yoldaşlarım ilk kattayız. Çirkin zebanilere göre buna şükretmemiz gerekiyormuş; zira bize ana yemek olarak verilen ateş, alttakilerin garnitürüymüş. Yine de buna ne ben, ne de diğerleri şükrediyor; şükredenlerden olsaydık bulunduğumuz yer cehennem olmazdı herhalde. Alt kattakiler bizi tanrıdan torpilli diye anıyorlardır muhtemelen –ben olsam öyle derdim. Torpili bilmem ama bizim günahımızın daha az olduğu kesin. Nitekim tanrının adaletinden su sızmaz.

Her gün aynı lanet programla cezamızı çekiyoruz ve bunun ne kadar işe yaradığını görmek için hayalet gibi dolaşan yorgun ve pişman yüzlere bakmak yeterli. Gün, ateş nehrinde yıkanıp yakılmamızla başlıyor.  Güneşin olmadığı bir yerde zamanı kestirmek imkânsız, bu yüzden ateşten nehirde ne kadar kaldığımızı bilmiyorum. Sonrasında zebanilerle dans bölümü başlıyor –ki bu en eğlenceli(!) kısımdır.

    Her şeyin hammaddesinin ateş olduğu bu yerde sıcaklığa alışırsın, birinci dereceden yanıklara da alışırsın; ama o lanet olası küçük zebanilerin oyunları insanı çileden çıkarıyor. Alevden yapılma sivri dirgenlerini elime bir geçirirsem neler neler yapacağım onlara. Analarından emdikleri sütü bir taraflarından çıkaracağım –gerçi onların bir anadan süt emdiklerini hiç zannetmiyorum.

Yapmaktan tuhaf bir zevk almaya başladığım ateş banyosuna doğru giderken komşularımın konuşmalarına kulak misafiri oldum. Çömez olduğu cırtlak sesinden anlaşılan bir genç düşünceli bir şekilde,

“Acaba, diyorum, dünyaya dönmek istesek izin verirler mi?” diye sordu.

“Biz zaten dünyadayız, yerin altında.”

“Hayır, öyle değil. Eski yaşamlarımıza geri dönsek, günah işlemeyeceğimize söz versek. Belki izin verirler.”

“Boşuna uğraşmayın. Ben zamanında böyle bir şey istemiştim. Buraya daha yeni geldiğimdeydi sanırım,” diye muhabbete dahil oldu yaşlı bir amca.
 
“Eee, ne oldu sonra?”

“Zebaniler birkaç iğrenç kahkaha koyuverdiler, o kadar.”

Konuşulanlar bayağı dikkatimi çekti ve hemen fikrimi ortaya koydum:

“Sen tek başınaydın; biz burada kalabalığız. Eğer çoğunluk isterse…”

Bu, herkesin aklına yatmış gibi gözüküyordu. Konuşmaya birkaç kişi daha katıldı. Ve birkaç kişi daha…

Beş-altı ateş banyosu sonrası cehennemin ilk katı benim çıkardığım geri dönüş söylentileriyle çalkalanıyordu. Bu düşünceyle, birkaç gün önce konuşacak kuvveti bulamayanlar, artık kargaşa çıkaracak gücü buluyorlardı. Bu, önce zebanilerin kulağına çalındı. Onlar da daha büyük zebanilere ve iblislere ilettiler. En sonunda tanrıya kadar vardı bu iş. Küçük zebaniler bu işten hiç mi hiç memnun değildiler; oyuncaklarının ellerinden alınmasını istemiyorlardı.

Bu ateşli tartışmaların devam ettiği sıcak bir gün, cezamızı zebanilerin –artık daha da acımasızlaşmış- ellerinden çekerken yakındaki bir yoldaşın lanet olası bir zebaniyle tartıştığını duydum. Zebanilere ve dirgenlerine başkaldıran birine ilk defa rastlıyordum –ki torunumun torununu görecek kadar yaşamıştım burada. Tartışmayı devam ettirmemesi için ona seslenmek için ağzımı açtığımda pis cehennem böceklerinden biri ağzıma girdi. Tadı, lağım faresinin kusmuğu kadar iğrençti. Yoldaşın tartışması daha da şiddetlendi ve uzun zamandır beklenen kavga sonunda yaşandı. Herkes –ilk kattaki istisnasız herkes- zebanilerle kavgaya tutuştu. İki hayatımda da böyle büyük bir savaş görmemiştim gerçekten.

