Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Stormholder

Sayfa: 1 [2] 3 4
16
Kurgu İskelesi / Ynt: Geçmişini Arayan Savaşçı
« : 21 Şubat 2014, 16:38:57 »
Biraz hikayenin nereye gidecegi hakkinda ipuclari verelim  :)

FIRTINATUTAN
  Gözlerini açtığında çimenlerin üzerinde yüzüstü uzandığını fark etti. Kapkara bir karga, sanki kötü bir haberi duyurmak için, o kulak tırmalayan sesiyle çığlık çığlığa süzülüyordu gökyüzünde. Başını kaldırdı ve havaya baktı. Gri... Sanki bulutlar, güneş ışığınının yeryüzünü aydınlatmasını engellek için birbirlerine kenetlenmişti. Tavernada kazara öldürdüğü kadını hatırlattı bu karamsar hava Rolmir'e. Biliçaltının derinliklerine oturmuştu artık. Zaman zaman yüzeye çıkmak için uğraşan bir düşman haline gelmişti. Onu bastırmak için gözlerini gökyüzünden kaçırdı. Önüne baktığında karşısında büyük bir ağacın olduğunu farketti. Onlarca dalın üstüne sık dokunmuş koyu yeşil yaprakları, ona sanki aradığı bir şeyi anımsatıyordu. Zihnindeki yüzlerce kilitli kapıdan birinin kilidine kuvvetli bir darbe indirmişti. Bir ipucu daha bulabilse muhtemelen kırabilecekti onu. O kilidi açacak ipucunu bulabilmek için bakışlarını başka bir yere yoğunlaştırdı. Kalın gövdeli ağacın hemen altında değişik bir biçimde taş... bir mezar taşı vardı. Öldürdüğü kadının mezarı mıydı bu? Belki... İçindeki düşman yine yüzeye çıkmıştı işte! Unutamıyordu bir türlü o talihsiz olayı; zavallı kadının o cansız, gümüş renkli gözlerini. Gece elflerinin masallarında anlatılan Ay Tanrıçası Elune'un gözleriydi sanki.

 Karanlık yeniden Rolmir'in içini kaplamaya başlamıştı sinsice. Gerçek dışı bir şekilde Rolmir'in iç dünyası, çevresine yansıyordu. Hisleriyle örtüşürcesine, gökyüzündeki gri bulutlar birden kararıverdi. Önündeki taşın üstünde şekiller belirmeye başlamıştı yavaştan. Unutulmuş eski rünlere benziyorlardı. Şekiller büyüdü ve parlamaya başladı. Bir gökgürültüsüyle birlikte başlayan yağmurun sonrasında gelen soğuk bir rüzgarın ardından mezarın önüne bir siluet oluştu. İri yarı bir adamın şeffaf silueti... Bundan fazla bir detay yoktu fakat zihnindeki kapalı kapılardan birinden bir tıkırtı gelmişti. Bu sırada çimenlerin üstüne damlayan yağmur damlaları, yeşil yer örtüsüyle birlikte bomboş arazide tek başına duran ağacın susuzluğunu gideriyordu. Hafif esen rüzgarı birden sertleştiren ruhani bir ses titretti ağacın yapraklarıyla birlikte Rolmir'in yüreğini:

"Fırtına tahmin ettiğinden de güçlüdür..."

 Silueti doğrularcasına kuvvetli bir gök gürlemesiyle yağmur şiddetini arttırdı. Toprağa hızla çarpan ince yağmur damlalarının yeryüzüyle buluşmasıyla ortaya çıkan ses, kalp atışlarını hızlandıran bir orkestranın çaldığı notalardı adeta.

"Burası senin dünyan, insan. Sadece senin... Buradaki her şey senin yaşadıklarından veya yaşamak istediklerinden ibaret. Duygularının somutlaştığı bu dünyada kendi sesini dinle. Fakat iradenin gücüne bağlı olarak yabancılar senin bu mahremine adım atabilir."

