Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Fırtınakıran

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 22
16
Tartışma Platformu / Okur Olarak En Büyük Korkunuz
« : 01 Ağustos 2016, 09:54:55 »
Hadi beraber bir proje gerçekleştirelim :). Bir edebiyat sitesi olarak, bünyesinde bu denli okur bulunduran bir sitede şu soruyu yöneltiyoruz:

"Kitap Kurdu/Okur Olarak En Büyük Korkunuz?"

Verdiğiniz cevaplarla bir mini proje inşa edecek ve portalda yayınlayacağız. Biliyorsunuz, daha önce de birlikte projeler yapmıştık. İşte bu da bir yenisi.

İlk adım benden gelsin.

Alıntı
"Kitap Kurdu/Okur Olarak En Büyük Korkunuz?

Cevabım:

Üst üste kötü kitaplar okuduğumda ya da çok merak ettiğim kitaplar arka arkaya hayal kırıklığı olduğunda bir daha hiç iyi kitap okuyamamaktan kokuyorum. Sanki bir daha iyi bir kitaba denk gelemeyecekmişim gibi hissediyorum. Bunu yenmek için de ilginç bir totemim var. Okumaya bir süre ara veriyorum; böylece kendimi bu hayal kırıklığı döngüsünden çekmiş oluyorum. Döngüyü kırıyorum bir nevi. Garip olan ne, biliyor musunuz? İşe yarıyor :).

17
Başka Kurgular / Görünmez Kentler - Italo Calvino
« : 30 Temmuz 2016, 19:45:12 »

Not: Ben şahsi görüşümü yazmadan önce, size Black Helen'in yazmış olduğu incelemeyi bir hatırlatayım :).


Yapı Kredi Yayınları bu kitabın türü için "Anlatı demiş, ne de güzel söylemiş. Çünkü bu bir roman değil, bir öykü kitabı da değil. İtalyanların şiir kültürüyle bezenmiş, çevirmesi (okudukça gördüm ki) inanılmaz zor bir "anlatı".

Calvino sevdiğim yazarlar arasında. Ancak onun her kitabında aynı şeyi yaşarım. Başlarda kitaba giremem, biraz sıkılırım, sonra da elimden bırakamam. Bu kitap da geleneği bozmadı açıkçası. Yine yapmış yapacağını, gitmiş en özgün fikirleri bulmuş yazar.

Tatar imparatoru Kubilay Han ve Marco Polo'yu aynı çatı altında toplayan bir eser bu. Üstelik, Binbir Gece Masalları gibi, Marco Polo her gece Kubilay Han'a hikayeler anlatıyor! Anlattıkları kadın isimlerine sahip hem çok farklı, hem de birbirine çok benzer şehirler. Bu şehirler tıpkı öyküler gibi bir etki yapıyor. Kimini beğeniyor, kimini beğenmiyorsunuz. Bazıları benim için oldukça ilgi çekiciyken, bir kısmı çevrilen sayfalar oldu.
Peki Polo oralara gerçekten gitti mi, gitmedi mi, bunlar hep muamma. Ama zaten kitabın doğasında bir soyutluk hakim. Burada İtalyan edebiyatının şiir temellerinin de etkisi var, yazarın kurgusundaki yoğun düşünsel anlatının da.

Görünmez Kentler, Kubilay Han ve Marco Polo'nun bazı sayfalarda konuştuğu, ağırlıklı olaraksa Polo'nun farklı kategoriler altında anlattığı şehirlere dayanıyor. Italo Calvino bize sayısız şehir inşa etmiş. Adamın içinde bir mimar gizli.

Bu kitapla ilgili 3 tespitim var. Kubilay Han mantığın ve dünyevi şeylerin sesiyken Marco Polo spiritüel bir yan taşıyor. O varoluşu sorgulayan bir filozof şair adeta. İkisi de rolünü harika şekilde sürdürüyor. Bir imparatorun mantık ve dünyevi şeyleri temsil ederken, tek yere bağlanamayan bir gezginin daha spiritüel bir yan taşıması bana oldukça makul göründü.

Bir diğer tespitimse Virginia Woolf'un sözlerini destekler nitelikte bir şey. Italo Calvino'nun her şehre bir kadın adı vermesi ve Marco Polo'nun da merakla her birini keşfeden yerinde durmaz bir gezgin olmasından yola çıkarak, Woolf'un "Tarih boyunca en çok merak edilmiş hayvan kadındır." sözünü adeta destekliyor.

Bu kitap bence Calvino okumaya başlanacak kitap değil. Çevirisi YKY'ye yakışan cinsten, ama çevirmen notları atlanmamalı. Buradan kocaman bir "helal olsun" gönderiyorum çevirmen Işıl Hanım'a, çünkü çok zor bir metni o şiirselliği kaybetmeden taşıyabilmiş. Editörü de aynı övgü ve teşekkürleri kesinlikle hakediyor. Eminim ki bu bir takım çalışmasının eseri.

Son tespitimse her şehrin ruhsal durumuyla ilgili. Hepsinin bir insan adına sahip olduğuna bakarak, sanki ruhu genişleyerek bir şehre dönüşmüş insanlar gibiler. Onlar yaşıyor ve her birini derinlemesine incelersek hepsinden psikanaliz sonuçlar çıkıyor. Bunu yapmayı çok seviyorum, ama bu kitap beni bu açıdan epey zorladı. Her birinden psikanaliz sonuçlar çıkartırken bir hayli zorlandım. Bu da yazarın bir başka başarısıdır benim gözümde. Hem şehirlerine bir insan adı veriyor, hem onlara birer kişilik dikiyor, hem de onları kolay analiz edilemez şekilde inşa ediyor. Başarılı.

Görünmez Kentler okuduğunuz hiçbir şeye benzemiyor, benden söylemesi. Eh, Italo Calvino deyince daha azı beklenemezdi.

18

Tanıtım:

Alıntı
Hepimiz bir şeyleri seçmekle başka şeyleri kaçırdığımız hissine kapılırız zaman zaman. Bir hayatı seçmekle başka hayatlardan mahrum kaldığımızı düşünürüz. Psikanalist ve yazar Adam Phillips'in kitabının adı bu kaçınılmaz ve içinden çıkılmaz duruma atıfta bulunuyor. Ama kitabın konusu bununla sınırlı değil: Her zamanki incelikli ve özgün bakış açısıyla Phillips, temel insani duygu ve tecrübelerden bazılarını mercek altına alıyor.

