16
Kurgu İskelesi / Ynt: Hayat Getiren
« : 06 Şubat 2016, 13:41:48 »
9.Bölüm
Spoiler: Göster
Fazla yüksek olmayan bir sesle bağırdı. “Kimse var mı? Beni duyuyor musunuz?” Bir taraftan da asasına sıkıca kenetlenmiş şekilde bekliyordu. Sesi tımarhane havası estirircesine yankılanmıştı. Nefes alışverişleri yavaşlamıştı, farkında olmadan nefesini tutuyor, vücudu havasız kaldığının sinyalini verdiğinde istemsizce diyaframını gevşetiyordu.
Ensesinde birinin nefesini hisseder gibi oldu. Bunun ufak bir hava akımı olabileceğini düşünerek ilkin umursamadı. Ancak bir kere daha tekrarlandı. Öncekinden daha ılıktı. Çığlık atmamak için kendisini tuttu. Mantıklı bakıldığında böyle bir yerde vahşi bir hayvanın olma olasılığı yoktu. Hoş, Halkar böyle ufak bir yer altı tünelinden ve sarnıçtan bahsetmemişti. Her türlü yaratık ihtimal dâhilindeydi. Oysaki tehlike arz edebilecek her şeyi Aremas’a mutlak surette aktarmıştı. Pekâlâ, önemsememiş veya kendisi de bilmiyor olabilirdi.
Ensesine dokunan nefes üçüncü kez daha ılık bir şekilde ensesindeki ince deriye nüfuz etti. Aremas artık arkasında bir canlının durduğundan son derece emindi. Ancak ne olduğunu tahmin etmesi imkânsızdı. Tek bildiği kendi boyuyla eşdeğer bir canlı tarafından takip edildiğiydi. İlk ve vurucu hamleyi yapabilmek için çok kıvrak olmalı, tüm becerilerini sergileyerek arkasındakini alt edebilmeliydi. Nefesini tuttu ve asasından güç alıp geriye dönerek havaya sıçradı. Mum alevi dönme yönünün tersine savrulmuş, alev titremişti. Arkasında olduğunu sandığı şey tam olarak oradaydı.
Eyargin’in askerlerinden birisi miğferiyle karşısında duruyordu. Ne yapması gerektiğine karar vermek için sadece bir saniyesi vardı. Önce saldırmayı düşündü. Ancak büyük bir yanlış anlaşılma da söz konusu olabilirdi. Askeri yaralasa dahi bu bahaneyle Eyargin daha dinlemeden Aremas’ı reddedebilirdi. Diğer yandan, içgüdülerinin yönlendirdiği üzere bu gerçekten de bir tuzak olabilirdi. Görüşülebilecek onlarca yer varken böyle bir yerin seçilmiş olması bu olasılığı kuvvetlendiriyordu.
Nitekim kendini koruma içgüdüsü baskın gelmişti ve adama doğru kuvvetli bir rüzgâr dalgası savurdu ve yere indi. Rüzgâr adamı alt etmek bir yana elbisesini bile kımıldatamamıştı. Hafif bir meltem esintisi gibi adamın yanından geçip gitti. Şaşkınlığını gizlemeye çalışarak ikinci hamleyi yapmaya çalıştı ancak geç kalmıştı. Adam çoktan yayını ona doğrultmuştu bile.
Yayın yapıldığı odundan gerilme ve minik çatırtılar duyuldu. Boşlukta yankılandığı için kulağa olağandan daha rahatsız edici geliyordu.“Uslu durursan zarar görmeyeceksin.”
Arkasında başka bir cisim daha vardı. Şeklinden ve sivriliğinden onun da bir temren olduğunu hemen anlamıştı. Koridor mum alevinin oluşturduğu ateş danslarıyla aydınlanmıştı. Arkada şamdan tutan birkaç asker daha olmalıydı.
Arkasındaki tok sesli adam konuştu. “Asanı ver ve bizimle gel. Seni ona götüreceğiz.”
Aremas gönülsüzce asasını teslim ederken bir yandan büyüsünün nasıl işe yaramadığını çözmeye çalışıyordu. Belki de hava yoğunluğunun az oluşu kuvvetli bir rüzgâr oluşturmasına mani olmuştu. Askerler Aremas’ı ablukaya alarak gittiği yolun devamına doğru götürmeye başladılar. Arkasında tahmin ettiğinden de çok asker vardı. Işığın aydınlatabildiği kadarıyla en az on askerin etrafını sarmış olduğunu gördü.
