Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Fırtınakıran

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 22
31

Sakıncalı bulunurlarsa imha edilecekler.

Fahrenheit 451 geliyor aklınıza, değil mi? Ama değil. Her distopyanın gerçeklikle olan o korkunç ilişkisi bizim ülkemizde vuku buluyor.

AR-GE’ye ayıracağı vakti sansürcü zihniyete ayıran TÜBİTAK, tam 50.000 kitabı toplattı. Gerekçe olarak Türk kültürüne ve manevi değerlere ters düştükleri söyleniyor. Ayrıca yerlilik ve kültürel uyum kriterlerine göre inceleniyorlar ve bu kriterler sağlanamazsa imha edilecekler.

Bu alanda hareketi başlatan ilk olay, Gökkuşağının Tüm Renkleri adlı çocuk kitabıyla gerçekleşti. Kitaptaki kimi şekiller bu kriterlere aykırı bulundu. Kitabın aykırı bulunma nedeni, görsellerin birinde Yahudilik ve Hristiyanlık dinlerine ait birtakım ritüellerin gösterilmesi olduğu öne sürülmüştü. İddia Yeniçağ gazetesinden Arslan Bulut’a aitti. Sonrasında TÜBİTAK Başkanı Ergin’den Yeniçağ gazetesine mektupla şu açıklama geldi:

Alıntı
"2011 yılında yayınlanmış olan ‘Gökkuşağının Tüm Renkleri’ adlı kitap konusunda gösterdiğiniz kültürel hassasiyet için teşekkür ederiz. Bu konuda hassasiyetinizi paylaştığımızı bilmenizi isteriz. 50.000’den fazla kitap, piyasadan 2015 yılı içerisinde imha edilmesi amacıyla toplatılmıştır. Halen geriye dönük olarak tüm kitapları ‘kültürel uygunluk ve yerlilik testi’nden geçirmekteyiz."

Kültürel uygunluk nasıl ölçülüyor peki? Yine TÜBİTAK Başkanı bunu şöyle açıklıyor:

Alıntı
"Kuruluşundan bu yana 17 milyondan fazla baskı adedine ulaşmış olan 700 kitabı bulunan TÜBİTAK kitaplarının yayın süreçlerinde 2014 yılından itibaren yeni bir süreç yönetimi uygulanmaktadır. Bu süreçteki yaklaşımımız ‘Kültürel Uygunluk ve Yerelleştirme’ yöntemidir.

Bu yöntem ile kitap yayın sürecinin başından sonuna kadar olan değişik aşamalarda muhtelif kontrol noktaları oluşturulmuştur. Bu kontroller telif alımından basım sonrasına kadar sürmektedir. Biz de milletimize kaliteli entelektüel eserler kazandırırken kültürel ve ahlâki erozyona sebebiyet vermeyecek eserler yayınlanmasına gayret göstermekteyiz."

Ahlaki erezyona kitaplar bir bir elimizden giderken daha çok uğrayacağımız çok açık. Daha önce Darwin’i sansürleyen TÜBİTAK şimdi ülkemizi ileri götürecek adımlar atmak yerine, bizi iyice Orta Çağ’a mahkum edecek kararlar peşinde.

Vay halimize.

32
Duyurular / 13. Sanal Kitap Fuarı Başladı!
« : 17 Kasım 2015, 13:08:45 »

Gitti bizim paracıklar.

17 Kasım – 31 Aralık tarihleri boyunca sürecek olan 13. Sanal Kitap Fuarı, başladı!

Bizler de boş durmadık ve sizler için bir mini rehber hazırladık.

33
Duyurular / “Metis Bilimkurgu Dizisi” Projemiz Yayında!
« : 17 Kasım 2015, 09:58:53 »

90’lı yıllara damgasını vuran 33 kitaplık Metis Bilimkurgu Dizisi tüm kitapları ile Kayıp Rıhtım’da!

Daha önce Baskan Kurgu-Bilim Dizisi'ni derlediğimiz gibi, bu defa ülkemizin bulunmaz nimeti Metis Bilimkurgu Dizisi'ni sizler için hazırladık!

Bahri Doğukan Şahin | Denaro Forbin tarafından derlenen Metis Bilimkurgu Dizisi'nin tamamına BURADAN ulaşabilirsiniz.

Ölüp gitmeden şu seriyi Metis kalitesiyle, bir kez daha basıldığını görürüz umarız.

34
Başka Kurgular / İsmilazımdeğil - Erdinç Mutlu
« : 13 Kasım 2015, 10:29:44 »

Tanıtım:

Alıntı
Hüzünlü ama komik, şaka gibi ama acıklı, hayal gibi ama gerçek. Anlatılmaz, okunur. İsmilazımdeğil, hepimizin içindeki pasif agresif maceracının gerçeği bulma hikayesi. Gerçeklerin patates olduğu, patatesin ise her türlü yemeğinin lezzetli olduğu bir dünyaya girmek üzeresiniz. Afiyet olsun. Özetle söylemek gerekirse, rüya gibi bir hikaye ve işin güzel tarafı uyandığınıza değecek.
Kaan Sezyum

Çok özel isimlerle ve tebessümle hatırlanan eski zaman nesneleriyle dolu ayrıntı zengini bir hafızanın içinden süratle geçip, gerizekalıların ayakta tuttuğu dünya sisteminin dışına uzanan rüya gibi seferler... Arkanıza yaslanın. Kemerlerinizi bağlayın. Tekerlekli sandalye ile devr-i âlem başlıyor.
Hakan Bıçakçı

Yorum:

Fuarda Kadir Aydemir tarafından, Yitik Ülke standında, aldığım 2 kitabın yanında hediye edilen bir eser olmuştu. Adını daha önce hiç duymamıştım. Böyle damdan düşer gibi bir tanışma da ancak böyle bir kitaba yakışırdı herhalde. Fuardan birkaç gün sonra okumaya başlamamsa tamamen ismindeki garip çekicilikten kaynaklı.

İsmilazımdeğil, dün sabah başlayıp bu sabah bitirdiğim, kısa, çabuk okunan bir kitap. Kaan Sezyum'un "İsmilazımdeğil, hepimizin içindeki pasif agresif maceracının gerçeği bulma hikayesi." sözü bu kitabı güzel özetliyor.

Erdinç Mutlu'nun ilk kitabı olan İsmilazımdeğil, Afili Filintalar'ın tarzını sevenlerin kolay ısınacağı türden bir eser. Ancak kendi adıma belirtmeliyim ki, son dönemde bu tarza yakın çok eser yayınlanmaya başladığı için, özellikle yer yer Murat Menteş'i çağrıştıran yapısını daha farklı bekliyordum.

İsmilazımdeğil adındaki 41 yaşındaki, 32 yıldır tekerlekli sandalyeye mahkum karakterimizin hikayesi bu. Babasının ona 9 yaşındayken "Ben anneni kötü adamlardan kurtarmaya gidiyorum. Ben gelene kadar sakın kalkma." demesi üzerine, 9 yaşında oturduğu yerden bir daha kalkmamış garip mi garip bir karakterin dünyasına konuk oluyoruz. Kimse kaldıramamış onu yerinden. Odasından dışarı çıkmadan, bir daha asla yürümeden tam 32 sene geçirmiş. Ancak işler bununla da bitmiyor. Çünkü aslında babasıyla görüşmeye devam ediyorlar. Hem de rüyalarda.

