66
« : 14 Şubat 2014, 00:48:46 »
On yıl önce
“Hadi oğlum geç kalacağız partiye.” diyen Aybars marketin dışında içtiği sigaranın dumanından halkalar yapmaya çalışıyordu. Siyah bir kot üstüne sevdiği metal müzik gurubunun tişörtünü giymişti.
Bülent, dışarıda bekleyen iki arkadaşının sabırsızlığına aldırmadan, marketin raflarındaki çerezlere göz gezdirmeye devam etti. İki arkadaşından en iyi Serkan’la anlaşıyordu. Neredeyse her konuda aynı fikirlere sahiptiler ve ikisi de mistik, gizemli ve sıra dışı şeylere oldukça meraklıydılar.
Sonunda çerez almaktan vazgeçip kasadaki adamdan bir paket camel istedi. Adam, uzun yıllardır bu işi yapıyor olmanın verdiği, otomatikleşmiş bir hareketle sigara paketini uzattığında Bülent cüzdanını arabada unuttuğunu fark etti.
“Bir saniye cüzdanı arabada unutmuşum” diyerek marketten çıktı. Adamın muhtemelen arkasından bir küfür ettiğini belli belirsiz duysa da aldırmadı.
“Sonunda” dedi Aybars.
“Bekle oğlum sigaram yok, arabadan cüzdanı alacağım.”
Serkan, daha fazla vakit kaybetmek istemediğinden “Oğlum boş ver bende sigara var. Songül’ün doğum gününe geç kaldık. Durmadan mesaj atıyor.” Dedi.
“Tamam be, sana da Songül’üne de…”
Üçü de arabaya bindikten sonra Serkan arabayı çalıştırıp tam gaza basacakken Bülent “Durun bir saniye” dedi.
Sabırsızlaşan Serkan “Yine ne oldu?” diye söylendi ama arabayı da hareket ettirmemişti.
“La tam bu anı daha önce de yaşamıştım. Gaza basıp gidiyorduk.”
“Sayende hala gidemiyoruz.” Diye alayla güldü Aybars.
“Şu matrix filmindeki dejavu sahnesi geldi aklıma. Sağlam filimdi. Bir ara nostalji yapıp üç filmi birden izleyelim mi?”
“Olabilir.” Diye Serkan’ın teklifini aklındaki yapılacaklar listesine ekleyen Bülent, cüzdanını kapıp bir anda arabadan dışarı fırlayarak koşar adım markete yöneldi.
“Ne yapıyorsun.” Diye arkasından bağırdı Serkan.
“Sigarayı alıp geliyorum hemen.”
Arabaya geri döndüğünde, Serkan arabayı dostluk parkının yanındaki yol üstü marketten, ana yola doğru sürmeye başladı. Yol boyunca dizili sıra sıra çam ağaçları, gölgesinde kalmış oyuncakları hava karardığında oldukça tekinsiz gösteriyordu.
“Oğlum sigara var dedik ya ne gerek vardı? Saat on buçuk oldu” diyen Serkan bir yandan arabayı sürüyordu.
“Ya dedim ya bu anı daha önce yaşamıştım diye. Fark ettim ki bunu her insan yaşıyor ama olanı değiştiremiyor çünkü belirdiği gibi kaybolan bir düşünce.”
“Eeeee.” Diye araya girdi Aybars.
“Eeesi sigarayı almadan gitmedik ve bir dejavu’ yu değiştirdim.”
“İyi bok yedin. Kıçın murada erdi mi?” diye güldü Serkan, sert bir virajdan sağa doğru dönerken. O sırada Aybars teybin içindeki heavy metal gurubun cd sini çalıştırarak aralarındaki saçma diyaloğa müzikle son verdi.
Yarım saat sonra Yenimahalle’ye vardıklarında saat akşam on bir olmuştu. Tipik bir memur semtiydi. Yaz ayında olmalarına rağmen hafta içi günlerde sokaklar her zaman olduğu gibi bomboştu. Serkan yolu şaşırmıştı ve ara sokaklarda tanıdık bir yer bulabilmek umuduyla bilinçsizce ilerliyorlarken, önlerinde aniden beliren adama çarpmamak için sert bir fren yaptı.
Karşılarındakinin bir adam olmadığını üçü de aynı anda fark etmişti.