Çok geçmeden bir odaya geldiler. Burası gerçekten de tünelin sonu olmalıydı. Zira ne sağında ne de solunda başka bir geçit yoktu. Şehrin yeryüzündeki büyüklüğü hesaba katıldığında bundan daha ileri gidilmesinin de olanağı varmış gibi görünmüyordu. Burası tünellerin zorunlu doğal sınırı olmalıydı. Aremas’ın asasını taşıyan asker diğer eliyle tuttuğu şamdan ile duvardaki aplikleri seri bir şekilde yakmaya başladı. Önce zifiri karanlık olan odanın tüm detayları ortaya çıkmaya başlıyordu.
Oda dört duvar, koltuktan bozma bir sandalye ve duvardaki apliklerden ibaretti. Mumları yakmayı bitiren asker asayı alıp Aremas’ın tam karşısında, koltukta oturmuş hayıflanıp duran kadına uzattı. Loş ışığa rağmen Aremas kadını tanımakta gecikmedi. Yıllar vücudunda çok şeyi değiştirmiş olabilirdi ama Eyargin’in asimetrik gülümsemesinin boyunduruğundaki alaycı bakışları rahatsız ediciliğini muhafaza ediyordu.
Başını belli belirsiz yatırıp, adam boyundaki asanın üzerindeki silik helezonları ve oyularak işlenen kıvrımları inceledi. Gözleri asanın kıvrak ve kibar oymalarına odaklanmıştı. Ancak, meraklı ve heyecanlı bir kâşiften ziyade alacaklı gibi bakıyordu.
“Karşılama törenimizden hoşnut kalmış olmalısın.”
“Zahmet etmişsiniz. Birkaç şamdan da aynı işi görürdü.”
Eyargin asayı şehvetli bir şekilde okşuyordu. Aremas’ın huzursuz olmaya başladığını hissederek asayı daha fazla kurcalamadan sandalyenin yanına dayadı. Gözlerinin içi adeta rahatsız edici bir şekilde gülüyordu. “Koleksiyonuma yakışacağını düşünüyorum. Böyle bir hediyeyle geldiğine göre gerçekten büyük şeyler istiyor olmalısın.”
Aremas bir ulusun yükünü sırtında taşıdığının farkındaydı ve Eyargin’in tahriklerine karşın olabildiğince ihtiyatlı sözler sarf etti. “İsteğim mukabilinde böyle bir takas yapmak oldukça adil olurdu. Lakin korkarım ki, benden başkasının işine yaramaz.”
“Evet, belki de haklısındır.” Eyargin asayı tutup Aremas’ın kollarına fırlattı. “Senden alabileceğim başka şeyler olmalı.” Talepkâr bakışlarını Aremas’a dikti.
Aremas asayı güvenceye alınca içten içe rahatlamıştı ama belli etmiyordu. “Şu arkamdan ikide bir silah dürtenler olmasa daha rahat konuşabileceğimizi düşünüyorum.” Eyargin eliyle işaret ederek okları indirmelerini istedi. Aremas sözlerinde temkinli olmayı sürdürdü. “Hayat getireni duymuşsundur.”
Eyargin’in alaycı gülümsemesi daha belirgin bir hal almıştı. “Ne olduğunu bilmemek mümkün mü?”
Aremas sıradaki tepkiden emin olmaksızın tutuk bir tavırla konuştu. “Hayat getirenin nerede olduğunu bulduk.”
Eyargin imalı bir şekilde kahkaha attı. Loş oda ile birleşince kahkaha daha da rahatsız edici bir hal alıyordu. “Siz de arvaların kıskacından kıçınızı kurtarmamı istiyorsunuz.” Birden az öncekinin zıttı yönde ciddileşti. Sesi de daha baskın çıkıyordu. “Söylesene, bunu neden yapacakmışım?”
“Saryusların uluslarımızı yok etmeden önce belki de son şansımız budur.”
“Siz de kalkanın dışında hırsla bekleyen arva sürüsünü püskürtüp, katilinizi buraya getirerek evinizde saklamak istiyorsunuz, öyle mi?” Yine bir kahkaha attı. Sonra duraksadı. Duygu durumunu cüssesinin çevikliğinden daha hızlı değiştiriyordu. “Hayat getirenler beni ilgilendirmiyor.”
“Eğer buraya getirip Saryuslardan korursak ve bizim tarafımızda yer almasını sağlayabilirsek sarkacı tersine vurdurabiliriz. Erima ile Halkar hayatlarının sonuna kadar bunun için çalıştı.”
