Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - mit

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 11
31

Yazarlarımızdan Bahri Doğukan Şahin'in üniversiteye akademik çalışma olarak hazırladığı "Black Mirror Ekseninde İletişimin Hayatımızdaki Yeri" yazısı sitemize özel düzenleme ve eklemelerle, şenlikler kapsamında yayında!

İlgili makaleye buradan ulaşabilirsiniz.

32
Edebiyatın iki ağır topu Neil Gaiman ve Kazuo Ishiguro, hikaye anlatma siyasetinden, kılıçsavaşları sanatından ve ejderhaların ekonomi için niye iyi olduğundan bahsetti. Hadi gelin hep beraber bu keyifli ve uzun sohbete bizler de katılalım, bakalım neler öğreneceğiz?

Çevirisini Volkan "daifunka_vc" ÇALIŞKAN'ın, düzeltisini ise A. Orçun "Fiddler" Can'ın üstlendiği bu uzun, doyurucu, ilginç ve keyifli söyleşiye buradan ulaşabilirsiniz.


33
8. Yıl / Cixin Liu Röportajı Yayında!
« : 29 Şubat 2016, 22:13:43 »


Hugo Ödüllü Üç Cisim Problemi’nin Çinli yazarı Cixin Liu’yla gerçekleştirdiğimiz röportaj huzurlarınızda!

Geçtiğimiz yılın Hugo Ödülleri’nin ne kadar olaylı geçtiği hepimizin malumu. Bununla birlikte tüm o karmaşaya rağmen her iki tarafın da En İyi Roman ödülünü kazanmasını istediği kişi aynıydı: Üç Cisim Problemi’nin yazası Cixin (Sişın diye okunuyor) Liu.

Nitekim öyle de oldu. Adaletsiz bir şekilde aday olduğunu bilen isimlerin ödüllerden çekilmesiyle birlikte Üç Cisim Problemi son anda listeye dâhil oldu ve oylamalarda hakkı olan yeri aldı. Hatta sadece bununla kalmayıp En İyi Roman ödülünü de kucakladı.

İthaki Yayınları da geçtiğimiz İstanbul Kitap Fuarı’nda hem bu eseri Çince aslından dilimize çevirerek hem de yazarı imza gününe davet ederek bizlere çok güzel bir sürpriz yapmıştı. Hatta Liu, eserleri Çinceye çevrilen değerli yazarımız Barış Müstecaplıoğlu’yla birlikte bir seminer bile verdi o gün.

Biz de Kayıp Rıhtım ekibi olarak bu fırsatı kaçırmadık ve Çinli yazarımızla güzel bir röportaj gerçekleştirdik.

Üç Cisim Problemi’nin çevirmeni Zeynep Özmeral tarafından dilimize çevrilen röportaja buradan ulaşabilirsiniz. Kitapla ilgili daha fazla bilgi edinmek isteyenleri de incelememize davet ediyoruz.

Keyifli okumalar…

34
Oyunlar / Call Of Cthulhu Duyuruldu!
« : 28 Şubat 2016, 12:08:54 »
H.P. Lovecraft’ın 1928’de yazdığı efsanevi korku-tuhaf kurgu hikâyesi Call Of Cthulhu için aynı adlı, yepyeni bir oyun geliştirildiği bugün Focus Home Interactive tarafından resmen duyuruldu!

Eski Ubisoft çalışanları tarafından kurulan ve bugüne dek Runaway, Bloodbowl, Of Orcs and Men, Styx: Master of Shadows ve Aarklash: Legacy  gibi oyunlara imza atmış Cyanide Studio tarafından geliştirilecek olan oyun Unreal Engine 4 ile hazırlanıyor.

RYO-Polisiye türünde olması tasarlanan yapımda psikolojik korku ve gizlilik mekanikleri yer alacak. Ünlü bir sanatçının ve ailesinin kurban gittiği bir cinayeti araştırırken kendimizi çok daha korkunç bir gerçekle, Yüce Cthulhu’nun uyanmaya hazırlanışıyla karşı karşıya bulacağız. Oyun için iki de ekran görüntüsü yayınlandı.




2005’te yayınlanan Dark Corners Of The Earth’ten sonra hiçbir Cthulhu oyunu beni tam anlamıyla kesmediğinden ben bayağı heyecanlandım doğrusu. Tek endişem Cyanide’ın Styx’te gizlilik açısından pek de başarılı bulunmamış olması. Eh, umarım ummadık taş Yüce Eskiler’i uyandırır!

Call Of Cthulhu, 2017 yılında PC ve konsollar için çıkacak.

