16
Kurgu İskelesi / Ynt: Geçmişini Arayan Savaşçı
« : 21 Şubat 2014, 16:38:57 »
Biraz hikayenin nereye gidecegi hakkinda ipuclari verelim
Karanlık yeniden Rolmir'in içini kaplamaya başlamıştı sinsice. Gerçek dışı bir şekilde Rolmir'in iç dünyası, çevresine yansıyordu. Hisleriyle örtüşürcesine, gökyüzündeki gri bulutlar birden kararıverdi. Önündeki taşın üstünde şekiller belirmeye başlamıştı yavaştan. Unutulmuş eski rünlere benziyorlardı. Şekiller büyüdü ve parlamaya başladı. Bir gökgürültüsüyle birlikte başlayan yağmurun sonrasında gelen soğuk bir rüzgarın ardından mezarın önüne bir siluet oluştu. İri yarı bir adamın şeffaf silueti... Bundan fazla bir detay yoktu fakat zihnindeki kapalı kapılardan birinden bir tıkırtı gelmişti. Bu sırada çimenlerin üstüne damlayan yağmur damlaları, yeşil yer örtüsüyle birlikte bomboş arazide tek başına duran ağacın susuzluğunu gideriyordu. Hafif esen rüzgarı birden sertleştiren ruhani bir ses titretti ağacın yapraklarıyla birlikte Rolmir'in yüreğini:
"Fırtına tahmin ettiğinden de güçlüdür..."
Silueti doğrularcasına kuvvetli bir gök gürlemesiyle yağmur şiddetini arttırdı. Toprağa hızla çarpan ince yağmur damlalarının yeryüzüyle buluşmasıyla ortaya çıkan ses, kalp atışlarını hızlandıran bir orkestranın çaldığı notalardı adeta.
"Burası senin dünyan, insan. Sadece senin... Buradaki her şey senin yaşadıklarından veya yaşamak istediklerinden ibaret. Duygularının somutlaştığı bu dünyada kendi sesini dinle. Fakat iradenin gücüne bağlı olarak yabancılar senin bu mahremine adım atabilir."
Geçmişinden kalan hiçbir şey yoktu. Ya da öyle sanıyordu. Peki böyle karamsar bir yerde mi bulunmak istiyordu? Hatırladığı geçmişe kadar -ki bu birkaç yıldan ibaret- hep pozitif birisi gibi görünürdü fakat bilinmezliğin verdiği huzursuzluk hep kalbinde saklanıyordu. Hayatındaki bu eksikliği doldurmak ve kalbindeki huzursuzluğu bilinçaltı denizinde boğmak umuduyla gelmişti Stormwind'e. Fakat şimdi kendi dünyası olduğunu öğrendiği bu yerde kendi denizinde boğulmamak için bu hayaleti dinlemekten başka bir çaresi yoktu. Belki de bir macerayla geçmişinin ipuçlarını bulabilirdi. Kapıların kilidini açıp, aslında onun için yeni olacak, eski anılarına kavuşabilir ve sıkıntılarını bir nebze de olsa bastırabilirdi. Düşüncelerini toplayıp taşın hayaletine yaklaştı ve dikkatli bir şekilde baştan aşağı süzdü onu. Fakat tahmin ettiği gibi tanıdık bir şey göremedi. Cevabını bildiği soruyu sordu yine de:
"Seni tanıyor muyum?" Bu sorunun altında yatan derin düşünceleri de bir fısıltı şeklinde yankılanıyordu bir yandan:
"Anılarını kaybetmek demek; tanıyor olsan bile yabancı olmak demek. Sevdiklerim nerede? Ya da hiç var oldular mı? 'Ben bambaşka bir insan oldum.' diyemiyorum bile. Nasıl birisiydim ki? Bilmiyorum. Tek bildiğim artık ne olduğum: Hayatının en mutlu anları kayıp bir insan. Hayatın tam anlamıyla nasıl yaşanacağını bilmeyen bir insan. İşte ben, böyle bir insan oldum."
Kalp atışlarının istemsizce hızlanması haricinde sakin görünüyordu genç gezgin. Fakat duygularının karanlığıyla harmanlanmış, yüreğini burkan düşünceleri ele veriyordu onu. Mezardan çıkan ruh, Rolmir'in sorusunu cevaplamak yerine kanayan yarasına tuz bastı:
"İlk kurbanlarınla karşılaşmışsın bile. Onları tanıyor muydun?"
Suçluluk duygusundan, yumruğunu sıkıp bakışlarını kaçırarak sorduğu sorudan pişman olmuştu.
