Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Auguste Dupin

Sayfa: 1 ... 3 4 [5] 6
61
Güncel / Ynt: Özgecan Aslan
« : 29 Mart 2015, 22:29:43 »
Bu konuda kadınlara söyleyeceğim hiçbir şey yok. Benim sözüm ancak erkeklere olabilir, o da bir defaya mahsus. Çünkü ben bir erkek olarak bana toplum tarafından yapmam dayatıldığı gibi her alanda varlık göstermek, öne çıkmak, liderlik etmek yükü altında hissetmek istemiyorum kendimi. Bu ne olduğum, ne de olmak istediğim insan tipi çünkü. Tam tersine, böyle olmadığım için kendimi bilmeye başladığım zamandan beri ataerkil toplum tarafından dışarı itilen ve bunun zorluklarını yaşayan biriyim zaten.

Dolayısıyla erkeklerin de toplum baskısı ya da o toplumsal erkeklik rolüne bürünme motivasyonuyla, aslında tamamen içlerindeki gizli ataerkille farkında olmadan ürettikleri, ama hiç anlamadıkları, hayatlarının hiçbir döneminde deneyimlemek zorunda kalmadıkları ve dolayısıyla gerçekten hissetmedikleri söylemleri üretmelerini, sosyal medyada, eylemlerde meydanlarda şurada burada bağırarak bunun “bayraktarlığını” yapmalarını ne samimi ne de işlevsel buluyorum.

Toplumda bir erkek olarak mutlak surette otorite sahibi, güçlü, zeki, akıllı, korumacı, özgüvenli, özgür, savaşçı, lider, korkusuz, mert, onurlu, duygusal olmayan, bilen, kontrol eden olmak zorundasınızdır. Kadınlara ne kadar kendilerini saklamak öğretilirse, erkeklere de bir o kadar öne çıkma rolü öğretilir. Yoksa kadına benzersiniz, kadın bunların tam tersidir topluma göre. Bu yüzden toplumun gözünde “erkek” olabilmek için her an her saniye bunlara sahip olduğunuzu tekrar tekrar kanıtlamanız gerekir. Kadın kendini sakladığı yerde kendi özünü, karakterini inşa eder, kimsenin de haberi olmaz. Erkek ise bu belirlenen role girmeye ve onu sergilemeye çalışırken kendi özünü oluşturmaktan vazgeçmek zorunda kalır. Haliyle bu rol yara aldığında, eksildiğinde, altından kendine ait bir karakter çıkmaz. Yalnızca ortaya çıkan bu zayıflığını kapatmak için başvurabileceği şiddet çıkar.

Eğer bunun sahiden farkındaysan, eğer sahiden böyle bir sıkıntı yaşıyorsan, rolünün farkına vardın, böyle birisi olmak istemediğine, kendi karakterine sahip olmak istediğine karar verdin ve şimdi buna izin vermeyen, ille de olman gereken rolü tepene bastıran ataerkilin baskısını üzerinde sahiden hissediyorsan, bir erkek olarak yapabileceğin en iyi şey başını eğip sessizce beklemek, söz söylemeyi bu baskıyı doğdukları andan itibaren senden çok yaşayan kadınlara bırakmak, kendini defalarca gözden geçirmek, söyleminde bir ayrımcılık varsa sessizce düzeltmeye gayret etmek. Bir kez olsun öne çıkmayarak, toplumun erkeğe dayattığı öne çıkma ve göz önünde olma rolünü reddetmek. İlla bir katkım olsun istiyorsan göz önünde katkıda bulunmayarak, bir parçası olmak istiyorsan göz önünde bir parçası olmayarak, bu rolü bu rolün birincil mağdurlarına bırakarak hareketin parçası olabilirsin, kendi içinde. Çünkü değişmesi gereken şeyler öncelikle erkeklerin kendi içlerinde, kafalarında. Onu içselleştirmiş olan kadınları kadınlar kendi aralarında iyileştirirler zaten. Erkek olarak illa öne çıkıp kendini göstereceksin, liderliği eline alıp kadınları susturacak, herkese kadın haklarının nasıl savunulacağını ve ataerkilin nasıl yıkılacağını öğreteceksin, ve bunun tam da en nefret edilen davranış, tam da ataerkilin dibi olduğunu hiç anlamayacaksın. Bu görüntü, bu farkındasızlık, bu kendini bilmezlik sadece beni utandırıyor ve midemi bulandırıyor.