Eyargin’in alaycı gülümsemesi silinmişti. Sessizliğin kuşattığı odada nefes alışındaki hırıltılar duyulabiliyordu. “Sakın, bir daha babamın basiretsizliklerinin bahsini açayım deme. Onun yanlış tutumlarından ötürü hâlâ hayattasınız. Çoktan o topraklardan sürülmeliydiniz.” Dudaklarını hafifçe aralayarak alaycı bir ifade takındı.“Ah, dilim sürçtü, silinmeliydiniz diyecektim.”
Ok yaydan çıkmıştı. Eyargin yardım talebini reddettiği gibi üstüne bir de Aremas’ı tehdit eder hale gelmişti. Aremas bir an önce görünmez olması gerektiğini düşündü. Bu konuda oldukça eli çabuktu ama az önceki beceriksizliği çekingen kalmasına yol açıyordu.
Aremas’ın tedirgin tavırlarını ve ayakkabısından görünmeyen ama parmak vuruşlarının bacaklarında yol açtığı ufak titremeleri gördü. “Bunun için üzülme, henüz geç kalmış sayılmayız.” Muzip bir kahkaha daha attı. “Belki de yok oluşunuzu açık hava tribününün en cafcaflı yerinden seyredebilirim. Sizin için zevkli ve şaşalı bir final olacağa benziyor.”
“Bizden sonra sizi yok etmeye geldiklerinde de aynı yerden izlemezsin umarım. Halkının bundan hoşnut olacağını sanmam.”
Alay ve ciddiyetle karışık bir karşılık verdi. “Surlarda gezinen ufak tefek kuşları, böcekleri ve kertenkeleleri adamdan saymazsan henüz kaleye saldırabilen olmadı.” Yine kendi kendine kahkahalara boğuldu.
Aremas aklını dağıtıp hamle yapmak için aradığı fırsatı yakalamıştı. Asasını yere vurup hızlıca bir şeyler fısıldadı. Nefes alışı kesildi. Görüşü buğulanıyor, hücrelerinin çatırdayarak birbirinden ayrıldığını hissediyordu. Sonra birden ne olduysa tekrar derin bir nefes aldı. Ardından bir daha…
“Yerinde olsam kendimi hiç yormazdım.” Aremas ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Yine büyüsünde başarısız olmuştu. Hâlâ odadaydı ve askerler duvarlara dağılmış halde ona bakıyorlardı. “Doğru ya, misafirimizi davet etmeyi unuttuk.” Elini açarak Aremas’ın arkasındaki birini buyur ettiği görüldü. Karanlıktan uzun boylu birisi çıkıp öne doğru ilerledi. Aremas’ın yere eğilmiş başını çenesinden tuttu ve nazikçe yükselterek doğrulttu.
Ensesinde birinin nefesini hisseder gibi oldu. Bunun ufak bir hava akımı olabileceğini düşünerek ilkin umursamadı. Ancak bir kere daha tekrarlandı. Öncekinden daha ılıktı. Çığlık atmamak için kendisini tuttu. Mantıklı bakıldığında böyle bir yerde vahşi bir hayvanın olma olasılığı yoktu. Hoş, Halkar böyle ufak bir yer altı tünelinden ve sarnıçtan bahsetmemişti. Her türlü yaratık ihtimal dâhilindeydi. Oysaki tehlike arz edebilecek her şeyi Aremas’a mutlak surette aktarmıştı. Pekâlâ, önemsememiş veya kendisi de bilmiyor olabilirdi.
Ensesine dokunan nefes üçüncü kez daha ılık bir şekilde ensesindeki ince deriye nüfuz etti. Aremas artık arkasında bir canlının durduğundan son derece emindi. Ancak ne olduğunu tahmin etmesi imkânsızdı. Tek bildiği kendi boyuyla eşdeğer bir canlı tarafından takip edildiğiydi. İlk ve vurucu hamleyi yapabilmek için çok kıvrak olmalı, tüm becerilerini sergileyerek arkasındakini alt edebilmeliydi. Nefesini tuttu ve asasından güç alıp geriye dönerek havaya sıçradı. Mum alevi dönme yönünün tersine savrulmuş, alev titremişti. Arkasında olduğunu sandığı şey tam olarak oradaydı.
Eyargin’in askerlerinden birisi miğferiyle karşısında duruyordu. Ne yapması gerektiğine karar vermek için sadece bir saniyesi vardı. Önce saldırmayı düşündü. Ancak büyük bir yanlış anlaşılma da söz konusu olabilirdi. Askeri yaralasa dahi bu bahaneyle Eyargin daha dinlemeden Aremas’ı reddedebilirdi. Diğer yandan, içgüdülerinin yönlendirdiği üzere bu gerçekten de bir tuzak olabilirdi. Görüşülebilecek onlarca yer varken böyle bir yerin seçilmiş olması bu olasılığı kuvvetlendiriyordu.