"Bu senin ilk dersindi. Fırtınanın gücü elinde fakat kontrol etmeyi beceremezsen ismin yıkım ile anılır."
Yıkım... Bu sözcük etrafta yankılandığında önündeki ağaca bir yıldırım düştü. Alev alev yanan ağacı şiddetli yağmur bile söndüremiyordu. Ona sanki bir şeyi hatırlatacak olan zavallı ağacın masum yaprakları, sahip oldukları ipuçlarıyla birlikte kül olup rüzgara kaptırmıştı kendilerini.
Rolmir'in dünyasına izinsiz girmiş olan misafir, elini kaldırıp parmağıyla çekicini gösterdi. Ardından da mezar taşını... Her iki cisim de parlamaya başladı.
Rolmir ne yapması gerektiğini anlamıştı. Mezar taşına yaklaşıp çekicini uzattı. Taş, çekici bir mıknatıs gibi çekiyordu. Rolmir çekici elinden kaçırmamak için diğer elini de kullanmak zorunda kaldı. Kontrolü kaybetmemek için verdiği bu uğraşı sırasında çekiç ile taş arasında bir köprü kurulmuştu. Çekice doğru mavi bir şeyin aktığını görebiliyordu. Aradaki akım aktıkça çekiç daha da parlıyordu. Taşın etkisinden kurtulduğundaysa fener gibi yanıp sönmekteydi. Artık bu klişe soruyu sorma vakti gelmişti:
"Peki neden ben?"
Aradığı birçok sorunun cevabına sahip olduğunu düşündüğü varlık, sonunda kendini tanıtma faslına geçmeye karar vermişti:
"Ben, Fırtına'nın ruhuyum. Sen ise beni Azeroth'a geri getirecek olan Fırtınatutan'sın. Elindeki ise yeryüzünde benden kalan yegane şey. Farkında değilsiniz ama sizi kötü günler bekliyor, Azeroth üzerindeki bütün halkları... Dikkat et! Yaptığın her hata sana ayak bağı olacaktır. Ve merak etme, seni bulacaklar. Üstüne düşeni yaptıktan sonra anlaşma sonlanacak. O zaman cevabına kavuşacaksın." Fırtınaya yaraşır bir şekilde çok kuvvetli olan bas sesiyle, her ne kadar bilmece gibi konuşsa da kendisini dinletiyordu.
Bunu dedikten sonra ruh, havaya karıştı ve bir ışık topu olarak süzülerek çekice dahil oldu.
Rolmir'e zihninin içinden sesleniyordu:
"Unutma, soğuk ve sıcak bir arada olmazsa fırtına olmaz. Dengeyi içinde bul."
Yeni adıyla Fırtınatutan'ı sırılsıklam eden şiddetli yağmur aniden kesildi. Gökyüzünde dağılan kara bulutların arasından süzülen ışık çekice yoğunlaşmıştı. Mezar taşının üstündeki rünler çekicin üstüne kazınmış ve sürekli olarak parlıyorlardı. Bunları daha önce nerede gördüğünü hatırladı. Uçurumdan yuvarlandıktan sonra kendisini kurtaran cücenin arabasındaki kutuların üstündeki yazılara benziyordu.
Başını kaldırdı ve ilerledi. Hala yanmakta olan dalları çıplak kalmış ağacı geçtikten sonra bir tepede olduğunu fark etti. Önünde yeşil bir vadi ve tam ortasında bir göl vardı. Gölün etrafında ise ufak bir köy... Fakat renksiz bir köydü onu bekleyen. Rolmir, tepeden inip ona hiç de yabancı gelmeyen köye doğru ilerlerken kendi kendine konuşuyordu:
"Pekala Fırtınatutan... anlaşmayı yerine getir!"