Kaynak

35
Diğer Bilimkurgu Eserleri / Krizalitler - John Wyndham
« : 27 Şubat 2016, 18:28:28 »

İnsanı insan yapan nedir? Irkı mı? Ten rengi mi? Milliyeti mi? Yoksa düşünceleri ve kişiliği mi? John Wyndham, Krizalitler adlı eserinde tam da bu konuyu sorguluyor işte. Ama bilimkurgunun, hatta belki de biraz da fantastiğin o kendine özgü eleştiri kılıcını kuşanarak, farklı ve gerçeküstü bir yoldan yapıyor bunu.

Hikayemiz Waknuk köyünde yaşayan, David adlı bir çocuğun başından geçenleri konu alıyor. David dış görünüş açısından son derece normal, hatta sıradan biri. Ve bu onun için inanılmaz bir nimet. Çünkü Waknuk halkı, özellikle de köyün vaizi olan babası “Sapkınlar” adını verdikleri tüm mutantlara karşı amansız bir savaş açmış durumda. Üstelik “doğal” insanlar tarafından bir mutant ilan edilmeniz için öyle aman aman bir farklılığınızın olması şart değil.  Bir parmağınız eksik ya da fazla mı? Sapkınsınız. Doğuştan bir özrünüz mü var? Sapkınsınız. Ten renginiz “olması gerektiğinden” biraz farklı mı? Sapkınsınız. Ve eğer bir mutantsanız, eğer farklıysanız ne kadar iyi biri olursanız olun dışlanmaya, medeniyetten kovulmaya, tuhaf bitkilerin yetiştiği Yaban Diyarlarda sürgün hayatı sürmeye mahkûm ediliyorsunuz. Hatta daha ağır cezalara ve idama bile çarptırılanlar var.

Ve David’in en büyük korkusu bu. Çünkü hiç kimseye, özellikle de sapkınlığın amansız düşmanı olarak nam salmış babasına belli etmese de o aslında bir mutant. En yakın arkadaşları olan bir grup çocuk da öyle... Tuhaf bir güce sahipler, birbirlerine düşünce-resimleri yollayabiliyor bu çocuklar. Bu sayede uzak mesafelerden bile haberleşebiliyor, duygularını eksiksiz bir biçimde birbirlerine ifade edebiliyor ve konuşarak yapacaklarından çok daha iyi bir şekilde anlaşabiliyorlar. Ama sadece kendi aralarında; bu yeteneğe sahip olmayan kimselerin zihinleri kendilerine kapalı.

Roman ortaçağ dönemindeki bir çiftlik ortamında geçiyor olmasına rağmen bir müddet sonra hiç de öyle olmadığını, aslında insanlığın geleceğine baktığımızı fark ediyoruz. Büyük Gazap adını verdikleri muğlak bir felaket tüm medeniyetlerin kökünü kazımış, âdeta ikinci bir karanlık çağa sürüklemiş durumda. İnsanlar bir kez daha ekmeklerini topraktan çıkarmaya, geçimlerini hayvancılıkla sürdürmeye, ok ve yayla, nadiren de olsa ilkel tüfeklerle avlanmaya mahkûm. Tek farkı bu kez Sapkınlık adını verdikleri şeyle de mücadele etmek zorunda olmaları. Daha doğrusu kendilerini buna mecbur hissetmeleri. Çünkü insan doğası asla değişmez ve kendilerinden farklı olandan daima korkar, becerebilirlerse onu yok ederler. Bu uğurda kullanılan en güçlü silahlardan biri de din olagelmiştir her zaman. Bu durum Krizalitler’de de değişmiyor.

David’in yobazlıkta sınır tanımayan babası en ufak bir bozuklukta tarlalar dolusu ekini yaktırmaktan, buzağıları kestirmekten, hatta yeni doğmuş bir bebeği bile sapkın ikna etmekten çekinmeyen bir adam. Üstelik kıtlık çekme riskine ya da merhamet gibi duygulara aldırmadan. Ona göre doğal biçim kutsaldır. Kurtuluşun saflıkta, Tanrı’nın gerçek suretine bağlı kalmakta olduğuna inanıyor ve köyün vaizi olarak insanları bunu yapmaya hiç sönmeyen bir şevkle teşvik ediyor. Hâl böyle olunca David ve arkadaşları gerçekte oldukları şeyi gizleyerek geçiriyorlar günlerini. Ta ki işler kontrolden çıkana ve geri döndürülemez bir noktaya gelene kadar…