Suçlu linç etmeli, kesmeli, yakmalı, taşlamalı, insan parçalamalı vahşet fantezilerinizle de gelmeyin bana lütfen. İnsanları birer katile, tecavüzcüye en az dönüştüren insan yetiştirme biçimlerinizle ve sosyal eşitsizliği gideren toplumsal düzen önerilerinizle gelin. Bir bebekten bir katil yarattıktan sonra onu linç etmek ve vicdan rahatlatmak çok kolay. Ama arkadan sürekli yenileri geliyor, yenilerini yetiştiriyorsun. Yanlış yetiştirdiğimiz kaç insanın daha birilerinin canına kıyması ve bizim onlardan kaç tanesini daha linç etmemiz gerekecek yetiştirme sistemimizi değiştirmemiz gerektiğini akıl edene kadar? Benim vicdanım komple bu toplumsal vahşeti kaldırmıyor artık, ne korkunç suçları, ne vahşi cezaları. Her korkunç haberden sonra en baştan aynı süreci yaşıyoruz. Bıkmadık mı? Oysa o insanları da çok farklı yetiştirip kazanmış olabilirdik. O yitip giden hayatlara da yazık olmadı mı? En baştan yanlış yetiştirip bu insanları biz kaybettik. Onlar başka insanların yitip gitmesine sebep oldular,  başkalarına yazık ettiler. Biz de kendi toplumsal eserimizi linç ederek öldürüp yokettik. Sürekli açık veriyoruz,  ama hala sistemimizde hiçbir problem yokmuş gibi davranıyor ve sorunu başka yerlerde arıyoruz. Ayrıca, suçluya "insan değil" diyerek istediğiniz muameleyi yapabileceğinizi sansanız da, her ne kadar onu kendinizden daha aşağı bir yere koymaya çalışsanız da, her ne yapsanız da o bir insan. O da bizden biri. İçimizden biri. Ne korkunç değil mi. Ona yüklediğimiz hiçbir küçümseme sıfatı bu gerçeği değiştirmeyecek. Tıpkı onu bu şekle sokanın bizim toplumumuz, adaletsizliğimiz, eğitme şeklimiz, yetiştirme biçimimiz olduğu gerçeği gibi. Bunu görmezden gelmek ne kadar da işimize geliyor.

62
Güncel / Ynt: Meb'den muhteşem yenilikler (!)
« : 29 Mart 2015, 22:06:09 »
M.E.B.'in yapıp yapabildiği en iyi yenilik, çocukluğumdan beri her gördüğümde beynimin içini kamaştıran o simetri düşmanı amblemini değiştirmekti.


63
Viktorya dönemini adeta Alman dışavurumcu estetiğiyle gözlerimizin önünde canlandıran müthiş bir eser bu. Bu kısacık novellanın yazımı 2 koca yıl sürmüş ve kaynağı da Stevenson'ın karısının onu yarısında uyandırdığı süper bir kâbusmuş.

Ben okurken şunu dinlemeyi çok seviyorum, tavsiye ederim: https://www.youtube.com/watch?v=k_53LEwnGXU

Alman dışavurumculuğu filan dedim fakat eser bu dönemden çok daha önce kaleme alınmış elbette. Yine de tıpkı Shakespeare'in III. Richard'ı gibi içinde dışavurumcu sahneleme için harika bir malzeme barındırıyor. Romanın olayı zaten tam da o içindeki kötülüğü dışa vurmak olunca. Hele ki Viktorya dönemi ahlakında üzeri örtülmüş, dışa vurulmayı bekleyen neler olduğunu düşününce.