FIRTINATUTAN
Gözlerini açtığında çimenlerin üzerinde yüzüstü uzandığını fark etti. Kapkara bir karga, sanki kötü bir haberi duyurmak için, o kulak tırmalayan sesiyle çığlık çığlığa süzülüyordu gökyüzünde. Başını kaldırdı ve havaya baktı. Gri... Sanki bulutlar, güneş ışığınının yeryüzünü aydınlatmasını engellek için birbirlerine kenetlenmişti. Tavernada kazara öldürdüğü kadını hatırlattı bu karamsar hava Rolmir'e. Biliçaltının derinliklerine oturmuştu artık. Zaman zaman yüzeye çıkmak için uğraşan bir düşman haline gelmişti. Onu bastırmak için gözlerini gökyüzünden kaçırdı. Önüne baktığında karşısında büyük bir ağacın olduğunu farketti. Onlarca dalın üstüne sık dokunmuş koyu yeşil yaprakları, ona sanki aradığı bir şeyi anımsatıyordu. Zihnindeki yüzlerce kilitli kapıdan birinin kilidine kuvvetli bir darbe indirmişti. Bir ipucu daha bulabilse muhtemelen kırabilecekti onu. O kilidi açacak ipucunu bulabilmek için bakışlarını başka bir yere yoğunlaştırdı. Kalın gövdeli ağacın hemen altında değişik bir biçimde taş... bir mezar taşı vardı. Öldürdüğü kadının mezarı mıydı bu? Belki... İçindeki düşman yine yüzeye çıkmıştı işte! Unutamıyordu bir türlü o talihsiz olayı; zavallı kadının o cansız, gümüş renkli gözlerini. Gece elflerinin masallarında anlatılan Ay Tanrıçası Elune'un gözleriydi sanki. Karanlık yeniden Rolmir'in içini kaplamaya başlamıştı sinsice. Gerçek dışı bir şekilde Rolmir'in iç dünyası, çevresine yansıyordu. Hisleriyle örtüşürcesine, gökyüzündeki gri bulutlar birden kararıverdi. Önündeki taşın üstünde şekiller belirmeye başlamıştı yavaştan. Unutulmuş eski rünlere benziyorlardı. Şekiller büyüdü ve parlamaya başladı. Bir gökgürültüsüyle birlikte başlayan yağmurun sonrasında gelen soğuk bir rüzgarın ardından mezarın önüne bir siluet oluştu. İri yarı bir adamın şeffaf silueti... Bundan fazla bir detay yoktu fakat zihnindeki kapalı kapılardan birinden bir tıkırtı gelmişti. Bu sırada çimenlerin üstüne damlayan yağmur damlaları, yeşil yer örtüsüyle birlikte bomboş arazide tek başına duran ağacın susuzluğunu gideriyordu. Hafif esen rüzgarı birden sertleştiren ruhani bir ses titretti ağacın yapraklarıyla birlikte Rolmir'in yüreğini:
"Fırtına tahmin ettiğinden de güçlüdür..."
Silueti doğrularcasına kuvvetli bir gök gürlemesiyle yağmur şiddetini arttırdı. Toprağa hızla çarpan ince yağmur damlalarının yeryüzüyle buluşmasıyla ortaya çıkan ses, kalp atışlarını hızlandıran bir orkestranın çaldığı notalardı adeta.
"Burası senin dünyan, insan. Sadece senin... Buradaki her şey senin yaşadıklarından veya yaşamak istediklerinden ibaret. Duygularının somutlaştığı bu dünyada kendi sesini dinle. Fakat iradenin gücüne bağlı olarak yabancılar senin bu mahremine adım atabilir."
Geçmişinden kalan hiçbir şey yoktu. Ya da öyle sanıyordu. Peki böyle karamsar bir yerde mi bulunmak istiyordu? Hatırladığı geçmişe kadar -ki bu birkaç yıldan ibaret- hep pozitif birisi gibi görünürdü fakat bilinmezliğin verdiği huzursuzluk hep kalbinde saklanıyordu. Hayatındaki bu eksikliği doldurmak ve kalbindeki huzursuzluğu bilinçaltı denizinde boğmak umuduyla gelmişti Stormwind'e. Fakat şimdi kendi dünyası olduğunu öğrendiği bu yerde kendi denizinde boğulmamak için bu hayaleti dinlemekten başka bir çaresi yoktu. Belki de bir macerayla geçmişinin ipuçlarını bulabilirdi. Kapıların kilidini açıp, aslında onun için yeni olacak, eski anılarına kavuşabilir ve sıkıntılarını bir nebze de olsa bastırabilirdi. Düşüncelerini toplayıp taşın hayaletine yaklaştı ve dikkatli bir şekilde baştan aşağı süzdü onu. Fakat tahmin ettiği gibi tanıdık bir şey göremedi. Cevabını bildiği soruyu sordu yine de:
"Seni tanıyor muyum?" Bu sorunun altında yatan derin düşünceleri de bir fısıltı şeklinde yankılanıyordu bir yandan:
"Anılarını kaybetmek demek; tanıyor olsan bile yabancı olmak demek. Sevdiklerim nerede? Ya da hiç var oldular mı? 'Ben bambaşka bir insan oldum.' diyemiyorum bile. Nasıl birisiydim ki? Bilmiyorum. Tek bildiğim artık ne olduğum: Hayatının en mutlu anları kayıp bir insan. Hayatın tam anlamıyla nasıl yaşanacağını bilmeyen bir insan. İşte ben, böyle bir insan oldum."
