Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - andreyfyodorovich

Sayfa: 1 2 3 [4] 5 6
46
Kurgu İskelesi / Sürgün
« : 27 Nisan 2015, 18:00:24 »
Genelde işlerin kötüye gittiğini, hayatının elinden yavaş yavaş nasıl alındığını ancak çok geç olduğunuda anlarsın. O ünlü cümleyi kurarsın hatta, – Bu noktaya nasıl gelebildik?- ama ben ilk saniyesinden beri görebiliyordum işte. Görebilmiştim, görüyorum, ama elimden hiçbir şey gelmiyor. Sessizce izleyebiliyorum sadece.

Her şey onun bir gün hayatıma öylece, evet ansızın, belirmesiyle başlamıştı. Ne olduğunu bile anlamamıştım. Korkmuştum hatta. Bir anlığına gözlerimi kapadım, açtım, ve oradaydı. Yalnızdım. Konuşacak kimsem yoktu. Bilen bilir, manevi sefaletin öyle bir noktaya vurur ki bazen, gerçekliğin sınırları gizli gizli silerler kendilerini. Ve bir bakmışsın ki artık hangi tarafta olduğunu tam olarak kestiremiyorsun.

O da o anda gelmişti. Bana başka hiçkimseye anlatamayacağı en derin, en ayıp, en kirli sırlarını anlatmıştı; ben de benimkileri ona anlattım. Kısa sürede hayatım boyunca hiç sahip olabileceğimi düşünmediğim, sıkı ve yakın bir dostum olmuştu. Hani bir şeye ihtiyacın olduğunu, ona sahip olunca anlarsın ya, bizim de birbirimize ihtiyacımız varmış o güne dek. Bilmiyorduk sadece.

Okulda normalde yalnız oturulan sıralarda, yemekhane masalarında artık iki yakın, hatta en yakın arkadaştık. Kimse yanına oturmak istemediği için boş bırakılan otobüs koltuğu artık kalıcı olarak doluydu. Yıllar sonra birbirimizle gülmeyi, paylaşmayı öğrenmiştik. Sınırların canları cehenneme.

Bir de aileyi öğrenmiştik. İnsanların arasına çıkmanın önemini en yakınlardan başlamak kadar doğal bir şey olabilir miydi? Öğrenmiştik. Biz onları öğrenmiştik ama, aile bizi bir türlü öğrenmeyi istemiyordu. Önce görmezden gelmeler, sonrasında kıs kıs gülmeler… Aldırış etmedim. Bilemezlerdi. Sonra azarlamalar, kavgalar, kızmalar, odaya kapatmalar…

– Gerçekle hayali ayırt edemiyorsun, diyip dururlardı. En sevdikleri cümleydi. Hiç anlamaya çalışmadılar ki. Bazen bu yüzden bir köşede sessizce ağlardı. Ben de onunla ağlardım, ama beni her zaman teselli ederdi. Zavallım. Her şeye rağmen beni mutsuz görmeye dayanamazdı.

Çok değil, birkaç hafta önce psikoloğa götürmüşlerdi bizi. Zaten her şey yokuş aşağı gitmeye o gün başlamıştı. Zar zor kurduğumuz mutluluk kalemiz kuşatılmaya o gün direnmeyi bırakmıştı. “Hayali arkadaş…” diyip duruyordu gözlüklü, kravatlı adam. Bilmiyordu ki, sırf bir şey ‘hayal’ diye, gerçek olamaz mıydı? Aşk mesela, gerçek değil miydi o zaman? Peki dostluk?

Bunları düşünedurayım; çarklar dönmeye başlamış, tedavilere, telkinlere başvurulmuştu bile. Mancınıklar surlarımızı gofretten yapılmışlarcasına un ufak ediyor, bizi savunmasız, iki çelimsiz asker başımıza bırakıyorlardı.

Tüm bunlar yalnızca son iki hafta kadarlık bir sürede oldu. Bu noktaya böyle geldik. Ve şimdi, şu an, aynı ahşap kaplı ofisin meşin koltuğunda uzanıyorken biz, hala elimden hiçbir şey gelmiyor.

– Evet, neymiş bakalım o zaman? diye soruyor psikolog, yüzünde tatmin olmuş gülümsemesiyle.

Onlar konuştukça, ağızlarından çıkan her kelimeyle sınırlar tekrar çiziliyor. Her bir heceyle biraz daha hafifleşiyorum. Yok oluyorum.

– O gerçek değilmiş, hayalmiş, diyor arkadaşım. Mutsuz ama umutlu, karamsar ama kararlı. Acı bir ilacı yutar gibi.

Son bir umutla dostumun ismini haykırıyorum. Duymuyor. Kalemizin kapıları ardına kadar açılıyor, kızarmış yaban domuzları ve üzümlü şarap kokularıyla fatihlerini içeriye davet ediyor. Sesleniyorum, bağırıyorum, yalvarıyorum; kimse dönüp bakmıyor.

47
Kurgu İskelesi / Ynt: Cennete On Saniye
« : 24 Şubat 2015, 10:29:39 »
Anlatımda bir sorun yok.Konusu insanı boşluğa sürüklüyor ümidini kırıyor sanki.Belli ki hissedilmiş duyguların açığa çıkması işlenmiş.Hoşuma gitti.

Böyle bir duruma düşsem asırlar sonrasına gitmeyi düşünür müydüm bilmiyorum.İlginç olurdu.

Teşekkür ederim. Bu şekilde düşünmeniz, ulaşmaya çalıştığım amaca az çok ulaşmış olduğumu hissettirdi bana. Gözlerinize sağlık.

