Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Everfever

Sayfa: 1 2 3 [4]
46
Öncelikle tanımadığım insanlara hitap ederken senli benli konuşmanın nezaketsizlik olduğunu düşünüyorum, ben size "siz" diye hitap etmeye devam edeceğim.

TDK faks makinesine "belgeokur veya evrakgeçer" demeye çalıştı, bilgisayar çipine "yonga", dart oyununa "oklama" demeye çalıştı, vs. Tutmadı. Geç kalmıştı, insanlar halihazırda kullanmaya başlamıştı o kelimeleri ve imgelemlerinde hiçbir şey ifade etmeyen sonradan türetilmiş bir kelimeyi kullanmayı tercih etmediler. Örneğin bilgisayar sözcüğü aynı akıbeti yaşamadı çünkü bilgisayarın kendisi hayatımıza tamamen girmeden önce "bilgisayar" sözcüğü türetildi, kabul gördü ve kullanıma girdi. Bu yüzden bazı sözcüklerin türetilmesi hakkında "geç kalınmış" tabirini kullandım.

"İngilizce ölü bir dildir." Bu sizin hüsnü kuruntunuz.

"Oktay Sinanoğlu der susarım." Oktay Bey muhteşem bir kimya profesörüydü. Bu onu dil uzmanı yapmaz. Türkçe konusunda Fatih Terim'i veya Aziz Sancar'ı referans almayacağım gibi, onu da almam.

"Siz de yayıncısınız galiba, bunun en büyük sorumluları da sizsiniz" Gurur duyarım.

Harry Potter'ın çevirisinde "hortkuluk" çevirisi işe yaramış olabilir. Bunun sebebi, daha önce de dediğim gibi dilde daha önce "horcruxes" gibi bir sözcüğün hiç kullanılmamış olmasıdır. Witcher sözcüğü Türkiye'de neredeyse on yıldır kullanılan bir sözcük. Witcher dediğiniz zaman hitap ettiğiniz kitle suratınıza bön bön bakmaz. Ne demek istediğinizi anlar. Aynı kitleye "alçeri" dediğiniz zaman, sizi anlamaz. Ha onlara Türkçe "alçeri" demişsiniz, ha Çince "nihao" demişsiniz. Farkı yoktur.

Ben, "Ey vatandaş! Böyle konuşacaksın! Bunları söyleyeceksin! Böyle düşüneceksin!" diye direten, yeri geldiğinde baskıcı olan bir anlayıştan ziyade, kabaca, "İnsanlar böyle konuşuyor, böyle anlaşıyor, ben de onların beni anlamasını istiyorum, onların dilini kullanırım. Esas olan anlaşılabilmektir," olarak özetlenebilecek bir düşünceyi benimsiyorum. Kendi anlayışınızı bana "zorla" benimsetmeye çalışmadığınız sürece, istediğiniz gibi çevirmekte, düşünmekte "hürsünüz". Ben kimseye zorla bir şey dayatmıyorum, baskı kurmaya çalışmıyorum. Kullandığım sözcükleri beğenmiyor musunuz? Kullanmayınız efendim. Bu kadar basit. Ben de sizin sözcüklerinizi kullanmıyorum.

47
'Dipnot olarak, "Buradaki diktatör sözcüğü yazara aittir. Cümle orijinaline sadık bir şekilde çevrilmiştir," gibi bir şey yazılabilir diye düşündüm.' (Yaşlıyım ben, bu alıntı şeysini beceremedim.)

E ama böylesi bir dipnot her kitaptaki her cümle için verilebilir. Sınırı nerede çizeceğiz?

Diktatörün kelime anlamının değişmesine gelince: Antoine de Saint Exupery'nin kullandığı cümleyi (çevirisini daha doğrusu) bir kez daha okursanız, onun kullandığı "diktatör" kelimesi ile bizim kullandığımız "diktatör" kelimesi arasında çok da fark olmadığını göreceksiniz. "halkını ölümle tehdit eden diktatör" yazıp, altına dipnotla, "diktatör kelimesi, bizim bildiğimiz baskıcı, özgürlükleri kısıtlayan, manasında kullanılmamıştır," demek... bilmiyorum.

