Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar -

Sayfa: 1 [2]
16
Düşler Limanı / ...Kahve...
« : 17 Nisan 2013, 14:13:47 »
Sahilindeydim düş kırıklıklarının,

Gökyüzünün yansımasıydı gözlerin..

Şimdi mavi sanacaklar gözlerini...

Değildi sevgilim...

Ne mavi ne de ardımda bıraktığım,

Hayallerinde filizlenmiş orman gibi, yeşildi...

Kahveydi sevgilim...

Kahve...

Hani şu kırk yıl hatrı olan, keskin kokulu, köpüklü kahve gibiydi...

Acıydı bakışların evet...

Ben böylesine gözlerine dalmışken,

Ayaklarım sahiline vuran yaşlarında ıslanıyordu...

Ağlıyor muydun sevdiğim?

Üstüme düşen bu damlalar da neyin nesiydi?

Her yanı kapalı bir hapishaneydi, zihnin...

Ve ben bıkmadan usanmadan geçmişinden beri yaşıyordum seni...

Evet sevdiğim tam tahmin ettiğin gibi...

Düşüncelerinde geziyordu benliğim...

Yorulmuştum; ilk bulduğum söğüt ağacının dibine attım kendimi...

Gökyüzünün üstünde geziyorken gözlerin, bir sigara yaktım...

Efkarlı efkarlı çekiyordum zehri içime..

O anda sendeki en güzel şeyi fark ettim...

Gülümsüyordun...

Coşkun bir şelale gibi içime akıyordu mutluluğun,

Sonra gülüşünün ardındaki kalbini gördüm...

Ve işte o an bin defa çarptı yüreğim...

Sadece senin için...

17
Düşler Limanı / Kim bilir?
« : 17 Nisan 2013, 14:02:55 »
     Kim bilir?

     Evet Kim bilir? Bugünlerde yanımda gezdirdiğim tek dostum bu iki kelime. Çünkü benden sonra ne yaptığına dair en ufak bir fikrim bile yok. Senin beni bilmene gerek yok, zira ben yine kalabalıklar içinde yalnızım. Daha dün gibi derler ya aynen öyle, daha dün gibi "Ne olursa olsun dostluğumuz kalıcı olsun." yazdığını hatırlıyorum. Sonra seni öylece, hiç haber vermeden bırakıp gittiğimi hatırlıyorum. Böyle bir şeyi neden yaptığımı hala bilmiyorum ama yaptım işte.

     Biliyor musun bilmiyorum, seni tanımadan çok çok önce şehrinin sokaklarında yürüdüm. Ben, her zaman yeni bir şehre giderken heyecanlanmışımdır. Otobüsün içinde dakikaları saydığımı hatırlıyorum. Kim bilir kaç defa "Daha ne kaldı acaba?" diye sorduğumu biliyorum. Otobüs yavaşça yanaştığında ise ben daha çok heyecanlanmıştım. Sanki ben inmeden yeniden kalkacakmış gibi ayağımın dibindeki sırt çantamı atıverdim sırtıma. Tabi hemen inebilmek için orta kapının karşısındaki koltuğu almıştım. Kapı açılır açılmaz herkesi bir kenara ittirip attım kendimi dışarıya.
     Bir kaç saatim şehrini keşfetmekle geçti. Nereye baksam donuk bezgin insanlar görüyordum. Sanki kafamı çevirdiğim her yere doluşuyor gibiydiler. Sevgililer el ele ama yanındakilere yabancı öylece yürüyorlardı. Çok geçmeden hayal kırıklığına uğramıştım. Sonraki bir kaç gün öylece gezdim sokaklarında şehrinin. Bir kitapçı bulup attım kendimi içeriye. Orada bile varlığını çokça zaman unuttuğumuz gölge gibi hissettim kendimi. Yıllar sonra seni tanıdığımda o şehri sana hiç yakıştıramadım. Bunu sana hiç söylemedim tabi. Ama bilseydim seni tanıyacağımı mıh gibi aklımda tutardım sokaklarını. Daha bir incelerdim her karışını. Neden diye sormana bile gerek yok. Puslu, yarısı silik hafızamın yollarında seni hayal etmek oldukça zor  oluyor çünkü.