İnsanların bu dünyadan yaşadıkları başarısızlıklardan sonra masal kahramanlarını yaşatmak için işe girip, onlara yakın isimler aldığı tuhaf bir dünyanın kapısı bu rüyalarla açılıyor. Peter Pan'ın görevini üstlenmiş ve Peter Pan'ın adının anıldığı her yerde olmak zorunda olan İsmilazımdeğil'in babası Peder Pan, Yamuk Prenses, Sipermen, Önleyen Adam gibi karakterlerle hüzünlü göndermeler kitabın geneline yayılmış halde. Yaratıcı bir fikirdi doğrusu, keyifle okudum buraları.

Ancak kitabın bazı eleştirdiğim noktaları da oldu.

Öncelikle kitabın başlarını devamından çok daha fazla sevdim. İlk 40 sayfayı hızlıca okudum ve büyük keyif aldım. Fakat sonrası sanki tekrar gibiydi. İsmilazımdeğil'in babasıyla rüyalarda çıktığı maceralar bir yerden sonra o kadar da çekici gelmedi. Evet, hayata karşı bir pasif agresif duruş söz konusu. Oturduğu yerde kalakalmış bir adamın sitemleri, hayata bakışı kitabın geneline yedirilmiş. Ancak daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum.

Fikir güzel, konu güzel, ancak açılışta da yer alan güzellik devamında sıradanlaşmaya dönüştü benim için. Konunun sonuca bağlanışı mantıklı olsa da (ve hüzünlü) bu bağlanışın kuruluşunda gözüme takılan bazı sorunlar var. Oldu bittiye gelme, acelecilik gibi etmenler söz konusuydu bana kalırsa. Bir iki şey de damdan düşer gibi oldu. O da kitabın uçuk havasına iyice ters düşüyor.

Son olarak, başkarakterimizin rüyalarındaki karakterlere yaptığı çıkışları zaman zaman yersiz buldum. Bazıları da pek eğreti duruyordu. Evet, 32 yıldır oturduğu yerde kalmış ve annesinin iyiliği için bunu yapmayı kafaya koymuş, takıntılı bir karakterin umulmadık çıkışları bunlar. Ancak yaşananlar, söylenenler ve söyleniş biçimleri yer yer eğreti duruyordu.

143 sayfalık, çabuk okunan bir kitap bu. Yazarının ilk eseri olduğu için bazı noktalar hoş görülebilir diye düşünüyorum. Gerçi kitap 2013 yılında çıkmış ve Erdinç Mutlu'nun şu ana dek yayınlanmış başka kitabı da bulunmuyor. Devam ederse bu eleştirdiğim noktalarda kendini geliştireceğini düşünüyorum.

Absürt rüyaları, sendikalı masal kahramanları, isminin kendisi bile bir tuhaf olan İsmilazımdeğil adında bir karakteri içeren ilginçlikler komedyası diyebiliriz. Kurgu benim için yer yer tökezlese de, sonunda size tüm bu tuhaflıkların özünde yatan bir gerçekliği gösteriyor.

35


Tanıtım:

Alıntı
İmparatorluğa Adalet Gelecek!

2014 Hugo En İyi Roman Ödülü
2013 Nebula En İyi Roman Ödülü
2014 Locus En İyi İlk Roman Ödülü
2013 BSFA En İyi Roman Ödülü
2014 Arthur C. Clarke En İyi Roman Ödülü
2013 The Kitschies En İyi İlk Roman Altın Dokunaç Ödülü
2013 Philip K. Dick Ödülü Adayı
2013 John W. Campbell Ödülü Adayı
2013 James Tiptree Jr. Ödülü Onur Listesi

Bir zamanlar Toren’in Adaleti binlerce bağılıyla galaksiye korku salan devasa bir uzay gemisiydi. Şimdi ise yıllar süren intikam planını uygulayacak tek bir kişiden ibaret.

“Beklenmedik, merak uyandırıcı ve fazlasıyla havalı. Ann Leckie işini biliyor… Breq gibi bir kahramanla ilk kez karşılaşıyorum. Bunun ne kadar hoşuma gittiğini anlatamam.”
-John Scalzi, Yaşlı Adamın Savaşı serisinin Hugo ve Locus ödüllü yazarı

“Son derece iyi yazılmış. Anında kendimi kaptırdım. Beyninize antrenman yaptırmaktan korkmuyorsanız, bu kitap kesinlikle harcadığınız zamana değecek.”
-Patrick Rothfuss, Kralkatili Güncesi serisinin yazarı

“Leckie, Iain M. Banks ve CJ Cherryh’nin varisi olmaya aday.”
-Elizabeth Bear, Hugo ve John W. Campbell ödüllü yazar

“Karakterleri ve evren yaratımıyla, kesinlikle mükemmel bir kitap.”
-Felicia Day, The Guild çizgi roman serisinin yazarı, oyuncu

“Leckie’nin bu ilk romanı bizi inanılmaz heyecanlandırdı.”
-i09

“Çarpıcı.”
-The New York Times

“Leckie karmaşık bir denklemi ustalıkla kuruyor… Bu şüphesiz gelecek vaat eden bir çıkış kitabı.”
-Kirkus

Yorumum:

Kitabı henüz bitirmedim.

Ödül haberlerini hazırlar ve yabancı geek sitelerinde gezerken her yerden Ancillary Justice fırlıyordu. Şimdi bu kitabın Türkçe kapağına baktığınızdaysa Hugo, Nebula ve Arthur C. Clarke gibi prestiji tartışılmaz 3 ödülü birden kazandığını görüyorsunuz.

Şüphelerim vardı. Delicesine merak ediyordum, ama bol ödüllü kitaplar beni hayal kırıklığına uğratmaya başlamıştı. Hugo olayları malumunuz. Ancak Nebula'ya henüz el değmemişti ve Arhur C. Clarke Ödülü de (bir kez hariç) beni şimdiye dek üzmemişti.

Peki ne oldu?

Bu kitap özgün. Tüm samimiyetimle söylüyorum, bu kitap öz-gün! Bu 3 ödülü de kazanmış bir eserden bekleyeceğim türde bir özgünlük bu üstelik. Olayları kavramam için bana beynimi kullandırtıyor, merak ettiriyor ve ortaya attığı o fikir... Ah o fikir!

Size özellikle detay vermeyeceğim. Yoo, okuyun kendiniz görün.

14. sayfada ilk kıvılcım çakıyor, 16. sayfada serinin devam kitaplarının (Ancillary Sword ve Ancillary Mercy) neden bu isimlere sahip olduğunu anlıyoruz. Sonra "bağıl" olmak nediri kavramaya çalışıyoruz. Geri plandaysa bambaşka şeyler oluyor.

Ann Leckie'nin bu kitabı uzun süreli bir düşünme sürecinin sonu, bu bariz. Biriktirmiş, geliştirmiş, eğmiş, bükmüş ve sonunda okurla buluşturmuş. Geri plandaki kurgu yer yer Vakıf'taki Galaktik İmparatorluk'un temellerinin atıldığı zamanları andırıyor. Ancak kitapta iki, bazen üç, farklı zamanı görüyoruz ve bunu bize hep aynı karakter anlatıyor.

Karakter demişken, Scalzi demiş ya, "Breq gibi bir kahramanla ilk kez karşılaşıyorum." diye, altına imzamı atıyorum.

Adalet'i şöyle özetleyeyim size: Robot kavramını çöpe atın, android kavramı ve yapay zekayı aynı potada eritin. Ortaya "bağıllar" çıkıyor. Okuyun, görün. Daha fazla şey anlatmayayım!

Çeviri ve Editörlük

Beni üzen iki noktaya da değinmek istiyorum bu arada.

1. Kitabın adı Bağıl Adalet olarak çevrilse muhteşem olurdu. Sadece Adalet demek hem çekiciliğini öldürüyor (kitabı hiç duymamışlar için), hem de o derin anlamı baltalıyor.