Son olarak da dipnota istediğinizi yazın, mahkemeye karşı bir savunma olarak kullanamazsınız. Ülkemizin kanunlarına göre çeviri eserlerin sahibi çevirmendir ve birinci sorumlu odur. Ardından da yayıncı gelir. Mahkemeye çağrıldıklarında, tıpış tıpış giderler. "Burada senin adın yazıyor, eserin sahibi sensin, sen bunları demişsin," der hakim. "Gık" diyemezsiniz. (Dersiniz aslında da, kimse dinlemez) Örnek davalardaki sonuçlara bakılır, (Atatürk'e ve Türklüğe hakaret etmek genellikle cezalandırılır), hakimin insafına kalınır (beraat ettirebilir veya 2 yıldan az ceza verirse ve çevirmen daha önce suç işlememişse hapis yatmaz). İstediğiniz kadar dipnota açıklama yazın, hakim size, "Sen bu cümleyi kurdun mu? Kurdun. Bitmiştir," der, kalırsınız öylece.

"Elçiye zeval olmaz" demeyin, çevirmenler olarak hapis bile yatabiliriz.

48
Özet okuyarak, kaytararak, mış gibi yaparak hiçbir yere varamazsiniz. Ancak kendinizi kandırabilir başkalarının da kanmasini umabilirsiniz.

Ayrıca Patrick Suskind, Ursula LeGuin vs. gibi yazarlar ret yemisken çok da iddialı konuşmamak gerek bence. Hayat insanın ağzına kurekle vurur.

49
Daha eski bir çeviri hikâyesi vardır. Paulo Coelho, Simyacı romanında küçük bir İspanyol çocuğunu bir müslüman ülkesine götürür ve orada ona, "kulelere çıkıp ağıtlar yakıyorlardı," dedirtir. Bahsettiği şey ezan. Ancak çocuk hayatında ilk kez duymuş. Bu şekilde yorumlaması çok normal. Yazar ezanı ilk kez duyan birinin tepkisini yazmış. Bunu, "müezzin minareden ezanı okudu," diye çevirmek doğru olur muydu? Yoksa yazar ne dediyse onu mu çevirmeli?

İdealler ile gerçekler çok farklı şeylerdir. İdeal olanı çeviride kesinlikle hiç sansür olmamasıdır. Ancak mevcut durumda, ideal olanı, doğru olanı, sansürsüz bir şekilde yaptığınız için boykot edilecek olsanız, para ve itibar kaybedecek olsanız, belki de işinizi kaybedecek olsanız, o kadar da idealist olur muydunuz? Hele ki laf anlatıp kendinizi açıklamak istediğiniz kitle kulaklarını tıkamış, gözlerini kapatmış, durmadan bağırıyorsa (bu tabirim belirli bir kitleye özel değildir, siyasi spektrumun her renginde böyle kitleler vardır).
Kaldı ki bu kitleler okumanın, iletişim kurmanın amacından tamamen uzaktır. Ne için kitap okuyorsunuz? Kendinizi olumlamak için mi? Hayatınızdaki hiçbir kabulü sınamamak, daima tasdiklemek için mi? Birileri herhangi bir inancınıza/düşüncenize karşı bir argüman getirdiğinde, mantıklı, sağlam bir argüman üretmek, düşüncenizi medenice konuşarak, yazarak savunmak yerine fiziksel ve manevi baskı kurmak neden?

Doğrusu olduğu gibi çevirmektir ama yumuşatana da, cümleyi olduğu gibi atana da kızamam. Dipnot olmaz, ne diyeceksiniz dipnotta?

Not: Yanlış anlaşılmasın diye tekrar tekrar söylüyorum. Bahsettiğim tavırdaki kitlelerin siyasi spektrumda herhangi bir görüşle sınırlı olduğunu düşünmüyorum. Aksine tüm görüşlerde bu tür insanların olabileceğini ve olduğunu düşünüyorum.

50
Kayıp Arapça, rıhtım Farsça kökenlidir. Ehvenişer de hâlâ kullanılan, (sokaktaki kullanım oranını bilmiyorum ama kullanılıyor) bilinen, güzel bir kelimedir. Bence dilimizin zenginliğinin bir parçasıdır. Yine de takdirinize kalmış.

51
hoş buldum :)

52
Ben de bir Türk yazarın kitabının İngiltere ve/veya Amerika'da basılmasının çok düşük bir ihtimal olduğuna katılıyorum. Rekabet ortamı çok korkunç.

Fakat imkânsız değil. Yapılması gereken bizim milletimizin genel karakteristiğinin aksine, bunun bir maraton olduğunu hesaplamak. 10, belki de 20 yıllık bir maraton. Ve bu maraton boyunca aynı hedef için sürekli aynı çabayı sarf etmek. Vazgeçmemek.