“O ne lan.” Diyen Serkan, arabanın tam karşısında, boyu bir buçuk metreyi geçmeyen ve iri gözleriyle kendilerini izlemekte olan şeye şaşkınca bakıyordu.
Kısa bir anlık duraklamadan sonra Serkan aracı geri vitese takıp uzaklaşmak istedi ama araç stop etmişti ve çalışmıyordu. Panik içinde sürekli kontağı çevirip marşa basıyordu ama nafile.
“Cin mi oğlum bu?”
“Cin diye bir şey yoktur?” dedi Aybars. Ateist olduğu için bu tür şeylere de inanmıyordu. “Belki de dünyaya düşmüş bir uzaylıdır ha?” diye sorarken içlerinde tek korkmamış gibi görünen oydu.
Bülent karşılarındaki varlığa zihninde kulaksız ismini verdi. Kulaklarının olması gerektiğini düşündüğü yerde sadece şekilsiz iki delik vardı. Üstünde hiçbir giysi olmasa da cinsiyetine dair bir şey belli olmuyordu. İri gözlerinin tam ortasından, burun olabileceğini düşündüğü, ufak bir çıkıntı aşağı doğru kıvrılıyordu. Ayaklarına baktı. Ters değil diye rahatladı. Hemen her hikâyede cinlerden ters ayaklı olurlar diye bahsedildiğini duymuştu.
“Korkmayın” dedi Kulaksız. Ama bu mantıksızdı. Bir şey söyleyebilmesi için bir ağzının olması gerekiyordu.
“Serkan sende duydun mu?” diye sordu korku ve heyecanla. Birçok insanın aksine hep sıra dışı bir şeylerin parçası olmak istemişti ve şimdi tamda böyle bir durumdaydı.
“Duydum, Aybars haklı belki de gerçekten bir uzaylıdır ve telepati kuruyordur.” Heyecandan farkında olmadan kekelemişti.
Bir kahkaha yankılandı zihinlerinde. Ardından yoğun bir öfke hissettiler.
Aybars sinirle “Oğlum ver şu levyeyi gidip kafa göz dalalım şu g.tten bacaklıya.”
“Bu sizin içi hiç iyi olmaz. Zaten düzeni bozdunuz. Ama bizimde kurallarımız var o yüzden sizi silmeyeceğiz”
“Ne istiyorsun lan bizden?” diye bağırdı Serkan. Hala çaresizce arabayı çalıştırmayı deniyordu.
“Zihninizi bir adım öne çıkardınız ve kilidi kırdınız.”
“Ne yaptık lan. Adam gibi konuş.”
“O sigara için gereğinden fazla oyalandınız.”
“Nesin lan sen şaka mı? Korku filmi replikleri gibi konuşmayı bırak ta kameraları göster el sallayalım olsun bitsin.”
“Korkmanıza gerek yok. En azından şuan için…” zihinlerinde yankılanan kulaksızın sözlerindeki tehdidi iliklerine kadar hissetmişlerdi.
“O zaman bırak ta yolumuza gidelim ve bu olay tuhaf bir kafayı bulma hali olarak kalsın.”
“Bazı şeyler için geç. Bazı şeyler için erken. Zaman saat döndüğünce işler, bir çarkı yerinden oynattığınızda saat durur, zaman durur. Önce anlamalısınız sonra saat çalışır.”
“Neyi anlamalıyız” diye sordu Bülent. Korku duygusu giderek kaybolurken merakı hat safhaya tırmanmıştı.
“Düzen tıpkı bir saat gibi işler. Milyonlarca çarktan oluşan bir saat. Bu çarklardan birini yerinden oynatırsanız düzeltmek için o küçük çarkı bulmak gerekir, çünkü düzeltmezsen saat çalışmaz ve bazen o çarkı bulmak için başka birçok çarkı yerinden çıkarman gerekir.”
“Eee şimdi bir sigara aldık ve düzen mi bozuldu?” Bülent’ e dönen Aybars “Dejavu’ yu bozdun ha” dedi. İçten içe eğleniyordu. “Atalım paketi gitsin o zaman.”
Bir anda kendilerini yolda buldular. Marketten çıktıktan sonraki keskin virajdalardı. Serkan bir anda kendine gelerek direksiyonu kırdı ve karşıya geçmekte olan bir yayaya hızla çarptı. Daha olayın şokunu üstünden atamadan yine ıssız yolda buldular kendilerini. Karşılarındaki kulaksız bıraktıkları yerde duruyordu.