2. Yazım hataları can sıkıcı. Yapmayın etmeyin. Böyle bir kitap, bunca duyurusu yapılmış bir eserden bahsediyoruz. 100 sayfa okudum, ama karşıma çıkan harf hatalarını İthaki'ye hiç yakıştıramadım. Bu kitabın bir son okumadan geçmesi gerekirdi. Son okuma yapan kişi adını göremedim, sanırım yapılmamış. Dilerim kitap 2. baskıyı yapar da, 2. baskıda bu hatalar düzeltilir.


Son sözüm, çeviri leziz olsun. O konuda hiçbir sıkıntı yok. Yaprak Onur için kitabın editörü Alican Saygı Ortanca "kusursuz çeviri" demişti. Olmuş yani, ben beğendim.

Okuyun bu kitabı. Kitabı bitirince fikrim ne olur onu bilemiyorum ve bitirince de yorum yazacağım, ama siz Ann Leckie'nin yarattığı şu "bağıl" fikrini bir görün istiyorum.


Not: Kapak orijinal kapağıdır. Dokusu bir farklı fark ettiyseniz. Kitabı gidip görmüş, dokunmuş olanlar pütürlü bir yüzeye sahip olduğunu görecektir. O pütürlü yüzey de hem orijinalinde yer alan doku, hem de kitapla bağlantılı. Ama o bağlantı için biraz üstünde düşünmek gerek :). Söylenen bir şey değil.

36

İthaki Yayınları’nın yeni çıkan iki büyük eserini siz almayın, biz size hediye edelim!


Bilimkurgu Klasikleri
’nin 2. adımı olan ve bilimkurguda takım çalışmasının ispatı olan Ştrugatski Kardeşler’in Kıyamete Bir Milyar Yıl kitabı ilginizi çekti mi? Yasaklı kitaplar arasındaki bu nadide eser, dilimize çevrileli çok ama çok kısa bir zaman oldu.

Peki ya ödüle doymayan, Hugo, Nebula ve Arthur C. Clarke gibi prestijlerini tartışmaya bile gerek olmayan ödülleri toplamış Adalet (Ancillary Justice)? Ann Leckie’nin nasıl da bilimkurgu camiasına meteor gibi düştüğünü görmeye var mısınız? Daha geçen cuma çıktı ve onu beklediğimiz süreye değmiş gibi görünüyor.

İthaki Yayınları
ile ortaklaşa gerçekleştirdiğimiz bu çekilişle, bu kitaplardan her birini 6 farklı kişiye armağan etmek istiyoruz!  Yapmanız gerekense şöyle:


    * Facebook Çekilişi: Bu haberin Facebook hesabımızdaki paylaşımını beğenin ve “herkese açık” şekilde kendi profilinizde paylaşın. Herkese açık paylaşmanız önemlidir, diğer türlü profilinizde paylaşıp paylaşmadığınızı göremiyor ve sizi çekilişe dahil edemiyoruz. Sonrası çok basit. Bir adet Adalet ya da bir adet Kıyamete Bir Milyar Yıl’dan birini kazananın!

    * Twitter Çekilişi: Bu haberin Twitter hesabımızdaki paylaşımını favorilerinize ekleyip yeniden tweetleyin. Bir adet Adalet ya da bir adet Kıyamete Bir Milyar Yıl’dan birini kazananın!

    * Canlı Yayın Çekilişi: Facebook ve Twitter çekilişlerinin ardından yapılacak olan bu çekiliş, Rıhtım Radyo’da canlı yayında yapılacak. Sizlere duyuracağımız yayına katılın, çekiliş için radyonun chat bölümünde “Ben de varım!” deyin ve hangi kitap için katılmak istediğinizi belirtin. Tüm detayları Site Yöneticimiz ve Genel Yayın Editörümüz, aynı zamanda radyo yayıncımız olan Hazal Çamur sizlere yayın esnasında anlatacaktır.

Bugün (18 Ekim Pazar) başlayan Facebook ve Twitter çekilişlerimiz 25 Ekim Pazar gününe dek sürecek! 25 Ekim Pazar günü akşamıysa kazananlar açıklanacak!


18 – 25 Ekim tarihleri arasındaki bu çekilişlere katılmaya var mısınız? O zaman şansınız bol olsun!

37
Benden daha önce kitap almış arkadaşlar kitaplarımın ne kadar temiz olduğunu bilirler. Okuduğum kitaplar bile sıfır gibi durur. Ancak görsel isteyenlere de kitaplarımın fotoğraflarını atabilirim.

Baskan bilimkurgularını kendim de 2. el olarak aldığım için, onlar adına gıcır gıcır elbette diyemiyorum. Onların kondisyonları değişken açıkçası.

Nadir bilimkurgular, bilimkurgular, fantastikler, fantazya dışı kitaplar, hiç ama hiç okumadığım sıfır kitapların listessi aşağıdaki gibidir.

Baskan Bilimkurguları

(Baskan Kurgu-Bilim Dizisi içerisindeki tüm kitaplara buradan bakabilir, aşağıda bende olanları listelediğim kitapları o linkten inceleyebilirsiniz)

* Her biri 15 lira

- Uzayda Satranç
- Uzayda İntikam
- Süper Kompüter Colossus
- Gümüş Çekirgeler, Ray Bradbury
- Uzay Düğümü
- Marstan Gelen Ölüm


Robot Serisi #1 - Çelik Mağaralar


- Çelik Mağaralar,  Okat Yayınevi Baskısı, 15 Lira

Yeni Bilimkurgular:

- Kutsal Dedektiflik Bürosu + Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati, Kabalcı
(İkisi 20 Lira)

- Marslı, Andy Weir, 15 Lira
(Turuncu kapak. Film afişi olan değil)


Hiç Okunmamış Kitaplar:

- Sınırdaki Ev, William Hope Hodgson, İthaki 10 Lira

- Sinestezya, April Yayıncılık 10 Lira

- Almuric, Robert E. Howard 10 Lira

Fantastik:

- Kralların Çarpışması Kısım 1-2, (Buz ve Ateşin Şarkısı #2)
(İkisi 20 Lira)

Fantazya Dışı:

- Kule, İşbankası Yayınları, William Golding (Sineklerin Tanrısı'nın yazarı), 10 Lira

- Biz Haz Markası, Chuck Palahniuk, 17 Lira

- Sorgulayan Denemeler, Bertnard Russell, 15 Lira

38
Kurgu İskelesi / İlham Patilerimin Arasında
« : 13 Ekim 2015, 20:26:04 »
“Bak,” diyorum miskince tek elini duvara yaslarken, diğerini mama kabımın içine daldırmış olan periye, “her gelişinizde mamalarımı bitirecekseniz, bu iş böyle yürümez.”

Hırlıyorum ona. Kulaklarımı dikip vücudumu bir yay gibi gererek dişlerimi gösteriyorum. Periyse miskin miskin kaptan kuru mamaları ağzına atmaya devam ediyor. Zibidi.

“Onloşmo,” diyor dolu ağzıyla, “bööle. Unuttun mu kuçu?”

Kendimi tutamayıp havlıyorum bir kez. Anlaşmada her gelişlerinde beni aç bırakmaları yoktu. Ama ben havlar havlamaz içeriden İnsan da bağırıyor.


“Bağırma gece gece be hayvan! Şurada iki satır bir şey yazmaya çalışıyorum!”

E iyi ya, ben de sana ilham toplamaya çalışıyorum!

Kendisi yapınca iyi, ben yapınca kötü. Senin için girdiğim onca zahmete karşı verdiğin cevap bu mu? Ama bağırması da hiç iyi değil. Böyle devam ederse mutfağa seğirtip bizi görebilir.