Ayrıca "menajerler" meselesine gelirsek. Yayıncılık dünyasında onlara "ajans" denir ve özellikle yurt dışında her yazarın bir ajansı vardır. Yaptıkları iş de kesinlikle torpil değildir. Yaptıkları bir iştir ve çok önemlidir. Şöyle söyleyeyim, Türkiye'de bir yayınevi olarak bize gelen başvuruların haddi hesabı yokken mesela Penguin'e ayda kaç adet kitap başvurusu gelebileceğini ben şahsen hayal edemiyorum. Hiçbir yayınevi böyle bir yükün altından kalkamaz. Ajanslar, yayınevlerine gelen bu pervasızca akını keserler. Göğüslerinde yumuşatırlar ve doğru yayınevine doğru topu paslarlar. Bazı topları da kimseye paslamadan taca atarlar. Buradaki kriterleri de hatır/gönül veya torpil değil, ne kadar para kazanacaklarıdır. Ne kadar gollük pas atarlarsa (doğru kitap doğru yayınevinde çok başarılı olur, iyi satar) onlar da o kadar çok pay ve prestij kazanırlar. Türkiye'de bu işin bedava/hatır gönül işiyle/yalapşap yapılıyor olması ise bizim milletimizin genel manada her işi *ahem*üyle yapması yüzünden. Türkiye'deki edebiyat ajansları arttıkça, daha çok yazarla, daha verimli bir şekilde çalışmaya başladıkça, yurt dışında basılan Türk yazarların da sayısı artacaktır.

Ancak yine de izlenilmesi gereken yöntem olarak ben kitabın önce Türkçe yazılmasını, Türkiye'deki piyasaya çıkmasını ve daha sonra çevrilerek diğer ülkelere açılmasını tavsiye ederim. Önce 100 metre ötedeki hedefi vur, sonra 1km ötedeki hedefi denersin.

Kitabın orijinalini İngilizce yazıp başarılı olmuş kaç Türk yazar var bilemiyorum. Fakat önce Türkçe yazmış sonra diğer dillere çevrilmiş birçok yazarımız var. Şu tabloya bakmak isteyebilirsiniz: http://www.tedaproject.gov.tr/EN,53649/works-subsidized-according-to-countries-table.html

53
Biraz geçmiş üzerinden ama okuduktan sonra ben de dayanamadım birkaç cümle etmek istedim. Bunlar da benim kişisel görüşlerimdir.

Her şeyden önce çeviriye ve dile bakış açınız birçok şeyi belirler. Örneğin Fransızca dışa kapalıdır, başka bir dilden kelime almak istemez. İngilizcenin ise başka bir dilden almadığı kelime yoktur. Sürekli yenilenir, sürekli değişir. Bazı diller dışa kapalıdır, bazı diller dışa açıktır. Türkçe ise yüzyıllardır dışa açık bir dil olmuştur. Kullandığımız kelimelerin birçoğu yabancı kökenlidir ve bu bizim kültürümüzün bir parçasıdır. (Orta Asya'da Çinceden, sonra Farça ve Arapçadan, sonra Rumcadan, İtalyancadan, Fransızcadan bugün de İngilizceden) En azından benim bakış açıma göre Türkçe zamanın testine bir kaya gibi karşı koymak yerine su gibi adapte olan bir dildir. Organiktir. Yaşar. Değişir. Evrim geçirir. Bu yüzden ilkesel olarak yabancı kelimelerin Türkçede kullanılmasına ben "şahsen" karşı değilim, hatta destekliyorum. Bu noktada da tek kıstasım kelimenin dil tarafından (ve dili kullanan insanlar tarafından) kabul görüp görmediğidir. Kabul görmeyen bir kelimenin "öztürkçe" olduğu iddiasıyla kullanılması ise bence eğreti ve yapay duruyor. Dilin organikliğinde sırıtıyor. (Bkz: Aziz Yardımlı çevirileri)

Bu yüzden "dili kullanan insanlar tarafından" Witcher olarak bilinen ve kabul edilen bir şeyi, eğreti ve yapay durma pahasına efsunger, bağıcı veya başka bir kelimeyle karşılama çabasını en iyi ihtimalle geç kalınmış olarak görüyorum. Aynı tutumu mesela "faks" kelimesi yerine "evrakgeçer" veya "belgeokur" kelimelerinin kullanılması için de koruyorum. Dünya üzerinde hiçbir güç bu saatten sonra bana faks yerine belgeokur dedirtemez. Dilime yerleşmiş artık.