48
Kurgu İskelesi / Cennete On Saniye
« : 19 Şubat 2015, 18:50:35 »
Bir nefes daha alabilmek için çaba göstermek zorunda olduğunuz gün, ruhunuzun öldüğü gündür derler. Bir nefes daha almakta bir anlam görememeye başlamaksa yalnızlıktan başka bir şeyle bağdaştırılamazdı. Ve benim yalnızlığım öyle bir hal almıştı ki, ölsem kimsenin farkına varmayacağı düşüncesi bile, tek başına beni üzmeyi bırakalı çok olmuştu. Yaşayan son akrabam bu dünyadan göçeli, sevgilim ne kadar eşyası varsa toparlayıp evi terk edeli, dostlarım yavaş yavaş hayatımdan silinip nihayetinde yok olalı sanki yüzyıllar geçmişti. Nasıl desem… Yalnızlık, soyutluğunu kaybedip odayı kaplayan bir duvar kağıdıydı artık. Uyuyamıyor, uyanamıyor, bir insan olarak işlevlerimi yerine getirmekte zorlanıyordum. Bununla başa çıkmak da öyle kolay değildi, anlamalısınız. Biraz da “yardım” almadan, mümkün bile değildi.

Ve geçen hafta, varlığımı sürdürmek için kullanabileceğim son cılız bahanem olan işimden kovuldum. Doğrusu, ecza dolabındaki ağrı kesicilerin sayısındaki tutarsızlığı fark etmelerinin bu kadar kısa zaman alacağını düşünmemiştim. Öyle ki, iddialarını yalanlamadım bile. Nasılsa hiçbir şeyin anlamı yoktu öyle değil mi? Eşyalarımı bile toplamadım. Öylece terk ettim binayı.

Her şey ilanı gördüğümde değişti. İkişer, üçer aldığım ağır ilaçların uyuşturmuş oldukları beynim, gidecek başka bir yer düşünemediğinden yine karanlık, nemli evime yürüyordum. Güneş, tenimi pürüzlü diliyle yalayan bir kediydi, iyi niyetliydi, canımı yakıyordu. Gölgenin serinliğine sığındım ben de, ve cebimdeki küçük plastik kutudan avucuma boşalttığım dört ufak, beyaz hapı ağzıma attım. Yutkunabilmek için başımı havaya kaldırdım ve gözlerimi kapadım. Yer çekimi benden biraz daha ümidini kesiyordu, şişman çocuğun ipini bir türlü bırakmadığı bir uçurtmaya dönüşüyordum. Tatlı bir karıncalanma ele geçiriyordu bedenimi, uzuvlarım hissizleşiyordu. Varlığım, havada yüzmekte olan, kapalı bir çift gözden ibaretti. Gözlerimi açtım ve yanımdaki elektrik direğine yapıştırılmış beyaz üzerine mavi harfler dikkatimi çekti;

“HAYATTA BİR AMACINIZIN KALMADI MI? YAKIN VEYA UZAK GELECEĞİNİZDE ELLE TUTULUR HİÇBİR ŞEY YOK MU? BİZİ ARAYIN, BU DURUMU DEĞİŞTİRELİM!”

Hayatımı hafızamın uzanabildiği kadar gerilerden başlayarak gözümün önünden geçiriyorum. Önümdeki beş yüz yıl kadarlık uykumdan önce hatırladığım son şey, beni bu noktaya getirmiş olan o ilanı gördüğüm gün oluyor. Dudaklarım istemsizce kıvrılıyor. Bir hiçkimse değilim artık. Sefil, yalnız bir uyuşturucu bağımlısı değilim. Tarih yazacağım. Tarihin bir parçası olacağım. Hatta, tarihin kendisi olacağım.

İçinde yattığım küçük kapsül teknolojinin en üst mertebelerince benim, ve yalnızca benim vücudumun şekline göre, yalnızca benim rahatlığım için tasarlandı. Hayati faaliyetlerimi benim yerime sürdürecek olan ufak tüpler, borular, ve isimlendiremediğim diğer sayısız küçük alet… Hepsi denendi, onaylandı ve kullanıma hazır. Bu kapsülün içinde, yaklaşık beş asır kadar bir süre boyunca, ölmem imkansız.

Ve son kontroller yapılıyor, imzalar atılıyor. Elinde devasa şırıngasıyla, beyaz önlüklü bir doktorun heyecanlı adımları steril odada yankılanıyor. Beni cesaretlendirmek adına bana küçük bir gülümseme bağışlıyor ve beni beş yüz yıllığına suni bir komaya sokacak sıvıyı damarlarıma enjekte ediyor.

– Gelecektekilere bizden selam söyle! diye şakalaşıyor benimle doktorlar.

Ondan başlayarak geriye doğru saymam söyleniyor ve kapsülümün kapıları kapanıyor. Cennete doğru geri sayım başlıyor. Dokuz…

Tatlı bir karıncalanma ele geçiriyor bedenimi, uzuvlarım hissizleşiyor. Ah, evet. Bu seferki hepsinden daha kuvvetli. Gözlerimi kapatıyorum. Makinelerin sesleri müziğe dönüşüyor. Dünyanın dönüşünü hissedebiliyorum. Altı…

Vücudum beş asırlık uykusuna dalıyorken, vücudumun bu hissi tanıdığını fark ediyorum. Buna fazla alışmış olduğumu. Bir şeylerin çok yanlış gittiğini fark ediyorum. Başvuru formunu doldururken, birkaç “ufak” detayı atlamanın devasa bir hata olduğunu fark ediyorum. Ve yer çekimi bu defa benden ümidini tamamen kesiyor, ama şişman çocuk uçurtmanın ipini inatla bırakmıyor. İki…

Daha az önce içimi rahatlatan gerçek, yavaş yavaş esaretimi mühürleyecek olan sihirli cümleye dönüşüyor. Kelimeler kafamın duvarlarına çarpa çarpa aklımda dolaşıyor: ‘Bu kapsülün içinde, yaklaşık beş asır kadar bir süre boyunca, ölmem imkansız.’

Ağladığımı biliyorum, ama gözyaşlarım akmıyor. Ne kadar çığlık atarsam atayım, dudaklarım kıpırdamıyor.

Sıfır.

