Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Gülbüyüsü

Sayfa: [1]
1
Mitolojiler / İç Dünya İle İlgili Mit ve Efsaneler
« : 22 Mayıs 2013, 11:22:13 »


Birçok dini yazılar, efsaneler ve mitolojilerde dünya kabuğunun altında bir dünya olduğundan bahsedilir. Örneğin, Sümer ve Babil dönemi
efsanevi kahramanı Gılgamış, atası Utnapiştim’i aramak için dünyanın içine gider. Orfeus, Eurydike’nin ruhunu ararken yer altı dünyasına
inmişti. Dyonisos bir mağarada beslenmişti. Jüpiter bir mağarada doğmuştu, Hermes veya Adonis de aynı şekilde bir mağarada dünyaya
gelmişlerdi.

“Boş dünya” ile ilgili eski efsaneler, dünyanın içinde muhtelif dev yaratıklar, cinler, küçük insanlar ve barışçı insanımsı yaratıkların
yaşadıklarından söz eder.

Bazı araştırmacılar, dünyanın içinde (Lemurya (Mu) ve Atlantis kıtasından sağ kalanların yaşadığına inanmışlardır. Birçok eski
yazılarda “Yer altı dünyasının”, dinlerde ve efsanelerde “Cehennem” olarak belirtilmesine rağmen, gerçekte mevcut bir yaşam alanı olduğu
belirtilir.

Eski Yunanlılar ve Romalılar, tanrı ve tanrıçalarının iç dünyadaki bir medeniyetin temsilcisi olduklarına inanmışlardı. Doğuda, ilk insanın
yeraltındaki bir dünyadan geldiğine ilişkin bir efsane vardır. Hz.Adem’in yurdu “Dünyanın merkezinde” idi ve misyonu bunu yerüstüne açıklamaktı. Bir Hint söylencesinde, Hz.Adem büyük bir felaketten sonra dünyanın içine kaçan bir grup insanın kralı olarak belirtilir. Hz.Adem daha sonra dünyanın üzerine çıkarak, insan ırkını yeniden başlatmıştı.

Çok eski bir efsaneye göre, güçlü İnka imparatorluğu, Peru’daki Cuzcoşehrinin doğusunda bulunan Pacari-Tmbo’daki bir tünelden çıkan küçük bir grup insan tarafından kurulmuştu. İlginçtir ki bu uzun boylu ve beyaz tenli insanlar, kendilerinin çok eski bir tanrılar ırkından geldiğini ileri sürüyordu.

Güney Amerika efsanelerinde Mexico’nun kuzeyinden Peru’ya giden tünellerden” ve orada yaşayanlardan söz eder. “Timaeus” adlı eserinde
şunları söylemektedir;

“Apollo’nun gerçek vatanı ebedi yaşamın olduğu uzak-kuzeydeki Hyperborea’dır. O, merkezde, dünyanın göbeğinde
oturur ve insanlığın bütün dinlerinin yorumcusudur.”

“Dünyanın Göbeği” ifadesi, boş dünya teorisi yandaşları tarafından, bu büyük düşünürün yeraltında bir dünyaya inandığı şeklinde
yorumlanmıştır.

Hecataeus’a göre, Apollo’nun annesi Leto, Arktik Okyanus’taki bir adada, kuzey rüzgarlarının çok ötesinde doğmuştu. İrlanda efsanelerinde adı geçen iki düşman ırk, dev Fomorian’lar ve Tuatha Dé Danann’lar boş dünya efsaneleri ile bağlantılıdır.

Hindistan’daki eski Konkan Krallığının hüküm sürdüğü yerlerde yapılanaraştırmacılarda bir dizi mağara işaretlerin rastlanmıştı. Bu işaretler
bir grup insanın “Boş Dünya”dan dünyanın yüzeyine çıktıklarını anlatmaktadır. Efsaneye göre, dünya yüzeyinde ortaya çıkan ilk insanlar
yer altı dünyasından gelmişlerdi.