Diktiğim kuyruğumu gönülsüzce indirip teslim olmuş şekilde patilerimin üstüne yatıyorum. Hala sıkılı dişlerim arasından, pişkin pişkin boyu kadar mama tanelerini yiyen periye diyorum ki,

“Geçen defakinin etki etmesi uzun sürdü. Bu defaki için ne kadar beklemek gerek?”

Tek harekette yutuyor boyu kadar mama tanesini. O ağız nasıl o kadar açılıyor, anlamak mümkün değil. Sonra da elinin tersiyle ağzını silip bana dönüyor,

“Etki süresi standart aslında. Sorun diğer etmenler. Kediden gözünü ayırma yeter.”

Ellerini birbirine vurup üstündeki artıkları silkeliyor ve havalanıp gidiyor. Arkasından bağırıyorum,

“Az yiyip çok iş yapsanız bunlar olmaz!”

Oralı bile değil. Neyse, ben şu dökülen artıkları yalayayım da İnsan sonra benden bilmesin.

***

Salona doğru seğirtiyorum. Kedi yine translarından birine girmiş. Günün 14 saatinde bedenini uykuya terk edip bazen evin içinde, bazen dışarıda, fıldır fıldır geziniyor. Yine uykuya yatmış. Alındığı gün el koyduğu o tek kişilik, ahşap kollu koltuğa kurulmuş. İnsan o kadar merhametli ki, kendine aldığı koltuğu Kedi ele geçirdiğinden beri bir kere bile oraya oturmadı. Daha doğrusu oturamadı. Söylenmeleri hep boşa. O da bunu biliyor.
Koridordan şöyle bir bakıyorum. İçeriden klavye sesleri geliyor. Hmm, görünüşe göre yazış hızı artmış. Güzel. Periler iş başında demek.

Tam da bunu deyip Kediye döndüğüm an... düşünmez olaydım!

“Sen yine eve birilerini mi getirdin?”

Yattığı yerde iyice gerinip tırnaklarını harap olmuş koltuk oturağına geçirerek çekiştiriyor. Kendi tırnaklarının açtığı söküklere yenilerini ekliyor. Ardından şöyle bir silkinip tek patisini yalayarak beni süzmeye başlıyor.

“Evde yabancı birileri var, fark ettin değil mi? Köpek değil misin sen? Niye içeri yabancıları alıyorsun?”

Şüphe dolu gözlerinden kaçırıyorum gözlerimi. Evde birilerinin olduğunu hissetti. Ama hazır uyku mahmuruyken ne kadar oyalasam kârdır.

“Ben bir şey duymadım. Haşerelerdir belki. Onlar senin uzmanlık alanın değil mi? Gidip yakalasana. İnsana bir faydan dokunsun.”

Kedi bu sözüm üzerine koltuğa yeniden uzanıp tek patisini aşağı sarkıtıyor. Bir yandan da kuyruğunu ritmik biçimde sallayarak beni izliyor.

“Ev benim. Ne istersem yaparım. Sen kendi işine bak.”

“Ev İnsanın. Biz de onun ailesiyiz.”

Kedi gözlerini deviriyor. “Ancak senin kadar şapşal biri kendinden daha aptal bir başkasını efendi olarak kabul eder. Ev benim. Sizin de yaşamanıza izin veriyorum.”

Bir şeyler oluyor. Arkama bakmamaya çalışıyorum. Anlaşılan uyku mahmuru Kedi henüz hissetmedi, ama az sonra gerçekten büyük bir şey olacak. Onu oylamaya devam etmeliyim.

“Senden izin almam gerektiğini bilmiyordum. Bundan sonra istediğim marka mamayı da bana sen alsana.”

Çevik biçimde aşağıya atlıyor Kedi. “Daha kaç kez söyleme-“  

Eyvah! Eyvah! Eyvah! Eyvah!

Kedi hissetti! Kedi hissetti, çünkü ben de hissettim! Az önce İnsanın odasından salona uzanan koridor müthiş bir ilhamla parıldadı! İkimiz de aynı anda gözlerimizi kıstık. Tüylerimiz aynı yaratıcı enerjinin elektriğiyle diken diken oldu! İnsanın aklına harika bir fikir geldi!

Kedi sırtını kamburlaştırıp kulaklarını yatırarak tıslıyor.

“Onları getirdin!”

Ardından vakit kaybetmeden İnsanın odasına doğru koşuyor. Bu iyi değil. Hiç iyi değil! Peşinden koşuyorum. Ona durması için havlıyorum. Bu defa karışmaması için yalvarıyorum. Nafile. Kedi odaya daldığı gibi İnsanın zihnine boşaltılan ilham yakıtının son zerrelerini görüyor. Elinde yaldızlı bidonlarla onun şakaklarının iki yanından yakıtı boşaltan perilerle göz göze geliyor. Zavallı periler çığlığı basıyorlar, fakat faydasız. Avcı Kedi arka ayaklarından aldığı güçle sıçrıyor. İnsanın paçalarına pençelerini geçirip çevik bir hareketle, son hız omuzlarına kadar tırmanıyor. İnsan bu arada tırnakların gazabıyla inliyor. Kedi omuzlara vardığında gözleri iki çift yarığa dönüşmüş halde atlıyor İnsanın kafasının iki yanına. Yapıştırıyor patileri.

“TARÇIIIIIIIIIIIIIIN”

İnsan acıyla Kediyi yana iterken yaldızlı bidonlardaki son yakıt maalesef halıya dökülüyor. İnsan devriliyor. Böylece boşa giden ilham, döküldüğü gibi buharlaşıp yok oluyor.

Koşuyorum. Öne atılıp Kediyi poposundan kaparak sandalyeden devrilmiş İnsandan uzaklaştırıyorum. Böylece periler de onun altında ezilmekten kurtuluyorlar. Kan ter içinde, küfürler ede ede bana doğru bağırıyorlar:

“Bu sana daha fazla mamaya mal olacak Köpek! Ücreti almaya geleceğiz!”

Harika! Harika-harika-harika! Artık tamamen aç kalacağım.

Ancak Kedi bu sırada burnuma bir pençe atıyor. Böyle yapınca çok canım acır. O da bunu iyi biliyor.
Ben acıyla bağırıp geri kaçarken İnsan da doğrulmuş halde Kediyi odadan kovuyor. Kedi önce bana bakıp tıslıyor, ancak perilerin yok olduğunu görünce kuyruğunu zaferle dikip, ağır adımlarla odanın bir köşesine gidiyor. Odadan çıkmıyor. Niye? Çünkü kimse onu evinin bir yerinden kovamaz. Sorsanız öyle der.

“Yine şeytan kaçtı bu kedinin içine! Siz beni katil mi edeceksiniz!” diye gürlüyor İnsan.

Şeytan. O da evimizin bir başka üyesi. İnsanın söylediğine göre arada bir Kedinin içine kaçmak gibi bir huyu var. Onu çok oyuncu buluyorum. Birkaç kez Kedi esnerken açık ağzının içine havlayıp orayı terk etmesi için onu tehdit ettim. Ama Kedi, Şeytan’ı bir hayli seviyor olacak ki, cevabı burnuma (yine) pençe atarak verdi.

“İki gram huzurum var, onu da sizin delirmelerinizle mi geçireceğim!” Olduğu yerde tepiniyor İnsan. Düşmüş sandalyesine bir tekme atıyor hırsla. “Ulan tam aklıma bir fikir geliyor, içim ilhamla doluyor, sonra ikinizden biri gelip her şeyin içine ediyor!”

Kulaklarımı eğmiş, boynumu bükmüş onu dinliyorum. Ama bir yandan da yan yan Kediye bakıyorum. Asıl suçlu o. Ben senin için bunca didinirken sorunlara neden olan o! Bakışlarım böyle diyor, ama odada öfkeli voltalar atan İnsanın bana baktığı yok. Baksa suçluyu işaret ettiğimi görecek.