49
Kurgu İskelesi / Ynt: Kardeşimle Akşam Yemeği
« : 03 Aralık 2014, 14:09:27 »
merhaba,

öncelikle benim yazıyı okuduğum an itibariyle hiç "edit" lememiş olmanız ve sanırım buna da hiç gerek olmayacak olması dolayısıyla tebrik ve teşekkür ederim. yani okuyanı yormamak için "baştan savma" yöntemi yerine "önce worda yaz, hataları ayıkla, sonra yayınla" yöntemi kullanmışsınız, tekrar teşekkürler.

-önermeler ve az sayıda ama yeterli betimleme güzel.
-bolca "amerikan ve si" kullanmışsınız; ortaokul edebiyat hocam görseydi kulaklarınızdan asardı yeminle :) ama benim için sıkıntı yok; şiir temelli bir tekniktir, kısa yazılarda akıcılık sağlar.
-daha önce okuduğum yazılarınıza göre biraz zayıf kalmış. hikayenin sonuna kadar birşey olmasını bekledim... olmadı.

bilinen, hatta sonu adında bulunan bir hikaye, daha güzel işlenebilir miydi? belki, sanırım, muhtemelen.
tiksinti duyduğum çok çok az şeyden biridir yamyamlık; peki hikaye beni rahatsız etti mi? hayır. ancak bunun iyi bir şey olduğunu sanmıyorum, demek ki pek sarmamış.

velhasılı; iyi bir yazar, klişe bir konu, güzel ve okuyana saygı duyan bir yazım, rahat bir okuma, birinci ağızdan akıcı bir anlatım, okyanusun ortasında beklenen akbabalar ve işte buradayız: benim de naçizane eleştirim sonunda.

lütfen devam edin, kolaya kaçmanın kolay olduğu bir tarzı kolaya kaçmadan deniyorsunuz. bu bile yazılarınızı takip etmeye yeterli benim için.

sevgiler,
zeki

Zeki Bey merhabalar.

Okuduğunuz için teşekkür ederim, yazılarımın son hallerini yazdıktan sonra tekrar tekrar sesli bir şekilde okuyarak hataları, akışı düzenleme huyum vardır. Yazım ve imla da çok dikkat ettiğim unsurlardır, okur-yazar arasındaki karşılıklı saygının bir parçası olduklarına inanırım. Dikkat etmiş olmanız beni çok sevindirdi.

Madde madde size cevap vermeye çalışayım:

- 'Amerikan "ve"'si olarak tanımladıklarınızı sık sık kullandığım doğrudur. Bu, sanırım okuduğum kitapların türleriyle alakalı. Göze çok fazla batmayacak şekilde, bol bol kullanmaya çalışırım çünkü sesli okurken oldukça etkili geliyor kulağıma.

- Daha önceki yazılarıma göre farklı olmasının temel sebebi bunun diğerlerinden farklı olarak daha çok bir durum öyküsü olduğundan ötürü olabilir. Olaya, şaşırtıcı sona odaklanmaktansa kahramanın duygusal ve tercihsel sürecini anlatmayı tercih ettim. Denedim daha doğrusu. :) Zayıf gelmesiyse, bu tarzda yeni yeni denemeler yapıyor oluşumdandır diye tahmin ediyorum.

Tabiri caizse 'pislik' yapmadan okuru tiksindirmek zordur, ne diyeyim. Asıl amacım tiksindirmek değilse de, ikincil amaçlarımın başındaydı evet. Belki ilerki yazılarımda daha iyi başarabilirim.

Zamanınızı ayırdığınız için çok teşekkür ederim.

Konu nispeten alışılmış, yazım tarzı da bir yerlerden tanıdık geliyor ama bütün olarak epey iyi bir eser çıkmış ortaya. Kimin ve nasıl yazdığı demek ki önemli olan... Gerçekten etkileyici bir hikaye, tebrikler. Ha bir de,

-bolca "amerikan ve si" kullanmışsınız; ortaokul edebiyat hocam görseydi kulaklarınızdan asardı yeminle :) ama benim için sıkıntı yok; şiir temelli bir tekniktir, kısa yazılarda akıcılık sağlar.

Epey saçma bir kural zaten bu bence. Önceki cümleyi noktayla bitirip yeni cümleye "Ve..." diye başlayarak verdiğiniz vurguyu diğer şekilde veremiyorsunuz kesinlikle.

Sayın Grayswandir,

Zeki Bey'in belirtmiş olduğu 've'lerimin çokluğuyla yazım tarzının size tanıdık gelmesinin sebepleri aslında aynı, o da okuduğum kitap türleridir. İdol olarak benimsemiş olduğum Chuck Palahniuk'a benzetmiş olmanız muhtemel buradaki yazım tarzımı, ki öyleyse onur duyarım.

Klişe bir konuyu iyi işlemeye çalıştım aslında burada. Yani mantıken, klişe dediğimiz etkili bir şekilde ortaya konulmadığı zaman kötüdür diyemez miyiz?

Güzel yorumlarınız için teşekkür ederim. Daima güzel kalınız.

50
Kurgu İskelesi / Kardeşimle Akşam Yemeği
« : 03 Aralık 2014, 00:39:34 »
“-Sigara içmek. Kesinlikle sigara içmek.”

Bir tek akbabalar eksik. Onların dışında, her şey tam olması gerektiği, tam kafanızda canlandırdığınız gibi. Filmlerdeki gibi.

Hani resim dersinde çizdiklerimiz gibi. Tek fark, o üzerinde iki hindistan cevizi ağacı olan ufak adanın olmayışı.

Pantolonlarımız paçalarından gidişli gelişli yırtık, gömleklerimiz yakalarından iyice sarkmış, sakallarımız uzamış… Tüm o klişelerin tamamı. Bir de o sarı acil durum kurtarma botu. Bir de az önce içtiğim son damla içme suyumuz.

Klasik gemi kazasından kurtulmuş iki adam sahnesi. Bir de sonunu göremediğimiz bir okyanus.

Çizdiğimiz resimlerdeki adamların, nedense kocaman pastel dudaklarla gülümsedikleri sahne.

Tamam kabul, tembellik ediyorum.