Ayrıca Dr. Jekyll ve Mr. Hyde deyince hemen aklıma gelen bir harika iş daha var ki, çocukken ne zaman izlesem ödümü kopartan ama yine de zevkle izlediğim bir Looney Tunes bölümü, Hyde and Go Tweet: http://www.ebaumsworld.com/video/watch/82131146/



Zaten bu dahil bu dönem yapılmış çizgi filmlerin neredeyse tamamı dışavurumcu biçimler içeriyor. O tabiatlarını yansıtan abartılı tipler, eğri büğrü tekinsiz evler filan sizce de harika değil mi ya?
Alman Dışavurumculuğundan aldığım tadı hiçbir şeyden almadım. Belki bilardo... Ama yok ya Alman Dışavurumculuğu daha güzel.


64
Harry Potter'dan önce çocukluğumu şekillendiren romanlardan bir diğeri. O zamanlardan beri Kaptan Nemo'ya özenmişimdir hep. Denizaltısı Nautilus ile dünyadan elini eteğini çekerek denizlerin altında yaşayan, savaş yanlısı hükümetlere öfkeli, bütün ihtiyacını denizlerden karşılayan bu yaralı ve dahi adam hep ilgimi çekmişti. Hatta kitaptaki sürekli kaçma girişiminde bulunan karakterlerin yaptığı şeyler bana çok saçma gelmişti. Kim, nasıl Kaptan Nemo gibi birinden ve Nautilus gibi bir mucizeden kaçmak isterdi ki? İnsanın deli olması lazımdı. (Daha sonra benzer hisleri Lost adası, hatch ve Locke için de hissettim.) Bu benim hep hayalini kurduğum, özlemini çektiğim şeydi ve tam da onu bulmuş olan bu insanlar ondan kaçmanın bir yolunu arıyorlardı. Aklımı delirecektim.

Dünyanın ilk nükleer denizaltısına da Jules Verne ve Kaptan Nemo anısına "Nautilus" isminin verildiği bilgisi de bir kenarda dursun burada.

Bilmeyen yoktur herhalde ama ola ki vardır diye, bu kitabın yazarın diğer kitapları olan Esrarlı Ada ve Kaptan Grant'in Çocukları adlı eserleriyle doğrudan bağlantılı olduğunu belirteyim. Lost'tan önce Esrarlı Ada vardı benim için. Ki Esrarlı Ada da Lost'un ilham kaynaklarından birisi zaten. Hala okumamış olanlar ve Nautilus'un akıbetini öğrenmek isteyenler buyursun. Belirtme gereği duyulmayacak kadar alışılmış bir bilgi olduğunu düşünürken biz, yeni yetişen arkadaşlar da böyle şeylerden habersiz kalmasın.

65
Mutfağa kapanıp kalmak zorunda kalmış ve 7 çocuk büyütürken yeteneklerini pek gösterme fırsatı bulamamış olsa, gerçekten çok güçlü bir cadı olduğunu söylemişti Rowling, Molly Weasley'nin. Bu güçlerini Ginny'ye aktardığını da görüyoruz sonradan. Bu da bir parantez içi olsun konudan bağımsız.

66
Bellatrix'in çok güçlü bir cadı olduğuna hiçbir yerde atıf yapılmadı ki. Sadece kötücüllüğüne değinildi hep. McGonagall ise özellikle güçlü bir cadı olarak tasvir edilmiştir her zaman. Kaldı ki Bellatrix'i Mrs. Weasley bile yendi yani, o derece. :) Bellatrix sadece bir şekilde eline düşmek istemeyeceğiniz bir sadist, cani.

McGonagall > Snape > Mrs. Weasley > Bellatrix

67
Harry Potter / Ynt: Ölüm Lanetinin Kullanım Şartları
« : 29 Mart 2015, 01:55:53 »
Tabii ki abi. Önce Karanlık Sanatlar'ın ne olduğunu bilmeden ona karşı "savunma" zırvası öğretmek nedir? Ezbercilik bildiğin. Direkt kutuplaştırıyorsun insanları, bunlar karanlıktır biz aydınlığız diye. Neye karşı savaştığını bilmiyorsun ki daha, sana ezberletilmiş olanı tekrarlıyorsun sadece. Karanlıksa öğret de aydınlansın önce, herkes onunla ne yapacağını kendi seçsin. Yasaklamak nedir. Sen çocuğuna aile terbiyesini, insan sevgisini, kurala kanuna saygıyı öğretemediysen Karanlık Sanatlar ne yapsın? Drumstrang'ın suçu ne?