 Geçmişinden kalan hiçbir şey yoktu. Ya da öyle sanıyordu. Peki böyle karamsar bir yerde mi bulunmak istiyordu? Hatırladığı geçmişe kadar -ki bu birkaç yıldan ibaret- hep pozitif birisi gibi görünürdü fakat bilinmezliğin verdiği huzursuzluk hep kalbinde saklanıyordu. Hayatındaki bu eksikliği doldurmak ve kalbindeki huzursuzluğu bilinçaltı denizinde boğmak umuduyla gelmişti Stormwind'e. Fakat şimdi kendi dünyası olduğunu öğrendiği bu yerde kendi denizinde boğulmamak için bu hayaleti dinlemekten başka bir çaresi yoktu. Belki de bir macerayla geçmişinin ipuçlarını bulabilirdi. Kapıların kilidini açıp, aslında onun için yeni olacak, eski anılarına kavuşabilir ve sıkıntılarını bir nebze de olsa bastırabilirdi. Düşüncelerini toplayıp taşın hayaletine yaklaştı ve dikkatli bir şekilde baştan aşağı süzdü onu. Fakat tahmin ettiği gibi tanıdık bir şey göremedi. Cevabını bildiği soruyu sordu yine de:

"Seni tanıyor muyum?" Bu sorunun altında yatan derin düşünceleri de bir fısıltı şeklinde yankılanıyordu bir yandan:
"Anılarını kaybetmek demek; tanıyor olsan bile yabancı olmak demek. Sevdiklerim nerede? Ya da hiç var oldular mı? 'Ben bambaşka bir insan oldum.' diyemiyorum bile. Nasıl birisiydim ki? Bilmiyorum. Tek bildiğim artık ne olduğum: Hayatının en mutlu anları kayıp bir insan. Hayatın tam anlamıyla nasıl yaşanacağını bilmeyen bir insan. İşte ben, böyle bir insan oldum."

 Kalp atışlarının istemsizce hızlanması haricinde sakin görünüyordu genç gezgin. Fakat duygularının karanlığıyla harmanlanmış, yüreğini burkan düşünceleri ele veriyordu onu. Mezardan çıkan ruh, Rolmir'in sorusunu cevaplamak yerine kanayan yarasına tuz bastı:

"İlk kurbanlarınla karşılaşmışsın bile. Onları tanıyor muydun?"
Suçluluk duygusundan, yumruğunu sıkıp bakışlarını kaçırarak sorduğu sorudan pişman olmuştu.

"Bu senin ilk dersindi. Fırtınanın gücü elinde fakat kontrol etmeyi beceremezsen ismin yıkım ile anılır."

 Yıkım... Bu sözcük etrafta yankılandığında önündeki ağaca bir yıldırım düştü. Alev alev yanan ağacı şiddetli yağmur bile söndüremiyordu. Ona sanki bir şeyi hatırlatacak olan zavallı ağacın masum yaprakları, sahip oldukları ipuçlarıyla birlikte kül olup rüzgara kaptırmıştı kendilerini.

 Rolmir'in dünyasına izinsiz girmiş olan misafir, elini kaldırıp parmağıyla çekicini gösterdi. Ardından da mezar taşını... Her iki cisim de parlamaya başladı.

 Rolmir ne yapması gerektiğini anlamıştı. Mezar taşına yaklaşıp çekicini uzattı. Taş, çekici bir mıknatıs gibi çekiyordu. Rolmir çekici elinden kaçırmamak için diğer elini de kullanmak zorunda kaldı. Kontrolü kaybetmemek için verdiği bu uğraşı sırasında çekiç ile taş arasında bir köprü kurulmuştu. Çekice doğru mavi bir şeyin aktığını görebiliyordu. Aradaki akım aktıkça çekiç daha da parlıyordu. Taşın etkisinden kurtulduğundaysa fener gibi yanıp sönmekteydi. Artık bu klişe soruyu sorma vakti gelmişti:

"Peki neden ben?"

Aradığı birçok sorunun cevabına sahip olduğunu düşündüğü varlık, sonunda kendini tanıtma faslına geçmeye karar vermişti:

"Ben, Fırtına'nın ruhuyum. Sen ise beni Azeroth'a geri getirecek olan Fırtınatutan'sın. Elindeki ise yeryüzünde benden kalan yegane şey. Farkında değilsiniz ama sizi kötü günler bekliyor, Azeroth üzerindeki bütün halkları... Dikkat et! Yaptığın her hata sana ayak bağı olacaktır. Ve merak etme, seni bulacaklar. Üstüne düşeni yaptıktan sonra anlaşma sonlanacak. O zaman cevabına kavuşacaksın." Fırtınaya yaraşır bir şekilde çok kuvvetli olan bas sesiyle, her ne kadar bilmece gibi konuşsa da kendisini dinletiyordu.