Amerikan eski yerli kabilelerinden ikisinde insanların kökenin yer altı dünyası olduğuna dair efsaneler mevcuttur. Mandan yerlileri
atalarının bir zamanlar bir yer altı köyünde yaşadığına inanırlar. Siouxyerlileri arasında yaygın bir efsaneye göre, onlar dünya yüzeyine
çıkmadan önce bir yer altı bölgesinde yaşıyorlardı.

İsviçreli matematikçi Leonhard Euler’in (1707-1783) inancına göre, dünya boştu ve iç dünya merkezi bir güneş tarafından aydınlatılıyordu.


Not: Bir arkadaşımın araştırmasıdır. Yararlı olabileceğini düşündüğüm için paylaşmayı uygun gördüm.

• Viktor Farkas, “Geheimsache Zukunft” (Von Atlantis zur hohlen Erde) Michaels Verlag, 2002.

• Turgut GÜRSAN, Yeraltındaki Gizli Dünyalar, s. 67-68

ALINTDIR

2
Tartışma Platformu / Hangi Kitap Size Ne Hissettirdi?
« : 02 Mayıs 2013, 13:12:45 »
Bu benim çok yoğun hissettiğim ve kafa yorduğum bir şeydir. Okuduğumuz her kitap bize bir şeyler hissettirir illaki ama bazı kitaplar vardır etkilerinden uzun süre kurtulamayız. Olumlu ya da olumsuz, sizi çok etkilemiş kitapları ve ne hissettirdiklerini yazarsanız sevinirim. Tabi fikrime göre hissettiğimiz duyguların, kendimizi olayın içinde bulma ihtimalinin etkisiylede alakası büyüktür. Empatik düşüncelerimizin bakış açılarımızı çok etkilediğine inanıyorum.

Benim için liste uzun ama ilk aklıma gelenleri örnek vereyim; Ejderha dövmeli kız ve Ölüm üstadı'nı okuduğumda, her iki kitapta bana insanın sapıklık ve vahşilik sınırının nerelere varabileceğini göstermiş, şok ve tiksintiyi çok yoğun hissetmiştim.

3
Başka Kurgular / İpek Yolu - Colin Falconer
« : 01 Mayıs 2013, 11:41:04 »

Haçlı Savaşları'nda Araplarla başa çıkamayacaklarını anlayan Hıristiyanlar, Orta Asya'ya hükmeden Büyük Hakan'dan yardım istemeye karar verirler. Taşıdıkları dostluk mektubuyla Kudüs'ten yola çıkan şövalye ile rahibin yolculukları birkaç ay değil, birkaç mevsim sürecektir. Bu zorlu yolculukta endişe ve korkularını haklı çıkaracak pek çok şey gelir başlarına. Üstelik kimi zaman kavurucu çöl sıcaklarıyla, kimi zaman dondurucu soğuklarla, kar fırtınalarıyla boğuşmak zorunda kalırlar. Elçiler sonunda Büyük Hakan'ın huzuruna çıkmayı başarırlar ama bu kez bambaşka sürprizler bekliyordur onları.

Fakat asıl önemlisi, Tatar Prensesi Hutelun ile Şövalye Josseran arasında başlayan duygusal yakınlaşmanın büyük ve önlenemez bir aşka dönüşmesidir.

Bir yanda, ok atmada, at binmede usta olduğu kadar, gaipten haberler de verebilen bir şaman kız; öte yanda, babasının genç ve güzel karısıyla yasak aşk yaşadığı için günahlarından arınmak amacıyla Güney Fransa'dan kalkıp Haçlı Ordusu'na katılan Batılı bir şövalye...

Colin Falconer, bu kez gizemli İpek Yolu üzerinde yaşanan müthiş bir aşkın kalp atışlarını hissettiriyor okura...