     Şimdilerde merak ediyorum acaba yalnız mısındır okuyamadığın sayfalarda. Bunu her düşündüğümde bir parça gülümserim. "Ben kitap okumayı seviyorum ama sayfaları çevirmek pek hoşuma gitmiyor." dediğini hatırlıyorum. Sonra sana verdiğim söz geliyor aklıma... Merak etme hala ısrarla tutuyorum her ikisini de. Gerçi birini tutmak biraz zor oluyor ama deniyorum işte. Eskiye nazaran daha az gidiyorum kitapçıya ama her gittiğimde o kitap çıkıyor karşıma. Elime alıp acaba okumuş musundur tutmuş musundur sözünü diye merak edip yerine koyuyorum kitabı. Merak etme hala almadım o kitabı ve almayacağım da.

     Bana gittim diye kızıyor musun bilmem ama kızma, biraz da olsa senin de payın var. Binlerce cevapsız sorunun sonunda hiç acımadan sallandırdın beni. Sana ne dediler de beni böyle infaz ettin bilmiyorum. Şimdi beynimin içine eni konu yerleşip etrafa soru işaretinin noktalarını saçan iki kelimeye bakıyorum. Ben de uzanıyorum yanına... Ben soruyorum, O "kim bilir?" diyor. "Ben bilmiyorum" diyorum. Belkide binlerce kez yaşadım bu manzarayı. "Hala dost muyuz sence?" diye soruyorum. Cevap hala kim bilir?

     Aklımda yine sen ve yine ben merak ediyorum. Saat geç oldu ama, belki ışıklarını bile hatırlamadığım o sokakların birinde sen şimdi yürüyorsun. Ben yine aynı ben, gecenin bu soğuk karanlığında sıcacık yatağımdan kaldırdım kendimi, sana bunu yazıyorum. Aklına takıldıysa hala sigara içiyorum. Evet bir ara bırakır gibi olmuştum. İçemiyordum biliyorsun ama o zaman sen vardın ihtiyacım yoktu ama şimdi sen yoksun ve benim nefes almak kadar ihtiyacım var. Uyku iyice esir alırken bedenimi yine aklımda senin sözlerin var "Belki bir gün karşılaşırız"

Kim bilir Sevgilim Kim bilir?

18
Düşler Limanı / İhanetti bu!
« : 27 Ocak 2013, 15:18:15 »
İhanetti bu!

Dudaklarım bir kahpe gibi hissediyordu kendini,

Dün gece o adamın dudaklarına dokundu diye isyan ediyorlardı...

İhanetti bu!

Kulaklarım bir alçak gibi hissediyordu kendini,

Aynı adam şimdi bir başkasına fısıldıyor diye sözcüklerini...

İhanetti bu!

Gözlerim bir hain gibi hissediyordu kendini,

İçi boş kıyafetler bir bir saçılıyorken etrafa...

İhanetti bu!

Benim için çok geç kalınmıştı

Kör, sağır ve dilsizdim artık!

İhanetti bu!

Düşünceleri, ruhu biliyordu orada olduğumu

Saklandığım yerden izliyordu ihanetini benliğim...

İhanetti bu!

Bileklerime sapladığım kalem izlerinden

Oluk oluk ihanet akıyordu sayfalarıma...

İhanetti bu!

Benim için çok geç kalınmıştı artık,

Yaşayan bir ölü gibiydi ruhum!