Kedi mi? Kazandığı zaferi pekiştirmek için İnsanın beyaz çarşafının üstüne bırakılmış siyah tişörtüne iyice kurulup sarı, temiz tüylerini oraya dökmekle meşgul.

En sonunda beni de, Kediyi de odadan kovuyor. Kedinin poposuna bir şaplak, benim tasmama yapılan güçlü bir çekişle atıyor bizi koridora. Kapıyı da kapatıyor. Kedi kapı önünde mutlulukla sırtını yalıyor.

“Eve yabancıları alırsan böyle olur.” diyor pişkin pişkin.

“Ne zararı var sana şu İnsanın? Bırak, yazsın işte. O kadar bakıyor, ilgileniyor bizimle. Niye izin vermiyorsun?”

Kedi tek patisini yalancı bir dostlukla boynuma atıyor. Arka ayakları üstüne kalkıp diğer patisiyle pat pat çeneme vuruyor.

“O zaman bize hizmet edemez. Hep yazar, yazar, yazar. Senin köpek aklın bunları almıyor. Merak etme, ben ikimizin iyiliği için yapıyorum bunu.”

Ama bir şey daha var, onu da ben biliyorum. Uçan şeylere karşı da bir zaafı var sonuçta. Perileri görünce müdahale etmeden duramıyor.

İtiyorum patisini. Gülüyor. Kurum kurum kuruluyor kapının önüne. Hızlıca uykuya dalıyor. Biliyorum, yine transa girip bedeninden ayrılacak ve İnsanın odasına girip onu gözleyecek. Engel olmalıyım. En azından kaybettiğim mamaların hatrına bunu yapmalıyım!

Öf. Şu an yapılacak en iyi şey onu yalnız bırakmak. İnsana perileri kaçırttı yine Kedi, ama olsun. Bak aklıma ne geldi! İlham yakıtı döküldüğünde bitti bitecekti, değil mi? Demek ki, eğer bir süre beklersem İnsan yeniden yakıtı yakmaya başlayabilir ve aşkla yazıya dönebi-

Koridor bir ışık patlamasıyla aydınlanıyor ansızın. Bu defaki diğerinden de güçlü! Gözlerimi tamamen yumuyorum. Tüylerim yine o yaratıcı enerjiyle diken diken oluyor. Birdenbire kendimi çok enerjik hissediyorum. Ama kapının önünde yatan Kedi kuyruğuna basılmış gibi bir feryat koparıyor. Ansızın infilak eden yaratıcı düşünce, onu transından koparıp bedenine dönmeye zorlamış olmalı. Hem de en şoke edici biçimde.

Salonun girişine saklanıp koridor sonundaki odaya bakıyorum. Kedi söylene söylene volta atıyor. Bu sırada bir parlama daha oluyor. Bu defaki daha sönük, fakat hepsi iyiye işaret. İnsan yazıyor! Mamalar boşa gitmedi!
Fakat o da ne? Kedi kapı önüne oturmuş, acıklı sesler çıkartıyor. Patisiyle kapıya vurarak adeta yalvarıyor.

“Tarçın git başımdan!” diye bağırıyor İnsan. Ama Kedi pes eder mi hiç? Ne yapmaya çalıştığını anlamak için onu izliyorum.

Uzun süre ne İnsan, ne de o pes ediyor. Biri yalvarır gibi miyavlıyor, diğeri inatla onu duymazdan geliyor. Ama... Ah İnsan, ah!

Kapı açıldı, Kedi içeri girdi! Demek başından beri planı buymuş. Koşuyorum. Kapı açık. Hemen içeri kafamı sokuyorum, o da ne! Kedi, en büyük silahını devreye sokmuş. İnsanın masasının üstüne çıkmış kah klavyenin üstüne yatıyor, kah ekrandaki fareyi yakalamaya çalışıyor. İnsansa kıkır kıkır gülüyor. Kediyle barışmışlar. Boyuna okşuyor bu mendeburu.

İş başa düştü! Aynı günde ikinci kez hem de. Kedinin aptala yatan hareketleri ve sevimlilikleri bir kez daha oyunu kazanacak gibi. Oysa ben daha pes etmedim! Muhtemelen içindeki Şeytan ile işbirliği halinde şu anda; yoksa böylesine kötücül, böylesine etkili bir silahı kısa sürede düşünemezdi.
Mutfağa koşuyorum. Artık dişe diş, göze göz. Şimdi orman kanunları geçerli! Şimdi doğamızdaki en vahşi yanı salma vakti. En büyük silahı ortaya koyma sırası bende.

Mutfaktan alacağımı alıp bir koşu İnsanın odasına dönüyorum. Odanın ortasına atıyorum ağzımdakini. Kedinni dikkatini çekmek için kuyruğumu ve kulaklarımı dikip bir kez havlıyorum. Bu sırada o, İnsanın fareyi tutan elinin üstüne yatıp türlü şirinlikler yapmakla meşgul. Fakat havladığımı duyunca aniden toparlanıyor. Önce bana, sonra da yerdekine bakıyor. Böylece tuzağıma düşüyor.

Yerdeki dev alışveriş poşetini görünce kendinden geçen Kedi, İnsanı unutup yere atlıyor. Hemen poşetin ucunu kapıp koşuyorum odadan dışarı. Kedi de peşimde. Koridorda ikimiz de son hız giderken poşeti ileri doğru savuruyorum ve o da koridor parkesinde kayıp poşetin içine giriveriyor. Sonrası mutlu mutlu debelenen patiler, hışırdayan torba ve aşkla kendinden geçmiş Kediden başka şey değil.

İnsanın yanına dönüyorum. Yüzünde bizim halimize olduğunu tahmin ettiğim bir gülücükle yazıya odaklanmış. Önce beni fark etmiyor. Yanına gidip başımı onun dizine koyuyorum. Başımı kaşıyor.

“Hanimiş benim oğlum?” diyor sevecen bir sesle.

Bu da ailemizin son üyesi: Hanimiş Oğlum. Gerçek adını bilmediğim için arada bir evde onu böyle arıyorum. İnsan da adını unutmuş olacak ki onu böyle çağırıyor. Bana benziyor herhalde, beni bazen onunla karıştırıyor. Olsun. Hiç bozmuyorum onu. Beni biraz okşadıktan sonra gözleri dalıp gidiyor. Yazıyor. Bambaşka bir dünyaya geçiyor zihni. Odada ışık çakmaları oluyor. Tüm ev sadece ben ve Kedinin görebildiği yaratım patlamalarıyla inliyor. Gözlerimi kapatıp başımı ayaklarının ucuna yaslıyorum. Koridordan Kedinin poşetle olan dansının hışırtıları geliyor.

İşte bu bizim ailemiz. Ben, Kedi, İnsan, Şeytan ve Hanimiş Oğlum ile biz mutlu, ama bol aksiyonlu bir aileyiz.

39
Ütopya/Distopya / Phil’in Dehşet Verici Kısa Saltanatı
« : 09 Ekim 2015, 10:03:44 »


Tanıtım:

Alıntı
Saunders’tan modern bir Hayvan Çiftliği hikâyesi

“Küçük ülke olmak bir şeydir, ama İç Horner ülkesi o kadar küçüktü ki, aynı anda yalnızca tek bir İç Hornerlı içine sığabiliyordu ve diğer altı İç Hornerlının, ülkelerinde yaşamak için İç Horner’ı çepeçevre kuşatan Dış Horner’da süklüm püklüm sıralarını beklemeleri gerekiyordu.”