Nitekim kendini koruma içgüdüsü baskın gelmişti ve adama doğru kuvvetli bir rüzgâr dalgası savurdu ve yere indi. Rüzgâr adamı alt etmek bir yana elbisesini bile kımıldatamamıştı. Hafif bir meltem esintisi gibi adamın yanından geçip gitti. Şaşkınlığını gizlemeye çalışarak ikinci hamleyi yapmaya çalıştı ancak geç kalmıştı. Adam çoktan yayını ona doğrultmuştu bile.
Yayın yapıldığı odundan gerilme ve minik çatırtılar duyuldu. Boşlukta yankılandığı için kulağa olağandan daha rahatsız edici geliyordu.“Uslu durursan zarar görmeyeceksin.”
Arkasında başka bir cisim daha vardı. Şeklinden ve sivriliğinden onun da bir temren olduğunu hemen anlamıştı. Koridor mum alevinin oluşturduğu ateş danslarıyla aydınlanmıştı. Arkada şamdan tutan birkaç asker daha olmalıydı.
Arkasındaki tok sesli adam konuştu. “Asanı ver ve bizimle gel. Seni ona götüreceğiz.”
Aremas gönülsüzce asasını teslim ederken bir yandan büyüsünün nasıl işe yaramadığını çözmeye çalışıyordu. Belki de hava yoğunluğunun az oluşu kuvvetli bir rüzgâr oluşturmasına mani olmuştu. Askerler Aremas’ı ablukaya alarak gittiği yolun devamına doğru götürmeye başladılar. Arkasında tahmin ettiğinden de çok asker vardı. Işığın aydınlatabildiği kadarıyla en az on askerin etrafını sarmış olduğunu gördü.
Çok geçmeden bir odaya geldiler. Burası gerçekten de tünelin sonu olmalıydı. Zira ne sağında ne de solunda başka bir geçit yoktu. Şehrin yeryüzündeki büyüklüğü hesaba katıldığında bundan daha ileri gidilmesinin de olanağı varmış gibi görünmüyordu. Burası tünellerin zorunlu doğal sınırı olmalıydı. Aremas’ın asasını taşıyan asker diğer eliyle tuttuğu şamdan ile duvardaki aplikleri seri bir şekilde yakmaya başladı. Önce zifiri karanlık olan odanın tüm detayları ortaya çıkmaya başlıyordu.
Oda dört duvar, koltuktan bozma bir sandalye ve duvardaki apliklerden ibaretti. Mumları yakmayı bitiren asker asayı alıp Aremas’ın tam karşısında, koltukta oturmuş hayıflanıp duran kadına uzattı. Loş ışığa rağmen Aremas kadını tanımakta gecikmedi. Yıllar vücudunda çok şeyi değiştirmiş olabilirdi ama Eyargin’in asimetrik gülümsemesinin boyunduruğundaki alaycı bakışları rahatsız ediciliğini muhafaza ediyordu.
Başını belli belirsiz yatırıp, adam boyundaki asanın üzerindeki silik helezonları ve oyularak işlenen kıvrımları inceledi. Gözleri asanın kıvrak ve kibar oymalarına odaklanmıştı. Ancak, meraklı ve heyecanlı bir kâşiften ziyade alacaklı gibi bakıyordu.
“Karşılama törenimizden hoşnut kalmış olmalısın.”
“Zahmet etmişsiniz. Birkaç şamdan da aynı işi görürdü.”
Eyargin asayı şehvetli bir şekilde okşuyordu. Aremas’ın huzursuz olmaya başladığını hissederek asayı daha fazla kurcalamadan sandalyenin yanına dayadı. Gözlerinin içi adeta rahatsız edici bir şekilde gülüyordu. “Koleksiyonuma yakışacağını düşünüyorum. Böyle bir hediyeyle geldiğine göre gerçekten büyük şeyler istiyor olmalısın.”
Aremas bir ulusun yükünü sırtında taşıdığının farkındaydı ve Eyargin’in tahriklerine karşın olabildiğince ihtiyatlı sözler sarf etti. “İsteğim mukabilinde böyle bir takas yapmak oldukça adil olurdu. Lakin korkarım ki, benden başkasının işine yaramaz.”
“Evet, belki de haklısındır.” Eyargin asayı tutup Aremas’ın kollarına fırlattı. “Senden alabileceğim başka şeyler olmalı.” Talepkâr bakışlarını Aremas’a dikti.