Kalp atışlarının istemsizce hızlanması haricinde sakin görünüyordu genç gezgin. Fakat duygularının karanlığıyla harmanlanmış, yüreğini burkan düşünceleri ele veriyordu onu. Mezardan çıkan ruh, Rolmir'in sorusunu cevaplamak yerine kanayan yarasına tuz bastı:
"İlk kurbanlarınla karşılaşmışsın bile. Onları tanıyor muydun?"
Suçluluk duygusundan, yumruğunu sıkıp bakışlarını kaçırarak sorduğu sorudan pişman olmuştu.
"Bu senin ilk dersindi. Fırtınanın gücü elinde fakat kontrol etmeyi beceremezsen ismin yıkım ile anılır."
Yıkım... Bu sözcük etrafta yankılandığında önündeki ağaca bir yıldırım düştü. Alev alev yanan ağacı şiddetli yağmur bile söndüremiyordu. Ona sanki bir şeyi hatırlatacak olan zavallı ağacın masum yaprakları, sahip oldukları ipuçlarıyla birlikte kül olup rüzgara kaptırmıştı kendilerini.
Rolmir'in dünyasına izinsiz girmiş olan misafir, elini kaldırıp parmağıyla çekicini gösterdi. Ardından da mezar taşını... Her iki cisim de parlamaya başladı.
Rolmir ne yapması gerektiğini anlamıştı. Mezar taşına yaklaşıp çekicini uzattı. Taş, çekici bir mıknatıs gibi çekiyordu. Rolmir çekici elinden kaçırmamak için diğer elini de kullanmak zorunda kaldı. Kontrolü kaybetmemek için verdiği bu uğraşı sırasında çekiç ile taş arasında bir köprü kurulmuştu. Çekice doğru mavi bir şeyin aktığını görebiliyordu. Aradaki akım aktıkça çekiç daha da parlıyordu. Taşın etkisinden kurtulduğundaysa fener gibi yanıp sönmekteydi. Artık bu klişe soruyu sorma vakti gelmişti:
"Peki neden ben?"
Aradığı birçok sorunun cevabına sahip olduğunu düşündüğü varlık, sonunda kendini tanıtma faslına geçmeye karar vermişti:
"Ben, Fırtına'nın ruhuyum. Sen ise beni Azeroth'a geri getirecek olan Fırtınatutan'sın. Elindeki ise yeryüzünde benden kalan yegane şey. Farkında değilsiniz ama sizi kötü günler bekliyor, Azeroth üzerindeki bütün halkları... Dikkat et! Yaptığın her hata sana ayak bağı olacaktır. Ve merak etme, seni bulacaklar. Üstüne düşeni yaptıktan sonra anlaşma sonlanacak. O zaman cevabına kavuşacaksın." Fırtınaya yaraşır bir şekilde çok kuvvetli olan bas sesiyle, her ne kadar bilmece gibi konuşsa da kendisini dinletiyordu.
Bunu dedikten sonra ruh, havaya karıştı ve bir ışık topu olarak süzülerek çekice dahil oldu.
Rolmir'e zihninin içinden sesleniyordu:
"Unutma, soğuk ve sıcak bir arada olmazsa fırtına olmaz. Dengeyi içinde bul."
Yeni adıyla Fırtınatutan'ı sırılsıklam eden şiddetli yağmur aniden kesildi. Gökyüzünde dağılan kara bulutların arasından süzülen ışık çekice yoğunlaşmıştı. Mezar taşının üstündeki rünler çekicin üstüne kazınmış ve sürekli olarak parlıyorlardı. Bunları daha önce nerede gördüğünü hatırladı. Uçurumdan yuvarlandıktan sonra kendisini kurtaran cücenin arabasındaki kutuların üstündeki yazılara benziyordu.
Başını kaldırdı ve ilerledi. Hala yanmakta olan dalları çıplak kalmış ağacı geçtikten sonra bir tepede olduğunu fark etti. Önünde yeşil bir vadi ve tam ortasında bir göl vardı. Gölün etrafında ise ufak bir köy... Fakat renksiz bir köydü onu bekleyen. Rolmir, tepeden inip ona hiç de yabancı gelmeyen köye doğru ilerlerken kendi kendine konuşuyordu:
"Pekala Fırtınatutan... anlaşmayı yerine getir!"