"Anladığımız adıyla değerini gözümüzde küçültüyoruz, anlamadığımız olunca nedense değeri artıyor." Buna da kesinlikle katılmıyorum. Tam tersine bir kavramı, kişiyi, nesneyi vs. sonradan yapay bir şekilde tanımlamaya çalıştığımız zaman anlayamadığımızı, yapay, eğreti ve komik bulduğumuzu ve bu yüzden değerini küçülttüğümüzü düşünüyorum.

"bizden başka dillere bir kitap çevrilse, o kitapta da ağaçeri, orman ereni dense yüzde yüz eminim ki bunları Türkçe bırakmazlar, kendi dillerine çevirirlerdi." Buna da katılmıyorum. Örneğin cin veya ifrit gibi isimler İngilizceye geçerken "djinn", "genie" ve "efreet" olarak geçmiştir. Türkçedeki "ordu" kelimesi İngilizceye "horde" olarak geçmiştir. Derviş, "dervish" olmuştur. Hiçbir İngiliz tutup da ifriti, "ben bunu fiery spirit diye çevireyim, İngilizliğin şanındandır," dememiş, demez.

Sonuç olarak istediğiniz gibi çevirmekte elbette hürsünüz. Eğer kullandığınız kelimeler dile yerleşirse seve seve ben de kullanırım. Yerleşmezse kullanmam.

54
Tekrar merhabalar,

Dikenlikler Prensi'nin devamı gelebilir ama biraz zaman alacaktır. (Program öyle böyle yoğun değil)

Dan Simmons'ın birçok kitabını basacağız. Bu yıl içinde basılmasını arzu ettiğim bir kitabı var ama imkân ve şeraitler bu yıl içerisinde olmasına el verecek mi, hep birlikte göreceğiz.
Korku meselesine gelirsek her ne kadar Poe, Lovecraft ve Stephen King hayranı biri olsam da (King hakkında olumsuz cümle kuranın kalbini kırarım :) ) yine de bu türle çok içli dışlı olduğumu iddia edemem. O yüzden biraz tedirginim bu soruya cevap verirken. Korku ile gerilim arasındaki çizgiyi nerede çekiyorsunuz? Gerilim türünde çok kitabımız var. İçlerinde barındırdıkları gerilim ve korku unsurları çeşitli seviyelerde. Mesela Adam Nevill adında bir yazarımız var. İlginizi çekebileceğine inanıyorum. Özellikle "Daire 16". Wulf Dorn ve S. J. Bolton da var benim ilk aklıma gelenlerden ama size göre korku-gerilim skalasında nerede kalırlar, bilemiyorum. Bir de bu yıl içinde çıkacak güzel bir kitabımız var, o gerilim değil mesela, direkt korku :) .

Lukyanenko'nun öncelikle Gece Nöbeti serisini tamamlamak istiyoruz. Bu seri sona erdikten sonra belki.

Ben de hepinize kitaplarımızla ilgilendiğiniz ve zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.

55
Merhabalar arkadaşlar,

Hoş buldum :)
Gece Nöbeti serisini tamamlayacağız. Müsterih olun. Yayın takvimimizdeki yerlerini şu an için bilmiyorum. Rusçadan çevrildikleri için biraz zaman alıyor, ama tamamlayacağız.

Witcher serisine gelirsek. Bismillah, daha ilk kitap matbaadan yeni çıktı sayılır. İncelemesi ana sayfadan inmedi. :) Şaka bir yana, Kader Kılıcı'nı birkaç ay içerisinde basmayı ve sonra da elimizden geldiğince hız kesmeden devam etmeyi düşünüyoruz.

Doğruluk Kılıcı serisinin bir sonraki kitabı 2017 yılı yayın takvimimiz içerisinde olmalı. Onu da çok bekletmek istemiyoruz.

Temeraire serisi hakkında bir bilgi veremiyorum çünkü ben de bilmiyorum. Ancak önümüzdeki hafta öğrenip size dönebilirim.

Witcher serisi hariç net bir tarih aralığı veremediğim için üzgünüm. Tek bahanem, çok yoğun bir yayın programında çalışmamız. Bir yandan halihazırda çıkmış serileri tamamlamaya çalışıyoruz, diğer yandan yeni seriler başlatacağız. Sadece fantastik türünde değil, bilimkurgu türünde de ilginizi çekebilecek kitaplar ve seriler çıkarma hazırlığı içindeyiz.


56
Merhaba, ben de kayiprihtim@gmail'e bir mail gönderdim ama galiba pek kullanılmıyor. İhsan Tatari'nin Yemin ve Öç kitabını temin etmek istiyordum. (Elinizde varsa diğer kitaplarını da) Yardımcı olabilirseniz sevinirim.

Teşekkürler.

Sayfa: 1 2 3 [4]