Yazar John Wyndham’ın satır aralarında anlatmaya çalıştığı şeyin ırkçılığın her türlüsünün kötü ve anlamsız olduğunu sizlere söylememe gerek yok sanırım. Din, dil, ırk ve renk ayrımına çok güzel bir eleştiri getirirken çuvaldızı dini kendi emellerine alet edenlere batırmaktan da geri kalmıyor roman boyunca. Bunu neredeyse 60 yıl kadar önce, 1955’te kaleme almış olması fakat aradan geçen bunca zamana rağmen bir arpa boyu yol alamamış olmamızsa kitabın insanın ağzında acı bir tat bırakan, feci gerçekçi bir yanı. Bununla birlikte, her ne kadar ırkçılık karşıtı eleştirilerine ziyadesiyle katılsam da kitabın bir noktasında hayatımıza devam etmek için öldürmek zorunda olduğumuzu, aksini düşünmeyi hayalcilik olarak nitelendirdiği kısımları pek sevmedim. Evet, çok sağlam temellere dayandırıyor bu savını. Yaşamak için mikropları öldürmeli, ekinlerimizi yok eden zararlı bitkileri yok etmeli, et yemek için (vejeteryanlık kavramının o zamanlar geliştiğini sanmıyorum) hayvanları kesmeliyiz diyor. Tabii orada durmuyor ve kendi türümüzden olmayanları da öldürmemiz gerektiğini vurguluyor, ki o noktada bunu söyleyen her ne kadar kurgusal bir karakter olursa olsun yazar beni kaybetti.

Son olarak baskı, çeviri ve editörlük kalitesi açısında karşımızda dört dörtlük bir eser olduğunu gönül rahatlığıyla belirtmek isterim. Roman boyunca sadece bir-iki yerde, çok küçük yazım hatalarına denk geldim. Onun dışında hem Niran Elçi’nin çevirisi hem de Ayşegül Utku Günaydın’ın editörlüğü buram buram özen kokuyor. Raflarımıza ciltli olarak konuk olan Krizalitler’in kapağı da birbirlerine zihinsel olarak bağlanan siluetler sayesinde pek bir anlamlı, pek bir güzel.

Çabuk okunan, keyif alınan, eğlendirirken düşündüren, macerası da eksik olmayan güzel bir bilimkurgu eseri Krizalitler. 1955’te yazılmış olmasına rağmen bunu hiç hissettirmiyor.

Ha, unutmadan… Artık Jo Walton’un Ötekiler Arasında adlı romanında eski maden yollarından bahsederken “Gerçekte bir bilimkurgu arazisinde yaşıyor olmamıza rağmen fantastik bir arazide yaşıyormuş gibi eğitilmiştik. Cahilce elflerin ve devlerin bize bıraktıkları şeyler arasında oynamış, perilerin mülkleri üzerinde hak iddia etmiştik. Matemyollarına Yüzüklerin Efendisi’ndeki yerlerin adlarını takmıştım, hâlbuki Krizalitler’den olduklarını anlamam gerekirdi,” dediğinde ne demek istediği artık anlamanın dayanılmaz hafifliğini yaşadığımı da belirteyim.

36
Diğer Fantastik Eserler / Kralların Merhameti - Ken Liu
« : 25 Şubat 2016, 19:02:36 »


Silkpunk Türünün Öncüsü “Kralların Merhameti” Türkçede!

Ken Liu’nun dünyaca ünlü epik fantastik serisi Kralların Merhameti, İthaki Yayınları tarafından dilimize kazandırılıyor!

Bizler her ne kadar kendisini sadece Üç Cisim Problemi’ni İngilizceye çeviren kişi olarak tanısak da yurtdışında kaleme aldığı kısa hikâyeleriyle oldukça bilindik bir yazar Ken Liu. İsminden de anlayacağını gibi kendisi Çin asıllı bir Amerikalı ve 2013 yılında “Mono no aware” adlı kısa öyküsüyle Hugo Ödülü’nü kucaklamış, “The Man Who Ended History: A Documentary” adlı kısa romanıyla da yine Hugo’ya aday olmuştu.

Karahindiba Hanedanlığı üçlemesinin birinci cildi olan Kralların Merhameti kendisinin ilk uzun soluklu çalışması. Buna rağmen çıktığı ilk andan itibaren Çin kültürünü epik fantastik edebiyatla birleştirmesi, gerçekçi karakterleri ve zengin dünyasıyla adından sıkça söz ettirmeyi başardı. Dahası, “silkpunk” adında yepyeni bir türün de  ortaya çıkmasını sağladı.