19
vega nancy farmer'ı basmayı düşünmüyoruz.
Ve maalesef bu konuda m. k. immortal ve pırıltı perisi haklısınız.(yukarıda yazdığınız konu )
bir kitabı bastırmak için ya yayınevlerinde tanıdığınız olmalı ya da türkçe bir deyişle enseniz kalın olmalı. Çünkü yeni bir türk yazara sıcak bakan yayınevleri çok az hele yazılan tür fantastikse...  :(


Bile bile lades demek bu olsa gerek. Ne kadar acınası bir durum değil mi? Ülke olarak artık yenilgiyi , ezilmeyi, aşağılanmayı, kullanılmayı o kadar çok benimsedik ki geçmişimize bakarak kendi kendimize acıyorum. Biliyorsunuz ve ister istemez bir üzüntü duyuyorsunuz ama hiç bir atılım gerçekleştirmeyecek kadar da umarsızsınız. Ön yargıları bilip de bunların üstüne gitmemek, komik. Önümüze bir yemek koyuluyor ve içinde sevmediğimiz bir şey olunca ağzımıza bile sürmeyecek kadar sabit fikirliyiz. Oysa bir kaşıktan kimse ölmez değil mi? Ne desem boş muş gibi geliyor.

Ben bir başkasının vasıtasıyla bir yerlere geleceksem eğer öleyim daha iyi. Biz milletimize kendi ayakları üstünde durma şansını bile tanıyamıyoruz. Her şey para olmuş güzel ülkemde. Paran varsa veya arkan sağlamsa bu ülkede bir yerlere gelirsin. Yoksa ayakların altına sersen kendini paspastan öteye gidemezsin.

Benim bir yayın evim olsaydı, önüme sunulan çalışmalara şöyle bir göz atardım en azından , yazan kişiye saygı gösterir kurguyu dinlerdim. Nasıl düşünmüş . Devamlılığı var mı? Bu insan ne yapmış. Belkide çok büyük fırsatları kaçırıyorsunuz. Belki çoğu heves olacak. Ama karşıdaki insana bir açıklama yapamayacak kadar aciziz. Kardeşim bu biraz vasat gibi duruyor, hikaye çok benzer bir şey. Daha iyi olmalı diyemiyoruz. En rezil kitapların bile reklamla milyonlarca satıldığını gördüm ben. İnsanları hipnotize ediyoruz.

Kendime hakim olamasam burada bize on kitaplık eleştiri yazarım. Bir işe yaramaz. Bildiğim için susuyorum. Olmayacak dua ya amin demek gibi bizimkisi.

20
Ne yazık ki ülkemizi bu konuda yermek zorunda kalacağım bende... Bizim ülkemiz her zaman yabancı çalışmaları ön planda tutmuş ve önem vermiş bir ülke. Çok yazık, acıyorum bu halimize... Sanki kendi insanımız düşünmekten, hayal kurmaktan aciz gibi bir benimseme var. Aman Türk mü salla gitsin görüş açısı değişmedikçe sanırım bizler de bu ülkede harcanıp gidenler arasında yerimizi alırız. Şu güne kadar bir yayın evi görmedim ki kucak açsın bizlere. Bu, hiç bir şeyden anlamayan kişilerin, çok biliyormuş gibi  senin hayal gücüne bilmiş bilmiş yorum yapmasına benziyor.

Ah şu ön yargılarımız yok mu.. Bizim sonumuz bundan gelecek sanırım... Yabancı ülkelere bakıyorum daha yirmisine gelmemiş çocukların bir dünya kitapları basılıyor. Güzel ülkemi kınıyorum. Kitabınızı bir şekilde bastırsanız bile o kadar acınası bir rakamla raflara giriyor ki değersizliği daha oradan belli oluyor. 6 tl gibi komik rakamlar görüyorum. Bu kadar mı değersiziz diyorum içimden. Hani derler ya bu ülkede bir dayın yoksa hiç bir yere gelemezsin... Komik...