Hilmi Artan tarafından çevirilen kitabı yıllar önce okuma şansım olmuştu. Colin Falconer'in etkileyici anlatımı kitaba bağımlı yapmıştı beni. En sevdiğim tarihi kurgulardan biri olma özelliğini hala korumaktadır. Geçtiği dönem ve coğrafyaya ait birçok ayrıntıyı çok başarılı bir şekilde romanlaştırmış ve okuyucuya etkileyici bir dünya sunmuştur. Bir prenses ve aynı zamanda kam olan Hutelun en sediğim kadın kahramandır hala. İnanç ve kültür çatışmalarının aynı zamanda nasıl harmanlanıp birleştirilebildiğinede iyi bir örnektir bu kitap. Tarihi kurgu severlere tavsiye ederim.

4
Mitolojiler / Yada Taşı Efsanesi
« : 11 Nisan 2013, 13:03:29 »
Çok eski devirlerden kalan yaygın bir inanca göre:

“Türklerin atalarına göklerden gelen sihirli bir taş armağan edilmiştir. Bu taş her devirde Türk Şamanları’nın ve büyük Türk komutanlarının ellerinde bulunmuştur.” Ve yine bu inanca göre günümüzde hâlâ bu taşın önde gelen Şamanların ellerinde bulundukları iddia edilmektedir.

Bu anlatılanların sadece bir inançtan ya da söylentiden ibaret olmadığını binlerce yıl öncesine ait eski Çin tarihi kayıtları da teyit etmektedir. Eski Türklerin de elinde bu tür bir taşın (Yada Taşı) bulunduğuna dair çok sayıda tarihi kayıt vardır. Çin Kaynakları tarafından tutulan bu kayıtlarda, Türklerin bu taş vasıtasıyla istedikleri zaman yağmur veya kar yağdırabildikleri uzun uzun anlatılmaktadır.


Atalarımızın istedikleri zaman yağmur, kar, dolu yağmur yağdırabildikleri, rüzgar estirip hatta fırtına çıkartabildiklerine dair ilk tarihi belgede şunlar kayıtlıdır:

Türklerin büyük ataları Hunların Kuzey’inde bulunan So sülalesinden idi. Oymağın Başbuğu Ananbu idi. Bunlar yetmiş kardeş idi. Birincisi dişi kurttan türemiş olup adı Içjini-nişibu idi. Içjini-nişibu tabiatüstü özelliklere sahipti. Yağmur yağdırıp fırtına çıkartabilirdi.

Yine aynı Çin Kaynaklarında 449 yılında meydana gelen bir savaş anlatılırken konuyla ilgili satırlara rastlıyoruz:

Evvelce Kuzey Hunlarının idaresinde bulunan Yüce Han ahalisinde öyle kâhinler vardır ki, Cücenler’in saldırılarına karşı durduklarında çok şiddetli yağmur yağdırdılar, fırtına çıkarttılar. Cücenler’in onda üçü sellerde boğuldu, soğuktan kırıldı.

İslâm Kaynakları’nda Türklerin bir zamanlar ellerinde bulundurdukları taş; yağmur taşı anlamına gelen “Haccr-ül Matar” ya da “Seng-i Cede” olarak isimlendirilmiştir. İslam Kaynakları’nda anlatılanlara baktığımızda, Türklerin bu sihirli taşıyla Müslümanların da yakından ilgilendiklerini görüyoruz.

İslâm tarihçilerinden İbn-ül Fakih’in kayıtlarında Halife Ma’mun’un bu gizemli taş hakkında araştırma yapması için Nuh b. Esed’i vazifelendirdiği anlatılmaktadır. Nuh b. Esed Türkler arasında yaptığı incelemeler sonununda Halifeye, söz konusu haberlerin doğru olduğunu fakat olayın nasıl meydana geldiğini anlayamadığını bildirmiştir.