 Bunu dedikten sonra ruh, havaya karıştı ve bir ışık topu olarak süzülerek çekice dahil oldu.
Rolmir'e zihninin içinden sesleniyordu:

"Unutma, soğuk ve sıcak bir arada olmazsa fırtına olmaz. Dengeyi içinde bul."

 Yeni adıyla Fırtınatutan'ı sırılsıklam eden şiddetli yağmur aniden kesildi. Gökyüzünde dağılan kara bulutların arasından süzülen ışık çekice yoğunlaşmıştı. Mezar taşının üstündeki rünler çekicin üstüne kazınmış ve sürekli olarak parlıyorlardı. Bunları daha önce nerede gördüğünü hatırladı. Uçurumdan yuvarlandıktan sonra kendisini kurtaran cücenin arabasındaki kutuların üstündeki yazılara benziyordu.

 Başını kaldırdı ve ilerledi. Hala yanmakta olan dalları çıplak kalmış ağacı geçtikten sonra bir tepede olduğunu fark etti. Önünde yeşil bir vadi ve tam ortasında bir göl vardı. Gölün etrafında ise ufak bir köy... Fakat renksiz bir köydü onu bekleyen. Rolmir, tepeden inip ona hiç de yabancı gelmeyen köye doğru ilerlerken kendi kendine konuşuyordu:

"Pekala Fırtınatutan... anlaşmayı yerine getir!"

17
Silah modellerinin yani sira tasvirlerini de yaparsaniz bence sorun cozulmus olur  :D  Bir kerede okudum, akti gitti yani. Ellerinize saglik.

İçindeki yangın her geçen gün harlanırken, paranın hiçbir değeri yoktu. İntikam fikrini, yavaş yavaş filizlendirdiği zihninde;  planlar, planları takip ediyordu.

Bu paragraftan sonra zekice kurgulanmis planlarla dolu bir devam bekliyorum sizden.  ;)

18
Kurgu İskelesi / Ynt: Bilinmemesi Gereken
« : 21 Şubat 2014, 00:46:42 »
Aslinda halihazirda uzun soluklu bir hikaye girisimim var. Fakat bir turlu devam etmek icin yeterli motivasyonu bulamiyorum. Boyle olunca da kendimi boslukta hissettim. Bu yuzden bana belki aradigim motivasyonu saglar diye kisa bir hikaye yazmaya karar verdim. Fakat gelin gorun ki aklima gelen kurgunun da uzun soluklu olma potansiyeli cok yuksek :) Sanirim amacima ulastim. Gecmisini Arayan Savasci'nin devamini onumuzdeki gunlerde forumda paylasacagim.

Spoiler: Göster
Düşününce çok acayip bir durum. Tanımadığınız bir yazarın yazdıklarını okuyunca okunanların gerçek olması...

Bu kismin ustune gidip devamini getirebilecegimi dusunuyorum. Ancak bu kurguya devam etmeden once diger hikayemi bitirmek istiyorum.
Tesekkur ederim yorumlariniz icin.

19
Kurgu İskelesi / Ynt: Bilinmemesi Gereken
« : 19 Şubat 2014, 17:18:18 »
Birinci kisi gozunden anlattigim icin surekli degisken duygular mevcut. Kahramanin duygu karmasasini sizlere aktarmaya calistim. Ayrica finali iyi hissetiremedigimi dusundurdunuz yorumunuzla  :D Madem o isi beceremedim, bakalim devamini getirebilecek miyim  :P Tesekkurler :)

20
Tartışma Platformu / Ynt: Çift Yazarlı Kitaplara Dair
« : 19 Şubat 2014, 01:23:36 »
Ortak kurgu yazmak hos bir fikir olabilir fakat bu ise baslayanlarin gercekten istekli olmasi gerekir. El elden ustundur diye bosuna dememisler. Bir film ceker gibi hikayenin kurgusunu ve edebi metnini; kendine konusunda guvenen farkli kisilerin yapmasi guzel bir deneyim ve urun ortaya koyabilir. Acikcasi boyle bir projede yer almak isterim.