Peki nedir silkpunk? Steampunk’ın ipekli hâli elbette! Örneğin ipek dökümlü hava gemileri, üzerine binip uçabileceğiniz ipekten uçurtmalar ve daha nicesi.

Son olarak kitabın bu yılki Nebula Ödülleri’ne en iyi roman dalında aday olduğunu da hatırlatalım. Beklemedeyiz!

Kitabın arka kapak yazısına ve tanıtım bültenine buradan, ÖN OKUMASINA ise buradan ulaşabilirsiniz.

37
Oyunlar / Fran Bow
« : 17 Şubat 2016, 22:28:39 »

Oynadığım en iyi "kafayı yemiş küçük kız" oyunlarından biriydi...

American McGee'nin Alice Harikalar Diyarında'yı feci derecede çarpıttığı oyunları seviyor musunuz? Cevabınız evetse Fran Bow'a bayılacaksınız demektir. Psikopat bir küçük kız? Var. Şüpheli doktorlarla dolu bir deli hastanesi? Var. Tuhaf diyarlarla gerçek dünya arasında geçiş yapabilmek? Var. Konuşan hayvanlar ve tuhaf yaratıklar? O da var!

Fran, ailesi korkunç bir cinayete kurban giden ve yaşadığı travma sonucunda kendini deli hastanesinde bulan 10 yaşındaki küçük bir kız. Tek isteği Mr. Midnight adındaki kara kedisi bulup evine dönmek ve teyzesiyle birlikte yaşamak. Ancak doktorlar buna izin vermiyor ve onu tımarhanede tutmaya devam ediyorlar. Çok geçmeden hastaneyle ilgili bir şeylerin "yanlış" olduğunu anlamaya başlıyorsunuz. Etrafta bizim gibi bir sürü çocuk var ama doktorların onlara yaptığı şeylerin tedaviyle alakası yok mu ne?

Fran sonunda hastaneden kaçmaya karar veriyor ve bir her şeyin normal göründüğü bizim dünyamıza bir de her şeyin kanlı, korkunç ve de karanlık göründüğü tuhaf bir aleme geçiş yaparak işe koyuluyor. Ardından kah komik kah korkutucu kah hüzünlü, upuzun bir serüvene çıkıyoruz biz de. Oyun toplamda 5 bölümden oluşuyor ve kimi zaman kapkaranlık ve korktucu bir yerde, kimi zamansa harikalarla dolu, büyülü diyarlarda dolaşıyoruz.


Bazen öyle bir an geliyor ki Fran kendini "normal" dünyada, pastalarla çöreklerle dolu bir evde görürken "öteki" dünyaya geçiş yaptığımızda bir kuyunun dibinde, iki bebek cesediyle buluveriyoruz kendimizi. Ve "hayali" olması gereken o kuyu o kadar "gerçekçi" hissettiriyor ki hangisinin hayal ürünü olduğunda şüphelenmeye başlıyor, kızımızın o sırada gerçekte nerede olduğunu düşünerek ürperiyorsunuz. Bunun yanında neşeli tarafları da var dediğim gibi. Özellikle kızımızın "bitkisel hayata" girdiği kısımlar yapımcıların getirdiği yaklaşım nedeniyle çok keyifli ve eğlenceliydi. Fran'ın 10 yaşındaki bir kızdan bekleyeceğiniz türden yorumları da insanı sürekli gülümsetmeyi başarıyor.

Fran Bow point&click tarzı bir macera oyunu olmasına rağmen bulmacaları çok zor değil, ama çok kolay da değil. Tam dozunda, tamamen mantığa dayalı. Bir şeyi çözebilmek için saçma sapan şeyler yapmanıza, saatlerce aynı yerlerde boş boş dolaşmanıza gerek kalmıyor. En etkiyeliyici yanlarından biriyse oyunu sadece 2 kişinin yapmış olması. Öyle ki çoğu "büyük" şu günlerde firma sadece 3-4 saatlik oynanış sunarken Fran Bow 10 saatin üzerinde bir maceraya davet ediyor bizleri.

Son olarak Steam'deki 900'e yakın incelemeden %97 olumlu oy aldığını da belirteyim. Alice Madness Returns'ün atmosferini ve point&click oyunları seven herkese şiddetle tavsiye edilir. En azından demosunu bir deneyin: 9/10

http://store.steampowered.com/app/362680/?l=turkish

38
8. Yıl / Wardstone Günlükleri Projesi Yayında
« : 09 Şubat 2016, 20:46:13 »


Wardstone Günlükleri Projesi Yayında

Joseph Delaney’nin dünyaca ünlü Wardstone Günlükleri serisi için 8. Yıl Şenlikleri kapsamında hazırladığımız özel dosya yayında!