21
Kurgu İskelesi / Unuttun mu beni?
« : 20 Ocak 2013, 00:32:11 »

      Yine şehrinin sokaklarındayım sevgilim. Bu kaçıncı gelişim bilmiyorum... Yerin metrelerce altına gömülmüş bir mezarlık gibi geliyor metro istasyonu. İnsanlar zombi misali gelip geçiyor etrafımdan… Ben ise; bedenlerinin yarısı çürümüş insanlar görüyorum. Ruhsuz bir kadın, mat sesiyle uyulması gereken kuralları sıralıyor. Dinlemeye yeltenmiyorum bile atıyorum kendimi kapıları açılan tabutun içine… Aklımda yine, her zamanki gibi senin sözlerin var “Belki bir gün karşılaşırız.” “Lanet olsun!” çekiyorum ve kapanan kapıya bir tekme savuruyorum. İnanır mısın kimse dönüp bakmıyor bile!

     Bu şehir ruhlar denizi gibi geliyor bana. Her tarafta kaybolmuş ruhlar görüyorum. Sanki yüzyıllar öncesinden kalmış yansıma gibi siluetler… Taze kan arayan vampir gibi, seni arıyor gözlerim. Sağımdan, solumdan, içimden gelip geçiyor insanlar. Aklıma öyle bir şey geliyor ki yüreğim sıkışıyor. Aynı kadın yine bir şey diyor. Sonra kapılar açılıyor. Nefes alma içgüdüsüyle atıyorum kendimi dışarıya… Fena şekilde öksürüyorum. Boğuluyor gibi oluyorum. Hani derler ya biri sanki kalbimi boğuyor gibi, aynen öyle oluyor.

     Beynim nasıl bir oynuyor bana bilmiyorum. Yarısı eksik nefeslerimin arasından “Ya” diyorum. “Ya bu şehir seni de yuttuysa sevgilim?” Aklıma düşen dudaklarımdan dökülüveriyor. Ruhum eziyet ediyor bedenime. Beynimde bu acımasız düşünce, kaç basamak olduğunu tahmin bile edemediğim merdivenleri çıkıyorum. Işığa kavuşmuş kör misali kararıyor gözlerim. Kırpıştırıyorum göz kapaklarımı. Telaşlı telaşlı etrafa bakınıyorum; her köşeye, seni arıyorum. Yine acı gerçekle yüzleşiyorum. Yoksun! Bir kenara çöküp yüzümü ellerimin arasına alıyorum. İçim yanıyor. Seni düşünüyorum. “Görmeyeli o kadar çok zaman oldu ki…” diyorum. “En son saçlarını uzatacağını söylemişti. Ya uzattıysa ya tanıyamazsam?”

      Kendi kendime konuşurken endişeleniyorum. Hani olur da dediğin gibi karşılaşırsak seni tanıyamamaktan korkuyorum. “Ya beni tanımazsan sevgilim?” diye söylenirken gözlerimden yaşlar dökülmeye başlıyor. Çaresiz bir dilenci gibi, havasına bile yabancı olduğum şehrinin bir sokağında, üstüm başım kir içinde, kendi sözlerime eşlik etmeye başlıyor hıçkırıklarım. Tam bu sırada tuhaf bir şey fark ediyorum. İnsanlar öylesine gelip geçmiyor etrafımdan. Aksine gözlerimin içine içine bakıyorlar. İçim ürperiyor. “Acaba bir parçası mı oldum şehrinin?” diye düşünüyorum.

     Aklıma gözlerin geliyor. Yüreğim kabarıyor. Hani o hiç, canlı canlı göremediğim gözlerin geliyor! Bir kere olsun, lanet olsun bir kez olsun bana göstermekten sakındığın o gözler geliyor gözlerimin önüne… Beni benden alıyorlar… “Bu nasıl aşk?” diye haykırıyorum ölmüş şehrine… İsyan ediyorum. “Bir kez olsun sarılamadım be!” diyorum. “Bir kez olsun koklamadım anlıyor musun?”diyorum. “Bir kez olsun” diyorum hıçkırıklarım karışıyor araya “Bir kez olsun tutmadım ellerini doyasıya” diyorum. Ellerimi açıyorum gökyüzüne doğru; haykırıyorum: “Nerdesin?”