Ya bir defa, okuldaki bir grubu "siz cesursunuz, siz aslansınız kaplansınız" diye gazlıyorsun. Bir diğerini "zekisin, çalışkansın, ne mutlu Ravenclaw'lu olana" diye tavlıyorsun. Birini ise "sen sinsisin, bilmemnesin" diye yerin dibine sokuyorsun. Şimdi bu adam ne yapsın?  Nasıl hırslanmasın, kendini daha güçlü hale getirmek için çalışmasın?  "Al öyleyse, hakkın budur!" diye uğursuzluk büyüsünü geçmişin acısını çıkarırcasına suratına yapıştırmasın? Bir adamın kafasına sürekli sen kötüsün kötüsün kötüsün diye kakınca o adam artık iyi olabilir mi? Suçu ne bu çocukların, bunlar niye ikinci sınıf öğrenci muamelesi görüyorlar? Sonra büyüyüp vaktiyle kendilerini ezenlerden intikam alacak bir Snape olmak istediler diye suçlu oluyorlar. Sen bu çocukların bir gün olsun başını mı okşadın? Bütün sene çalışıp didindiler, son gün Potter ve yardakçılarına havadan puan yağdırarak onların önüne geçirdin. Bizim de fırsatımız olsa biz de yapardık aynısını, ne var? İksir yapıp, tüy havalandırıp üç beş üç beş puan toplayıp biriktireceğiz diye canımız çıkıyor bütün sene.

68
Yeri gelmişken ben de Shakespeare çevirileri konusunda güncellenmiş Bülent Bozkurt çevirilerini önerebilirim. Diğerlerinden daha farklı bir yol izliyor. Aslında Shakespeare çevirileri normal bir çeviri işinden yüz kat daha zor her zaman, çünkü metinlerin kendileri bile tam olarak ortada olmadıkları için, olanlar da çok daha sonra basılan Folio kaydı, sahne metinleri orada burada tutulmuş kayıtlar gibi belgelerden parça parça birleştirilip derlenerek tamamlandıkları için, elde birçok farklı edisyon oluyor çevirirken dikkate alınması gereken. Ama bunlar içinde ilk aşamada uzak durmanız gerekenler Can Yücel çevirileridir. Önce başka birinin çevirisini okumak gerek, çünkü Can Yücel oyunları Türkçe "söylüyor." Bir nevi uyarlama yapıyor. Bir Shakespeare oyununu ilk olarak Can Yücel'den okuyan kişi neye uğradığını şaşırabilir. Daha sonra bu konuya rastlayabilecek olanlar için kenarda duracak bir bilgi olsun bu da.

Holmes konusuna gelince, şu dünyada aşırı hassas olduğum 3 şey var sanırım. Harry Potter, Doctor Who ve Sherlock Holmes. (Üçünün de İngiliz işi olması bir tesadüf müdür?) Ve mit'in bahsettiği durumdan ben de çok şikayetçiyim. Martı, önceki baskılarda tüm seriyi düzgün bir şekilde bastı. (Eski Güncel Yayıncılık baskılarını da seviyorum.) Fakat Downey Jr. ile başlayan Holmes "modası" sonrası piyasa çöp gibi Sherlock Holmes baskılarıyla doldu ki, bunların birçoğu eski baskıların yeni isimlerle piyasaya sürülmüş hali. Sırasına aldırmaksızın rastgele iki üç hikaye seçip kitaba yeni isim koymuş, yetmemiş içindeki hikayelere de başka isimler vermişler. Kitabı "Bu nedir?" diye elime alıp karıştırır ve "Oha, yeni hikayeler mi bulunmuş yoksa, nasıl duymadım? Farklı yazardır bu ya, bakayım? Yoo, Doyle işte? Alla Alla?" diye dumur olurken, hikayelerin farklı çevrilmeye kasılmış girişlerinden aslında hangi hikayelere ait olduklarını çıkardığımda yaptıkları şeye bayağı sinir olmuştum. Bilmesek kazıklanacağız yani. Agatha Christie kitaplarına da yapıyorlardı bunu bir ara.