Bu savaş çok uzun sürmedi. Tanrı işin içine girince akan sular her iki taraf için de durdu. Ve o mühim kararı melekleri aracılığıyla bizlere bildirdi: Dünyaya dönmeye izin çıktı! Tabi ki sadece biz ilk kattakiler için. Tanrıdan torpilliyiz, evet. Buna ben de inanmaya başladım. Ağır bir günah işlememiş olmamız da buna dahil elbette.

Sabah gözümü açtığımda bir elma ağacının altındaydım. Önce rüya gördüğümü sandım, ama bu imkânsızdı değil mi, cehennemde uyumak ve rüya görmek. Doğrulup yandaki nehre gittim, içinde buz gibi su akan nehirdeki yansımama baktım. Bir terslik vardı: simsiyahtı tüm yüzüm. Demek ki geri dönerken cehennemdeki günlerimizden hatıralar da getirmiştik yanımızda. Kısa sürede rengime ve dünyaya alıştım. Geldiğimiz topraklardan çıkmadan yoldaşlarla bol bol vakit geçirdik. Çocuklarımız da oldu bizim gibi siyah renkli, ne yapalım bu da bizim kaderimiz. Cehennemde yaşa(ma)maktansa bu şekilde yaşarız daha iyi.

Şarkılar söyledik yanık sesimizle. Cehennem, ses tellerimizi yakıp güzelleştirmişti belli ki. Kaslarımız da daha güçlü artık. Cehennemin yararları da varmış, bunu bana önceden söyleseler gülüp geçerdim, zebaniler gibi iğrenç kahkahalar atardım. Tanrıya olan derin saygımızdan dolayı diğer insanlarla hep iyi geçindik, gerekirse karşılıksız hizmet bile ettik. Bütün özelliklerimiz yavrularımıza ve torunlarımıza da geçti. Biz bu dünyadan göçüp gittik, –bu sefer cennete- ama tarih bizden hiç bahsetmedi.
 
Geri dönüp de bakınca diyorum ki, o gün iyi ki o böcek benim ağzıma girmiş…  

40
Sinema / Ynt: Sen Aydınlatırsın Geceyi
« : 09 Nisan 2013, 17:04:39 »
Sinemaya gelmemesini anlayamıyorum. İstanbul dışındaki şehirlerde bazı kültür merkezlerinde ve üniversitelerde gösterime girecekmiş, ama nerelere ne zaman olduğu belli değilmiş.

not: Onur Ünlü'nün, filmin neden genel dağıtımının yapılmadığı da dahil birçok soruyu yanıtladığı röportaja ulaşmak için tıklayın.

41
Kurgu İskelesi / Ynt: Kıpkısa Kulübü
« : 07 Nisan 2013, 10:57:23 »
Sabah olmuş, gün doğmuş. Her yerde kar var. Durmadan dönmüş dünya...

42
Ben de bir Türk ismi vereyim bari.  Belirli bir şarkısı yok dinlediğim ama genelde güzel müzik yapıyorlar: Mercan Dede. Ney taksimleri uykunuzu getirebilir benden söylemesi...

43
Orkun Uçar'dı sanırım, yazarlığın(meslek olarak) bir maraton olduğunu söylemişti. Yazar olmaya hevesli gençlerin -biri de benim sanırım- yaptığı yanlışlardan bahsederken çok aceleci davrandıklarını söylemişti. Büyük kitabevlerine başvuruyorlar, halbuki küçük kitabevlerinden başlayıp yavaş yavaş yükselmek gerektiğini söylemişti.

 İlk kitapta patlama yapmak çok zor bir şeydir, hele ki ülkemizde. Öykü mü roman mı meselesine gelince hiç roman yazmadan büyük yazar olmuş insanlar vardır. Hangi türde başarılı olacağın yayımlandıktan sonra belli olur. Ben, öykü kitabıyla başlaman gerektiğini düşünüyorum, kendini bu türde geliştirdiysen.

44
Mizah olmazsa olmaz diye düşünüyorum. Aralara gizlice ve ustaca serpilmiş mizahtan bahsediyorum, tamamını onun üzerine kurgularsanız yarattığız dünyada mantıksız boşluklar oluşacaktır. Mizahtan kastım da sadece boş güldürü değil elbette.

45
Televizyon / Ynt: Doctor Who
« : 05 Nisan 2013, 21:40:35 »
Son çıkan bölümünü izledim ve açıkçası 3 aydan sonra beni tatmin etmedi. Yeni Tardis'e özellikle alışamadım :(

Oooof, ne kare ama...
Spoiler: Göster






Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 10