Küçüklüğümüzden beri yakından tanıdığımız hüsran neden kaynaklanır? Aşkla hüsran arasında nasıl bir ilişki var? Peki ya tatmin? Arzulanan şeye ulaşmak tatmin getirir mi, yoksa olası bir tatmini sonsuza dek yok etmekten başka bir işe yaramaz mı? Gerçek bir tatmin mümkün mü? Neden illaki bir şeyleri anlamak, kavramak isteriz? Kavrayamamak neden bir dışlanmışlık ve küçük düşme duygusu verir? Kuralları ihlal etmenin yanımıza kâr kalmasından keyif almamız bizim hakkımızda ne söyler? Nasıl olur da yaşamadığımız deneyimler hakkında, yaşadığımız deneyimlere kıyasla daha çok şey biliyormuş gibi görünürüz?

Bu ve benzer sorular üzerine kafa yorarken Phillips, başta Shakespeare ve Freud olmak üzere edebiyatın ve psikanalizin önde gelen isimlerinden faydalanıyor ve ele aldığı eserlere taze bir soluk getiriyor.


Yorumum:

Beklentimin altında kalan, ama okuduğuma pişman olmadığım, hatta buna rağmen bir şeyler kazandığım bir eserdi. Özellikle alt başlığının yarattığı heyecanı karşılayamaması beni üzen yegane yanı; çünkü o alt başlığı okuduktan sonra girdiğim beklenti gerçekten büyük boyutlardaydı.

Bana güzel genel kültür anekdotları bırakan, gördüğüm en ilginç ancak oldukça akla yatkın "zorba" tanımını yapan ve özellikle ilk bölümü olan Hüsran Hakkında ile bana güzel şeyler katan bir çalışmaydı Kaçırdıklarımız. Ancak tamamına baktığımda bir şeyler eksik, bir şeyler beklentimin altında.
Bunda benim Jungcu düşünceyi benimsemiş, kitabınsa Freud'u referans alan bir yapısının olmasının da etkisi olabilir. Bu ihtimali de göz ardı etmiyorum. Yine de belirtmem gerek, kendi düşüncemle hemfikir olan eserleri değil de, farklı olanları okumayı severim.

Kitabın beklediğimi verememesinden kastım tam olarak şu: Beklediğim kadar ufkumu açmadı ya da beklediğim ölçüde düşünce pistonlarımı çalıştırmadı. Çok güzel noktalara değindiği gibi, kimi yerlerde sözün gereksiz uzadığını düşünüyorum. Özellikle bazı bölümler harika şekilde başlamış ve ilgimi cezbetmiş olmasına karşın devamının aynı şekilde getirilemediğini düşünüyorum.

Psikanaliz kitaplarıyla haşır neşir olanlar için hafif kalacağına inanıyorum. Ama bu tarz kitaplara başlangıç için güzel bir nokta olacaktır. İlgilenenler kaçırmasın derim :).

Son olarak, çeviri ve editörlük harikaydı. Metis bu konuda çizgisini bozmuyor ve beni çok mutlu ediyor.

19

Frpnet ve Kayıp Rıhtım ortaklığıyla gerçekleştirdiğimiz 60 Kelimelik Fantastik Öykü Yarışmamızın kazananları belli oldu.

Sevgili takipçilerimiz,

Öncelikle her birinize gösterdiğiniz ilgi ve yoğun katılım için çok teşekkür ederiz. Yarışmamıza 500’den fazla katılımcı, 600’den fazla öyküyle iştirak etti. Bunların her biri jüri üyelerimizce tek tek okundu ve değerlendirildi.

Yarışmaya katılan öykülerin büyük bir çoğunluğu konu olarak birbirine çok yakındı. Ayrıca, yaşı küçük okurlarımız da gönderdikleri öykülerle yüzümüzde sıcak bir tebessüm oluşturdular, kendilerine ayrıca teşekkürler. Bir de çok beğendiğimiz ama 60 kelime sınırını aşan öyküler vardı tabii… İçimiz cız ederek eledik kendilerini, iki kere üzgünüz.

Yine de ilk üçü belirlemek bizim için zor oldu. Çünkü son 10’a kalan öykülerin 10’u da bizim için cidden güzeldi. Ama sonuçta bu bir yarışma ve bir birincinin seçilmesi gerekiyor. Ve işte ilk üçe girmeye hak kazanan yarışmacılar:

1-Dağdan Uçan Adam” öyküsüyle Oğuzhan Kavakçı – (Bilimkurgu Klasikleri Seti+Titana Saldırı Seti+Bradbury Kitabı)

2-Benim Adım Zaman” öyküsüyle Umut Olcay Akay – (Silo & Vardiya + Masallar Seti + Bradbury Kitabı)

3-Kansız Müstecep” öyküsüyle Tolga Aydın – (Ms. Marvel +Bradbury Kitabı)

Kazananları hem Frpnet hem de Kayıp Rıhtım ekipleri adına gönülden tebrik ediyoruz. Kendileriyle kısa sürede iletişime geçilecek ve ödülleri teslim edilecektir. Ayrıca ilk üçün yanı sıra son elemelere kalan ve diğerlerine nazaran daha çok beğendiğimiz öyküleri bir PDF kitapçığı olarak sunmayı düşünüyoruz. O da yakın zamanda yayınlanacak.

Tüm katılımcılarımıza ve değerli sponsorlarımız İthaki Yayınları’na, MonokL Kitap’a, Arkabahçe Yayıncılık’a ve Gerekli Şeyler’e çok teşekkür ediyor, kazananları bir kez daha tebrik ediyoruz.

20
Arka Kapak:

Tarihteki ilk Hugo Ödülü'nün kazananı.