21
Kurgu İskelesi / Ynt: Bilinmemesi Gereken
« : 18 Şubat 2014, 21:12:45 »
 Sabah evdeki herkesten önce kalkıp üstümü giyindim ve kitabımı alıp kapıyı çektim. Henüz güneş apartmanın içini aydınlatmamıştı ki evin kapısını kaparken önümü görebilmemi sağlayan ışık hüzmesi karanlığın içinde boğulmuştu. Otomatik aydınlatmanın devreye girmesini bekledim fakat hiçbir şey olmadı. Arıza yapmıştı herhalde. Fenerine ihtiyacım olduğuna kanaat getirdiğim telefonumu alelacele cebimden çıkardım. Parmak izimle kilidini açınca, yanlışlıkla dün gece yatmadan önce oynayıp açık bıraktığım oyundaki bir reklama dokundum.

"Yeni fantastik roman Fırtınatutan sadece 15.99 kredi!"

 Henüz elimdeki kitabı bitirmemiştim bu yüzden ilgimi çekmedi. Daha fazla zaman kaybetmeden telefonumun ışığını yakıp yolumu aydınlattım. Dünün aksine kulaklıklarımı evde unutmamıştım bu kez. Müzik eşliğinde merdivenlerden hızlıca inip istasyona doğru koşar adımlarla yürüdüm. İşin çok da sürmeyen yürüme kısmı bitmiş, merdivenleri çıkma aşamasına geçmiştim. Nedense onlarca merdiven yüksekliğine inşa edilmişti istasyonlar. Toplu taşıma hakkında eksik bilgilerim bu kadarla da sınırlı değildi. Bir türlü öğrenememiştim şu tren saatlerini. Ne kadar bekleyeceğimi öğrenmek için sefer saatlerinin yazdığı duvardaki tabloya baktım.

"NE! Lanet olası bir dakika ile tren kaçırılır!"

 Son sesle dinlediğim müzikten trenin sesini duyamamıştım. Evden çıkarken kaybettiğim zamanın bir cezasıydı bu. Anlık kızgınlığıma elimde titreyen kitabım son verdi. "Beni oku!" diyordu sanki usulca. Ben de dediğini yaptım. Dün gece evde kaldığım yerden devam ettim.

"Kellesine para konduğunu o gün, şehrin girişindeki duyuru tabelasına bakarken öğrendi. Tabelada birinci kalite kağıdın üstünde, muhtemelen sarayın yetenekli bir karakalem sanatçısının elinden çıkmış, portresi vardı. Omuzlarına kadar henüz uzanamamış olan uzunluktaki kestane rengi saçları mecburen siyah renkte çizilmişti. Geniş yüzündeki keskin yüz hatlarıysa, ustaca kullanılmış gölgelendirme tekniğiyle, gerçeğine oldukça benziyordu. Fakat çizer, kendi yorumunu katmış olacak ki Harlot olduğunun aksine vahşi bir katil gibi resmedilmişti. Kalın dudağına sıçratılmış mürekkeple, kurbanının kanını zevkle tadan bir psikopat imajı serilmiş gözler önüne. Sinirlerini altüst eden bu ilanın altına yazılanlarsa sabrını taşıran son damlaydı.

'Kanasusamış Katil Harlot; masum çocukları, kadınları ve yaşlıları katletmekten ölüm cezasına çarptırılmıştır. Karar; Yüksek Meclis tarafından verilmiş olup, infazı da bizzat Yüksek Kurul'un seçmiş olduğu İnfazcı Manok tarafından uygulanacaktır.'

Öfkesine yenik düşüp baltasını kaldırmış, ölüm fermanını parçalamak üzereydi ki bir ses dikkatini üstüne çekti..."


"Derhal geri ver o elindekini!"

 Elini belindeki elektrikli copuna götürmüş, ihtiyatlı bir şekilde bana yaklaşan güvenlik görevlisine bakıp neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Tabelayı, elimdeki tahta bir sopayla kırmaktan son anda geri adım atmıştım.  Olayın farkına varır varmaz elimdeki bastonu, yanıbaşımdaki bankta oturan ve bana pis pis bakan yaşlı teyzeye geri verdim. Özür diledim fakat nafile! Güvenlik görevlisi beni istasyondaki minyatür bir karakola götürdü. Şanslıyım ki sadece azarla, ama sağlam olanından, paçayı sıyırdım. Ve yine şanslıyım ki beklediğim tren tam bu sırada geldi.