Ama edebiyat dersinde de hiçbir zaman böyle durumları anlatmayı öğretmezler. Veya coğrafyada işinize yarayabilecek ne kadar bilgi varsa zaten hepsini çoktan unutmuşsunuzdur.

Hem güneşin ışınlarından ter damlalarımızın, gözeneklerimizden çıkar çıkmaz buharlaşmalarından bahsetmemin size bir faydası olacağını düşünmüyorum.

Veya o çizgi filmlerdeki kahramanlar çok acıktıklarında arkadaşlarını devasa bir tavuk olarak görmeleri esprisinin, aslında espri olmayışından.

Belki de kimse terli, uzun sakallı, aç ve susuz bir şekilde; güneşin altında lastik bir botta yatmanın ne kadar rahatsız olduğundan bahsetmemiştir, ama bunu kim neden bilmek istesin ki?

Yani demem o ki; başınıza gelecek olsa da olmasa da, gerçekten okyanusun ortasında kimbilir kaç gün boyunca aç ve susuz yatan iki kardeşten biri olmanın nasıl bir his olduğunu gerçekten bilmek istiyor musunuz?

Hiç sanmıyorum.

Çünkü belki kurtarılana, veya –ve muhtemelen- ikimiz de ölene dek; en çok neyi özleyeceğimizi birbirimize sırayla sayarken, ben bile nasıl olduğumu bilmek istemiyorum.

“- Oğlumla top oynamak.” Diyor karşımda oturan sakallı, az pişmiş, yağlı biftek. Gözleri yavaşça kapanırken, göz bebeklerinin de eş zamanlı olarak kafatasının içerisine doğru yuvarlandıklarını görüyorum.

Pastel dudaklarımın çatlaklarına tünemiş sinekler bile burnumun gölgesinden çıkmaya korkuyorlar.

“- Cips yemek.” Diyorum artık bayılmış olan kardeşime ve dudak çatlaklarımı oluşturan katmanlardan birini dişlerimin arasına sıkıştırıyorum. Kurumuş dudak derimi dişlerimle soyuyorum. Yiyemeyeceğim bir muz kadar sonra ölmüş olacağım.

İçemeyeceğim bir sigara kadar.

Susuzluktan iyice yoğunlaşmış kanımın tadı ağzımda sıcak ve demirli bir domates çorbası.

O eski sözü hatırlıyorum. Hani yok mu;

‘Bir insan, kusmadan litrelerce kan içebilir.’

Ve yutkunuyorum.

Bilmem kaç yüz derece sıcaklıkta terli sırt derim, üzerinde yattığım devasa lastik muzun yüzeyine yapışmış, en ufak hareketimde ‘şiuuup’ benzeri sesler çıkarıyor.

Ve biliyor musunuz,

Ölüme yiyemeyeceğim bir öğün yemek, içemeyeceğim bir bardak su kadar yakın olmasam; acil durum ‘kurtarma’ botunda ölmenin muhteşem tezatına kıkırdayabilirdim.

Onun yerine karşımda gözleri kapalı yatmakta olan küçük kardeşimin nabzını ölçüyorum. Henüz ölmemiş, ama muhtemelen çok vakti yok.

Son dakikalarında, birlikte büyüdüğüm adamın elini tutuyorum.

Okyanus, gökyüzüne karışıyor.

Hani şu herkesin oynadığı oyunu oynarken, canımız sıkılınca; karakterleri havuza sokup merdiveni sildiğimiz gibi, tanrı da ufuk çizgisini siliyor olsa gerek.

Beş dakika geçiyor ve kardeşimin nabzı yavaşlıyor, ve yavaşlıyor, ve yavaşlıyor…

Ve akbabalar hala ortalıkta yoklar.

Kimse ev ekonomisi dersinde oturup karşınıza, okyanus suyunun tuzu ve güneşin sıcaklığıyla kurutulmuş et yapmayı öğretmez.

Ve hiçbir biyoloji öğretmeni size durduk yere, siz sormazsanız, kan içmenin susuzluğunuzu giderip gidermeyeceğini söylemez.

Bazı zamanlarda bilgi, lise öğretmenlerinin ağızlarından veya devletin bastığı ucuz ders kitaplarından gelmez.

Bazen bilgi, ağzınızın içinde iplik iplik ayrılan, damağınızı kanla dolduran, dişlerinizin kesemeyip yalnızca ağzınızda ezip durduğunuz vıcık vıcık bir kas yığını şeklinde gelir karşınıza.

En çok özleyeceğim şeyde kesin kararımı kılıyorum.

Yediğim ne kadar az pişmiş biftek varsa gözümün önüne getiriyorum.

“- Kardeşimle akşam yemeği.” diyor pastel dudaklarım güneş batarken.

Akbabalar gelmeyecek.

Yutkunuyorum.

51
Kurgu İskelesi / Ynt: Oğluma Mektup
« : 15 Eylül 2014, 05:22:42 »
Babanin yani bir erkeğin yumurtalıkları olması sizce de garip değil mi? Benim bildiğim üzere erkekler de üreme sisteminde ki üreme hücrelerini testis üretiyor. Yani bu konuda kafam karıştı yoksa başka herhangi bir şey değil saygıdeğer yazar. Ve sizden alıntıyı bir kez daha yapamayarak sergilediğim bu cahillikle karışık beceriksizlikten dolayı tekrar özür diliyorum.

Bu açıklamanızı okuyunca, "Haaaaaaaaaaaaaaaaaaa" şeklinde bir tepki verdim. Şimdi anladım, ve sanırım bu tespiti ancak bir kadın yapabilirdi :) Sahiden, erkeklerin testislerine yumurtalık diyip durmaları sonucu beynim resmen alışıvermiş. Düzeltiyorum an itibariyle. Anca anlayabildim, afedersiniz. :D Pek güldüm de doğrusu, nasıl düşünememişim bunu diye.