"Tüm zamanların en iyi bilimkurgu klasiklerinden biri."
-Isaac Asimov-

"Bester'in iki muazzam kitabı zamanının ötesine geçmeyi başardı. Yaklaşık altmış senedir herkesin en iyi on bilimkurgu kitabı listesindeki yerlerini korudular."
-Robert Silverberg-

"Benim Bester'e duyduğum hayranlığı, aynı heyecanla paylaşmayan bir bilimkurgu yazarıyla henüz karşılaşmadım."
-William Gibson-

"Alfred Bester dörtlülerini yakıp ayağını gazdan hiç çekmeden yazmış romanını. Derinlik ile eşi benzeri görülmemiş bir hayalgücünün birleşimi. William Gibson okulda arkadaşlarıyla oyuncak ışın tabancasıyla oynarken, Bester siberpunk yazmakla meşguldü."
-James Lovegrove-

24. yüzyılda, evrenin en güçlü adamlarından biri olan Ben Reich, yetmiş yıldır adı bile duyulmamış bir suç işlemeye karar verir: Cinayet. Esper adı verilen zihin okuyucuların, daha düşünce halindeyken suçları engellediği bu dünyada, Reich'ın amacına ulaşması neredeyse imkânsızdı.

Hükümdarlık adındaki şirketinin, rakip şirket D'Courtney'le girdiği mücadeleyi büyük ölçüde kaybetmesinin ardından başka bir çaresi kalmadığını düşünen Reich, bir yandan da kâbuslarında asıl korkusu Yüzü Olmayan Adam'la uğraşıyordu. Tüm bunlara rağmen Ben Reich pes etmemeye kararlıydı. Aklında yıkımla, Yıkım'a hazırlandığının farkında değildi. Yıkıma Giden Adam, galaksinin içimizdeki megalomana verdiği çarpıcı bir yanıt.

Her biri, uzay ve zamanda eşsiz olduğuna dair mağrur sanrılarla gelişen, sonu gelmeyen dünyalar ve kültürler var. Aynı megalomanlıktan muzdarip sayısız insan geldi bu hayata; kendisinin eşsiz, yeri doldurulamaz, benzersiz olduğunu düşünen. Daha da gelecek böyle insanlar... sonsuza kadar. Bu da böylesi bir zamanın ve böylesi bir adamın hikâyesi… bu, Yıkıma Giden Adam'ın hikâyesi.
-Harry Harrison'ın sunumuyla-

Yorumum:

Bu kitap için yakın zamanda detaylıca konuşacak olsam da, forumda kendine ait bir konusu olmadığını gördüm. (Yoksa var da ben mi bulamadım?) İş başa düştü, açtım gitti :).

Yıkıma Giden Adam pek çok katmandan oluşan bir keşmekeş ve ben bunu iyi anlamda söylüyorum. New York'lu Bester'ın büyük şehir insanının içine doğduğu, büyüdüğü ve öldüğü kaosu anlatımına taşıdığı; sürekli bir yerlere yetişme, bir şeyleri kaçırmamak için acele etme ve bu sırada önüne geleni ezip geçme dürtülerini diline aktardığı bir eser. Bester'ın bu büyük şehir dili bana inanılmaz tanıdık geldi. Eh, bir İstanbullu olarak ben ve bu şehrin diğer insanları da büyük bir kaosun parçasıyız.

İşte tüm bu nedenlerden Ben Reich'ın karakteri ile Bester'ın anlatımı adeta tek yumurta ikizi özelliği gösteriyor. Bu da karakteri daha somut, daha gerçek kılıyor.

Evrimin bile kapitalizmin bir parçası olması bu kitapta çok güzel aktarılmış. Dahası, Oedipus Kompleksi de bizlere göz kırpıyor. Hatta burada Chuck Palahniuk ve Görünmez Canavarlar geldi aklıma. Spoiler'a girmemek için burayı detaylandırmıyorum, ama bu kitabı okumuş olanlar Oedipus Kompleksi ile ne demek istediğimi anlayacaktır. Chuck Palahniuk'un Görünmez Canavarlar'da geçen bir sözü de buraya cuk diye oturuyor. Kitabın alt metninde yatan bir sağ-sol çatışması bile mevcut ki, bunu okurken çok eğlendim. Ama buradaki "sağ-sol"dan kastım para vs. idealler tadında.

Son olarak, Reich'ın bir başkarakter olarak "doğal yok edici" rolü de hoşuma giden bir başka etmen. Evet, kendisi nam-ı diğer "yıkıma giden adam". Evet, kitap boyunca Yıkım iki anlamda kullanılıyor (çiftdüşün :)). Ancak tüm bunların dışında, Reich başlı başına bir sembol. O bir doğal yok edici. Ben Reich, pek çoğumuzun özünde barındırdığı bir adam.

Bir de bana mı öyle geliyor, yoksa Kaplan! Kaplan! ile Yıkıma Giden Adam arasında benzerlikler mi var? Sanki aynı zemin üzerine inşa edilmiş farklı mimariler gibi. Özünde aynı evreni kullanıyorlarmış gibi bir his verdi bana.

Daha söyleyecek çok sözüm var, ama bunları kameraya saklamış olayım. Yine de kendimi tutamayıp sizlerle tartışmak için (ve konunun yokluğuna şaşırarak) bu konuyu açtım :).

21

Şimdi var mısınız Orta Asya bozkırlarında geçen, bilim ve şamanlığın çatıştığı, Türk mitolojisinin tanrıları ve buram buram “köklerimizden” şeyler kokan bir yapım izlemeye? Hem de kaliteli bir çizgide!

Börü (Boerue)
, bir çizgi dizi projesi. Senarsitliğini bir Kayıp Rıhtım üyesi ve aynı zamanda ödüllü bir yazar olan Mercan Aytuna‘nın (eretrusilden) üstlendiği, MayAna Creatives tarafından 1 senelik bir uğraşın sonucu olarak ortaya çıkmış bir yapım. Ve o şimdi Kickstarter‘da desteğimizi bekliyor.

Şamanizm, Tengricilik ve Animalizm’i aynı potada eriten Börü, aynı zamanda kelime anlamı olarak “kurt” ve “bir ulusun kaderini değiştirme gücüne sahip lider” anlamlarına da gelmektedir. Peki bu çizgi dizinin konusu nedir, değil mi?