Karanlıktan bastıktan sonra kendisini okumamanız konusunda sizi uyaran bu seriyi çocuklar nasıl okuyabilir? Bal gibi de okuyabilir, bayıla bayıla da okuyabilir. Hatta bizim gibi koca kazıklar da aynı keyif ve ürpertiyle okuyabilir. Bakınız bu projede bunu yaptık ve oldu!

Wardstone Günlükleri özel bir seri. Türü için her ne kadar çocuk, ya da kimi yerlerde genç-yetişkin dense de yabana atılmayacak türden cüretkar yeniliklere sahip. Özellikle ülkemizde çocuk edebiyatına karşı geliştirilmiş algıyı darmadağın eden ve yazarı Joseph Delaney’nin her yaştan okuru kendine bağımlı yapacak anlatımıyla daha pek çok şey bu seriyle mümkün.

Kayıp Rıhtım olarak, Wardstone Günlükleri’ni hedef kitlenin dışında kalan, yetişkin yaştaki okurlar olarak ele aldık. İrdeledik. Yetmedi, Joseph Delaney’nin neyi-neden-nasıl harika biçimde yaptığına değindik. Yetmedi, ülkemizdeki çocuk ve genç edebiyatı, hatta çocuk algısına da değindik.

İşte tüm bunlar bu projenin amacı ve kapsamıdır. Keyifle okuna! Ama karanlık bastıktan sonra okumamanız tavsiye olunur.

Bahri Doğukan Şahin, Bengü Akagül, Hazal Çamur ve Onur Selamet işbirliğiyle hazırlanan projemize buradan ulaşabilirsiniz.

39
Diğer Bilimkurgu Eserleri / Bioshock: Rapture Şehri
« : 08 Şubat 2016, 17:53:54 »


Bioshock: Rapture Şehri

Irrational Games’in meşhur oyun serisi için yazılan BioShock: Rapture Şehri çok yakında bizlerle.

2007 yılında çıkan ve System Shock’ın ruhani devamı olarak addedilen Bioshock, video oyunları tarihinin son yıllardaki en önemli yapımlarından biridir. Hikâyesi 1960’lı yıllarda, okyanusun altına inşa edilmiş, Rapture adındaki gizli bir ütopya şehrini konu alır. Andrew Ryan tarafından inşa edilen şehir devletlerin, dinlerin ve genel ahlak kurallarının baskısından kaçmak isteyen tüm bilim adamlarına, ressamlara, müzisyenlere ve sanatçılara çalışmalarını özgürce yürütebilecekleri bir yer var etmeyi amaçlamaktadır.

Ancak insanlara süper güçler bahşeden ADAM adlı genetik bir maddenin keşfedilmesi, da sonrasında bağımlılığa neden olması, akıl hastalıklarına ve deformasyona yol açmasıyla ütopya bir anda distopik bir cehenneme dönüşür.

Bioshock: Rapture Şehri işte bu olaylardan öncesini, şehrin nasıl kurulduğunu anlatıyor bizlere. Kitabın arka kapak yazısı şöyle:

Alıntı
Dünyanın en çok satan bilgisayar oyunlarından Bioshock’ın başlangıç hikâyesi…

Su altı şehri Rapture’ın bilinmeyen gerçekleri… Bir ütopyanın adım adım distopyaya dönüşmesi… II. Dünya Savaşı’nın sonuydu. Franklin D. Roosevelt’in Yeni Düzen’i, Amerika siyasetinin gidişatını değiştirmişti. Vergiler hiç olmadığı kadar yüksekti. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları, tüm dünyaya toplu bir ölüm korkusu saldı. Hükümetlerin gizli ajanlıklarının ve birimlerinin yükselişi, dikkatleri üzerine çekiyordu. Amerika’nın özgürlük anlayışı yok oluyordu ve pek az insan özgürlüklerini kazanmak için savaşmaya hazırdı.

Ancak bu insanlar arasındaki bir hayalperest, zorlu yollardan gelen bir mülteciyken dünyanın en zengin ve en hayranlık uyandırıcı adamlarından birine dönüştü. İşte o adam: Andrew Ryan! Ve kendisi, insanların hep daha iyisini hak ettiğine inanıyor. Bu yüzden dünya üzerinde bir ütopya yaratıp imkânsızı gerçekleştirmeye kararlı. Öyle bir ütopya ki devletten, sansürden, bilim üzerindeki ahlaki sınırlamalardan uzak, emeklerinizin karşılığını aldığınız bir yer. İşte bu fikirle Rapture ortaya çıktı; denizin altındaki o parıltılı şehir… Ancak bu ütopya büyük bir trajediyle yüzleşti. İşte her şey böyle başladı… her şey böyle son buldu.