52
Kurgu İskelesi / Ynt: Güven
« : 11 Eylül 2014, 15:57:17 »
Ben de çok beğendim. Her ne kadar yazma konusunda pek tecrübeli olmasam da beğendim. Zaten okurlarınız yazarlardan oluşacak diye bir kural yok ^^
Detay konusuna gelince, korku yazarken detayı minimumda tutmak gerektiğini düşünüyorum. daha temel şeylerden bahsetmek... Loş bir oda gibi: zihin yaratılan dünyanın içine girebilmeli fakat gördüğü nesneleri hayal gücüyle yorumlamalı...
Ancak bir eleştiride bulunacak olsam ben de bundan bahsederdim herhalde. Hikayenizde zaten bunu güzel bir şekilde uyguladığınızı düşünüyorum ama yazanlar için "en iyi" diye bir şey yoktur ha?  :) Bu güzel hikaye için teşekkür ediyorum :)

Spoiler: Göster
İlk mesajımı kendi hikayeme -daha başlamadığım :xD- saklıyordum ama hikayeyi okuduktan sonra kendimi tutamadım.



Sayın Archer, gerçekten çok onurlandırdınız beni. Tekrar tekrar teşekkür ediyor, yazma alanında başarılı olmanızı gönülden diliyorum.

Şu kadarcık yazıdan "Kendime özgü bir tarzım var." mesajını alıyorum sanki...  :)
Güzeldi. Tebrikler.
Ben de gece yarısı okudum ve şimdi yatmaya gidiyorum. Hadi hayırlısı.   ;D
Kollarımı sıkı sıkı tutacağım.  :fight:

Teşekkür ederim, gözlerinize sağlık. Ben yalnızca "Ben neleri okumaktan hoşlanırdım?" diye düşünerek yazmaya çalışıyorum. Yani her korku seven kişinin tarzıdır bu aslında. Yani kısmen. Aman, ne bileyim :)

Yalnız yatıyorsanız, sanırım korkulacak bir şeyiniz yoktur.

-Belki de vardır?-

İyi uyumalar :)

Korku yüklü son kısmı anlayabilmek ve iyice sindirebilmek adına üç kere okuduğumu itiraf ediyorum :=). Yaptığınız bu kısacık kelime kombinasyonlarıyla oluşan yazıdan, tarz sahibi ve yetenekli olduğunuzu anlamanın zor olmadığını belirtmek istiyorum. Şahsen bu kısacık yazının daha uzun olmasını isterdim. Bir kitabın ortadan açılan herhangi sayfası gibi kesik olmuş ve merak uyandırmış. Yani bence benim burada okuduğum yazı bir gerilim romanının arka kapağında ki tanıtım yazısı niteliğinde. Başı ve devamı olmasını beklerdim  :) .

İltifatlarınız için teşekkür ederim. Umarım güzel sözlerinize layık bir cevap yazabileceğim size. Size bir düşüncemi aktarayım mı? Bana göre, bir hikayeyle ilgili ne kadar az şey bilirsek, yani merak unsurumuz ne kadar artarsa (tabii dozunda) o kadar etkili olur. Bildiğimizden değil, bilmediğimizden korkarız. Belki uzun olsa hiç beğenmeyecektik. Başı ve devamı var zaten, sadece yazılmamıştır. Belki de sizin hikayenizdir, bilemeyiz :)

Tekrar teşekkür ederim okuduğunuz için. Daima güzel kalın.

53
Kurgu İskelesi / Ynt: Oğluma Mektup
« : 11 Eylül 2014, 15:46:35 »
Karakterin düşünce akışları kusursuz değil. (Tanrım, ne psikopatça ve de ukalaca konuştum.  ;D Yani eleştiriye bu kadar açık olmanızdan, özellikle de olumsuz eleştiriye bu kadar açık olmanızdan yola çıkarak kusursuz ve eksiksiz bir iş ortaya çıkarmaya çalıştığınızı farz ediyorum ve o yüzden biraz ağır eleştiriyorum.  :) )

Tabi kusurdan yıkılıyor da değil. Bir- iki yerde hafif sallanmalar olduğunu düşünüyorum sadece...
Merak öğesi Açlık hikayesinden çok çok daha iyi kullanılmış. Açıkcası başta iblis bebek bekledim.  ;D

Anlatılmak isteneni güzel bir şekilde anlatıyor. Ancak sırf dikkat çekmek için kalın harflerle yazmak biraz hileye giriyor gibi...  :) Bırakın dikkatli okuyucu onları kendisi fark etsin. Ediyorsa doğru yolda olduğunuzu, etmiyorsa da eksik yerleriniz olduğunu görmüş olursunuz.

Yapılan iş olarak (bir mektup) güzel. Hatta bir mektubu başarılı bir şekilde hikayeleştirmek diyebilirim.  :)

Yalnız bir şey daha dikkatimi çekti. Yine küçük kaymalar, belirgin değiller ama karakterin konuşma sesi oturmamış. Bazen dalgalanıveriyor, ikinci bir kişi sözü devralıyor. Bunu yazarken bu karakterin hali hazırda dengesiz olduğunun da farkında olduğumu söylemek istiyorum. Karakterin dengesizliğinin dışında bir konuşma tarzı dengesizliği var. Ama dediğim gibi, bir-iki yerde ve hafif...
 

Tekrar merhaba umutlu kurgucu.

İtiraf edeyim, aslında bunu yazarken bazı cümleleri ortadan kesilmiş bir şekilde bırakıverecektim. O derece dengesiz ve konuşması zayıf bir kişiden bahsediyoruz hikayemizin kahramanı olarak. Bu konuya son paragrafımda tekrar döneyim, sırayla cevaplamış olayım.

İblis bebek gibi şeyler bana pek korkutucu gelmiyor doğrusu. Basarım kafasına ölür, nedir yani. Ancak bunun gibi; hayatta belki de olabilecek bir şey...