Aremas asayı güvenceye alınca içten içe rahatlamıştı ama belli etmiyordu. “Şu arkamdan ikide bir silah dürtenler olmasa daha rahat konuşabileceğimizi düşünüyorum.” Eyargin eliyle işaret ederek okları indirmelerini istedi. Aremas sözlerinde temkinli olmayı sürdürdü. “Hayat getireni duymuşsundur.”
Eyargin’in alaycı gülümsemesi daha belirgin bir hal almıştı. “Ne olduğunu bilmemek mümkün mü?”
Aremas sıradaki tepkiden emin olmaksızın tutuk bir tavırla konuştu. “Hayat getirenin nerede olduğunu bulduk.”
Eyargin imalı bir şekilde kahkaha attı. Loş oda ile birleşince kahkaha daha da rahatsız edici bir hal alıyordu. “Siz de arvaların kıskacından kıçınızı kurtarmamı istiyorsunuz.” Birden az öncekinin zıttı yönde ciddileşti. Sesi de daha baskın çıkıyordu. “Söylesene, bunu neden yapacakmışım?”
“Saryusların uluslarımızı yok etmeden önce belki de son şansımız budur.”
“Siz de kalkanın dışında hırsla bekleyen arva sürüsünü püskürtüp, katilinizi buraya getirerek evinizde saklamak istiyorsunuz, öyle mi?” Yine bir kahkaha attı. Sonra duraksadı. Duygu durumunu cüssesinin çevikliğinden daha hızlı değiştiriyordu. “Hayat getirenler beni ilgilendirmiyor.”
“Eğer buraya getirip Saryuslardan korursak ve bizim tarafımızda yer almasını sağlayabilirsek sarkacı tersine vurdurabiliriz. Erima ile Halkar hayatlarının sonuna kadar bunun için çalıştı.”
Eyargin’in alaycı gülümsemesi silinmişti. Sessizliğin kuşattığı odada nefes alışındaki hırıltılar duyulabiliyordu. “Sakın, bir daha babamın basiretsizliklerinin bahsini açayım deme. Onun yanlış tutumlarından ötürü hâlâ hayattasınız. Çoktan o topraklardan sürülmeliydiniz.” Dudaklarını hafifçe aralayarak alaycı bir ifade takındı.“Ah, dilim sürçtü, silinmeliydiniz diyecektim.”
Ok yaydan çıkmıştı. Eyargin yardım talebini reddettiği gibi üstüne bir de Aremas’ı tehdit eder hale gelmişti. Aremas bir an önce görünmez olması gerektiğini düşündü. Bu konuda oldukça eli çabuktu ama az önceki beceriksizliği çekingen kalmasına yol açıyordu.
Aremas’ın tedirgin tavırlarını ve ayakkabısından görünmeyen ama parmak vuruşlarının bacaklarında yol açtığı ufak titremeleri gördü. “Bunun için üzülme, henüz geç kalmış sayılmayız.” Muzip bir kahkaha daha attı. “Belki de yok oluşunuzu açık hava tribününün en cafcaflı yerinden seyredebilirim. Sizin için zevkli ve şaşalı bir final olacağa benziyor.”
“Bizden sonra sizi yok etmeye geldiklerinde de aynı yerden izlemezsin umarım. Halkının bundan hoşnut olacağını sanmam.”
Alay ve ciddiyetle karışık bir karşılık verdi. “Surlarda gezinen ufak tefek kuşları, böcekleri ve kertenkeleleri adamdan saymazsan henüz kaleye saldırabilen olmadı.” Yine kendi kendine kahkahalara boğuldu.
Aremas aklını dağıtıp hamle yapmak için aradığı fırsatı yakalamıştı. Asasını yere vurup hızlıca bir şeyler fısıldadı. Nefes alışı kesildi. Görüşü buğulanıyor, hücrelerinin çatırdayarak birbirinden ayrıldığını hissediyordu. Sonra birden ne olduysa tekrar derin bir nefes aldı. Ardından bir daha…
“Yerinde olsam kendimi hiç yormazdım.” Aremas ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Yine büyüsünde başarısız olmuştu. Hâlâ odadaydı ve askerler duvarlara dağılmış halde ona bakıyorlardı. “Doğru ya, misafirimizi davet etmeyi unuttuk.” Elini açarak Aremas’ın arkasındaki birini buyur ettiği görüldü. Karanlıktan uzun boylu birisi çıkıp öne doğru ilerledi. Aremas’ın yere eğilmiş başını çenesinden tuttu ve nazikçe yükselterek doğrulttu.