      Ayaklarım titriyor. Kendimi ayakta tutamayacak kadar bitiyorum, hiç görmediğim siluetinin içinde… Aklımda yine senin sözcüklerin kol geziyor. “Sana çok bağlanmışım. Şimdi fark ettim.” diyorsun. “Melek…” diyor dudaklarım… Sesimi duymuyorsun biliyorum. Belki de en çok acı veren bu oluyor. Izdırap gibi düşüyor sözcüklerin zihnime “Bir sarılsaydım sana doyasıya “ diyorsun. “Keşke “ diyorum. “Belki bir gün karşılaşırız.” diyorsun yine! Binlerce defa bana aynısını yapıyorsun.

     Kırbaç gibi bedenime eziyet ediyor sözcüklerin. Etim parçalanıyor. Her yerimden etimin parçaları dökülüyor. “Tek istediğim” diyorum “Bir sadaka misali aşkını atıver avuçlarıma..” Şimdi bu kadar acizim, bu kadar açım işte merhametine… İçin acır mı şu lanet sokaktaki şu sefil halime? İç çekiyorum ve yürümeye başlıyorum. Aklıma Sezen Aksu geliyor. “Unuttun mu beni?”diyor ve devam ediyor…

“Her şeyimi, sildin mi bütün izlerimi. Hiç düşmedim mi aklına. Hiç çalmadı mı o şarkı? O sahil, o ev, o ada; O kırlangıç da küs mü bana…Sanırdım ki aşklar ancak filmlerde böyle. Ben hâlâ dolaşıyorum avare. Hani görsen, enikonu divane. Ne yaptıysam olmadı, ne çare… Unutamadım, gitti ! Ey aşk neredesin şimdi? Sen de mi terk ettin beni? Ne hata ettiysem, affet; büyüklük sende kalsın, e mi. Sen de olmazsan eğer, batar artık bu gemi…”

     Ben hala bilmiyorum, sana mı geliyorum sevgili, sadece; hangi sokakta açtıysan kollarını oraya gitmek istiyorum… Şimdi söyle sevgili “Hangi kitaplığın, hangi kitabının içine hapsettin kendini? Hangi kitabı alıp da eline, okumadan bırakıyorsun? Söyle sevgili, kiminle paylaşıyorsun hayallerini? Bugünlerde kim aydınlatıyor karanlık gecelerini? Söyle ki bileyim, Söyle ki bileyim…” 

22
Kurgu İskelesi / Kar...
« : 20 Ocak 2013, 00:10:05 »
   

Saat yine gecenin bir yarısı ve bilmediğin üzere ben yine sıcak yatağımdan uzaktayım. Yavaşça pencerenin perdesini kenara çekerek dışarıdaki manzarayı izlemeye koyuldum. Dakikalar ilerledikçe adeta kayboluyordum kar tanelerinin arasında. Zihnimin içine kar taneleri gibi düşüyordu ; yine şehrinde bulunduğum bir gece. Hafızamdaki manzara, dışarıdaki manzaradan pek de farklı değildi. Bir kış gecesi şehrinin bir odasında oturmuş sigaramı içerken, kar manzarasını izliyordum. Şehrin benim şehrime nazaran daha puslu ve daha yoğun kar yağışlıydı. Belkide sana çok yakın ama uzaktı sensizliğim.

     Gecenin bir yarısı atmıştım kendimi sokaklara... Yürüyordum ıssız gecenin ıssız sokaklarında. Gözlerim ister istemez hep alışkın olduğum manzarayı arıyordu. Pencerelerde bir ışık, sokaklarda bir kaç kişi bakınıyordum. Şehrin öyle ıssız öyle ölüydü ki; siyah pencerelerin ardına bir o kadar beyaz perdeler çekilmişti. Hiç kimse ne dışarıyı izliyor, ne de dışarıya çıkıyordu. Belki şehrin çok alışkındı bu manzaraya belkide göremeyecek kadar kör... Bilemiyorum.