“Ben Andrew Ryan ve size bir soru sormak için buradayım: Bir insan kendi alınterinde hak sahibi olamaz mı? Hayır, der Washington’daki adam. O ter, fakirlere aittir. Hayır, der Vatikan’daki adam. O ter, Tanrı’ya aittir. Hayır, der Moskova’daki adam. O ter, herkese aittir. Bu cevapları reddettim. Bunlar yerine, başka bir şeyi seçtim. Ben imkânsızı seçtim. Ben… Rapture’ı seçtim. Sanatçıların sansürden korkmayacağı bir şehir. Biliminsanlarının gereksiz bir ahlakla sınırlandırılmadığı bir şehir. Mükemmelin, değersizler tarafından sınırlanmadığı bir şehir… ve alın terinizle, Rapture sizin de şehriniz olabilir.”

Kitabın en ilginç yanlarından biri John Shirley tarafından yazılması. “Post-modern Edgar Allan Poe” olarak anılan Shirley cyberpunk, fantastik ve bilimkurgu türlerinde 40’tan fazla eser vermiş, oldukça başarılı bir yazardır. Hatta William Gibson ile birlikte pek çok kısa hikâye üzerinde birlikte çalışmış, Neuromancer’a ilham kaynağı olmuştur. Yani “iyi oyunun kötü kitabı” gibi bir durumla karşılaşmayacağımızı söyleyebiliriz rahatlıkla.

Çevirisini Kerem Ergener’in, redaksiyonunu Eren Karadağ’ın, editörlüğünüyse Alican Saygı Ortanca’nın üstlendiği 424 sayfalık kitap ciltli olarak basılıyor.

40
Oyunlar / Shadow Blade: Reload
« : 07 Şubat 2016, 17:41:07 »

Shadow Blade: Reload'u daha önce hiç duymamıştım. Geçen gün Steam'in yeni indirim sayfalarında dolaşırken tesadüfen denk geldim ve çok sevdim.

Oyunu basit olarak Mark Of Ninja'nın daha aksiyona dayalı hâli olarak özetleyebilirim. MoN'daki gibi derin taktiksel oynanışa, kimseyi öldürmeden geçme seçeneğine sahip değil. Daha çok platformdan platforma atlıyor, aşılması zor yerlerden geçiyor ve önünüze çıkan düşmanları haklıyorsunuz. Her birkaç bölümde bir yeni düşman çeştileri çıkıyor. Oyun haritası da beklediğimden daha büyük; her biri birkaç seviyeden oluşan 4-5 bölgeye ayrılıyor.

Oyun çok zor değil. Ama her bölümdeki gizemleri bulacağım, tüm yıldızları toplayacağım, bölümü ölmeden tamamlayacağım diye kasınca acayip zevki oluyor doğrusu. Şu anda %60 indirimle 9 küsur liraya satılıyor. Türü sevenlere tavsiye ederim :)

http://store.steampowered.com/app/272330/?l=turkish

41


altKitap 2016 Öykü Ödülü Başvuruları Başladı!

altKitap e-yayınevinin 2006’dan beri düzenlediği öykü ödülünde 2016 yılı başvurularının başlandığı duyuruldu. altKitap, her sene olduğu gibi bu sene de dereceye giren ve yayınlanmaya değer bulunan öyküleri bir e-kitap olarak okurlarla buluşturacak.

Yarışma için son başvuru tarihi ise 1 Mart 2016 olarak gösterildi. Sonuçlar ise 15 Nisan 2016 tarihinden sonra altKitap’ın internet sitesinden duyurulacak.

Katılım şartlarını görmek ve önceki yılın kazananlarını okumak için haberimize göz atabilirsiniz.

42
Duyurular / Dedalus Kitap’ta Abonelik Sistemi Uygulaması
« : 02 Şubat 2016, 23:26:22 »


Dedalus Kitap’ta Abonelik Sistemi Uygulaması

Dördüncü yılını doldurmak üzere olan Dedalus Kitap, okurla bağlarını güçlendirmek adına böyle bir kampanyayı yayına sokmaya hazırlanıyor. Buna göre, yayınevi okurları bundan böyle çıkan yeni kitaplara abonelik sisteminin avantajları aracılığıyla sahip olabilecekler.