Phil’in Dehşet Verici Kısa Saltanatı, tuhaf yaratıkların yaşadığı iki komşu ülkenin, Phil adlı savaş çığırtkanı bir tiran yönetiminde yaptıklarını konu alıyor. Politik göndermelerle dolu olan hikâye, hem insan doğasındaki açgözlülüğü absürt biçimde veriyor hem de devletlerin iç ve dış politikada sergiledikleri yaklaşımları alaya alıyor.

Dünyanın yaşayan en iyi öykücülerinden sayılan George Saunders’tan ülkeler, sınırlar, gücün sömürüsü ve birlikte yaşamı konu alan sivri ve eğlenceli bir novella.

“Bu bir hiciv mi? Tam olarak değil. Bilim kurgu mu? Sayılabilir. Ama şu var ki, aynı anda karanlık, endişeli, şaşkın ve güldürücü olabiliyor… Saunders’ın tüm diğer zekice ve çılgınca eserleri gibi Phil de hem yaşadığımız dönemle alakalı hem değil.”
-The Times-

Yorum:

Başlarken: Hayvan Çiftliği kısmına pek katılmıyorum.

George Saunders için çok iddialı konuşuluyor. "Yaşayan en büyük öykücülerden" deniyor. Bu çok büyük bir söz. Ben de bu söze pek de inanmayarak kitaba başladım.

Açıkçası Saunders'ın halen daha "en büyük öykücülerden biri" olup olmadığını sorguluyorum, fakat Phil'in Dehşet Verici Kısa Saltanatı zekice bir kitap. 3 tanecik ülkeyle koskoca dünya nasıl bir mikro analizle anlatılırı biliyor bu adam.

Resimle uğraşanlar özellikle daha iyi bilir ki, büyük nesneleri kağıda aktarmak zordur. Çünkü o gözünüzde kocamandır. Oysa kağıt küçücüktür. Oraya nasıl sığacak ki? Saunders'ın yazıda böyle bir sorunu yok gibi görünüyor.

Tabii bir de unutmamak gerek, bu bir öykü kitabı değil. Kendisinin öykülerinin bu kitaptan çok daha iyi olduğunu söylüyorlar. Bu nedenle aynı yayınevinden çıkan Aralığın Onu adlı derlemesine bakmak istiyorum.

Kitaba dönelim.

Okurken kah eğlendim, kah "o kadar da etkilenmedim" dedim. Sonra 41. sayfada (zaten toplamı 80 sayfa) bir şeyler değişti. Çok ama çok tanıdık sözler duymaya başladım. Evet, kitabın başında da bu fazla tanıdık sözler etrafta serseri kurşunlar gibi uçuşuyordu. Derken işler iyice tanıdık bir hale geldi. Canım sıkıldı. Bir büyüteçle aynı anda hem dünyaya hem de kendi ülkeme bakar gibi oldum. Saunders da zaten mesajlarını ya da nereden model aldığını hiç gizlemiyor. Her şey açık seçik ortada. Gözümüze sokuyor.

Daha diyecek çok sözüm var, ama onları zaten şurada dediğim için kısa kesiyorum. Kara mizah tadında bir distopya bu. Absürd ve alaycı. Alaycılığının bir kısmı da o sade mi sade dilinde yatıyor. Bir de çizgi film benzeri karakterlerinde.

Delidolu Kitap son zamanlarda atağa kalktı, gözünü bu yayınevinin üstünde olsun. Biliyorsunuz, TUDEM'in alt yayınevlerinden biri kendisi ve çocuk-gençlik türlerinin dışına çıkan eserleri basıyorlar. Ya da öyle görünüp hiç de öyle olmayan eserler mi desem? Bu kitap da Delidolu Kitap ve TUDEM kalitesine yakışır bir çeviri ve editörlüğe sahip. O konuda içiniz tamamıyla rahat olsun.

Yayınevi Saunders'ın daha önce iki kitabını daha basmış: bir roman olan İkna Ulusu ve öykü kitabı Aralığın Onu. Bu iki kitaba da birer şans vermek istiyorum, ama en çok öykücülüğünün övüldüğü Aralığın Onu'nu okumak istiyorum.

Belki 1 günde okuyacağınız minicik bir kitap bu. Sıra dışı bir distopya isteyenlere tavsiye ederim.

40

Elric: Ruh Hırsızı

Künye Bilgileri
Tanıtım:

Alıntı
“Moorcock’ı okuduktan sonra tüm hayatım değişti.”
-Neil Gaiman

“Bu hikâyeler beni ve Moorcock’ın ışıl ışıl ve tutsak edici ağına yakalandığını bildiğim pek çok hayranı ilk kez kendine çeken büyülerdir.”
-Alan Moore

“Moorcock’ın kitaplarını okumadıysanız, çok büyük şeyler kaçırıyorsunuz.”
-Brandon Sanderson

“Tolkien sonrası İngiliz fantastik edebiyatının en büyük yazarı.”
-Michael Chabon

İthaki Yayınları, bildiğimiz kahraman tanımına hiç uymayan, kırmızı gözlü, hastalıklı, kendi türüne ihanet etmiş, tartışmalı insanlığının yıpranmış sınırlarında umutsuzca yaşayan albino dük Elric’in daha önceden anlatılmış ve hiç anlatılmamış maceralarını gururla sunar!

Fantastik edebiyatta hiçbir karakterin yapamadığını yapan, takipçisi eserleri kökten etkileyen yegâne karakter: Moorcock’ın fiziksel olarak zayıf, zihinsel olarak sorunlu, bir uyuşturucu bağımlısı gibi kılıcına tutkun, rock’n roll tarzı anti-kahramanı Elric!

Ejderha Mızrağı’nın Raistlin’i; Unutulmuş Diyarlar’ın Drizzt’i; Sandman’in ta kendisi olan Dream; Rivialı Geralt, nam-ı diğer Witcher… Hepsi bir şekilde Elric evreninden doğan kahramanlar…

Bu benzersiz karakter ve onun sıra dışı maceraları Türkçeye hiç olmadığı kadar güçlü bir dönüş yapıyor. Moorcock’ın “nihai edisyon” dediği Melniboné’nin Son İmparatorunun Tarihçeleri, Elric’in tüm maceralarını içermekle kalmayıp yepyeni önsöz ve çizimler, mektuplar, fantastik edebiyat üzerine denemeler, Elric’e ilham veren öyküler, senaryolar ve görsellerle zenginleştirilmiş eşsiz bir koleksiyon niteliğinde.

41
Liman Kütüphanesi / Kitap Zinciri
« : 04 Ekim 2015, 18:41:23 »

Nedir?

Sevdiğiniz bir kitabı düşünürken ya da okurken illa ki aklınıza birileri gelir. O kişinin de bu kitabı okumasını şiddetle isterseniz. Belki çok seveceğini düşünüyorsunuzdur, belki de bu kitabı onunla paylaşmayı arzuluyorsunuzdur. Aynı şekilde, sırf yorumunu duymak için bile o kişiyle bu kitabı özdeşleştirebilirsiniz.

Kitap Zinciri tam olarak bunu hayata geçiyor.

Nasıl?

Bu düşüncenizi tetikleyen kitapları, sitedeki kişilerle eşleştiriyorsunuz. Bunu iki şekilde yapabilirsiniz:

1. Bu konuya "A kitabını, B kişisine atıyorum. Bence..." diyerek sonuna neden bu kitap ve kişiyi eşleştirdiğinizi açıklayan bir mesaj atmanız yeterli olacaktır.

2. Kitap ve kişiyi seçtikten sonra o kitabı seçtiğiniz kişiye hediye edebilirsiniz. Evet, fiziksel olarak satın almaktan bahsediyorum.

Kimler?

Sitemizde yer alan "herkes".