 Müzik eşliğinde, ayakta sıkış tıkış geçen bir banliyö treni yolculuğu sonunda kendimi adeta dışarı attım. Dörtbir yanımdan geçen insan seline kapılıp Laplap Cafe'ye doğru yol aldım. Sanki olduğum yerde dursam, herhangi bir yöne sürüklenecekmişim gibi hissediyordum. Kalabalıktan önümü göremiyordum fakat bu nedenle hazırlanmış yüksek tabelalar bana yardımcı oluyordu. Çift taraflı gökdelenlerle dolu sadece yayalara ayrılmış caddede ilerlerken sonunda o tabelayı gördüm. Üstünde sevimli, chibi* tarzında çizilmiş bir dinozor ve onun elinde de bir fincan vardı. "Büyücü"yü göreceğim sözkonusu kafe burasıydı. Kalabalığın içinden küçük bir yılan balığı edasıyla kıvrıla kıvrıla kafenin olduğu tarafa geçtim. Aynı zamanda sanki farklı bir boyuta geçmiştim. İnsan selinin içindeki karmakarışık gürültünün desibeli yarıyarıya azalmıştı. Huzur içinde, yemyeşil suni çimenlerin serilmiş olduğu bahçe kısmına yürüdüm. Saat henüz çok erkendi fakat öğleye kadar kalabileceğimi hesap etmiştim. Bu yüzden, saate göre çok da tenha olmayan bahçede, şemsiyeli bir masa seçtim. Böylece öğle güneşinin yakıcılığından korunmuş olacaktım.

 Saatler geçti fakat büyücü hala ortalıkta yoktu. Bense kitabımı bitirmiş, zihnimde devamının nasıl olabileceği hakkında kurgular üretiyordum. Serinin son kitabını beklemekten başka bir çarem yoktu ama vakit geçmek bilmiyordu. Masamdaki boş fincanın dış yüzeyindeki ekrana basıp kahvemin tekrar doldurulması ve bir porsiyon Laptost getirilmesi için komut verdim. İçeriden sevimli bir bayan garson siparişimi getirdi. Konsept gereği her kafe çalışanının dinozor şapkası takması gerekiyordu. Kahvemi dolduran garsonun, kendisi gibi şirin olan şapkası yeşil renkteydi. Laptost'umdan tam bir ısırık almak üzereydim ki yağlanmış uzun saçları ve bakımsız sakalıyla "büyücü" gelip, sırtı bana dönük bir şekilde karşımdaki masaya oturdu. Tostu tabağına geri bıraktım çünkü irkilmiştim. Bu adam potansiyel bir katildi ve çok yakınımdaydı. Onu daha iyi görebilmek için sandalyemi biraz yana kaydırdım. Bu açıdan yüzünü az da olsa görebiliyordum. Postacı çantasından çıkardığı dizüstü bilgisayarını masaya koydu ve güç düğmesine bastı. Yanına sipariş almaya gelen, garip bir şekilde hoşlandığım, yeşil şapkalı garsonu "Birini bekliyorum." diye geri çevirdi. Hemen karşımdaki masada oturduğu için konuşmasını net bir şekilde duyabiliyordum. Çok geçmeden takım elbiseli, karşısındakinin aksine oldukça bakımlı bir adam geldi. Telefonla konuşurken hafif bir gülümsemeyle "büyücü"yü selamladı. Uzun boylu fit bir vücuda sahip bir adamdı fakat pek yakışıklı olduğu söylenemezdi. Fakat saç-sakal traşı ve ses tonuyla karizmatik olduğu bir gerçekti. Telefonu kapatıp tekrar selamlaştıktan sonra, şüphelimin masasına oturdu.

"İşi halletin mi?"
"Hayır, şu anda karşında."

 Karşında mı?.. Karşısında mı? O an nutkum tutuldu. Karnımdan bir yumruk yemiş gibiydim. Kafamı oynatmadan, sadece gözlerimle etrafı süzdüm. O kişi kim diye bir umut sağa sola bakındım. Benden bahsediyor olmaları ihtimali vücudumun hemen her yerinin soğuk soğuk terlemesine neden olmuştu. Onlar ise oldukça rahattılar ve bu beni daha çok geriyordu. Takım elbiseli adam tıpkı benim, ama daha karizmatik bir şekilde, etrafı kesti. Önündeki bilgisayarı kendine çevirdi ve ekranında bir süre göz gezdirdi.