Katalogdan seçeceği kitapların yıl içinde direkt olarak okura ulaşmasını sağlayacak olan sistemde kargo masraflarının okura yansıtılmamasının yanı sıra pek çok sürpriz hediye de mevcut. Öğrenciler, öğretmenler ve öğretim üyelerine de ayrıca %25 indirim yapıldığını söylemeden geçmeyelim.

Okur-yayınevi ilişkisinde de olumlu bir artış beklenen abonelik sisteminin şartları ve avantajları hakkında daha fazla bilgiye sahip olmak için haberimize göz atabilirsiniz.

43


Dünyadaki Diğer Büyücülük Okulları Açıklanmaya Başlandı!

Rowling, daha önce dünya üzerinde Hogwarts, Durmstrang, Beauxbatons dışında pek çok büyücülük okulu olduğundan bahsetmişti. Yeni film serisinde, belki de bu okullara dair olaylara şahit olacağımızdan, Pottermore bize hareketli günler yaşatmaya başladı.

Pottermore‘da yayınlanan yeni bir bilgiyle görüyoruz ki J.K. Rowling yeni isimler türetmekte hâlâ oldukça usta.

Yazarımız sonunda Hogwarts dışındaki birkaç okulun üstündeki örtüyü kaldırdı. Pottermore “A Celebration of Harry Potter” adıyla yapılan kutlama ile geçtiğimiz cuma günü Rowling’in kalemiyle dünyadaki 11 büyücülük okulu hakkında yazılar yayınlanacağını duyurdu.

Kutlamadaki özel misafirlerden ve filmlerde Luna Lovegood‘u canlandırarak kalplerimizi çalan Evanna Lynch, yeni filmin de geçtiği ülkenin büyücülük okulunun ismini erkenden söylemiş oldu: Ilvermorny. Okul Birleşik Devletler’in Kuzeydoğu kısmında bulunuyor.

11 okuldan 4’ü hakkındaki bilgiler, bir haritayla birlikte yayınlandı bile.

Daha fazla bilgiye, haritalara ve ilgili görsellere Fantastik Canavarlar adlı kardeş sitemizden ulaşabilirsiniz.

44
Oyunlar / Life Is Strange
« : 01 Şubat 2016, 21:58:18 »

İşte size uzun zaman boyunca aklınızdan çıkmayacak, harika bir başyapıt... Daha önce "Remember Me" ile saygımı ve beğenimi kazanan Dontnod, bu sefer iki klişeyi fevkalade bir şekilde harmanlayarak çıkıyor karşımıza: Zamanı geri alabilme yeteneği ve episodik oynanış.

Telltale'in başımıza sardığı, şu sıralar bir hayli revaçta olan episodik oyunlarla aranız nasıl bilmiyorum ama ben kendilerinden çabucak bıktım. Bu yöntemi her şeye uygulamaları ve pek çok firmanın onların izinden giderek oyunlarını bölüm bölüm satmaya başlamaları beni ciddi anlamda sıkıyor. O nedenle Life Is Strange'e uzun süre ön yargıyla yaklaşmıştım. Ama Dontnod çok feci halde yanılttı beni.

Blackwell Academy'de bir fotoğrafçılık öğrencisi olan Maxine Caulfield adlı kızımızı yönettiğimiz oyun temelde "Kelebek Etkisi" üzerine kurulu. İnsanlarla konuşuyor, eylemlerde bulunuyor ve yaptıklarımızın sonuçlarını görüyoruz. Ortaya çıkan şeyi beğenmediğimiz takdirde de zamanı geri alarak farklı şeyler yapmayı deniyoruz. Kulağa çok klişe geliyor değil mi? İşte Dontnod'un küçük ama sihirli dokunuşlarla klişeyi unutulmaza dönüştürdüğü yer de burada başlıyor.

Her şeyden önce Maxine (ya da tercih ettiği isimle Max) inanılmaz sempatik ve çooooook tatlı bir karakter olmuş. Ray Bradbury okuyan, bilimkurgu filmlerine bayılan, gitar çalan, fotoğraf çeken ama tüm bunlara rağmen bir o kadar da içine kapanık biri Max. Kısacası tam bir "nerd." Bununla birlikte zamanı geri çevirebilme yeteneğini kazandığında kendine biraz daha güveni geliyor ve diğer öğrencilerle daha fazla konuşmaya başlıyor. Gördüğü yanlışları düzeltiyor, zorbalığa karşı savaşıyor ve kendine "Maxfactor" ya da "Mad Max" gibi isimler takıyor. Bir işi gizlice hallettiğiniz zaman sesini hafif kalınlaştırıp "Max the ninja strikes again!" demesi, deney tüplerine bakarken "Bring me the brain Igor," diyerek Frankenstein'a gönderme yapması, durmadan filmlerden alıntılar yapması onu inanılmaz sevilesi bir karakter haline getiriyor.