     Saçlarım kar tanelerinden görünmezken ben hala yürüyordum şehrinin sokaklarında. Aklımda sen vardın. Sana defalarca sormama rağmen söylememiştin semtini... Bu sebeple bilemiyordum sana mı yürüyordum , sen mi kaçıyordum. Bir anlık dürtüyle durdum ve arkama baktım. Şehrini kirleten bir leke gibiydi ayak izlerim. İzleri bir kaç saate silinecek cinayet gibiydim. Şehrin hesaba çekilmeyi bekleyen ruhsuz bir bedendi benim için. Ben ise kendi ruhumdaki seni arıyordum. Çünkü bilmiyordum hangi cesedin kemikleri ardına gizlendiğini. Aklımda yine senin sözlerin vardı. "Söyleyemem, anlamalısın. Hem ne önemi var ki semtimin, buradayım ya işte. Boş ver belki bir gün karşılaşırız." diyordun.
     Vücudum bir ölü kadar soğuk, kalbim senin şefkatin kadar atıyorken hala kirletiyordum şehrini. Elim, kolum, üstüm başım kar içindeydi. O gece senin bilmediğin bir matem vardı şehrinde. Şehrin bir maktul gibi uzanıyordu önümde, ben ise bir o kadar katildim. Sen ise şehrin kadar yoktun benim için. Elim kolum buz tutmuş, acımasız bir katil gibi döndüm; bana çok çok yabancı o emanet odaya...

     Gözlerimden bir kaç damla yaş süzüldü ister istemez. Belkide karşımdaki binada bir yerlerdeydin. Ben bilmiyordum. Aklımda senin siluetin ve yine senin sözlerin vardı. "Hiç birşeyin garantisi yok, sana gel diyemem, git hiç diyemem. Belkide yapamayız, anlaşamayız." diyordun. Bence sen bilmiyordun; kendine açık bıraktığın o kapı ikimizi ayrı şehirlere hapsediyordu. Şimdi sakın sorma ne kendine ne de bana "Neden?" diye. Çünkü sen, kendi şehrin kadar yalnız; ben, kendi ayak izlerim kadar suçluyum. Ben, acımasızca yargılanırken şehrinin sokaklarında, aylar sonra senin sevginden uzak, aynı manzaralarda parmaklıklar ardına hepsedildim. Sen ise; azmettiriciydin sevgilim. Kalbimi sensiz atmaya zorlayarak, beni katili yaptın aşkımızın.

     Şimdi gardiyan, adeta bir ceza gibi çöküyor şehrimin üstüne. Merak ediyor savunmamı, hissediyorum. O daha sormadan ben söylüyorum. "O şehri hala  O'na yakıştıramıyorum." Susuyor ve terk etmeye başlıyor; şehrin kadar karanlık, soğuk ve ıssız hücremi.

23
Öncelikle Merhaba,

Türk Fantastik Edebiyatının gelişme çağında olduğu açık bir gerçek. Elbette kurumsal bazda hiç kimse riskli bir yatırıma girmek istememektedir. Fakat Türk yazarlara olan eksi derecede desteği görünce sorası geliyor insanın. Kaç yıl daha çeviri ile iş yapacaksınız? Biz Türklerden adam akıllı bir eser çıkmamasının tek sebebi yayın evlerinin yabancılara olan hayranlığıdır. Elbette elimizde bir Ejderha Mızrağı gibi eser yoktur fakat bu olmayacağı anlamına gelmez. Size özetle sorum şu:

Ne zaman Türk gençlerine yol gösterici bir yayın evi çıkacak ve onların gelişimlerini destekleyecek ne gibi kararlar alacaksınız? Bu uğurda bir yerlere gelmeyi amaçlayan gençlere hangi gözle bakıyorsunuz? Türk Fantastik yazarlarının yurt dışına açılma planları ile ne düşünüyorsunuz? Bu konuda herhangi bir çalışmanız var mıdır?
Teşekkürler.
Pırıltı Perisi ve Quad

Sayfa: 1 [2]