"Eee... hadi bitir şu işi."
"Son ana kadar beklemek istedim... Para hazır mı?"

 Katili kiralayan kişi olduğunu düşündüğüm adam elektronik cüzdanını çıkarıp masanın üstüne koydu. İşin garibi sözleşme tarzı bir şey vardı ama tam göremiyordum. İkisi de cüzdana parmaklarını bastılar ve onaylama sesi duyuldu. Bu sırada ihtiyacı olan paraya kavuşmanın verdiği rahatlamayla bilgisayarı tekrar önüne çekti. Birazdan yapacaklarından dolayı buruk bir rahatlıktı. Birkaç tuşa bastı ve ayağa kalktı. Fırsattan istifade karşımdaki ekrandaki yazıları okumaya çalıştım.

"Harlot..."

 Kalp atışlarım kaburgamı parçalayacak gibiydi. Kurban bendim ve sonunda katilim ayağa kalkmış, bana doğru dönmüştü. Başımdan aşağı dökülen kaynar sular bir okyanus kadardı. Zamanım daralıyordu ve benim hareket etmeye mecalim yoktu. Ayaklarım bana ihanet ediyordu. Ağlıyordum fakat heyecanım gözyaşı bezlerimi kurutmuş, boğazımdaki düğüm ise haykırışlarımı yutuyordu. Her ne kadar kabullenmek istemesem de... sonum gelmişti sanırım.
Bu sırada ayağa kalkmış olan katilim, tekrar önüne dönüp takım elbiseli adamla el sıkıştı.

"Patronum oldukça memnun kalacaktır. Lütfen, devam edin."

Neden bu kadar aptaldım? Neden kendi ölümüme gitmek için bu kadar heyecanlı ve istekliydim? Bunların olacağını bilemezdim pek tabii ama ne gerek vardı. Sevdiklerime elveda diyemeden, kitabımın devamını öğrenemeden...

"Kitap mı? Harlot... $@%#?^ lan! Savaşçı Harlot bu."

 O an yaşadığım rahatlamayı tarif edemem. Ama sanki bir kabustan uyanmış gibiydim. Bu adam, benim gözümde büyücü, hayranı olduğum kitabın yazarıydı. Onunla tanışmak için sabırsızlanıyordum. Az önce yaşadığım inanılmaz korkunun etkisinden kurtulamamış olan vücudumun kendine gelmesi için biraz bekledim. O sırada bilgisayarda yazanlardan gözlerimi alamadım. Yaptığımdan pişman olacaktım ama kitabın sonunu okuyacaktım.

"Göğsüne saplanmış kılıca aldırmadan diğer düşmanlarını da baltasından geçirmişti. Ama her hikayenin bir sonu olmalıdır. Harlot'un son dakikaları, yaşadığı tüm yıllarına eşdeğerdi. Çünkü o çok sevdiği kadının dudaklarına kavuşmuştu sonunda. Ve artık hep orada kalacaktı."

"Aptal kafam niye okudum ki şimdi bunu. Off bütün heyecanı kaçt-"

 Beklemediğim bir şekilde etrafımdaki masalar yerini, ceset yığınlarına bıraktı. Karşımdaki iki adamın da üstündeki kıyafetler yerine kara birer cübbe vardı. Birisi bildiğim kara büyücüydü. Diğerinin ise yüzünü göremiyordum. Kapşonunun altında yüzü gölgede kalıyordu. O an burnumda bir yanma hissettim. Parmağımı, çok da gür olmayan bıyığımın üstünde gezdirdikten sonra görebileceğim kadar havaya kaldırdım. Vücudum uyuşmaya başlayıp görüntü bulanıklaşırken son gördüğüm parmağımın kıpkırmızı olduğuydu.

---
*Chibi = Sevimli, koca kafalı ama küçük vücutlu Japon menşeili çizim. Küçük anlamına gelir.

22
Film izler gibi okuyorum. Hikayenin icinde gibiyim. Elinize saglik.

23
Kurgu İskelesi / Ynt: Bilinmemesi Gereken
« : 17 Şubat 2014, 01:26:13 »
@M.K.Immortal gelenekselci degilim ondandir  :P Walter Mitty kafasindaki hayallerle butunlesiyordu, Harlot okuduklariyla... yine de evet biraz o kafa  :) Ama bu Harlot'un bir yetenegi mi yoksa baska bir sey mi var  ;)

@duhan muhendislik okumuyorum ama tahmin edebiliyorum  :D O an birden esti kafama t cetveli dedim oradan da muhendis oldu gencimiz.