En genç ve yetenekli, ama aynı zamanda “şizofren” element avcısı Duman, gökbilimci ve avcı Pamir ile hem çoban hem de aksi mi aksi ama bilge Kam Ana’nın çırağı şaman Bars’ın yolculuğunu konu ediyor. Kam Ana’nın tanrılarla yıllardır konuşamaması ve bilimin geldiği noktada insanlığa sırt çevirmeleri üzerine bu gidişatı değiştirecek bir çare arayışıyla başlıyor her şey. Bu yolda Kimya Akademisi’nin tarihindeki en genç element avcısı olan Duman, idolü Opaz Bey’in öğrencisi olma hayalinin peşinde gidecek. Öyle ki, bu yolda onu ne şamanlar ne de süregiden savaş durdurabilir. O derece kararlı anlayacağınız. Öte yandan gökbilimci Pamir, gizli bir görev üzerine, Gökbilimi Akademisi adına element avcılarının arasına gönderilecek.

O zaman hemen fragman gelsin!

Karakterlere de yakından bakmak ister misiniz?


Dün bizim de yer aldığımız özel bir partiyle Kickstarter kampanyalarını geri sayımla başlatan ekip, kımız dağıtarak hepimize eşsiz bir deneyim yaşattı. İlk bağış Türk fantastik ve bilimkurgu camiasının değerli ismi Sevin Okyay‘dan gelirken, projeye destek vermek için yerini almış olan ve şamanik esintiler taşıyan Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları serisinin yazarı Buket Uzuner de bir konuşma yaparak bağışçılar arasında yer aldı. Yetkin isim Kutlukhan Kutlu‘yu da davetliler arasında görüp iki lafın belini kırmak da ayrı bir keyifti.


Artık onlar hepimizin desteğini bekliyor. Bunun için de dünya çapında kullanılan ve güvenilir bir bağış sitesi olan Kickstarter‘dan bizleri de bu rüyanın bir parçası olmak için buradan davet ediyor. 1 dolar bile bağış yapabileceğiniz kampanyada, bağış miktarı arttıkça verilen ödüller de bir hayli çeşitleniyor. Öyle ki, gerçek bir şaman davulu bile aralarında yer alıyor! Partide yer alan kimi ödüllere de kısa bir bakış attık. (Ödüllerin tamamını içermemektedir. Tüm detaylar Kickstarter sayfasındadır)

Börü (Boerue)
‘nün yolu açık olsun. Bu güzel ekibi Twitter ve Facebook‘tan da takip edebilirsiniz. Son bağış günü 13 Mayıs! Bizden söylemesi.


22

Fantastik edebiyatın gelmiş geçmiş en iyi eseri olarak kabul edilen Cin Ali Serisi'nin uzun zamandır beklenen yeni kitabı Cin Ali Mordor’da çıktı!

IGN’nin en iyi karakterler listesinde 30 yıldır bir numarada oturan ve tahtını kimselere kolayca kaptırmayacakmış gibi görünen efsanevi kahraman Cin Ali, destansı maceralarına bir yenisini daha ekliyor.

Cin Ali’nin Atı ile başlayan ve kahramanımızın kendisine sadık bir binek edindiği serüvenimiz, iki paha biçilmez nesnenin peşine düştüğümüz Cin Ali’nin Topu ve Cin Ali’nin Topacı’yla devam etmişti hatırlayacağınız gibi. 10 kitaplık nefes kesici serüvenleri boyunca Karagözlü Kuzu ile Berber Fil’i de yanına katan kahramanımız şimdi de gözünü Düşman’ın topraklarına, Mordor’a dikmiş durumda.

Kitabımızın arka kapak yazısı şöyle:

Alıntı
Hugo-lülülülü ve Ne-bu-la? ödüllü kahramanımız Cin Ali’nin maceraları hız kesmeden devam ediyor.

Berber Fil ve Karagözlü Kuzu’yla birlikte yollara düşen kahramanımız, son macerası Kır Gezisi’nden sonra şimdi de Mordor topraklarında.

Önlerinde ise tek bir hedef var: Sorun ve Nazlıgül’ü birdirbir oynamaya ikna etmek…

“Alaaddin’den sonra okuduğum en iyi macera.”
– Lamba Cini

“Çarpılacaksınız.”
– Eti Cin


Rasim Kaygusuz’un kaleme aldığı, Kayıp Rıhtım Yayınları tarafından basılan 20 sayfalık bu destansı macera şimdiden İngilizce, Fransızca, Almanca ve Japoncaya çevrilmiş durumda. Hatta onlar da yıldırım hızıyla yeniden Türkçeye çevirip bize iade ettiler bile!

Cin Ali Mordor’da 1 Nisan’dan itibaren tüm farazi kitapçılarda. Kaçırmayın!

Ciddili not: Rasim Kaygusuz’u saygıyla anıyor, bize çocukluğumuzun bu unutulmaz eserini kazandırdığı için kendisine bir kez daha teşekkür ediyoruz.

23

Frpnet ve Kayıp Rıhtım işbirliğiyle düzenlenen 60 kelimelik fantastik öykü yarışmasına var mısınız?

Türkiye’nin ileri gelen fantastik edebiyat sitelerinden Frpnet ile Kayıp Rıhtım işbirliğiyle düzenlenen yeni bir yarışmayla karşınızdayız. Sizlerden istediğimiz şey basit: Kısa öykü tadında, toplamda 60 kelimeyi geçmeyecek fantastik öykülerinizi bekliyoruz. Karşılığındaysa birbirinden güzel ödüller dağıtıyoruz! Üstelik dereceye giren herkese fantastik öykü dendiğinde akla ilk gelen ustalardan birinin, Ray Bradbury’nin bir hikâye kitabını da armağan edeceğiz!

Yarışmamızın kuralları şöyle:

    * Öyküler daha önce internet de dahil hiçbir yerde yayımlanmamış olmalıdır.
    * Her yazar en çok 2 öykü ile başvurabilir.
    * Yazarlar Frpnet ve Kayıp Rıhtım ekiplerinden olamaz.
    * Öyküler, yazarın kimliğini açık etmeyecek bir rumuz ile gönderilmelidir.
    * Öyküler tek bir Word dosyası halinde gönderilmelidir.
    * İsim, soyisim, adres ve telefon bilgileri farklı bir word dosyasında olacak şekilde, yine aynı mail içinde gönderilmelidir.
    * Öyküler en fazla 60 kelimeden oluşabilir.