Özel rica üzerine, radyomuzun düzenli dinleyicileri de bu kapsama alınacaktır. Ama onlar da sitemizin bir parçası olan radyomuzun konukları zaten. Yine sitemizdeki herkes koşulunu uygulamış oluyoruz.

Neyi Okuyup Okumadığını Nasıl Bileceğim?

Çoğumuzun Goodreads ya da Vikitap hesaplarımız var. Oradan bakarak kontrol edebilirsiniz. Eğer her ikisi de yoksa kişinin kendisine sormakta bir sakınca olmaz :).


O zaman ben başlıyorum.

Fırtınakıran'ın Kitap Zinciri

- Ölümsüz, Kurtlarla Koşan Kadınlar - Sayhh

Bu iki kitabı okumasını istediğim ve okursa çok beğeneceğine inandığım başka bir kişi var, o da eretrusilden. Ama ben bu kitapları ona anlattığımdan beri çok merak ettiği için Sayhh'a atıyorum. Bence bayılacak ve okurken kendi içinde çok şey bulacak.

Kitabı kendisine fiziksel olarak hediye etmeyi de planlıyordum, ancak ikimizden de kaynaklı olmayan bir engel çıktı. O nedenle ben almışım gibi yapalım :).

- Yerdeniz Büyücüsü - mit

Yıllarca dilimde tüy bitti, ama artık okumasının vakti geldi. Seveceğine inanıyorum. Henüz okumamış olmasını büyük eksiklik olarak görüyorum. Dahası, klasik bir fantastik edebiyat eseri olarak görülse de, okurken hiç de tipik bulmayacağına inanıyorum.

Kitap kendisinde zaten var olduğu için de hediye etmiyorum.

- Kendine Ait Bir Oda - Black Helen

Bu kitabın özünü anlayacak ve aynı şekilde seveceğine inanıyorum.



Aklımda başka kitap ve isimler de var, ama onları sonraya saklıyorum :).

42
Çizgi & Anime / Earthworm Jim
« : 30 Eylül 2015, 21:33:12 »

Sıradan bir solucan olup kuşlarca yenmemek için her gün zorluklar atlatan Jim'in hikayesine hoş geldiniz. Daha doğrusu, uzaydan düşen bir süper zırhın bu sıradan solucanın tepesine inmesi sonucu solucan Jim'in süper güçlü bir galaksiler arası kahraman olmasının hikayesi!

Ancak her süper güçlü eşyanın ardında onu delice isteyen bir sürü kötü güç vardır. Eh, Jim de her bölüm türlü absürdlükler eşliğinde onlarla mücadele etmek zorunda. Prenses Adı Neydi'yi (ismi bu, evet) kurtarmalı ve onu sıradan bir solucan olmaktan kurtaran giysiye sahip çıkmalıdır.

Jim elbette maceralarında yalnız değildir. Korkak bir de köpek bir dostu Peter Puppy var. Jim'in sidekick'i demek yanlış olmaz. Ancak ayağına ya da kuyruğuna basıldığında cinnet geçirerek bir nevi köpek-Hulk formuna girmek gibi bir özelliğe sahip. Yanlışlıkla bir yerine basılan bu dostumuzun durumu da çizgi filmin absürd mizahında güzel bir yer ediyordu.

Bu çizgi filmin benim için en unutulmaz sahnesi, Jim'in kendi kafasını (solucanın bilindik türde kafası olmaz tabii de, giysi içinde kafa görevi gören kısmı) kırbaç gibi şaklatarak yaptığı saldırılar ya da pervane gibi döndürmeleri. Bir yerlere tutunmak için de yeni bu solucan benliğini kullanmaktan geri kalmıyordu.

Öte yandan Jim'in peşinde olan kötü adamlar Jim ve etrafındakilerden de garipti doğrusu. Kötü adamlardan benim için en sıra dışı olanının görselini (hala onu görmek beni biraz rahatsız ediyor) aşağıdaki kutuda bulabilirsiniz.

Spoiler: Göster


Earthworm Jim, 90'ların çocuklarının hayatına girmiş en sıra dışı, en absürd çizgi filmlerden biriydi. Hatta bence en absürdü buydu yahu. Sonradan Nickelodeon kuşağıyla gelenleri saymıyorum.

Jim'i izlediğim için kendimi çok şanslı sayıyorum. O dönemde izlediğim hiçbir çizgi filme benzemeyişiyle beni sürekli affallatıyor, onu kafamda bir yere koymakta zorlanıyordum. Jim tuhaftı. O bir süper uzay kıyafeti giymiş soluncandı yahu! O, absürd mizahın da dibiydi. Bunu yıllar sonra fark edecektim.

Bugün Jim sayesinde daha küçük yaşta tuhaflıklara ve "yeniliklere" biraz daha açık bir hale geldiğime inanıyorum. Onu izlediğim tüm o süre boyunca bana onu sınıflandıramadığım için zor zamanlar yaşatmış olsa da, iyi ki de o zorlanmayı yaşattı diyorum.



43

J.K. Rowling’in Twitter ve Pottermore üzerinden yaptığı en büyük Harry Potter açıklamalarından bazılarını sizler için derledik.

İşte bu derlemeye BURADAN ulaşabilirsiniz.

44

Onların emekleri olmasa şu an pek çok eserden mahrum kalırdık.

Bugün 30 Eylül. Bugün, Uluslararası Çeviri Günü!

Kökenleri, çevirmenlerin azizi olarak kabul edilen ve İncil’i çeviren Aziz Jerome’a dayanan bir gündeyiz bugün. 1953’den bu yana, Uluslararası Çeviri Federasyonu tarafından düzenlenen ve ırk, din, dil ayrımı gözetmeden, dünyanın dört bir yanındaki uzman çevirmenleri desteklemek adına kutlanılmaya devam eden bir etkinlik bu.

Bir edebiyat portalı olarak, dahası edebiyata gönülden bağlı kitap kurtları olarak, bu özel günde hayatımızdaki en değerli eserleri bizlerle buluşturan çevirmenleri biz de kutlamak istedik.

Başta büyük bir dost, sitemize en büyük emek veren isimlerden biri, Site Yöneticisi ve Genel Yayın Editörü’müz olan M. İhsan Tatari’nin çevirmenler gününü huzurlarınızda kutluyoruz. Kendisinin yetkin çevirmenliği ve kimi zaman editörlüğü sayesinde biz bugün Centilmen Piç Serisi’ni, Silo’yu, Ötekiler Arasında’yı, Ölümsüz’ü, Elif’i ve daha nicesini pırıl pırıl bir çeviriyle okuyoruz.

Sonrasında yine hem çevirmen hem de editör olan ve Sissoylu serisinde büyük emeği geçen Genel Koordinatör ve Yayın Danışmanı’mız Yosun Erdemli’yi de kutlamak isteriz.

Sonrasında, gerek Yüzüklerin Efendisi, gerek Yerdeniz gibi efsanevi edebiyat eserlerinde imzası bulunan çok sevgili Çiğdem Erkal İpek var. Çoğumuzun hocası bellediği, ülkemizdeki fantazya alanındaki otorite olan Bülent Somay da unutulmamalı. Kayıp Rıhtım Haftalık Kitap Önerisi‘nde ilk hafta önerdiğimiz ve bizler için çok değerli olan Kurma Kız‘ın ve son zamanlarda yeniden basılan Kurt Vonnegut’un kitaplarının çevirisini üstlenen Algan Sezgintüredi de anılmalı. Aynı şekilde Harry Potter ve nicesiyle bizleri küçük yaştan itibaren büyüleyen Kutlukhan Kutlu ve Sevin Okyay; Gormenghast, Dune, J. G. Ballard kitapları gibi büyük eserlerin aranan ismi Dost Körpe’nin de bu özel gününü kutluyoruz.