Hayalimde şöyle tüm hikayelerin bir ya da iki ciltte toplandığı, şerhli, çok geniş bir edisyon hazırlamak var her zaman. Kısfmet...

69
Çizgi Roman & Manga / Ynt: Sizce En İyi Süper Kahraman?
« : 29 Mart 2015, 00:59:34 »
Bu benim için istavritin mi yoksa palamutun mu ideal balık olduğuna karar vermek gibi bir şey. İkisinin de lezzeti farklı. Bazen birini, bazen diğerini seçiyorum. Batman ve Spider-Man arasındayımdır genelde.

70
"Niyetim kimseyi eserimle üzmek ya da öfkelendirmek değildi."

Bir eserin insanları üzebilmesi ya da öfkelendirebilmesi, neden mutlu edebilmesinden daha değersiz olsun, anlamadım. Bir eser gerekiyorsa eğer -hatta gerekmiyor, sadece isteniyor olsa bile- rahatsız edici de olmalıdır elbette, bunu belirtmek bile abes. Arkasından gelen açıklama daha da tuhaf:

"...şiddetin ve tacizin asla toplumun ya da çizgi romanın bir parçası olmadığını belirttiler."

Yine katılamadım. Bu çirkin de olsa hayatın bir gerçeği ve onu yansıtan eserlerde kendine bir şekilde yer buluyor, cinayet ve diğer şeyler gibi. Onların hayatın bir parçası olmasında sakınca yok yani? Onlar şiddet değil? Buna bir eserde yer vermek başka, bunu olumlamak ise bambaşka bir olay ki kapakta böyle bir durum da yok.

Neden bu kadar tepki gösterdiklerini anlayamadım o yüzden. Bane'in Batman'i "kırdığı" sahneden hiçbir farkı yok. Çizer de şirket de itibar kaybı yaşamamak ve hayranlarını yatıştırmak için mümkün olan, ımm, en "şey" cevabı vermiş sanırım, haksız olduklarını söylemeyerek. Haliyle onlar da en az gösterilen tepki kadar saçma.

Bir ihtimal, Joker'in bu şekilde poz vermesini yaptığı şeyle övünen provokatif bir hareket olarak bulmuş olabilirler, fakat kaldırılmasını istemek yine saçma. Joker bu, yaptığından ötürü özür dileyecek değil. Elbette alay eder gibi poz verecek.

71
Harry Potter / Ynt: Ölüm Lanetinin Kullanım Şartları
« : 29 Mart 2015, 00:29:29 »
Değil. Buna sebep olan tek şey, bedeninden koparıldığı sırada ruhundan ayrılan asil parçanın Potter'ın o sefil ama yaşayan bedenine tutunmuş olması. Böyle güçlü bir ruhun karşısında Seçmen Şapka'nın başka ne şansı olabilirdi ki? Seçimi onun yerine Potter yaptı, şanına yakışır bir şekilde Gryffindor'u seçti. Şapka da ona kılıcı sundu.

72
Kurgu İskelesi / Ynt: Kıpkısa Kulübü
« : 29 Mart 2015, 00:23:16 »
Kaçarken daha fazlasını almak umuduyla cebine doldurdukları, saklandığı yere gidene kadar arkasından döküldüğü için yakalanmıştı.

73
Televizyon / Ynt: Da Vinci's Demons
« : 28 Mart 2015, 23:45:07 »
Ben bu diziye ait bir fotoğraf filan gördüğüm zaman önce bir algılayamıyorum durumu. Hangi zaman ve mekanda geçtiğini oturtamıyorum kafamda bir yere. Çünkü göstergeler çok anakronik. Deri ceketli tipler, yapılı saçlar, seksi kadınlar, kale fonu filan. Ama en çok da o deri ceket. Motosiklet ve bir yol kenarı barı arıyor gözüm. Yeni bir vanpir dizisi filan başlıyor sanıyorum bir süreliğine.