O kalın harflerle ilgili neler çekmiyorum neler! (Şurada bi içimi boşaltayım :D )
Hikayelerimi yazınca önce bir beş veya altı defa sesli okurum, tonlamalarıyla, hatta biraz oyunculuk katarım. Anlaşılır ve akıcı geliyorsa tamamımdır. Bir de perdeleme işini nasıl yapmışım ona bakarım, zeki ve genel olarak okuma konusunda birikimli arkadaşlarıma okuturum yazılarımı ve genelde de "Haaa demek öyleymiş." tarzı cevaplar alınca yeterli buluyorum. Bunu yazdığımda aslında battaniye detayı yoktu. Polis detayı bile yoktu. Bunları eklediğimde bile kimse anlamadı. Ben de gözüm yaşlı bir Hz. İbrahim gibi cümlelerimi kalınlaştırdım. Yoksa bana kalsa dümdüz yazı olsun. Ama o kadar emek verip de "Ee ne bu şimdi?" şeklinde bir soru ve boş bakışlar görünce kafa atasım gelebiliyor bazen. Kalın cümleler bu yüzden yani.

Oh be. Resmiyetsizliğimi affedin ne olur :)

Son olarak son dediğinize dayanarak tekrar sesli okudum hikayemi, ve -lütfen bunu ukalalık olarak algılamayın- pek bir yanlış göremedim aslında, belirtmiş olduğunuz yönlerden. Direkt olarak nerelerde hata olduğunu belirtebilirseniz sevinirim.

Teşekkür ederim, güzel kalın.

"Annen hakkında o kadar konuştum ki, kağıdımda başka şeylere hiç yer kalmamış oğlum. Biraz da annenle -ve seninle- ilgileneyim. Söylemiştim ya, başlarda muazzam acılar çekiyordu, neyse ki saatlerdir çıtı çıkmıyor. Ama sana bir şey diyeyim mi? Kadıncağızın buna çok ihtiyacı vardı güzel oğlum, sana çok ihtiyacı vardı. Geçen haftalarda doktorumdan muayenemin sonuçları geldi. Yumurtalıklarımda doğuştan beri var olan bir hastalık sonucu kısır olduğum, asla bir evlat sahibi olamayacağım yazıyordu."

Öncelikle alıntıyı düzgün yapamadığım için üzgünüm, nasıl yapılacağını bilmiyordum.. Yukarıda kendimce alıntı yaptığım kısımda kişiler karışmış galiba. En baştan beri babanın gözünden yazılırken aniden baba kendi yumurtalıklarından bahsetmiş sanki :D. Ya da senin yapmak istediğini ben anlayamadım :/.

Merhaba karayosun.

Hikayede yalnızca bir kişi olduğu düşünülürse bence kişilerin karışması biraz zor olmaz mı sizce de :P Şaka yapıyorum, kızmayın lütfen.

"En baştan beri babanın gözünden yazılırken aniden baba kendi yumurtalıklarından bahsetmiş sanki " demişsiniz. Evet, baba kendi gözünden anlatıyor, sonra kendi gözünden yumurtalıklarından bahsediyor. Kişilerin karıştığını söyleyip ardından bunu söylemeniz biraz kafamı karıştırdı doğrusu. Ancak isterseniz şöyle netleştireyim; babaya hastaneden mektup geliyor, mektupta kısır olduğu yazıyor. Kısacası orada bahsedilen şey bu. Belki bir iki ufak değişiklik yapabilirim bunun için, ancak buna gerek olmadığı düşüncesindeydim aslında :)

Teşekkür ederim, güzel kalın efendim.

54
Kurgu İskelesi / Ynt: Açlık
« : 11 Eylül 2014, 15:27:16 »
Merhaba.

Öykü bana biraz karışık geldi. Anlatmak istediğini tam anlatamıyor gibi... Yanlış anlamadıysam sanırım o ailenin uçak kazasıyla bir alakası yok ve yamyamlar. Eğer böyleyse bunun hakkında daha fazla ipucu olması gerekirdi. Yani düşündüğüm şeyin doğruluğundan emin olamadım.

Bir de heyecan öğesini eksik buldum.
"İyi anlatılmış bir hikaye, anlatılmaktan çok gösterilmiş bir hikayedir." derler.
Görmemiz gereken yerler hızlı hızlı anlatılarak geçiliyor bence...

Aslında daha önceden gerekli ipucu verilse sonu güzel bir son olacakmış. Ama bu haliyle bitmemiş izlenimi uyandırıyor.

İmzanızdan da cesaret alarak çok fazla olumsuz yorumda bulunmuş oldum.  ;D Herkes benim gibi düşünmeyebilir tabi...  :)

Merhaba umutlu kurgucu.

Aslında hikayelerimin bitmemiş izlenimi uyandırmalarının sebebi, bitmemiş olmalarıdır. Bitirmeyi sevmiyorum. Ben kimim ki size dikte edeyim hayal dünyanızı? Ben sadece size kuralları sunuyorum, gerisi size ait. :)

Ciddiyetsizlik bir yana;

Hikayedeki görselliğin, betimlemenin neredeyse yok denecek kadar az olduğunu görüyorum, haklısınız. Tercihim bu şekilde yazmaktır aslında, görselliğe güvenmemeyi seçiyorum. Ancak bu bir eksikse daha fazla yer vermem gerekebilir, bunu bana aktardığınız için teşekkür ederim.

"İyi anlatılmış bir hikaye, anlatılmaktan çok gösterilmiş bir hikayedir."...
Güzel ve doğru bir sözdür. Ancak bir yandan da psikolojik öğeler de vardır, ve bizi gerçekten korkutan şeyler somut şeyler midir, soyut şeyler midir? Bir hissi, bir düşünceyi, paranoyayı nasıl gösterebiliriz? Bunun üzerine düşüneceğim.

Daha az karışık yazmaya çalışacağım. (Amacım kafa karıştırmak olmadığı sürece tabii :P)

Teşekkür ederim. Umutlu kalın!