@serhan1310 ucu bir arada en iyisi :)

yorumlar icin hepinize tesekkur ederim.

24
Alternatif finaller bazen bas agrisi olabiliyor. Cunku her biri digerinden ayri bir guzel gelir. Acikcasi iki farkli finali de okumak isterim. Tabi uzun soluklu olacagini belirtmissiniz muhtemelen kurgu olarak dallanmalar soz konusu. Gonul ister ki anlatmak istedigimizi hemen anlatabilsek; icimizde kalmasa :) Tekrardan kaleminize saglik.

25
Klasik bir soygun gibi gelmisti basta ama devami merak uyandirici :) Son paragrafta "haydaa" demekten kendimi alamadim  ;D

26
Kurgu İskelesi / Bilinmemesi Gereken
« : 12 Şubat 2014, 18:23:24 »
"Ah lanet olsun bir dakikayla tren mi kaçırılır!"

 Mağlup bir duyguyla boş bulduğum tahta bir banka bıraktım kendimi. Bu kuru, soğuk akşamda istasyona geldiğim yöne doğru giden trenin, benim binmem gereken olduğunu tahmin etmiştim. İnanmak istememiştim sadece. Yoldan geçerken sadece sesini duyabildiğim, kaldırımların hemen yanıbaşındaki yüksek çelik sütunlar üzerine oturtulmuş raylardan akıp giden trenler, 20 dakika arayla geçiyordu çünkü. Acelem olmasaydı benim için hiçbir sıkıntı yoktu. Ne de olsa şimdiye kadar büyük bir zevkle okuduğum kitabın sonuna gelirken, 20 dakika su gibi akıp geçecekti benim için.

 Yüce bir savaşçı ve aynı zamanda adaşım olan Harlot'un macerası son sürat devam ediyordu. İstasyona yürürken bile aklımdan çıkmayan bu maceraya devam etmek için harika bir fırsat yakalamıştım. Bir an o kadar heyecanlanmıştım ki dizlerimin üzerinde istemeden titrettiğim sırt çantamın fermuarını açma girişimim başarısız oldu. Derin bir nefes alıp tekrar deneyince, kapağında açık kahverengi zeminin üstünde kapkara bir balta gölgesi olan kalın ciltli kitabı elime alabildim. Bu sırada çantamın diğer bölümünde bulunan T cetvelinin yere düştüğünü fark etmemiştim bile.

 Kitabın sayfalarındaki satırları okudukça, kelimelerin arasında kayboluyordum. Her defasındaki gibi, adaşım olan savaşçıyla bir bütün olmuştum. Önümden geçen insanlar susuzluğumu dindiren nehir olmuştu. Her biri birer su damlasıydı sanki. Tren istasyonunun laciverte boyanmış, yer yer paslanmış demir kolonları birer palmiye ağacı görüntüsüne bürünmüş; yerdeki değişik desenli kaldırım taşları ise kumlara gömülmüştü. Oturduğum bank da işlenmemiş halinde, devrilmiş bir ağaç gövdesiydi sadece. Ben ise mühendislik öğrencisi Harlot yerine, Baltalı Savaşçı Harlot'tum artık. Tıpkı kitapta yazdığı gibi tropik bir yerde kaybolmuştum. Yukarıdan kitabıma vuran spot ışığı, öğle güneşim olmuş bana enerji veriyordu.

 Ava çıkmak için son hazırlıklarımı tamamlayıp yerde duran baltamı, gerçeklikte T cetvelimi, elime alıp çantamın bir kolunu omzuma taktım. Çok da sık olmayan ağaçların arasında ilerlerken bir ağacın dibinde oturmuş bir adam olduğunu fark ettim. Elindeki siyah taşa konuşurken diğer elindeki tütsüyü bir oraya bir buraya sallıyordu. İlk bakışta onun kara büyücü olduğunu söylemek zor değildi. Taş, ona istemediği şeyler yaptırmaya zorluyordu sanki.

"Ne! Benden onu öldürmemi mi istiyorsun?"

 Kara büyücü, uzun ve bakımsız saçlarına karışmış sakallarını daha da karıştırıyordu stresten. Sanki daha önce birisini öldürmemiş gibiydi. Acaba onu öldürüp bu kötü kaderinden kurtarabilir miydim? T cetvelimi elime alıp emin adımlarla ona doğru yürümeye başladım.