“Ne oluyor lan burada, öldük mü? Yoksa” dedi arka koltukta oturmakta olan Bülent. Belki de araftayız diye düşündü. Ya da öldükten sonra böyle bir kaos mu başlıyordu?
“Oyalanmasaydınız olması gerekenlerdi bu.”
“Eğer birisine çarpacaksak oyalandığımız daha iyi olmamış mı?”
“Belki de daha net anlamalıyım. Çokta uzak olmayan bir zamanda tıpkı sizin gibi bir adam programı değiştirdi. Tren raylarından bir çocuğu kurtardı.”
“Kim olsa bunu yapardı. Bu insani bir refleks.” Diye araya girdi Serkan. Yine de kulaksızın anlattıklarına dikkat kesildi.
“Yıllarca unutulmayacak olaylara neden oldu.”
“O kadar meşhur olmuşsa kesin tanıyoruzdur” dedi Aybars.
“Alois Schicklgruber”
“Bu saçma soyadlı adamı hiç duymadım.” Diye cevapladı Serkan. Tarih derslerinde içlerinden en iyisi hep o olmuştu.
“Ah evet duydunuz. Alois büyüdü ve otuz dokuz yaşında soyadı Hitler oldu. Sonra evlendi, beş çocuğu oldu ama ikisi hayatta kaldı. Bunlardan birisi oğlu Adolf Hitler.”
Uzun bir sessizlikten sonra “Aman tanrım kelebek etkisi teorisi.” Dedi Bülent şaşkınlıkla. Teoriyle aynı ismi taşıyan filim aklına gelmişti.
“Bununla bitmedi dünya üzerindeki etkileri. Onu kurtaran adam o esnada yere düşünce felç oldu. Eğer olmasaydı bir kızı olacaktı ve o kız kanserin kesin tedavisini bulacaktı. Yerinden oynayan bir çark ve milyonlarca yaşam ile milyonlarca ölüm yer değiştirdi.”
Bu gerçek olamaz diye düşündü Bülent “Başka böyle bir olay oldu mu?” diye sordu merakla.
“Pek çok kez…Atom bombası mesela, sonra Çernobil faciası olmasaydı sonsuz bir enerji kaynağı bulunacaktı, dünya savaşları, otuz sekiz yıldır durdurulamayan Türkmenistan doğal gaz yangını, Endonezya çamur patlaması…vs. daha pek çok şey.”
Duyduklarını kavramaları uzunca bir vakit aldı. Hepsinin aklında oluşan soru aynıydı şimdi biz neye sebep olduk ve ne olacak.
“Olacak olan döngü sizi o kişiyle yine bir araya getirecek. Her şeyi düzeltebilir ya da büyük bir felaketin parçası olabilirsiniz. Sınırı geçtiğiniz için dejavu dediğiniz olayı hayatınızın her anında hissedeceksiniz ama tek bir değişikliğin nelere mal olabileceğini unutmayın. Ve artık bizleri de her zaman görebileceksiniz, ama işlerimize karışacak olursanız” bir anlık duraksadı kulaksız. Ne demesi gerektiğini bilmiyormuş gibiydi. “iyisi mi karışmayın.” Dedi sonunda sadece.
“Sen nesin?”
“Sizin için kulaksızım.”
“Peki şimdi ne yapmamız gerekiyor?” Diye bağırdı, Serkan ama kulaksız ortaya çıktığı gibi bir anda kaybolmuştu. Tekrar çalana kadar varlığını unuttukları müzik üçünün de yerinden sıçramasına sebep oldu. Araba tekrar çalıştığında durdukları yerde değil de, doğum gününe gitmek üzere yola çıktıkları Songül’lerin evinin önünde buldular kendilerini.
Hepsi olanlara inanmaz gözlerle birbirlerine bakıyorlardı. Arabanın dijital saatine baktıklarında saat 23:01’ i gösteriyordu. Bu imkânsız diye düşündüler. Neredeyse bir saattir kulaksızla konuşuyorlardı ama zaman hiç geçmemişti. Tam saatinde partiye yetişmişlerdi. Akıllarındaki hiç bir soruyu dile getiremeden dalgın hareketlerle araçtan inip, hiçbir tat alamayacakları kesinleşen partiye katıldılar…
ON YIL SONRA (günümüz)