Birbirinden fantastik ödüllerimiz ise şunlar:

1.’lik Ödülü: Bilimkurgu Klasikleri Seti+Titana Saldırı Seti+Bradbury Kitabı
2.’lik Ödülü: Silo & Vardiya + Masallar Seti + Bradbury Kitabı
3.’lük Ödülü: Ms. Marvel +Bradbury Kitabı

Yarışmaya katılan öyküler Ece Yılmaz, Hakan Tunç, Hazal Çamur, Kayra Keri Küpçü, M. İhsan Tatari ve Özay Şen’den oluşan jüri üyelerimiz tarafından değerlendirmeye alınacaktır.

Son katılım tarihimiz 10.04.2016. Hikayelerinizi fantastikyarisma@yandex.com adresine yollayabilirsiniz.

Frpnet ve Kayıp Rıhtım olarak desteklerinden ötürü İthaki Yayınları’na, MonokL Kitap’a, Arkabahçe Yayıncılık’a ve Gerekli Şeyler’e çok teşekkür ediyor, katılan herkese şimdiden fantastik başarılar diliyoruz.

24
Başka Kurgular / Battallar ve İnsanlar
« : 04 Şubat 2016, 08:51:13 »

Bu kitabı hangi kategoriye açmam gerektiğinden de pek emin değilim ya, şimdilik burada dursun bakalım.

Battallar ve İnsanlar, konusuyla ilgimi cezbetmiş ancak beklediğimi verememiş bir eser. Özgün adı Every Boy Should Have A Man olan kitabın bu özgün adı, aynı zamanda ilk bölümün de adı oluyor: Her Çocuğun Bir İnsanı Olmalı.

Battallar (özgün tabiriyle oafs), insanlara göre 3 kat uzun ömürlü ve onlardan ebat olarak çok daha büyük bir ırk. İnsanlarsa doğanın en zeki "hayvanları" konumunda. İnsanlar iyi bir besin kaynağı, aynı zamanda en çok istenen evcil hayvan. Kimileri konuşabiliyor, kimileriyse konuşma yetisinden mahrum. Müzisyen olup sirklerde gösteri yapan ya da sahiplerini eğlendirenler, dövüşlerde kullanılanlar, hayvanat bahçelerinde sergilenenler... Liste saymakla bitmez. Üstelik bizim hayvanları kullanış şekillerimizin neredeyse hepsini Battalar insanlara yapıyor. Tasmayla gezdirmek de dahil.

Kimi zaman, özellikle kedi ve köpekler için kullanıldığımı tabirlerin bu kitapta insanlar için kullanıldığını görüyoruz. Hikayemiz de fakir bir çocuğun bir insan bulup onu sahiplenmesiyle başlıyor.

Fikir çok hoş, ama başta da dediğim gibi, işleniş beni memnun etmedi. Böyle bir konu böyle basit mi ele alınmalıydı? Kitap sonlarına doğru içerdiği şarkılar ve destanlarla birdenbire form değiştiriyor. Bu form değiştirme böyle ani mi olmalıydı? Köpek dövüşleri ve oynanan bahisleri insan dövüşleri (ve bahisleri) gibi şeylerle değiştirmek rahatsız edici bir eğlenceye sahip olsa da, kitabın genel işleyişinde bir basite indirgenme var benim gözümde.

Pek çok bilindik masala bariz göndermelere ve esinlenmelere sahip. Aynı zamanda bize savaşın doğasını masalsı bir dille aktarıyor. En önemli yanıysa insanın kendini diğer her şeyden üstün görmesi ya da diğer her şeyin koruyucusu olarak ataması durumuna sahneye Battalları koyarak yaptığı ironi. Hele ki bizim hayvanları örnek gösterip "sadece ihtiyaçları olduğu kadar avlanıyor, şöyle ekolojiyi koruyorlar, böyle onlara ihtiyaç var, böyle de ders almalıyız" söylemlerimizi insanı örnek gösteren Battalların ağzından durmak hayli ironik ve eğlenceli. Yazar, insana göre bir hayli büyük ve iri olan Battalların omzuna oturmuş, bize tepeden bir bakış atıyor. Yine de, tüm bunlara rağmen beklediğim kadar sevemedim.

Konu muazzam, verilen mesajlar ve insanların evcil hayvan konumuna sokulması gayet güzel bir düşünce. Dahası, insanın hayvanlar için dediği ya da yaptığı pek çok şeyin bu defa insana söylenmesi ya da yapılması da güzel bir dış bakış. Ama neden böyle basite kaçtı bu kitap? Kitabı okurken tüm bunların çok daha iyi bir biçimde aktarılabileceğini düşündüm durdum. Yine yer yer masalsı bir anlatımın seçimi de sırıtmazdı özünde. Ancak detaylandırılması gereken pek çok şey benim için çok yüzeysel geçildi. Daha da ileri gidecek olursam, bir okur olarak sanki anlamayacağım düşünüldü gibi hissettim.

Mesela savaşın anlatıldığı kısım. Böyle oldu bittiye mi gelmeliydi? Ya da fakir çocuk ve sonradan edindiği zengin arkadaşı. Ne ara böyle dost oldular? Nasıl böyle birbirlerine bağlandılar? Çocuksu bir masumiyet mi dersiniz? Tamam da, az önce aynı çocuklar insanlarını diğer çocuklarınkiyle dövüştürmüyor muydu?

Kitapta özellikle duyguların havada kaldığını düşünüyorum. Anlatım tarzı elbette yazarın tercihidir. Ona da saygı duymak gerek. Bunca şikayet ettim ama, en iyisi "yazarla anlaşamadık" diye bu yorumu sonlandırayım :).

Çeviri ve Editörlük

Battal kelimesi dilde kaba duran bir tabir. Oaf ise mankafa, kaba adam gibi anlamlara sahip. Bence hoş bir çeviri olmuş. Özellikle "oaf" kelimesinin zaman zaman battalların birbirine "mankafa" diye hakaret etmesi amaçlı da kullanılışı gibi bir kelime oyununa sahip diye düşünüyorum. Özgün metne bakma şansım olmadı, ama aynı anlamdaki bu kelimenin farklı kullanılmaları olduğunu görmek zor değil.

Editörlük de gayet güzeldi. Tertemiz bir kitap okudum çeviri ve editörlük bakımından.

Kitabın adı neden "Her Çocuğun Bir İnsanı Olmalı" diye bırakmadıklarını merak ediyorum. Bence ilgi çekici bir isimdi :).


