2.BÖLÜM uyanış
Hoş bir kokunun burnumda bıraktığı tatla gözlerimi açtım. Tamamen çıplak olduğumu farketmem sadece göz açıp kapayıncaya kadar bir vaktimi almıştı. İçimde, derin bir boşluk ve korkuyla aniden yerimde doğruldum. Akkor haldeki taşların üstüne konmuş tencerede kaynamakta olan sıvının buharı tüm odayı sarmış, etrafa ıslak bir sıcaklık hissi yayıyordu.
Hayatınızda herhangi bir güne hiç bir şey hatırlamadan başladığınızı düşünün. Fakat bu öyle bir bilinçsizlik olacak ki, yalnızca, kim olduğunuza dair anılar sizden çalınmış ve geri kalan herşey beyninizde bırakılmış. Ben kimim...neredeyim...annem babam kim...kardeşlerim varmı ve hatta kaç yaşındayım. Kısacası tanıdığınız her kişiyi unuttuğunuzu ve kim olduğunuza dair soruların, sağanak yağmur tanelerinin toprağı acımasızca dövdüğü gibi zihninize saldırdığını düşünün.
Eğer bu şekilde güne başlamışsanız neden uyandığımda yaşadığım korkuyu anlatacak kelime bulamadığımı anlarsınız.
İşte bu şekilde içine düştüğüm dehşetten boğulurken "Korkma" diye bir ses geldi.
Konuşan yaşlıca bir kadındı ve daha önce onu görmememin nedeni, odanın tamamen karanlıkta kalan köşesinden, sessizce beni izliyor oluşuydu. Odadaki tek ışık, sandalyelerin dizili olduğu masanın üstünde yanmakta olan, bitmeye yüz tutmuş mumun yetersiz aydınlatmasıydı. Kadın ayağa kalkınca uzun boyu karşısında hayrete düştüm. Yer yer beyazlamış saçları, tek bir örgüyle başının arkasında toplanmıştı. Yanıma doğru gelirken, yılların yüzünde bıraktığı derin çizgiler açığa çıkmıştı. Yaşlı görünsede, oldukça dinç adımlarla yatağımın başucuna geldi. Bir cevap beklercesine okyanus mavisi gözlerini bana diktiğinde ne söylemem gerektiğine dair fikrim yoktu.
Eliyle çenemi kavrayıp yüzüme iyice yaklaştı. Gözleri öyle maviydiki, o gözlere bakarken kadın adeta ruhumda ne varsa inceliyordu. Tutuşu nazik olsada, bakışlarımı kaçırmama izin vermeyecek güçteydi.
"Başladın mı sen görmeye" diye sordu, çenemi kavrayan parmakları gevşeyip beni bırakırken. O gözlerin esaretinden kurtulduğum için rahatlamıştım.
İçerideki loş ışığa alıştığım için, odadaki herşeyi daha net görebiliyordum. Aslında görülmeye değer pekte birşey yoktu. Tüm dikkatimi baştan ayağa kürklü kıyafetlerle kaplı kadın çekiyordu. Karşımdaki kadına karşı ne hissetmem gerektiğini bilmeden "Şimdi daha iyi görebiliyorum." dedim.
Cevabım karşısında bir an oldukça şaşırdı diyebilirim. Sonra dudaklarında belli belirsiz bir tebessümle başımın arka kısmına vurdu. Beklemediğim bu hareket karşısında bir an donakaldım. Kadının elini ne zaman kaldırdığını farkedememiştim bile. Sert bir darbeden daha çok, bir annenin çocuğunu paylayan şaplağı gibiydi.
İşaret parmağıyla alnımın ortasına hafifçe dokunarak "Burayla görmüyor sen ahmak. Hala körsün." Diye belirtti. Bakışlarında, bahsettiği dünyanın en doğal şeyiymişte, ben anlamadığım için alınmış bir ifade vardı.
"Ben Nizura ve sen Kayra'sın. Onüç yaşında ve kirlenmişlerdensin. Bunlar Mirdakhar seni arındırmadan önceki hayatından, sende kalması gereken üç şey."
Adeta aklımdan geçenlere cevap vermişti. Çok yorgun hissediyordum ama merakım ve korkum bu yorgunluğun bedenimi ele geçirmesine engel oluyordu. Nizura'nın elinde zarif bir zincir kolye belirdi ve bana uzatarak "Senin" dedi.
Hatırlamama yardımcı olacağını düşünerek, gümüşe benziyen kolyeyi alıp incelemeye başladım. Ucunda zarif bir işçilikçe yukarıdan aşağı doğru Kayra diye yazıyordu. Bir süre aklımı zorlasamda, hiç bir hatıra canlandırmayan kolyenin, ince zincirini boynuma takmakta bir sakınca görmedim. Hoş bir görüntüsü vardı ve Nizura benim olduğunu söylemişti.
Ben hala kafamın içindeki binlerce soruya cevap bulmaya çalışırken "Yırtık ağla balık tutmak sahibini yorar. Uyu Kayra. Bulacaksın yarın cevapları." Diye azarladı yaşlı kadın.
Sesindeki itiraz kabul etmeyen buyurganlık, sormak istediklerimi adeta boğazıma düğümleyip iri bir lokma misali zorlukla yutmamı sağladı. Nizura yanımdan ayrılıp masadaki mumu söndürdükten sonra karanlıktaki köşesine tekrar çekilirken, uyumak için zaten bahane arıyan vücudum bu anı çoktandır bekliyormuşçasına esnememe engel olamadım. Yinede yastığa başımı koyar koymaz uyuduğumda söylenemez.
İçerideki sessizlik öyle yoğunduki adeta uzansam dokunabilecekmişim gibi hissediyordum. Huzursuzluğum azalmıştı lakin her yürek atımı kadar sürede aklımdan başka bir soru dalgası geçiyordu. Yapılacak en iyi şeyin, aklı pekte başında görünmeyen Nizura'yı dinleyip uyumak olduğuna karar verdim ve on üç yaşındaki her çocuğun, bulunduğu yerde rahatça uyuyabilmesini sağlayan kaygısızlığıyla uykuya daldım.