55
Merhaba saygıdeğer Kayıp Rıhtım üyeleri, yazarları, takipçileri...

Yakında gerçekleşecek olan KONTAKT kısa öykü yarışmasına katılmaya çalışacağım. Hikayelerimi okumuş olan arkadaşlarım varsa şayet, bana hangi konularda kendimi geliştirebileceğimi düşündüklerini söyleyebilirler mi? Mümkünse olumsuz eleştiri istiyorum sadece. Yerden yere vurun. İçimden geçin! :)

Sevgilerimle;

Andrey

56
Kurgu İskelesi / Ynt: Güven
« : 23 Ağustos 2014, 02:49:32 »
Okuyup duruyorum senin hikayelerini fakat yazacak bir şey bulamıyorum. :) Bana daha çok bir korku filminin youtube a koyulmuş bir tanıtım videosuymuş gibi geliyorlar. "Sinemaya gelse de izlesek" diyorum. "Bu film de tutar" diyorum. Bilmiyorum belki de hikayenin öncesini/sonrasını yazmak lezzetini azaltacak :)

Detay konusuna gelince, korku yazarken detayı minimumda tutmak gerektiğini düşünüyorum. daha temel şeylerden bahsetmek... Loş bir oda gibi: zihin yaratılan dünyanın içine girebilmeli fakat gördüğü nesneleri hayal gücüyle yorumlamalı...

Öncelikle iyi geceler. Detay ile ilgili olarak söylediklerinize harfi harfine katılıyorum. Zaten korku hissini tetikleyen bize söylenen değil de, gözümüzde canlandırıp empati kurduğumuzda içimizde uyananlar değil midir? Bu düşünceyle yazmaya çalışıyorum. Sevdiyseniz ne âlâ! İyi geceler efendim, güzel kalın.

57
Kurgu İskelesi / Ynt: Açlık
« : 23 Ağustos 2014, 02:46:33 »
Çok güzel bir öykü ve yine çok iyi bir son. Gözümde tüm açıklığı ile canlanan görüntüler, kulaklarımda sesler. Ellerinize sağlık.

Sizin öykülerinizi okuyan birisi bunu kendisinin de kolaylıkla yapacağını düşünür. Kısacık öyküler, etkileyici son. Lakin sizin farkınız, o etkileyici son olarak görünen cümlelerin bir başlangıç cümlesi olması. Yani siz bize başlangıçları veriyorsunuz, geri kalan bizim zihnimizde canlanıyor. Okuyanın hayal gücü ne kadar kuvvetli ise öykünüz o kadar etkileyici oluyor. Tabi bunu söylerken sizin yazdıklarınızdan çok okuyucunun önemi var demiyorum. Siz öyle bir dünya kurup okuyucuyu öyle hızlı içine dahil ediyorsunuz ki okuyucu öyküyü bitirdikten sonra da zihninde onunla uğraşıyor.

Dili ve noktalama imlerini kullanışınızı da çok seviyorum ve saygı duyuyorum, forumda kimi arkadaşlar noktalama ve imlayı pek umursamıyorlar; sizin bu hassasiyetiniz saygıyı fazlasıyla hak ediyor.

Tekrar, tekrar ellerinize sağlık.

Çok çok geç verilen bir cevap, ve bir o kadar geç edilen bir teşekkürdür bu yazdığım efendim. Umarım kızmazsınız, zamansızca kaçmak zorunda kaldım bu forumdan. Şimdi kayıp zamanın telafisini yapmaya çalışıyorum. Güzel sözleriniz, düşünceleriniz, ve hikayemi okuyup fikir belirtmeye vakit ayırmanız benim için paha biçilemezdir. Güzel kalın!

58
Kurgu İskelesi / Oğluma Mektup
« : 23 Ağustos 2014, 02:32:02 »
Selamlar herkese. Uzun zamandır ortalıkta olmadığım, hikayelerinizi okuyup sizinle hikayelerimi paylaşamadığım için çok özür dilerim. Kendimi biraz geliştirmekle, okulumla, işimle, kişisel hayatımla uğraşmakla meşguldüm. Gerçi hala meşgulüm ama sizi çok özledim. Umarım beğenirsiniz, yorumlarınız bildiğiniz gibi benim için çok önemlidir. Güzel kalın dostlarım. Daha fazla uzatmıyorum ve hikayeme geçiyorum;



Canım oğlum, öncelikle merhaba!

Bu mektubu büyüdüğünde okuman için yazıyorum. Şu an annenin karnına yeni girmiş sayılırsın, daha bir gün olmadı! Bu satırları okuyor olacağın zaman artık kocaman adam olmuş olacaksın. Ah, o günleri görebilirim umarım! (Hafızamla ilgili ufak bir problemim var da. Umarım kalıtsal değildir.)

Senin oğlumuz olacağını ona söylediğimde annen nasıl çığlık attı, nasıl ağladı bir görsen! Rahminden kan boşalıverdi, biliyor musun? (Başta korktum tabii, ancak bunun -özellikle çok yoğun duygular yaşandığında- ara sıra olabileceğini bir yerde okumuştum diye hatırlıyorum sanki, yani olumsuz bir şey olacağını hiç sanmıyorum.) İnanır mısın, heyecandan bayıldı bile! Ayılması için saatlerce uğraştım, zavallım bir türlü uyanmak bilmedi. (Annen her zaman duygularını şiddetli yaşayan, narin bir kadındı.) En sonunda gözlerini açabildiğinde yüzünü güzelce yıkadım. Başında durdum bir süre, sonra uykuya daldı zaten.

Hala uyuyor şu an, ve bu iyi bir şey galiba. Gazetelerden ve televizyondan hamilelerin bol bol dinlenmesi gerektiğini önceden öğrenmiştim diye hatırlar gibiyim. (Televizyon izlemeye bayılıyorum. Hele şu belgeseller yok mu! Geçenlerde bir tanesinde bir kuşun yumurtalarını alıp başka bir kuşun yuvasına koymuşlardı ve hiçbir sorun olmadan yavru yumurtasından çıkıvermişti. Bir gün birlikte de izleriz, istersen eğer.)