Toparlarsak, beklentimin altında kalan bir eser oldu. Bu bakımdan üzgünüm. Bu kitabı daha çok sevmeyi beklemiştim. Dilerim diğer okuyacak arkadaşlar benden daha çok sever :).

25
Goodreads hesabınız var mı? Peki bizlerle Goodreads'te de buluşmak ister misiniz?

Sadece bakmayı bilenlerin bulduğu Rıhtım, şimdi Goodreads'te!


26
Duyurular / Kayıp Rıhtım Taraf Gazetesi'nde!
« : 31 Ocak 2016, 16:27:43 »
Bugünkü Taraf Gazetesi'nde, Özlem Ertan'ın Hayalhane adlı köşesinde Kayıp Rıhtım da var! Fantazya İnternette Yükselişte adlı bu yazıda, bizleri temsilen kurucumuz Hakan "magicalbronze" Tunç Taraf Gazetesine konu hakkında konuştu.

Bakın neler dedi Hakan Kayıp Rıhtım için,

Alıntı
“Biraz edebî, bizden ve gizemli bir isim istedik. İsme özel bir dizemiz de var: ‘Son gemi de ayrıldığında limandan, Kaybolmuştu artık o rıhtım gecenin karanlığından…’ Yahya Kemal’in Sessiz Gemi’sine selam etmek istedik burada. Rıhtım, edebiyatta kaybolmak isteyenlerin uğrak mekânı diyebiliriz kısaca. Peki, nerede bu rıhtım? Niye kayıp? Cevabı kişinin kendisinde saklı.”

Yazının tamamına BURADAN ulaşabilirsiniz.


27


Önemli Not: Kayıp Rıhtım ahalisinden birinin kazanacağına emin gibi genel editör :). Hadi arkadaşlar!

Diskdünya ile gönülleri fetheden Delidolu Kitap, şimdi de özel tasarımlı ve adınıza düzenlenmiş bir mühür armağan etmeye hazırlanıyor.

Müjdeyi ilk olarak geçtiğimiz cumartesi gerçekleşen Kayıp Rıhtım Tartışıyor #6’da almıştık. Konuğumuz olan yayınevi genel editörü Ayşegül Utku Günaydın bizlere yarışmadan bahsetmiş ve o özel ödüle sıra geldiğinde heyecanımızı doruk noktasına çıkarmıştı. Dün ise yarışmanın resmi duyurusu gerçekleşti.

John Wyndham’ın daha önce Yankı Yayınevi’nden çıkan kült bilimkurgu eseri Krizalitler, yeniden dilimize kazandırıldı ve bu kitaba özel bir etkinlik söz konusu. Delidolu Kitap’ın kendi özel kapak tasarımınıyla, yepyeni baskısıyla bizlerle olacak kitap için yaratıcılığımızı konuşturacağımız bir yarışma düzenlendi. İlk 5 kişi Krizalitler’i ve kitaba özel olarak tasarlanmış bez çantayı kazanacak. Bitmedi! Çünkü 1. olan kişi tüm bunların yanı sıra, Delidolu tarafından eskitme ahşap kutusunda, adına hazırlanmış bir Ex-Libris, kişisel bir mühür de hediye ediyor!

Artık kitaplarınızın özel tasarım mührünüzle kişiselleşebilir, sizden ödünç alanlara geri getirmeleri konusunda ufak bir hatırlatma görevi görebilir.

Peki yarışmaya nasıl katılınıyor? Hemen aşağıda detaylıca anlatalım:


1. Şuradaki gönderiyi paylaşmak.

2. Düz bir paylaşımla bitmiyor iş! Paylaşırken, John Wyndham’ın eseri Krizalitler’de geçen aşağıdaki cümle üstünde düşünüp onu kendi cümlelerinizle yorumlamak.

Alıntı
"Bu, kimse için güzel ve rahat bir dünya değil, özellikle de farklı olanlar için."

3. Cümleyi yorumlayışınızı #‎krizalitler‬ etiketiyle paylaşmak.

5 kişilik bir sıralama yapacak yayınevi birinciye Krizalitler, kitaba özel bez çanta ve adına hazırlanmış Ex-Libris hediye edecek. Diğer 4 kişi ise kitap ve bez çantanın sahibi olacak!

Son katılım 31 Ocak Pazar. Haydi konuşturun yorumcu ve yaratıcı yanınızı!

Dilerseniz Ayşegül Utku Günaydın’ın konuk olduğu programımızın kaydına da Bölüm 1 ve Bölüm 2 şeklinde bu bağlantılardan ulaşabilirsiniz.

28
Başka Kurgular / Sihir Diyarında – Henri Michaux
« : 05 Aralık 2015, 20:33:20 »


“Yaşamımda işittiğim en yoğun kuş çığlığını bu boş kafeslerden birinde duymuşumdur. Tabii hiçbir kuş görülmüyordur.”

Henri Michaux’un ölümsüz eseri Sihir Diyarında, Engin Soysal’ın yetkin çevirisiyle Fransızcadan dilimize kazandırıldı. MonoKL’ın edebiyat adına attığı bir başka güzel adım olan bu eserin kendisi küçücük, ama etkisi oldukça büyük boyutlarda.

1939 – 1940 yılları arasında kaleme alınmış olan Sihir Diyarında, hem dünya edebiyatının, hem de gerçek üstücülüğün eşsiz bir örneği. Varoluşun boşluğu gibi felsefi temaları fantastik bir diyarla harmanlayıp, onun tek tek portresini çizen yarı ütopik bir esere kaç kere rastlayabilirsiniz? Siz hiç ancak fantastik edebiyata yakışacak türden bir ülkeyi, sayfalar arasında arşınlarken derin düşüncelere daldınız mı? İşte Sihir Diyarında bu kadar özel ve bu kadar ayrıksı bir eser.

Bu öyle bir kitap ki, kendisi 102 sayfa olmasına karşın (büyük puntoları normal boyuta aldığımızı düşünürsek 70 civarına düşer) Jean-Pierre Martin tarafından yazılmış tam 72 sayfalık bir incelemesi mevcut. Küçük küçük pasajlardan oluşan Sihir Diyarında, bize bir anlatıcının gezdiği ve gördüğü şeyleri okurla paylaştığı anlar, sahneler dizisiyle buluşturuyor. Sihirbazlar tarafından yönetilen bu sihirli diyara girmek hiç de kolay değil. Ancak anlatıcı bunu başarmış ve an be an gördüklerini, buranın adetlerini, düzenini, hatta doğasını bir ressamın hassaslığıyla kelimelerle çiziyor. Ancak bu portrelerin daha çağdaş bir yanı var; çünkü en ince detaya kadar inmek yerine, bize vermek istediği mesajın hapsolduğu sahneyi ya da anı anlatarak yoluna devam ediyor.