74
Harry Potter / Ynt: Ölüm Lanetinin Kullanım Şartları
« : 28 Mart 2015, 23:33:16 »
Yok, ama kullanılması iyi bir intiba bırakmaz. Birincisi, bir canlının canını alıyorsun. İkincisi, bunu karanlık büyüyle yapıyorsun. Muggle'lar arasında da bir insanı öldürmekle bir hayvanı öldürmenin yaptırımı aynı değil -gerçi ona en azından yaklaşması için uğraşıyoruz ama. Bir hayvanı öldürmek konusunda Sihirli Yasa'da geçen bir bölüm var mı, bilgimiz yok. Muhtemelen bizimki gibidir. Kusursuz olduklarını düşünmek için bir sebep ya da örnek yok. Özellikle de Bakanlık'ın. Dahası, böyle bir yasa hangi hayvanları kapsayacak ve ayrımı neye göre olacak? Bir kediyi öldürmekle bir örümceği öldürmek aynı kurallara mı tabi olacak? Belki canavarca hislerini teşhir edecek şekilde yapmak infiale sebep olacağı için yaptırıma tabi tutulabilir. Zor mevzular. İnsan medeniyeti henüz o kadar ilerlemedi ne yazık ki.

Bu vesileyle karanlık büyü kullanımına da biraz değinip tüm Gryffindor'lara biraz dokundurayım. Slytherin binasının asil üyeleri, alık Gryffindor'lar gibi Karanlık Sanatlar'ı kesin bir şekilde reddetmezler. Çünkü bu açıkça bağnazlıktır. Slytherin'ler karanlık yanın gücünü ve zekasını takdir eder ve saygı duyarlar. (Aynı şekilde bazı zeki Ravenclaw'lar da.) Onu okurlar, keşfederler, hatta bazen çıkarları için makul derecede ona başvururlar da. Onu da öğrenmemeyi, herhangi bir şeyin okunmasının ve öğrenilmesinin engellenmesini büyük bir kayıp olarak görürler. Burada bireylerin kendi ahlak anlayışları etkili olur. Bu "makul" dereceyi çok geniş tutan bazı kimseler karanlık sanatların büyüsüne kapılıp gitmişlerdir. Fakat elbette onları bu yüzden suçlayamayız ve kendi ahlak anlayışımız ile yargılayamayız, çünkü o basit bir şekilde onların kendi ahlak anlayışlarıdır. Cezanın ölçütü ancak birine verdikleri zarar olabilir. Gryffindor'lar ise kendi ahlaklarını herkese dayatma peşindedirler. Kesinlikle Karanlık Sanatlar'a başvurmayacaklarını ve kullanmayacaklarını söylerler. Lafta bunu kendilerine yediremezler. Ama sıkıştıkları anda Affedilmez Lanetler'i maşallah bizden çok kullandıklarını da gördük. Özellikle kendine "seçilmiş kişi" dedirten yaralı kafa. Böyle de iki yüzlüler işte. Her haltı yiyip çok ahlaklı kahraman ayağına yatarlar. O zaman hiç millete ayak yapmayacaksın, "Bunu kullananlar çok kötüdür, tırıvırıdır, bilmemnedir," diye. Karanlık Sanatlar sadece araçtır. Onu ne yönde kullanacağın sana kalmış. Tamamen kendini daha güçlü hale getirmek için de kullanabilirsin. Yoksa biri sırf onu kullandı diye kötü olmaz. Hem zaten -değerli bir büyüğümüzün de zamanında dediği gibi- kesin olarak iyi ya da kötü diye bir şey de yoktur. Sadece hareketlerinin sonuçları ve o sonuçları kaldıramayacak kadar zayıf olanlar vardır.

75
Çok iyi bir yayındı, çok keyif aldım. Uzun zamandır böyle haftalık bir programın eksikliğini hissediyordum. Artık daha yakından takip edeceğim Rıhtım radyosunu.

Sayfa: 1 ... 3 4 [5] 6