"E-evet şu sıralar paraya sıkışığım... Ama başka bir yolu ol-"

"Seni bu talihsiz kaderinden kurtarmaya geldim karanlığın elçisi!"

 Elimdeki cetveli adama doğrultmuş, hayatını bağışlamam için bana yalvarmasını bekliyordum. O ise bir deliyle karşılaştığını düşünerek, pek de isabetsiz sayılmaz, arkasını dönüp kara büyülü bir taş sandığım telefonuyla konuşmaya devam etti. Ben de o sırada diğer elimde, okumakta olduğum kitabı kapayıp cetveli çantamdaki yerine koydum. Kitabın betimlemelerine dalmamın verdiği heyecanla büyücü sandığım adamla tekrar yüz yüze gelmemek için utançla arkamı dönüp yavaşça uzaklaştım. Fakat duyduğum son sözleri içime kurt düşürmüştü.

"Peki, anladım. Başka bir çarem yok o halde. Yarın Laplap Cafe'de... tamam."

 Laplap Cafe, buradaki en popüler kafelerden biridir. Bir cinayet için pek de uygun bir yer değil bence. Oldukça meraklanmıştım ve içimdeki kurt, ertesi gün orada olmam için beni ısırıyordu adeta. Fakat saat kaçta orada olacağını duyamamıştım. Önemli değil, o gün için okulda olmamı gerektiren bir dersim yoktu. Yani bu da demek oluyordu ki yarın bütün gün o kafede oturabilirdim. Tek ihtiyacım olan kitabımdı. Onun sayesinde zaman derdim ortadan kalkıyordu. Makastan geçerken rayın üstünde zıplayan vagonların sesinden yirmi dakikanın dolduğunu anladım. Evde beni bekleyen bir sofra vardı daha fazla zaman kaybedemezdim.

---

Bir veya iki bölüm daha yazmayı düşünüyorum ama bilmeniz gerekir mi...  :)

27
Kurgu İskelesi / Ynt: Siyah Martı
« : 12 Şubat 2014, 03:41:45 »
Deyim yerindeyse forumda siklikla rastladigimiz tugla duvar goruntusu olmus yine. Satirlar arasinda bosluk birakmanizi oneririm. Yorucu oldugundan okuma hevesimi elimden aldi maalesef. Soyle bir baktigimda noktalama isaretlerini ozenle kullandiginizi gorebiliyorum. Daha faydali yorum yapmak isterdim fakat dedigim gibi boylesine bir yaziyi okumak bir sure sonra yoruyor.

28
Kurgu İskelesi / Ynt: Casino Real
« : 12 Şubat 2014, 02:48:38 »
Daha onceki hikayeniz de gordugum bir yazim hatasi gozume carpti tekrardan. Bunu bildiginizi dusunuyorum fakat hatirlatmaktan zarar gelmez. Baglac olan -de sertlesmeye ugramaz. Tabi kucuk bir ayrinti fakat rahatsiz edici olabiliyor. Tekrardan dikkatli bir okumayla bu cok kucuk hatalarin ustesinden gelinebilir. Onun disinda diyaloglarin sokak agzinda olmasi hosuma gitti. Okurken yuzume bir tebessum oturdu. Devamini bekliyorum, elinize saglik.

29
Kurgu İskelesi / Ynt: Tercih
« : 10 Şubat 2014, 02:15:15 »
Az ve oz olmus. Ellerinize saglik. Fakat akicilik konusunda duhan'a katilmak durumundayim.

30
Kurgu İskelesi / Ynt: Kan Döngüsü
« : 08 Şubat 2014, 02:55:40 »
Her zaman ayrintilarin hikayeyi guzellestirdigini dusunurum. Sizin hikayenizde de ayrintilara rastlamak mumkun. Konu disi muhabbete dahil olarak; ben de hikayeme M.K.Immortal'in yorumlariyla (sagolsun) devam ediyorum :) Forumdaki bu suskunlugu bitirmenin vakti geldi sanirim. Bazi kurgular dikkatimizi cekmese bile -ki bu kurgu benim dikkatimi cekiyor :) - bir takim onerilerle birbirimize destek olabiliriz diye dusunuyorum.

Sayfa: 1 [2] 3 4