Yol, doğrusal değil. Bir an oradayız, öbür an burada. Her bir minik pasaj okuması neredeyse saniyelerinizi alacak uzunlukta; oysa içlerinden bazıları özündeki sihri tamamen sizinle paylaşabilmek için, üzerinde saatler harcamanızı talep edebilir.

Henri Michaux’un fantastik ve felsefeyi aynı potada erittiği bu eşsiz romanında okuru alışık olmadığı bir yapı bekliyor. Çünkü, özünde alternatif bir dünyayı, gerçek üstü bir alemi tanıdığımız ve anlatıcıyı ateş başında dinliyormuş izlenimi veren bu yapı, sadece çizilecek güze portreler değil. Yazar, kalemiyle harika mimariler oluşturmakla ünlü bir isim en başta. Ama derdi sadece güzellik değil.

Bunu bir örnekle görelim. Bakın Henri Michaux pasajlarından birinde neyi anlatıyor:

Alıntı
   Orada haydutlar suç işlerken yakalandıklarında, anında yüzleri kopartılır. Cellat Sihirbaz Ustası hemen olay yerine gelir.

    Parçası olduğu insana haliyle alışmış bir yüzü kopartmak için inanılmaz bir irade gücü gerekir.

    Yüzü hafiften bırakır kendisini, sonra ele gelir.

    Cellat çabalarını ikiye katlar, eğilir, güçlü bir şekilde soluk alır.

    Sonuçta yüzü kopartır.

    Operasyon iyi yapıldığı için yüzün tamamı ayrılır: alın, gözler, yanaklar, paslara karşı etkil bir süngerle temizlenmiş gibi olan kafanın tüm ön tarafı.

    Kalınlamış ve koyu bir kan, yüzün her yanından apaçık duran damarlardan akar.

    Ertesi gün, insanda yalnızca dehşet hissi uyandırabilecek kabuk tutmuş yuvarlak bir yara oluşmuştur.

    Kim ki böylesini görmüştür yaşamı boyunca bunu anımsar. Zaten gördüğü kabuslar bunu kendisine anımsatmayı bilir.

Suç-suçlu-ceza mekanizmasına bambaşka diyardan, büyülü bir düzenle bakılan bu pasaj kitabın doğasına da çok güzel bir örnek. Üzerine diyecek çok sözüm var. Sizlerle uzun düşüncelerimi paylaşmak isterdim, ama ben de yazar gibi tüm bu özel anı size bırakıyorum. Sadece şunu diyeyim, kitapta beni en çok etkileyen kısım burasıydı.

Henri Michaux aynı anda hem fantastik, hem de felsefe severlere uzanmayı başarmış bir isim. Boşuna Jean-Pierre Martin onun üzerine 72 sayfalık bir inceleme yazmamış diyorum. Çünkü bu küçücük kitabı elinize aldığınızda büyük puntoları ve aldatıcı hafifliği de tamamen bir illüzyon. Kapağı açtığınız anda kitap elinize tam oturacak, büyük puntoların aralarındaki boşluklarla aslında size düşünme payı bıraktığını anlayacaksınız.

29
Başka Kurgular / Piksel - Krisztina Toth
« : 04 Aralık 2015, 16:15:35 »

Tanıtım:

Alıntı
Krisztina Tóth, modern Macar edebiyatında en çok okunan yazarlar arasında, şimdiden birçok ödül aldı. Diline kolayca alışılıyor, ama hiç sıradan değil. Yalın ve zekice. Tercih ettiği kelimeler ve cümle yapısının birçok duyarlık ve zeka süzgecinden geçtiği hemen anlaşılıyor.

Toth'un en önemli yapıtı Piksel'de ilk serüven başın. Ardından bacak, el, kalbin. Vücudun her uzvundan biri var bu kitapta. Farklı öykülermiş gibi görünen bölümler birbirine bağlanıyor, insanlar ve hatta nesneler arasındaki bağlantı usul usul oluşuyor. Bölümlerin her biri başlıbaşına bir piksel karesi. Birkaç adım geri çekilelim. O da ne! Uzaktan bakınca piksel'ler arasındaki ilişki büyüleyici bir bütüne dönüşmüş, öyküler metnin bedenini oluşturmuş! Keyifli okumalar.!

Yorumum:

Bu kitabı okumak için iki nedenim vardı.

1. Macar edebiyatından daha önce hiçbir eser okumamıştım ve Dedalus'un popüler kültürler bize coğrafi olarak yakın, ama edebiyat olarak uzak olan kitapları çevirmesini seviyorum.

2. Arka kapaktaki yazılanlar çok ilgimi çekmişti.

Kitabı beğenmedim diyemeyeceğim, ancak arka kapağı okuduktan sonra zihnimde canlananla örtüşmüyordu. Ben, "Vücudun her uzvundan biri var bu kitapta." sözünü farklı yorumlamıştım. Her bir uzvun kendi hikayesini anlattığını düşünmüştüm, ancak öyle olmadı. Hatta kitabı sırf bu yüzden tuhaf kurgu türünde bekliyordum, fakat yaşamdan kesitler şeklinde öykülerle karşılaştım.

Aklımdaki gibi olsaydı daha çok keyif alırdım, ama bu haline de kötü diyemem.

Peki o zaman ne anlatıyor bu kitap? Ve adı neden Piksel?

İnsanın vücudunundaki farklı bölge ve organlarından isimlerini almış 30'a yakın hikaye var bu küçük kitapta. Her biri 3-5 sayfalık, minik minik öyküler. Daha önce dediğim gibi, yaşamdan kesitler şeklinde yazılmış, bir karakterin hayatının küçük bir anını gördüğümü hikayeler. Ama o da ne? Birkaç öykü öncesinde adı geçen bir karakter şimdi yeni okumaya başladığınız öyküde geçiyor. Sadece ismen. Ufak bir gönderme demek. Fakat gelin görün ki bununla da bitmiyor. Bazıları bariz, bazıları dikkatli okurlara saklanmış şekilde, her öykü ilmek ilmek birbirlerine bağlanmaya başlıyor. Birbirinden bağımsız ve dağınık duran tüm o öykülerin karakterlerini yazar birbirine teğelliyor. Sonra bu kitabın aslında onca öyküyle birlikte bir bütün olduğunu görüyoruz.