Sayılacak daha çok isim var! Hayran olduğumuz Elif Ersavcı ve kardeşi Seda Ersavcı, Niran Elçi, Evrim Öncül, değerli usta Roza Hakmen, Zeynep Heyzen Ateş, Rusça çevirileriyle dünya klasiklerine tertemiz bir ışık tutan Sabri Gürses, ülke gururumuz Mina Urgan ve ustaların ustası rahmetli Sabahattin Eyüboğlu

Saymakla bitmez!

Bize çok kitap ve o kitaplarla birlikte daha nice şey katmış tüm değerli çevirmen ve editörlerimizin Uluslararası Çeviri Günü en içten dileklerimizle kutlu olsun!

45

Tanıtım:

Alıntı
İnsanlık tarihi boyunca bastırılmış ve örselenmiş kadınların durumunu sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan ele alan çok sayıda inceleme yapıldı. Her inceleme, kadınları "tanımlama ve çözme" açısından farklı yöntemler önerdi. Bu önermelerin ne ölçüde kadının doğasına ilişkin isabetli ve farklı alternatifler olduğu ise tartışmalı...

Clarissa P. Estés, Kurtlarla Koşan Kadınlar'da gerçekten farklı bir önermede bulunuyor; kadınlar için yalın, uygulanabilir ve doğal çözümler öneriyor. XIX. yüzyılla birlikte insanlığın doğadan kopuşu ve duygulara yer vermeyen kapitalist bir endüstri çarkının içinde kayboluşundan yola çıkarak, kadınların yapması gereken ilk şeyin içlerindeki doğal sesi keşfetmek olduğunu söylüyor ve kadınların içlerinde yatan sınırsız güç ve yaratıcılığın, kurtların doğal yabanıllığında yattığı savını ileri sürüyor. Kadınların çoğu zaman farkında olmadan içselleştirmek zorunda bırakıldıkları eziklik ve yetersizlik duygusuna, bastırılmış cinsel güdülerine çok değişik bir malzemeden yaklaşıyor: Masallar! İnsanlığın ortak bilinçaltının aynaları olduğunu düşündüğü masallar aracılığıyla kadın psişesinin derinliklerine iniyor ve birçok açmazdan kurtulmalarına yardımcı olacak masal tadında terapiler uyguluyor.

Estés'e göre, kurtlarla kadınlar arasında, vahşilikleri, zarafetleri ve içinde yaşadıkları topluluğun üyelerine duydukları bağ açısından psişik bir benzerlik vardır. Kurtlar ve kadınlar arasındaki bu benzerlik, Vahşi Kadın arketipinde ortaya çıkar. Estés'in ilginç örneklerle betimlediği bu arketip, doğayla bağlarını kopartmamış ve seçim-lerini yaparken duygularını temel alan kadınları içeriyor.

Kitaptaki farklı kültürlerden derlenen masallar, kadınların ilişkileri, kişisel imgeleri ve hatta bağımlılık gibi temalar çevresinde gelişiyor. Örneğin Afrika kökenli bir öykü, kadının ikili doğasını yansıtıyor; Ortadoğu'ya ait bir masal, sıradan bir kilim gibi görünen büyülü bir halının toplumun önyargılarını ve görünüşe ne kadar kolay aldandığını ortaya koyuyor.

Yayımlandığında büyük övgüler almış bu sıradışı kitap, kadınları vahşi derinliklerine doğru heyecanlı bir yolculuğa çağırırken, kadın psişesinin bugüne dek hazırlanmış en büyük sözlüğü olarak da okunabilir. Kurtlarla Koşan Kadınlar, kadınlarla vahşi bir noktada buluşmak isteyen erkekler için de vazgeçilmez bir rehber özelliği taşıyor.

Yorumum:

Bu, adını çok sık duyduğum, muhtemelen sizin de duyduğunuz bir kitaptı. Bir yandan merak ediyor, bir yandan da içimdeki üşengeç onun boyutları yüzünden uzak duruyordu. Ama şimdi anlıyorum ki benim bu kitabı bu zamanda okumam, içimdeki Vahşi Kadın'la kucaklaşmamın vaktine işaretmiş.

Kurtlarla Koşan Kadınlar çok ama çok özel bir kitap. 20 senelik bir emeğin ürünü olduğu gibi, hem bir şair, hem bir cantadora (öyküler toplayan ve anlatan), hem de çok başarılı bir psikanalist olan Clarissa Estés'in magnum opusu. Bu kitabı okumak yalınayak, hatta çırılçıplak doğada koşmak gibi. Kurt sürülerine karşıpı yavrularıyla güreşmek, annelerle ava çıkmak, geceleri birbirimize sokulup uyumak gibi.

Clarissa Estés bizlere hem yıllar boyunca tanıştığı bambaşka kültürlerdeki (birçoğunun varlığını bile bilmiyordum) insanlardan topladığı hikayeleri aktarıyor, hem de hepimizin çok iyi bildiği masalları ilmek ilmek çözümlüyor. Bunu yaparken sık sık Vahşi'nin bize medeniyetin dayattığı (ve aldattığı) gibi ilkel ya da cahil demek olmadığını vurguluyor. Vahşi'ye ihtiyaç duyduğumuzu, onun bastırılmasının ne gibi sorunlara yol açacağını gösteriyor. Bunları da masallar üzerinden yapıyor olmasıysa sıra dışı bir durum. Daha da ilginci, oldukça başarılı bir psikanalist olarak hastalarını öykülerle tedavi etmesi de söz konusu. Hastalarının durumlarına göre zaman zaman onlara en uygun öyküyü uydurup anlattığı da kitapta yer alanlar arasında.

Benim bu sözlerim sizleri korkutmasın, çünkü dil hiç de öyle aman aman teknik değil. Bir annenin sıcaklığıyla yaramaz bir oyun arkadaşının diline sahip. Sanki karşılıklı bir sohbet içerisindeymişçesine bir dostun sıcaklığına sahip. Bu beni çok şaşırttı. Epeydir bir yazarın dili içimi bu kadar ısıtmamıştı.

Evet, konu kadınlar ve Vahşi Kadın arketipi. Clarissa Estés de çözümlemelerini kadınlar üzerinden yürütüyor ve Vahşi ile Vahşi Doğa'yı onlar üzerinden ele alıyor. Vahşi Erkek arketipinin de konuya dahil olduğu yerler var başrol değiller. Yine de ben bu kitabı "herkese" tavsiye ediyorum. Çünkü ister kadın olsun, ister erkek, herkesin bu kitapta bulacağı bir şeyler var. Siz de okurken benim gibi, zaman zaman kendi yansımanızı görebilirsiniz. Kafanızı kitaptan kaldırıp etrafınıza bakabilir ve toplumda bir şeylerin fena halde yanlış olduğunun farkına varabilirsiniz. Hatta belki aileniz için de bunu diyeceksiniz.

Velhasıl, insanın özünde bulunan sezgilerin, hayvani diye aşağılanan (ama tam da bu tanımıyla doğanın bir parçası olan) Vahşi benliğin ve yaşam enerjisinin dizginlerini salan bir eser bu. Yaratıcılığın ve esinlerin de bu Vahşi'den beslendiğini kanıtlarıyla birlikte okuduğunuzda eminim siz de benim kadar keyifleneceksiniz.

Tavsiye olunur. Sanırım ben bu kitaba aşık oldum.

Çeviri ve Editörlük:

Ayrıntı Yayınları kalitesine yakışan muazzam bir çeviri ve editörlüğe sahip kitap. Değinmemek büyük haksızlık olacaktır.

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 22