Annenin karnında ilk tekmeni hayatımın sonuna kadar hatırlayacağıma eminim ama. İkimiz de gözyaşlarımızı tutamamıştık oğlum. Hatta annen gözyaşlarının, çığlıklarının arasından: “Böbreğime tekme attı, böbreğim acıyor!” diye bağırıvermişti. Ama ben biliyorum, futbolcu olacaksın büyüyünce.

Sürekli annenin ağlıyor ve acı çekiyor olmasından bahsettiğimin farkındayım -birkaç saat önce o kadar acı çekiyordu ki bir noktada artık onu yatağa bağlamak zorunda kalmıştım-; ve yalan söyleyemeyeceğim, hamilelik ne yazık ki ona pek yaramadı. Ancak eminim ki seni eline alıp başını okşadığında her şeye değecektir, bu konuda bana katılacaktır. Hiçbir ebeveyn çocuk sahibi olmaktan daha büyük bir mutluluğa erişemez çünkü kanımca, sence de öyle değil mi?

Sahi, çocuk sahibi olmaktan bahsettim de, bugün polisler çaldı kapımızı. Annen yerinden kalkamadığından ben açtım kapıyı. Şehir merkezindeki hastanede yeni doğmuş bebeklerin arasından bir oğlan çocuğu kaçırılmış, kaçıranı arıyorlarmış! Fotoğrafını gösterdiler bir de, görürsem diye. Süper kahramanların süslediği, mavi ve kırmızı bir battaniyeye sarılmış; minicik, küçücük bir oğlan çocuğu…

Dünya gerçekten de mutsuzluk, sefalet, hayal kırıklığıyla dolu bir yer olabiliyor güzel oğlum. Sen sen ol, dikkat et kendine. Eşinin hamileliğinde bir dediğini iki etme, ona iyi bak, onu ve bebeğinizi tehlikelerden koru! Mesela ben seni annenin karnına yerleştirdiğimden beri bir saniyeliğine olsa dahi odasından çıkmasına izin vermedim. Ne kutsal bir şey bir cana can katmak; bir canın içinde ikinci bir can daha var etmek! Ve kutsal şeyleri daima korumalıyız oğlum, bunu aklından çıkarma.

Annen hakkında o kadar konuştum ki, kağıdımda başka şeylere hiç yer kalmamış oğlum. Biraz da annenle -ve seninle- ilgileneyim. Söylemiştim ya, başlarda muazzam acılar çekiyordu, neyse ki saatlerdir çıtı çıkmıyor. Ama sana bir şey diyeyim mi? Kadıncağızın buna çok ihtiyacı vardı güzel oğlum, sana çok ihtiyacı vardı. Geçen haftalarda doktorumdan muayenemin sonuçları geldi. Testislerimde doğuştan beri var olan bir hastalık sonucu kısır olduğum, asla bir evlat sahibi olamayacağım yazıyordu.

E haliyle, böylesi bir mucize aklının ucundan bile geçmemiştir eminim. Sabah eve girdiğimde elimde mavili kırmızılı, arasından ağlama seslerinin geldiği battaniye yumağını gördüğünde heyecandan ne yapacağını bilemedi, başladı ağlamaya.

Bir yerlerde hamilelikte çok uyunduğunu okumuştum galiba, ve inanır mısın oğlum; yaklaşık on beş saattir hareketsiz yatıyor kadıncağız. Ateşi var sanmıştım ama teni buz gibi, sorun yok yani. Hem acısı geçtiğine göre bağlarını da çözebilirim artık. Ayrıca yerleri daha yeni silmeme rağmen yine kapısının altından ufak ufak kanlar sızmış, bir bezle sileyim hemencik.

Umarım zamanla ağrıları hafifler. Bu kocaman göbeklerle tam dokuz ay nasıl yaşıyor kadınlar, onu hiç anlamış değilim zaten. Baksana annene, ne acılar çekti, ne çok ağladı! Bunca saattir ölü gibi yatmasından bahsetmiyorum bile, ve daha hamileliğinin ilk günü bile bitmemişken! Karnının ilk günden bu kadar şişebileceğini hiç bilmiyordum!

Bak dalıp gidiyorum yazmaya iyice, bugünlük yeterli. Daha birçok mektup yazacağım sana, hiç şüphen olmasın canım oğlum benim.

Seni çok seviyorum oğlum, güzel oğlum.

Baban

Not: Bir yerlerden polis sirenleri duyuyorum, gittikçe yükseliyor sesleri. Umarım yakınlarda kötü bir şey olmamıştır! Belki görmüşümdür de hatırlamıyorumdur. Ah şu hafızam neden bu kadar kötü? Masamda süper kahramanların süslediği, mavi kırmızı renkli, kan lekeleriyle dolu bir battaniye buldum ve nereden geldiğine dair en ufak bir fikrim yok! Çok ilginç değil mi?

59
Kurgu İskelesi / Ynt: Güvenlik
« : 18 Şubat 2014, 18:15:02 »
Tekrar merhabalar!

Küçük defterime sizlerin belirtmiş olduğunuz noktaları, fikirleri not aldım. İki vakte kadar yeni bir hikaye göndereceğim, bu noktalar baz alınarak.

Eklemek istediğiniz, vurgulamak istediğiniz bir şeyler olursa memnuniyetle kabul ederim, isterseniz özel mesaj olarak da olabilir. :)

İyi ki varsınız, teşekkür ediyorum!

Sevgilerimle, yakında görüşmek üzere.

60
Kurgu İskelesi / Ynt: Güvenlik
« : 18 Şubat 2014, 11:29:14 »
Teşekkür ederim görüşleriniz için! Bu son paylaştıklarıma nazaran biraz daha eski bir yazım. İlk denemelerimden. Peki bana bu içten ve güzel eleştirilerinizle ilgili olarak birkaç tavsiye vermenizi rica edebilir miyim?

Yani örneğin ne olsaydı daha güzel olurdu mesela? Kendimi geliştirmek isterim belirteceğiniz yönlerden.

Tekrar teşekkür ediyorum efendim :)

Sayfa: 1 2 3 [4] 5 6