Uzun yıllardır görmediği, oyunun başında tekrar karşılaştığı çocukluk arkadaşı Chloe de onun tam tersine tam bir çılgın. İçki içiyor, sigara tüttürüyor, silah taşıyor, üvey babasıyla durmadan kavga ediyor ve mavi saçları, dövmeli kollarıyla âdeta her şeye isyan ediyor. Max hariç...

İşte oyun bu iki genç kızın arkadaşlıklarının etrafında ve Arcade Bay adlı kasabada yaşanan olayla etrafında dönüyor. Chloe'nin yakın bir arkadaşı olan Rachel Amber kayıplara karışmış, polis herhangi bir ize rastlayamamıştır. Max durmadan kâbuslarında devasa bir hortumun kasabayı yerle bir ettiğini görmekte ama buna bir türlü bir açıklama getirememektedir. Kasabada hayvanlar ölmekte, açıklanamayan doğa olayları yaşanmaktadır. Okulun sahibi olan Prescott ailesinin uyuşturucu müptelası, şımarık oğlu hayatı Max'e zindan etmeye kararlıdır. Okulun en şımarık, en zengin ve en popüler kızı Victoria da öyle...

Max en nihayetinde Rachel'ı bulması için Chloe'ye yardım edeceğine söz verir ve güçlerinin de yardımıyla sır perdesini aralamaya başlar. İşler de o andan itibaren iki kızın arkadaşlık hikayesinin çok daha  ötesine, paranormal bir polisiyeye dönüşüyor ve bu insana inanılmaz bir keyif veriyor.

Özellikle Max'in gücünün farklı bir yönünü keşfetmesi ve zamanı geriye almaktan çok daha fazlasını yapabildiğini öğrendiği kısım cidden çok iyi. Ama işlerin hepten sarpa sarıp oyunun algılarınızla oynadığı beşinci ve son bölüm tam bir şaheser olmuş.

Life Is Strange'i diğer episodik oyunlardan ayıran yanı illa şu veya bu sonuca bağlı kalmak zorunda olmayışınız. Bazen sadece iyi ya da kötü değil, nötr sonuçlar da elde edebiliyorsunuz. Verdiğiniz kararların bazıları etkisini hemen gösterirken bazıları oyunun sonunda çıkıyor karşınıza. Ek olarak, Max bir fotoğrafçı olduğundan, her bölümde kadrajınızla yakalamanız gereken bir sürü giz var, ki bu da bir başka derinlik katan şey olmuş oynanışa. Kısacası "episodik" oynanış kavramını olduğu gibi almak yerine onu çok güzel bir şekilde geliştirmiş Dontnod.

Life Is Strange benim gözümde Witcher 3'ten sonra geçen yılın en iyi oyunu oldu. O kadar diyorum, varın gerisini siz düşünün. Mutlaka oynayın, kesinlikle pişman olmayacaksınız. 10/10

45
8. Yıl / Bilimkurgu Öyküleri Seçkisi Projesi Yayında!
« : 01 Şubat 2016, 21:30:34 »


Şenlikler kapsamında yazarlarımızdan Bahri Doğukan Şahin‘in hazırladığı “Bilimkurgu Öyküleri Seçkisi” projesi yayında!

Kayıp Rıhtım olarak, “Bilimkurgu Öyküleri Seçkisi” projemiz ile, bilimkurgu edebiyatını yeniden gündeme getirmeyi amaçlayarak, türe gereken değerin verilmesinde üzerimize düşen görevi yapıyoruz.

Bazen internette gördüğümüz ve “Ah, keşke bende de olsa bu!” dediğimiz kitaplar vardır hani. Fakat baskısı tükenmiştir. Hatta bırakın baskısını, çıktığı yayınevi bile kapanmıştır. Okuyamasak bile, içeriğini merak ederiz.

İşte dilimizde baskısı tükenmiş bu kitapları bularak içlerinden birer öyküyü inceleleyen Bahri Doğukan Şahin, bir yandan da diğer yayınevlerine göz kırpıyor. Şenlikler kapsamında hazırladığımız bu seçki listesi umarız bilimkurgu severlerin hoşuna gidecektir.

Lafı uzatmadan sizleri projemizin giriş yazısına, BURAYA davet edelim.

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 11