İbn-ül Fakih tarihi kayıtlarında, Horasan Emiri İsmail b. Ahmet’in Ebul Abbas’a anlattıklarına da yer vermiştir:

“Yirmi bin kişi ile Türklere karşı savaşa çıktım. Karşımızda baştan ayağa kadar silahlı altmış bin Türk vardı . Bunlardan bir kısmı bizim tarafa geçti. Bunlar bize Türklerin iri dolu yağdıracaklarnı söylediler. Biz de onlara: “Sizin kalbinizden küfür hâlâ çıkıp gitmemiştir, böyle işleri hiç bir insan yapamaz” dedik. Onlar: “Biz haber veriyoruz, sizi ikaz ediyoruz, onların tayin ettikleri vakit yarın sabahtır ama siz daha iyi bilirsiniz” dediler. Sabah oldu. Korkunç bulutlar bizim üzerimizi kapladı. Herkes korktu. Müthiş dolu yağdı.”

İbn-ül Fakih, bu olayla ilgili olarak İsmail b. Ahmet’in iki rekât namaz kılarak, bu dolu fırtınasını daha sonra Türklerin üzerine yönlendirdiğini yazmaktadır. O devirde Arap İslâm Orduları aynı zamanda Allah’ın askerleri olarak nitelendirildiği için, onlar adına böylesine gurur kırıcı bir olayla karşılaşmak kabul edilebilir bir şey değildi. Bu nedenle söz konusu dolu fırtınasını kıldığı namaz sayesinde Türklerin üzerine yönlendirildiğini yazarak konuyu noktalamasına şaşırmamak gerekir.

Biz tekrar sihirli taşımıza geri dönelim…

Eski Türk Mitolojisi’ni oluşturan çeşitli efsanelerde de bu taştan bahsedilir. Hatta bu taşın nasıl kullanıldığı da kısmen açıklanır…

Bir örnek olması bakımından Er Gökçe Destanından konumuzla ilgili bir bölüm aktaralım:

“…Yanımdaki adamlar susadı. Er Kosay’a susuzluktan şikayet ettiler. Er Kosay, uzun kulaklı sarı atının altından “Cay Taşını” çekip çıkartı. Salladı, salladı yere koydu. Havadan yağmur yağdı. Yağmur suyunu içtiler.”

Abdülkadir İnan “Eski Türk Dini Tarihi” adlı kitabında “El-Lügat’ün Neviyye” isimli eski bir lügatta “Yada Taşı” hakkında şöyle bir açıklamanın yapılmış olduğunu yazar:
“Yağmur boncuğu derler bir nesnedir ki, ona kurban kanı sürülmekle yağmur yağar.”

Bu gizemli taşla ilgili elimizdeki tüm bilgileri yan yana getirdiğimizde, onun kullanım metotları olarak; taşın su içine konulduğu, suyun üzerine asıldığı, birbirine sürtüldüğü veya taşın sağa sola hareket ettirilerek sallandığını görüyoruz.

Bu konuda günümüze kadar gelen Farsça bir şiir Yada Taşının kullanılmasıyla ilgili önemli çağrışımları beraberinde getirmektedir:

“Şekilli bir taştır ki, her ne zaman ona dua edilse göğü yarar ve çokça bulut ve yağmur getirir, bu iş Türkler arasında yaygındır.”

Bu anlatımlardan taşın çalışma prensibiyle, düşünce enerjisinin onu yönlendirmesi arasında çok sıkı bir bağ olduğu anlaşılıyor. Demek ki, düşüncelerle yönlendirilebilen bir maddesel özelliği olan bir taşla karşı karşıya bulunmaktayız.

Bu taşın en son hangi tarihe kadar kullanıldığı tam olarak bilinmiyor ama bu taştan Osmanlıların da haberdar olduklarını yine tarihi belgelerden anlıyoruz.  Şaban Şifaî’nin IV. Mehmet’e yazdığı “Risâle-i Şifâiyye Fi Beycini Enva-i Ahcar” isimli eserinin 14 sayfası bu taşla ilgili önemli anlatımlar içerir:

“Hiç bulut olmadığı halde Yada Taşı ile yapılan işlemden iki saat sonra bulutlar gökyüzünde görülmeye başlar ve ardından bereketli yağmurlar yağar. Ne kadar gerekiyorsa ihtiyaç olunan kadarıyla yağmuru yağdırmak Yadacı’nın hünerine bağlıdır.