Kitabın ismi tam da bu yüzden Piksel. Geriye çekilip baktığınızda o piksel gibi duran 3-5 sayfalık öyküler büyük bir resmi oluşturuyorlar.

Krisztina Toth Macar edebiyatının ünlü isimlerinden. Avrupa'da da hatırı sayılır bir ünü var esasında. Öykülerindeki karakterleri ağırlık olarak Macar olsa da, bir kısmı göçmen. Belki ana dillerini bile öğrenmemiş göçmenler onlar, ama kökenleri yine dönüp dolaşıp Macaristan'ı buluyor. Onları bu çerçeve etrafında toparlıyor.

Her bir karakterin oldukça gerçekçi bire hikayesi var. Karakterlerin çocuklarını, annelerini, babalarını da görüyoruz farklı öykülerde. Koca bir aileyi, hatta birkaç aileyi, bu kitapta gelişi güzel biçimde okuyor ve yolumuzu buluyoruz. Az önce arkadaşına oğlundan dert yanan anneyi bırakıp, 10 öykü sonra o oğlu okuyoruz mesela.

Piksel ilginç bir kitap. Çok sevdim diyemem, ama sevmedim demek de mümkün değil. Aklımda iz bırakan öykülere sahipti, bu da onun bir başarısı. Benim için tek sorunu çok daha farklı bir beklenti içinde olmamdı.

Editörlük

Editörlük olarak Dedalus'un ilk kez sıkıntılı bir kitabına denk geldim. Sıkıntı dediğim şey virgüllerin eksikliğiydi. Okurken sık sık gözümle olması gereken yerlere virgüller attım. Daha önce bu yayınevinde böyle bir şeyle karşılaşmamıştım. Bir de birkaç yazım hatası mevcut, ancak az sayıdalar.

30
Başka Kurgular / Sivrisinek Şehirde – Erlom Ahvlediani
« : 01 Aralık 2015, 20:37:46 »

“Bazen, onların bizim başka yaşamlarımız olduğu duygusuna kapılıyorum, bu küçücük bedene sığınmış. Biz de onlar gibi aciz, korunmasız, iğrenç, sahipsiz, can sıkıcı, gereksiz yaratıklarız. Belki de böcekler, bizim gerçek varlığımızı daha iyi göstermek için varlar.”

Gürcistan coğrafyamızda çok yakından bildiğimiz bir ülke ismi, ama edebiyatına da bir o kadar uzağız. İşte Dedalus Kitap zoru başarıp Gürcüceden Sivrisinek Şehirde’yi, kaliteli bir çeviri ve editörlükle bizlerle buluşturdu. Artık Gürcü edebiyatı da bize çok yakın!

Yazarın yukarıda alıntıladığım sözleri aslında tüm kitabın özeti, ancak bunun nasıl ve neden olduğunu kitabı bitirdiğimizde anlayabiliyoruz. Erlom Ahvlediani’nin bu deneysel, felsefik kurgusu okuduğunuz çoğu esere hiç mi hiç benzemiyor. Çünkü ölmek için katilini arayan bir mavi gözlü sivrisineği her zaman göremezsiniz. Ya da yağmurları, odasına dolan yıldızları, apartmanlar arasındaki göğün bir sokak ötedeki gökten farklı olduğunun düşünen genç bir kızı da öyle. Belki Lia adlı bu kızın fazlasıyla normal ve kız kardeşine anlam veremeyen abisi Gia’yı hem çevrenizde, hem de başka eserlerde görürsünüz. Gia bizim dünyamızın sıkıcı gerçekliğiyle olan bağlantısı. Ama Lia’nın küstüğü Manana’nın gizemi de bize çok yabancı. Daha da önemlisi, bir türlü sabahları yola çıkarken sola dönemeyen, uzun süre sadece bir hayal olarak kalmış, kendi adını kendine söyleyerek hatırlatan ve biri tarafından aranan Cimşer’e de öyle her yerde rastlayamazsınız.

sivrisinek-sehirdeSivrisinek Şehirde’de, mavi gözleriyle kurutulmuş bataklığında diğer sivrisineklerle ölmeyi seçmemiş ve ondan başkasına kendisini öldürme iznini vermediği katilini arayan sivrisineğin sorgulatan kurgusudur. O mavi gözler bazen diğer karakterlere devrolur, sivrisineğin taşıdığı sıtma hastalığı bulaştırılır. Ama bulaşan gerçekten sıtma mıdır? Bir türlü kabullenilemeyen aşk mıdır? İlahi bir güç müdür? Hem sivrisinek, neden yüzyıllarca, döngüsel biçimde aynı katilini aramaktadır?

Erlom Ahvlediani’nin bu deneysel eseri sizi çok mu çok düşündürecek. Sık sık kitabın yazarı anlatıların arasına kendi düşünceleriyle girecek, bazen filmi başa saracak! Yazar da en önemli karakterlerden biri ve biz onun asıl rolünü yine kitabın sonlarında anlayacağız.

Hepimiz birer gergedanız ve üzerimize konan, bize seslenen, bize ısrarla bir şeyler anlatan mavi gözlü sivrisineklerin farkında bile değiliz. Oysa onlar mevcut. Onlar var. Eğer onlara kulak verirsek, yazarın en tepede dediği şeyi fark etmiş oluruz: gerçek varlığımızı.

Var oluşun hafif korkunçluğu, tuhaf mı tuhaf kurgusu, altı çizilesi bir dolu cümlesi, kaliteli çeviri ve editörlüğüyle Sivrisinek Şehir’de tatmadığınız türden bir lezzet. Eğer damağınız yeni tatlara açıksa, sayfalarından bir lokma alın. Kim bilir, belki bu sırada Lia’nın tuhaf soruları, Cimşer’in kendini arayışı ve size ait bir sivrisineğin tesellisi kulaklarınızda çınlar.

Bu kitabı okuduktan sonra sinekleri öldürebileceğinizi pek sanmıyorum

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 22