Taşlar farklı renklere sahip olabilmektedir. Genellikle siyaha çalan toprak renginde olup üzerinde kırmızı noktalar vardır. Beyaz olup üzerlerinde kırmızı noktalar olanlara da rastlanmıştır. Büyüklükleri bir kuş yumurtası kadardır.”

Kaşgarlı Mahmut’un verdiği bilgilerle, bu anlatımlar büyük bir paralellik gösterir. Kaşgarlı Mahmut söz konusu taşın iki türlü olduğunu ve bazı yörelerde birine “Örünk Kaş” diğerine ise “Kara Kaş” denildiğinden bahseder. Örünk sözcüğünün Doğu Türk Lehçesinde ak yani beyaz anlanına geldiğini de hatırlattıktan sonra özetimize devam edelim…

Dolu afetinde tarlaları korumak için taş yüksekçe bir yere asılır ve ona dokunulmaz. Onu ancak bu işin sırrını bilen Yadacılar kullanabilir. Taşların birbirlerine sürtülmesi ve bir tas suyun içine taşın atılması ile bu işlemler uygulanır. Ancak bu işlemleri sırrı bilen kimselerin (Yadacılar’ın) yapması gerekir. Aksi takdirde arzu edilen sonuca ulaşılmaz. Taşı suya atmak yeterli değildir.

Bu anlatımlar da taşın kullanınn ile ilgili yukarıdaki tespitlerimizi doğrular niteliktedir. Ayrıca bu taşın sadece kullanım metodunu bilenlerin elinde işe yaradığını anlatması da önemlidir.

Şimdi bu taşın gerekli metotlara uyulmadan kullanıldığında ne tür sonuçları beraberinde getireceğini gösteren; 13. Yüzyıl’da yaşanan ve tarihi kayıtlara geçen bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum:

Velaşgerd önüne gelince yöredeki halk bize şiddetli sıcak, kuraklık ve hayvanları rahatsız eden sineklerden çok şikayet ettiklerini bildirdiler. Bunun üzerine taşlarla yağmur yağdırmaya karar verildi. Merasimi bizzat Sultan idare ediyordu.

“İlk başta ben buna inanmıyordum. Fakat sonradan bunun birçok tecrübelerle gerçek olduğuna gözlerimle şahit oldum.” diyen S.A. Nesevi olayın gelişimini şöyle anlatmaya devam ediyor:

Bu kez de geceli gündüzlü, ardı arkası kesilmeden yağan yağmurdan halk şikayet etmeye başladı . Yağmur sihri yapıldığına halk pişman oldu. O kadar çok yağmur yağdı ki, her taraf çamur ve bataklığa döndü. Sultan’ın çadırına bile girilmez oldu. Yağmur dinmek bilmiyordu. Sel ne var yoksa her şeyi mahvetti. Bir ara sütninesinin Sultan’a şunları söylediğini işittim:

“Sen bir hüdâvent alemsin… Fakat yağmur yağdırmakta değil… Çünkü böyle bir tufan çıkartmakla hata ettin… Senin yerinde başka birisi olsaydı bunu yapmazdı, sadece elverecek kadar yağdırırdı”

Bu tür taşların yanlış kullanımının ne tür sonuçlar doğuracağını göstermesi bakımından yukarıdaki tarihi kayıtlar son derece önemlidir. Kaldı ki, bu taşların Atlantis’te kullanılanların küçük birer örnekleri olduğu düşünülecek olursa, Atlantis’teki bu tür taşlardan oluşan devasa enerji merkezlerinin negatif alandaki kullanımının, nasıl büyük bir doğal afetler zincirine neden olduğu sanırım daha iyi anlaşılacaktır.


Kaynak  http://insanveevren.wordpress.com/2011/06/28/yada-tasi-efsanesi/

Sayfa: [1]